کارگر

کارگر

 Arap ve İslam aleminden 57 ülkenin buluşması Gazze’de soykırım yapan İsrail’i titretti mi? Şu şaaşalı zirveden savaşı durduracak bir ağırlık çıktı mı?
 

İsrail hiç tınmadığına göre yanıt olumsuz. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın ne kadar mühim bir iş başardıklarına dair “maiyetindeki gazetecilere” uzun uzun anlattıklarına bakılırsa İsrail’in hayli tırsmış olması gerekirdi.

Doğrusu savaşın 36’ncı gününde ancak toplanabilmiş Arap ve İslam ülkelerinin kendi içlerindeki derin çelişkiler ve çıkar ilişkileri ortak bir tutuma izin vermiyor.

Normalde Riyad’da Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) aynı ayrı zirve yapacaktı. Arap Birliği’nin Dışişleri Bakanları’nın hazırlık toplantısında üye devletlerin tutumları öylesine taban tabana zıttı ki zirve kaçınılmaz olarak fiyaskoya dönüşecekti. Bundan kaçınmak için Suudiler oldubittiyle Arap Birliği ve İİT zirvelerini birleştirdi.

***

Arap Birliği’nin hazırlık toplantısında İsrail’i üzecek yaptırım önerilerine geçit verilmedi.

Arap ülkelerindeki ABD askeri üsleri ve diğer üslerin İsrail'e silah ve mühimmat sağlamak için kullanılmasının engellenmesi önerilerinden biriydi. Reddedildi.

Üslerin olduğu ülkeler belli: Katar, Bahreyn, Kuveyt, BAE, Suudi Arabistan, Umman, Ürdün ve Irak.

İkinci öneri “İsrail ile diplomatik, ekonomik, güvenlik ve askeri ilişkilerinin dondurması” idi. Bunun muhatapları Mısır, Ürdün, BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan. Ürdün elçisini geçici olarak çekerken Bahreyn elçisini çekip ticari anlaşmaları askıya alma önerisini kralın onayına sundu. İlişkiyi donduran ya da bitiren yok. Pek çoğu bu tür bir adımın kendilerini özellikle Batı’da parya durumuna düşüreceğini düşünüyor. Yani ABD ve AB de bize misilleme yaparsa korkusu…

Bir diğer öneri saldırganlığı sona erdirecek bir baskı yaratmak amacıyla petrol ve ekonomik ambargoya gidilmesiydi. Suudiler Amerikalılara peşinen petrolün silah olarak kullanılmayacağı garantisi vermişti. Yine Suudiler Abraham Anlaşmalarını müzakere sürecine dönebileceklerini belirtiyor.

Bu tür öneriler yaptırım altındaki Suriye’nin dışında çok az sayıda taraf toplayabilir.

İsrail sivil uçaklarının Arap hava sahasında uçmasının engellenmesi de kabul edilmeyen öneriler arasındaydı. Yaptırım Arap siyasi zümresine çok uzak bir fikir.

Korkmalarını gerektirmeyen bir öneri vardı ki o da benimsenmedi: İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırısını durdurma talebini iletmek üzere New York (BM), Washington, Brüksel (AB), Cenevre, Londra ve Paris'e gidecek bakanlar düzeyinde bir Arap komitesinin oluşturulması.

Üst düzey bir diplomatik baskı hamlesi bile lüzumsuz görüldüyse Arap Birliği’nin varlık nedeni kalmamış, hepten çürümüş demektir.

Arap Birliği’nin bu haliyle dikkate alınma şansı sıfır.

***

Arap İslam Ortak Olağanüstü Zirvesi’ne gelince. Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi sözden fiile geçilmesini isteyen konuşmalar yaptı. Esad “katliam ve yardım” sarmalından çıkıp siyasi ve ekonomik tüm araçlarla İsrail’in durdurulması gerektiğinden söz etti. Reisi ise 10 maddelik bir öneri sundu. Mısır’a yardım edip Gazze’ye ablukanın kırılması, İsrail’le siyasi-ekonomik ilişkilerin koparılması, İsrail ordusunun terör örgütü ilan edilmesi, İsrail ve ABD liderlerini yargılayacak uluslararası mahkemenin kurulması, Hıristiyanlara ait El Ehli Baptist Hastanesi’nin bombalandığı günün soykırım günü olarak resmi takvimlere yazılması, Gazze halkına silah verilmesi öneriler arasındaydı.

Yaptırım ve ilişkileri kesme seçeneklerine kapıyı peşinen kapatmış olan Erdoğan da İsrail’i durduracak kararlılıktan bahsetse de Yahudi devletini zorlayacak somut bir adım atabilmiş değil.

Bunun dışında fiili karşılığı olmayan tonlarca laf edildi. Arap ve İslam aleminin en büyük hastalığı bu; nutuk, hamaset, köpürtme…

***

Zirve savaşın gidişatını değiştirecek somut bir şey üretmese de sonuç bildirisi biraz sıra dışıydı.

Kısaca özetlersek:

- Filistin halkına karşı barbar, vahşi ve insanlık dışı katliamlar kınanıyor.

- Misilleme saldırılarının meşru müdafaa olarak görülmesi reddediliyor.

- Tüm devletler işgal yönetimi, ordusu ve terörist yerleşimcilerin Filistin halkını öldürmek, evlerini, hastanelerini, okullarını, camilerini, kiliselerini ve tüm mallarını yok etmek için kullandığı silah ve mühimmat ihracatını derhal durdurmaya çağrılıyor.

- BM Güvenlik Konseyi’nin İsrail’in saldırganlığına son verememesindeki acziyete dikkat çekiliyor.

- BM Güvenlik Konseyi’nden İsrail’in Gazze’deki eylemlerini savaş suçu olarak tanımlayan ve bu politikalardan vazgeçmesini isteyen bir kararın çıkarılması isteniyor.

- Gazze’ye yönelik ablukanın kaldırılması ve insani yardımın derhal ulaştırılması gerektiği vurgulanıyor.

- Suudi Arabistan, Ürdün, Mısır, Katar, Türkiye, Endonezya ve Nijerya Dışişleri Bakanları üye devletler adına savaşın sona erdirilmesi ve kalıcı barışın teminine yönelik gerçek bir siyasi sürecin başlatılması için uluslararası eylemde bulunma yetkisi veriliyor. İsrail’i koruyarak çifte standarda düşen ülkelerin yol açtığı tehlikeye dikkat çekiliyor.

- Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla ilgili soruşturma talep ediliyor. Bunun takibi için iki uzman komitenin yanı sıra işlenen suçları belgeleyecek dijital medya platformlarının kurulması öngörülüyor.

- Gazze’nin kuzeyinden insanların güneyine doğru yerlerinden edilmesi ve bölgeden sürülmesi girişimleri kınanıp reddediliyor.

- Gazze, Kudüs ve Batı Şeria’da Filistin davasını bertaraf etmeye yönelik tüm girişimler kırmızı çizgi ilan edip bunları savaş suçu sayıyor.

- Tüm tutuklular ve sivillerin bırakılması isteniyor.

- Terör estiren yerleşimci dernek ve örgütlerin uluslararası terörizm listelerine eklenmesi öneriliyor.

- İsrailli bir bakanın nükleer silahla Gazze’nin haritadan silinmesi önerisinden hareketle Orta Doğu’nun nükleer silahlar ve kitle imha silahlarından arındırılmasına yönelik olarak BM çerçevesinde konferansın gündeme alınması öneriliyor.

- Lübnan’ı taş devrine döndürme tehditleri kınanıyor ve fosfor bombası gibi yasaklı silahların araştırılması isteniyor.

- 1967 sınırlarında başkenti Kudüs olan Filistin devletinin kurulması ve devredilemez haklar için verilen meşru müdafaaya destek ifade ediliyor.

- Kalıcı barışın ancak işgalini sona erdirilmesi ve iki devletli çözüm temelinde mümkün olacağı belirtiliyor.

- Barışın engellenmesinden İsrail sorumlu tutuluyor. İşgal bitmeden ve gasp edilen haklar iade edilmeden güvenliğin sağlanamayacağının altı çiziliyor.

- Filistin Kurtuluş Örgütü’nün, Filistin halkının tek meşru temsilcisi olduğu vurgulanıyor. Tüm Filistinli gruplar FKÖ çatısı altında toplanmaya davet ediliyor.

- Filistin topraklarının yanı sıra Suriye’nin Golan Tepeleri, Lübnan’ın Şebaa Çiftlikleri, Kfar Şuba tepeleri ve El Mari’nin dış bölgelerindeki işgalin sonlandırılması isteniyor. Bunun peşi sıra iki devletli çözüm için uluslararası barış konferansı çağrısı yapılıyor.

- Gazze'nin yeniden inşası için uluslararası toplumun harekete geçirilmesinden söz ediliyor.

***

Bildiride sıkça geçen “sömürgeci”, “işgalci”, “sömürgeci işgalci”, “terörist yerleşimci”, “yerleşimci terörü” gibi ifadelerle Arap ve İslam ülkelerinin kendilerini aştığı da söylenebilir.

Abraham Anlaşmaları ile tabutuna çivi çakılmak istenen Filistin davasının yeniden iki devletli çözüm zemininde gündemleştirilmesi İsrail’in istemediği bir sonuç.

İsrail’in ne inkâr ne teyit siyasetiyle BM denetiminden kaçırdığı nükleer programının gündeme taşınması da kayda değer.

Öngörülen takip ve tespit komitelerinin etkili çalışıp çalışamayacağı şüpheli.

Hamas’ın belinin kırılmasını şiddetle arzulayan üyeler olmasına rağmen bildiride adı bile geçmiyor. Fakat siyasi temsiliyet açısından kadavraya dönüşmüş El Fetih’in liderliğindeki FKÖ’nün Filistin’in yegâne temsilci olduğu vurgulanıyor. Bununla Gazze’deki direniş güçlerine bir sınır çiziliyor. Kontrolü ele almak için neredeyse İsrail tankı üzerinde Gazze’ye gitme kıvamına gelmiş Abbas da Filistin adına orada olduğuna göre onu da memnun etmelerinin yolu bu!

Fakat bu bildirinin İsrail’in canını yaktığını ya da Netanyahu’nun savaş kabinesini köşeye sıkıştırdığını söylemek mümkün değil. İsrail’in bazı Batılı destekçileri sivil katliamlar ve insanlığa karşı suçlar yüzünden yavaş yavaş ateşkesi ağızlarına almaya başladıysa bunun sebebi İslam ve Arap ülkelerinin duruşu değil kendi kentlerinde aldıkları bütün önlemlere rağmen Filistin bayrakları eşliğinde yükselen itirazdır. ABD üzerinde de hedeflenen baskı hasıl olmuş değil. Biden yönetiminde de “Netanyahu’ya ellerini kaptırdıkları” hissi oluştuysa bunun nedeni Arap-İslam tepkisi değil. ABD 57 ülkenin yekûnundan yaptırımlar eşliğinde caydırıcı bir cephenin çıkmayacağından emindi. Fakat bir taraftan yönetim içinde ABD’nin küresel liderliğinin altını oyacak tehlikeli bir yola girildiği korkusu öne çıkıyor. Bölgedeki başkentlerden Washington’a uyarılar gidiyor. Hiçbir Amerikan başkanının bu kadar gaddarlaşmadığı, bunun karşılığı olacağı uyarıları yapılıyor. Diğer taraftan Arap ve İslam ülkeleri arasında yıllardır tecrit etmeye çalıştıkları İran ve Suriye gibi ülkelerin etkinliği artıyor. Çin ve Rusya da Filistin için takındıkları tutumla kolektif Batı'nın stratejik rekabetteki erozyonunu büyütüyor.

İsrail 75 yıllık işgal ve sömürge politikalarıyla kuşatılmış Filistin meselesini Gazze, özelde de Hamas sorunu diye dar bir çerçeveye hapsetmeye çalışıyor. Filistin’i siyasi-ekonomik ilişkilerin önünde yük sayanlar ve Müslüman Kardeşlerle hesabı olanlar da bu çerçeveye akşamdan razı. Gazze’deki soykırım savaşı, dünyayı, meselenin bir Filistin sorunu olduğu gerçeğine yeniden uyandırdı. 7 Ekim’den itibaren çapa 1948’e geri fırlatıldı.

***

Bu bildiriden Erdoğan kendisine çok büyük bir pay çıkartıyor. Haliyle Erdoğan’ın değerlendirmelerine değinmeden bu bahsi kapatmak olmaz. Erdoğan’a bakılırsa sonuç bildirisinin bütün çerçevesini neredeyse Türkiye çizdi. Bunu da “Hemen hemen icra ile ilgili bütün teklifler bizden geldi” sözleriyle ortaya koyuyor. Bildiriye giren “terörist yerleşimciler”, “ablukanın kırılması” ve “nükleer silahlar” gibi ifadelere büyük anlam yüklüyor. Ablukayı kırma ifadesinin eyleme geçmek isteyen ülkeler için referans olacağını savunuyor. Böyle bir ülke var mı? Ablukayı kırma girişimi olarak Mavi Marmara eyleminin arkasında duramayan, kurbanların kanını paraya çeviren, Türk yargısında açılmış davayı kapatıp İsrailli yetkililere dokunulmayacakları güvencesi veren, buna itiraz edenleri de “Giderken bana mı sordunuz” diye azarlayan bir lider eylemsellikten bahsediyor. İsrail’le ilişkileri kesmek gibi bir şeyin uluslararası diplomaside olamayacağını savunan, yaptırım sözünden ifrit olan bir lider; Türkiye’den İsrail limanlarına yanaşan gemilerden hiç rahatsız olmayan, Ceyhan Limanı’ndan yüklenen petrole kesintisizlik garantisi veren, ABD ile ilişkilere neredeyse kutsallık atfeden; Suriye’de vekalet savaşında koç başlığı yaparak İsrail’e en büyük iyiliği yapan; yasadışı ikili anlaşmayla Kürdistan/Kerkük petrolünün İsrail’e ulaşmasına aracılık eden; bu yüzden Türkiye’yi de tazminata mahkum ettiren…

Eyleme yönelik sözlerin hepsi yine söz olarak kalacak. Eylemsiz eylemcilikten “büyük ülke” mefkuresi çıkartıyor!

Bu arada düne kadar cephe açtığı, şeytanlaştırdığı, katil ve darbeci dediği ne kadar lider varsa onlarla aile fotoğrafına girdi. Baş başa samimi görüntüler verdiği Mısır lideri Abdulfettah el Sisi’nin Gazze politikasını övdü. Ürdün, Filistinlileri sürmeyi savaş nedeni ilan ederken, Mısır Sina’da tek bir kum tanesi için binlerce askeri feda edeceğini söylerken ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, Ankara’da Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara açtığı o büyük kucakta illaki Filistinli sürgünlere de yer olacağı aklını veriyordu. Bundan yüksünen olmadı. Eğer sürgün planını bozulduysa belki Kral Abdullah ve Sisi bir teşekkürü hak edebilir.

Erdoğan, BM Genel Kurulu’nda ateşkes çağrısına çekimser kalan 40 ülkeyi etkilemeyi büyük bir vazife olarak bellemiş. “Adam adama markaj yapacağız” diyor. Esasen etkilemesi gereken tek ülke var: ABD. Ama Başkan Joe Biden’den telefon bekliyor. "Blinken daha yeni buradaydı. Herhalde bizi bundan sonra Biden ağırlar” diyor. NATO’da İsveç için jest yaptı ya artık Beyaz Saray daveti çıkarsa içini üşüten o buzlar eriyecek. Gazze sancısı da kendiliğinden geçer bu arada. Gelmeyen telefonla zül eylemiş yine de “Bu coğrafyada Türkiye’ye rağmen bir girişimde bulunmak mümkün değil” diye büyüklük taslıyor.

İrlanda’dan bile Türkiye’den daha fazla İsrail’e acıtacak çıkışlar geliyor. Londra’da yüzbinlerin sesi 57 ülkeninkinden daha fazla etki yapıyor. Fransızlar yavaş yavaş Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’a nedamet getirtiyor.

Genişlemekte olan işgali bitirmeden iki devletli çözüm hayal iken politik diskur bunun etrafında dönüyor. Erdoğan’ın eylem setinde işgali bitirmeye yönelik ne var? Hiçbir şey! Erdoğan zirvedeki havaya göre bazı önemli kararlar alacağını söylemiş ve merakları celbetmişti. Zirveden çok memnun kaldığına göre o kararlara ne oldu? “Laf değil icraat” da sonuçta laf! Hatta laf-ı güzaf!

 İsrailli Profesör Mekelberg, Netanyahu'nun başbakanlığının HAMAS ile savaştan daha uzun sürmeyeceğini yazdı. Ülkenin siyasi olarak ciddi bölünmeler yaşadığını belirten Mekelberg, seçim olduğunda koalisyon hükümetinin hezimet yaşayacağını vurguladı.
 

Prof. Dr. Yossi Mekelveg, Chatham House’ta “Netanyahu'nun başbakanlığı Hamas ile savaştan daha uzun sürmeyecek” başlıklı bir makale yayınladı. İsrail siyasi sisteminin “yarı durmuş” bir durumda olduğunu belirten Mekelberg, “Ancak eşi benzeri görülmemiş bir bölünmeden sorumlu bir başbakan İsrail'i savaşın ötesine taşıyamaz.” tespitini yapıyor. Bu sürecin ölümcül sonuçlara yol açtığını vurgulayan İsrailli profesör, “HAMAS'ı yok etmek (şu anda ifade edilen hedef gibi) kesinlikle başarılamaz ve siyasi bir çözümün yerini tutamaz.” ifadesini kullandı.

‘TEK UZLAŞI NETANYAHU HÜKÜMETİNİN SONA ERMESİ’

HAMAS’ın 7 Ekim’deki operasyonundan sonra ülkede daha önce var olan bölünmelerin askıya alındığını yazan İsrailli profesör, “Şu anda ülke çapında bir siyasi uzlaşı varsa, o da savaş bittiğinde Başbakan Benjamin Netanyahu'nun başbakanlığının sona ermesi gerektiğidir.” değerlendirmesinde bulundu.

Netanyahu hükümetinin HAMAS operasyonunu önlemedeki muazzam başarısızlığının hemen ardından görevden alınması gerektiğine dair çok güçlü bir argümanın varlığına dikakt çeken Mekelberg, “Saldırılar, kaybedilen hayatlar açısından ölçülemez bir maliyetin yanı sıra, ülkenin caydırıcılığına ve bölgedeki diğer ülkelerle olan karmaşık ilişkilerine zarar verdi. Ayrıca İsrail toplumunda derin bir travmaya neden oldu, ekonomiye büyük bir darbe vurdu ve güvenlik hizmetlerine olan inancı zayıflattı.” ifadelerini kullandı.

‘HAMAS’LA İLGİLİ YANLIŞ ALGININ FİKİR BABASIYDI’

Yazar, Netanyahu için şu tanımlamayı yapıyor: “Gazze'de HAMAS'tan kaynaklanan riskin azaldığı yönündeki yanlış algının fikir babasıydı.” Mekelberg Netanyahu’nun, Gazze'nin ekonomik koşullarındaki sınırlı bir iyileşmenin HAMAS'ı pasifize edeceğini ya da dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşayan mültecilerden oluşan 2,3 milyon bölge sakinini tatmin edeceğini düşündüğünü belirtti.

İsrail Başbakanı’nın HAMAS'a karşı saldırılar sürerken pozisyonunun sorgulanmasının pek olası olmadığını vurgulayan Mekelberg, “Ancak İsrail tehdidin etkisiz hale getirildiğine inandığında, görevden alınması için yapılan çağrılardan kurtulma şansı çok az.” değerlendirmesini yapıyor.

BÖLÜNME VE ZAYIFLIK

İsrailli profesör, Netanyahu'nun altıncı hükümeti kurduğundan bu yana İsrail’in, başbakanın kişisel hukuki çıkarları doğrultusunda yargının bağımsızlığına yönelik saldırısı nedeniyle derin bir bölünme yaşadığı tespitini yapıyor. Görünürde Netanyahu'nun anayasal reformları ile İsrail'in askeri hazırlık eksikliği arasındaki bağlantının belirgin olmadığını söyleyen Mekelberg, “Ancak yarattığı derin dikkat dağınıklığı ve belirsizliğin İsrail'in 3 bin HAMAS militanının sızmasını önleme kabiliyetine zarar verdiği açıktır.” ifadesini kullandı.

HAYATLARINI TEHLİKEYE ATAN YEDEK ASKERLER

Mekelberg binlerce İsrailli yedek askerin hükümete, Netanyahu’nun otoriterleşme yolunda ilerlemeye devam ettiği sürece her türlü görevi reddedeceği çağrısını hatırlattı.

Ancak Mekelberg, Netanyahu ve müttefiklerinin, yargı reformu konusunda ülke çapında bir diyaloğa girmek ve bu uyarıları dikkate almak yerine, “Zehir Makinesi” olarak bilinen şeyi harekete geçirerek, bu yedek askerleri ve siyasi rakiplerini vatana ihanetle suçladığını belirtti.

İsrailli profesör bu yedek askerleri, “7 Ekim'den sonra derhal birliklerine katılan ve şu anda, bakanlarının çoğu hiç askerlik yapmamış olan bir hükümet tarafından HAMAS'a karşı yürütülen savaşta hayatlarını tehlikeye atan yedek askerlerin ta kendileridir.” şeklinde tanımladı.

 MEŞRUİYET AÇIĞI

Mekelberg, Netanyahu’nun yolsuzluk davası nedeniyle ciddi bir meşruiyet açığı yaşadığını vurguladı. Yazar, “İsrail Başbakanı’nın siyasi hayatta kalmasını sağlamak için, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben Gvir ve Bezalel Smotrich'in Maliye Bakanı görevine ek olarak Savunma Bakanı olması da dahil olmak üzere, “yerleşim hareketinin” en aşırı temsilcilerini kilit hükümet pozisyonlarına atadığını” belirtti.

Her iki Bakan’ın da askeri ya da başka bir güvenlik deneyimi olmadığının altını çizen Mekelberg, “Her ikisi de Filistinlilerle çatışmayı ve Batı Şeria'nın ilhakını benimseyen bir ideolojiyi destekliyor.” ifadelerini kullandı.

‘BAŞARISIZLIK SORUŞTURULACAK’

Mekelberg, tüm kamuoyu yoklamalarının bugün bir genel seçim yapılması halinde, başta Likud olmak üzere mevcut koalisyonu oluşturan partilerin hezimete uğrayacağını, mevcut muhalefet partilerinin kesin bir zafer kazanacağını ve Benny Gantz liderliğinde bir hükümetin kurulacağını açıkça gösterdiğini vurguladı.

Netanyahu için işlerin burada bitmeyeceğinin de altını çizen İsrailli profesör, “Henüz erken olsa da, 7 Ekim'deki korkunç trajediye yol açan istihbarat camiası ve ordunun -ama esas olarak siyasi liderliğin- topyekûn başarısızlığı derinlemesine soruşturulacaktır.” değerlendirmesinde bulundu. Son olarak Mekelberg, yeni seçimlerin yapılması ve Netanyahu'nun yolsuzluk davası devam etmesi gerektiğini söyledi.

CHATHAM HOUSE NEDİR?

Resmen 1920’de kurulan Chatham House’un kökleri 1900’lerin başlarına kadar dayanıyor. “Yuvarlak Masacılar” adıyla kurulan kuruluş İsrail devletinin kuruluşuna öncülük etmekten Sevr Anlaşmasının temellerinin oluşturulmasına kadar birçok emperyalist projede “ortak akıl” olma işlevini gördü.

Kuruluşun ilk yöneticileri arasında İngiliz Propaganda Bakanlığı’ndan Robert Cecil ve siyasi-istihbarat bölümünden Ortadoğu uzmanı ve Ermeni soykırım iftiralarına dayanak yapılan Mavi Kitap’ın editörü Arnold J. Toynbee de yer alıyor. İngiliz istihbaratına yakınlığıyla bilinen, dünyayı şekillendirme iddiasındaki Chatham House, emperyalist projelerin görüşüldüğü yer olarak nam saldı./aydınlık

 Hizbullah, işgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki Siyonist rejime ait askeri üsse füze ile saldırı düzenlediğini duyurdu.

El Meyadin'de yer alan habere göre, Siyonist rejimin Gazze Şeridi'ndeki hastanelere yönelik saldırıyla eş zamanlı olarak Hizbullah bir açıklama yaparak bu rejime ait olan El Asi askeri üssünü hedef aldıklarını bildirdi.

Hizbullah yaptığı açıklamada,  bu saldırıda İsrail askerinin bulunduğu yer güdümlü füzelerle tam isabet alındığını belirtti. 

Konu hakkında Siyonist medya da Lübnan'dan işgal altındaki Filistin'in kuzeyindeki Tel Ramim bölgesine çok sayıda anti-zırh füzesinin ateşlendiğini duyurdu. Bu duyurunun hemen ardından İsrail rejimi ordusu da Lübnan sınır bölgelerine topçu saldırılar düzenledi.

ABD ve İsrail’in İran ile Azerbaycan ilişkilerini baltalamaya dönük girişimleri boşa düşürüldü. Tahran ile Bakü arasındaki ilişkilerde yeni döneme girilirken iki lider nifak sokma girişimlerini başarısızlığa uğrattıklarını açıkladı.


Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ve İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi Taşkent’te Ekonomik İşbirliği Teşkilatı toplantısı vesilesiyle bir araya geldi. Bölgenin güvenliğinin ancak bölgesel işbirliğiyle mümkün olacağını bildiren iki lider, Batı'dan gelecek her türlü müdahalenin bölge ülkelerine zarar vereceğini kaydetti. Aynı zamanda Reisi ile Aliyev, transit geçiş, enerji işbirliğinin güçlendirilmesi ve bu sektörlerdeki etkileşimlerin artırılması üzerinde de durdu.

TEMASLAR GİDEREK ÜST SEVİYEYE YÜKSELDİ
Alt düzeyde temaslarını sürdüren İran ile Azerbaycan bunu kademe kademe üst seviyeye taşıdı. Önce İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan Bakü’de Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev tarafından kabul edildi. Abdullahiyan’ın ardından İran Savunma Bakanı Yardımcısı Tümgeneral Muhammed Ahadi’nin başkanlığındaki askeri heyet Azerbaycan Savunma Bakanı Zakir Hasanov ile görüştü. Son olarak da Taşkent’te Cumhurbaşkanları bir araya geldi

  Azerbaycan’ın son Karabağ zaferi sonrası saf dışı bırakılan Atlantik cephesi, yeni süreçte İran ile Azerbaycan’ı karşı karşıya getirmek için çeşitli komplolara başvurdu. Washington yönetimi ve ABD merkezli düşünce kuruluşlarının öncülük ettiği komploların peşinde Türkiye’deki kimi basın yayın organları da takıldı. “İran Azerbaycan’a saldırmak için sınıra askeri yığınak yapıyor” “İran, Azerbaycan’ın Karabağ zaferinden rahatsız”, “İran’da Güney Azerbaycan devleti kurulacak” gibi kara propaganda argümanlar kullanılmaya başlandı. Tahran ile Bakü ise bu kara propagandaya prim vermedi. Taşkent’teki görüşmede, nifak tohumlarına rağmen iki ülke ilişkilerinin derinleştirilmesi kararı alındı.

 

‘DÜŞMANLARA RAĞMEN…’
İran Cumhurbaşkanlığı’nın resmi internet sitesinde yer alan habere göre, Reisi görüşmede iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesinden duyduğu memnuniyeti ifade etti. İran’ın Dağlık Karabağ da dâhil olmak üzere Azerbaycan Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne verdiği desteği vurgulayan Reisi, “Karabağ'ın yıllar sonra ata topraklarına dönmesinden büyük mutluluk duyuyoruz. Burası Azerbaycan ve Azerbaycan toprak bütünlüğünü yeniden sağlamayı başardı. Karabağ'ın yeniden inşa edilmesini ve restore edilmesini umuyoruz. Bu kapsamda, daha önce olduğu gibi, Karabağ'ın yeniden imarı konusunda sizlere destek olmaya, mühendislik ve teknik alan da dâhil olmak üzere hizmetlerimizi sunmaya hazırız. İran şirketleri, Karabağ'ın yeniden inşası ve genel olarak Azerbaycan'ın kalkınması konusunda Azerbaycanlı sevgili dostlarımıza yardım etmeye hazır.” diye konuştu. İki ülke arasında bölgenin sorunlarının çözümüne yönelik varılan anlaşmadan duyduğu memnuniyeti de dile getiren Reisi, Azerbaycan ile Nahçıvan’ı birbirine bağlayacak Ağbend rotasını da bir önce tamamlama kararlılığını vurguladı. İran ile Azerbaycan arasında siyasi ve komşuluk ilişkilerinin ötesinde, derin ve kopmaz bağa dayanan ilişkiler olduğundan söz eden Reisi, “Düşmanların isteklerine rağmen İran İslam Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti arasındaki ilişkiler genişliyor ve kötü niyetli kişilerin komploları başarısız oldu. İlişkilerimizi engellemek isteyen ülkelerin planlarını uygulayamayıp hayal kırıklığına uğradıklarından eminiz. İki ülkenin yetkilileri aralarındaki ilişkileri çeşitli alanlarda geliştirmeye kararlıdır.” dedi.


 

‘BUNDAN SONRA DA AMAÇLARINA ULAŞAMAYACAKLAR’
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev de iki ülke yetkililerinin iradesinin, aralarındaki ilişkilerin sağlamlaştırılması ve canlandırılması konusunda çok önemli olduğunu belirtti. Aliyev, İran’ın Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusundaki tutumunu de takdir etti. İran ile Azerbaycan arasında diplomatik heyetlerin gidiş gelişlerinin arttığına işaret eden Aliyev, bunun Tahran-Bakü etkileşimini ve ilişkilerini güçlendirdiğini ifade etti. Eylül ayında yapılan terörle mücadele operasyonu sonucunda Azerbaycan’da bölücülüğe son verdiklerini belirten Aliyev, “Bu sadece Azerbaycan'ın daha aktif gelişmesi için koşullar yaratmakla kalmıyor, aynı zamanda tüm bölgede elverişli bir ortam yaratıyor. İkili ilişkilerimizin tarihinde önemli bir aşamada. Ağband yakınlarında Aras Nehri üzerinde köprü inşaatlarının başlamasından bahsettiniz. Bu büyük umutları olan bir proje. İkinci Karabağ savaşından sonraki üç yıl boyunca Ermenistan, Azerbaycan'ın büyük kısmından Nahçıvan'a ulaşım sağlama yükümlülüklerini yerine getirmeyi reddetti ve reddetmeye de devam ediyor. Bu onların tercihi, bence büyük bir hata yaptılar. İran ve Azerbaycan temsilcilerinin ortak çalışmaları sonucunda demiryolu ve karayolu güzergâhının Aras Nehri'nin güney kıyısından geçmesi konusunda anlaşmaya vardığımızdan büyük mutluluk duyuyorum. Eminim ki bu proje kısa sürede hayata geçirilecek ve Kuzey-Güney Ulaşım Koridorunun bir başka yönü haline gelecektir.” değerlendirmesi yaptı. Aliyev görüşmede, “Geçtiğimiz yıllarda bölge dışı güçlerin İran ile Azerbaycan arasındaki dostluk ilişkilerine müdahale etme girişimlerine de tanık olduk. Bu girişimler başarısızlıkla sonuçlandı. Eminim ki düşmanlarımız bundan sonra da amaçlarına ulaşamayacaklardır. İran ve Azerbaycan başarılı işbirliğine ve ilişkileri güçlendirmeye devam edecek.” ifadelerini kullandı.

Gürkan Demir

İsrail ürünlerine boykot çağrısı yapılsa da, Türk hükûmeti İsrail pazarından vazgeçmiyor. Türk çeliği, İsrail pazarının yüzde 65’ine sahip. Ayrıca İsrail, en fazla ithalat yaptığımız dördüncü ülke.

İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırılarının ardından, İsrail menşeli ve İsrail’e destek veren ülkelerin ürünlerine çok sayıda vatandaş ve sivil toplum kuruluşundan boykot çağrısı yapıldı. Bir yandan vatandaşlar sosyal medya sitelerinde yaptıkları paylaşımlarla boykot kampanyaları düzenlerken bir yandan da sivil toplum kuruluşları İsrail’e destek veren ülkelerin ürünleri yerine, Türk şirketlerinin ürünlerini kullanma çağrıları yaptı.

İSRAİL’İN ÇELİĞİNİN YÜZDE 65’İ TÜRKİYE’DEN
Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) üyesi ülkelerin, İsrail ile olan ticari ilişkilerine baktığımızda ise İsrail’in çelik ve petrol ithalatı içindeki Türkiye ve TDT üyelerinin payı göze çarpıyor. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin Eylül 2022’de yayımladığı İsrail Ülke Bilgi Notu isimli raporda, Türkiye’nin İsrail’in en fazla ithalat yaptığı dördüncü ülke olduğu belirtilirken Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre 2023’ün ilk 9 ayında İsrail’e ihracatın 4.2 milyar dolar olduğu görülüyor.

 Çelik İhracatçıları Birliği’nin Eylül 2022'de yaptığı açıklamaya göre Türk çeliği, İsrail pazarının yüzde 65’ine sahip. Ticaret Bakanlığının verilerine göre de Türkiye’nin İsrail’e sadece 2023 Ekim’de yaptığı ihracat 348 milyon dolar.

İsrail’in petrol ithalatıyla ilgili rapor yayımlayan Bloomberg Haber Ajansı, İsrail’in petrol tedarikinin yüzde 60’ını TDT üyeleri Azerbaycan ve Kazakistan’dan karşıladığını açıkladı. Yine Bloomberg’in haberine göre 21 Ekim’de Ceyhan Limanı’ndan çıkan Seaviolet adlı 900 metrelik tanker, bir milyon varilden fazla Azerbaycan petrolünü İsrail’e taşıdı. İsrail pazarında önemli paya sahip olan Türkiye’nin ihraç ettiği çelik ve Azerbaycan ile Kazakistan petrolünün kesilmesi, İsrail ekonomisi için boykot çağrılarından daha etkili olabilir. Türkiye ve TDT ülkelerinin İsrail’e olan ihracatının kesilip kesilemeyeceğini ve kesildiği takdirde hangi sonuçları doğuracağını iş dünyası temsilcilerine sorduk.

ÇELİK VE PETROL KESİLMELİ
Aydınlık’ın sorusunu yanıtlayan Anadolu Aslanları İş Adamları Derneği (ASKON) Genel Başkanı Orhan Aydın, artık siyasi ve ekonomik somut adımlar atılması gerektiğinin altını çizerek çelik ve petrol tedariki de kesilmeli dedi. Başkan Aydın, konuya ilişkin şunları söyledi: “Hukuka inanan, soykırıma karşı duran, sivillerin katledilmesine duyarsız kalmayan herkesin somut adımlar atması gerekiyor. Bireyler olarak boykottan tutun da devletleri yönetenleri harekete geçirecek eylemlere geçmek gerekiyor. Bu yaptırımların uygulamaya geçilmesi için somut adımlar atılmalı. Ekonomik anlamda da somut adımlar atılmalı. Bu kapsamda başlatılan boykot kampanyaları yerinde. Bunu daha da ilerilere taşımak gerekiyor. Birleşmiş Milletler nezdinde, bu katliama duyarsız kalmayan ülkelerin daha yüksek bir sesle haykırması gerekiyor. Özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı, Türk Devletleri Teşkilatları gibi yapıların daha çok organize olarak İsrail’e yaptırım uygulaması gerekiyor.”

 Aydın, “Devletler bireysel değil kolektif bir akıl ile katliamı durdurmak için her türlü uygulamayı acilen yürürlüğe koymalıdır. Bu petrol kesintisi olur, çelik ihracı olur, gıda tedariği olur. Artık bu iş tahammül sınırlarını aşmıştır. Gereken tavır bir an önce gösterilmelidir. İstiklal Şairimiz Akif’in dizlerinde belirttiği ‘Girmeden tefrika bir millete düşman giremez. Toplu vurdukça yürekler onu top sindiremez.’ mesajından hareketle üzerimizdeki tefrikalardan bir an önce kurtulup yüreklerimizi topluca harekete geçirmeliyiz.” önerisi yaptı.

AMBARGO TÜRK TİCARETİNİ ETKİLEMEZ
Aydınlık’a konuşan İş Dünyası Konfederasyonu (BİRKONFED) Genel Başkanı Osman Ünsal ise jeopolitik konumu ve bölgedeki ağırlığı nedeniyle Türkiye’ye ciddi sorumluluk düştüğünü vurgulayarak şu sözleri kullandı: “İsrail ürünlerinin boykot edilmesi Türkiye toplumunun ortaya koymuş olduğu refleks açısından son derece değerli. Ama sadece milletin yaptığı yetmez. Hükümetin de ciddi ve somut adımlar atması gerekiyor. Artık bu iş kınamaktan çok daha öte bir noktaya gitmiştir. İsrail’i destekleyen Batı ülkeleri açıkça silah, mühimmat, para gibi destekler veriyor. Biz maalesef savunduğumuz Filistinli kardeşlerimize hiçbir somut destek ortaya koyamıyoruz. Kesinlikle İsrail ürünlerine boykot uygulanmalı, İsrail ile ticari ilişkiler askıya alınmalıdır.”

Ünsal, “Türkiye maalesef dış politikada çok yanlış kartlar oynadı. İhracatta alternatif oluşturabilecek Asya ülkeleriyle ilişkiler artırılırsa, Dış politikada, yüzümüzü Asya’ya dönersek İsrail ile yapmış olduğumuz mevcut ticaretin kat kat daha fazlasını Asya ülkeleri ile yapabilir, maddi kayıp bir yana çok daha fazla kazanç sağlayacağımızdan eminim. Şu halde bile İsrail ile yapılan birkaç milyar dolarlık ticaretin bitmesi, Türkiye'ye bir sıkıntı yaratmayacaktır. Yapılacak ihracat ambargosu Türkiye'ye; yeni ufuklar açıp, yeni ilişkiler ortaya çıkaracaktır. Bu konuda hükümeti artık söylemlerden somut adımlara geçmeye, sorumlu davranmaya davet ediyoruz.” ifadelerini kullandı.

Sabrican Tıknazoğlu

Pazar, 12 Kasım 2023 07:00

İİT ve Arap Birliği Zirvesi Bildirisi

  Arap Birliği ve İslam İşbirliği Teşkilatı'nın, İsrail'in Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarla ilgili zirvesinin ardından ortak bildiri yayımlandı.
 

Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'daki olağanüstü zirvede sonrasından açıklanan bildiride, "İsrail’in işgali süreklileştirmek ve Filistin halkını, başta özgürlük ve kendi ulusal topraklarının tamamı üzerinde bağımsız ve egemen bir devlet kurma hakkı olmak üzere tüm haklarından mahrum bırakmaya yönelik tüm diğer yasa dışı faaliyetlerini durdurmak için çalıştığımızı teyit ederiz" ifadelerine yer verildi.

Bildiride, Birleşmiş Milletler ve diğer tüm uluslararası teşkilatların, Filistin davası, İsrail tarafından işlenen suçlar ve Filistin halkının 1967'den bu yana işgal altında kalan ve tek bir coğrafi birim teşkil eden topraklarının tümünde özgürlüğüne ve bağımsızlığına yönelik kararlar bulunduğu hatırlatıldı.

BM Genel Kurulu'nca, 27 Ekim 2023'teki 10. Acil Durum Özel Oturumu'nda kabul edilen kararın memnuniyetle karşılandığı vurgulanan bildiri, şöyle devam etti:

"Filistin davasının merkeziliğini teyit ederek, tüm enerjimiz ve kapasitemizle işgal altındaki tüm toprakları kurtarmak ve başta kendi kaderini tayin etme ve 4 Haziran 1967 sınırlarında kurulmuş bağımsız, egemen ve başkenti Kudüs-ü Şerif olan devletlerinde yaşama hakkı olmak üzere, tüm devredilemez haklarını yerine getirmek için verdikleri meşru mücadelede, kardeş Filistin halkının yanında yer aldığımızı, stratejik bir seçeneği içeren, adil, kalıcı ve kapsamlı bir barışın tesis edilmesinin, bölge halklarının güvenliğini ve istikrarını garanti altına alan ve halkları şiddet ve savaş döngüsünden koruyan tek yöntem olduğunu ve bunun İsrail işgalini sona erdirmeden ve Filistin davasını iki devletli çözüm temelinde çözmeden gerçekleştirmenin imkansız olduğunu teyit ederiz."

'FİLİSTİN BARIŞA KAVUŞMADAN İSRAİL DE BARIŞA KAVUŞAMAZ'

İsrail işgalinin devam etmesinin "bölgesel ve küresel barışa tehdit" olarak nitelendirildiği bildiride, "İsrail’i, çatışmanın devamı ve şiddetlenmesinden, şiddetin Filistin halkının haklarına ve İslam ile Hıristiyan kutsallarına yönelmesinden, sistemli politika ve faaliyetlerden, işgale sebebiyet veren tek taraflı, hukuk dışı adımlardan, adil ve kapsamlı bir barışın sağlanabilmesini engellemekten sorumlu tutarız. Filistin halkı güvenlik ve barışa kavuşmadan ve gasp edilen tüm haklarını geri almadan, İsrail'in ve diğer hiçbir bölge ülkesinin güvenlik ve barışa kavuşamayacağını, İsrail işgalinin devam etmesinin bölgesel güvenlik ve istikrara, küresel güvenlik ve barışa tehdit oluşturduğunu teyit ederiz" denildi.

'BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İSRAİL SALDIRGANLIĞINA SON VERMEKTEN ACİZ'

Nefret ve ayrımcılığın her türü ile nefret ve aşırıcılık kültürünü sürdüren tüm tekliflerin kınandığı bildiride, şunlar kaydedildi:

"İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik başlattığı, 'kitlesel savaş suçu' anlamına gelen misilleme saldırısının ve Batı Şeria ile Kudüs-ü Şerif’te işlediği barbarca suçların feci yansımalarına ve İsrail’in saldırganlığını durdurmayı reddetmesinden dolayı savaşın genişlemesine yönelik ortaya çıkan gerçek tehlikeye ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uluslararası hukuku devreye sokarak İsrail'in saldırganlığına son verememesi acziyetine karşı uyarırız."

İsrail saldırılarının kınandığı bildiride, "İsrail'in Gazze Şeridi'ne yönelik saldırganlığını, savaş suçlarını ve işgal hükümetinin barbarca ve insanlık dışı katliamlarını kınıyoruz. Devletleri, işgal ordusu ve terörist yerleşimcilerin Filistinlileri öldürmede kullandığı silah ihracatını derhal durdurmaya çağırıyoruz" ifadeleri kullanıldı.

Bildiride, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nden, İsrail'in işlediği savaş suçlarına ilişkin soruşturmayı tamamlaması talep edildi./Duvar

Pazar, 12 Kasım 2023 06:55

Reisi, İTT Zirvesini Değerlendirdi

 İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi'ne katılmak üzere Riyad'a giden İran Cumhurbaşkanı Seyyid İbrahim Reisi Suudi Arabistan ziyaretini değerlendirdi. 

Cumhurbaşkanı Reisi, “Bu toplantıya katılım iki açıdan önemliydi; Biri bu toplantının tüm İslam ve Arap ülkelerinin katılımıyla yapılmış olması, diğeri ise konusunun günümüz dünyasının ve tüm dünya insanlarının ana meselesi olmasıydı” dedi.

Reisi, “İran'ın Filistin meselesiyle ilgili söyleyecek geçerli sözleri var, ben de bu ziyaret sırasında İran milletinin ve sokaklarda Filistinlilerin haklarını haykıran halkın sesi olmaya çalıştım” ifadesini kullandı.

İran’ın Filistin'e bakış açısının yanı sıra Gazze'de insanlığa karşı cinayetlerin, savaş suçlarının ve Siyonistlerin soykırımlarının boyutunun anlatmak amacıyla bu toplantıya katıldığını belirten Reisi, toplantıda, Filistinli kadın ve çocukların öldürülmesinde Siyonist rejimin oluşturulmasına, hayatta kalmasında, silahlandırılmasında ve desteklenmesinde en büyük rolü oynayan ABD’yi bu cinayetlerde baş suçlu olarak tanımladıklarını söyledi.

Cumhurbaşkanı Reisi, bu toplantıda Gazze'nin mevcut krizden çıkmasına yönelik 10 çözüm ve önerisini açıklayarak ve Kudüs'ü özgürleştirmenin tek yolu olarak direnişi destekleme gerektiğini vurguladığını ifade etti.

Reisi toplantı sırasında Arap ve İslam ülkelerinin başkanlarıyla yaklaşık 10 yan toplantı yaptığını belirterek, Filistin ve Gazze meselesinin yanı sıra ikili ve uluslararası ilişkileri görüştüklerini söyledi./mehr

 

 

Şehitler Günü münasebetiyle bir konuşma yapan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, konuşmasında Siyonist rejimin Filistin halkına karşı işlediği cinayetlere ve bölgedeki son gelişmelere değindi.

Hizbullah Genel Sekreteri, konuşmasının başında bu hareketin şehitlerine seslendi ve şunları söyledi: ‘Bu günler, büyük bir operasyonun başladığını ve bu operasyonda 100'den fazla Siyonist asker ve subayın öldürüldüğünü ve üç günlük yas ilan edildiği hatırlatmak içindir.

Bu gün bu yoldaki bütün şehitlerin günüdır.  Şehadet zafer getirir. İmam Humeyni (r.a) de Kerbela'da kanın kılıca galip geldiğini ifade etmiştir. Bugün ABD’nin kılıcı hâlâ bölgemizin ve halkımızın boynundadır.

 Şehitlerin kanı düşmanlar üzerinde caydırıcılık etkisi yaratmıştır.

Şehitlerimiz basiretli insanlardır. Dostları, düşmanları, doğruyu ve yanlışı bilirler. Doğru zamanda ve yerde ne yapacaklarını biliyorlar. Onlar sorumlu, hareket, cihat ve sabır insanıdırlar.’

Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında, Siyonist Rejimin Gazze’ye yönelik saldırılarına değinerek şunları söyledi: ‘Siyonist rejim Gazze Şeridi'ne açık ve vahşi bir şekilde saldırıyor. İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki vahşeti azalmadı, her geçen gün artıyor. Bu saldırılar, sınır tanımayan acımasız Siyonistlerin intikam ruhunu gösteriyor.

Bu yıl Şehitler Günü, başta Gazze olmak üzere bölgedeki tarihi olaylarla aynı zamana denk geldi. Gazze'de Siyonist rejim kadınlara, çocuklara, yaşlılara ve tüm sivillere saldırıyor. Ama bir yandan da Filistin direnişinin Siyonist düşmana karşı kahramanca duruşuna şahit oluyoruz. Siyonistlerin saldırıları, bölgesel ve dünya düzeyinde tehlikeli ve istisnaidir.

 Gazze'de 2 milyon insan gece gündüz bombardıman altındadır. Bu saldırılarda camilere, kiliselere, okullara, hastanelere saygı yoktur. Bu saldırıların en tuhaf yanı ise sahte bahanelerle açık bir şekilde hastanelere saldırmasıdır. Bu saldırı ve işgal azalmadı, aksine her geçen gün arttı.

Siyonist rejimin saldırılarının amacı halkı direniş seçeneğinden caydırmaktır

Nasrallah konusmasının devamında şunları söyledi: ‘Siyonistlerin bu terör ve vahşetle bir amacı vardır ve bu sadece Filistin halkından intikam almak değildir. Düşmanın temel amaçlarından biri teslim olmaya zorlamaktır. Tabi sadece Gazze ve Filistin halkının değil, Lübnan halkının ve tüm bölge ülkelerinin teslim olmasını istemektedir. Amaçları meşru hak taleplerini ortadan kaldırmaktır. Amaç, direnişin bedelinin çok büyük olduğunu ve ondan vazgeçilmesi gerektiğini söyleyerek, insanları direniş seçeneğinden ümitsizliğe düşürmek ve bir teslimiyet kültürü oluşturmaktır.

Siyonist rejim, Lübnan halkına aynı kaderi göreceğinizi anlatmak için Gazze halkını öldürüyor, İsrailliler İslami Cihad ve Hamas’a ait on binlerce askeri hedefi bombaladıklarını iddia ediyor ama gerçek şu ki onlar, amaçlarına ulaşmak için tüm evleri ve Filistin halkını saldırılarının hedefi olarak görüyorlar ama bu hedefe ulaşılamayacaklar.’

Hayal kırıklığına uğrayacak olan taraf İsrail’dir

Seyyid Hasan Nasrallah şu ifadelerde bulundu: ‘Görünüşe göre Siyonistler, son 75 yılda Filistin halkının öldürülmesinden, yerinden edilmesinden ve evlerinin yıkılmasından ders almamış. Siyonistlerin bu eylemlerinin sonucu ne oldu? Filistin halkı direnmeyi bıraktı mı? Tam tersine bu direniş, irade ve kültür kuşaktan kuşağa güçlenerek devam etti ve bu yıl da Aksa Tufanı Operasyonuyla en üst seviyeye ulaştı. Lübnan'da da durum aynı. Lübnan halkı, Siyonistlerin katliamlarının ardından direnişten vazgeçmedi.

Siyonist düşman yine daha önce olduğu gibi yanlış hesap yaptı. Lübnan halkı direnişe daha da bağlı hale geldi. Ne yazık ki bazı Arap ve Batı medyası ve yazarları bilerek ya da bilmeyerek Siyonistlerin bu hedefi doğrultusunda hareket etmektedirler. Hayal kırıklığına uğraması gereken taraf İsrail'dir; İsrail şunu bilmelidir ki, Gazze ve Lübnan şehitlerinin bedenlerinden, bu işgalciye karşı mücadele etme ve onu yok etme konusunda çok daha kararlı direniş nesilleri çıkacaktır.’

Gazze'ye yapılan saldırı Siyonist rejimin barbarlığını ortaya serdi

Seyyid Hasan Nasrallah şu ifadelerde bulundu: ‘Siyonist düşman bu saldırıda kendisine çok zarar vermiştir. Bu zararlardan biri  vahşi doğasını bölge halkına ve dünya halkına daha fazla göstermesidir. Geçtiğimiz yıllarda medyada iyi insanlar olduklarını ve barış istediklerini iddia ettiler ama bu imaj kayboldu. Bu saldırılardan sonra milletlerimiz Siyonistlerle ilişkilerin normalleştirilmesine şiddetle karşı çıkacaktır.’

Nasrallah, farklı İslam ülkelerinde Gazze halkına destek amaçlı düzenlenen gösterilerin de çok önemli olduğunu belirterek, şunları söyledi: ‘Bunlardan en önemlileri Washington, Londra, Paris ve Batılı ülkelerde yapılan gösterilerdir ve bu gösteriler büyük önem taşımaktadır. Çünkü bu protestolar, Batılı hükümetler üzerinde baskı oluşturacaktır. Artık dünyada ABD hükümeti ve yandaşları dışında hiç kimse Gazze'ye yönelik saldırının devam etmesini istemiyor. Artık Amerikalılar bu konuda yalnız kaldı.

Seyyid Hasan Nasrallah konuşmasının devamında Arap-İslam ülkelerinin Suudi Arabistan'daki toplantısına değindi ve şunları söyledi: ‘Filistin halkı bu toplantıyı sabırsızlıkla bekliyor. Bugün Filistin halkı, bu toplantıya katılan ülkelerden Filistin'i kurtarmak ve Gazze ablukasını kaldırmak için ordularını göndermelerini istemiyor onlar en asgari bir talepte bulunuyorlar. En asgari talep, tüm Arap ülkelerinin ABD'ye karşı birlik olması, Filistin halkının haklarını haykırması, bu saldırıları durdurması ve harekete geçme tehdidinde bulunmasıdır. Elli yedi İslam ülkesi Gazze'ye insani yardım için geçit açamıyor mu?’

Gazze'de üst düzey Siyonist askerlerin varlığı İsrail'in zayıflığını gösteriyor

Hizbullah Genel Sekreteri Gazze'deki Filistin direniş gruplarının performansını takdir ederek şunları söyledi: ‘Bu savaşçılar çok zor şartlarda savaşıyorlar. Bugün İsrail'in en güçlü Ranger kuvvetleri Gazze'de savaşıyor, bu da İsrail'in zayıflığını gösteriyor. Bugün Gazze meydanı çok belirleyici bir meydan haline geldi ve sadece meydana güvenmek gerekiyor. Batı Şeria'da durum öyle ki Siyonist rejim bu bölgedeki direniş güçleriyle savaşmak için güney ve kuzeydeki güçlerini çekmek zorunda kalabilir.’

Gazze’deki savaş durmazsa ABD üslerine saldırılar devam edecek

Seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: ‘Yemen, Gazze’ye karşı cesur, kamusal ve resmi bir duruş benimsedi ve işgal altındaki Filistin’e çok sayıda füze ve insansız hava aracı ateşledi.

Bu saldırılar Filistin direniş güçlerine büyük moral verdi. Yemen’in tehditleri, İsrail düşmanını savunma sistemlerinin bir kısmını Filistin’in kuzey ve güneyinden Eilat’a taşımaya zorladı. Yemen’in tehdidi Eilat bölgesinin güvensizleşmesine neden oldu ve bu da çok sayıda İsraillinin göç etmesi anlamına geliyor ve bu, düşman kabinesi üzerindeki baskıyı artıracaktır.’

Yemen halkının Filistin'e destek veren varlığı eşsizdir

Hizbullah Genel Sekreteri şunları söyledi: ‘Irak ve Suriye'deki ABD üslerine düzenlenen saldırı da Gazze'yle dayanışma doğeyltusundadır. Irak ve Suriye'deki direniş operasyonları, bu ülkelerdeki ABD üslerinin kaldırılmasıyla paralellik gösteriyor. Tabii maalesef bazı Filistinli yetkililer bu saldırıların Filistin'le hiçbir ilgisinin olmadığını söylüyor ama Aksa Tufanı operasyonu öncesinde bu cepheler sakindi. Bazı direniş grupları, ABD üslerine yönelik saldırının durdurulması için Gazze'ye yönelik saldırının durdurulması gerektiğini söyledi.

Amerikalılar bu saldırılarda 50’den fazla askerinin yaralandığını itiraf etti

Amerikalılar bize, Yemenlilere, Iraklı kardeşlerimize baskı yapıyor ve Amerikalıların bizi bu şekilde tehdit etmediği hiçbir Batılı, Arap ya da Lübnan kanalı kalmadı. Elbette bunlar bizim ve Iraklı ve Yemenli kardeşlerimizin operasyonlarını durdurmayacaktır. Eğer Amerikalılar Irak ve Suriye’de kendilerine yönelik operasyonları durdurmak istiyorsa ve bölgenin savaşa doğru gitmesini istemiyorda, Gazze’ye yönelik savaşın durdurulması gerekiyor.

İran İslam Cumhuriyeti’nin tutumu, Filistin direnişine siyasi, askeri ve maddi destek sağlamaya devam etmektir ve bu konu kimseden gizlenmemektedir.

 İran direnişi destekleme yönündeki tutumunu değiştirmeyecektir ancak her zaman destekleyici konumda kalacaktır.

Lübnan cephesinde ise operasyon 8 Ekim’den bugüne devam etmektedir. Tüm önleyici eylemlere rağmen operasyonlarımız devam edecektir. Geçtiğimiz hafta operasyonlarımızın sayısı arttı, operasyonların türü silah açısından iyileştirildi. Direniş tarihinde ilk kez saldırı amaçlı İHA kullandık.’

Barkan füzeleri; Siyonistlerin başının belası

 Geçtiğimiz günlerde Berkan füzeleri kullanıldı. Bu füzelerin ağırlığı 300 ila 500 kg’ın üzerindedir. İsrail üslerine 500 kilo patlayıcı attığınızı düşünün. Aynata’da işlenen vahşi suç ve cinayetlere tepki olarak ilk kez Katyuşa füzesini kullandık. Ayrıca Siyonist rejimin derinliğine saldırma konusunda da ilerleme kaydettik.

 Celil bölgesinde 350’den fazla asker ve yerleşimci ağır yaralanarak hastaneye kaldırıldı.

Geçen hafta Lübanlı sivillerin hedef alınmasına şahir olduk. Siyonistlere sivillere saldırılmasına asla izin vermeyeceğimizi söyledik. Bugün bile keşif uçaklarımızın işgal altındaki Filistin’in kuzeyine girdiğini, bir kısmının da Hayfa, Akka ve Safed’e ulaştığını söylüyoruz.’

Gazze savaşında son söz meydanındır

Seyyid Hasan Nasrallah şunları söyledi: ‘Siyonistlerin Lübnan’a yönelik tehditlerinin bugünlerde artması, onların direniş operasyonlarına ilişkin endişelerini gösteriyor.

Lübnan halkının ve politikacılarının tutumu Filistin ulusunu desteklemektir. Bu pozisyonlar Lübnan Cephesi’ni verimli hale getirmiştir. Politikamız son sözü meydanın söylediğidir. Saha eylemlerini gerçekleştireceğiz, sonra ne yaşandığını anlatacağız. Bu nedenle gözler söylediğimiz sözlerde değil, meydanda olmalıdır.’

Siyonist düşmana baskı devam etmelidir

Hizbullah Genel Sekreteri şunları söyledi: ‘Filistin’in kazanacağı, düşmanın hiçbir amacına ulaşamayacağı bir ufka doğru bakıyoruz. İnşaallah zafer kazanılacak ve herkes Kudüs’ün kurtuluşuna ve Mescid-i Aksa’da namaz kılındığına şahit olacaktır.’

Seyyid Hasan Nasrallah, geçen hafta Cuma akşamı Siyonist rejime karşı Filistin direniş operasyonunun başlangıcından bu yana ilk kez işgal altındaki Filistin topraklarındaki güncel gelişmelere ilişkin bir konuşma yaparak, Aksa Tufanı operasyonunu Filistin direnişinin planladığını söyledi.

Nasrallah, Aksa Tufanı operasyonun Filistin halkının mücadelesi ve davası olduğunu ve bu operasyonun bölgesel veya uluslararası hiçbir meseleyle ilgisi bulunmadığını söyledi ve şu ifadelerde bulundu: ‘Aksa Tufanı operasyonunda yaşananlar, İran’ın direniş grupları üzerinde hiçbir vesayetinin olmadığını, asıl karar vericinin direniş liderleri ve onların savaşçıları olduğunu gösterdi.

Aksa Tufanı operasyonu, Siyonist rejim düzeyinde güvenlik, siyasi, psikolojik ve manevi bir depreme yol açmıştır ve bu depremin onlara varoluşsal ve stratejik sonuçları olacak ve bu rejimin bugününü ve geleceğini etkileyecektir.

Pazar, 12 Kasım 2023 06:49

Londra'da Filistin'e Destek Çığı

  İngiltere'nin başkenti Londra'da Filistin'le dayanışma gösterisi için toplanan yüzbinlerce kişi 5. kez sokaklara indi. 

İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarının yanı sıra İçişleri Bakanı Braverman'ın Filistin'e destek yürüyüşlerini 'nefret yürüyüşü' sözleriyle eleştirmesini protesto etmek isteyen sayılarının 300 bini bulduğu belirtilen Filistin yanlısı gösterici, yerel saatle öğle saatlerinde Hyde Park'ta toplandı.

Ülkedeki çok sayıda sivil toplum kuruluşunun çağrısıyla Filistin ile dayanışma eylemine katılan göstericiler, İsrail'in Gazze'ye düzenlediği saldırılara son vermesi, ablukayı kaldırması, derhal ateşkes ilan edilmesi ve Gazze'ye insani yardım malzemelerinin eksiksiz girişine izin verilmesi çağrısında bulundu.

Braverman'ın, 'nefret yürüyüşü' ifadelerine de tepki gösterenler, İçişleri Bakanı'nın görevden alınmasını dile getiren pankartlar taşıdı.

 Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad, Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da düzenlenen Arap ve İslam ülkeleri liderleri toplantısında şunları söyledi: Asıl mesele Gazze değil, asıl mesele Filistin'dir ve Gazze bunun bir örneğidir. Gazze, Filistin'in doğasını ve halkının acılarını ifade ediyor.
 

Suriye Devlet Başkanı şöyle devam etti: Çoğu Arap ülkesinin geri çekilmesi, Siyonistlerin bize karşı uyguladığı şiddet ve katliamların artması ile eşdeğerdir.

Öncelikle Filistin halkının bizim insani yardımımıza mı, yoksa onlara karşı izin verilen soykırıma karşı korunmaya mı ihtiyacı olduğunu tespit etmek gerektiğine dikkat çekti.

Suriye Devlet Başkanı şunları söyledi: "Elimizdeki en az şey siyasi araçlardır, bir açıklama yapmak veya başında Siyonist rejimin olduğu herhangi bir siyasi süreci durdurmak değil."

Şunu ekledi: İki devletli çözüm, barış sürecinin başlaması ve diğer detayların konuşulması bu acil dönemde öncelikli değildir.

Suriye Cumhurbaşkanı şöyle devam etti: "Bugün 'barış sürecine' ilişkin ne bir destekçi, ne otorite, ne de hukuk var.

Beşar Esad ayrıca şunları söyledi: Cesur Filistin direnişinin bölgede yarattığı yeni gerçeklikle birlikte elimizde denklemleri değiştirmemizi sağlayacak siyasi araçlar var.