کارگر

کارگر

İsrail’in meseleyi nereye götürdüğünü bilmek için bir belgeye ihtiyaç yok. Ama “vadedilmiş topraklarda seçilmiş insanların” ötekilerin kendileri için nelere katlanması gerektiğine dair fantezilerini görmek bakımından zihin açıcı.

Kökü kazılmış, beli kırılmış, nüfusu önemli ölçüde göçürtülmüş Gazze’ye "uluslararası bir kafes" aranıyor. Geride kalmasına müsaade edilecek Filistin varlığı da İsrail’i tehdit edemesin diye…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan askeri güçle Filistin’in garantörü olmayı dillendiriyordu ya. İsrail de soykırım planına uygun adımlar atarken savaştan sonra Gazze’de ne olacağına dair kendi seçeneklerini tartışıyor. Fakat Amerikalılar ile kafa kafaya verdiklerinde tartışmanın yönü uluslararası bir garantörlüğe evriliyor. Bunun Erdoğan’ın aradığı garantörlükle zinhar ilgisi yok tabii.
Özetle direniş güçlerinin kökünü kazıdıktan sonra Gazze’de kimsenin kafasını bir daha kaldıramayacağı koşulları temin edebilecek uluslararası bir gücün nasıl oluşturabileceğini tartışıyorlar.

Bloomberg’e göre İsrail ve Amerikalılar üç seçenek üzerinde duruyor:
- Birincisi Gazze’yi geçici olarak kontrol etmesi için Amerikan, İngiliz, Alman ve Fransızların öncülüğünde Suudi Arabistan veya Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) gibi birkaç Arap ülkesinin de katılımıyla uluslararası bir gücün kurulması. Ama Amerikan askerlerinin canı kıymetli olduğu için buraya konuşlanması sorunmuş!
- İkincisi 1979 Camp David Anlaşması sonrası Mısır ile İsrail arasında konuşlandırılan Çokuluslu Güç ve Gözlemciler Grubu'na benzer bir barışı koruma gücünün teşekkül edilmesi. İsrail bu fikri daha dikkate değer buluyormuş.
- Üçüncüsü BM şemsiyesi altında geçici bir gücün yerleştirilmesi. İsrail için bu uygulanamazmış.
Gazze’de direnişi tünellerden söküp attılar; savaş sonrasına kafa patlatıyorlar.
İsrail ve ABD ağız birliği etmiş, 7 Ekim öncesi duruma asla dönülemeyeceğini tekrarlıyor. Olup biten net; İsrail’in “Soykırımdan soykırım beğen” tarihi kendini tekrarlıyor. Yahudi kimliğiyle Tel Aviv’e kapaklanan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken geçen salı Senato’da Gazze'nin geleceği için çeşitli seçenekleri incelediklerini söylemişti. Amerikalılar bu iyiliği İsrailliler bir kez daha Gazze’de işgalci olmasınlar diye yapıyormuş!

***

Amerikalılarla konuştukları bir kenara İsrail hükümeti içinde sirküle edilmiş bir yol haritası sızdırıldı. Gerçi İsrail askeri stratejisiyle bütün dünyaya nereye varmak istediğini zaten anlatıyor. Gazze’nin kuzeyinin boşaltılması için ültimatom üzerine ültimatom verilmesi; çok katlı binalar, konutlar ve mülteci kamplarının yerle bir edilmesi; okul, hastane ve kilise dahil insanların güvenli diye sığınabildiği ne varsa bombalanması; yaralıyı, hastayı hayatta tutacak sağlık kuruluşlarının kasten hedef alınması; su, elektrik, yakıt ve gıda ambargosuyla yaşamın imkansız hale getirilmesi tek bir yere çıkıyor: Kuzeyden başlayarak Gazze’yi tamamen insansızlaştırmak.
Bu insanların itildiği yer Sina Çölü. Bunun adı da etnik temizlik ve soykırım.
İsrail’in meseleyi nereye götürdüğünü bilmek için bir belgeye ihtiyaç yok. Ama “vadedilmiş topraklarda seçilmiş insanların” ötekilerin kendileri için nelere katlanması gerektiğine dair fantezilerini görmek bakımından zihin açıcı.
Gözlerimizle izlediğimiz vahşetin bir de el kitabı ortaya çıkınca “işgalci gücün meşru müdafaa hakkına” dair metin yazanların hala kalemi ar edip kırılmıyorsa vicdan fukaralığındandır.
Şimdi Mısır’a Sina Çölü’nde askeri tatbikat yaptıran Başbakan Mustafa Medbuli’ye “Buradaki her kum tanesi için milyonlarca canı feda etmeye hazırız. Mısır dayatmaları kabul etmeyecek” dedirten o dayatma bu belgede çok iyi resmediliyor.

***

13 Ekim 2023 tarihli İstihbarat Bakanlığı’na ait ‘politika belgesi’, İsrail’in düşünce biçimine dair bütün kanıtları cömertçe sunuyor. İsrail hükümetine yol haritası olsun diye hazırlanan belgede ele alınan üç seçenek için temel kurallar, “Hamas yönetiminin devrilmesi”, “Gazze Şeridi’ndeki insanların yararı için nüfusun bölgeden çıkarılması”, “bu plana uluslararası desteğin sağlanması” ve “Nazilerden arınmaya benzer bir ideolojik değişim planının hayata geçirilmesi” diye belirleniyor.
Birinci seçenek kalan nüfusu idare etmek üzere Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi’nin Gazze’ye ithal edilmesi.
İkinci seçenek BAE’deki ılımlı modelden ilham alan yerel bir Arap idaresinin kurulması.
Üçüncü seçenek sivil halkın Gazze'den Sina'ya tahliyesi.
Çok kibarlar; evinden ayrılmayanı katleden, ayrılanı da yolda katleden, sığındıkları yeri de bombalayan, ayakta duranı açlık ve susuzluktan kırdırmaya çalışan, yine hayatta kalan olursa onları da göçe zorlayan bir politikaya “tahliye” diyorlar.
Belgeyi hazırlayanlar “İsrail için olumlu, uzun vadeli, uygulanabilir ve stratejik sonuçlar doğurabilecek tek seçeneğin Sina’ya tahliye” olduğu sonucuna varıyor.
Gazze’de nüfusun çoğu kalır da yerel idare kurulur ya da Abbas yönetimi buraya getirilirse birkaç yıl sonra 7 Ekim’in tekrarlanacağına işaret ediliyor.
Evet direniş olmaması için kesin çözüm: Filistinsiz Filistin.
Belgenin sahipleri meseleyi kesinlikle mutlak bir soykırım düzeyinde ele alıyor.
Belgede Filistinlilerin Gazze’de kalması ve Abbas yönetiminin buraya taşınması en riskli seçenek olarak niteleniyor. Batı Şeria ile Gazze arasındaki bölünmenin Filistin devletini kurdurtmamanın garantisi olduğu itiraf ediliyor. Batı Şeria ve Gazze’de tek bir Filistin otoritesi kurulursa bunun “Filistin ulusal hareketi için benzeri görülmemiş bir zafer anlamına geleceği” vurgulanıyor. Ayrıca bu seçeneğin askerleri riske atacağı, zaman alacağı, mücadele uzayacağı için kuzeyde ikinci cephe açılma riskini artıracağı, yaralı fotoğrafları geldikçe İsrail üzerinde uluslararası alanda baskının artacağı, insani sorumlulukları İsrail’in sırtına yükleyeceği belirtiliyor.
Ardından bir itiraf geliyor:
“Bugün bile Yahudiye ve Samiriye'de (Batı Şeria) Hamas'a yaygın bir halk desteği var. Filistin Yönetimi tüm Yahudiye ve Samiriye'de yozlaşmış ve içi boş olarak görülüyor ve halk desteği açısından Hamas'a karşı kaybediyor.”
Belgeyi hazırlayanlar bir bakıma Hamas’tan arınmak için ‘eğitim şart’ diyor. Neymiş Filistin Yönetimi’nde okul müfredatlarına Hamas’ın nasıl bir lanet olduğu dikte edilmeliymiş. Ama Filistin Yönetimi’nin ılımlı İslami ideolojiyi teşvik edeceğinin garantisi yokmuş. Hattı zatında “Çöküşün eşiğindeki Filistin Yönetimi de İsrail'e düşman bir yapı” imiş. “Onun güçlendirilmesi potansiyel olarak İsrail için stratejik bir dezavantaja yol açabilir” imiş.
Verilen akıl; en iyisi Filistin’in iki yakasını bir araya getirecek seçeneklerden kaçınmak! Filistin’i bu hale getirmek için onca yıl uğraştık şimdi kendi ellerimizle mi birleştireceğiz! Ayrıca işgalin Batı Şeria’daki İsrail askeri kontrolünün yasa dışı Yahudi yerleşimleri sayesinde mümkün olduğu tespiti yapılırken bunun Gazze için yeniden söz konusu olabileceğine şüpheyle bakılıyor. İsrail, 1967’deki işgalden itibaren Gazze’nin suyunu ve verimli topraklarını tahsis ettiği Yahudi yerleşimlerini 2005’teki çekilme sırasında boşaltmak zorunda kalmıştı.
Belgede “Gazze'de yerleşimler olmaksızın yalnızca askeri mevcudiyet temelinde etkili bir askeri işgali sürdürmenin hiçbir yolu yok” deniliyor. İsrailliler sivil idareyi Filistinlilere bırakma seçeneğinde de aslında askeri kontrolü bırakmayı düşünmüyor. Yine birinci seçenekten gidildiğinde şu sonucun doğacağı öngörülüyor:
 “İsrail işgalci bir orduya sahip sömürgeci bir güç olarak görülecektir. Üsler ve ileri karakollar saldırıya uğrayacak ve Filistin Yönetimi herhangi bir müdahaleyi reddedecektir… Bu seçenek Hizbullah'a karşı gerekli caydırıcılığı sağlamayacak. Tam tersine İsrail'in zayıflığına işaret edecek.”

***

İkinci seçenekte ise nüfusun büyük bir kısmının Gazze'de kalması, ilk aşamada İsrail askeri yönetiminin kurulması, ardından BAE tarzına uygun, İslamcı olmayan, sadece sivil işlerden sorumlu yerel Arap idaresinin oluşturulması öngörülüyor. İlk seçenekte sıralanan riskler ikinci seçenek için de tekrarlanıyor.
“Hamas'a karşı onun yerini alabilecek yerel muhalefet hareketleri yok. Yani BAE'ye benzer tarzda bir yerel liderlik ortaya çıksa bile yine Hamas destekçilerinden oluşacaktır. Bu durum ideolojik dönüşümü ve Hamas'ın meşru bir hareket olarak ortadan kaldırılmasını zorlaştırmaktadır. Uzun vadede, İsrail askeri hükümetinin mümkün olan en kısa sürede yerel bir Arap hükümetiyle değiştirilmesi yönünde baskı olacaktır. Ancak yeni liderliğin Hamas ruhuna direneceğinin garantisi yok” deniliyor. Bu arada Müslüman Kardeşler'e vurulacak darbenin Körfez ülkeleri tarafından da destekleneceği öngörülüyor.

***

Şiddetle tavsiye edilen üçüncü seçenek girişte belirttiğim gibi tam temizlik içeriyor.
Hamas'a karşı etkili mücadele için nüfusun tahliyesinin şart olduğu söyleniyor. Öngörülen sürgün coğrafyası Mısır’ın Sina Yarımadası. “İlk aşamada çadır kentlerin kurulması, ikinci aşamada Sina'nın kuzeyinde şehirlerin inşa edilmesi öneriliyor.
Yetmiyor, üç koşul daha sıralanıyor:
- Mısır içerisinde kilometrelerce steril bir bölge oluşturulmalı.
- Halkın İsrail sınırına yakın yerlerde faaliyetlerde bulunması ve yerleşmesine izin verilmemeli.
- İsrail’in Mısır sınırına yakın topraklarında güvenlik çemberi oluşturulmalı.
Mısır’ın egemenlik haklarına hakaret etmekte de beis görmüyorlar.
Uygulamanın nasıl olacağı anlatılırken aşamalar “nüfusa tahliye çağrısı”, “kara harekatına imkan verecek şekilde kuzeyde bombardımana ağırlık verilmesi”, “tüm Gazze’yi işgal edene ve altındaki sığınakları temizleyene kadar kuzeyden kademeli işgalin başlatılması” diye sıralanıyor. Nüfus göçürtüldüğü için bu seçeneğin çok zaman almayacağı, kuzeyden cephe açılma riskini azaltacağı, sivil kayıplar az olacağı için İsrail üzerinde içeride ve dışarıda baskının fazla olmayacağı savunuluyor.
Peki İsrail bu seçeneği nasıl savunacak? Bunun için de bir şeyler dikte ettiriliyor:
“Bu, terör örgütüne karşı yürütülen savunma savaşıdır.”
“Savaşçı olmayan nüfusun bölgeden tahliye edilmesi hayat kurtaran bir yöntemdir.”
“Mısır uluslararası hukuka göre halkın geçişine izin vermekle yükümlüdür.”
“İsrail diğer ülkelerin yerinden edilmiş nüfusa yardım etmesi için harekete geçecektir.”
Bu belgeyle İsrail diplomasisinin mantıksal temellerine yönelik bir keşfe çıkmış oluyoruz.
Belge Hamas ideolojisinden arınmayı temel bir mesele görüyor ya, sürgün seçeneğine sıra gelince artık bunun başka ülkelerin sorunu olacağı ve İsrail’in bunu dert etmesine gerek kalmayacağı vurgulanıyor.
Bunun İsrail için ne denli müthiş sonuçları olacağına dair çıkarımlara gelirsek;
- İsrail’in caydırıcılığı sağlamlaştırılacak.
- Hizbullah'a güçlü bir mesaj verilmiş olacak.
- Hamas'ın devrilmesi Körfez ülkelerinin desteğini temin edecek.
- Kuzey Sina'da Mısır’ın kontrolü güçlenecek.

Mısır, Filistin sorununu kendi topraklarına ithal edecek, bir süre sonra Lübnan örneğinde olduğu gibi İsrail’in askeri hedefi haline gelecek, Ürdün’deki gibi iç çatışma risklerini üstlenecek, 2013’te darbeyle iktidardan uzaklaştırdığı Müslüman Kardeşler'le uğraştığı yetmezmiş gibi onun uzantısı Hamas’ın militanlarını içine alacak ve bütün bunlarla selefi-cihadi meydan okumanın eksik olmadığı Sina’da kontrolünü artırmış olacak! Muhteşem bir öngörü! Ama tüm insanlığın İsrail’e borcu var, Mısır da bundan kaçamaz!
Zurnanın zırt dediği son bölüm var ki bütün insanlığın canhıraş neden soykırımcı bir varlığa boyun eğmesi gerektiğine dair önermeleri görüyoruz.
Tabii ABD’ye büyük iş düşüyor. Sonra Mısır, Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve BAE'ye iki görev tevdi ediliyor: Bu operasyonu finanse edin ve mültecilerin bir kısmını ülkelerinize alın.
ABD’nin bunun için bu ülkelere baskı yapması gerekiyor.
Türkiye, Suriye’den milyonlarca sığınmacıyı aldığına göre gözyaşı döktüğü Gazzeli Müslüman kardeşlerini kucaklamayacak da ne yapacak? Erdoğan, İsrailli dostları için bu iyiliği kesin yapacaktır!
Washington’a da akıl veriliyor: ‘Değişim yaratma ve radikal eksene darbe vurma açısından ABD’nin küresel liderliği yeniden tesis edilecek.’
Belge Batılı müttefiklere Mısır’a Refah Kapısı'nı açması için baskı yapmalarını ve mali destek sunmalarını öğütlüyor. Tazyik ve rüşvet!
Suudilere de büyük iş düşüyor. Kesenin ağzını açması, Hamas ideolojisini mahkum etme kampanyasına el atması isteniyor. Suudi Arabistan’ı bu işe çekmek için İran’a karşı güvenlik taahhütlerinin devreye sokulması, “zor durumdaki Müslümanlara yardım eden ülke olarak konumlandırılması” öneriliyor. İsrailliler Suudilerin Hamas'a karşı açık bir zafer istediklerinden yüzde 100 emin.
Akdeniz havzasında Yunanistan, İspanya, Fas, Libya ve Tunus’a da mültecileri kabul etmeleri ve mali destek sağlamaları öğütleniyor. Uzaklarda Kanada’ya da benzer bir rol düşüyor.

Adına ister sürgün ister etnik temizlik ister soykırım denilsin bu operasyona İslam ülkelerini ortak etmek için teşvik olarak bulunan slogan da insanın kanını donduracak nitelikte: “Müslüman Dayanışması.”
Küresel çapta büyük reklam ajanslarının bu iş için seferber edilmesi isteniyor. Örümcek ağı gibi sarmış medya devleri, düşünce kuruluşları, trol orduları bu kutsal görev için dört bir yandan saldırıya geçecektir!
Kampanyanın tonuna dair de bir tavsiye var: “Bu kampanya Batı dünyasında İsrail'i karalamadan yürütülmeli; İsrail yanlısı olmayan yerlerde ise İsrail'i azarlayan ve hatta zarar veren bir ton pahasına da olsa Filistinli kardeşlere yardım etme ve onları rehabilite etme mesajına odaklanılmalı.” Bu kampanyanın Filistinlilere geri dönme umudunun olmadığı mesajını da içermesi salık veriliyor.
“İsrail’le nasıl baş etmeli” sorusuna kafayı takanların İsrailliler gibi düşünmeyi öğrenmeleri gerekiyor sanırım.
Belge dehşet verici bir tavsiye ile bitiyor:
“İmajın şu olması gerekiyor: Allah, Hamas'ın liderliği yüzünden bu toprakları kaybetmenizi sağladı; Müslüman kardeşlerinizin yardımıyla başka bir yere taşınmaktan başka çareniz yok."
El atmak lazım ey ahali; “soykırım” falan demeyin, kutsal görev sizi bekliyor! Erdoğan da bunun sevabından mahrum kalmak istemez sanki!

Fehim TaşBu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

  İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaei, 13 Aban (4 Kasım) “Küresel Emperyalizme Karşı Milli Mücadele Günü" arifesinde üniversite ve lise öğrencilerini kabul etti.

 

Öğrenciler bu görüşmede İmam Hamanei coşkuyla ve şiirlerle karşıladı ve hep bir ağızdan şu şiiri okudular:

Filistin, izzet ve şeref yolunu seçti

Mertlik güneşi doğup geldi

Artık Camp David günleri sona erdi

Aksa Tufanı’nın dönemi başladı

Bu görüşmeye katılan öğrenciler, Gazze'nin mazlum ve güçlü halkıyla dayanışmalarını ilan etmek için ellerinde Filistin bayrakları taşıdılar.

İmam Hamanei’nin bu görüşmesinde İmam Ali’nin (a.s) şu hadisinin yer aldığı bir afiş vardı: “Zalimin düşmanı, mazlumun yardımcısı olun.”

İmam Hamanei üç ay önceki konuşmasında İmam Ali’nin (a.s) bu sözünü açıklamış şu ifadelerde bulunmuştu: ‘Siyonist rejimin temeli zulme dayanmaktadır, aslında temeli zulümdür. Bir milleti, parayla ve ricayla değil, silahla, işkenceyle, yurtlarından kovdular ve onların yerlerine oturdular. Bu rejim zulme dayanmaktadır. Bu rejimler kesinlikle “Zalime düşman olun” sözünü ortaya koyan sistemlere karşı çıkacaklardır.’

İmam Hamanei’nin bugünkü konuşmasının önemli başlıkları şöyle:

13 Aban, (4 Kasım) İran milletinin Amerika'ya darbesidir.

13 Aban'da yaşanan bu üç olaydan ikisinde Amerikalılar İran ulusunu, birinde de İran ulusu Amerikalıları vurmuştur.

Amerika'nın İran milletine darbe indirdiği iki olaydan biri, İmam'ın (r.a) kapitalizme karşı çıkması nedeniyle 4 Kasım 1964’te sürgüne gönderilmesiydi.

İkinci darbe ise öğrencilerin öldürülmesiydi. İran halkının inkılabi hareketinin zirve yaptığı günlerde Şah'ın polisi öğrencileri üniversitenin hemen önünde katletti. Yaylım ateşi açarak bazı öğrencileri öldürdüler.

Devrimin zaferinden on ay sonra, 4 Kasım 1979’da öğrenciler gidip büyükelçiliğe girdiler, Amerikan büyükelçiliğini ve o büyükelçiliği ele geçirdiler ve o büyükelçiliğin sırlarını, gizli belgelerini açığa çıkardılar. Amerika'nın itibarı gitti. Bu İran milletinin Amerika'ya indirdiği darbeydi.

Amerika'ya ölüm bir slogan değildir. Bu, Amerika'nın İran milletiyle son 70 yıldaki bitmek bilmeyen komplolarından ve düşmanlıklarından kaynaklanan bir politikadır.

Meydan ve Gazze ve İsrail'in meydanı değil, hak ve batılın meydanıdır.

Amerika'dan kapsamlı bir yardım gelmezse Siyonist rejim birkaç gün içinde felç olacaktır. İslam dünyası da Siyonist rejimle ekonomik işbirliğini keserek bu rejime karşı harekete geçmeli ve Gazze'deki bombalama ve cinayetin derhal durdurulması konusunda ısrar ederek hak cephesi ile batıl cephesi arasındaki bu mücadelede üzerine düşen önemli görevleri yerine getirmelidir.

Bir konuyu gündeme getirmek istiyorum, o da Amerika ile mücadelemizdir.

Amerikalılar İran milletiyle olan düşmanlıklarını büyükelçilik meselesine bağlıyorlar. Amerika'nın İran'a ambargo koymasının, İran'a kötü şeyler yapmasının, İran'da kaos yaratmasının, sorun yaratmasının sebebi sizin öğrencilerinizin gidip ABD büyükelçiliğini ele geçirmesi diyorlar, yurt içinde Amerika’nın peşinden gidenler de bunu söylüyor, bu büyük bir yalan.

Büyükelçilik olayından 26 yıl önce 19 Ağustos darbesi yaşandı; O gün elçiliğe kimse gitmemişti!

Büyükelçilikten alınan ve şu anda 70-80 cilt kitap olan belgeler, inkılabın zaferinden sonraki ilk günlerden itibaren ABD büyükelçiliğinin İran'a karşı komplo ve casusluğun merkezi olduğunu gösterdi. ABD büyükelçiliğinde inkılaba darbe yapmak için darbe planlanıyordu. İç savaş tasarlandı ve ülkenin sınır illerinde iç savaş çıkarmaya çalışıyorlardı.

Yani ABD büyükelçiliği inkılabın ilk günlerinden bu yana ülkeye ve inkılaba karşı komplonun merkezi olmuştur ve bunun bir casus yuvasının ele geçirilmesiyle hiçbir ilgisi yoktur.

Perşembe, 02 Kasım 2023 03:38

Haniye: Savaşın Sorumlusu Netanyahu

 Hamas'ın Siyasi Büro Başkanı İsmail Haniye İsrail Başbakanı Netanyahu'nun muhtelif hukuki sıkıntılarına atıfta bulunarak, 'dünyanın gözlerini kendi suçundan çevirmek için' kendisini sağcı bir koalisyonla çevrelediğini söylediği Benyamin Netanyahu'yu savaştan sorumlu tuttu. 

Haniye, İsrail'in Gazze'de bir bataklığa saplandığını ve rehinelerinin Filistinlilerle aynı İsrail bombardımanına maruz kaldığını söyleyerek bunların en sonuncusunun Cibaliye Mülteci Kampı'ndaki katliamda gerçekleştiğini vurguladı.

Haniye açıklamasında ayrıca ABD'ye seslenerek "Bu faşist hükümete desteğini kesme ve insani bir ateşkes sağlanması için uluslararası çabaları engellemekten vazgeçme" çağrısında bulundu.

İsmail Haniye açıklamasında, "Halkımız özgürlüğünü ve bağımsızlığını elde edip geri dönmediği sürece bölge güvenli ya da istikrarlı olmayacaktır" diyerek "Tarihin yanlış tarafını seçiyorsunuz" uyarısında bulundu.

İsmail Haniye, rehinelerin serbest bırakılmasıyla ilgili müzakerelerde arabuluculara, tutuklu takası anlaşması için ateşkesin gerekli olduğu konusunda bilgi verdiğini de söyledi. Haniye ayrıca Arap ve İslam ülkelerine 'Filistin davasını desteklemek için' protestoları sürdürme çağrısında bulundu.

 İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Seyyid Ali Hamanei, 13 Aban (4 Kasım) Dünya Emperyalisti ile Mücadele Günü arafesinde üniversite ve lise öğrencilerini kabul etti.Burada konuşma yapan Ayetullah Hamanei Filistin ve Gazzedeki durumu sogle degerlendirdi:

Gazze halkı sabrıyla insan vicdanını harekete geçirmeyi başardı. Şu anda dünyada neler olduğunu görüyor musunuz?  Şu anda dünyada neler olduğunu görüyor musunuz? Batı ülkelerinde, İngiltere'de, Fransa'da, İtalya'da, Amerika'nın kendisinde, farklı eyaletlerde insanlar büyük kalabalıklar halinde gelip İsrail aleyhine ve çoğu durumda Amerika aleyhine sloganlar atıyorlar.

Bunlar itibarlarını ve onurlarını kaybettiler. Gerçekten bunların bir çaresi yok, hiçbir bahaneleri yok. Dolayısıyla İngiltere'deki insanların toplanmasının İran'ın işi olduğunu söyleyen bir aptal olduğunu görüyorsunuz! Herhâlde bunu Londra ve Paris’teki Besic (Gönüllü Kuvvetler) yapmış olmalı?

İslam dünyası şunu unutmamalıdır ki, Gazze'deki belirleyici davada mazlum Filistin milletinin karşısında duranın Amerika, Fransa ve İngiltere olmuştur.

Nihai zafer, çok yakında Filistin milletinin olacaktır.

Gazze'nin bombalanması derhal durdurulmalı ve Siyonist rejime petrol ve gıda ihracatının yolu kapatılmalıdır.

Batılıların utanmazlıklarından biri de Filistinli savaşçıları terörle suçlamaktır.

Evini ve ülkesini savunan biri terörist midir? 2. Dünya Savaşı'nda Paris'te Almanlarla savaşan Fransızlar terörist miydi? Nasıl oluyor da onlar savaşçı ve Fransa'nın gurur kaynağı oluyor da İslam, Cihad ve Hamas gençliği terörist oluyor?

Aksa Tufanı Operasyonu çok az imkana sahip küçük bir grubun inanç ve kararlılıkla kazandığı zaferidir.  Bu grup, inançla, düşmanın yıllarca süren cani çabalarının ürününü, birkaç saat içinde küle çevirip havaya savurmayı başardı.

Eğer İslam devletleri bugün Filistin'e yardım etmezlerse, aslında İslam'ın ve insanlığın düşmanı olan Filistin'in düşmanını güçlendirmiş olurlar ve yarın aynı tehlike onları da tehdit edecektir.

İşgalci rejim o kadar çaresiz ve kafası karışık ki, kendi halkına yalan söylüyor, örneğin esirleriyle ilgili endişelerini dile getiriyor ki bu da bir yalandır çünkü bombalamalarda kendi esirleri de yok edilebilir.

İslam'ın ve mazlum Filistin milletinin karşısında duran sadece Siyonist rejim değil, Amerika, Fransa ve İngiltere'dir ve Müslümanların denklemlerinde, anlaşmalarında ve analizlerinde bu gerçeği unutmamaları gerekir.

  İşgalci Siyonist İsrail'in Filistin halkına yönelik katliamı sürerken, AKP'nin Türkiye üzerinden İsrail'e petrol sevkıyatına izin verdiği ortaya çıkmıştı.
 

Bloomberg 21 Ekim'de Adana Ceyhan Limanı'ndan çıkan Seaviolet adlı 900 metrelik tankerin bir milyon varilden fazla Azerbaycan petrolünü İsrail’e taşıdığını haberleştirmişti.

Tanker resmi olarak Ürdün’ün Akabe limanına gitse de Bloomberg’e konuşan bazı kaynaklar, Paz Oil tarafından satın alınan varillerin İsrail’deki Eilat limanına teslim edileceğini doğrulamıştı.

Dervişoğlu: Samimi olsaydılar İsrail'e petrol akışını durdururlardı

İYİP Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu bugün TBMM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada "Daha geçtiğimiz hafta, Adana Ceyhan Limanı'ndan çıkan Seaviolet adlı bir tanker, 1 milyon varilden daha fazla petrolü İsrail'e taşımıştır. Türkiye'de mitingler düzenleyerek 'Mehmetçik Gazze’ye' sloganları atmak yetmiyor. Mehmetçik’imizi abluka altındaki Filistin'e göndermek isteyenler, eğer samimi olsaydılar evvela Türkiye üzerinden İsrail'e giden petrol akışını durdururlardı" dedi.

Dervişoğlu "Bir taraftan İsrail'e milyonlarca varil petrolü Türkiye üzerinden göndererek Tel Aviv’in enerji ihtiyacını karşılayacaksınız, diğer taraftan cumhuriyet kutlamalarına nazire yapar gibi büyük bayramımızın arifesinde Filistin mitingleri düzenleyip 'Mehmetçik Gazze'ye' diyeceksiniz. Bu, aklın kabul edebileceği bir durum değildir. Oraya buraya meşrubat dökmeyi, kahve dükkânlarını işgal etmeyi bir tarafa bırakın, hasbi olun, dürüst olun ve şu soruma cevap verin: Geçtiğimiz hafta itibarıyla 1 milyon varil petrolün Adana Ceyhan üzerinden İsrail'in Eilat limanına gönderilmesine izin verdiniz mi vermediniz mi, bunu Türk milletine açıklayın" diye konuştu.

 Pentagon Basın Sözcüsü Tuğgeneral Patrick Ryder, günlük basın toplantısında değerlendirmelerde bulundu.
 

Ryder, Irak ve Suriye’de bulunan ABD ve koalisyon güçlerine karşı 17 Ekim’den bu yana toplam 27 "küçük ölçekte saldırı" gerçekleştiği bilgisini paylaşarak, bu saldırıların 16’sının Irak’ta, 11’inin de Suriye’de olduğunu belirtti.

Sputnik’in haberine göre, Pentagon Sözcüsü, toplantıda, ABD’nin Merkez Komuta (CENTCOM) bölgesine 300 asker daha konuşlandırma kararı aldığını duyurarak, “Bu ek birlikler, halihazırda bölgede bulunan kuvvetler için yeni yetenekler, patlayıcı mühimmat imha iletişimleri ve diğer destekleri sağlayacak” dedi.

Söz konusu güçlerin nerelerde konuşlandırılacağı konusunda bilgi vermeyen Ryder, ancak bunların, Siyonist İsrail’e gitmeyeceğini, bölgesel caydırıcılık çabalarını destekleme ve ABD kuvvetlerini güçlendirme amacı taşıdığını iddia etti.

Siyonist İsrail’in Gazze’ye saldırılarıyla ilgili sorulara da Ryder, çocuk katili işgalci Israil’i desteklemeye devam edeceklerini, ancak Siyonist İsrail’in operasyonları hakkında konuşmayacağını söyledi.

Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Dışişleri Bakanlığındaki görüşmesinin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuştu.
 

Bakan Fidan, Türkiye olarak masum sivilleri hedef alan saldırıları hiçbir suretle tasvip etmediklerini belirterek, "7 Ekim'den bu yana Batılılar dahil ilgili taraflarla yoğun bir diplomasi trafiği içindeyiz. Her meselede ilkeli ve hakkaniyetli davranmayı esas alıyoruz. Ukrayna için ayrı, Filistin için ayrı standart olamaz. Adil bir dünya istiyorsak, her zaman ilkeli ve tutarlı davranmak zorundayız” diye konuştu.

"Bazı ülkelerin Gazze'deki kıyıma aleni destek vermesi kabul edilemez”

Gazze'de bir an önce ateşkesin sağlanması, ardından kalıcı barışa giden yolun açılması gerektiğini aktaran Fidan, şöyle devam etti:

"Bazı ülkelerin Gazze'deki kıyıma aleni destek vermesi, şiddeti teşvik etmesi kabul edilemez. Gazze'deki insanlık dramının bölge ülkelerini de etkisi altına alacak bir savaşa dönüşmesini istemiyoruz. Bu nedenle bölge içi ve bölge dışı tüm aktörleri, kalıcı ve adil barışı teşvik etmeye çağırıyoruz. Bu bölgenin aktörleri olarak bölge sorunlarımızın çözümünü başkalarına havale etmemeliyiz."

Fidan, bunlarla ateşkesin sağlanması ve insani yardımların içeriye götürülmesi için neler yapılabileceği konusunda çalışmaya devam ettiklerini belirtti.

500 civarında yabancı ülke vatandaşının Gazze'den çıkışı için mutabakata varıldı

Refah Sınır Kapısı'nın ağır yaralılar için açılmasına ilişkin soruya yanıt veren Fidan, "An itibarıyla 500 civarında yabancı ülke vatandaşının Gazze'den çıkmasına yönelik İsrail ile Mısır makamları arasında mutabakata varıldığı yönünde bize de bilgi ulaştı" dedi.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi'nin yakın zamanda Türkiye'yi ziyaret etmesinin planlandığını aktaran Fidan, Abdullahiyan ile terörle mücadelede iki ülkenin işbirliğini güçlendirmek için neler yapabilir üzerine görüşme fırsatı bulduklarını söyledi.

Fidan, Gazze'deki trajedinin en önemli gündem maddeleri olduğunu belirten Fidan şöyle konuştu:

"Elektriği ve suyu kesilen gıda ve ilaç tedariki engellenen Gazzeliler günlerdir ağır bombardıman şartları altındalar. Evleri yerle bir edilen insanlar tüm dünyanın gözü önünde acımasızca ve alenen katledilmekteler. Mülteci kampları, okullar, ibadethaneler, hastaneler bile maalesef hedef alınmakta. İnsanlar yurtlarından tehcir edilmekte. Gazzeli kardeşlerimize yönelik bu insanlık dışı kuşatma ve saldırılar uluslararası hukukun açıkça ihlalidir."

"Güven ve huzura kavuşmanın yolu iki devletli çözümden geçiyor"

Fidan, bölge ülkelerinin politika geliştirmesi, çözüm odaklı alternatif görüşlerin ele alınabileceği bir zeminin oluşturulması gerektiğini belirterek “Uluslararası barış konferansının bu iş için en uygun platform olacağını düşünüyoruz. Bunun nerede, nasıl olacağına dair istişarelerimiz ilgili dostlarımızla devam etmekte. Türkiye olarak dostlarımızla işbirliği içerisinde önce ateşkes sonra kalıcı barışın tesisi için üzerimize düşeni yapmakta kararlıyız. Varılacak bir anlaşmanın uygulanması aşamasında garantör olarak sorumluluk almaya da hazırız. Tüm bu çabalarımızın amacı 67 sınırları temelinde başkenti Doğu Kudüs olan coğrafi bütünlüğe sahip bağımsız ve egemen Filistin Devleti'nin kurulmasıdır. Filistin için de İsrail için de güven ve huzura kavuşmanın yolu iki devletli çözümden geçiyor” ifadelerini kullandı.

Mevkidaşı Abdullahiyan ile bölgesel gelişmeleri de ele alma fırsatı bulduğunu aktaran Fidan, Gazze'deki çatışmaların Suriye sahasına yansımamasını ayrıca sahadaki sükunetin korunmasının önemine değindiklerini, Irak'ı da ele aldıklarını söyledi.

Fidan, "Türkiye ve İran bu bölgede ilelebet var olacaktır. İkili ilişkilerimizi her alanda geliştirmemiz ve bölgesel konularda işbirliği yapmamız son derece önemlidir. Bu anlayışla çaba göstermeye devam edeceğiz" dedi.

Fidan ile görüşmesindeki önemli ve esas konunun Filistin olduğunu aktaran Abdullahiyan, şunları söyledi:

Abdullahiyan: Siyonist rejim 26 gündür Gazze'de sivilleri öldürmeye devam ediyor

İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan da "Siyonist rejim, 26 gün oldu, her türlü başta soykırım, kıyım, savaş suçu olmak üzere kadınlar, çocuklar ve sivilleri Gazze'de öldürmeye devam ediyor. Siyonist rejim, bu cinayetlerinde her türlü yasak silahı kullanıyor. Şayet Gazze'deki hastanelerin raporlarını, dünya halkı dikkatle takip edecek olursa, Gazze'deki şehitlerin ve oradaki yaralıların yasak silahlarla ve bombardımanlarla öldürülmüş ve yaralanmış olduklarını göreceklerdir” dedi.

Dün Doha'daki temaslarına ve aldığı bilgilere dayanarak soykırım ve savaş suçları durdurulmadığı takdirde bölgenin çok büyük ve belirleyici bir karar almaya çok yaklaşmış bulunacağını vurgulayan Abdullahiyan, "Savaş durdurulmadığı takdirde bölgede durumun kontrolden çıkmasının sorumluluğu ABD, İsrail ve savaş suçlarını destekleyenlerin üzerindedir" ifadelerini kullandı.

"Bu savaşı ve bu suçları destekleyenler bunun bedelini ağır ödeyecekler"

Batılı ülkeler ve bu savaşları destekleyenlerin hala İsrail'e destek sağladığına işaret eden Abdullahiyan, "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, buna karşı ve Filistinli mazlum halkın yanında yer alıp onlara desteklerini açık bir şekilde beyan ettiler. Ben bir kez daha Türk hükümeti ve halkına, Filistin halkını desteklemek açısından, savaşın durdurulmasında ve Gazze halkının tehcirine karşı ve insani yardımların ulaştırılmasını sağlama hususunda gösterdikleri destekten dolayı teşekkür ederim" diye konuştu.

Abdullahiyan, İsrail'e daha önce denediği yolu tekrar denemeye kalkışmaması tavsiyesinde bulunarak, "Savaşın bir an önce durdurulmadığı takdirde, ABD'nin ve siyonist rejimin Gazze'de kadınlara ve çocuklara karşı saldırılar devam ederse, bunun sonuçları gerçekten çok ağır olacaktır, bu savaşı ve bu suçları destekleyenler bunun bedelini ağır ödeyeceklerdir" ifadelerini kullandı.

"Kalıcı çözüm bulunması gerekiyor"

İki bakan, daha sonra gazetecilerin gündeme ilişkin sorularını yanıtladı.

Hakan Fidan, Türkiye'nin ateşkesin sağlanması hususunda ilgili taraflarla "mekik diplomasisi" yaptığını belirterek, "Ateşkesi şu anda hemen istiyoruz, olsun. Ama buna, kalıcı çözüme yönelik çalışmalar eşlik etmedikçe bu şiddet sarmalının belli bir müddet sonra tekrar ortaya çıkacağını öngörmek zor değil" dedi.

İsrail'in ve bazı müttefiklerinin kalıcı çözümden anladığının "tehdit olarak gördükleri Filistinli direniş grupların, silahlı unsurların ortadan kaldırılması formülü" olduğunu aktaran Fidan, bunun hiçbir zaman güvenlik getirmeyeceğini savundu.

Fidan, burada hem İsrail devletinin hem Batılı toplumların "Filistinlileri de tatmin edecek bir çözümün ortaya konması ve bölge ülkelerinin de bunda sorumluluk alması yolunda bir çözümü kabul etmeleri" gerektiğini, aksi takdirde "bu şiddet sarmalının kendisini bölgede üretmeye devam edeceğini" belirtti.

“Başka silahlı unsurlar da çatışmaya dahil olabilir”

Çatışmaların coğrafi olarak yayılmasına ilişkin endişelerinin olduğunu kaydeden Fidan, İranlı mevkidaşının kendisine "bölgedeki başka silahlı unsurların eğer şartlar değişmezse çatışmaya dahil olacaklarına ilişkin güçlü emareler olduğunu" söylediğini aktardı.

Fidan, böyle bir gerçeklik karşısında ateşkes ve barışın her zamankinden daha elzem haline geldiğini belirterek “Bölgemizde biz istikrarı, ekonomik kalkınmayı ve refahı ararken sürekli kendini tekrar eden bir şiddet sarmalı içerisinde bulunmak, görmek istediğimiz bir stratejik denge değil” değerlendirmesini yaptı.

Türkiye'nin garantörlük teklifinin de olduğunu hatırlatan Fidan, "Sadece iki devletli çözümün bir an önce hayata geçmesini talep etmiyor Türkiye hem kendimizin hem bölgedeki diğer ülkelerin bu sorunun çözümünde ve uygulanmasında elini taşın altına koyması gerektiğini düşünüyoruz" diye konuştu.

 İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Ankara’da görüştü.

IRNA’nın haberine göre, remsi bir ziyaret kapsamında Ankara’ya giden İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Türk mevkidaşı Hakan Fidan ile yaptığı görüşmenin ardından bugün akşam saatlerinde Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bir araya geldi.
Bu ziyaret Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra bir İranlı yetkilinin Türkiye’ye gerçekleştirdiği ilk ziyarettir.
Bu görüşmelerde iki ülke arasındaki ilişkiler ve bölgedeki son gelişmelerin yanı sıra Gazze'deki savaşın durdurulması konusunu ele alındı.
İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan, Türkiye'deki istişarelerinin ardından Tahran'a dönecek.
Emir Abdullahian'ın bölgesel ziyaretlerinin yeni turu Salı günü Doha ziyaretiyle başladı. İran Dışişleri Bakanı, bu ziyareti sırasında Katar Emiri, Başbakanı, Dışişleri Bakanı ve Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye ile görüşmüştü.

 Sözüm aslında bizi yönetenlere. Getirip onlara bağlayacağım. 

Ama maksat hasıl olsun diye...

Suriye üzerinden birkaç olay anlatacağım.

2022 baharında Tahran’dayım.

General Kasım Süleymani’nin yakın bir arkadaşıyla buluştuk.

Sohbetin ekseni, Türkiye-İran ilişkileri. Karabağ nedeniyle kabaran sorunlar.

Söz Süleymani’nin Türkiye ve Rusya seyahatlerine geldi. İlginçti.

Burada ilk parantezi açalım.

Kimdi Kasım Süleymani?

Resmi kimliği: İran Devrim Muhafızları Kudüs Ordusu Komutanıydı.

İran’ın Batı Asya’daki operasyonların başındaki isim.

Kamuoyunda icracı bilinir. Oysa Süleymani, uyguladığı politikaların üreticilerindendi aynı zamanda.

Bir başka özelliği: Gerektiğinde diplomasi yapmasıydı.

Bağdat havaalanında öldürüldü (3.1.2020).

ABD övünerek açıkladı. Bizzat ABD Başkanı vermişti “vur” emrini.

Milyonlar aktı cenaze törenine. Humeyni’den sonra en kalabalık katılımdı.

Bilinir: İran’da rejimin bazı uygulamalarından rahatsızlıklar var.

Fakat devlet çekirdeğinin sembol isimlerinden Süleymani, fedai kişiliğiyle halk arasında sevilen biriydi.

Kaldığımız yerden devam edelim.

“30 Eylül 2015”i netleştirme arayışı içindeydim..

Rusya Suriye’de ilk kez bu tarihte hava harekatına başlamıştı.

Hedefte ABD güdümündeki IŞİD (DEAŞ) ve El Kaide türü örgütler vardı.

İran’dan “birinci el” muhataplardan biri hazır karşımdaydı. Fırsat bulmuşken sormalıydım.

İran, hangi hesaba dayanarak Rusya’yı Suriye’ye davet etmişti?

Rusya, hangi zeminde “evet” demişti?

Aslında, ittifak zeminini tahmin ediyordum az çok.

Ben asıl, İran tecrübesine bakarak, Türkiye’nin bölgesel ittifak kurmadaki çıkmazlarını anlamaya çalışıyordum.

Tamam: Ankara, Rusya’yla, İran’la belli adımlar atmıştı. Mesela:

Türkiye’nin Suriye’de yürüttüğü Fırat Kalkanı (24 Ağustos 2016-29 Mart 2017)...

Zeytin Dalı (20 Ocak-24 Mart 2018)...

Barış Pınarı (9 Ekim-25 Kasım 2019) harekatları üçlü Astana Mutabakatı zemininde mümkün olmuştu.

Fakat Türkiye, Suriye ile işbirliğine bir türlü giremiyor, patinaj yapıyordu.

Bu yüzden Rusya ve İran’la güvensizlikler, sorunlar eksik olmuyordu.

İranlı yetkili, önce Tahran’ın Türkiye’yle temaslarını konuştu:

Yıl 2013. Suriye’de askeri cephedeki sıkıntılar artmış...

İran, Atlantik cephesinin üstünlüğüne karşı arayış içinde...

Tayyip Erdoğan hükümeti, ikircikli de olsa, hala Atlantik cephesinde.

Ama İran, Türkiye ile ilişkileri sıcak tutmaya çalışıyor.

İranlı yetkilinin ilk iddiası şöyle:

“2013’te Ankara’ya Suriye’de Türkiye eksenli bir çözüm sunduk. Müslüman Kardeşler’in Şam hükümetine girmesini önerdik. Ancak Türkiye yeterli bulmadı, reddetti... Bundan sonra Rusya seçeneği üzerinde durmaya başladık.”

Bugünün tespitleri:

Tespit 1: Türkiye, ABD’nin gerçek Suriye planlarını okuyamadı. Aceleyle hesapsızlık yaptı (2011).

Tespit 2: Sonra hatasını gördü aslında. Bu defa da, düzeltmekte aşırı yavaş kaldı.

Yine bir parantez açalım.

Atlantik cephesi Mart 2011’de, dört bir koldan Suriye’nin üzerine abanmıştı.

Hedef: Amerika ve Siyonizm karşıtı bir devleti daha dağıtmak, bölgede “İkinci İsrail”i kurmaktı. 2003’te Irak’ta da böyle yapmışlardı.

Burada iki soru yerindedir:

Türkiye’nin İslamcıları, Suriye’de neden başlangıçta Atlantik cephesiyle birlikte hareket etti?

İran’ın İslamcıları ise daha baştan Suriye’nin yanında durup nasıl Atlantik cephesinin karşısına dikildi?

Bir soru daha. 20 yıl öncesine ve Irak’a gidelim.

O zaman Ankara ve Tahran’ın rolleri farklıydı.

Türkiye’nin Meclisi, kendi hükümetine rağmen, ABD’nin Irak’ı işgaline destek vermeyi reddetti (ünlü 1 Mart 2003 tezkeresi).

İran ise, ABD’nin Saddam Hüseyin Irak’ını işgalini seyretti.

Tahran’a yakın Iraklı Şii partiler daha ileri gittiler. ABD’nin Irak muhalefetiyle yaptığı toplantılara katılmaktan çekinmediler.

Toplantılarda, Saddam Hüseyin’in nasıl devrileceği konuşuluyordu.

Hangi nedenlerle böyle oldu? Bunları ileride tartışacağız.

Ana konumuza, İranlı yetkiliyle görüşmemize dönelim.

Türkiye’yle ilgili ikinci iddiası, Kasım Süleymani’yle ilgiliydi.

İranlı muhatabım, altını çizerek anlattı.

Süleymani, 15 Temmuz 2016 darbe sürecinde Türkiye’ye geliyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la görüşüyor. İran’ın desteğini sunuyor.

İran tarafı 15 Temmuz konusunda zaten hep şunu vurguladı:

“Darbe sürecinde Türkiye’ye ve Erdoğan’a desteğimizi en güçlü şekilde gösterdik.”

Not: Biliyorum, her devlet dış ilişkilerdeki pozisyonları kendi penceresinden nakleder.

Dolayısıyla taraflardan birinin anlatımı eksik ya da farklı olabilir.

Ayrıca, iki iddiayı da henüz teyid ettiremedim. Açıklama gelirse haberiniz olur.

Süleymani’nin Moskova temaslarıyla devam edelim.

İranlı muhatabım altını çizerek anlattı. Müzakereyi Süleymani yürütüyor. Devlet Başkanı Vladimir Putin’le de görüşüyor.

Rus tarafı ikna olmuyor hemen.

Bu arada ABD, IŞİD bahanesiyle Suriye’de birbirine bağlı iki adım atıyor (Ağustos 2014’ten itibaren).

PKK/PYD’ye hava gücü ve silah desteği veriyor önce.

Askeri üsler kurmaya başlıyor ardından.

ABD tehdidi büyüyünce Putin, Suriye’deki çatışma denklemine katılmayı kabul ediyor.

Moskova, mayınlı bir araziye girerek büyük risk alıyor aslında.

Çünkü Suriye’de ABD ve İngiltere gibi iki küresel güç... Türkiye, İran gibi iki bölgesel güç... İsrail gibi özel bir devlet... Ve sayısız milis ve terör örgütü var...

Daracık ve mayınlı bir alan...

Moskova, savaşın devletler katına sıçrama riskini bilecek devlet aklına sahipti.

Anton Çehov’un tanıklığına da ihtiyacı yoktu. Silahlar, duvarda süs olarak durmazdı...

Maceraya mı atıldı? Hayır!

İki gerçeğin farkındaydı Moskova.

Bir: ABD sadece Türkiye, İran ve Suriye gibi ülkeleri teslim almaya, bölmeye çalışmıyordu. Rusya’nın kendisi de hedefti aslında. Ukrayna savaşında bu durum netleşti sonradan.

İki: Suriye düşerse, ardından bütün bir bölge gibi, Rusya’yı da içine çekecek bir vakum oluşacaktı.

Sonuç: Moskova, dostunu, hasmına bakarak seçmişti.

ABD kimi düşman sayıyorsa, onunla ittifaka girmişti.

  

İlgilisi biliyor. Rus uçakları, 30 Eylül 2015’te Suriye’de operasyonlara başladı.

Böylece Rusya, Arap sahasına gelip bir savaşa ilk kez müdahil oldu. Örtülü değil, hem de resmen.

Tahran, ABD’nin karşısına Rusya’yı dikmeyi başarmıştı.

Stratejik ve tarihi bir hamleydi.

Suriye’de sıkıntıya giren askeri durumu tersine çevrilmişti.

Hakkını teslim edelim. İran’ın stratejik aklı sayesinde mümkün olmuştu bunlar.

Rusya’nın Suriye’ye gelmesi, Ankara’nın elini rahatlattı.

Türkiye’nin Suriye’deki askeri harekatları iki zeminde mümkün oldu zaten.

İlki: Rusya bölgeye gelerek ABD gücünü dengelemiş olması.

İkincisi: Türkiye, ABD cephesinden adım adım uzaklaşarak Avrasya cephesine meyletmesi... Rusya ve İran’la Astana sürecinin başlatması...

Amerika’nın Irak sınırından Akdeniz’e kadar uzanan koridor planı, El Bap’tan başlayarak böyle kırılabildi.

Astana süreci sadece Türkiye’ye yaramadı elbette.

Suriye de kazandı. Haleb’te ve Şam’ın hemen yakınındaki Doğu Guta’da egemenliğini tamamladı.

Hem de savaşmadan, Türkiye sayesinde müzakere yoluyla.

Bugüne, Filistin’deki savaşa gelelim.

7 Ekim 2023’te jeopolitik bir deprem başladı.

Yeni dünyanın doğum sancıları hızlandı.

Önce şunu tespit edelim: Atlantik cephesi mevzi kaybediyor.

Bütün süreçlerin bundan etkilendiği kesin.

Filistin bir istisnaydı sanki. Kazanımları bile elinden alınıyor gibiydi.

Şimdi Filistin, Atlantik gerilemesinin açtığı alanda cesaretle ayağa kalktı.

Gazze’de yakılan ateşin, geri dönüp bütün süreçleri etkilediğini, milletlere alan açtığını, cesaret verdiğini göreceğiz.

Ukrayna cephesi, Güney Kafkasya, Doğu Akdeniz ve Suriye...

Aslında tek bir cephe olmuşlardı.

Filistin’le birlikte ortak cephemiz daha da genişledi.

Atlantik’in çekirdeği ABD, İngiltere ve İsrail...

Doğu Akdeniz’de yığınak yapıyorlar.

Namluların hedefinde sadece Filistin, İran ve Hizbullah yok.

ABD Başkanı Joe Biden, Suriye’deki operasyonları nedeniyle, Türkiye’yi tekrar düşman ilan etti:

“ABD’nin ulusal güvenliği ve dış politikasına alışılmadık ve olağanüstü bir tehdit” diye (12.10.2023).

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, aynı sertlik ve kesinlikte cevap verdi. ABD’nin Suriye’deki faaliyetleri için “Türkiye’nin milli güvenliği için olağanüstü tehdit mahiyetindedir” dedi (13.10.2023).

Alkışlanacak bir açıklama. Ama yetmez. Söz değil icraat günü.

ABD’ye ve İsrail’e savaş açılsın diyen yok.

Türkiye’nin 20 yıllık tecrübesi belli. Doğru da, yanlış da ittifak politikasında düğümleniyor.

Can alıcı tercihler şöyle: Amacımız ne, dostumuz kim, hasmımız kim?

Atlantik cephesine bakalım. Dostumuzu da, hasmımızı da onlar gösteriyor aslında.

Şam’a nasıl güvenceler verilir, devlet bilir.

Bugün Filistin’e gerçek yardıma, sahada Suriye işbirliği ile başlayabiliriz.

Bir de Kürecik radarını köreltmeye... İsrail’e akan Azerbaycan petrolünün vanasını Filistin’de ateşkese kadar kapamaya ne dersiniz?

 


Rafet Ballı/aydınlık

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, İsrail'in Gazze Şeridi'ne yaptığı saldırılarla ilgili olarak açıklama yaptı. BM'nin etkisizliğini itiraf eden Guterres, 'Tarih hepimizi yargılıyor' dedi.

İsrail'in Gazze Şeridi'nde savaş hukukunu dahi hiçe sayarak, asker-sivil ayrımı gözetmeksizin yaptığı saldırılar devam ediyor. Başta Birleşmiş Milletler(BM) olmak üzere tüm uluslararası kuruluşlar, İsrail'e karşı herhangi bir yaptırım uygulamıyor. 

GUTERRES: TARİH HEPİMİZİ YARGILIYOR
İsrail'in Filistin'de işlediği sayısız savaş suçlarına karşı yaptırım uygulayamayan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'ten itiraf gibi açıklama geldi. 

  Guterres, "(İsrail'in Şifa Hastanesini hedef göstermesi) Sağlık tesislerine yönelik herhangi bir saldırı uluslararası insancıl hukukun ihlali olacaktır."