
کارگر
Hizbullah'ın İsrail'e saldırıları ve Türkiye ile İran'ın işbirliğinin önemi
Hizbullah’ın Siyonist İsrail rejimine saldırıları, daha geniş çaplı savaşın başlama olanağı, Aksa Tufanı operasyonunun dünya kamuoyu üzerindeki etkisi, İran ve Türkiye’nin işbirliğinin önemi başlıkları Ulusal Kanal İran Temsilcisi Gürkan Demir ile röportajımızda değerlendirildi.
Hizbullah’ın İsrail’e saldırıları ve daha geniş çaplı bir savaşın çıkma olanağını değerlendiren Ulusal Kanal İran Temilcisi Gürkan Demir İRNA Türkçe servisine konuştu.
Aksa Tufanıyla birlikte yenilmez İsrail, yenilmez ABD algısı aniden çöktü
7 Ekim tarihinden beri yaşadıkları paniği hala üzerlerinden atlatabilmiş değiller. Hollywood sinemasının yarattığı "yenilmez İsrail" , "yenilmez ABD" algısı bir sabah aniden çöktü. Bu sarsıntı sadece Tel Aviv ve Washington'da değil, yıllardır bu ülkelerin hizmetkârı gibi davranan kimi Avrupa başkentlerini de derinden etkiledi. Aslında Filistin direniş güçleri, ABD ve İsrail'e atıfla muktedir bir güç olarak kabul edilen bir rüyayı sona erdirdi. Klişe bir örnek vardır. "Köşeye sıkışan kedi tırmalar." Bu tırmalama kedinin sıkışmışlıktan nasıl çıkacağını bilemeden gelişigüzel patilerini savurmasıdır. En nihayetinde bu tırmalama bazı yaralar oluşturur ama o kedinin o an yaşadığı panik, korku ve mağlubiyet sabittir. Bugün İsrail'in savunmasız sivillere yönelik, hastane, okul, dini mekanlar fark etmeksizin saldırılar düzenlemesi köşeye sıkışan kedi misali tırmalamaktan başka bir şey değildir. Keza ABD'nin ne olduğunu anlayamadan tek seçenek olarak bölgeye askeri güç yığınağı yapması da bunun bir parçasıdır. 7 Ekim akşamı olmasa bile birkaç gün içinde Tel Aviv'e Filistin bayrağı dikileceği korkusunu derinden yaşadılar. Ve bütün bunlar Filistinli direniş güçlerinin, azim, kararlılık ve inanmışlığının sonucu oluştu. Geldiğimiz nokta itibariyle operasyonun ilk günleri ortaya atılan “İsrail istihbaratının bundan kesin haberi vardı” gibi yaklaşımların çok da bir kıymetinin olmadığı anlaşıldı. Şüphesiz uzun süredir Filistin direniş grupları tarafından yapılan hazırlık İsrail’in dikkatini çekmiştir. Yani Hamas, 3 kilometre menzilli füzelere sahipken, 250 kilometreyi bulan füze üretimine başlamış olması herhalde herkesin dikkatini çeker. Ama öyle anlaşılıyor ki Tel Aviv güç sarhoşluğu veya bir başka deyişle güç zehirlenmesi yaşadığı için 7 Ekim senaryosuyla karşılaşmanın yakın tarihte olmasını beklemiyordu.
- Aksa Tufanı operasyonundan sonra Türkiye’nin tutumu nasıldı?
Bazı başkentler gibi Ankara da 7 Ekim sabahı ve birkaç günlük zaman içinde tam olarak ne olduğunu anlamakta zorlandı. Aksa Tufanı Operasyonu’nda kısa sürede elde edilen başarı ve operasyonun devam etmesi sonrası Ankara sahadaki gelişmeleri daha yakından anlamaya başladı. Her geçen gün İsrail saldırılarına verilen tepkinin ve Hamas’a verilen desteğin dozu söylemde artsa da eylemde daha somut adım beklentileri var. Ve Ankara (Ak Parti hükümeti) henüz halktan yükselen somut adım çağrılarına tam manasıyla karşılık verebilmiş değil. İsrail, Türkiye’den diplomatlarını çekti, vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemeleri yönünde seyahat uyarısında bulundu. Yaptırımları Ankara’dan Tel Aviv’e beklerken tam tersi oldu. Ankara, İsrail ile yapılması gündemde olan gaz anlaşmalarının askıya alındığını duyurdu. Bu hayata geçirilmesi zor olan projeler için zaten enerji harcamak anlamsızdı. Kaldı ki projeler hayata geçirilseydi de işte son 25 gündür yaşadığımız gibi İsrail elde ettiği mali kaynakları bombaya, füzeye çevirip Filistinlilerin üzerine yağdırıyor. Türkiye süreç için kazan kazan yaklaşımı sergilese de Filistin’in Türkiye’nin güvenliği için de bir ön cephe olduğunu düşünürsek “kazan kazan” değil, “kaybet-kazandır” süreci başlardı.
Türkiye Hamas’a karşı kara propagandalara dur dedi
Ankara, Atlantik cephesi tarafından yürütülen “Hamas eşittir Terörist” algısına kara propagandasına karşı önemli bir çıkış yaptı. Bu süreçte Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Hamas siyasi liderliğiyle görüştü. Daha fazla gecikilmeden Türkiye, Hamas yetkililerini Ankara’da ağırlamalı, sürece verdiği desteği ve Hamas hangi katkıyı istiyorsa onu vermeye hazır olduğunu bu görüşmede açıkça bir kez daha ilan etmelidir. Mitingler, gösterileri yürüyüşler şüphesiz önemli ancak elinde yaptırım gücü olan devlettir, devleti de şu an yöneten hükümetin bir an evvel daha somut adımlar atması gerekmektedir.
Hizbullah İsrail’in korkulu rüyasıdır
İsrail Başbakanı Netanyahu’nun korkulu rüyası Lübnan Hizbullah’ının sürece dâhil olmasıdır. Çünkü daha önce İsrail’in Hizbullah’a karşı yaşadığı bir mağlubiyet var.
Bunun yanı sıra bölgedeki direniş güçleri arasında düzenli orduya en yakını Hizbullah, en nitelikli ve nicelikli insan gücüne sahiptir. İnsan gücüyle birlikte, havada, karada ve denizde en etkin, caydırıcı silahları da elinde bulundurmaktadır. Hizbullah’ın dâhil olması işgal topraklarının kurtarılmasında önemli bir etkiye sahip olacaktır. Yani haritaları değiştirecek bir adım kapasitesindedir. Aynı zamanda bir yandan güneyde Gazze cephesiyle meşgul olan İsrail’in kuzeyde de açılacak yeni bir cepheyi kaldıracak güç ve imkânı yoktur. Zaten ABD’nin bölgeye getirdiği askeri güç de bunu açıkça ortaya koymaktadır. İsrail’in yalnız başına bağımsız Kudüs’te Filistin bayrağı çekilmesini engelleyecek kudrete sahip olmadığını bilen Washington yönetimi bu adımları atmaktadır. Tabi sürecin başından beri Lübnan Hizbullah’ının alacağı tavır tartışılıyor. Bana göre burada birkaç ince çizgi var. İlki, Filistin direniş güçlerinin kendi öz güçleriyle İsrail’e yaşatacakları başarısızlıkları dünyaya göstermek, ikincisi burada elde edilecek kazanımlar sayesinde kısa vadede ateşin bölgeye yayılmamasını sağlamak, üçüncüsü İsrail’in tüm gücüyle Gazze’ye yönelik baskı uygulamasını engellemek (İsrail bazı güçlerini olası tehditlere karşı Lübnan sınırında tutuyor) dördüncü ise olası bir savaş durumu için öncü adımların atılması…
Hizbullah İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertiyor
Öncü adımlardan kastım Lübnan İsrail sınırında 7 Ekim’den bu yana karşılıklı yaşanan atışlar. Hizbullah burada, İsrail’in sınır boylarındaki teknik alt yapısını çökertmeye dönük bir taktik izliyor. Sınırı izleyen elektronik sistemlerin tahrip edilmesi, sınırda konuşlu birliklerin yıpratılması ve en nihayetinde de alınacak bir savaşa dâhil olma kararıyla hızla İsrail içlerine doğru ilerleyebilmek. Son ince çizgi de Lübnan Hizbullah’ına yönelik dışarıdan gelen “savaşa dâhil ol, artık neyi bekliyorsun” baskısıdır.
Hizbullah ne zaman İsrail’e tam saldırı düzenleyecek?
Hizbullah liderliğinin Filistin davasına verdiği tam destek herkesçe malum. Savaş kararı alınacaksa bunun en doğru zamanda ve koşulda geleceğini bilmeliyiz. Liderliğin, günü birlik, duygusallıktan uzak bir politika izlediği görülüyor. Ancak eğer ki o zaman gelir ve ıskalanırsa bu kez direniş cephesinin gücü, birliği, Siyonizm ve emperyalizme karşı olan mücadelesi tartışma konusu olacaktır ve eleştiri okları yoğunlaşacaktır.
Türkiye ve İran’ın güvenliği birbirine bağımlıdır
Atlantik cephesi içinde kalarak Türkiye’nin bölgeye ve kendisine yönelik Atlantik kaynaklı tehditleri engellemesi mümkün değildir. Türkiye’nin güvenliği İran’dan İran’ın güvenliği Türkiye’den geçmektedir. Her iki ülke yöneticileri de bu bilinçle hareket etmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.
O halde buna uygun adımlar gerekmektedir. ABD’nin İran’a olası bir doğrudan müdahalesi (Sahadaki gelişmeler bunun kısa sürede olacağını göstermiyor.) karşısında Ankara’nın tavrı mutlak suretle Tahran’dan yana olmalıdır. Keza ABD benzer tehditleri Türkiye’ye de yöneltiyor. Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Yunanistan topraklarına yaptığı askeri yığınak da Türkiye’nin de hedefte olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
İsrail ve ABD’nin hedefinde Türkiye de var
Türkiye’yi olağanüstü tehdit olarak gördüğünü ilan, Türk SİHA’sını vuran ABD, İsrail için öncelikli tehdidin Türkiye olduğunu savunan Tel Aviv* var karşımızda. Bu tablo karşısında da Tahran’ın amasız fakatsız Ankara’nın yanında yer alması gerekmektedir. Bunun için iki ülkenin birbirine daha fazla güven verecek iş birliklerini geliştirecek adımlara ihtiyaç var. Örneğin, bugünlerde bir kez daha gündeme gelen İncirlik askeri üssü ve Kürecik Radar Üssü’nün Türk ordusunun tam denetimi altına alınması için daha ne bekleniyor? Ya da Güney Kafkasya’da oluşan yeni dönemde iki ülke iş birliği içinde daha fazla elini taşın altına koymalıdır. Suriye’de Türkiye ile İran arasına nifak sokmak için ortaya atılan ve dedikodulara neden olan “İran Türkiye’ye karşı faaliyet yürütüyor, Şam’ın Ankara ile anlaşmasını engellemek istiyor” gibi iddialar konusunda kamuoyuna daha fazla bilgiler verilmelidir. Türkiye’nin de hala anlamsızca sürüncemede kalan Suriye ile üst düzeyde doğrudan temas ve iş birliklerini kurma sürecini hızlandırması gerekiyor. Irak sahasında da iki ülkenin birlikte atacağı çokça adım bulunuyor. En başında da ABD destekli PKK/PJAK’ın kökünün kurutulması, Irak’ın toprak bütünlüğünün sağlamlaştırılması gibi… Hal böyle olunca direniş cephesindeki örgütler, Siyonizm ve emperyalizm üzerine daha güçlü ve daha kararlı yürüyebilir. Son olarak Ankara, böylesine kritik bir süreç içinde Beyrut’u görmezden gelen bir hava içinde. Türkiye ile Lübnan Hizbullah’ının sahadaki gelişmelere dair doğrudan görüşme trafiği başlatması da sürece olumlu katkı verecektir.
Atlantik cephesinin tehditleri yükselirken Türkiye’nin ittifak birikimi içinde yer alan İran, Rusya ve Çin gibi kuvvetlere dirsek atmak Türkiye’nin bütünlüğüne ve geleceğine döşenen bir dinamittir. Ne zaman Türkiye, Atlantik kuvvetiyle karşı karşıya gelse bazı kara propaganda süreci başladığına şahit oluyoruz. Rusya ile Suriye’de iş birliği yoğunlaşıyor hemen ardından “Rusya bizi çevreliyor, Rusların sıcak denize inme hayalleri gerçek oluyor” kampanyası başlıyor. Çin ile ticari ilişkiler ne zaman ivme kazansa BBC yalanlarına sarılarak “Uygurlara soykırım” tartışması yoğunlaştırılıyor. Batı Asya’da Türkiye ve İran’a yarayacak gelişme olsa bu kez de “İran Güney Kafkasya’da taş koyuyor, Güney Azerbaycan’ı kuracağız, İran PJAK’ı destekliyor” gibi söylemler baş gösteriyor.
Hizbullah’a karşı yürütülen kara propagandaların arkasında ne var?
Son olay ise Filistin meselesi üzerinden yaşanıyor. Türkiye’deki kimi basın yayın organları ve İyi Parti, CHP gibi siyasi partiler sürekli olarak Siyonizm ve emperyalizm karşısında yer alan kuvvetlere taş atmaya başlıyor. Aslında tam da kendilerine biçilen bozgunculuk görevini yerine getiriyorlar. Hamas’ın terör örgütü olduğu iddiası dile getirenler olduğu gibi Lübnan Hizbullah’ının eski genel sekreterlerinden Suphi Tufeyli’nin İran karşıtı çıkışları manşetlere konu yapılmaya başladı. Türkiye’deki maalesef mezhepçi bir şekilde süreci alan kimi çevrelerde, özellikle de Tufeyli’nin açıklamaları üzerinden İran’ı hedef alıp, Tahran’ı kenara itme çabası var. Kaldı ki Tufeyli, son derece şaibeli bir konuma sahip. Hizbullah üzerinde bir etkisi olmadığı gibi, onun adına konuşacak bir örgütsel bağlılığı da yok. Ne Filistin’de ne Güney Kafkasya’da ne Körfez’de, ne Irak’ta ne Suriye’de ne Doğu Akdeniz’de İran’ı kenara iterek Türkiye’nin kazanım sağlayacağı bir cephe yoktur. Bu sadece İran için değil Çin ve Rusya için de geçerlidir. ABD etrafına topladığı kuvvetlerle Türkiye’ye namlu gösterirken Türkiye’yi yalnızlaştıracak, ittifak birikiminden mahrum bırakacak propaganda Türkiye’ye en büyük zararlardan birini verir. Bir yanda bunlar yaşanırken diğer yanda şunu da görmekte yarar var ki Türkiye’de bu bozguncu fikirler karşılık bulmakta her geçen gün daha da zorlaşıyor ve bu fikirlerin kamuoyunu etkileme gücü zayıftır. Çünkü ABD kaynaklı tehdit her geçen gün artıyor, bu tehdide karşı bölgesel iş birliğinin önemi de her geçen gün yükseliyor. Türkiye’de bulunan bugünkü siyasi iktidar bu tehditler karşısında çelişkiler yaşasa da halk özellikle de 15 Temmuz’dan sonra süreci çok iyi tahlil edebiliyor.
İran'dan Uluslararası Topluma İsrail'in Nükleer Silah Programını Durdurma Çağrısı
İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi, "İran, uluslararası toplumun İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurması için bu rejime baskı yapmasını istiyor" dedi.
İran'ın Birleşmiş Milletler (BM) Daimi Temsilcisi Emir Said İrevani, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres’e ve güvenlik konseyinin dönemsel başkanına yazdığı mektupta, “Güvenlik Konseyi'nin dikkatini İsrail rejiminin kuşatma altındaki Gazze Şeridi'ndeki savunmasız ve masum sivillere karşı nükleer silah kullanma tehdidine çekmek istiyorum” dedi.
İrevani’nin gönderdiği mektupta şu ifadelere yer verildi:
“Gazze'deki savunmasız Filistin halkı sürekli İsrail askeri saldırısına, vahşi cinayetlere, ve toplu cezalara maruz kalıyor. Bunların hepsi uluslararası insan haklarının açık ihlalidir. Şimdi de haydut İsrail rejiminin nükleer tehdidiyle karşı karşıyalar. Endişemizi daha da artıran ise Siyonist rejiminin sözde kültür mirası bakanının ortaya attığı son iddiadır.
İsrail rejiminin yetkililerinin nükleer silah kullanma tehdidine sadece iki ay içinde ikinci kez başvurması son derece üzücüdür. Siyonist rejimin Başbakanı Binyamin Netanyahu, daha önce Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun 78. oturumunda yaptığı konuşmada, İran'a karşı nükleer silah kullanımına ilişkin açık tehditlerde bulunmuştu.
Nükleer silahları kullanmak veya sadece tehditte bulunmak sadece uluslararası hukukun açık bir ihlali değil, aynı zamanda Birleşmiş Milletler Şartı'nın, özellikle de Madde 2(4)'ün içerdiği temel ilkelerin de açık bir ihlalidir.
İran, uluslararası toplumdan İsrail rejiminin tehlikeli açıklamalarını kınamasını ve nükleer silah programını durdurma ve kitle imha silahlarına ilişkin tüm ilgili uluslararası anlaşma ve sözleşmeleri tam olarak yerine getirmesi için rejime baskı yapmasını istiyor.”/mehr
Abdullahiyan: ABD, Ateşkes Mesajı Gönderdi
İran, ABD’nin kendilerine İsrail ve Filistin arasında ateşkes istediklerine dair mesaj gönderdiğini açıkladı.
İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan gazetecilere yaptığı açıklamada; "ABD, 3 gün önce başka bir ülke aracılığıyla bize ateşkes istediği yönünde mesaj gönderdi. Ancak uygulamada Gazze'deki soykırımı ve savaş suçlarını destekliyorlar" dedi.
ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Irak ziyaretini değerlendiren Abdullahiyan, Blinken'ın başkent Bağdat'ta çelik yelek giyerek görüntü vermesini eleştirerek, "Bu, ABD'nin bölgedeki gerçek rolünü göstermektedir. ABD'nin kısa zaman içerisinde bölgedeki politikasından vazgeçmesini ve işgalci rejimi desteklemeyi bırakmasını umuyoruz" ifadelerini kullandı.
Tarafsız Ezanlar ve Şerefsiz Soylular!
İslam ülkelerindeki bazı yönetimlerin siyasi ve ekonomik ilişkiler bir yana, Siyonistlerin suç ve cinayetlerine kayıtsız kalması bile açık bir ihanettir. Hem ezan okuyup hem de İslam düşmanlarıyla oturup kalkamazsınız!
Hüseyin Şeriatmedari kaleme aldığı makalesinde şunları yazdı:
1- Amerika, İngiltere, Fransa ve Almanya, Siyonist rejimin mazlum Gazze halkının katledilmesindeki vahşi suçlarını sadece resmi olarak desteklemekle kalmıyor, aynı zamanda mali yardım ve silah göndererek vahşi Siyonistlere dolaylı değil doğrudan ortak oluyorlar. Amerika ve Avrupa ülkelerinin liderlerinden birinin işgal altındaki Filistin'e gidip Siyonist rejimin soykırımına tam destek verdiğini beyan etmediği ve gazetecilerin kameraları önünde bu rejimin cellatlarına sarılmadığı bir gün, bir hafta yok. Peki savaşın bu tarafında neler oluyor?
2- İslam ülkelerinden beklenen en az ve en gerekli davranış, Siyonist rejimle siyasi ve ekonomik ilişkileri kesmeleri ve İsrail'e, ABD'ye ve onu destekleyen birçok Avrupa ülkesine petrol ve gaz ihraç etmekten kaçınmalarıdır. Bu arada İran İslam Cumhuriyeti'nin hesabı ayrı ve açıktır. Çünkü İsrail'in tarihten silinmesi önerisi, İmam'ın bakışı ve tavsiyesiydi ve bu, İran İslam İnkılabı ve Rehberi tarafından ciddiyetle takip edilmiş ve takip edilmektedir. İran İslam Cumhuriyeti tüm direniş güçlerini ve Siyonist rejime karşı duran herkesi desteklediğini açıkça ve cesaretle ilan etmiştir ve bunu da bugüne kadar yapmıştır. Ayrıca İran İslam Cumhuriyeti'nin Siyonist rejimle hiçbir siyasi ve ekonomik ilişkisi bulunmamaktadır.
3- Artık beklenen ve başta İslam ülkeleri olmak üzere tüm ülkelerin İslami ve insani görevi, öncelikle vahşi İsrail ile tüm siyasi, ekonomik ve turistik ilişkilerini kesmesi, ikinci olarak da İsrail'e, Amerika'ya ve bu barbar rejimi destekleyen diğer ülkelere petrol, gaz ve gıda maddeleri ihraç etmekten kaçınmasıdır. Eğer İslam ülkeleri iddialarında dürüstse ve liderlerin açıklama ve röportajlarında da vurguladıkları gibi Siyonistlerin soykırımını durdurmak istiyorlarsa bu konuda yapılabilecek en az ve en temel eylem İsrail'e ve ortaklarına, yani Amerika ve Avrupa'ya petrol, gaz ve gıda maddeleri ihracatını kesmektir.
4- Dünya petrol ve doğalgazının yaklaşık %45'i Fars Körfezi'nden ihraç edilmektedir. Fars Körfezi tarafında İran, Umman, Irak, Suudi Arabistan, Kuveyt, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar ve Bahreyn olmak üzere sekiz ülke yer alıyor. Bu ülkelerin hepsi İslam ülkesidir ve eğer bugünden itibaren İsrail'e ve destekçilerine petrol ve doğalgaz ihracatını kesmeye karar verirlerse, Siyonist rejim ve onu destekleyen ülkeler ağır ve kırılgan bir felaketle karşı karşıya kalacaktır. Buna sadece bir örnek verecek olursak, dün ABD televizyon kanalı C.N.B.C, bir belgeselinde, Hürmüz Boğazı kapatılırsa petrol fiyatının 250 dolara (mevcut fiyatın neredeyse üç katı) çıkacağını söyledi.
5- Fars Körfezi'nin yanı sıra Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı da İslam ülkelerinin elindedir ve Amerika, Avrupa ve Akdeniz kıyılarına giden petrol ve gaz (LNG) taşıyan gemilerin Fars Körfezi'nden çıktıktan sonra Babülmendep Boğazı ve Süveyş Kanalı'ndan geçmeleri gerekiyor, aksi takdirde Afrika kıtasının güneyini geçmek için çok daha uzun bir mesafe kat etmeyi seçmek zorunda kalıyorlar ki bu hem zarar verici hem de çok pahalıdır.
6- Babülmendep ve onun devamı olan Süveyş Kanalı, Suudi Arabistan, Yemen, Mısır, Sudan, Eritre, Cibuti ve Somali olmak üzere 7 ülkenin mülkiyetindedir. Bu ülkelerin tamamı İslam ülkeleri arasındadır ve sadece Eritre’nin %63'ü Hristiyan, %36'sı Müslümanlardan oluşmaktadır ve Hristiyanlar Siyonistlerin barbarca suç ve cinayetlerinden hiçbir zaman kurtulamamıştır. Gazze Şeridi'nde Hıristiyanlara ait kilise ve hastanelerin bombalanması bunun en güncel örneği olarak gösterilebilir.
Geçtiğimiz hafta İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, hekimane ve hesaplı bir şekilde ve her zaman olduğu gibi Siyonist rejime petrol, gaz ve gıda ihracatının kesilmesinin gerektiğini vurguladı ve Cuma akşamı direnişin lideri Seyyid Hassan Nasrallah da bu eylemlerin gerekliliğini ve önemini vurguladı.
7- İslam ülkelerindeki bazı hükümetler, Siyonist rejimin mazlum Gazze halkına karşı işlediği vahşi suçları şiddetle kınıyor! Öte yandan, ülkelerinin halkının açıkça belirttiği taleplerinin aksine, gaspçı ve çocuk katili İsrail'e petrol ve gaz ihraç etmekten sakınmıyor ve hatta bu ülkelerin bir kısmı da hala İsrail'le siyasi ve ekonomik ilişkilerini sürdürüyor ve bırakın siyasi ve ekonomik ilişkiyi bu ülkelerin Siyonistlerin suç ve cinayetleri karşısında kayıtsız kalması bile açık bir ihanettir.
Hem ezan okuyup hem de İslam düşmanlarıyla oturup kalamazsınız. Tıpkı kıymetli devrimci şair Ahmed Babai’nin şu şiirinde dediği gibi:
Minarelerin yetkisini
Hiçbir zaman tarafsız ezanlara vermeyelim
Tarafsız ezanlar
Şerefsiz soyluların mirasıdır…
İsrail'in Soykırımı, Hizbullah'ın Manevrası, Hamas'ın Sınavı
Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi.
Hamas’ın 7 Ekim baskınını soykırım için fırsata çeviren İsrail’in durdurulmaması halinde savaşın bölgeselleşme riski her geçen gün artıyor. Kritik eşiğe gelinip gelinmediğini görmek için tüm taraflar Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah’ın 3 Kasım’daki konuşmasına kilitlenmişti. Nasrallah, Hamas’ın beklediği türden bir savaş için düğmeye basmazken İsrail’i kuzeyde yormaya devam edecekleri mesajı eşliğinde kırmızı çizgilerini hatırlattı. Savaştan sorumlu tuttuğu ABD’nin tehditlerine meydan okudu.
Savaş deklarasyonu çıkmadı, zaten beklenmiyordu ama konuşma savaşsız savaş halinin süreceği anlamına geliyor.
Nasrallah’ın ‘Direniş Ekseni’nin durumu ve Hamas’ın 7 Ekim baskınına dair çift yönlü okumaya açık mesajları vardı ki bunlar caydırıcılık inşa etmeye dönük sert uyarıların gölgesinde kaldı.
Yarın daha net konuşulacak bazı şeylerin beklemeye tahammülü yok. Baskın ve savaşın gidişatı Hamas’ı çevreleyen denklemi hayli karmaşık hale getiriyor. Hamas ile ‘Direniş Ekseni’ arasındaki ilişkiler Suriye’deki karmaşa sırasında türbülansa girmişti. Müslüman Kardeşler, Esad yönetimine karşı vekalet savaşında Batı-Körfez blokunun vekil gücüne dönüşürken Hamas da siyasi bürosunu Şam’dan Doha’ya taşıyarak Suriye’ye sırtını dönmüştü. Suriyeliler bunu arkadan hançerleme olarak görüyor. İsrail de Golan cephesinden IŞİD’in Suriye yapılanması Nusra Cephesi ve diğer İslamcı örgütleri destekledi. Hizbullah ise 2013’te Suriye savaşına girerek Sünnî-Selefî-Cihadî örgütleri pek çok cephede ezdi. Böylece Lübnan’a cihatçı sıçramayı da önledi. Türkiye ve Katar’ın gazıyla Şam’dan çıkan Siyasi Büro Şefi Halid Meşal’i kızağa alan Hamas’ın nedamet göstermesi, Hizbullah’ın Filistin davasını ayrı tutma hassasiyeti ve İran’ın stratejik davranma kararına bağlı olarak ilişkiler tamir edildi. Müslüman Kardeşler’e “hain tabiatlı” demeyi sürdüren Esad yeni sayfa açılmasına karşıydı.
Ve birlik görüntüsü oluşmuşken Hamas 7 Ekim’de ‘Direniş Ekseni’nden bağımsız, diğer dostlarından da habersiz tek taraflı bir hareket geliştirdi. Hatta saldırı planı Gazze’deki Hamas liderliği ve İzzeddin Kassam Komutanlığı’nda dar bir çevrede tutuldu ve Doha-İstanbul merkezli siyasi liderlere de karartma uygulandı.
Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye’nin baskını İstanbul’da televizyondan görüp şükür namazı kılması, Ankara’nın panikle Hamas liderlerini Türkiye’den göndermesi, İran dini lideri Ali Hamaney’in ilk konuşmasında üç kez saldırıyla ilgilerinin olmadığını vurgulaması, yeterince inandırıcı gelmese de Hamas kaynaklarının baskının sadece sınıra yakın askeri kışlayı hedef almak için tasarlandığını, sınırlar yıkılınca operasyonun genişlediğini ve kontrolden çıktığını, takas için 20 kadar rehine hedeflenirken savaşçıların 200’ün üzerinde rehineyle döndüğünü söylemesi ve nihayetinde Nasrallah’ın epey sessiz kaldıktan sonra savaşın 27’nci gününde çıkıp bütün kararların Hamas tarafından alındığını vurgulaması herkesi zorlayan çetrefilli bir tablonun oluştuğunu gösteriyor.
Ama İsrail soykırım yaparken 7 Ekim değerlendirmesinin sonraya bırakıldığı görülüyor.
Yine de Hamas, Hizbullah’tan İsrail’i dümdüz edecek bir başka tufan bekliyordu.
***
Tabii saldırı kendinden bağımsız planlanıp uygulansa da Hizbullah eli kolu bağlı durmadı; 8 Ekim’den itibaren işgal altındaki Şeba bölgesinde İsrail’in gözetleme kuleleri, radarları, kamera sistemleri ve devriye araçlarını vuran kontrollü bir çatışma stratejisini devreye soktu.
ABD bir taraftan İsrail’i “kuzeyden cephe açılmasına yol açacak şekilde Hizbullah’ı kışkırtacak hesapsız bir şey yapma” diye baskılarken diğer taraftan uçak gemilerini Akdeniz’e gönderip siyasi-diplomatik kanalları devreye sokarak ikinci ve üçüncü cepheleri önlemeye çalıştı.
Beyrut, Tahran ve Şam’a farklı kanallardan uyarılar gitti. Amerikalılar Lübnan hükümetini, ordusunu ve istihbaratını markaja alıp Hizbullah’ı dizginlemeleri için baskı yaptı. Yine de Hizbullah, İsrail’in yanıtlarına bağlı olarak angajmanın derinliği ve genişliğini kademe kademe artırdı. Neredeyse tüm güney sınırından İsrail’i vurmaya başladı. İlk başlangıçta hayli tehditkar giden ABD, müdahaleler korkulan düzeye yani teşekküllü savaş haline geçmediği için Hizbullah’ın iyi kalibre edilmiş kontrollü çatışma stratejisini ‘kabul edilebilir’ bulma eğilimine girdi.
Bu noktada Hamas’tan sitemkâr açıklamalar gelmeye başladı. Hamas’ın siyasi büro üyesi Musa Ebu Merzuk, El Cezire’nin Hizbullah’tan ne bekledikleri sorusuna “Kendimize güveniyoruz ve tüm dostlarımızı bu çatışmada bize katılmaya davet ediyoruz ancak başkalarını yargılayamayız. Herkesin takdir ettiği ölçüde katılmasını istiyoruz” yanıtını verdi. Sorular tekrarlanınca Merzuk bu kez “İnsanlar bu savaşta müttefiklerimizden çok şey bekliyordu” dedi. Bu yanıt bir hayal kırıklığı olarak yansıtıldı.
Beklentinin yükseltilmesinde Hizbullah’ın ‘Nasrallah kararını verdi’ izlenimi yaratan videosu da etkili oldu. Bu video 2019’daki çöküşten beri ekonomisi tepetaklak giden Lübnan’daki iç durumu ve bölgesel dengeleri de gözeten Nasrallah’ın ‘belirsizlikler’ üzerine kurulu caydırıcılık stratejisiyle uyumsuzdu.
***
Nasrallah ağırlıklı olarak ABD’yi hedef alsa da ‘Direniş Ekseni’nin durumuna dair bazı kritik noktalara değindi. 7 Ekim baskının Hamas ve Filistin'deki diğer direniş grupları tarafından gerçekleştirildiğini belirtip “Yüzde 100 Filistinlilerin kararıydı. Komşu ülkelerle hiçbir ilgisi yoktur. Yaşananlar, İran'ın direniş grupları üzerinde herhangi bir vesayetinin olmadığını teyit etmiştir" dedi. Bu söz ilk bakışta Lübnan ve İran’ı koruma çabası olarak görülebilir. Aynı zamanda Hamas’a örtülü bir mesaj olarak da değerlendirilebilir. Hamas’ın kendi kararı olduğu vurgusu ‘tek taraflı karar aldığına göre hesabını ve hazırlığını ona göre yapmıştır’ diye tevil edilebilir.
Batı-Körfez ekseni Hizbullah’ı “Lübnan’ı yakma” diye dizginlemeye, diğer taraf da “ne pahasına olursa olsun cephe aç” diye bastırdığı için Nasrallah bu konuya biraz detaylı girdi. Nasrallah aslında 8 Ekim itibariyle savaşa girdiklerini belirterek “İslami direniş yalnızca sınırda bulunanların hissedebileceği gerçek bir savaş yürütüyor. Bu operasyonlar, düşman arasında bölgenin savaşa sürüklenebileceği ihtimaline dair panik ve korku yarattı. Bu gerçekçi bir olasılıktır ve düşman bunu dikkate almalıdır” dedi.
Nasrallah güney sınırlarında İsrail’in 1948’ten bu yana görmediği bir yanıtla karşılaştığını vurgulayıp ‘tatmin etmeyen’ çatışmanın sonuçlarını anlattı:
- “Direniş İsrail ordusunun üçte birini Lübnan sınırına çekmeyi başardı.”
- “İsrail deniz gücünün yarısı Lübnan ve Hayfa'nın karşısında konuşlandı.”
- “İsrail füze savunmasının yarısı Lübnan'a yöneldi."
Bunun anlamı; Hizbullah kontrollü çatışma stratejisiyle İsrail’in gücünü bölüp Gazze’ye yüklenmesini önlüyor.
Hizbullah’ın geçen hafta yayımladığı bir bilançoya göre de 8 Ekim’den bu yana 105 askeri nokta ve 9 tank-zırhlı hedef alındı; 120 asker öldü ya da yaralandı; sınırı izleyen 33 radar ve 40 kamera imha edildi; işgal altındaki 28 yerleşim yerindeki 65 bin yerleşimci boşaltıldı.
Hizbullah’ın kendi kayıpları 60’ı geçti.
Nasrallah Irak, Suriye ve Yemen’de direniş eksenindeki güçlerin sürece dahil olduğunu da hatırlattı.
Irak ve Suriye’de ABD’nin bulunduğu 11 üsse onlarca kez roket ve kamikaze İHA saldırıları oldu. Yemen’de Ensarullah’ın attığı füzeler ise Kızıldeniz’deki Amerikan gemileri ya da Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunmasını aşabilirse İsrail’e doğru yol alıyor. Suudi Arabistan ve Ürdün hava savunması mevcut haliyle İsrail’e çalışıyor.
Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin kritik dönemde Beyrut’ta olduğu da dikkate alınırsa bütün bu cephelerin koordineli hareket ettiği söylenebilir. Fakat Hizbullah uzmanları Lübnan-İsrail cephesinde bütün inisiyatifin Nasrallah’ta olduğunu vurguluyor.
Bölgedeki hareketlilik "İsrail durmazsa savaşın alacağı boyutu göstermeye" ve ABD’yi farklı bir tutuma zorlamaya yönelik.
ABD ısrarla İran’la savaş istemediğini belirtirken Tahran’ın yanıtı da “Biz de istemiyoruz ama durumun kontrolden çıkmaması ABD’nin elinde” diye özetlenebilir.
***
Hedefleri “saldırının durdurulması” ve “direnişin Gazze'de zafer kazanması” diye koyan Nasrallah resmen savaş ilan eden taraf olmaktan kaçınıyor ama ciddi bir uyarıyı da peşi sıra ekliyor: “Güney Lübnan cephesi tüm seçeneklere açık.”
Savaşın genişlemesi konusunda iki kırmızı çizgi çekti:
- Gazze'deki gidişat
- İsrail’in Lübnan'a karşı eylemleri.
Nasrallah spesifik olarak Lübnan’da sivillerin ölmesi halinde “sivile karşı sivil” denklemine döneceklerini belirtti. (Ve dün İsrail üç çocuğu öldürünce Hizbullah ağır bir yanıtın geleceğini duyurdu.)
Haftalarca Batı-Körfez blokunun bütün girişimlerine rağmen Nasrallah’tan “cephe açmayacağım” sözü alınamamıştı. Belirsizlik stratejisi sürdürülürken tepkilerden kırmızı çizgilerin tarifi çıkıyordu:
- Kara harekâtının başlaması.
- Direnişin çökmesi. (Denilen şuydu: Gazze düşerse sıra Lübnan’a gelir, buna izin verilemez.)
- Lübnan topraklarının saldırıya uğraması.
Kara harekâtı kısmen başlarken kırmızı çizgi Nasrallah’ın ‘gidişata bağlı’ ifadesiyle başka bir belirsizliğe bürünüyor.
Lübnan’ın saldırıya uğraması konusunda angajman şöyle işleye geldi:
Hizbullah vurduğunda İsrail misilleme yapıyor. Ya da İsrail vurduğunda Hizbullah misilleme yapıyor. Eğer Lübnan’da başka bir direniş grubu atış yapar da İsrail, Lübnan’ı bombalarsa Hizbullah buna da misilleme yapıyor. Bu salvoların çapı kademe kademe büyüse de iki taraf hala kontrollü gidiyor.
***
Nasrallah’ın İsrail’den ziyade ABD’ye verdiği mesajlar daha kritikti. Gazze’deki savaştan sorumlu tuttuğu ABD’yi mesajlarının odağına koydu. “Amerikalılara sesleniyorum” deyip ekledi: “Tehditlerin hiçbir işe yaramadı. Akdeniz'deki filolarınız bizi korkutmuyor. Onlar için de hazırlık yaptık. Bizi tehdit ettiğiniz gemilerinizi batıracağımızı bütün samimiyetimle söyleyeceğim. Siz Amerikalılar, İsrail'i durdurabilirsiniz, çünkü bu sizin saldırganlığınız. Bölgede bir savaş başlarsa bunun bedelini ödeyeceksiniz. Tekneleriniz ve askerleriniz hedef alınacak."
Simgesel bir atış daha yaptı: “Amerikalıları 1980’lerin başında yenilgiye uğratanlar çocukları ve torunlarıyla hala burada.”
23 Ekim 1983’te Lübnan iç savaşı sürürken Beyrut tam kuşatma altındaydı. ABD Deniz Piyadelerinin konuşlandığı kışlaya bomba yüklü araçla düzenlenen saldırıda 241 asker öldü, 60 asker yaralandı. İki dakika sonra Fransız askerlerinin kaldığı 8 katlı bina hedef alındı; 58 Fransız asker öldü, 15 asker yaralandı. Sorumluluğunu İslami Cihad Hareketi üstlendi. Yani bugünkü Hizbullah. ABD ‘Biz de zaten gidiyorduk’ minvalinde bir tutumla yanıt vermeden tası tarağı topladı.
Nasrallah bölgedeki Amerikan askeri varlıklarını ve çıkarlarını açıkça tehdit etmiş oldu.
Hizbullah lideri denklemi tersinden kurarak bölgesel savaşı önleme yükümlülüğünü ABD’ye yüklüyor. Nasrallah ikinci konuşmasını 11 Kasım’da yapacak. Lübnanlı gazeteci Ali Haşim “Bu, Nasrallah'ın ABD ve diğer etkili aktörlerin çatışmayı kontrol altına alması için belirlediği süreyi temsil ediyor. O zamana kadar farklı bir ton olabilir” diyor.
İsrail ordusunu çok iyi analiz eden, gerilimi nerede nasıl tırmandıracağına ve nerede duracağını kendisi belirleyen Nasrallah mevcut tabloda psikolojik savaş üstünlüğünü koruyor. Muğlaklık siyasetiyle muhatabını geriyor ve sınırlıyor.
Hizbullah, Nasrallah’ın konuşmasından bir gün sonra Cel el Alem’de İsrail karargahını cehenneme çeviren bir saldırının videosunu yayımladı. Bunun dışında 4 yerde daha İsrail askeri hedefleri vuruldu. İsrail misilleme olarak Lübnan sınır köylerini bombaladı. Fakat Cel el Alem’deki patlamalarla ilgili İsrail tarafındaki sessizlik ya da görmezden gelme hali hayli dikkat çekiciydi.
İsrail 2006’daki Lübnan yenilgisinden beri Hizbullah’ı ciddiye alıyor. Nasrallah’ı pür dikkat en fazla onlar dinliyor. İsrailli askeri uzmanlar 2006 savaşında Hizbullah’ın 15 füzesi, 40 bin savaşçısı olduğunu, bunları 10 kat artırdığını tahmin ediyor. Füze sayısını 150 bin hatta 200 bin olarak veren uzmanlar da var.
Merkava tanklarını etkisiz hale getiren Kornet füzelerini kullanıyor. Rus yapımı Katyuşaların yanı sıra füze stoku Fetih 110, Bedir 313, Zilzal-I, Zilzal-II füzeleriyle dolu. Suriye'den temin edilen gemi savar Yakhont füzelerine de sahip. Hizbullah İsrail’in elindekilerle asla kıyaslanamayacak derecede eski teknoloji ürünü tank ve zırhlı araçlarını da ara sıra sergiliyor. Bunlara istihbarat ve kamikaze İHA’larını da eklemek gerekiyor.
***
Pentagon Nasrallah’ın konuşmasını “Hizbullah tırmandırmayacak” diye yorumlamayı tercih etti. Bölgeye üçüncü kez giden Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Lübnan Başbakanı Necip Mikati’ye gösterdiği liderlik için teşekkür etti. Nasrallah’a teşekkür edecek hali yok ya!
Lübnan’da ise pek çok taraf ‘direkten döndük’ diye seviniyor. Hizbullah’a kendini tutması çağrılarında başı çeken Dürzi lider Velid Canbolat konuşmayı ‘gayet gerçekçi’ bulmuş.
Özetlersek Hizbullah savaş ilan etmeden derinliğini kendisinin belirlediği bir savaş yürütüyor. Bunun teşekküllü bir savaşa dönüşmesini kaçınılmaz görse de bunu önlemenin ABD’nin elinde olduğunu söylüyor. Blinken, Amman’da Arap dışişleri bakanlarına “insani mola” için çalıştığını anlatırken kalıcı ateşkes taleplerine olumlu yanıt vermedi. Yani ABD henüz İsrail’i durdurma noktasında değil. Savaşı bölgeselleştirecek bombanın pimi çekilmiş, atılması da an meselesi. İsrail kara harekâtını genişletmekte ısrar ederse bölgesel hesaplar bu dehşet dengesini daha ne kadar tutabilir?
Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani Tahranda
İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, resmi temaslar kapsamında Tahran’ı ziyaret eden Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani’ni kabul etti.Irak Başbakanı es- Sudani Tahran ziyareti kapsamında ayrıca İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi ile bir araya geldi.
‘IRAK YENİ BİR YOL ÇİZEBİLİR’
İran İslam Devrimi Lideri imam Seyyid Ali Hamaney, Irak Başbakanı Muhammed Şiya Es-Sudani ile görüşmesinde Bağdat’ı Filistin meselesindeki tutumundan dolayı tebrik etti. İslam dünyasının ABD ve İsrail üzerindeki siyasi baskıyı artırması gerektiğini belirten imam Hamaney, “Bölgede önemli bir ülke olan Irak, bu alanda özel bir rol oynayarak Arap dünyasında yeni bir yol çizebilir. Bu konuda İran ile Irak birbirleriyle koordine olarak rol oynayabilir. Gazze’de yaşanan tüm katliamlara rağmen Siyonist rejim şu ana kadar başarısız oldu. Çünkü kaybettiği itibarını geri kazanamadı ve gelecekte de kazanamayacak. Siyonist rejimin suçlarını yönlendirmede ABD’nin doğrudan rolü giderek güçleniyor. ABD’den yardım gelmezse Siyonist rejimin çalışmaları sürdürülemez.” ifadelerini kullandı. 7 Ekim’de başlayan operasyonun kahramanca olduğunu belirten Sudani de Tel Aviv’in Gazze’deki suçlarını durdurmak için Irak’ın kapsamlı siyasi girişimlerde bulunduğunu kaydetti. Çabalarının öncelikle bombardımanı durdurmak olduğunu bildiren Sudani, sonraki adımda Gazze halkına gıda ve tıbbi yardım göndermeyi hedeflerini söyledi. Sudani, bu konuda İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ile gerekli düzenlemeleri yaptıklarının altını çizdi.
"ABD'nin Gazze'ye Yardım ve Ateşkes İddiaları Gerçeği Yansıtmıyor"
İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi, resmi temaslar kapsamında Tahran'a gelen Irak Başbakanı Muhammed Şiya es-Sudani ile bir araya geldi.
İki lider görüşmenin ardından basın toplantısı düzenledi.
Reisi, Siyonist İsrail'in Gazze saldırıları hakkında şunları söyledi: 'İki ülke, Filistin meselesi ve bu ülke halkına yapılan saldırılar konusunda ortak bir duruşa sahiptir. Bu konuda iki ülke arasında savaş öncesinden beri bir işbirliği vardı, Filistin her iki ülkenin yakından ilgilendiği bir mesele. Gazze'ye yönelik saldırılar biran önce durdurulmalı ve bölgenin mazlum halkına yardım ulaştırılmalıdır.'
Reisi, ABD, Siyonist rejime, Filistin halkına yönelik acımasızca cinayetler işlemesi için silah, istihbarat ve mali destekte bulunuyor. Aslında bu rejimi teşvik ediyor" ifadelerini kullandı.
Washington yönetiminin Gazze'ye yardım ve ateşkes iddialarının gerçeği yansıtmadığını dile getiren İbrahim Reisi, "Bu iddia ABD'nin eylemleriyle bağdaşmıyor. ABD, BM Güvenlik Konseyinin tasarısını veto ederek öldürmeye devam etmesi için siyonist rejimin elini güçlendirmiştir" diye konuştu.
İsrail'in Gazze'de soykırım uyguladığını yineleyen Reisi, ivedilikle ateşkes yapılması ve bölgeye insani yardımın ulaştırılması gerektiğini belirtti.
İran Cumhurbaşkanı, Gazze'ye yönelik saldırıların durması için uluslararası alandaki her girişimi desteklediklerini kaydetti.
İran Cumhurbaşkanı Reisi ile Filistin meselesini görüştüğünü söyleyen es-Sudani ise "Bizim Filistin konusundaki duruşumuz bellidir. İsteğimiz, Kudüs'ün başkenti olduğu bir Filistin devletinin kurulması. İsrail'in Gazze'ye saldırıları sadece 7 Ekim'den beri yaşanmıyor. Bu kriz Siyonist Rejim'in Filistin halkına karşı uygulanan cani politikaların sonucudur" şeklinde konuştu.
Abdullahiyan'ın Ankara ziyaretinin perde arkası
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, geçtiğimiz hafta Ankara'ya gelerek diplomatik ziyaretlerde bulunmuştu. Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretini sordu.
İran Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan, 1 Kasım'da Ankara'ya gelerek Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile diplomatik temaslarda bulunmuştu. Abdulllahiyan ve Fidan bölgedeki son gelişmeleri ele alarak, ortak basın toplantısı düzenlemişti. Aydınlık Gazetesi Tahran Temsilcisi Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretini sordu.
TÜRKİYE ZİYARETİNİN PERDE ARKASI
İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan'ın Türkiye ziyaretinin ardından Hakan Fidan ile düzenlediği ortak basın toplantısında İsrail ve Filistin arasındaki çatışmalara değinmiş, Türkiye'nin arabuluculuk önerisini değerlendirmişti. Abdullahiyan, Türkiye'nin İsrail-Filistin sorununun çözümü için önerdiği garantörlük modelinin de Fidan ile görüşmede konuşulduğunu belirterek, "Savaşın genişlemesini engelleyecek ve Filistin halkının haklarını koruyacak her türlü girişimi destekliyoruz." diye konuşmuştu.
İsrail'in saldırılarının doğrudan ABD tarafından yönlendirildiğini öne süren Abdullahiyan, "Dünya, Gazze'de işlenen soykırım ve savaş suçlarını açık bir şekilde görüyorken ABD, CENTCOM eliyle savaşı genişletmeye çalışıyor ve onlar bu savaşı komuta merkezinden yönetiyorlar." değerlendirmesinde bulunmuştu.
KENANİ: ORTAK MUTABAKATA VARILDI
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani
Aydınlık Gazetesi Tahran Temsilcisi Gürkan Demir, İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani'ye Abdullahiyan'ın Türkiye ziyareti ile ilgili iki ülkenin Filistin için ortak eylem planı olup olmadığını sordu. Kenani bu soruyu şu şekilde cevapladı:
"Bu gezi Filistin'deki gelişmelere ve Gazze'deki mevcut içler acısı koşullara odaklanmıştı, iki ülke iyi ve ayrıntılı bir görüş alışverişinde bulunarak ne yapılacağı konusunda mutabakata vardı. Siyonist rejimin Gazze'de yaptığı bu suçlara hiçbir şekilde hoşgörü gösterilemez ve İslam İşbirliği Teşkilatı'na üye ülkelerin bu suçları durdurmak için ciddi tedbirler alması gerekmektedir. İyi görüşmeler yapıldı ve saldırıların durdurulması, insani yardım gönderilmesi, ablukanın kaldırılması ve Gazze'nin kuzeyinde yaşayan vatandaşların yerlerinden edilmesinin engellenmesi gibi üç temel konuda istişarelerde bulunulması ve ortak çaba gösterilmesi kararlaştırıldı."
YARGILANMALILAR
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Nasır Kenani, İsrail'in Filistinlilere karşı işlediği suçları belgelemek üzere bir araştırma komitesi kurulması ve İsrailli yetkililerin Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanması gerektiğini söyledi.
Kenani, başkent Tahran’da düzenlediği haftalık basın toplantısında gündemi ve Filistin'deki son durumu değerlendirdi.
İsrail’in Filistin halkına karşı “sayısız vahşi eylem” gerçekleştirdiğini belirten Kenani, "Bu yeni çağın soykırımı, başta ABD olmak üzere birçok Batılı rejimin desteğiyle tüm dünyanın gözü önünde her gün yaşanıyor.” diye konuştu.
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarda kullandığı ve binlerce Filistinlinin hayatını kaybetmesine sebep olan bombaların ABD’nin Hiroşima'da kullandığı atom bombasının 1,5 katı olduğuna dikkati çeken Kenani, ABD’nin saldırıların durdurulmasına yönelik çabaları engellediğini söyledi.
Gazze'ye nükleer bomba atılmasının olasılıklar arasında olduğunu söyleyen İsrailli aşırı sağcı Miras Bakanı Amihai Eliyahu'ya tepki gösteren Kenani, “Atom bombasına sahip Siyonistlerin barbarca davranışları göz önünde bulundurulduğunda, Gazze halkına karşı atom bombası kullanma tehdidi uluslararası toplum tarafından ciddiye alınmalıdır.” diye konuştu.
İranlı Sözcü, bu tehdidin nükleer silahların kullanılması ve yayılması yasağını zayıflattığını belirterek, “Bu konunun Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barışa yönelik bir tehdit olarak ciddi ve acil bir şekilde ele alınacağını umuyoruz.” dedi.
ABD İSRAİL’İN SUÇLARINDAN DOĞRUDAN SORUMLU
Söz konusu tehdidin İsrail’in Filistin direnişine karşı çaresizliğinin boyutlarını gösterdiğini dile getiren Kenani, bunun, İsrail’in "savaş suçlarında sınır tanımadığının, hiçbir uluslararası karara uymadığının da göstergesi" söyledi.
ABD hükümeti ve bazı Batılı ülkelerin İsrail’in önünü açtığını ifade eden Kenani, bu ülkelerin İsrail’in suçlarından da doğrudan sorumlu olduklarını kaydetti.
"İSRAİLLİ YETKİLİLER YARGILANMALI"
İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının devam etmesi durumunda bölgedeki çatışma ve savaşın kapsamının genişleyeceği uyarısında bulunan Kenani, şunları söyledi:
“ABD bir yandan bölgedeki çatışmanın kapsamının genişletilmesinden yana olmadıkları mesajını verirken diğer yandan Siyonist rejimin (İsrail'in) Filistin halkına karşı savaş suçları işlemeye devam etmesine izin veremez.”
Kenani, İsrail’in savaş suçlarının uluslararası düzeyde takip edilmesi gerektiğini belirterek, “Maalesef bazı ülkeler rejime (İsrail’e) dokunulmazlık oluşturdu. Suçları belgelemek için bir araştırma komitesi kurulmalı ve bu rejimin yetkilileri Uluslararası Ceza Mahkemesine sevk edilerek yargılanmalıdır.” değerlendirmesinde bulundu.
"İŞBİRLİĞİNE HAZIRIZ"
Kenani, Hamas Siyasi Büro Başkanı İsmail Heniyye'nin Tahran ziyareti ve esir takasına ilişkin görüşmelere de değindi.
İranlı sözcü, “Diyalog tarafı ülke olarak, işgal altındaki topraklarda (Filistin'de) vatandaşları bulunan bazı ülkelerden bu kişilerin serbest bırakılması yönünde talepler aldık, Katar'dan da talep geldi.” dedi.
Bu konudaki talepleri Hamas'a ve Heniyye’ye ilettiklerini belirten Kenani, Hamas tarafının işbirliğine hazır olduğunu kaydetti.
Hamas yetkililerinin açıklamalarına göre İsrail’in bombalamaları sonucu İsrailli 60 esirin öldüğünü söyleyen Kenani, “Kendi esirlerini öldürmekten çekinmeyen bir rejim, diğer vatandaşları da öldürmekten çekinmez. Hamas, mevcut tehditler nedeniyle halihazırda esirleri kontrol edip nakletmenin mümkün olmadığını, askeri operasyonların durması durumunda takas için bir imkan doğacağını açıkladı.” diye konuştu.
Türkiye, Tel Aviv Büyükelçisini geri çağırdı
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Gazze gelişmeleriyle ilgili istişarede bulunma niyetiyle Tel Aviv Büyükelçilerini Ankara'ya geri çağırdıklarını ilan etti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı dün, Gazze'de sivillere karşı saldırıların devam etmesi ve ateşkes taleplerine ilgi gösterilmemesi üzerine Tel Aviv Büyükelçisi Şakir Özkan Torunlar'ı Ankara'ya geri çağırdığını ilan etti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı konuyla ilgili yayınladığı bildirisinde, İsrail'in Gazze'de devamlı olarak sivillere saldırması, Tel Aviv'in ateşkes taleplerini reddetmesi ve Gazze sakinlerine insani yardım ulaştırılması yolunda engel oluşturmasından kaynaklanan mevcut insani trajediyi dikkate alarak Tel Aviv Büyükelçileri Şakir Özkan Torunlar'ı Ankara'ya geri çağırdıklarını belirtti.
Türkiye bu kararını, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken'in bu Pazartesi (yarın) Ankara'ya yapmayı düşündüğü ziyaretin arifesinde ilan etti.
İran'da istikbar karşıtı milli yürüyüş milyonların katılımıyla düzenlendi
Hicri-şemsi 13 Aban (4 Kasım) istikbar karşıtı milli yürüyüşü bugün sabah Tahran'da ve İran'ın bütün her tarafında öğrenciler başta olmak üzere her kesimden milyonların katılımıyla düzenlendi.
FHA- Hicri-şemsi takvimiyle 13 Aban (4 Kasım) yürüyüşü bugün sabah "İdealist Kuşakla Yeni Dünya Düzeni" şiari ile halkın ve öğrencilerin geniş katılımıyla Tahran ve İran'ın her tarafında düzenlendi.
Yürüyüşlerin başlaması ile ülkenin her tarafında bütün okullarda "istikbar karşıtlılığı" zili basıldı.
Tahran'daki yürüyüş Filistin meydanından ve özellikle de öğrencilerin geniş katılımı ile başlatıldı.
Yürüyüşe katılanlar ellerinde İslam İnkılabı Lideri Ayetullah Seyyid Ali Hamenei, şehid General Kasım Süleymani, Seyyid Hasan Nasrullah ve ayrıca katil İsrail'in Gazze'de en son barbarca şehid düşürdüğü çocukların posterlerini ve de İran İslam Cumhuriyeti, Filistin ve Lübnan Hizbullah Hareketi bayraklarını taşıyorlardı.
Göstericiler ayrıca haykırdıkları sloganlar ve ellerinde taşıdıkları plakartlarla da Amerika ve işgalci İsrail'in düşmanca siyasetlerine yönelik duydukları kin ve nefretlerini ilan ederek, mazlum ve savunmasız Filistin halkının işgalci İsrail Ordusu tarafından katliam edilmesinin durdurulması gerektiğini belirttiler.
Ailece ve her yaştan insanların bulunduğu bu yürüyüşlerde en fazla haykırılan slogan "Kahrolsun ABD", "Kahrolsun İsrail", "Heyhat min-ez Zille" ve "Din milleti haykırıyor, Filistin, Filistin" sloganları oldu.
Merasimin son bölümünde ABD ve işgalci İsrail bayrakları ateşe verildi.
ABD'nin Irak ve Suriye'deki karargahları yine saldırıya uğradılar
Muhtelif haber kaynakları bugün, Amerika'nın Irak ve Suriye'deki karargahlarının insansız hava aracı (İHA) saldırısına maruz kaldıklarını bildirdiler.
FHA- Uluslararası basın yayın organları bugün, Amerika'nın Irak ve Suriye'deki karargahlarının İHA saldırıısna uğradıklarını bildirdiler.
İlk önce "El Meyadin" muhabiri, Amerikalıların Irak'ın Erbil bölgesindeki karargahlarının Iraklı Direniş gülerinin İHA saldırısına uğradığını bildirdi. Daha sonra diğer haber kaynakları, Suriye'nin Eş-Şedadi kentinde bulunan Amerikalı askeri karargahın bir intihar İHA'sı ile vurulduğunu bildirdiler.
Bu olayların ardından "Reuters" Haber Ajansı, Kuzey Irak'ta yer alan Erbil havaalanı yakınında bulunan ve Amerikalı askerlerin kaldığı El Harir hava üssünün bir İHA ile hedef alındığını bildirdi.