
کارگر
İsrail'e böyle tepki gösterdi: 'Eylemleri Nazileri hatırlatıyor'
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yaptığı görüşmede, 'İsrail’in Gazze’ye saldırılarının bölgedeki gerilimi artırdığını belirterek, "İsrail’in eylemleri Nazileri hatırlatıyor' dedi.
İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron telefonda görüştü. İran Cumhurbaşkanlığı Ofisi tarafından yapılan açıklamada, görüşmede Filistin’deki insani durumun ele alındığı ve Cumhurbaşkanı Reisi’nin İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ve savaş suçlarının engellenmesi gerektiğini söylediği aktarıldı.
İSRAİL'İN EYLEMLERİ NAZİLERİ HATIRLATIYOR
Görüşmede Reisi'nin, Macron'a "İsrail’in Gazze’ye saldırılarının bölgedeki gerilimi artırdığını belirterek, "İsrail’in eylemleri Nazileri hatırlatıyor" dediği öğrenildi.
SİVİLLERİ FOSFOR BOMBALARIYLA HEDEF ALDILAR
Reisi, İsrail’in Gazze’de kadın ve çocukları hedef alarak savaş suçu işlediğini belirterek, "70 yıldır Filistinlileri hedef alan siyonist rejim bir kez daha tüm uluslararası anlaşmaları ihlal ederek kuşatma altında olan Gazze halkının suyunu, elektriğini ve yakıtını keserek en temel insani ihtiyaçların ulaşımını engelliyor. Sivilleri fosfor bombaları ile hedef alarak savaş suçu işliyor" ifadelerini kullandı.
TÜM DÜNYA BU CİNAYETLERİN KARŞISINDA
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının bölgedeki gerilimi artırdığını belirten Reisi, "İsrail’in eylemleri Nazileri hatırlatıyor. Siyonist İsrail rejimi aldığı yenilgiyi telafi etmek adına savaş suçu işlemeye devam ediyor ve bu durum bölgedeki olayları büyütecektir. Acil bir şekilde İsrail, Gazze’de sivil yerleşim alanlarına yönelik saldırıları durdurmalıdır. Gazze halkının yerinden edilerek göçe zorlanmasının ne gerçeklik yanı var ne de uluslararası hukuka uygunluğu. Filistinli direniş grupları ve tüm dünya bu cinayetler karşısında duracaktır" dedi.
“Aksa Operasyonu İsrail’in Yıllardır Devam Eden İşgal ve Cinayetlerine Doğal Bir Tepkiydi"
Hamas'ın siyasi liderlerinden Halid Meşal, Habertürk'ten Mehmet AKif Ersoy'ın sorularını yanıtladı.
İşte çok kritik röportajdan öne çıkanlar;
7 Ekim'de Kassam Tugayları tarafından İsrail tarafına harekat gerçekleşti. Bu operasyon gerçekleştiğinde öncelikle bilginiz var mıydı?
Öncelikle size ve Türkiye'dekilere hoş geldiniz diyorum. Saha ile ilgili bilgiler ihtisasa göre dağılır. Askeri direniş tugayları vardır. Saha ile ilgili planları onlar alırlar. Siyasi kararları ise bizim yönetimimize bağlıdır. 7 Ekim'de olanlar sahada olanlar ile ilgiliydi. Hamas hareketinin genel stratejiisi dahilindeydi. İşgalden kurtarmaya yönelik bir adımdı.
Operasyon haberi size geldiğinizde ne yapıyordunuz?
Tek başımaydım sabah namazından çıkmıştım. Haber geldi ve televizyonlar paylaştı, biz de bu şekilde haberdar olduk. İlk başta kimin gerçekleştirdiğini bilmiyorduk sonrasında detayları biz de öğrendik. Sonrasında da Hamas üyeleri toplantıya çağrıldı.
Bu operasyonu televizyondan öğrendiniz öyle mi?
Evet öyle öğrendik. Tabii bu büyük bir olay. Takip etmekteyiz, gurur da duyuyoruz, iftihar da ediyoruz.
Olay yeni başlamadı, olay 1948'den beri başladı. İşgaldi tüm olanlar.
Haberi aldığınızda toplantı olunca neler konuşuldu?
İftihar ettim, evet iftihar ettim. Askeri kollarla gurur duyduk.
İstişare yapıldı mı?
Kesinlike herkesin mutabık olduğu bir adımdı.
Bu adım İsrail'in cinayetlerine doğal gelen bir tepkiydi. Olan olay doğal bir refleksti, Gazza hakı tarafından İsrail'in birikmiş tepkilerine karşı birikmiş bir tepkiydi. İsrail Mescid-i Aksa'nın içindeydi.
Sivilleri öldürdünüz ve bütün dünya terör eylemi gerçekleştirdiğinizi söylüyor. Neden festivallere gelen farklı uyruklardaki 30'dan fazla ülkeden insanları öldürdünüz?
Kassam Tugayları askeri inanışı şudur: İşgali bu topraklardan defedene kadar savaşmak. Bununla alakalı bir hazırlık vardı. Gazze bölümüne saldırı ile başladı bu harekat. Gördük ki İsrail yenilmez en güçlü ordu diyordu. Birkaç saat içinde yenilince biz de şaşırdık. Kassam harekate içeri girdiler birkaç saat içerisinde alana girdiler. Yaşlılar kadınları çocukları öldürmeyin bunlar dini öğretilerdir.
Ama öldürdüler...
Hayır öldürmediler. Savaş sırasnda bu tür durumlar olur. İsrail de demiyor muydu? Yanlışlıkla askerimizi öldürdük.
Kassam Tugayları'nın altında bir şey vardı Mescid-i Aksa'yı korumak, hapishanedekileri özgürleştirmek, topraklarımıza kavuşmak.
Bizim tarafımızdan kasıtlı sivil öldürdüğümüz olmamıştır. Ancak İsrail her yerde katliamlar yapıyor. İsrail sivilleri öldürmeye meyilli bir oluşumdur.
Karşıda her teknolojiye sahip ABD var. Çok fazla sivil öldürdü, Batı bunu unutuyor ve karşıdakinin kasıtsız yanlışlıklarına odaklanıyor. Fakat İsraillilerin öldürdükleri de var. Bir esiri düşmana kaptırırsanız o kişiyi de öldürün inanışı İsraillilerde var.
İnsanlar diyor ki Hamas bugüne kadar İsrail'e benzemiyordu ama artık öldürdü diyor. Siz öldürünce İsrail'e benzediniz mi?
Hayır, büyük fark var. Bizler bu vatanın sahipleriyiz. Yabancı işgalci ile halkı bir tutamazsınız. Dışardan düşman gelince asker de öldürse sivil de öldürse düşman. Ülkeme gelen herkes düşmandır, suçludur. Ben bu toprakların sahibiyim.
Hamas'ı şeytanlaştırmak istiyorlar, Filistin'i şeytanlaştırmak istiyorlar. Batı ABD çifte standart yaptıkları için, iki yüzlülük yaptıkları için İsrail'e istediklerini sunmaya çalışıyorlar. İsrail'e neden füzeler veriyorlar? Camileri, hastaneleri yıkmak için, Filistinli insanların üstüne atmak için.
Rehineler ile ilgili teslim etme imkanı var mı?
İşgalci askerlerden bahsediyoruz. Başka ülkelerin vatandaşlığına sahip insanlar var diyorlar. Bu ülkenin vatandaşlıkları var, başka ülkenin ordusunda hizmet eden, başka ülkenin vatandaşını öldüren birine neden vatandaşlık veriyorsunuz? Beni alakadar etmez vatandaşlığı.
Farklı uyruğa sahip askerlerden bahsediyoruz değil mi?
ABD vatandaşı olanlar var diyorlar ben bunların kimliğini bilmiyorum, bunu incelemek gerekir.
Hamas ile Mossad arasında işbirliği iddiaları var. Kendi güvenliklerini koruyorlar, diyorlar ki Hamas nasıl girebildi?
Hamas 1987'de çıktı. Büyüyünce, cesareti ortaya çıkınca tarihe geçince onlar idrak ettiler.
Yenilgiye alışanlar zaferin hayalini bile kuramaz. İsrail gerçekte yenilmedi anlaştı diyorlar, Bunlar İsrail'in yenilgisine bahane bulmak için. İsrailliler öyle efsaneler kurdu ki, girdiği her savaşta kazanır sanılıyor. İsrail kendini yenilmez bir güç olarak göstermek istiyor. Ancak tarih bize gösteriyor ki tarih işgalcilerin yenilgisini gösterir.
Neden bu zaman?
Bunun kıvılcımı İsrail'in son politikalarıydı. 7 Ekim ateşinin sebebi şuydu: İsrail ateşle oynadı. Birisi ateşle oynuyor.
İsrail ordusu hükümet radikal gruplar ve yerleşimciler bir grup olup İsrail'in ajandasını gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Gazze'deki kardeşlerimiz Mescid-i Aksa'nın tehlikede olduğunu gördüler. Dolayısıyla Kassam Tugayları da bu adımı gerçekleştirdi. Özetle size söylüyorum: Filistin halkının yaptığı bütün şeyler işgal nedeniyledir. Başka nedenler de var haksızlıklar, tutuklamalar, saldırılar. Filistin halkımız inannçlı, mümin bir halk.
Siz bilginiz olmadığını söylediniz. Peki İran veya Hizbullah veya başka bir ülkenin haberi var mı?
Kesinlikle net şekilde cevaplayayım. Alınan kararlar tamamen Filistin'de alınmış kararlardır, Hamas'ın kararıdır. Bölgedeki ülkelerin saldırıdan haberi yoktu.
Hizbullah'tan destek bekliyor musunuz?
Filistin sadece Filistinlilerin vatanı değildir. Burası mukaddes bir topraktır. Üç dini başkentten birisidir Mescid-i Aksa. Müsümanların ilk kıblesidir.
Bu harekattan sonra sizce dünyanın Hamas'a bakışı değişti mi? Hamas'ın imajı zarar gördü mü?
Nasıl bir zarar? 7 Ekim'den önce ABD terör listesine eklemişti, Avrupa da öncesinde eklemişti. Daha önce ne yaptı Hamas? Kimlerle savaşıyor? İşgalcilerle. Uluslarası hukuka göre Hamas hak sahibi, Filistin halkı hak sahibi. Fakat tüm bunlara rağmen dünya bize karşı durup, İsrail'in yanında duruyor.
93'ten önce Yaser Arafat terörist biriydi onlar için. Sonra ne oldu? Barış elçisi ilan ettiler. Biz ne kazandı? Peki sonra Arafat'a naptılar? Öldürdüler. Dünya ne yapacak diye sormayın. Dünya sadece güce saygı duyuyor.
Kara harekatı başlarsa Hamas neler yapar?
İsrail şu an Gazze'deki sivil halkımızdan yenildiği için intikam alıyor. Korkak düşman ancak sivillerden intikam alır. Gazze'yi halkından tahliye etmeye çalışıyorlar ki bu bir soykırımdır. Sanıyorlar ki bu Hamas'ı zayıflatacak, halkımızı zayıflatacak.
Vietnam'da 3.5 milyon kişi öldü. Cezayir'de soykırım yaptılar. Ne oldu? Cezayir kazandı, Vietnam kazandı.
1500 şehidimiz var, 500'ü çocuk. Sivillere karşı işlenen cinayetlere karşı dünya durmalıdır. Türkiye'ye saygım büyük. Türkiye İsrail'in cinayetlerine dur demeli. Elektrik ve suyun kesilmesine dur demeli. Gazze halkı oradan göçmeyecek. Ne olursa olsun. Türkiye'den ve İslam ülkelerinden bir İslam Zirvesi gerçekleştirmelerini bekliyoruz.
Fetih hareketi ile ilişkiniz ne yönde? Çözüm nedir? Siz iki ülkeli çözümü ve 1967 sınırın kbul ediyor musunuz?
Onlar kardeşlerimiz. Anlaşmadığımız konular var ancak işgalcilere karşı bir duruyoruz.
Bizim savaşımız yönetime değil işgalciyle. Bizler Filistinlilerin saflarını birleştirmekle yükümlüyüz. Filistin halkı çok fazla barış girişimine fırsat tanıdı. 1967 sınırlarını ve anlaşmasını asıl çiğneyen İsrail'dir. 1967 sınırı Arap ülkeleri arasında mutabakat sağlamak içindir. Filistin'in tamamı bizim hakkımız. Mülteciler dönerse 1967 kabul edilir. 2017'deki duruşumuz asıl duruşumuzla çelişmiyor.
Sizden önce İsrail Büyükelçisi Lillian ile röportaj gerçekleştirdim. İsrail Büyükelçisi Filistin'e çok yardım geldiğini ancak Hamas'ın değerlendirmediğini söyledi. Hamas neden elektrik ve suyu sağlamıyor çünkü bu yardımlar buna harcanmıyor dedi.
Üç şey söyleyeceğim. İlki, İsrail uluslararası camianın da rızasıyla temel ihtiyaçları Filistinlilere sadece ölmeyecekleri kadar veriyor. Onların sağlıklı hayat yaşamasına izin vermiyor. Tıpkı tutsak gibi. İsrail'in yaptığı Filistinlilerin ölmemesini sağlamaktır. Gelen yardımların tamamı o ülkelerin organizasyonunda gerçekleşiyor. Hamas bunu kontrol etmiyor. Hamas'a nakit olarak kimse parayı teslim etmiyor. Dünya da biliyor ki gelen yardımlar kendi organizasyonlarında gerçekleşiyor. İddia edilenin aksine ise Hamas, halkının yaşamını, şartlarını iyileştirdi. Üçüncü sözüm de şudur: Filistin halkının meselesi yeme içme değildir. Hürriyettir. Vatana dönmektir. Yerleşimcilere karşı koymak istiyorlar ve hedefimiz başkenti Kudüs olan ülkemizi kurmaktır.
İran Dışişleri Bakanı Hamas Lideri ile Bir Araya Geldi
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan cumartesi günü Doha'da Filistin İslami Direniş Hareketi Siyasi Büro Başkanı ile Doha ziyaretinde görüştü.
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan bu görüşmede, Filistin meselesinin daha önce olduğu gibi İslam dünyasının en önemli meselesi olduğuna dikkat çekerek "Filistin'e destek olmak dini, insani ve ahlaki bir sorumluluktur ve bugün her zamankinden daha fazla tüm Müslümanların, müminlerin ve özgür insanların Filistin'in ve onun mazlum milletinin yanında olması gerekmektedir." açıklamasında bulundu.
Emir Abdullahiyan ayrıca Filistin halkının Aksa Tufanı operasyonunun tasarlanması ve uygulanmasında kendiliğinden harekete geçtiğine de işaret ederek "Birçok düşünüre göre Aksa Tufanı operasyonu, bazılarının sandığının aksine Filistin'in canlı olduğunu ve bazı ülkelerdeki normalleşme sürecinin, Filistin halkının doğal, insani ve hukuki haklarını arama konusundaki güçlü iradesinde bir sorun teşkil etmeyeceğini gösterdi." diye kaydetti. Emir Abdullahiyan, İran İslam Cumhuriyeti'nin Filistin milletini destekleme konusunda ilke ve değerlerinden asla geri kalmayacağını da sözlerine ekledi.
Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniye de İslam İnkılabı Rehberi, cumhurbaşkanı ve İran halkına selamlarını ileterek, Filistin'e verdiği destekten dolayı İran İslam Cumhuriyeti'ne şükranlarını dile getirerek "İslam İşbirliği Teşkilatı'nın üst düzey yetkililerinin bir araya gelmesi çok önemli ve İslam dünyasının Filistin milletine güçlü desteğini görmeyi bekliyoruz." Heniye şunları da ekledi: "Siyonist düşman, onlarca yıldır mazlum Filistin halkına karşı pek çok suç işledi ve son aylarda Mescid-i Aksa'ya da birçok saygısızlıkta bulundu. Aksa Tufanı operasyonu da bu eylemlere ve saygısızlıklara karşı doğal bir tepkiydi."
Katar ve İran Siyonist Rejimin Filistin’deki Şiddetini Görüştü
Katar haber ajansı QNA'ya göre, Al Sani, resmi temaslarda bulunmak üzere Katar'a giden İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile başkent Doha'da bir araya geldi.
Görüşmede, iki ülke arasındaki ilişkiler ile bunların geliştirilmesinin yanı sıra Siyonist rejimin Filistin'deki şiddeti ele alındı.
Acilen ateşkes sağlanması, sivillerin korunması ve esirlerin serbest bırakılması için çalışmanın gerekliliğini vurgulayan Katar Dışişleri Bakanı, şiddet dalgasının daha geniş alana yayılmasının vahim sonuçları olacağını kaydetti.
İran Dışişleri Bakanlığının konuyla ilgili açıklamasına göre ise Emir Abdullahiyan, Al Sani ile görüşmesinde, Siyonist İsrail'in Filistinlilere yönelik savaş suçlarını sürdürmesi halinde, bölgedeki durumun mevcut haliyle kalacağını kimsenin garanti edemeyeceğini ifade etti.
Emir Abdullahiyan, “Önümüzdeki konu Gazze'de her gün Filistinli vatandaşların öldürülmesidir. Siyonist rejimin her gün yüzlerce Filistinliyi şehit etmesine tahammül edilemez ve bu savaş suçunun yanı sıra Gazze'ye yönelik insani ablukanın, su, gıda ve ilacın kesilmesinin de sona erdirilmesi gerekiyor” dedi.
Siyonist rejimin Gazze'de işlediği savaş suçlarına tahammül edilemeyeceğini belirten Abdullahiyan, ABD yönetiminin Siyonist rejime açık desteğini de eleştirdi.
İran ve Hizbullah’a tehdit: ABDne yapmaya çalışıyor?
Gazze’deki intikam savaşının Gazze’de kalması için Amerikan diplomasisi ve askeri aygıtları devrede. Üçüncü cephe ABD’yi istemediği bir zaman diliminde Orta Doğu’da çetrefilli bir sürece çekebilir. Rusya da ABD’nin, Irak işgalinden geri kalmayacak bir savaşa gömülmesini canı gönülden ister...
İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu'nun "Hamas’a verecekleri yanıtın Orta Doğu'yu değiştireceği"ne dair tehdidi neye işaret ediyor?
İsrail açısından Orta Doğu’nun değişmesi demek Gazze’nin haritadan silinmesi, buradaki Filistinlilerin Mısır tarafında Sina’ya sürülmesi; Batı Şeria’nın tamamen işgal ve ilhak edilmesi, buradakilerin de Ürdün’e itilmesi; Doğu Kudüs’te Filistinlilerin geri dönülemez şekilde silinmesi; Lübnan’da Hizbullah’ın dişlerinin sökülmesi; İran’ın kendi kabuğuna hapsedilmesi, mümkünse nükleer programıyla yerin dibine gömülmesi; Suriye’nin bir daha Golan’ı ağzına alamayacak duruma sokulması; bütün bunların üzerine bir de Arap ülkesiyle el sıkışıp Abraham Anlaşmaları’nın taçlandırılması...
Her biri kıyamet gününe birer davetiye.
Evvela Netanyahu’nun kendi paçasını kurtarması gerekiyor. Mısır istihbarat servisinin Aksa Tufanı’ndan 10 gün önce İsrail’i ‘büyük bir şeyin olacağı’ konusunda uyarmasına rağmen Hamas’ın savaşı İsrail’e taşıyan hazırlıklarının görülmemesi Netanyahu’nun ipini çekmeye kâfi. Bunun için X hesabından paylaştığı cehennemi görüntülere daha fazla ihtiyacı var.
İsrail yüzde 75’i zaten mülteci olan 2.3 milyon Filistinlinin “açık cezaevi” koşullarında yaşamaya mahkum ettiği Gazze’nin elektrik ve suyunu kesti. Yakıt ve gıda sevkiyatını durdurdu. Gazze’yi gece gündüz vuruyor. Buna mukabil Hamas’ın askeri kanadı İzzeddin el Kassam Tugayları yeni bir çizgi çekti: “Evlerinde olan halkımıza karşı uyarı yapılmadan gerçekleşen her saldırı karşısında elimizdeki sivil rehinelerden birini infaz edeceğiz.”
Ölü ya da diri hiçbir esirin geride bırakılmaması ilkesine bağlılığıyla bilinen İsrail ne kadar yıkıcı ve ölümcül olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. İsrail’e sızan Filistinli savaşçılarla çatışmaları bitirdikten sonra tankları bütün hışmıyla Gazze’ye sürmek istiyor. Darbelenen kibrini ve caydırıcılığını tamir için her tür acımasızlığa Batı’nın desteğini, dünyanın geri kalanının da sessizliğini garantilemiş gözüküyor. Hamas’a lanet yağmuru altında Avrupa Komisyonu da Filistin'e yardımları askıya aldı. ABD, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere liderleri ortak bir bildiriyle "İsrail'in kendisini bu tür mezalime karşı savunma çabalarını destekleyeceğiz" dedi. Zalim etiketi İsrail’den Filistin’e döndü!
Uluslararası alandan, İsrail’i kara harekâtından caydıracak herhangi bir baskı yok. Ancak bu hamle İsrail’e farklı yerlerden cepheler açılması riskini getiriyor. Cenin’de silahlarıyla Hamas’a destek gösterisi yapan Filistinlilere bakılırsa Batı Şeria’daki olası intifada İsrail’in enerjisini ve dikkatini dağıtabilir. Ki bunun önünü almak için yerleşimler arasına demir kelepçelerini geçirmeye başladı.
En önemlisi Lübnan’ın güneyinden cephe açılması ihtimali. Hizbullah’ın hangi koşullarda çatışmalara dahil olacağı bilinmese de kara harekâtı kırmızı çizgi gibi duruyor. Sınırdan sızma denemeleri ve karşılıklı salvolarla taraflar birbirini test ediyor. Bu atışmalar şimdilik Hizbullah ve İslami Cihad’dan birkaç savaşçının yaşamına mal olurken İsrail tarafında da yaralanmalar oldu.
İsrail, Hizbullah’a şunu söylüyor: “Lübnan'dan bize karşı her türlü eylemden doğrudan siz sorumlusunuz. Bilginiz olsun veya olmasın Filistinlilerin Lübnan'dan gerçekleştirdiği her türlü faaliyetten de siz sorumlusunuz."
Tarafsız olmadığını deklare eden Hizbullah da “Düşman kırmızı çizgilerimizi biliyor” diyor. Kuvvetle muhtemel ki Lübnan’a saldırı ve Gazze’ye kara harekâtı kırmızı çizgilerin başında geliyor.
Bu noktada da ABD devreye giriyor. Başkan Joe Biden, İsrail’in arkasında dururken önceliği üçüncü tarafların Yahudi devletine cephe açmasını önlemeye vermiş gözüküyor. Netanyahu ile ikinci telefon görüşmesinde Gazze’deki rehinelerin durumunu gündeme getirdi. Kayıplar ve rehineler arasında Amerikan vatandaşı Yahudiler de var. İsrail lideri ise “Gazze’ye girmeliyiz, bu aşamada pazarlık yapmayacağız. Orta Doğu’da zayıflık gösteremeyiz” yanıtını veriyor. Dün üçüncü görüşme oldu. Amerikalı kaynaklar bu aşamada İsrail’e kendisini tutmasının telkin edilmediğini söylese de Biden’ın yine rehinelere ve üçüncü tarafların çatışmaya karışması ihtimaline ağırlık verdiği anlaşılıyor.
Diğer taraftan Amerikan Kongresi’nde 7 Ekim ile 11 Eylül arasında kıyaslamalar yapanlar, ölen 900 İsraillinin 20 bin Amerikalıyla eşdeğer olduğunu söyleyenler, ABD’nin 2001’de teröre karşı nasıl uluslararası koalisyon kurduysa şimdi de bunu İsrail için yapması gerektiğini savunanların sesi patlıyor. Amerikalı kayıplar ve rehineler de işi kızıştırıyor.
İsrail’i her koşulda savunmak ile Orta Doğu’da büyük bir savaşın içine çekilmekten kaçınmak arasında sıkışan Biden yönetimi olası senaryolara göre kendi pozisyonunu şekillendirmeye çalışıyor. Yaptığı ilk şey bölgeye uçak gemisini göndermek oldu. Amerikan medyasına sızan bilgilere göre Washington ilgili başkentlere uçak gemisinin çatışmalara karışmak değil caydırıcılık amacı taşıdığı mesajını iletti. Anlaşılacağı üzere mesajın doğrudan adresi İran ve Hizbullah. ABD Genelkurmay Başkanı General Charles Brown pazartesi günü bir grup Batılı gazeteciye niyetlerini şöyle izah etmiş: "Güç pozisyonumuz sadece İsrail'i desteklemek için değil, aynı zamanda çatışmada Hamas'ı desteklemeye karar verebilecek diğer oluşumları da caydırmak içindir."
NBC News’e konuşan bir yetkili de uçak gemisinin hedefinin İran ve Hizbullah olduğunu vurgulamış. Ve nihayetinde dün Biden uyarıyı bir tık yukarı çekti: "Tekrar söylüyorum, herhangi bir ülke, herhangi bir kuruluş, bu durumdan faydalanmayı düşünen herkese tek bir sözüm var: Sakın, sakın."
Son birkaç günlük çabaya dair bir iki şey daha aktarayım: Bugünlerde Beyrut’taki en büyük nefret öznesi sayılan Amerikan Büyükelçisi Dorothy Shea, Başbakan Necip Mikati’yi arayarak güney sınırlarının sıkı sıkıya kontrol altında tutulmasını istedi. Ayrıca Amerikalı istihbarat yetkilileri benzer mesajları Kamu Güvenliği (istihbarat) Direktörü Tümgeneral Elias el Bisari’ye iletti.
Fransa, Almanya ve İspanya da bazı Arap ülkelerinden Hizbullah’ı dizginlemek için devreye girmelerini istedi. Bir taraftan Dürzi lider Velid Canbolat gibi Batı ve Körfez blokuyla iyi geçinen Lübnanlı aktörler de Hizbullah’a tembih üzerinde tembihte bulunuyor.
Peki bu çabalar sonuç vermiş mi? Göreceli olarak evet ya da hayır. Lübnan Dışişleri Bakanı Abdallah Buhabib’a göre Hizbullah, İsrail'in Lübnan'a saldırıda bulunmaması halinde savaşa müdahil olmayacağı güvencesini vermiş. Yine de ne olacağını kimse bilemiyor.
Hizbullah çatışmaya girer de Amerikalılar buna karşılık verirse diye sağlama alınması gereken zincirleme başka cepheler var. Suriye, Irak ve Yemen’de ‘direniş ekseni’ndeki güçler de bölgedeki Amerikan çıkarlarını hedef alabilir. Bu senaryoyu bertaraf etmek için de ön almaya çalışıyorlar. Suriye, Irak ve Yemen’deki aktörlere bazı Arap ülkeleri üzerinden “Sakın ha” diye mesajlar ulaştırıldı. İddiaya göre Arapların Şam’la ilişkilerinin önünü açan BAE, Suriye liderliğine telkinlerde bulundu.
Son dönemlerde ABD ile İran arasında yürütülen gizli diplomasi sayesinde Irak ve Suriye’de Amerikan güçlerine yönelik saldırılar kesildi. Şimdi Irak’ta Haşd el Şaabi içindeki Bedir Örgütü’nün lideri Hadi el Amiri “İsrail ile Filistin arasındaki savaşa karışırsa Irak’taki Amerikan varlıklarını hedef alacağız” diye tehdit savurdu.
Bu arada İran’ı köşeye sıkıştırmak için Wall Street Journal üzerinden bir haber servis edildi. İddiaya göre saldırı planlaması Beyrut’ta Kudüs Gücü, Hizbullah, Hamas ve İslami Cihad liderlerinin katıldığı toplantılarda yapıldı. Bu toplantılardan ikisinde Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan da yer aldı. İranlı yetkililer saldırıya yeşil ışığı 2 Ekim’deki toplantıda verdi. Mossad ve CIA’in köreldiği düğümü Wall Street Journal çözmüş! Bu haberin tutarsızlığına dair bir sürü tespit var. Bunun detaylarına girmeyeceğim. İran bunu her kademede yapılan açıklamalarla reddetti. Dini lider Ali Hamaney 10 Ekim’deki konuşmasında İran’ın Aksa Tufanı’na dahil olmadığını, bunun Filistinlilerin kendi karar ve eylemi olduğunu vurguladı. Tabii Filistinli örgütlere desteklerini de yineledi. İran Dışişleri Sözcüsü Nasır Kenani İran’a karşı aptalca bir hareketin yıkıcı yanıtları olacağı uyarısında bulundu. Tabii ki İran “Evet biz işin içindeyiz” diyerek kendisine yönelecek saldırılara gerekçe sunacak değil! İran’ın Hamas, İslami Cihad ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi’ne desteği aşikâr. İran’ın şu şekilde hedefe konulması başka cepheler açılmasını önleme amacı taşıyor sanki. Elbette İsrail’in yıllardır ABD’yi de sürüklemek istediği büyük bir savaş var, orası ayrı. Fakat şu aşamada karşı cephe de medya üzerinden yürütülen savaşı resmi demeçlere taşımaktan kaçınıyor. 9 Ekim’de İsrail Ordu Sözcüsü Daniel Hagari, İran’ın dahil olduğuna dair işaret bulunmadığını açıkladı. Buna paralel olarak ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken “İran'ın bu saldırıyı yönlendirdiğine ya da arkasında olduğuna dair henüz bir kanıt görmedik, ancak kesinlikle uzun bir ilişki var” dedi. Benzer bir açıklama Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Konseyi Sözcüsü John Kirby’den geldi.
ABD, İsrail’e kalkan olup İran ve vekillerini uzak tutmaya odaklanırken bir yandan da Arapları İsrail’le kucaklaştıran normalleşme sürecini uçurumdan çekmeye çalışıyor. Suudi-İsrail yakınlaşmasının bozulmaması için Riyad’ı yakın planda tutuyorlar. İran Genelkurmay Başkanı Muhammed Bagari’ye göre Hamas operasyonu Araplarla normalleşme girişimlerinin İsrail’i çöküşten kurtaramayacağını ispatladı. Bu da başka bir yazı konusu.
Özetlersek Gazze’deki intikam savaşının Gazze’de kalması için Amerikan diplomasisi ve askeri aygıtları devrede. Üçüncü cephe ABD’yi istemediği bir zaman diliminde Orta Doğu’da çetrefilli bir sürece çekebilir. Rusya da ABD’nin, Irak işgalinden geri kalmayacak bir savaşa gömülmesini canı gönülden ister.
Fehim Taştekin gazeteduvar
Imam Hamanei: Siyonistler Gazzelileri katliam etmekle daha ağır tokat yiyecekler
Takva ve Büyük Günahlar
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinden, Resul-i Ekrem'in (s.a.a) ve Ehl-i Beyti'nin hadislerinden anlaşıldığı gibi insanın kurtuluşuna vesile olacak şey 'takva'dır. Takva lügatta korunmak ve sakınmak anlamına gelir.
Şer'i açıdan takva bir insanın ahiretine zarar veren her şeyden sakınması ve Allah-u Teala'dan korkarak onun emir ve nehiylerine karşı gelmekten çekinmesidir. İmam Cafer-i Sadık (a.s) takvanın anlamı sorulunca şöyle buyurdu: Takva Allah'ın emir ettiği her yerde hazır olman ve nehyetiği yerden uzak durmandır. (Sefinet-ül Bihar, c.2, s.678)
Görüldüğü gibi takvanın iki yönü vardır. Birinci yönü Allah-u Teala'nın bütün emirlerini yerine getirmektir. İkinci yönü ise Allah-u Teala'nın haram kıldığı her şeyden kaçınmaktır.
Kur'anı Kerim takva hakkında şöyle buyurmaktadır:
Takvalı olanları kurtuluşa erdiririz.(Meryem, 72)
İman edip takvalı olanlara dünya ve ahirette müjde vardır. (Yunus, 63-64)
Allah takvalı olanlarla birliktedir. (Nahl, 128)
Allah sadece takvalı olanların amellerini kabul eder. (Maide, 27)
Allah takvalı olanları sever. (Al-i İmran, 76)
Sizin Allah katında en değerli olanınız, en çok takvalı olanınızdır. (Hucurat, 13).
Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: Kendi akrabalarına buyurdu ki Demeyin ki Muhammed bizdendir, Allah onun sebebine bizi bağışlar; Allah'a andolsun ki benim dostlarım sizin ve başkalarının içerisinden ancak takvalı olanlardır.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: Takva dinde doğruluğun ve sağlamlığın anahtarıdır. Ahiret için birikimdir. Her kötü huydan ve her felaketten uzaklaşmanın vesilesidir.
İşte görüldüğü gibi takva bu kadar önemlidir.
Evet takva iki bölümden oluşmuştur. Farzları yerine getirmek ve günahlardan uzak durmak takvanın ikinci bölümü birinci bölümünden önce gelir. Zira günahlarla yapılan hayır ameller insanları manevi yönde ilerletmez. Zira Allah takvalılardan ve Allah'tan korkup günahlardan sakınanlardan amellerini kabul buyurur. Eğer günah olmazsa az ameller insana faydalı olur; onu manevi açıdan yüceltir, ilerletir. Ama günahla birlikte çok amelin bile faydası yoktur.
Öte yandan bir çok büyük günahlar, insanın yaptığı hayırları batıl ve yok eder.
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyuruyor: Haram bir lokmayı yemekten sakınmak iki bin sünnet namaz kılmaktan daha sevimlidir Allah katında.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: Bir dirhemi kendi sahibine geri çevirip onun rızası olmadan yememek, Allah katında yetmiş kabul olmuş hacca eşittir.
Bir diğer hadiste ise şöyle buyurmuştur: Haset etmek, aynı ateş odunu yakıp kül ettiği gibi imanı yakıp kül eder.
Resul-i Ekrem (s.a.a) buyurdu: Kim Subhanallah zikrini söylerse, Allah cennette onun için ağaç diker. Kureyş'ten birisi Ya Resulallah dedi, o zaman bizim cennette ağacımız bol olur. Cevabında Resul-i Ekrem buyurdu ki: Fakat kendi elinizle bu dünyadan bir ateş gönderip de onları yakmaya çalışmayın. Yani yaptığımız günahlar, cennette kazandıklarınızı kaybetmemize sebep olur.
Yine Resul-i Ekrem'den (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: Allah'ın bir meleği her gece Beyt-ül Mukaddes'in üzerinde şöyle seslenir: Kim haram yerse, Allah farz ve müstehap hiçbir amelini kabul etmez.
Yine şöyle buyuruyor: Eğer zayıflıktan yere çakılmış kazıklar gibi oluncaya dek namaz kılıp yontulmuş çubuklar şekline dönüşünceye kadar oruç tutsanız, sizi günahtan alıkoyacak takvaya sahip olmadığınız müddetçe Allah sizden kabul buyurmaz.
Yine buyurmuştur ki: Dinin aslı günahtan kaçınmaktır; günahtan kaçının, o zaman insanların en abidi sayılırsınız.
Hendek Savaşı
Hendek Savaşı veya Ahzab Savaşı
(Arapça: (غزوة الخندق، أو غزوة الأحزاب; Hicretin beşinci yılında meydana gelen ve Hz. Peygamber Efendimizin (s.a.a) gazvelerinden biridir. Tarihçilerin geneli, Hendek savaşının hicretin beşinci yılında meydana geldiğini yazmışlardır. Bazı kaynaklarda Şevval ayıve diğer bazı kaynaklarda ise, Zilkade ayında gerçekleştiği zikredilmiştir. Bir rivayette de Allah Resulü'nün (s.a.a) Hendek savaşı için Şevval ayının onu Perşembe günü hareket ettiği ve Zilkade ayının biri cumartesi günü bu savaşı sona erdirdiği nakledilmiştir.
Bu savaş Ben-i Nadir kabilesinin komplosuyla başlamıştır. Kureyş kabilesi de Arap ve Yahudi bütün müttefikleri ile birleşerek, İslam’ı ortadan kaldırmak için anlaşmışlardır. Müşriklerin ordusu on bin kişi ve Müslümanların ordusu ise, üç bin kişiden oluşmaktaydı. Savaş olması durumunda ne Hz. Peygamber (s.a.a) ile ve ne de onun aleyhine olacaklara dair taahhütte bulunan Ben-i Kurayza kabilesi de (Medine’de sükûnet eden) ahitlerini bozarak müşriklerle müttefik oldular. Müşriklere karşı nasıl savunma yapılacağı hakkında ashabıyla istişare eden Allah Resulü (s.a.a), Salman Farisi’nin önerisini kabul etti ve Medine’nin etrafına hendek kazıldı. Hendek savaşı Müslümanların zaferi ve Müşriklerin geri çekilmesiyle sonuçlandı.
Cesareti dillere destan olan Amr b. Abdived beraberindeki birkaç kişi ile hendeği aştı ve sonra savaşmak için kendisine mübariz (rakip savaşçı) talep etti. Onunla savaşmaya korkanlar, sessizliğe büründü. İmam Ali (a.s) onunla savaşmaya talip oldu ve Allah Resulünden (s.a.a) izin aldıktan sonra meydana giderek, Amr’ı öldürdü. Hz. Ali’nin (a.s) Amr’ı öldürmesi, İslam’ın zafere ulaşmasında ve müşriklerin de yenilmesinde çok etkili olmuştu. Bundan dolayı Hz. Resul-ü Kibriya Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: ضربة علی یوم الخندق افضل من عبادة الثقلین ; “Ali'nin (a.s) Hendek günü bir kılıç darbesi, insanların ve cinlerin bütün ibadetlerinden daha üstündür.”
Nasrullah: ABD, Güvenlik Konseyi'nde İsrail'in Cinayetlerinin Kınanmasını Engelliyor
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Hizbullah komutanlarından Mustafa Badreddin'in 7. şehadet yıldönümü münasebetiyle bir konuşma yaptı.
Seyyid Hasan Nasrullah, konuşmasının başında Siyonist Rejim'in hapishanelerinde tutuklu bulunan Filistinli Şeyh Hıdır Adnan'ın yanı sıra Filistin İslami Cihad komutanlarının şehit edilmesinden dolayı başsağlığı dileğinde bulundu.
Nasrullah, Gazze Şeridi'ndeki mevcut savaşın başlatıcısının Siyonist rejim olduğunu belirterek, "Maalesef uluslararası toplumun sessizliğine tanık oluyoruz. ABD, Gazze'de çocuk ve kadınları öldürmesi nedeniyle Siyonist Rejimin BM Güvenlik Konseyi'nde kınanmasını engelliyor" dedi.
Seyyid Hasan Nasrullah, Netanyahu'nun caydırıcılığı canlandırmak ve yeniden tesis etmek ve iç krizden kaçmak, hükümet koalisyonunun çöküşünü çözmek ve siyasi ve seçim konumunu iyileştirmek istediğini ifade etti.
Nasrullah, "Netanyahu'nun İslami Cihad Hareketi'ni hedef alıp diğer Filistinli grupları ayırmak ve direniş güçleri arasında fitne çıkarmak için yaptığı hesapları başarısız kaldı. İşgalciler, Kudüs Tugayları'nın liderlik altyapısını ve komutanlarını hedef alarak füze gücünü yok etmeye çalışıyor." dedi.
Nasrullah, "Netanyahu, bu planla İslami Cihad Hareketi'nin askeri komutasının dağılacağını ve Gazze'ye karşı caydırıcı gücünün yeniden sağlanacağını düşündü. İslami Cihad lideri, hareketin askeri kolunun komutanlarının şehit edilmesinden sonra öngörü ve soğukkanlılıkla davrandı ve birleşik bir tutum benimsemek için El-Kassam Tugayları komutanları ile istişare yaptı. Düşman, İslami Cihad'ın tepkisini beklerken, direniş gruplarının komutası sakin davrandı ve bu, düşmanı şaşırttı." ifadelerinde bulundu.
Konuşmasının devamında Suriye'deki gelişmelere dikkat çeken Nasrullah, "Suriye yerinde kaldı ne tutumu ne de ekseni değişmedi. Suriye'nin Arap Birliği'ne dönüşü ve Devlet Başkanı Esad'ın Arap Zirvesi'ne davet edilmesi önemli bir işarettir." diye kaydetti.
Nasrullah, İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi'nin Suriye ziyaretinin İran ve Suriye'nin farklı alanlarda stratejik ilişkilere sahip olduğunu gösterdiğini belirtti.
ABD'nin Suriye petrolü ve gazını çaldığını ve yaptırımlar ile Sezar yasasında ısrar ettiğini belirten Nasrullah, "Suriye'deki zor zamanlar geride kaldı ve Lübnan'ın Suriye ile ilişkilerinin yeniden kurulması arzu edilir çünkü bu ilişkiler Lübnan'ın çıkarınadır" ifadelerinde bulundu./mehr
Tahran-Riyad Anlaşması Tel Aviv’le Normalleşme Sürecini Nasıl Etkiledi?
"Abraham Anlaşması, eski ABD Başkanı Donald Trump hükümetinin Siyonistler adına uyguladığı bir projedir. Trump hükümetinin bu proje aracılığıyla Arap ülkeleri-Siyonist İsrail normalleşmesinde yeni bir süreç başlatmaya çalıştı. Bu proje, Trump yönetiminin "iki devlet" çözümünü rafa kaldıran "Yüzyılın Anlaşması" planının bir parçasıydı.
"Yüzyılın Anlaşması" ya da "Yahudi Halk Devleti" planında, İsrail ile normalleşme Filistin sorununun çözümünde bir ön şart olarak yer alıyor.
Tel Aviv'le yeni normalleşme sürecinde Suudi Arabistan, Abraham Anlaşması'nın en önemli ülkesidir.
Birleşik Arap Emirlikleri'nin yanı sıra Bahreyn, Sudan ve Fas yeni süreçte Siyonist Rejimle resmi ilişkilerine başlamış olsa da Suudi Arabistan bu gruba girmedi. Birçok analiste göre, Siyonist İsrail ile gizli ilişkileri olan Suudi Arabistan'ın yeni süreçte bir Arap ve İslam ülkesi olarak Tel Aviv ile normalleşmeye girmemesi halinde ilk 4 ülkeden sonra İsrail ile ilişkilerini normalleştirmesi bekleniyordu.
Suudi Arabistan'ın hava sahasını Siyonist İsrail'e ait yolcu uçaklarına açmasına ve Suudi havalimanlarından işgal altındaki bölgelere uçuşlar gerçekleştirmesine rağmen, Tel Aviv ile Riyad arasındaki ilişkiler henüz normalleşmedi.
İran-Suudi Arabistan Anlaşması
Son dönemlerde Suudi Arabistan'ın İsrail ile normalleşme yolunda olduğunu bildiren Batı'nın bölgedeki müttefik ülkelerine ait medya grupları Suudi Arabistan Krallığı ile Muhammed bin Salman tarafından her an Siyonist İsrail ile bir normalleşme anlaşması imzalanabileceğini vaat ediyordu. Böyle bir durumda, aniden Çin'in arabuluculuğunda Suudi Arabistan ile İran İslam Cumhuriyeti'nin bir anlaşması ve bu çerçevede diplomatik ilişkilerini yeniden başlatması herkesi şaşırttı. Tahran-Riyad Anlaşması'nın akla getirdiği ilk spekülasyon, Suudi Arabistan'ın izlediği yoldan saparak bölgede yeni ittifaklara yöneldiği oldu.
Bu görüşten Suudi Arabistan'ın bölgesel politikasının değiştiği ve Riyad’ın ABD karşıtı akımına yönelmesiyle birlikte "Siyonistlerle ilişkileri normalleştirme" planının çıkmaza girdiği sonucunu çıkarabiliriz. Ancak şu soru akıllara gelir: Bu spekülasyonun kökleri bölgenin gerçekleri ve Suudi Arabistan'ın mevcut yaklaşımına dayanıyor mu?
Suudi Arabistan'ın İran'la Diplomatik İlişkileri Yeniden Kurma Hedefi
Suudi Arabistan’ın bölgede karşı karşıya olduğu durum nedeniyle İran'la ilişkilere ihtiyacı var. Yemen savaşının batağına saplanan Suudi Arabistan, bu savaşı kendi lehine çevirecek güce sahip değil. Bu savaş bir yandan Suudi Arabistan'a pahalıya mal olurken diğer yandan ülkenin otorite ve itibarını zedelemiştir. Bu yüzden İran'ın bölgedeki rolünü dikkate almadan Yemen krizini çözmenin mümkün olmadığını anlayan Riyad yönetimi Tahran’la yakınlaşmaya yönelmiştir.
Öte yandan Riyad, Suriye, Irak ve Lübnan krizi gibi diğer bölgesel meselelerde Batı’nın safında yer almıştı. Batı'nın bu ülkelerle ilgili planları başarısız olması Suudi Arabistan’ın pratikte yalnız kalmasına yol açmıştı. Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ın bu durumdan çıkabilmesi için İran liderliğindeki Direniş Ekseniyle uzlaşmaya ihtiyacı vardı. Suriye ve Irak'ta yaşanan krizlerden ders alan Suudi Arabistan Batı'nın tek taraflılığına karşı bölgede ortaklarını çeşitlendirmesi gerektiği sonucuna vardı.
Kral Selman Döneminde Suudi Arabistan'ın Bölgesel Yaklaşımı
Suudi Arabistan'da Kral Abdullah’ın ölümünün ardından iktidarın Selman bin Abdülaziz’e geçmesi, Riyad yönetiminin bölgeye yönelik yaklaşımını değiştirmedi. Ancak Muhammed bin Selman’ın veliaht seçilmesiyle birlikte ülkenin bölge politikası değişime uğradı. Uzun yıllardır ABD'de bulunan, Amerikan ve Siyonist lobilerle temas halinde olan Muhammed bin Selman, Suudi Arabistan'da ciddi bir değişim arıyordu. Bin Selman’ın yeni Suudi Arabistan'ı modern, batılı ve laik bir ülke olacak. Muhammed bin Selman’ın attığı adımlar bu değişikliği doğruluyor.
Ülkedeki yeni reformlar, ABD’nin yeşil ışığı ve Batı'nın ön koşullarıyla uygulanmaktadır. Ancak Suudi Arabistan yöneticilerinin geleneksel görüşlerinin ne zaman rafa kaldırılacağı henüz belli değil. Görünüşe göre bu konu kısa sürede kamuya açıklanmayacak.
Suudi Arabistan ile İran arasında imzalanan anlaşmanın ardından Riyad-Tel Aviv normalleşmesi konusunun çıkmaz girdiği gözüküyor ve şimdiki durumda bunun gerçekleşip gerçekleşmeyeceği bile belli değil.
Ayrıca Muhammed bin Selman bu konuda çeşitli engellerle karşı karşıyadır. Bu engeller şöyle: Vehhabi dini çevreler ile Suudi toplumunun Tel Aviv’le normalleşmeye karşı çıkması, normalleşmenin resmi açıklanmasının ardından ABD'nin desteğine olan güvensizlik, İslam ülkelerinin tepkisi, normalleşmenin Riyad’ın önceki Filistin yaklaşımıyla uyuşmaması ve çatışma endişesi.
Bunlar, Suudi Arabistan'ın Tel Aviv’le normalleşmesini erteleyen konulardır
Bazı gözlemcilere göre; Suudi Arabistan, bölge ülkelerinin yoğun baskısını azaltmak için İran'la varılan anlaşmayı Tel Aviv’le normalleşmenin başlangıcı olarak yaptı. Riyad, şu anda normalleşmeyi resmen açıklayacak durumda değil. ABD'de yapılacak seçimlerde Trump" gibi cumhuriyetçi bir başkanın göreve geldiğinde ve aynı zamanda Siyonist İsrail’de sağcıların iktidarda olduğunda açıklanabilir.
Şu anda ABD'li yetkililerinin Suudi Arabistan ve işgal altındaki Filistin topraklarına yaptığı ziyaretler, ABD'nin Suudi Arabistan ile Siyonist Rejim arasındaki normalleşme sürecini sonuçlandırmak istediğini gösteriyor. ABD'li senatör Lindsey Graham'ın Riyad temasları ve ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy’nin Tel Aviv’e gerçekleştirdiği ziyaret bu bağlamda yorumlanabilir.
Ancak Suudi Arabistan'ın bu konuya temkinli yaklaşması, normalleşme için koyduğu sert koşullar ve İran'la sağlanan anlaşmanın normalleşme sürecinin gidişatını değiştirdiğini ve belirsiz duruma soktuğunu kanıtlıyor.
Direniş, İşgal Topraklarına 886 Füze ve Roket Attı; Tel Aviv Ateşkes İstiyor
Filistin direnişi ile Siyonist rejim arasındaki çatışmaların dördüncü gününde işgalci rejim ordusu, Gazze'den işgal altındaki topraklara 886 roket atıldığını duyurdu. İbrani medyası ateşkesin gerekli olduğunu vurgulayarak, savaşın devam etmesinin Tel Aviv'in çıkarına olmadığını açıkladı.
İbrani kaynaklar Filistin direnişinin Siyonist rejimin suç ve cinayetlerine karşı mücadelesinin dördüncü gününde sabahın erken saatlerinde Gazze’den çok sayıda saldırı gerçekleştiğini ve Siyonist rejim ordusunun kayıplar verdiğini açıkladı.
İşgalci Rejim Ordusu: Bize 886 Füze ve Roket Fırlatıldı
Siyonist rejim ordu sözcüsü bu sabah şu açıklamalarda bulundu: ‘Gerginliğin tırmanmaya başlamasından bu yana Gazze'den İsrail'e 866 füze ve roket atıldı.’
Siyonist rejim Tv kanallarından Kanal 13 de bu istatistiklerin yayınlanmasının ardından şunları bildirdi: ‘Dün gece Binyamin Netanyahu ile yapılan güvenlik istişarelerinde, güvenlik teşkilatlarının liderleri şu anki görevin askeri operasyonları sona erdirmek olduğunu kabul ettiler.’
İbrani Tv Kanalı Kanal 12: Tel Aviv Ateşkes İstiyor
Siyonist rejim Tv Kanallarından Kanal 12, Filistin İslami Cihad hareketinin işgalcilerin suçlarına karşı direnişin tepkisini sürdüreceğini vurgulamasının ardından bugün şu açıklamalarda bulundu: ‘İslami Cihad koşulsuz ateşkesi kabul ederse, İsrail bunu kabul etmeye hazırdır. Sakinliğe sakinlikle cevap verilecektir.’
Ne olmuştu?
Siyonist Rejim ordusu, 9 Mayıs Salı sabaha karşı abluka altındaki Gazze'ye saldırı başlattı.
Siyonist rejimin son üç günde Gazze'ye düzenlediği saldırılarda İslami Cihad Hareketinin 3 üst düzey lideri ve aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 30 kişi şehit oldu. Filistinli gruplar da Gazze'den Siyonist İsrail’e yüzlerce roket ve havan mermisi atarak karşılık verdi.