
کارگر
Hayalin Kontrol Altına Alınması
Bil ki, bu makamda ve diğer makamlarda mücahid için şeytana ve şeytan ordusuna galibiyetin kaynağı olabilecek ilk şart hayal kuşunun kontrol altına alınmasıdır. Zira bu hayal her an yeni bir dala konan ve uçmakta mahir olan bir kuşa benzemektedir.
Bu ise birçok bahtsızlıkların kaynağı ve sebebi olmaktadır. Hayal, şeytanın bir bahanesidir ki, insanı onunla zavallılaştırmakta ve şekavete davet etmektedir.
Kendisini ıslah etmek isteyen, batınını sefalı kılıp, İblis ordusundan temizlemek isteyen mücahid, hayalin dizginlerini ellerine almalı, onu istediği yere uçmaktan alıkoymalı ve (kendisini) günah ve şeytanlık gibi fasid ve batıl hayallere kapılmaktan korumalıdır.
Hayalini daima şeref ve izzet dolu işlere yöneltmelidir. Bu iş ilk başlarda biraz zor gözükse veya şeytan ve orduları onu (gözlerde) büyük gösterse de az bir murakebet ve kollama sayesinde oldukça kolay bir iş haline gelecektir.
Tecrübe olarak sen de bir müddet hayalini disipline edebilir ve sıkı bir denetim altına alabilirsin:Alçak ve aşağılık bir emre yöneldiğini görünce onu bu işten alıkoymaya çalış ve onu mübah veya tercih edilir işlere yönelt.
Eğer bir netice aldığını görecek olursan bu tevfîk sebebiyle Allah-u Teala’ya şükret ve bu işi sürdürmeye çalış. Belki Allah kendi rahmetiyle sana melekut aleminden bir yol açar da insanlığın doğru yoluna hidayet edilirsin ve Allah’a doğru sülûk işi senin için daha da bir kolaylaştırılır.
Dikkatli ol ve bil ki, kabih ve fasid hayaller ve batıl düşünceler şeytanın ilka ve telkinleridir ve senin batın memleketine kendi ordularını yerleştirmek istemektedir. Şeytan ordularıyla savaşan bir mücahid olduğun ve nefs sayfasını ilahî-rahmani bir memleket kılmayı istediğin için de o lanetlinin (şeytan) hile ve tuzaklarına dikkat etmeli ve Hak Teala’nm rızasına aykırı evhamları kendinden uzaklaştırmalısın.
Ta ki, Allah’ın izniyle bu iç savaşta oldukça önemli olan bu mevziyi şeytan ve ordularının elinden alabilesin.Zira bu mevzi sınır konumundadır. Eğer burada galip gelecek olursan ümitli ol.
Ey aziz! Her zaman Allah Tebarek ve Teala’dan yardım dile, mabud dergahında yalvarıp yakar ve tam bir acziyet ve ısrarla (şöyle) arz et: İlahi, şeytan öyle büyük bir düşmandır ki (hatta) senin büyük enbiya ve evliyana bile göz dikmiştir ve hala da dikmektedir.
Bizzat sen; kuruntu, batıl vehimler, hayaller ve batıl hurafelere kapılan bu zayıf kuluna yardımcı ol ki, bu güçlü düşmanın hakkından gelebilsin.
Bu savaş meydanında mutluluk ve insanlığı tehdid eden bu güçlü düşman karşısında benimle ol ki, onun ordularını senin özel ve has memleketinden dışarı sürüp, bu gasıbın sana mahsus evine uzanan ellerini keseyim.
İmam Humeyni
İnsanın Yaratılış Amacı
Allah’ın zatına ait ve O’nun sadece vücudunun gerekliliği olan ilim, kudret, malikiyet, kayyumiyyet ve hâkimiyet gibi sıfatları ve isimleri olsun veya O’nun fiiline bağlı olan ve fiili sıfatları olarak meşhur olan rububiyyet, razikiyyet, halikiyyet, irade ve rahmeti gibi sıfat ve isimleri, bunların hepsi subiti sıfatlardır ve yüce Allah onlar yoluyla her durmadan sürekli feyiz vermektedir. Onun yaratıcılığı da hiç kesilmeden sürekli yaratmasını gerektirmektedir. “O, her gün bir iştedir.”[1]
Dikkat edilmesi gereken bir başka konuda şudur; Allah’ın hekim olması ve hekim olan bir kimsenin da boş ve abes bir iş yapmayacağından dolayı, bu yaratılış âlemi, hedeflidir ve onda hiçbir bozukluk ve eğrilik yoktur. Bu âlemin bütün zerreleri şöyle söylemektedir:
Yoktur hiçbir noktada eksiklik ve fazlalıktan oluşan bir karışıklık
Ki ben bunu kuşkusuz olarak görmekteyim.
Kur’an’ın açık ayetlerine göre, Allah, varlıkları boş ve oyun olsun diye değil, onların yaratılış temellerini hak üzere kurmuştur. Bu en güzel düzenin en küçük parçası dahi yüce hedef ve amaçları takip etmektedir ve onların bir tanesi dahi faydasız değildir:
Bu perdede bir doku dahi boş değil
Onun ucu bize belli olmasa dahi
Tabiî ki Kâinatın ve varlıkların yaratılışının asıl hedefi insandır. Daha açık bir ifadeyle, Allah, âlemi insanı yaratmak için yarattı; çünkü o mahlûkatın en üstünüdür ve yaratma tezgâhından onun gibi bir varlık çıkmamıştır. Hadis-i Kutside şöyle gelmiştir: “ Ey Âdemoğlu! Her şeyi senin için ve seni de kendim için yarattım”[2]
Bu konuları sunduktan sonra asıl konuya girerek şöyle diyoruz: İnsanın yaratılış hedefi ne olursa olsun, sonucu, hiçbir şeye muhtaç olmayan her şeyi kendisine muhtaç olduğu Allah’a değil de insanın kendi faydasınadır.
“Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız. Allah ise her bakımdan sınırsız zengin olandır, övülmeye hakkıyla lâyık olandır.”[3]
Musa, şöyle dedi: “Siz ve yeryüzünde bulunanların hepsi nankörlük etseniz de (şunu bilin ki) gerçek şu ki, Allah her bakımdan sınırsız zengindir, övgüye lâyık olandır.”[4]
Hz. Ali (a.s) meşhur Hamam hutbesinde şöyle buyuruyor: “Allah-u Teala mahlûkatı yaratırken onların itaat ve kulluklarına ihtiyacı yok ve onların günah ve itaatsizliklerinden de güvendeydi. Çünkü günahkârların günahı ona zarar vermez itaatkârlarında itaati ona fayda sağlamaz. (itaate emretmek ve günahtan sakındırmak kulun faydasınadır.)”[5]
İnsanın yaratılış hedefi üzerine Kur’an-ı Kerim’de çeşitli açıklamalar gelmiştir ve bunların her birisi bu hedefin bir boyutuna işaret etmektedir, örneğin: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[6] Başka bir yerde ise şöyle buyuruyor: “O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.”[7] Başka bir hususta ise şöyle gelmiştir: “Rabbin dileseydi, insanları (aynı inanca bağlı) tek bir ümmet yapardı. Fakat Rabbinin merhamet ettikleri müstesna, onlar ihtilafa devam edeceklerdir. Zaten onları bunun için (merhamet için) yarattı. Rabbinin, “Andolsun ki cehennemi hem cinlerden, hem insanlardan (suçlularla) dolduracağım” sözü kesinleşti.”[8]
Dikkat edildiği gibi, bütün bu çizgiler tek bir noktada sonlanmaktadır ve o da insanların yetişmesi, hidayeti ve tekâmülüdür. Anlatılanların sonucunda şu anlaşılmaktadır: Her şeyin amacı ve insanın yaratılış hedefi, kemale, gerçek saadete, yüce insanlık makamına ve melekût âlemine ulaşmaktır ve bu da sadece ilahi marifete ulaşmak ve Hak Teala’nın huzurunda yapılan bilinçli bir kullukla mümkündür. “Allah’a kulluk etmek, çok değerli bir mücevherdir ve onunda batını rabliktir.”[9] Yani kim ona ulaşırsa Allah’tan başka her şeye sultanlık eder.
İmam Sadık (a.s.)’dan gelen bir hadiste şöyle geçer: İmam Hüseyin (a.s.) ashabının karşısında durarak şöyle buyurmuştur: “Allah-u Teala insanı sadece kendisini tanımaları için yaratmıştır. O’nu tanıdıkları zaman O’na ibadet ederler ve O’na kulluk ettikleri zaman da başkalarına kulluk etme ihtiyacında olmazlar.”[10]
[1] Errahman/ 29
[2] El Menhec-ul Gavi, c: 5, s: 516; İlm-ul Yakin, c: 1, s: 381.
[3] FATIR suresi 15. ayet
[4] İBRAHİM suresi 8. ayet
[5] NEHC’ÜL BELAĞA, Hemam hutbesi
[6] ZÂRİYÂT suresi 56. ayet
[7] MÜLK suresi 2. ayet
[8] HÛD suresi 118 ve 119. ayet
[9] Misbah-uş Şeri’e fi Hakikat-ul Ubudiyye
[10] İlel-uş Şerai’, Saduk, El-Mizan’ın nakline göre, c: 18, s: 423
Pekin: ‘Bölge Ülkeleri Birlik Olursa, ABD Afganistan’daki Gibi Kaçar’
Genelkurmay Eski İstihbarat Başkanı Pekin, merkezi hükümetlerin güçlendirilmesi vurgusu yaptı. Suriye ile normalleşme konusunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözlerine işaret eden Pekin, Suriye ile normalleşme için gecikilmemesi gerektiğini söyledi.
Radyo Sputnik’te yayınlanan İsmet Özçelik’le Ankara Farkı programına, Genelkurmay Eski İstihbarat Başkanı İsmail Hakkı Pekin konuk olarak katıldı. Pekin programda, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Irak ve Suriye harekatına ve bölgedeki dengelere yönelik değerlendirmelerde bulundu.
‘Batı, yangın devam etsin istiyor’
MHP Genel Başkanı Bahçeli’nin “Erdoğan'ın Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile kurduğu temas doğru bir temastır, arkası getirilmelidir. Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile de görüşme masası açılmalıdır” çıkışına dikkat çeken Pekin, bunu engellemeye çalışacak olan ülkeler olduğunu bildirdi. Bu ülkelerin Türkiye’nin bölgede söz sahibi olmasını ya da bölgedeki yangının söndürülmesini istemediğini belirten Pekin, şunları söyledi:
“Bahçeli’nin çıkışı çok önemli. Halkımıza da anlatmamız lazım. Hem Sayın Cumhurbaşkanı’nın hem de Sayın Bahçeli’nin bu konuda cesaretlendirici sözleri bana göre çok önemli. Tabii gereken çalışmalar yapılıyordur ama gecikmememiz lazım. Bu konuda Arap dünyasına da ihtiyacımız var. Çünkü sonuçta Suriye’nin yeni baştan yapılanması gerekiyor. Bu arada bu işi engelleyecek olan Amerika, İsrail, Fransa var. Çünkü hiçbirisi Türkiye’nin burada söz sahibi olmasını ya da buradaki yangının söndürülmesini istemiyorlar. Yakında Rusya-Ukrayna arasında ateşkes ilan edilecek. Batı’nın, Amerika’nın çatışmaya ihtiyacı var. Çatışma bölgeleri de muhtemelen Ortadoğu, Güney Kafkasya ve Orta Asya. Çok büyük komplolarla karşı karşıya kalabiliriz diye değerlendiriyorum. Onun için Suriye ile normalleşme bir an evvel, seçim beklenmeden yapılması gerekir diye değerlendiriyorum.”
‘Merkezi hükümetleri güçlendirmeliyiz’
Türkiye’nin kendi sınırlarını korumak için Suriye’yi desteklemesi gerektiğini kaydeden Pekin, “Merkezi hükümetleri güçlendirmemiz gerekiyor. Yoksa tam da Amerika’nın ve küreselcilerin istediği gibi olur. Çünkü onlar ulus devletlerin parçalanmasını, birkaç parçaya etnik veya mezhebi temelde ayrılmasını; dolayısıyla daha rahat sömürülmesini istiyorlar. Merkezi hükümetlerin koyduğu birtakım bariyerlerin aşılarak doğrudan bu etnik yapıda kurulan küçük devletçiklerle işlem yapmayı ve onların istedikleri gibi kullanmayı değerlendiriyorlar. Dünyada istedikleri gibi at oynatmayı ve bir sömürge sistemi ortaya koymayı istiyorlar. Biz aslında Suriye için bir şey yapmıyoruz. Kendimiz için bir şey yapıyoruz. Kendi sınırlarımızı korumak için Suriye’yi desteklemek gerekiyor. Esad’ı bir şekilde kabul edip onunla anlaşmak gerekiyor. Bunu Suriye için, Esad için yapmıyoruz. Kendimiz için yapıyoruz. Türkiye’de 4 milyona yakın sığınmacıdan bahsediliyor. Onların kendi topraklarına dönmesi için yapıyoruz ve dolayısıyla da Türkiye’yi rahatlatmak için yapıyoruz. Kendimizin hemen dibinde terörist yatağı olacağına orada demokratik bir devlet olması ya da merkezi hükümeti güçlü, kendi asayişini kendi sağlayan, hudutlarını koruyan dost bir devlet olması Türkiye’nin her zaman çıkarınadır” şeklinde konuştu.
‘Bölge ülkeleri birlik olursa, ABD Afganistan’daki gibi kaçar’
Bölgedeki terör faaliyetlerinin ancak Amerika’nın terör örgütlerine mali, siyasi ve lojistik desteği kesmesi ile son bulacağını savunan Pekin, bölge ülkelerinin müşterek davranması gerektiğini dile getirdi. Pekin, şu değerlendirmelerde bulundu:
“Siz sınırdan uzaklaştırıyorsunuz. Ellerinde olan silahların menzili dışında bırakıyorsunuz ama yarın daha uzun menzilli silahlar elde ederler, yine atarlar. Bunun yolu; Amerika’nın bunlarla irtibatının kesilmesi. ABD’nin bunlara mali yardımı, siyasi yardımı, lojistik desteği kesmesi gerekiyor. Amerika bu bölgede olduğu sürece, bu devam edecek. Bir defa bunu çıkartabilir miyiz? Askeri olarak çıkartmamız çok zor. Ama siyasi olarak eğer bölge ülkeleriyle birlikte oturup bir ittifak meydana getirebilirsek, Türkiye, Suriye, Rusya, İran birlikte hareket edersek Amerika buradan çıkmak durumunda kalır. Amerikan planlarını bozmanın yolu bu. Bölge ülkeleri birlikte hareket ederse ABD aynen Afganistan’daki görüntülerdeki gibi pılısını pırtısını toplar gider. Hatta bir kısmını da bırakarak kaçar diye değerlendiriyorum. Yeter ki bir ve beraber olalım.”
‘Astana platformu güçlendirilmeli’
Suriye’de sorunun çözümü için Astana platformunun güçlendirilmesi gerektiğine işaret eden Pekin, şu ifadeleri kullandı:
“Ana çözüm; Amerika’nın oradan çıkması. Bunun için Astana platformu güçlendirilmeli. Bu arada, Sisi’nin ve Mısır’ın da devreye girmesi bizim açımızdan çok önemli. En güzel çözüm bu. Bunu yaparsak Yunanistan’a karşı da, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz’deki ve Adalar denizindeki faaliyetlerine karşı da bir örnek oluşturmuş oluruz. O da ayağını denk alır diye düşünüyorum. Ayrıca Orta Asya ve Kafkas ülkelerinde de Amerika’nın çatlaklar yaratmasının önüne geçebiliriz.”
İran: Baskı ve Tehdit Altında Müzakere Etmeyiz
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani bugün düzenlediği haftalık basın toplantısında gündemi değerlendirdi.
Kenani, ABD'nin Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan İran nükleer anlaşmasıyla ilgili tavrını eleştirerek, "ABD, yaptıklarının sorumluluğunu üstlenmeli. ABD’li yetkililer, İran'ın baskı ve tehdit altında müzakere edip taviz vermeyeceğini biliyorlar. Müzakere mantığı denen bir şey var. İran'ın nükleer anlaşma müzakerelerine ilişkin tavrı oldukça nettir. İran, KOEP anlaşmasına bağlıydı, fakat anlaşmayı ihlal eden taraf ABD hükümetidir. Avrupalı taraflar da yükümlülüklerini yerine getirmeden Amerika'nın anlaşmadan çekilmesini telafi edemediler.” dedi.
İran’ın nükleer müzakerelerini sonuca bağlamaya çalıştığını aktaran Kenani, “KOEP, sadece İran için gerekli olan bir anlaşma değil. Onların da İran kadar anlaşmaya ihtiyacı var. Anlaşma metni masada ve taraflar müzakereleri en kısa sürede sonuçlandırabilir. Nükleer anlaşmanın Avrupalı ortaklarına da Amerika'ya boyun eğmemelerini tavsiye ediyoruz.” ifadesini kullandı.
Kanani, Yemen hakkında, "Tahran'ın Yemen politikası nettir. İran, Yemen ile bölgede barış ve istikrarın tesisi için elinden geleni yapmaktadır." açıklamasını yaptı.
Tahran-Riyad ilişkilerini değerlendiren Kenani, şunları kaydetti:
“İran ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini hem iki ülke hem de bölgenin lehinedir. İran'ın bu konudaki tutumu oldukça nettir. Anlaşmazlığın diyalogla çözlüebileceğine inandığımız için beş tur müzakere yaptık. Şimdi diğer tarafın pratik adımını bekliyoruz. Bu konuda Irak hükümeti de yapıcı çabalar göstermiştir. İran-Suudi Arabistan diyalog sürecine arabuluculuk yapmaya hazır olduğunu açıklayan Irak hükümetinin tavrını memnuniyetle karşılıyoruz."
Sözcü Kenani, bazı yayın organlarındaki " ABD donanması İran’dan Yemen’e gittiği düşünülen silahlara el koydu" şeklindeki haberlerin gerçeği yansıtmadığını bildirdi./mehr
İşgalci İsrail Ordusu Cinayetlerine Bir Yenisini Daha Ekledi
İşgalci Siyonist İsrail ordusu, işgal altındaki Batı Şeria’nın Beytüllahim kentinde bulunan mülteci kampı ed-Dehişe’ye baskın sırasında bir Filistinliyi öldürdü.
Filistin Sağlık Bakanlığı, yazılı açıklamasında, Dehişe Mülteci Kampı’na baskın düzenleyen İsrail ordusunun gerçek mermi ile göğsünden vurduğu bir Filistinlinin hayatını kaybettiğini duyurdu.
Görgü tanıklarından alınan bilgiye göre de İşgalci Siyonist İsrail askerleri sabah saatlerinde Batı Şeria'nın Beytüllahim kentinde bulunan Dehişe Mülteci Kampı'na baskın düzenledi. Askerler, baskına tepki gösteren Filistinlilere göz yaşartıcı gazın yanı sıra gerçek ve plastik mermilerle müdahale etti. Olaylarda İşgalci Siyonist İsrail askerlerinin gerçek mermi ile göğsünden vurduğu bir Filistinli yaşamını yitirdi.
Yerel kaynaklar da hayatını kaybeden Filistinlinin genç yaşlarında olan Ömer Menna olduğunu aktardı.
İşgal altındaki Batı Şeria ve Doğu Kudüs'te sık sık evlere baskın düzenleyen İşgalci Siyonist İsrail güçleri, çeşitli iddialarla Filistinlileri gözaltına alıyor. Bu da bölgede gerginliğe yol açıyor./trt
Erdoğan Esad’la Neden Normalleşmek İstiyor
Kardeşim Esad’dan katil Esed’e giden süreç ve şimdi normalleşme mesajları. Erdoğan’ın manevraları ve değişim sürecinin nedenleri.
ABD’nin başını çektiği emperyalist güçler BOP planı ile Batı Asya ülkeleri üzerinde yeni planlarını hayata geçirmek adına Siyonist İsrail rejimi için tehdit oluşturan ve BOP planının önüne taş koyacak Esad yönetimini ortadan kaldırmaları gerektiği kararını vermişlerdi.
ABD ve yandaşları bu kararı verdiklerinde Türkiye’nin Suriye ile ilişkileri üst düzeye taşınmış Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Suriye Cumhurbaşkanı ile ailecek tatil yapıyor ve Esad’a kardeşim diye hitap ediyordu.
Ama merkezden düğmeye basılmıştı bir kere, bir anda kardeşim Esad katil Esed’e dönüştü. Cumhurbaşkanı Erdoğan mecliste yaptığı konuşmada: “CHP yarın Şam’a gidecek yüz bulamayacak göreceksiniz ama inşallah biz en kısa zamanda Şam’a gidecek, oradaki kardeşlerimizle muhabbetle kucaklaşacağız. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız. Bilali Habeşi’nin, İbn-i Arabi’nin türbesinde, Süleymaniye Külliyesi’nde, Hicaz Demiryolu İstasyonu’nda kardeşliğimiz için özgürce dua edeceğiz” açıklamasında bulundu.
Hedef en kısa sürede Şam’a girmek ve Esad’ı devirmekti. 2011’de başlayan Suriye savaşında ülkedeki ayrılıkçı silahlı örgütlere yapılan tüm yardımlara rağmen Esad bir türlü devrilmiyordu. Tarihler 2014’ü gösterdiğinde ağır silahlarla donatılmış peşmerge güçlerinin Türkiye’den Suriye’ye geçmesine izin verildi. Türkiye’nin besleyip, donattığı ÖSO yeterli olmuyordu. Peşmerge güçleri alkışlar, halaylar eşliğinde Türkiye’nin şimdi terör örgütü dediği YPG-PYD gibi silahlı örgütlere yardım için Suriye’ye uğurlandı. Bu adım da Esad’ı devirmek için yeterli olmadı ardından Esad’ı devirmek için ABD, İsrail, İngiltere, Fransa, Türkiye ve daha sonra diğer ülkelerin de katılımı ile 60 ülkenin katıldığı bir koalisyon oluşturuldu. Dünyanın birçok ülkesinden teröristler Türkiye üzerinden Suriye’ye geçiriliyordu.
İran, Hizbullah ve daha sonra Rusya’nın da yardım ettiği Esad; ÖSO, HTŞ, El-Kaide, YPG, PYD, IŞİD gibi terörist gruplarla mücadele ediyordu. Şam ele geçirilememiş, Emevi Camiinde namaz kılınamamıştı. 2016 yılında bu defa Türkiye Fırat Kalkanı Harekatı adıyla Suriye’ye kara harekatı başlattı. Ardından İdlib Operasyonu, Zeytin Dalı, Barış Pınarı, Bahar Kalkanı isimleriyle operasyonlar düzenleyerek Kuzey Suriye’de birtakım bölgeleri ele geçirdi.
Fakat ne yapıldıysa Esad bir türlü devrilmedi ve dünyada yaşanan gelişmelerle birlikte planlar da değişmeye mecbur kaldı. Covi-19 pandemisinin oluşturduğu ekonomik kriz tüm dünyayı etkisi altına aldı. Ülkeler ekonomik krizle boğuşurken İran’la yapılan nükleer müzakerelerde istenilen tavizler elde edilememiş, İran nükleer çalışmalarına hız vermiş, İHA-SİHA, balistik füze geliştirip bölgedeki nüfuzunu arttırıyordu. Üstüne Ukrayna savaşının çıkması dünya siyasetinde safların yeniden belirlenmesine planların değişmesine neden oluyordu. Dünya siyaseti ajandasını değiştiriyordu.
Bu bağlamda Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan da hem dünya siyasetinin getirdiği zorunluluklar hem yaklaşan seçim nedeniyle siyasetini değiştirmek durumunda kaldı. Yaşanan gelişmeler Erdoğan’ı Emevi camiinde namaz kılmaktan vazgeçmesine Esad’la görüşmeye mecbur bırakıyordu.
İlk açıklama Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan geldi. Çavuşoğlu 11 Ağustos 2022’de yaptığı açıklamada; “Ekim 2021’de Bağlantısızlar Toplantısı'nda, Belgrad'da ayaküstü diğer bakanlarla sohbet ederken Suriye Dışişleri Bakanıyla da ayaküstü kısa bir sohbetim oldu” dedi. Sonrası siyasiler ve gazetecilerden peş peşe açıklamalar geldi. Asıl açıklamalar ise hükümet ortağı MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan geldi.
Daha önceki açıklamalarında Katil Esad’la asla görüşme olmamalı diyen Bahçeli 22 Kasım 2022’de meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada; “Sayın Cumhurbaşkanımızın Mısır Cumhurbaşkanı Sisi ile Katar'da kurduğu temas doğru bir temastır. Bize göre arkası getirilmelidir. Bununla da kalınmamalı, Suriye Arap Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Beşar Esad ile görüşme vasatı (ortamı) açılmalı, terör örgütlerine karşı ortak bir irade oluşturulmalıdır.” dedi.
Bahçeli’nin açıklamasından bir gün sonra ise AKP Başkanı Erdoğan meclis grup toplantısı sonrası gazetecilere Esad’la görüşme hakkında yaptığı açıklamada; siyasette küslük, dargınlık olmaz. Eninde sonunda en uygun şartta bunun adımları atılır." ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ı Esad’la normalleşmeye götüren süreç, Covid pandemisi ve Ukrayna savaşına ilaveten Karabağ Savaşı da etkili oldu. Karabağ Savaşı sonrası bölgede nüfuzunu arttırmak isteyen Türkiye, bir taraftan Ermenistan’la normalleşmeye çalışırken bir taraftan da Suriye sınırını güven altına almayı hesaplıyor. Ayrıca İsrail’in de İran’a karşı Azerbaycan’da nüfuzunu arttırma çalışmaları göz önüne alındığında Türkiye’nin Azerbaycan üzerinden Türki Cumhuriyetlerle ilişkilerini geliştirmesi kaçınılmaz gözükmekte.
Bir diğer neden ise ABD’nin Türkiye’yi satarak Türkiye’nin terör örgütü olarak kabul ettiği YPG-SDG gibi örgütlere yüklü miktarda ağır silah vermesi YPG-SDG militanlarını eğitmesi ve bu grupların Türkiye karşıtı eylemleri Erdoğan’ı Esad’la normalleşmeye mecbur kılmakta.
Gücün Asya’ya kaymasına bağlı olarak Türkiye’nin Avrasya ülkeleri ile ilişkilerini geliştirmek istemesi ki bunun için Suriye tarafında olan Rusya, Çin ve İran gibi ülkelerle ilişkilerini iyi tutması gerçekliği Türkiye’nin Suriye ile ilişkilerini normalleştirmesini gerekli kılmaktadır.
Bir diğer unsur ise yaklaşan cumhurbaşkanlığı seçimidir. Erdoğan, iktidarını korumak için kavgalı olduğu Batı Asya ülkelerinin hepsi ile yeniden barışma kararı aldı. Büyük bir krizde olan ekonomiyi düzlüğe çıkarmak için Arap ülkelerinden gelecek sıcak paraya ihtiyacı olmakla birlikte ülkede büyük bir yük olan Suriyeli göçmenleri ülkelerine göndermesi gerekmekte. Bunun için ise Esad’la anlaşarak Suriyeli sığınmacıları rahat bir şekilde ülkelerine gönderebilecek hem ekonomik olarak rahatlayacak hem de iç siyasetteki baskıları azaltabilecektir.
Ve son olarak bükemediğin bileği öpeceksin sözü doğrultusunda Erdoğan, Esad’ı yenemediğini kabul etti ve Esad’la anlaşmaktan başka yolunun olmadığını görmüş durumda./tesnim
ABD Başkanlarının İmam Humeyni İle Ortak Noktası!
Keyhan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni şunları yazdı: ‘Amerikan gazetesi "USA TODAY", American Enterprise düşünce kuruluşundan naklen şunları yazdı: ‘Amerika'nın İran'daki en büyük sorunu, Ayetullah Hamanei adında yol haritasını bilen ve halkın ona inançla bağlı olduğu süper bir rakibin varlığıdır.’
Keyhan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hüseyin Şeriatmedari, “Amerikan başkanlarının İmam Humeyni ile ortak yönleri!” başlıklı makalesinde şunları yazdı:
1- İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, İsfehan halkıyla gerçekleşen görüşmede, bu günlerde gündeme gelen bazı konuları aydınlattı ve şöyle buyurdu: ‘Bugün ülkemizin temel sorunu, ilerleme ve durma, çöküş ve yükseliştir. Çünkü biz ilerliyoruz ama müstekbir güçler İran'ın ilerlemesinden endişeli ve üzgünler. Bu üzgünlük ve kızgınlık nedeniyle Amerikalılar ve Avrupalılar tüm imkânlarıyla sahaya giriyorlar ancak hiçbir halt yapamayacaklar ve tıpkı daha önce de yapamadıkları gibi gelecekte de yapamayacaklar.’
Ünlü Amerikalı stratejistlerden biri olan George Friedman şöyle diyor: ‘Amerika'nın İran'la sorunu nükleer mesele ve İran'ın nükleer silah edinme olasılığı değildir. Sorun şudur; İran İslam Cumhuriyeti, sadece Amerika ile ilişkisi olmadan değil, aynı zamanda Amerika ile sürekli bir çatışma halindeyken bile bölgenin en büyük teknolojik ve askeri gücü olmayı başarmıştır. Bu şekilde İran, Amerika'ya meydan okumuş ve kafasını karıştırmıştır.’ Bu bağlamda sadece İran’ın dostlarından değil, düşmanlarının dilinden ve kalemlerinden gelen yüzlerce başka itiraf bulunmaktadır.
2- İmam Hamanei şu ifadelerde bulunmuştur: ‘İran ve müstekbirler arasındaki savaşın başında Amerika yer almakta ve Amerika’nın ardından Avrupa gelmektedir. İslam İnkılabının zaferinden sonraki yıllarda ABD’nin Carter, Clinton ve Demokrat Obama ve Reagan, Bush ve önceki aptal Cumhuriyetçi başkanından, şu anki beyinsiz başkana kadar tüm başkanları İran halkını kurtarmak istiyordu ve hepsi İran İslam Cumhuriyeti’nin karşısında duruyordu ve zincirlerinde olan köpekleri Siyonist rejim ve bölgedeki bazı ülkeler de dâhil olmak üzere alabildikleri herkesten yardım aldılar. Ancak tüm bu çabalara rağmen milletin düşmanları tamamen başarısız oldu. Elbette ambargo, nükleer bilim adamlarına suikast, her türlü siyasi ve güvenlik taktiği kullanarak içerideki bazı insanlara İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde konuşma yapmaları için rüşvet verme gibi sorunlar yarattılar, ancak İran milletinin hareketini durduramadılar.
Birkaç yıl önce, Amerikan dergisi "Weekly Standard", İran'ın bilimsel başarıları, bölgesel ve küresel denklemlerde oynadığı önemli rol hakkında oldukça ayrıntılı bir rapor hazırlayıp yayınladı. Weekly Standard, raporunda her ne kadar ön yargısız olmasa da şu ifadelerde bulundu: ‘İran'ın ilerleyişi beklentilerin çok ötesindeydi ve inkar edilemeyecek kadar açıktı. Jimmy Carter'dan Barack Obama'ya kadar tüm Amerikan başkanları arasında İmam Humeyni ile ortak bir görüş var ve o da Amerika’nın hiçbir halt yapamayacağıdır.’
3- Şu noktayı da hatırlatmak gerekir ki, Amerikan gazetesi "USA TODAY", American Enterprise düşünce kuruluşundan naklen şunları yazdı: ‘Amerika'nın İran'daki en büyük sorunu, Ayetullah Hamanei adında yol haritasını bilen ve halkın ona inançla bağlı olduğu süper bir rakibin varlığıdır.’
Hz. Zeyneb'in (sa) Kutlu Doğumu
Hz. Zeynep (s.a), hicretin altıncı yılının Cemadiulevvel ayının beşinde dünyaya geldi. Hz. Zeynep (s.a) dünyaya gelince annesi Hz. Fatıma (s.a) onu babası Hz. Ali'nin (a.s) yanına götürdü ve şöyle dedi:"Bu çocuğun adını koy."
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:
"Ben bu konuda Peygamberin önüne geçemem…"
Hz. Zehra (s.a) yeni dünyaya gelmiş olan bu çocuğa ad koyması için değerli babasının yanına götürdü. Cebrail (a.s) nazil olarak Peygamber'e (s.a.a) selam dedikten sonra:
"Bu çocuğun adını Zeynep koy, bu adı bizzat Allah O'nun için kendisi seçti.” dedi.
Daha sonra Peygamber Efendimiz'i, Hz. Zeyneb'in başına gelecek olan musibet ve zorluklardan haberdar etti. Allah Resulü (s.a.a) ağlayarak şöyle buyurdu: “Her kim Zeyneb'e ağlarsa sevap ve mükâfatı ağabeyleri Hasan ve Hüseyin'e ağlayanın sevap ve mükâfatı gibidir.”
Hz. Zeyneb'in (s.a) Lakapları
En önemli lakapları: Haşim oğullarının Akile'si, Taliplerin Akile'si, Arapların Akile'si, çmmül Mesaip (musibetler anası)… tir. (Akile, akrabaları arasında çok değerli olan ve kendi ailesi yanında muhterem ve seçkin olan kadınlara denir.) [1]
Hz. Zeyneb'in (s.a) Konumu
Tarih kitaplarının naklettiklerine göre Hz. Hüseyin (a.s) kız kardeşi Hz. Zeyneb'e (s.a) karşı çok saygılı ve şefkatliydi. Ne zaman ağabeyinin yanına gitse imam Hüseyin (a.s) onun ayaklarına kalkar ve kendi yerine oturturdu. Sadece bu davranışın kendisi Onun Hz. Hüseyin'nin yanındaki makam ve konumunu anlatmak için yeterlidir. [2]
Hz. Zeyneb'in (s.a) İffeti
Büyük İslam alimlerinden biri Yahya adında birinden şöyle nakletmektedir: “Hz. Ali'nin (a.s) kapı komşusu olmama ve Hz. Zeynep orada yaşamasına rağmen bir kere dahi olsun ne onu gördük ve ne sesini duyduk ve her ne zaman değerli dedesi Peygamber Efendimizin yanına gitmek istediğinde gece karanlığında giderdi…[3]
Hz. Zeyneb'in (s.a) Makamı
Hatun Abadi şöyle yazmakta: Hz. Zeynep (s.a) belagat, tedbir ve şecaatte annesi Hz. Fatıma (s.a) gibiydi…
Aynı şekilde Nişaburi "Risale-i Aleviye" kitabında şöyle yazmıştır:
"Hz. Ali'nin (s.a) kızı Zeynep (s.a) fesahat, belagat, takva ve ibadette baba ve annesi gibiydi. [4]
Hz. Zeyneb'in (s.a) İlim ve Kemali
Hz. Zeynep (s.a) Medine beşiğinde nebevi ilimle terbiye olmuş ve ömür boyunca cennetin büyükleri olan iki imamın yanında eğitilmiştir. çyle bir ilim ve bilgiye sahipti ki hatta düşmanları bile, örnek olarak Yezit onun fazilet, ilim ve kemalini itiraf etmişlerdir. İmam Seccad (a.s) halası Hz. zeyneb (s.a) hakkında şöyle buyurmuştur:
"Allah'a hamdolsun ki sen, öğreten olmadan öğrenen, anlatan olmadan anlayansın.”
Hz. Zeyneb'e (s.a) Ağlamanın Sevabı
İmam Sadık (aleyhi selam) şöyle buyurmuştur:
"Kim kardeşinin dert ortağı olan halam Zeyneb'in (s.a) musibetine ağlarsa ve bizim zikrimizin anıldığı meclisler teşkil eder, dinler veya ağlarsa eğer bir sineğin kanadı kadar bu musibet için gözü ıslanırsa Allah onu bağışlar. İşte Hz. Zeyneb'in (s.a) musibeti için ağlamanın sevabı budur.”[10]
Hz. Zeyneb'in Sabrı
Kerbela çölünde yaşanan olaylar Hz. Zeynep (s.a) için oldukça zor geçmişti:
1. Hz. Zeynep (s.a) için çok zor geçen olaylardan biri, Hz. Ali Ekber'in (a.s) öldürülme anıydı. Hz. Zeynep (s.a) bu esnada yüksek sesle bağırarak şöyle diyordu:
"Ya habiba vebne eha!” (Ey kardeşimin oğlu habibim!) ona doğru hızla koşarken yere düştü. İmam Hüseyin (a.s) onu tutarak kaldırdıktan sonra çadırlara gönderdi ve şöyle buyurdu:
"Ey Haşim oğullarının gençleri! Kardeşiniz Ali Ekber'in naşını çadırlara götürün… Hz. Zeynep (s.a) bu sırada çadırdan dışarı çıktı. Gözü Hz. Ali Ekber'e (a.s) ilişince aşırı derecede ağlayarak perişan bir vaziyette şöyle feryat etmeye başladı:
"Ey Ali Ekber'im! Keşke kör olsaydım da seni bu halde kanlara boyanmış olarak görmeseydim." [11]
2. Hz. Zeyneb'in (s.a) bitap olmasına sebep olan olaylardan bir tanesi de İmam Hüseyin'in (a.s) gençlerin şehit edildiği yere bakarak yardım istemesiydi. O esnada kadınlarının ağlama sesleri yükseldi. İmam Hüseyin (a.s) çadırların arkasına gelerek şöyle buyurdu:
"Bacım Zeyneb! Süt emen çocuğumu getir onunla vedalaşayım…"
3. Hz. Zeyneb'e (s.a) ağır gelen olaylardan bir tanesi de Hz. Hüseyin'in (a.s) kadınların ve çocukların olduğu çadırlara baktığında şiddetli hasta olan Hz. Zeynel Abidin'den (a.s) başka bir erkeğin kalmadığını görerek şöyle seslenmesiydi:
"Ey Zeynep, Ey ümmü Gülsüm!... Aleykunne minni selam” (benden size selam olsun) yani Allah ısmarladık ben de gidiyorum.
4. Hz. Zeyneb'e (s.a) en ağır gelen olay hiç şüphesiz, imam Hüseyin'in (a.s) atından düşerek mübarek yüzünü yere değdiği andı. Hz. Zeynep (s.a) çadırların önünde durduğu sırada bu yürekleri parçalayan olaya tanıklık etmişti. O anda yüksek sesle şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizin içinizde bir tane bile Müslüman yok mu?"
Hz. Zeynep (s.a) bir tepeye çıkarak imam Hüseyin'in (a.s) tek başına, yar ve yardımcısız olarak yerde olduğunu, mızrak, kılıç ve hançerlerle ona vurduklarını gördü. [12]
RASTHABER ailesi olarak Hz. Zeyneb'in (s.a) dünyaya teşrifleri münasebetiyle tüm insanlığa, mustazaflara ve özellikle de müminlere tebriklerimizi arz ederiz.
Kaynaklar
[1] - Zeyneb-i Kubra, s. 48
[2] - Zeyneb-i Kubra, s. 52
[3] - Zeyneb-i Kubra, s.52
[4] - Zeyneb-i Kubra, s.58
[10] - Zeyneb-i Kubra, s. 104
[11] - Keşfu'l- Gumme, s. 186 ve şeblenci'nin Nuru'l Ebsar kitabı, s. 135
[12] - Zeyneb-i Kubra, s. 132
CIA, MOSSAD İran’da iç savaş peşinde
İran’da kışkırtma sürüyor.Mehsa Emini’nin ölümü bahane.
ABD bütün ajanlarını sahaya sürdü.
İran’ın koyduğu yasakları kırıyorlar.
Eylemleri sosyal medyadan yönlendiriyorlar.
PKK uzantıları da görev başında.
CIA ve MOSSAD doğrudan işin içinde.
İran’da iç savaş çıkarma peşinde.
Ambargolarla ekonomik kriz.
Arkasından iç kargaşa.
Ne kadar tanıdık değil mi?
EŞ ZAMANLI
Eş zamanlı olarak,
Türkiye ve Azerbaycan’da da faaliyetteler.
İran düşmanlığını körüklüyorlar.
Psikolojik harekatla İran’ı kuşatıyorlar.
Bunu her olayda görmek mümkün.
İstiklal saldırısını bile İran’a yıkmaya çalıştılar.
SOYLU BOZDU
Saldırı ile birlikte,
İran ve Rusya suçlaması başladı.
Söyleyenden çok söyletenler önemli.
Failler yakalanmasaydı devam edecekti.
CIA’nın klasik taktiği.
Suçu işleyip başkasına yıkma…
Emniyet güçleri hızlı çalıştı.
Aynı gece failler yakalandı.
İçişleri Bakanı Soylu planı bozdu.
Saldırıda Amerika’yı adres gösterdi.
Bütün Amerikancılar göğüslerini siper etti.
Soylu’ya karşı saldırıya başladı.
PSİKOLOJİK HAREKAT
İran’la ilgili yalan bombardımanı…
Hem içeride hem dışarıda.
Yazılan haberlerin büyük bölümü gerçek dışı.
En son, “Humeyni’nin evi yakıldı” haberi.
Tanıdıklarımı aradım, sordum.
Evin önünden fotoğraf paylaştılar.
Orası müze yapılmış.
“Halkın ziyaretleri sürüyor” dediler.
DEAŞ SAHADA
ABD’nin denetimindeki örgütler.
PJAK, İKDP, KOMELE, …
En son DEAŞ da sahaya sürüldü.
Halka saldırıp güvenlik güçleri süsü veriyorlar.
Arkasından güvenlik güçlerini tarıyorlar.
Tek amaç gerilimi yükseltmek.
İç çatışma yaratmak.
Suriye ve Irak’tan tecrübeliler.
AYRIŞMA KIŞKIRTILIYOR
İran’da her türlü çelişki kullanılıyor.
Bu aralar, Şii-Sünni ayrışması kaşınıyor.
Etkili olması çok zor.
En tehlikeli oyun Azeri-Fars kışkırtması.
Hem İran içinde hem dışında…
Bu tuzağa düşenler de var.
Geçmişte de gündeme gelmişti.
CIA, MOSSAD bunun üzerine oynuyor.
Tebriz’de stadyumda bir maç sonrası…
Tribünlerde, “Bakü-Tebriz bir olsun.
Afganistan siz olsun” sloganı bile attırıldı.
Ama İran halkı oyunu kısa sürede gördü.
Planları boşa çıkardı.
GÜVENSİZLİK
İran’da güvensizlik öne çıkmış durumda.
Komşularıyla ilgili kuşkuları da artmış.
Yapılan bazı açıklamalar…
CIA ve MOSSAD’ın topraklarını kullanmaları…
Bu güvensizlik İran’a hata da yaptırıyor.
İran ve Türkiye’nin çıkarları ortak.
ABD ve İsrail…
Bölgemizde oyun üstüne oyun peşinde.
Bu nedenle; Ankara, Moskova,
Tahran, Bağdat, Şam güçlü olmalı.
Bölgesel sorunlar bölge ülkeleriyle birlikte çözülmeli.
TÜRKİYE-İSRAİL İLİŞKİLERİ
Türkiye-İsrail ilişkileri.
Nedense çok hızlı ilerledi.
Bu durum uzmanlarını kaygılandırıyor.
Geçmişte örneği çok.
MOSSAD’ın yanlış bilgileri,
Türkiye’ye büyük hatalar yaptırdı.
Umarız aynı hatalara tekrar düşülmez.
İsrail üzerinden ABD ile ilişkiler.
Bazıları geleceğini buna bağlamış.
Ama Türkiye’nin çıkarları,
Bunların çıkarlarından çok daha önemli.
BİDEN: İRAN’I ÖZGÜRLEŞTİRECEĞİZ
ABD Başkanı Biden,
“İran’ı özgürleştireceklerini” söyledi.
Sonrasında terör eylemleri arttı.
ABD, 2003’te “Irak’ı özgürleştireceğiz” demişti.
Nasıl özgürleştirdiklerini gördük.
Bir milyon Müslüman Iraklıyı öldürdüler.
Binlerce Müslüman kadına tecavüz ettiler.
Irak varlık içinde yokluk çekiyor.
İran’ın devlet geleneği çok eskiye dayanır.
İran halkı ABD ve İsrail’e pabuç bırakmaz.
İzleyip göreceğiz.
Güvenli bölge bombacı sızdırır mı?
Güvenlik şeridi çözümse saldırganın Afrin’den geldiği izahatını da izah etmeleri gerekmez mi? Afrin 2018’den beri Türk ordusu ve SMO kontrolünde. Sınırlar duvarla örülü. İdlib’in çeperlerinde de Türk ordusu, içinde HTŞ hakim. Evet paranın delemeyeceği sınır hattı yoktur. Fakat kast ettiğim geçilebilirlik değil “Suriye’de güvenli bölge kuralım da terör saldırılarını önleyelim” önermesinin geçersizliği.
İstiklal’de canlarımızı alan terör saldırısı kadar gerçek olan bir ulusal güvenlik sorunu var. Çapsızlık, pervasızlık ve siyasal oburluktan gelen bir sorun. Evet öfkeyle yazıyoruz ama aklımıza mukayyetiz.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ziyadesiyle tüketilmiş “kokteyl terör” sıfatlandırmasına girmeden temkinli bir açıklama yapması dikkat çekti. Kendileri yola çıkıyordu, senaryoyu yazmak İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya kaldı. O da olayı layıkıyla aydınlatmaktan çok paratoner gibi şüpheleri çekti. Mesel hayli tuhaflaştı.
Bakana göre Suriyeli terörist Ahlam Alsharif (Ehlam el Şerif) Afrin-İdlib hattından Türkiye’ye sızdı. Talimatlar Kobani’deki PYD-YPG’den geldi. PKK’den istihbarat eğitimi aldı. Saldırıyı planlayanlar bombacıyı Yunanistan’a kaçırıp güzergahta öldüreceklerdi. Saldırganın önce Esenler’de ele geçirildiği söylendi, ardından Küçükçekmece diye tashih edildi. Türkiye’nin sınırlarında ‘terör koridorları’ oluşturulduğu için bu tür tehditler gelmekteydi. İstiklal’e kadar 200’ün üzerinde de saldırı önlenmişti.
Bakana göre bunun arkasındaki güç ABD. O yüzden taziyesini alıp başına çalmalıydı. Gerçi Erdoğan, Soylu’nun reddettiği taziyeyi G20 zirvesinde Başkan Joe Biden’dan muradına ermiş bir vaziyette kabul etti. Üstelik Twitter’dan diğer ülkelerle birlikte ABD’ye de teşekkür etti. Soylu sıklıkla temas, faaliyet ve söylemleriyle Dışişleri Bakanı, Savunma Bakanı ve Cumhurbaşkanı’nın sorumluluk alanlarına giriyor. Bu dert de Saray’ın olsun!
PKK ve YPG’den gelen yalanmalarla saldırı şimdilik ‘sahipsiz’ kaldı. Elbette geçmiş sicilinden hareketle “PKK yapmaz” diyecek halimiz yok. PKK ile ilintilendirilen TAK’ın 2016’dan bu yana üstlendiği birkaç saldırı malum. Ne var ki teyit edilebilir bilgi olmayınca spekülasyonların sonu gelmiyor. İktidar-medya-parti sarmalından kurtulup da gerçeği yakalamak güç. Bu işi hızlıca İsrail ve İran’a bağlayanlar da çıktı. Bir de Ümit Özdağ “Benim edindiğim bilgi, Soylu’nun paylaştığı bilgiden oldukça farklı” diyerek istihbaratıyla da bakana meydan okudu. Artık Soylu da altta kalmayıp “Aldık” dediği mesaj neyse açıklar mı?
SALDIRGANLA İLGİLİ KAFA KARIŞTIRAN BİLGİLER
Zanlının giysisindeki New York yazısından Amerikan bağlantısı kuranlar aynı kafayla cep telefonundaki arama kayıtlarından hareketle bir MHP ilçe başkanının kapısına da gidebilirler. En hızlı senaryoyu tekmili olması gerekenler diziyor.
Zanlı nereli mesela? Tam kimliği nedir? PYD-YPG fedai olarak bir Arap’ı mı göndermiş? Zanlının bir geceliğine gittiği evin sahibi olan Afrinli kadın, Ehlam’ın Arap olduğunu söylüyor. Askeri kamuflajla bomba bırakmaya gitmesi de tuhaf değil mi? Afrin’den ne zaman sızmış? 4 ay önce mi geldi? Yoksa komşusunun dediği gibi en az 1 yıldır Esenler’deki evde mi yaşıyordu? Bağlantıları nedir? 50 kişinin gözaltına alınması soruşturmanın derinliğini mi gösteriyor yoksa manipülasyonun büyüklüğünü mü? Bu olayı Kobani davası gibi siyasal bir linç hareketine dönüştürebilirler mi?
Görüntülere bakınca zanlı öyle bir örgütün tornasından geçmiş birine benzemiyor. Bilgi kirliliğiyle görüntü fluya düşüyor. İşin kriminal soruşturma boyutuna dair inançsızlık, elbette emniyetin imkan ve kapasitesiyle ilgili değil. İktidar aygıtlarının maniple etme marifeti gerçeği yamultuyor. İmkan ve kapasite zanlının kısa sürede yakalanmasında kendini kanıtlıyor. Ama önlemeye sıra gelince bu kapasite ya tökezliyor ya da köreliyor. “Kim saldırdı” sorusundan sonra sorulması gereken soru “Neden önlenmedi?”. Sorunun muhatabı olay sırasında İdlib’de komşu ülkenin topraklarına nasıl hükmettiklerine dair ahkam kesiyordu.
SİYASAL İKLİM NE ANLATIYOR?
Fakat bu sefer Soylu senaryoyu yazarken hükümetin diğer üyelerinin geride kalmasına ne demeli? Onlar neden çekingen? İktidarın MHP kanadı saldırının hemen ardından HDP’nin neden hâlâ kapatılmadığı ve Suriye’de güvenlik koridorunun neden yarım bırakıldığına dair gündeme hızla döndü. MİT’in güdümündeki Suriye Milli Ordusu (SMO) komutanları Ankara’dan gelecek emirle Menbic, Kobani, Ayn İsa ve Tel Rıfat’ı yıkmaya hazır oldukları mesajını veriyorlar. Emret yapsınlar!
Bu hızlı kampanya tek bir senaryoyu canlandırıyor: 2015’tekine benzer bir seçim çalışması. Karanlıkta kalan ve sonuç çıkarmayı güçleştiren hususlar var. Saldırıyla ilgili ortaya çıkmasını umduğumuz gerçeklerden bağımsız olarak olaya bir fırsat penceresinden bakıldığı aşikar. En azından Soylu kendi hikayesini hızla yazarak bunu gösterdi. Erdoğan da yine “Allah’ın lütfu mu” diyecek? Seçime doğru sivil darbe mekanizması mı devreye girecek?
Bu sorulara yanıt ararken bombanın nasıl bir siyasal ortamda patlatıldığı da önem kazanıyor. 2015’te şiddete yatırım yapıp ikinci kez kurulan sandığın yönünü değiştiren iktidar şimdi daha farklı bir açmaz içinde. Birkaç gün geriye gittiğimizde dikkat çeken iki gelişme var: Demans teşhisi konulan eski HDP Milletvekili Aysel Tuğluk’un bırakılmasını önleyenler aradan çekildi. Ardından iktidar anayasa değişikliği için ‘terörist’ diye yaftalamadan anmadığı HDP’nin kapısını çaldı. Son olarak Selahaddin Demirtaş hasta babasını görmesi için helikopter aktarmalı özel jet yolculuğuyla Diyarbakır’a götürüldü. Yaygın çıkarım; iktidar seçim mühendisliğinde yeni bir denemeye girişiyor. Peki iktidar bu denemeden umduğunu buldu mu? Bulmadıysa bu patlamadan sonra yeniden 2015 bandına dönülür mü? Ya da Erdoğan’ın ortakları bu denemeden rahatsız mı oldu? Bu patlama onlara Erdoğan’a istikamet verme fırsatı mı sunuyor? Erdoğan’ın G20 zirvesinden dönüşte izleyeceği rotaya bakıp anlayacağız.
GÜVENLİ DİYE SATILAN GÜVENSİZ BÖLGE
Şimdi sorunun kaynağına bir bakalım. Daha önce 200 saldırının önlendiğinden bahseden Soylu bunlarla ilgili kaç zanlının yakalandığını, örgüt bağlantılarının ne olduğunu, kaçının yargılanıp ceza aldığını ya da bırakıldığını açıklayabilir mi? Etkin pişmanlık ya da (soruşturma eksikliğine bağlı) delil yetersizliğinden kolayca bırakılan IŞİD zanlılarını kanıksadık. Soylu saldırının kaynağından hareketle halledilmesi gereken yerlere işaret ediyor. Tekmili birden 30 kilometre derinliğindeki güvenli şeridin tamamlanmasının ne denli elzem olduğu üzerinde duruluyor.
Evet Türkiye Suriye’deki mevcut durumdan kaynaklı birincil dereceden tehdit altında. Dürüstçe altını çizmek gerekirse Türkiye’nin güvenlik çemberini kırılganlaştıran iki ters müdahale var:
Bir tarafta 2011’den beri rejim değiştirme, ABD’nin hegemonya oyununa taşeronluk yapma ve araya Osmanlı heveslerini sıkıştırma hesabıyla onbinlerce cihatçıyla örgütler ve ordular kuruldu. Sınır kapıları bunlara teslim edildi. Eğit-donat programları yürütüldü. Binlerce ton silah ve fon aktarıldı. Bu felaket senaryosunun birincil sorumlusu bu iktidar. Bu yolda durmak da bilmiyorlar.
İkincisi bir siyasal tercih olarak Suriye’de Kürtlerin öncülüğündeki ‘demokratik özerklik’ projesine savaş açıldı. Sınırın altındaki kuşağı düşmanlaştıran çok boyutlu bir müdahale sürüyor. Karadan top atışları, havadan SİHA’larla suikast saldırıları.
Erdoğan’n açıkça deklare ettiği güvenlik şeridi, İdlib ve Afrin’den başlayıp Suriye sınırlarını aşarak İran-Türkiye-Irak üçgenindeki Kandil dağlarına kadar gidiyor. Plan bu. İstiklal’deki saldırının kaynağı dedikleri gibi Afrin ise bu da askeri operasyonlarla güvenli kuşak oluşturulduğu iddiasını boşa çıkartıyor. Askeri operasyonlar dostluk ve komşuluk potansiyelini dinamitliyor; ortak geçmiş ve geleceği paylaşan halklar arasında diyalog kanallarını yok ediyor; insanları ötekileştiriyor ve düşmanlaştırıyor. Bu tür bir kuşaktan güvenlik beklenmez.
Reuters’a konuşan bir yetkili demiş ki, "PKK'ya yönelik Irak'ta devam eden bir operasyon var. Bu tamamlandıktan sonra Suriye'de de belirli hedefler söz konusu.”
Suriye tarafında Rus-Amerikan kırmızı çizgileri yüzünden yapılamadığı için Irak tarafına ağırlık verildi. Irak tarafında operasyon iyi gitmiyor. Seçim öncesinde ekonomide gidişat iyiye yönelmezse operasyon meselesini sıcak tutabilirler.
İKİ AÇMAZ VAR AMA SADECE BİRİYLE MÜZAKERE MÜMKÜN
Güvenlik şeridi çözümse saldırganın Afrin’den geldiği izahatını da izah etmeleri gerekmez mi? Afrin 2018’den beri Türk ordusu ve müttefik bellediği SMO milislerinin kontrolünde. Sınırlar duvarla örülü. İdlib’in çeperlerinde de Türk ordusu, içinde HTŞ hakim. Evet paranın delemeyeceği sınır hattı yoktur. Fakat kast ettiğim geçilebilirlik değil “Suriye’de güvenli bölge kuralım da terör saldırılarını önleyelim” önermesinin geçersizliği.
Saldırının faillerinden bağımsız olarak şunu vurgulamak lazım: Kürtlerin düşmanlaştırıldığı, İslamcı örgütlerin de müttefik haline getirildiği ikili bir süreç Türkiye’yi bir çıkmaza sürükledi. Kürtlerle oluşan düşmanlığı istenirse diyaloga çevirmenin koşulları oluşturulabilir. Ya ötekiler? 10 yıldır altını çizdiğimiz şeyi yine tekrar etmek durumundayız: Desteklenen örgütler fişlerini çektiğinizde dönüp sizi vuracak. Bu iktidarın yaptığı en büyük kötülük ülkeyi böylesi açmazlarla karşı karşıya bırakmış olması. Şimdi Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekatıyla kontrol edilen bölgelerdeki silahlı muhalif güçleri yeniden dizayn etmenin peşindeler.
Uzatmadan özetleyeyim: 11-13 Ekim tarihlerinde HTŞ yanına birkaç muhalif gücü alarak Afrin’e girdi. Azez’e yöneldiğinde MİT devreye girerek 14 Ekim’de SMO grupları ile HTŞ arasında bir anlaşma sağladı. Anlaşma özünde HTŞ’nin nüfuz alanını İdlib’in dışına taşımanın yolunu açıyordu. Türkiye bu gelişmeyi kullanarak Zeytin Dalı, Fırat Kalkanı ve Barış Pınarı bölgesindeki muhalifleri yeniden organize edip yekpare bir ordu kurmaya çalışıyor. 14 Ekim anlaşmasından sonra Türk istihbarat ve askeri yetkilileri hem HTŞ hem SMO grupları ile görüşmeler yaptı. 2 Kasım’da Gaziantep’teki görüşmede SMO komutanlarına ortak ordu, tek sivil yönetim ve birleşik emniyet teşkilatı oluşturulması için iki ay süre verildi. Taleplere uyulmadığı takdirde bu grupların alternatifsiz olmadıkları belirtildi. Yani ortak çatıyı kabul etmeyenlerin üstünün çizileceği, HTŞ’nin sivil ve askeri idareyi ele almasının önünün açılacağı mesajı verildi. HTŞ ile de Atme ve İdlib’de görüşmeler gerçekleştirildi. HTŞ Türkiye’nin de terör örgütleri listesinde. Yoğrulan bu hamur yeterince zehirli ve tehlikeli. Netice olarak Zeytin Dalı ya da Barış Pınarı harekatları isimleriyle müsemma olmadı. Ne barış geldi ne huzur. Fırat Kalkanı da Türkiye’ye değil ‘cihatçı’ tayfalara kalkan oldu. İstiklal’deki bombayı Suriye politikasının ürettiği sonuçlardan bağımsız ele almak ölümcül hata olur. Reyhanlı, Reina, Diyarbakır, Ankara-Gar, İstanbul Havaalanı ve Sultanahmet saldırıları da yanlış Suriye politikasıyla ilintili sonuçlardı.
gazete DuvaR