
کارگر
İmam Hamanei: ABD’nin Irak ve Afganistan Savaşındaki Hedefi İran’dı
İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei Silahlı Kuvvetlerin komutanları ve üst düzey askeri yetkilileri ile bir araya geldi.
İmam Hamanei bu görüşmede silahlı kuvvetlerini İran'ın güçlü kaleleri olduğunu söyledi.
Silahlı kuvvetlerin sürekli ilerlemelerinden memnuniyetini dile getiren İmam Hamanei, "Hiçbir düzeyde güç ve ilerleme ile yetinmeyin ve durmadan ilerleyin" dedi.
İmam Hamanei, zayıf unsurların sözlerine ve olası eylemlerine atıfta bulunarak, "Bu tür hareket ve sözlere odaklanmamalıyız; asıl tasarımcılar ve perde arkasındakileri görmek gerekiyor" ifadesini kullandı.
Düşmanın uzun vadeli planlarına odaklanma gerektiğini vurgulayan İmam Hamanei, silahlı kuvvetlerin üst düzey komutanlarına seslenerek, "Mantıklı hareket edilirse, düşmanın hesaplamaları bozulabilir" diye kaydetti.
ABD'nin yaklaşık yirmi yıl önce İran'ın doğusunda ve batısında başlattığı savaşlara değinen İmam Hamanei, "Amerikalıların Irak ve Afganistan'da çıkarları vardı ama nihai hedefleri İran'dı. Ancak İslam Devrimi'nin temellerinin çok sağlam olması nedeniyle hedeflerinde başarısız oldular." ifadelerinde bulundu.
Siyonist rejimin içinde bulunduğu durumu da bu başarısızlıklara örnek olarak gösteren İmam Hamanei, "Siyonist rejimin geçen yıl Ramazan ayında Filistin'e yönelik saldırısı dünyada belli bir tepki görmedi ancak bu yıl, rejimin cinayetlerine karşı ABD ve İngiltere'de bile gösteriler yapılıyor." dedi.
Neden Dünya Kudüs Günü? Neden İnsan Hakları?
"Dünya Kudüs Günü" münasebetiyle Müslüman ve Türk yazarlar gününün anlam ve önemi üzerine muhtelif makale ve yorum yazıları yayınladılar.
"Dünya Kudüs Günü" münasebetiyle günün önemiyle ilgili çeşitli makale ve yorum yazıları devam ederken usta yazar ve yorumcu "İsmail Bendiderya" bu arada "Neden Dünya Kudüs Günü? Neden İnsan Hakları?"adlı yorumuyla dikkat çekti. Bu yazıyı aşağıda olduğu gibi yayınlıyoruz:
"Neden Dünya Kudüs Günü? Neden İnsan Hakları?"
Ramazan’ın son Cuma’sının Dünya Kudüs Günü ilan edilmesi sadece Müslümanları değil, insan haklarına inanan bütün insanlığı ilgilendiriyor.
Önce “Neden Kudüs Günü?” diye soranlar için meseleyi kısaca özetleyelim:.
Uluslararası bir örgüt ve yapılanma olan Siyonizm teşkilatı 1897'de İsviçre'nin Basel kentinde düzenlediği bir kongresinde; Filistin topraklarını işgal edip orada Siyonist Yahudi devleti kurma planını resmen açıkladı.
Mevcut tarihi belgeler, bu kongreden sonra Siyonistlerin, Avrupa Yahudilerini Filistin'e göç ettirmeye başladığını göstermektedir. Ama Yahudiler Filistin'e değil; Amerika, Avustralya ve Arjantin gibi ülkelere göç etmeyi tercih ediyordu. 1917'de yayınlanan Balfour deklarasyonundan sonra Yahudilerin Filistin'e göçmeye ve orada yerleşmeye yönlendirilmeleri yolundaki proje daha fazla önem kazandı.
Bu planın devamında 1922'de yayınlanan Versay deklarasyonunda işgal altındaki Filistin topraklarının idaresi İngiltere’ye bırakılarak Filistin, İngiliz mandasına geçiyor ve hemen ardından, kurulan kukla hükümetten; Balfour deklarasyonunu derhal ayata geçirilmesi isteniyordu. Bunun ardından Yahudiler hızla Filistin'e göç ettirildi ve göç hızlandırıldı. Filistin'in İngiliz Birleşik Krallığı'nın işgal ve mandası altında bulunduğu 1919'dan 1948'e kadar ki süreçte İngilizler dünyanın dört bir tarafındaki– özellikle Avrupa'daki Yahudilerin Filistin'e göçüp burada kendilerine bedava verilen topraklara yerleşmeleri için bütün kolaylıkları sağladı. Bununla da yetinmeyerek, Filistin'e yerleştirdiği
Siyonist Yahudi göçmenleri silahlandırıp eğitti… 30 yıllık İngiliz işgali boyunca bütün savunma imkânları tükenen Filistinlilerin çoğu, evini barkını terk edip canını kurtarmak için kaçmak zorunda kalacaktı... Bu avareliğin geçici olduğunu, birilerinin bunca zulme dur diyeceğini ve yakında evlerine barklarına döneceklerini zanneden Filistinliler yanıldıklarını çok geç anladılar... Şimdi Filistinlilerin avareliklerinin üzerinden 70 yılı aşkın bir zaman geçiyor ve onlar hâlâ evlerine barklarına dönemiyorlar... 1948 yılında yaşanan buhranlar ve kaos ortamı nedeniyle, o gün kaç Filistinlinin evini barkını terk etmeye zorlandığı tam olarak bilinmiyor ve böyle bir istatistik maalesef yok (BM kaynakları bunu 700000 civarında tahmin etmiş) O halde Ramazan’ın son Cuma’sının Dünya Kudüs Günü ilan edilmesi sadece Müslümanları değil, insan haklarına inanan bütün insanlığı ilgilendiriyor.
***
“İsrail neden bu bölgeye yerleştirildi?” sorusunun cevabında bütün insanlık ve insan hakları vardır çünkü… Konuyu biraz açalım:
1939’da başlayıp 1945’e kadar süren 2. Dünya Savaşı’nın insanlığa indirdiği en ağır darbe; ABD’nin Hiroşima’yla Nagazaki’ye attığı atom bombalarıydı. O bombalar on binlerce masum insanın hayatına son vermekle kalmadı, koskoca Japonya’da asırlar sürecek bir hastalıklı ve özürlü nesil faciasına da yol açtı. Ama o savaşın bundan daha büyetkisi, Ortadoğu denilen Batı Asya’da bu bölgeye ait olmayan, dokusu da, yapısı da farklı tamamen yabancı “İsrail” adlı bir unsurun “jandarma” olarak yerleştirilmesiydi. Filistin ve daha birçok Müslüman ülkenin topraklarını çalarak ve işgal ederek kurulan İsrail’in bölgede yarattığı yıkım ve hasar da hâlâ olanca ağırlığıyla devam etmektedir.
Bölgenin ve İslam ülkelerinin en büyük düşmanı olan Siyonist İsrail üzerine çok ciddi inceleme ve araştırmaların yapılması artık ciddi bir zarurettir. Ülkemizin de Güney bölgesini içine alan BOP adlı işgal ve ilhak ihanetinin uygulayıcısı İsrail’dir ve hiçbir uluslararası kanuna ve BM kararlarına uymayan bu kanunsuz yapı; Türk topraklarında gözü olduğunu gizlemek bir yana dursun; bu kepazeliği bayrağına işleyecek kadar da azmış ve gözünü karartmıştır.
***
Filistin işgal mağduru bir diyardır. Bir asırdır süregelen bir işgal... İşgal ve işgalcilere karşı kahramanca direnen ve bu direnişi ile tarihe geçen bir belde... Çilekeş ve avare, ama dirençli bir belde… Aradan geçen uzun yıllara rağmen köklü bir çınarı andıran Filistinliler kimliklerini ısrarla korumuş... Siyasi ve kültürel sorunlar ve çok yönlü propagandalara rağmen nesiller arasındaki kırılmalar bile bu Filistinliğin milli düşüncesini zerrece azaltmamış, vatan ve millet duygularını zerrece köreltmemiş bilakis mevcut karinelerden de anlaşılacağı üzere Filistinli olma kıvanç ve kimliğini onlarda daha bir bileyip güçlendirmiştir. Bu duruşları, onları diğer milletlerin baş tacı yapmış bu sahada bütün milletlere örnek olmalarına eden olmuştur.
***
Filistin halkı, bu beldenin işgal amacının, aslında onların canına musallat olup Yüce İslam'ın kutsal öğretilerini yerle bir etmekten ibaret olduğunun farkındadır. İşte bu nedenledir ki, İslam dünyasının kutsal birliğinin gerçekleşmesi amacıyla Filistin'in kurtuluşu ve aziz Kudüs'ün özgürlüğü ülküsünü canla başla savunmaktadır.
***
Global emperyalizm, ve uluslararası Siyonizm; İslam dünyasını bölüp parçalamak için Filistin'i işgal etmiştir. O halde bu mesele sadece Filistin’in değil, bütün Müslüman ülkelerin meselesidir.
***
Filistin konusuna eğilmemizin yegâne nedeni milli kaygılarımız ve İslami sorumluluğumuzdur, değer ve maneviyat anlayışımızdır. Bu sorumluluk,mazlumdan yana ve zalime karşı olmasını, İşgalci saldırgana karşı mücadele etmesini, insanların, bilhassa muvahhitlerin Filistin'in haklarını savunmalarını gerektiriyor. Zira nebevi hadis–i şerifte, “Müslümanların sorunlarıyla ilgilenmeden gününü geçiren kimsenin Müslüman olmadığı”buyrulmaktadır.
***
İslam ülkelerinin kalbine yerleştirilen bu kanser tümörü sadece Arapları ezip sindirmek için değildir; bilakis, bu fesat tümörü bütün Ortadoğu için tehlike ve zarardır. Planları; Siyonizm’i İslam dünyasına musallat edip egemen kılmak ve İslam ülkelerinin bütün yer altı ve yer üstü zenginliklerini daha fazla sömürebilmektir. Sömürü düzeninin propagandacıları sıkı sıkıya çalışıyorlar. Bütün İslam lkelerinde, dört bir yanda, gençlerimizi bizden koparmak için zehirli propagandalar yapmaktalar. Onları Yahudi veya Hristiyan yapıyor değiller; ama asıl amaçları onları ahlaksızlaştırmak, dinsizleştirmektir ve sömürü odakları içinde ana hedef budur zaten. Zira sömürü odakları ve global Siyonizm’in egemenliğinin; ancak milletleri her açıdan ele geçirmekle mümkün olabileceğini biliyorlar. Buna engel olacak tek unsur dini inanç, milli değerler, vatan sevgisi, özellikle fikir ve İslam inancı olduğundan, onların bütün programlarının başında “İslam düşmanlığı” ve “Müslümanları İslam'dan ve milli değerlerinden uzaklaştırmak” gelir.
***
Müslümanlar şunu bilmelidir ki, İslam İnkılabından ve İslam dininin fevkalade olan gücünün fark edilmesinden sonra; Amerika'nın kurduğu bütün oyunlar, planlar, kumpaslar, Sünni ve Şii kardeşleri birbirine düşürme girişimleri, akla hayale gelmeyecek cinayetler ve katliamlar...Bütün bu girişimlerin amacı sırf İslam'ı, silmek ve bu büyük ilahi hareketi zaafa uğratmaktır. Müslümanlar, Amerika'nın bu oyunlarını, İsrail'in habis elleri ile oynadığını bilmelidirler ***
Bugün Siyonizmin bütün Yahudileri temsil etmediği de bilinmelidir. Dahası; bu, Siyonizm’in sadece Müslümanlara değil, Yahudilere de kurguladığı bir oyun ve kumpas olup İslam dini ile Yahudi dininin ve bu iki dinin mensuplarının; sürekli birbiriyle savaş halinde olduğu izlenimini vermekte, her iki tarafa da bunu telkin etmekte, buna inanmalarını istemektedir. Yahudilerin de Müslümanların da bir şekilde, Siyonizm’in oyununa geldiği, Siyonizm’in her ikisine de saldırdığını, her ikisini de işgal ve tecavüze maruz bıraktığı bir gerçek… Ne var ki, Siyonizm’in planlayıcıları, Yahudilikle Siyonizm konusunu öylesine iç içe sokup karmıştır ki; bugün dünyada, bu ikisini birbirinden ayrı mütalaa etmeye kimsenin cesaret bile edemeyeceği bir algı oluşmuştur.
***
Bu problemin tek sorumlusu olarak emperyalizm ve Siyonizmi görmek de yanlıştır. Bugün Müslümanlar arasında bunca ayrılık ve ihtilaflar olmasa, İsrail'in bir avuç nüfusu ile bunca Müslüman’a karşı böylesine küstahlaşıp diklenmesi ve Müslümanların haysiyetini ayaklar altına alması mümkün olur muydu? Müslüman ülkeler ve devletlerarasında bu ayrılık ve tefrikalar olmasa Amerika bütün ülkelere böylesine egemen ve musallat olup onların kaynaklarını bu şekilde yağmalayabilir miydi?”
1960’lı yılların sonlarına doğru, yani 6 gün savaşlarıyla birlikte İslam uleması tarafından verilen fetvaları hatırlayalım…
Kimse meseleyi falan taifeye, filan ülkeye mal etmeye kalkmasın. Kudüs Günü, İslami bir gündür, İslami bir genel seferberliktir; bütün Müslümanları ve Müslümanların müttefiklerini doğrudan doğruya
ilgilendirmesi gerekir.
Neden mi?
Çünkü dünyayı sömüren ve asla doymayan talancı güçler ve uluslararası Siyonizm’le, Mustaz’aflar ve “ezilenler” arasında bitmeyen bir savaş vardır ve bu hareketin ekseni Filistin ve Kudüs’tür. Bu karşılaşmanın ideolojik nirengi noktası ise İslam öğretisi ve insan haklarıdır. Zira Siyonizm, kendisine karşı çıkan dini ve gayri dini bütün öğretileri bugün etkisiz hale getirmiş, ama gerçek İslam'la baş edememiştir. Unutmayalım ki Siyonist İsrail rejiminin inanılmaz boyutlarda katliamlar ve zulümlerle Filistin'i işgal edip bu halkın toprakları üzerinde kurulduğu ve varlığını resmen ilan ettiği 1948'de 750.000 Filistinli evinden barkından oldu ve avare bir yaşama mahkûm edildi. Bu, İslam’ın olduğu kadar aynı zamanda insan haklarının konusu değil de nedir?
1948 yılından itibaren dünya siyasi literatürüne “Evinden barkından edilen Filistinli avareler” şeklinde yepyeni bir kavramın eklendiğinden kaçımızın haberi var sahi?
BM, açılımı “Yakın Doğudaki Filistinli Mültecilere Yardım Ve Bayındırlık Ajansı” olan UNRWA adlı bir teşkilat kurdu ve İşgalci İsrail tarafından evleri barkları ve vatanları elinden alındığı için avare kalmış Filistinlilerin sorunlarını bu teşkilata havale etti.
Bu Filistinli avareler Lübnan, Ürdün, Suriye ve Mısır başta olmak üzere Arap ülkelerine dağıldılar. 1967'de Ürdün Nehri’nin Batı Yakası ve Gazze'nin İsrail tarafından işgale uğramasıyla birlikte Filistinli avarelerin sorunu iyice karmaşık bir hale geldi. Bugün vatanından zorla çıkarılan avare Filistinlilerin sayısı 5 milyonu aşıyor.
***
BM tarafından yayınlanan bildirgelerde, özellikle 242 no.lu BM bildirisinde, Filistinli avarelerin kendi vatanlarına dönme hakları olduğu kabul edilmiştir.Ama İsrail, aradan bunca yıl geçmesine rağmen, bütün bunları görmezden gelmekte ve BM kararlarına aldırmamaktadır.
Filistin toprakları üzerinde bir Yahudi Devleti'nin kurulmuş olması, İsrail'in Yahudi bir devlet olarak tanınması ve kendisini Yahudi şeriatı ile yönetme
ısrarı; Filistinli avarelerin sorununu İsrail'in yok farz ettiğini, onlara hiçbir hak tanımadığını göstermektedir.Bu yeni avareler 1948 işgali sırasında evini barkını terk etmeyen ve bugün İsrail vatandaşı sayılan Filistinlilerdir.
Bu Filistinlilerin sayısı bugün 1.200.000’dir. Bir kelaynak kuşunun okyanusa dökülen petroldeki çabalayışını büyük paralar harcayarak cihana duyuran “hayvansever” dünya toplumu
Siyonistlerin bu kanun tanımazlığına bir an önce dur demek zorunda değil midir?
***
Bugün birileri, Filistin meselesini sadece belli bir bölgenin meselesi olarak göstermeye çalışıyor; sırf Filistin'e ait veya sırf Ortadoğu'nun meselesiymişçesine algılanmasını istiyor. Hâlbuki gerçekte Filistin meselesinin boyutları belli bir bölgeyi aşan çok geniş bir yelpazeye sahiptir. Bu meselenin çağdaş müsebbipleri olan Amerika’yla İsrail İslam'a düşmandırlar, ama bir o kadar da bölgenin yer altı ve yerüstü kaynaklarına ve jeopolitiğine de göz dikmiş durumdadırlar.
***
Bugün Müslümanların kendilerine sormaları gereken en temel soru, bunca İslam ülkesi, bunca imkan ve nüfusa rağmen “Siyonist İsrail Bunca Yıl Varlığını Nasıl Koruyabildi?” sorusudur. Bu soruya verilecek cevap, bölgede ve dünyadaki birçok dengenin de sırrını ifşa edecek ve emperyalizmin bütün planlarındaki neden ve yöntemlerin açığa çıkmasına yarayacaktır. Terörist bir rejim olan İsrail'den
söz ediyoruz... Bu rejimin inanılmaz cinayet, katliam ve tecavüzlere maruz kalan Filistin milletinin hak arayışından bahsediyoruz... Hakkını arayan bu milletin bütün hayatını karartan tecavüz ve zulümleri anlatmaya çalışıyoruz. Terör, katliam, cinayet, işgal vb. zorbalık ve kötülüklerden başka şey bilmeyen bir rejim... Bu Siyonist rejimden bahsedildiğinde herkesin zihni ister istemez onun işlediği zulüm ve cinayetleri hatırlamaktadır.
***
ABD, İngiltere ve hempaları, İsrail’in yenilmezlik efsanesinin yerle bir olmasını engelleyemedi, bu durum bugün bölgedeki dengeleri tamamen değiştirmiştir. Lübnan'da Hizbullah’la savaştıkları ağır yenilginin adı “33 gün savaşlarıyla” tarihe geçmiş; bundan sadece 2 yıl sonra 2008'deki “22 Gün savaşları” nda da Gazze'yi savunan Hamas karşısında çok ağır bir yenilgiye uğramışlardır.
İşte bu iki ağır yenilgiyi perdeleyip oradan gelen kinini kusabilmek için, Gazze'ye insani yardım taşıyan STK filosuna askeri saldırıda bulunarak siyasi olayları askeri ve güvenlik platformuna evirdiler. Aralarında 11 Türk mazlumun da bulunduğu 12 kişiyi şehit eden katil Siyonist İsrail rejimi;böylece oyunun kurallarını kendi lehine çevirdiğini düşünüp tek yönlü politikalarını sürdürebileceğini zannetmiş; ama bunda ne kadar yanıldığını anlaması uzun sürmemiştir.
Bugün İsrail gibi asla normal olmayan ve “hukuki norm” ları asla tanımayan bir rejimle ilişkinin “normalleşme” kelimesiyle medyalaştırılmasının arkasındaki tek neden, İsrail ve hempalarının “tedirginliği” dir.
Dahası, İsrail’ in mağdur ettiği tek ülke Filistin veya tek millet Araplar değildir. Bugün İsrail’den bahsedildiğinde artık Yemen, Suriye, Ukrayna, Kıbrıs,Libya, Mısır, İran, Irak Azerbaycan, Türkiye… ve daha birçok ülkeden de “mağdur” olarak bahsetmek durumundayız. Zira israil bu ülkelerin hepsine zarar vermiş, oyun oynamış, aleyhlerine entrikalar çevirmekten bir an bile geri durmamıştır.
Nedenini bilmeyenler bu rejimin bayrağına ve “Arz-ı Mev’ud” denilen Siyon ülküsüne ve de koca Osmanlı İmparatorluğunun nasıl yıkıldığına bir göz atabilirler.
Buyurun, düşünün ve araştırın bakalım, ne çıkacak./ İsmail Bendiderya
Dünya Kudüs Günü
İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi.
“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”
İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.
Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.
“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”
İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''
Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.
İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.
İsrail'in düşüş rotası
Filistinlilerin işgale karşı direnişi, mevcut krizin temel nedenlerinden biridir. İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor.
İşgalci İsrail devletindeki güncel gelişmeleri ve saflarındaki büyük çatlağı tartışmadan önce, krizin altında yatan başlıca nedenin Batı Şeria ve 1948 bölgelerinde ortaya çıkan silahlı intifada, Nablus ve Cenin gibi yerlerde onu yöneten tugaylar ve operasyonlarının İsrailli yerleşimciler ve liderleri üzerindeki güçlü etkisi olduğu belirtilmelidir.
Sahadaki kuralları değiştiren ve egemen kurumları dehşete düşüren, İsrail faşist sağının ve onun akıl hocaları Netanyahu ile birlikte krizin başlıca figürleri olan Ben-Gvir ve Smotrich gibi liderlerinin iktidara gelmesine neden olan bu tugaylardır.
İsrail otuz yılı aşkın bir süredir güvenlik, istikrar ve ekonomik refahın tadını çıkardı. Ahlaktan yoksun bir şekilde, Filistin Yönetimi'ni bir müşteri ve araca dönüştürmeye, güvenlik kurumları adına her türlü direnişi ezmeye, yerleşimcileri korumaya ve İsrail işgalini tarihteki en az maliyetli hale getirmeye çalıştı.
Filistin direniş mirasına geri dönen tugaylar, tüm bunları değiştirdi ve İsrail'in güvenlik, istikrar ve refah temellerini sarstı. İsrail iç farklılıklarını uzlaştırabilir, sükunetin ve uyumun bir ölçüsünü yeniden sağlayabilir. Ancak Batı Şeria'daki silahlı intifada durmayacak. İşgal altındaki bölgeleri tamamen özgürleştirmek için ne kadar sürerse sürsün, devam edecek.
Devletlerin çökmesinin çeşitli nedenleri vardır (sadece rejimler değil - rejimler devlet etkilenmeden düşebilir ve değiştirilebilir). Bu faktörlerin birçoğu şu anda İsrail işgalci devleti için bir dereceye kadar geçerlidir:
1. Hukuk devletinin çökmesi ve iktidar sahibinin durumu kontrol edemeyip devlet ve kurumlarına otoritesini dayatamayacak ölçüde huzursuzluğun yayılması. Netanyahu ve hükümetinin 'reformlar' dayatma ve yargı sistemini değiştirme girişimi, protestoları ve karışıklıkları tetikleyen kıvılcım oldu.
2. Ordunun dağılması, doktrininin zayıflaması ve isyan olayları. Yedek erlerin, özellikle hava kuvvetlerinde askerlik hizmetini yapmayı reddetmesi bu açıdan anlamlıdır. (İsrail'in askeri yenilmezliği efsanesi 2006'da paramparça olmuştu).
3. Kötü bir danışman-partner seçimi. Netanyahu'nun geniş çapta hor görülen Arap düşmanı Ben-Gvir ve Smotrich ile ittifakı bunun en iyi örneğidir.
4. Kötü yönetim ve ekonomik gerilemenin yolsuzlukla birleşmesi. Netanyahu'nun yargı sistemini değiştirmek istemesinin sebebinin, kendisine yöneltilen yolsuzluk suçlamalarını düşürmek olduğunu unutmayın. Rahmetli Yaser Arafat bir keresinde bana, uğraştığı onca hükümet ve halktan hiçbirinin İsrailliler kadar yozlaşmış olmadığını söylemişti.
5. Kötüleşen ekonomik koşullar ve yaygın işçi protestoları. Son protestolar işgal devletini felç etti ve havalimanlarını kapattı. İsrailli işadamları, büyük ölçekli sermaye kaçışı ve yüksek teknoloji yatırımcılarının çıkışı konusunda uyarıda bulunuyor.
6. Toplu göç. İsrail rakamları tersine göçün tüm zamanların en yüksek seviyesinde olduğunu gösteriyor. Liberal köşe yazarları, İsrail'in artık çocuk yetiştirmek için uygun bir yer olmadığını yazıyor ve okuyucularına ülkeyi terk etmelerini tavsiye ediyor. Batılı elçilikler, vatandaşlığı geri almak veya giriş vizesi almak için yapılan başvurularla dolup taşıyor.
İsrail bugün en kötü günlerini yaşıyor; Lübnan, Yemen, Gazze ve Irak'ı kapsayan giderek güçlenen bir Direniş Ekseni'nden gelen dış tehditler her tarafa tırmanırken iç cephe çöküyor.
Gelecek, işgalci devlet, onun Avrupa ve Amerika'daki destekçileri ve hem eski hem de yeni Arap dostlarını normalleştiren dostları için hoş olmayan sürprizlerle dolu olmaya devam ediyor.
Abdulbari Atvan
Rai Al Youm
İran ve Rusya’dan Dolar Hamlesi
İran Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, doların ekonomik ve ticari borsalardaki hakimiyetine son verilmesinin hız kazandığını söyledi.
İranlı Öğrenciler Haber Ajansı'na (ISNA) göre Ali Şemhani, Tahran'da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Özel Temsilcisi Igor Levitin ile bir araya geldi.
Görüşmede, iki ülke arasında ekonomik ve bankacılık alanlarındaki anlaşmaların hayata geçirilmesi süreci ve Kuzey-Güney Koridoru Projesi'nin başlamasının hızlandırılması konuları ele alındı.
Batı'nın ekonomik yaptırımlarını etkisiz hale getirebilmek için iki ülke arasındaki yatırımlar ve bankacılıkta ortak para ve finansal işlemlerle ilgili son aşamaya gelindiğini dile getiren Şemhani, şunları kaydetti:
"Doların etkisini azaltmak için açılan, birçok ülkenin katıldığı bölgesel ve uluslararası ekonomik değişim konusuyla ilgili yol, Batı'nın dünya ekonomisi üzerindeki hakimiyetini mümkün olan en düşük seviyeye indirecektir."
Şemhani, iki ülke liderlerinin kararlılığıyla, bölgede transit geçişte önemli rol oynayacağını belirttiği Kuzey-Güney Koridoru'nun bir an önce uygulanmasının önünde engel bulunmadığını vurguladı.
'Moskova ekonomi ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır'
Levitin de Moskova yönetiminin söz konusu projeleri hayata geçirme konusundaki kararlılığını dile getirdi.
Putin'in Temsilcisi, "Moskova, transit, çelik, petrol ve petrokimya gibi alanlardaki ortak projelerin bir an önce hayata geçirilmesine ve birçok bölge ülkesinin de istifade edebileceği, ekonomik ve sermaye alanlarındaki yatırımlara hazır" ifadelerini kullandı.
İran ile Rusya, karşılıklı ticarette yerel para birimleri kullanma konusunda 2016 yılında anlaşmaya varmıştı.
Reisi'den Kral Selman'ın "Riyad'ı Ziyaret" Davetine Olumlu Yanıt
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, iki ülke arasında diplomatik ilişkileri yeniden başlatma kararının ardından, Suudi Arabistan Kralı Selman bin Abdülaziz Al Suud'un davetine olumlu yanıt verdi.
İran’ın yarı resmi Mehr Haber Ajansına göre, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Muhammed Muhbir, gündemdeki konularla ilgili açıklamalarda bulundu.
Ülkesinin Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerine değinen Muhbir, “Sayın Reisi'nin Cumhurbaşkanı olarak seçildiği ilk günden itibaren temel stratejisi, bölge ülkeleriyle ilişkileri geliştirmek ve ilerletmek olmuştur.” ifadelerini kullandı.
Kralı Selman’ın İran Cumhurbaşkanı Reisi’yi Riyad’a davet ettiğini hatırlatan Muhbir, “Kral Selman, Cumhurbaşkanı'nı davet etti ve bu davete olumlu yanıt verildi. İnşallah güzel şeyler olacak.” dedi.
Emir Abdullahiyan Suudi Mevkidaşı İle Görüştü
İran ile Suudi Arabistan, 7 yıl aradan sonra aldığı normalleşme kararının ardından adımlar atmaya devam ediyor.
İran Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Faysal bin Ferhan ile telefon görüşmesi gerçekleştirdiği belirtilerek, görüşmede İran ile Suudi Arabistan arasında varılan normalleşme anlaşmasındaki son durumun ele alındığı aktarıldı.
Açıklamada, Bakan Abdullahiyan ile Bakan Ferhan’ın önümüzdeki günlerde yüz yüze görüşme kararı aldıkları belirtildi.
İran ile Suudi Arabistan arasında varılan normalleşme anlaşmasının güçlendirilerek sürdürülmesine vurgu yapan Abdullahiyan, iki ülke liderleri ve yetkilileri arasında diyalog ve diplomasinin önemli olduğunu ifade etti.
ؤ
İmam Hamanei’den Ramazan Ayı Ahlak Dersleri -1
Bismillahirrahmanirrahim
Ramazan ayında eğitim için bütün şartlar hazırdır; en önemlisi ise tuttuğunuz oruçtur.
İnsanın kendisini yetiştirme mevsimi: Bizler ham madde gibiyiz; bu ham maddeyi işleyip güzelleştirerek verimli hale getirirsek hayatımızda yapmamız gereken işi yapmış olacağız. Yaşamın hedefi de budur. Vay olsun, ilim ve amel yönünden kendisinde bir değişiklik yapmayanın haline. Hiç bir değişiklik yapmadan bu dünyaya geldiği haliyle bu dünyadan göçüp giden insanın vay haline, üstüne üstlük hayatı buyunca yaptığı fesadlar, günahlar da onu yıpratmış olacak.
Mümin, bu ham maddeyi işlemek için çaba harcamalıdır, hem de devamlı. Zannedilmesin ki, devamlı uğraşmak mümkün değildir veya fazladır. Bilakis hem mümkündür, hem de aşırı ve fazla değildir. İnsan yasak ve haram olan işlerden kaçınır, ilahi yolda ciddiyetle hareket ederse hedefe ulaşmanın imkan dahilinde olduğunu görecektir. İnsanın kendisini eğitmesi, yetiştirmesi, ham maddeyi işlemesi budur işte. Namazlarda hep “iyyake ne’budu ve iyyake neste'in” söylenmesi, devamlı ruku yapılması, devamlı secdeye kapanıp tesbih edilmesi ve devamlı hamd edilmesinin hikmeti, insanın daimi olarak kendisini yetiştirmesi için çaba harcamasının gerekliliğini gösteriyor.
İnsanın meşguliyetleri; şahsi işler, rızkı kazanmak için çalışmak, sorunlarla boğuşmak gibi işler insanın gerektiği gibi kendisi ile ilgilenmesine engel oluyor. Bundan dolayı Allahu Teala Ramazan ayını kendimizi yetiştirmemiz için karar vermiştir. Bu ayın kadrini bilin, kendinizi eğitmek için devamlı uğraşamıyorsanız en azından Ramazan ayını ganimet bilin.
Ramazan ayında eğitim için bütün şartlar hazırdır; en önemlisi ise tuttuğunuz oruçtur. Bu en büyük ilahi tevfiktir. Tevfik ne demektir? Tevfik, yani Allah’ın insan için en münasib olanı sunmasıdır; Allah orucu farz kılarak bu ayda kendimize eğilmemiz için müsait ortamı oluşturmuştur. Oruc büyük bir nimettir. Mide boştur, oruçlu olduğumuz sürece nefisle mücadele ediyoruz; istediğiniz şeyi yiyip içemiyorsunuz, birçok nefsani istekleri yasaklıyorsunuz. Bu nefisle mücadeledir. Nefis ve heva hevesle mücadele insanın kendisini eğitmesidir.
Ramazan ayı insanın kendisini eğitmesi için çok müsait bir zamandır; Allah-u teala bu fırsatı bizlere sunmuş ki kendimizi eğitelim. Bu ayın saatleri en bereketli vakitlerdir. Bu ayda bir rekat namaz, bir zikir, sadaka vermek, silayı rahimde bulunmak bu ay dışında yapılan bu amellerin kat kat fazlası mükafat olarak insana veriliyor; insana daha fazla maneviyat kazandırıyor.
Kendi doktorumuz olalım: Ramazan ayı insanın kendisini eğitmesi için çok müsait bir ortamdır; bir doktorun, şeker, tansiyon, kolestrol, kemik hastalıkları gibi çeşitli hastalıklara müptela olmuş hastasını tedavi etmesi gibi. Doktor hastalıkları tanıyor ve tedavisini de biliyor. Hastasını tedavi etmek için önce hastalıkları bir kağıda yazıyor, bu hastalıklardan hangisine mübtela olduğunu tesbit ediyor, eğer doktor bazı hastalıkları teşhis edemezse tedavi için vereceği ilaç diğer hastalıklarını azdırabilir ve başka hastalıklara da düçar edebilir. Hastalıkları büyük bir titizlikle yazar, daha sonra hangisinin önemli olduğunu ve öncelik verilmesi gerektiğini tesbit eder ve daha sonra detavisi için ilaç yazar. Hastalıklar için yazacağı ilaca başka hastalıklara zarar vermemesi için dikkat eder.
Siz de kendi doktorunuz olun. Hiç kimse insanının kendisi gibi hastalıklarını teşhis edemez. Bazı hastalıklar vardır ki başkası söylese insanın zoruna gider. Biri bana “sen hesudsun/ kıskançsın” kızarım, başkasının “hesud” demesine insan tahammül edemez. Neden hakaret ediyorsun, diye cevap veririz. Başkasından birşey kabul etmeye hazır değiliz, ama kendi kendimize baktığımız zaman bu hastalığın kendimizde olduğunu görürüz. İnsan hastalığını başkasından saklayabilir ama kendisinden gizleyemez ve kendisini aldatamaz. Öyleyse hastalıklamızı en iyi tesbit edecek kendimiziz. Elinize kağıt kalem alın hastalıkları teker teker yazın; hasud, cimri, başkalarının kötülüğünü isteme, vazifesine itinasızlık, görevini ihmal, kendisinini beğenmek, gurur, tekebbür, mümin ve salihlere suizan vb tesbit ettiğimiz bu hastalıklarımızı Ramazan ayında elimizden geldiği miktarda teker teker tedavi etmeye çalışalım. Eğer bu hastalıkları tedavi edemezsek bu hastalıklar bizi helak edecektir. Cismi hastalıklar menevi ve ruhi hastalıkların yanında naçizdir. Bizi helak edecek bir hastalığın varlığını bize haber verseler ne kadar teleşlanırız, geceleri uykumuz kaçar, en iyi doktorların bulmaya çalışırız, örneğin bedenimizde bir “ur” olsa, onun kanser olma ihtimali ile korkuya kapılırız. Bu dünya hayatı nedir ki, kaç yıl daha kalacağız; beş yıl, on yıl sonunda yine gidiciyiz, bu dünyada ebedi kalıcı değiliz ki. Bedenimizin helak olması, yok olması hakkında bu kadar korkuyoruz.
Manevi hastalıklara düçar olup helak olmayı düşündük mü hiç? Ebedi ilahi azaba düçar olmak, ebedi saadet hayatından mahrum olmak, Allah’ın bizler için hazırlamış olduğu maddi ve manevi lezzetlerden mahrum kalmak... Kıyamet gününü düşünün, bu dünyada işyerinde, bölgemizde beraber olup muaşeret ettiğimiz insanlara yüce makamlar verildiğini göreceğiz, onları cennete götürecekler, cehennem azabından uzaklaştıracaklar ama bizler kendimizi eğitmediğimizden, bir anlık gafletimizden dolayı bütün o nimetlerden mahrum kalacağız. “Sen onları, gaflette oldukları ve iman etmedikleri bir halde işin bitmiş olacağı hasret/ pişmanlık günü hakkında uyar” ayetinin belirttiği gibi o gün iş işten geçmiş olacak. İnsan pişman olacak ama fayda sağlamayacak bu pişmanlığı.
Kardeş ve bacılarım! Eğer kendimizi eğitmezsek bedbaht olacağız; yüzkaralığı, mahrumiyet, Allah’ın gözünden düşmek, manevi makamlardan uzak kalmak, ilahi ebedi nimetlerden mahrum ve eli boş kalmak. Öyleyse kendimize gelelim, Ramazan ayı iyi bir fırsattır, ahlak kitapları elimizde var, okuyalım, ama önemli olan insanın heva hevesini kontrol etmesi ve ona hakim olmasıdır.
Ramazan İlahi Rüzgârların Estiği Aydır
Kum İlim Havzası üstatlarından Dr. Habibullah Ferahzad, Peygamber Efendimiz'den (s.a.a) nakledilen "Eğer insanlar bu ayın faziletini idrak edebilseydi yılın tamamının Ramazan olmasını arzu ederdi" hadisine binaen yaptığı konuşmasında şunları söyledi:
"Hz. Ali'nin (a.s) Ramazan'ın üstünlüğü hakkında şöyle buyurduğu nakledilir:
'Ramazan ayı'nın diğer aylara olan fazileti, masum imamın diğer insanlara olan üstünlüğü gibidir.'
Yüce Allah, Ramazan'da rahmet ve lütuf sofrasını tüm insanlar için serer. Bu ayda en ufak bir iyilik yapanı Allah, kat kat fazlasıyla mükâfatlandırır. Bu ayda kılınan farz namazların sevabı normal günde kılınan namazın sevabının yetmiş katıdır.
Hz. Muhammed'in (s.a.a) buyurduğu gibi insan ömrünün bazı dilimlerinden ilahi rüzgârlar eser. İnsan için manevi fırsatlar hazır edilir. İnsan böylesi manevi fırsatları kaçırmamak için azami gayretini sarf etmelidir. Nasıl ki Ehlibeyt'e ait türbelerin, camilerin, evliyaların mezarlarının Müslümanlar için ayrı bir önemi varsa belirli zamanlarında ilahi dergâhta ayrı bir değeri vardır. Ramazan, bu zamanlardan en kıymetlisidir.
Rivayetlerde Ramazan ayı'nda gökyüzü kapılarının ardına kadar açıldığı nakledilmiştir. Bu nedenle bu kapılar ve ilahi ziyafet sofrası açık olduğu sürece Kur'an ile daha çok ünsiyet bulmalıyız. Ramazan'da ve ömrünün her anında Kur'an'la daha çok içli dışlı olanlara birçok başarı ve nimet nasip olur. İnsanın yüzüne cennetin kapılarını açıp cehennemin kapılarını kapatan İlahi kelamla (Kur'an) daha çok zaman geçirelim.
Ramazan'ın insan için sunabileceği en önemli lütuflardan birisi; insanın zamanla günahı terk edebilme iradesini elde etmesidir. Çünkü Ramazan ayı'nın asıl felsefesi takva ve Allah'a karşı gelmekten sakınmaktır. Bu ayda kendi nefsine hezimete uğratan, nefsinin şeytani burnunu toprağa sürtebilenin uykusu bile ibadet olur artık."
Ramazan Ayı'nın Bilincine Varmak
Mübarek Ramazan ayının esas amacı insanı programlamak, onu yetiştirmek ve düzelmesini sağlamaktır. Yâni maksat ayıplı, özürlü ve kusurlu insanların ayıplarını gidermelerini, sağlam ve salim birer insan olmalarını sağlamak ve salim insanları da kamil insan merhalesine vardırmaktır.
Ramazan ayının ana programı nefsi tezkiye etmek, ayıplar, eksiklikleri ve kusurları gidermek, hastalıkları iyileştirmektir, Ramazan ayının amacı insani akıl, iman ve iradeyi hayvani ve nefsaani şehvetlere hakim kılmaktır; dua ve Hakka yönelmektir, Allah'a yöneliş, ruhu O'na doğru yüceltmektir.
Aksi takdirde bütün Ramazan boyunca, otuz gün açlığa dayan, susuzluk çek, uykusuzluk çek, geceleri ibadete koyul, o camiden şu camiye, o hutbeden bu hutbeye koşturup dur, sonra da bir bak ki Ramazan ayı bayramı gelivermiş!… Ne çıkar?! Neye yaradı bütün bunlar?! Ramazan ayı gelip geçmiş ama adam zerrece olsun değişmemiş, hatta beter bile oluyor bazıları…
İslam, boşu boşuna ağzınızı yumup öylece oturun demiyor ki!… Oruçtan maksat, insanların bu vesileyle kendilerini ıslah edebilmelerine yardımcı olmaktır. Nitekim rivayetlerde “Oruç tutanlar arasında öyleleri vardır ki tuttukları oruçtan, açlıktan başka nasipleri yoktur” ifadesi geçer. Otuz gün boyunca helal yiyeceklere ağız kapamanın sebebi bir eğitimden geçmiş olmak ve ağzına haram lokma almamayı,haram laf etmemeyi, gıybette bulunmamayı, yalan söylememeyi, küfretmemeyi öğrenmektir; helal lokmayı harama tercih edebilmeyi başarmaktır!
Hz. Resul-i Ekrem'in (s.a.a) huzuruna gelen oruçlu kadının hikayesini duymuşsunuzdur; Resulullah (s.a.a) ona süt -ya da herhangi bir yiyecek – ikram eder ve içmesini söyler. Kadın “Ya Resulullah, oruçluyum ben” der, Peygamber “Hayır” buyururlar, “Oruçlu değilsin sen; al ve iç!…” Kadın yine oruçlu olduğunu söyler, bu durum üç kez tekrarlanır, üçüncü defada Hz. Resul-i Ekrem (s.a.a) “Nasıl oruçlu olabilirsin ki; daha bir saat önce mü'min kardeşinin etini yedin ya!…” der ve, “Onun etini yediğini görmek istiyor isen kus (mideni boşalt)” buyururlar. Kadıncağız Peygamberin dediğini yapınca ağzından et parçaları dökülmeye başlar…
Yâni bedenin ağzını helale kapayacak, ama ruhun ağzını harama açık bırakacak, öyle mi!?…
Değil mi ki bir insan yalan söylediğinde ağzından pek şiddetli bir koku yükselir de yedi göğün meleklerini rahatsız eder? Bazen cehennemin neden onca kötü kokacağını soruyorlar; cevabı açıktır bunun, cehennemin pis kokuları dünyada meydana getirdiğimiz ufunetlerdir; ardarda düzüp koştuğumuz yalanlar, ettiğimiz çirkin küfürler ve yaptığımız iftira ve töhmetlerdir. Hele iftira en kötüsüdür bunların… çünkü iftira hem yalandır hem de gıybet; ikisinin çirkinliğini bir arada taşır, iki büyük günahı bir arada işlemektir.
Vay o kimsenin haline ki bir Ramazan ayını nice iftiralarla geride bırakır, bu mübarek ayda din kardeşlerine töhmetler atar…
Ramazan ayı, bir araya toplanma ve topluca ibadet etme ayıdır, nifak ve tefrika ayı değildir bu mübarek ay!..
Kenani: Bakü, Siyonist düşmanın gerçek niyetlerine karşı uyanık olsun
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Kenani "Azerbaycan Cumhuriyetindeki Müslüman kardeşlerimize, Siyonist düşmanın gerçek niyetlerine karşı uyanık durmaları tavsiyesinde bulunuyoruz" dedi.
IRAN Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani dün, Azerbaycan Cumhuriyeti ile işgalci İsrail arasında varılan anlaşma Azerbaycan Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü'nün ileri sürdüğü asılsız iddiayla ilgili attığı twittinde "Azerbaycan Hükümetinden Siyonist İsrail Dışişleri Bakanlığının Azerbaycan ile "İran akeyhine müttefik bir cephe kurma"konusunda anlaştıklarına dair ifadesi hakkında bir açıklama yapmasını istedik. Azerbaycan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü cevap vermekten kaçındı ve onun yerine İran'a karşı yeni suçlamalarda bulundu" diye kaydetti.
Kenani ayrıca "Acaba bu sessizliğin devam etmesi, Bakü'nün stratejik ortağının İran karşıtı yaptığı açıklamanın dolayı bir onaylanması değil midir?" diye ilave etti.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Keneni daha sonra bir başka twittinde de Azerbaycan Cumhuriyeti halkına hitaben "Azerbaycan'daki Müslüman kardeşlerimize Siyonist düşmanın gerçek niyetleri karşısında uyanık olmaları tavsiyesinde bulunuyoruz" diye yazdı.
Filistin İslami Cihad Hareketi, Azerbaycan’ın Tel Aviv'de Büyükelçilik Açmasını Kınadı
Filistin İslami Cihad hareketi, Tel Aviv'de Azerbaycan büyükelçiliği açılmasını kınadı ve bunun Siyonist rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu'yu ve aşırılık yanlısı kabinesini, bu rejimin içinde bulunduğu krizden kurtarmak için bir araç olduğunu vurguladı.
Filistin İslami Cihat hareketi liderlerinden Halid el-Bataş şu ifadelerde bulundu: Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Müslüman bir ülke olarak işgal altındaki topraklarda büyükelçilik açması Netanyahu'yu güçlendirir. Tel Aviv ile ilişkileri normalleştirmek Filistin ulusunun davasına hançer saplamaktır.
Azerbaycan'ın ve Siyonist rejimle uzlaşan diğer İslam ve Arap ülkelerinin Filistinlilerin yanında yer almaları, onları desteklemeleri ve işgalci Siyonistlere karşı onlara yardım etmemeleri gerekmektedir.
Arap ve İslam ülkeleri ile işgalciler arasındaki ilişkileri ve normalleşmeyi kınıyoruz.’
Halid el Bataş konuşmasının sonunda Siyonist rejimin ortadan kalkacağını ve barış ve normalleşme konusundaki tüm hayallerinin de kendisiyle birlikte yok olup gideceğini vurguladı.
Azerbaycan, 30 yıllık diplomatik ilişkilerin ardından Çarşamba günü İşgal Topraklarında büyükelçiliğini açtı.
Siyonist rejim, Azerbaycan Dışişleri Bakanı Ceyhun Bayramov'un da katıldığı bu adımın, çok önemli ve tarihi olduğunu söyledi ve bunu tarihi bir adım olarak nitelendirdi.
Siyonist rejim Dışişleri Bakanı Eli Cohen, şunları söyledi: ‘İsrail'de Azerbaycan Büyükelçiliği’nin açılması, iki ülke arasındaki ilişkilerin güçlendiğinin bir başka göstergesi. Azerbaycan Müslüman bir ülke ve stratejik konumu, aramızdaki ilişkiyi büyük önem ve potansiyel haline getiriyor.
Eli Cohen, Dışişleri Bakanı Bayramov ile İran'a karşı birleşik bir cephe oluşturulması ve ekonomi, güvenlik, enerji ve inovasyon alanlarında iş birliğinin güçlendirilmesi konusunda anlaştık.
İsrail ile Azerbaycan arasındaki ticari ilişkileri daha da derinleştirecek olan büyük bir ekonomik heyetle Bakü'ye resmi bir ziyaret gerçekleştireceğiz.’
Siyonist rejim Dışişleri Bakanlığı ise şu açıklamalarda bulundu: ‘1991 yılında ilişkilerin kurulmasından bu yana ilk kez Azerbaycan bugün İsrail'de büyükelçiliğini açıyor.
Stratejik bir konuma sahip bir Şii ülkesi olan Azerbaycan, Kafkasya bölgesindeki ana ülkelerden biridir.’