
کارگر
Aşura Kıyamında Kadının Rolü
Nasıl ağlamayalım? Zira bugün bizim için Resulullah'ın vefat günü, Ali ve Fatıma'nın şahadet günü, peygamberin kızları Rukiye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm'ün vefat günü gibidir.
Hicret'in altmış birinci yılında meydana gelen tarihî Kerbelâ kıyamını yetmiş üç kişi meydana getirdi. Bu kıyamda dıştan yönlendirilme gibi bir durum söz konusu değildi; kıyamın rehberliği bizzat kendilerine aitti. Yine bu kıyam belli bir kesimle sınırlı kalmadı. Bu kıyamda erkeklerle birlikte kadınlar da yer aldılar.
Kıyama İmam Hüseyin (a.s) ile birlikte hareket eden kadınların büyük ve önemli katkıları olmuştur; hatta kıyamın unutulmaması, bugün bile yeni gerçekleşmiş bir hadise gibi anılması ve canlı tutulması büyük ölçüde İmam'ın ailesi, özellikle Hz. Zeyneb'in fedakârlık ve kahramanlıkları sayesinde gerçekleşmiştir. Dolayısıyla, bu kıyamda kadınların üstlendikleri rolün ayrıca ele alınması ve değerlendirilmesi gerekir.
Bu değerlendirme sonucu, birçok husus aydınlığa kavuşacaktır: Örneğin "İslâm'a göre kadınlar toplumsal faaliyetlerden uzak tutulmalı" gibi zehirli propagandaların aksine, kadınların sosyal ve siyasal misyonu; mücadele ve kıyamda nasıl erkeklerle omuz omuza yer aldıkları, onları destekleme amaçlı girişimleri ve onlarla dayanışma içerisinde oldukları; toplumsal faaliyetlerle iffeti korumanın nasıl birlikte yürütüldüğü; cesur, hakkın savunucusu ve inançlı bir nesil yetiştirmedeki ağır sorumlulukları, şehitlerin canlarını uğruna feda ettikleri hedefleri insanlara ulaştırmadaki misyonları ve... Bütün bu hususlar, Kerbelâ kıyamında kadınların rolü çerçevesinde açıklığa kavuşabilir.
Bu hususun iyi anlaşılması için Kerbelâ'da bulunan kadınlarla ilgili sayısal bir değerlendirmede bulunmak faydalı olacaktır:
* Kerbelâ'da bulunan kadınların bazısı, örneğin Hz. Zeynep, Ümmü Gülsüm, Fatıma, Safiye, Rukiye ve Ümmü Hanî, Hz. Ali'nin (a.s) çocuklarıydılar. Bazıları Ben-i Haşim'den ve farklı kabilelerdendiler. Hz. Hüseyin'in kızları Sakine (veya Sukeyne) ve Fatıma da Kerbelâ'da olanlar arasındaydılar. Atike, Müslim b. Akil'in kızı, İmam'ın cariyesi, Veheb b. Abdullah'ın annesi gibi isimler de verilebilir.
* İmam'ın eşi, Sakine ve Abdullah'ın annesi olan Rübab da Kerbelâ'da idi. Bilindiği kadarıyla İmam'ın eşlerinden sadece Rubab Kerbelâ'da idi. İmam Zeynelabidin'in annesi şehrebanu Kerbelâ'da yoktu. Çünkü 24 yıl önce vefat etmişti. Ali Ekber'in annesi Leyla'nın da ismi gelenler arasında geçmemiştir.
* Kerbelâ'da beş kadın çadırdan çıkıp düşmana yürümüştür: Müslim b. Avsece'nin cariyesi, Abdullah Kelbî'nin eşi Ümmü Veheb, Abdullah Kelbî'nin annesi, Amr b. Cünade'nin annesi ve hepsinden daha faal bir rol üstlenen Hz. Zeynep. Hepsine Allah'ın selâmı olsun.
* Ümmü Veheb, kocasının yanı başında Aşura günü şehit düştü.
* İki kadın duydukları aşırı rahatsızlıktan dolayı İmam'ı savunma amacıyla savaştılar. Birisi Abdullah b. Umeyr'in eşi, diğeri ise Amr b. Cünade'nin annesi.
* Kerbelâ yolu üzerinde Züheyir b. Kayn'ın eşi kocasıyla birlikte İmam Hüseyin'e katıldı.
Kadınlar Kerbela olayında sosyal sorumluluğun sadece erkeklere has olmadığını gösterdi. Dine destek vermek ve hakkın ayakta tutulması gerektiği söz konusu olunca her özgür insan ister kadın ister erkek gereken rolü üstlenmeli.
Kadınların Kerbela'daki en önemli rolü ise kıyam hedefinin başkalarına yetiştirilmesi idi. Hicri 61 yılı, Hüseyini kıyamın yılıdır. Öyle kanlı bir kıyam ki halkın uykudaki vicdanlarını gaflet uyandırmak ve kifayetsiz biri tarafından yönetilen ve değerleri alaya alınmış toplumu ıslah etmek için gerçekleşti.
İmam Sadık (a.s) Erbain ziyaret namesinde atası Hüseyin bin Ali (a.s) kıyamının hedefini şöyle açıklıyor:
"Mutahhar kanını senin yolunda (Allah) bağışladı ki kulların cehalet ve sapkınlıktan kurtulsunlar."
Beni Haşim kadınları İmam Hüseyin'in (a.s) ziyaretinden haberdar olunca bir çözüm yolu bulmak için bir evde bir araya geldiler. Onlar İmam'ın bu yolculuktan sağ dönmeyeceğini biliyorlardı. Onlar durumdan duydukları rahatsızlıklarını feryat figan etmekle açıklamak niyetinde idiler. Durumu fark eden İmam Hüseyin (a.s);
"Bu haberi sakın açıklamayınız ki Allah'a ve peygamberine başkaldırı sayılır" dedi.
Kadınlar;
"Nasıl ağlamayalım!? Zira bugün bizim için Resulullah'ın (s.a.a) vefat günü, Ali (a.s) ve Fatıma'nın (s.a) şahadet günü, peygamberin kızları Rukiye, Zeynep ve Ümmü Gülsüm'ün vefat günü gibidir. Sevgili Hüseyin, Allah aşkına bizi kendine feda et ama kendini ölümden uzak tut, ey kaybettiklerimizin en sevdiği kişi" şeklinde konuştular.
İmam Hüseyin'in (a.s) sözleri Haşim oğulları kadınlarını sakinleştirmedi. Onlar İmam'ın halası Ümmü Hani'nin yanına giderek;
"Ey Ümmü Hani! Sen burada oturmuş, Hüseyin'in ailesi ile birlikte buradan gitmekte olduğundan nasıl habersizsin?" diye sordular.
Bunun üzerine Ümmü Hani acele ile İmam'ın yanına gider. İmam Hüseyin (a.s) halasını o halde görünce sebebini sorar. Halası;
"Yetimlerin ve çaresizlerin hamisi ve sığınağı yanımdan ayrılırken nasıl üzgün ve perişan olmayayım?" diye sordu.
Ümmü Haniye ağlarken İmam Hüseyin'i (a.s) anlatmaya başlar;
"Hüseyin öyle biri ki, insanlar onun hürmetine dayanarak bulutlardan yağmur ister; yetimlerin ve çaresizleri sevindirendir. O, kendisini başkalarına feda eden Haşim oğullarındandır, yoksullar onun yanında nimet ve fazilete ulaştılar. Resullullah'ın (s.a.a) sevgili torunudur, yanılmaz ve onun büyük acısı (şahadeti) onun azametini açıklar ve yorumlar."
İmam Hüseyin (a.s) halasını sakinleştirmeye çalışarak;
"Halacığım, merak etme, kaderde ne varsa o gerçekleşecektir, onlar (düşmanlar) savaş meydanlarının her daim muzafferin çocuğuna (Ali'nin oğluna) galip gelecek değiller. İşler Allah'ın mukadder kıldığı gibi gerçekleşecektir."
Haşim Oğulları hanedanının kadınları İslam'ın kurtuluşunun ve toplumun ıslah edilmesinin İmam Hüseyin'in (a.s) fedakarlığına bağlı olduğunu anlayınca canı gönülden onunla birlikte harekete geçtiler.
İslam tarihi, şekillenmeye başladığı günden itibaren her zaman kadınların siyasi, sosyal, kültürel ve ekonomi katkıları ile İslam dinine yardımcı olduklarına şahit olurken, tüm tartışmalara rağmen kadınların İslami toplumdaki inkar edilemeyen ve hayati rollerini sergilemekte.
Kerbela kıyamı İslam tarihinin benzersiz ve önemli olaylarından biridir. Bu kıyam Hakkı arayan ve dik duruş sergileyen kadınlar ve erkeklerin fedakarlığı ve isarının ortak ürünüdür. Başka bir ifade ile eğer İslam, İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamı ile ihya oldu ise kadınlar, tarihte eşine az rastlanacak şekilde bu olayda büyük paya sahipler. Aşura kıyamında hamasetler yaratan erkeklerin her biri cesur, mümin ve bilinçli kadınların kucağında yetişmiş birer cengaverdi. Bu eşitsiz savaşta İmam Hüseyin'e (a.s) yardımcı olan erkeklerin varlığı, kadınların fedakarlığı ve basiretinin ürünüdür. Hüseyni kervanındaki kadınların sabır ve azmi, bu harekette mücahitleri teşvik etmede etkin role sahip.
Bu rol İmam Hüseyin'in (a.s) şahadetinden önce dolaylı bir şekilde ve eşler ile çocukların teşviki ile başladı ve Aşura olayı ardından bu hareketin mesajını tüm İslam beldelerine en iyi şekilde yayılması ile doruğa ulaştı. Kadınlar Kerbela olayında sosyal sorumluluğun sadece erkeklere has olmadığını gözler önüne serdiler. Dinin ihya edilmesi söz konusu olduğunda her azade insan, kadın veya erkek, sorumluluk üstlenmeli. Tabi ki İslam'da savaş meydanına katılmak kadınlara farz kılmamıştır. Hatta Kerbela olayında da İmam Hüseyin (a.s) kadınları savaş meydanından uzak tuttu. Bu yüzden kadınlar Kerbela kıyamında askeri alanda bulunmadılar. Sadece iki kadın savaş meydanına girmek isteyince İmam Hüseyin (a.s) onlardan teşekkür ederek onları geri çevirdi. Kerbela olayında kadınların en önemli görevi, kıyamın mesajını dünyaya duyurmaktı. Genelde kadınların Kerbela hamasetindeki rolünü 3'e ayırmak mümkündür;
1- Aşura olayından önce etkin varlık göstermeleri,
2- Aşura gününde üstlenilen rol,
3- Aşura kıyamından sonra İmam'ın (a.s) mesajının halka duyurulması.
Züheyr bin Gayn'ın eşi, yolun ortasında İmam'ın kervanına katılmak için eşini teşvik eden kadınlardandı. Bu rol, onun İmam'ın (a.s) Aşura ashabından sayılması kadar önemli ve etkindir. Bu karı kocanın hikayesini dinleyelim;
"Zuheyr bin Gayn beraberindeki grupla birlikte hac menasikini bitirmiş Irak'a doğru yol alıyordu. Bu arada Hüseyin bin Ali'nin (a.s) de dönemin kifayetsiz ve zalim yönetmeni Yezid ile biat etmediğinden ve ashabı ile birlikte Irak'a doğru ilerlemekte olduğundan haberdar olur. Zuheyir, Hz. Hüseyin (a.s) yolunun Allah yolu olduğunu biliyor fakat Allah'a ibadetin zevkini savaşın sertliği ile birleştirmek istemiyordu. Ne zaman İmam bir yerde dururp dinlenseydi Zuheyir beraberindeki grupla yola çıkar ve ne zaman İmam hareket etseydi onlar dinlenmeye çekilirdi. Fakat bir yerde mecburen İmam ve sahabesinin çadır kurduğu yerde dinlenmek zorunda kaldılar.
Zuheyir İmam'ın çadırından biraz uzakta arkadaşları ile birlikte yemek yemekteydi ki İmam'ın elçisi yanına yaklaştı. Elçi, Zuheyir'e selam verdikten sonra İmam'ın kendisini çağırdığını söyler. Oradakiler şaşkınlık içinde sessizce olayı izlemeye başladılar. Herkes birbirine bakıyordu. Zuheyir şüphe ve endişe içinde cevap vermeden başını öne eğmişti. Aniden eşi herkesi kendine getirerek;
"Subhanallah, Allah Resulünün torunu seni çağırıyor ve sen gitmiyor musun" diye kocasına seslendi.
Zuheyir eşinin sesi ile ona baktı fakat hemen bakışlarını eşinden kaçırınca, eşinin;
"Huzuruna varıp sözlerini dinlesen ve dönsen ne olur sanki?!" demesi Zuheyir'i kendine getirdi.
İmam'ın (as) yanına gitti fakat dönüşte yüzü gülüyor, gözleri parlıyordu. Eşine dönerek;
"Eşyaları topla, İmam'ın çadırlarının yanına gidiyoruz" dedi.
Züheyr'in eşi sevinç içinde kalkınca Zuheyir;
"Fakat benden sana iyilikten başka bir şey gelmesini istemiyorum, bu yüzden seni boşuyorum ki ailenin yanına dönesin" dedi.
Kadın uzun yıllar eşinin yanında yaşamış, onu sevmiş ve alışmıştı, bu yüzden ayrılma düşüncesi bile onun için ağırdı fakat kocasının Resul Ekrem'in evladı İmam Hüseyin'e (a.s) yardım etmesi daha önemli idi. Bu yüzden kocasına dönerek;
"Allah yardımcın olsun, fakat senden bir isteğim var, kıyamet gününde İmam Hüseyin (a.s) yanında bana şefaat et' dedi.
Ehlibeytalimleri.com
Emir Abdullahiyan ve Guterres Nükleer Müzakereleri ve Gazze'yi Görüştü
İran Dışişleri Bakanı Abdullahiyan ve Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Guterres, İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması, nükleer müzakereler, Gazze’deki son durum ile bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele aldı.
İran Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, Hüseyin Emir Abdullahiyan ile Antonio Guterres, telefon görüşmesi gerçekleştirdi.
Açıklamada ikilinin, İran’a uygulanan yaptırımların kaldırılması, nükleer müzakereler, Gazze’deki son durum ile bölgesel ve uluslararası gelişmeleri ele aldığı kaydedildi.
Abdullahiyan, görüşmede, İran'ın Viyana'da devam eden nükleer müzakereleri sürdürmede kararlı olduğunu belirtti.
İran’ın güçlü ve istikrarlı bir anlaşmaya varma konusunda ciddi olduğunu belirten Abdullahiyan, "Elbette bu konunun sonucu ABD'nin bir anlaşma yapmak isteyip istemediğine bağlı. ABD gerçekten anlaşmaya varmak istiyor mu veya müzakerelere gerçekçi bakabiliyor mu? Biz bu konuda irademizin ciddiyetini göstermiş olduk" ifadesini kullandı.
İranlı Bakan, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile İran'ın iş birliğine işaret ederek, ajansın teknik meselelerden uzaklaşarak siyasi kararlar almaması gerektiğini ve teknik düzeyde İran'ın iş birliğine devam ettiğini söyledi.
Nükleer silah üretilmesinin İran’ın dış politika ilkelerinde bulunmadığını savunan Abdullahiyan, "Bu silahların imalatı ve depolanması inancımıza ve politikamıza ters. Dini liderin (Ali Hamaney) fetvasında da bu silahların üretilmesi haram olarak kabul ediliyor" açıklamasında bulundu.
Abdullahiyan, bugün dünyanın, uluslararası barış ve güvenlik açısından hassas ve kırılgan bir durumda olduğunu belirterek Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması'nın bir dengenin sonucu olduğunu ve bu dengenin çeşitli yönlerinin her zaman vurgulandığını sözlerine ekledi.
Ortadoğu'da nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturulması konusuna değinen Abdullahiyan, "Ortadoğu'da nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge oluşturma fikrinin başlatıcısı olan İran İslam Cumhuriyeti, bu yönde yapıcı iş birliğini sürdürmeye hazır olduğunu beyan ediyor” ifadelerini kullandı.
İsrail’in son zamanlarda Gazze'ye yönelik saldırılarına ve 'çocuk, kadın onlarca Filistinlinin öldürülmesine' değinen Abdullahiyan, "Uluslararası toplumun Gazze halkını destekleme görevini yerine getirmesi ve Siyonist rejimin saldırganlığını bir an önce durdurması gerekiyor" diye konuştu.
BM Genel Sekreteri Guterres ise İran ile BM Güvenlik Konseyinin diğer tarafları arasındaki anlaşmazlıkları çözmenin en iyi yolunun diplomasi olduğunu belirtti.
'Nükleer görüşmelere önem veriyoruz'
Guterres, "Nükleer görüşmelere önem veriyoruz ve diğer taraf ülkelere de bu konuda diplomasiyi sürdürmeleri gerektiğini söylüyoruz. İran nükleer dosyasının artık kapatılması gerekiyor" değerlendirmesinde bulundu.
Dünyada nükleer silahların ortadan kaldırılması ve Ortadoğu'nun kitle imha silahlarından arındırılması gerektiğini vurgulayan Guterres, bu aşamada daha fazla uzlaşma ve esneklik üzerinde durulduğunu söyledi.
Guterres son olarak, Gazze'deki durumla ilgili endişelerini dile getirerek yapıcı önlemlere başvurmak ve saldırıları durdurmak için Gazze'deki meslektaşlarıyla temas halinde olduğunu kaydetti.
Kufelilerin Hz. Hüseyin’e Neden İhanet Ettiler
İmam Hüseyin’i (a.s) öylesine coşku, istek ve bağlılıkla davet eden Kufeliler, ne oldu da birden İmam’ı yalnız bıraktılar hatta İmam’a karşı savaşa giriştiler?
Kufelilerin İmam’ı Davet Nedeni
Kufelilerin İmam’a (a.s) mektup yazmaları, İmam’ın Mekke’ye yerleşmesiyle başladı (h. 60, Ramazan) ve o kadar çok mektup gönderilmişti ki tarihte bir benzeri görülmemiştir. Bazen bir günde altı yüz mektup geliyordu. Mektupların toplamı on iki bini bulmuştu.[1]
Günümüze kadar ulaşan mektupları, gönderen ve imzalayanları incelediğimizde, değişik grupların farklı amaçlarla bu mektupları gönderdiklerini anlamaktayız.
Mektupları gönderenlerden bir grubu, Hz. Hüseyin’i (a.s) gerçekten İmam kabul eden Süleyman b. Sured Huzai, Rufae b. Şidad ve Habip b. Mezahir gibi özel Şialardır.[2]
Bunlara karşın diğer bir grupsa, aslında Emevi taraftarları olanların gönderdikleri mektuplardır. İmam için savaşacak ordunun hazır olduğunu yazanlar da bunlardı. Onlardan bazıları şunlardır: sonradan İmam Hüseyin’in öldürülmesine şükür niyetiyle cami yaptıran Şebis b. Rebi.[3] Aşura gününde düşmanın ordu komutanlarından biri olan ve İmam’a mektup gönderdiğini inkâr eden Heccar b. Ebcer. Yezid b. Hari (bu şahıs da Aşura günü, İmam’a mektup gönderdiğini inkâr etmiştir). Uzret b. Haris (ordunun süvari komutanıydı). Amr b. Haccac-i Zübeydi (Aşura günü beş yüz kişiyle İmam’ın Fırat suyuna ulaşmasını engelleyendir). İşte bu gibi kimseler, İmam’a en heyecanlı ve istekli mektupları yazan, ama sonrasında ona kılıç çekenlerdir.
İmam Hüseyin’e (a.s) mektup yazan üçüncü bir grupsa maddî hedefler peşinde olan halkın çoğunluydu. Bunlar rüzgârdaki çöp misali, menfaatleri ne tarafaysa o yöne doğru giden kimselerdi. Bu gibi bilinçsiz insanların her ne kadar güçleri olmasa da sayıca fazla olduklarından hedef için kullanılabilirdiler.
Müslim’e biat eden on sekiz bin kişinin çoğu da bunlardan ibaretti. Bunlar menfaatlerini tehlikede gördüklerinden (Ubeydullah b. Ziyad’ın siyasetiyle) Müslim’i sokakta tek başına yalnız bırakmışlardı.
Bunlar doğal olarak da İbn Ziyad’ın maddi vaatleriyle onun ordusuna katılmış ve Aşura günü her ne kadar İmam Hüseyin’i (a.s) Peygamber’in torunu, Hz. Ali’nin (a.s) evlâdı olduğu için sevseler de İmam’ın karşısına dikilmişlerdi.
Önceleri Mecme b. Abdullah, İmam’a bunları kastederek şöyle demişti: “Halkın genelinin gönülleri seninle ama kılıçları sana karşıdır.”[4]
Bu açıklamadan sonra İmam Hüseyin’e (a.s) mektup yazanların hepsinin tek amacı ve hedefi olduğunu söyleyemeyiz. Herkes kendine özgü değişik sebep ve beklentilerden dolayı mektup yazarak, İmam’ı davet etmişti. O sebepleri şöyle sıralıyabiliriz:
1- Habip b. Mezahir gibi bir grup gerçek Şialar, devlet kurup yönetme hakkının sadece İmamlara özel olduğunu ve Emevi saltanatının yıkılması gereken zalim bir rejim olduğunu bildiklerinden, hakkı sahibine vermek için mektup yazmışlardı. Bu bilinçle mektup yazanlar çok azdı.
2- Özellikle orta yaşlılar ve ihtiyarlar, Hz. Ali’nin (a.s) adalet hükümetini ve ondan sonra yirmi yıl boyunca da Emevilerin zülüm dolu saltanatını görmüşlerdi. Bunlar yeniden Hz. Ali’nin (a.s) evlâdıyla eski günlere dönmek, adaletli bir devletin kurulmasıyla, Emeviler zulmünden kurtulmak için İmam’a mektup yazdılar.
3- Bazıları da, Kufe’nin Şam yerine başkent olması için bir önder peşindeydiler. Bunlara göre hem Kufelilerin sevgisine sahip ve hem de Şam hükümetini meşru bilmeyen sadece Hz. Hüseyin idi, bu yüzden İmam’ı Kufeye davet ettiler.
4- Bazı kabile reisleri de, kendi makamlarını korumak peşindeydiler. Herkesin İmam’a mektuplar yazıp onu davet ettiklerini gördüklerinde, yakın bir zamanda Hz. Hüseyin’in devleti kuracağına kesin gözüyle bakıyorlardı. İmam’ın hükümetinde de, kendi makam ve etkinliklerini kaybetmemek için bunlar da mektup yazdı.
6- Halkın çoğu ise herkesin heyecanla mektup yazdığını görünce, toplumun akışına uymak için bilinçsizce onlar da mektup yazdılar.
Kufe Halkının Bastırılışı
Kufelilerin İmam’a ihanet ediş nedenini bilmemiz için, ikinci olarak İbn Ziyad’ın Kufe kıyamını nasıl bastırdığını bilmemiz gerek. İbn Ziyad’ın Kufe’ye vali olarak gelmesiyle kabile reisleri ve Emevi taraftarları hemen yanına giderek durumu tüm ayrıntılarıyla anlatmaya başladılar.
Zaten İbn Ziyad, gelir gelmez Kufelilerin İmam Hüseyin’i ne kadar çok sevip, ona destek olmak için hazır olduklarını görmüştü. Çünkü şehre girerken siyah bir emmameyle, yüzü örtülü olarak geldi. Halk da onu İmam Hüseyin (a.s) zannedip coşkuyla etrafına toplandı. Halkın bu coşkusunu gördüğünden, bir an önce esaslı tedbirler almaya başladı. Kendi siyasî tecrübelerini ve yandaşlarının görüşleriyle, ne pahasına olursa olsun bu hareketi bastırmalıydı. Bunun için psikolojik, sosyolojik ve ekonomik yollara başvurdu.
1. Psikolojik Tedbirler
İbn Ziyad, Kufe’ye gelir gelmez bu tedbiri uygulamaya başladı, bu tedbir tehdit ve teşvik etrafında dönüyordu. Kufelilere hitaben camide yaptığı ilk konuşmada emrine uyanlara karşı şefkatli bir baba gibi davranacağını söyledi, kendisine itaat etmeyenlere de kılıcını ve kırbacını gösterdi.[5]
Özellikle de halka, Şam’dan büyük bir ordunun onları bastırmak için yola çıktığı haberini yayması, kalplere büyük bir korku saldı. Kufeliler en son İmam Hasan’ın (a.s) döneminde Şamlılarla savaşmışlardı ve o zamandan beri onlardan çok korkmaktaydılar. Gözlerinde çok büyüttükleri Şam ordusuna karşı, hiçbir şekilde direnme güçleri yoktu. Bu haber kadınlar arasında da yayıldı. Kadınlar gelerek eşlerini, kardeşlerini ve akrabalarını Müslim’in etrafından alarak evlerine götürüyorlardı.
Sonuçta İbn Ziyad’ın bu psikolojik siyaseti çok etkili oldu. Öyle ki Müslim, gündüz dört bin askeriyle İbn Ziyad’ın sarayını basmıştı ve neredeyse şehri tamamen ele geçirecekti, ama akşam olunca bu haberlerin yayılması nedeniyle etrafında bir kişi dahi kalmamıştı. Daha sabah binlerce insanın biat ettiği, söz verdiği insan akşam olunca sokakta yalnız başınaydı, bir kişi bile onu evine almamıştı.[6]
2. Sosyolojik Tedbirler
O dönemde kabilecilik sistemi Kufe’de önemini korumaktaydı ve kabile reisleri toplumsal meselelerde, siyasî olaylarda en fazla etkin faktörlerdi. Önceden de belirttiğimiz gibi kabile reisleri ve kabilenin ileri gelenleri İmam Hüseyin’e mektup yazarak davet etmiş, Müslim gelince de ona biat etmişlerdi.
İbn Ziyad bunları nasıl ele geçireceğini çok iyi biliyordu. Bunlar da makam ve mevkilerini korumak için hemen Müslim’den ayrılıp, İbn Ziyad’a bağlandılar. Ayrıca yapmış olduğu tehditler ve vermiş olduğu büyük miktarda rüşvetler kabile reislerinin, İmam’a düşman olup, kendisine katılmasına yetti.
Kufe’den yeni gelip İmam Hüseyin’e ulaşan ve Kufe’nin durumunu çok iyi bilen Mücteme b. Abdullah, İmam’a şöyle haber vermişti: “Kufe’nin ileri gelenlerine büyük paralar verildi, ambarları arpa ve buğdayla dolduruldu, onlarda artık seni istememekte ve arkanda durmamaktalar, hepsi sana karşı cephe almış durumdalar.”[7]
Toplumda etkili olan ikinci grupsa “urefa” denilen devletle halka arasındaki memurlardı, İbn Ziyad bunlardan da istediği gibi faydalandı. Bunların görevi kontrolleri altındaki aileleri fertleriyle birlikte isimleri yazmak, yeni doğanları kaydedip, ölenleri silmekti, sonrasında belli bir maaş verilmekteydi. Bunların elinin altında bazen yirmi bazen de yüzden fazla kişi bulunmaktaydı. Bunların konumu normal durumlarda fazla önemli değildi ama olağanüstü durumlarda devlet veya vali bunlardan ayaklananların isimlerini alabilmekteydi.[8]
İbn Ziyad Kufe’ye gelir gelmez hemen bu güçten de yaralanmaya başladı. Bunu da büyük ihtimalle Kufe eski valisi olan babasından öğrenmişti. O camide yaptığı konuşmadan sonra saraya gelerek hemen urefanın huzurunda toplanmasını emretti ve onlara şöyle dedi: “Sizler dosyalarınızda bulunan ve Emirü’l-Müminin Yezid’e karşı gelip, baş kaldıranların isimlerini çıkarıp bana bildirin. Toplumda kargaşa çıkarmak isteyen herkesin isimlerini istiyorum. Bu emrime itaat edenlerle işim olmaz ama uymayanlar dosyalarındaki isimlerden sorumludurlar. Biri bulunursa, ona hiçbir güven kalmayacaktır, malı da, kanı da bize helâldir artık. Kim Emirü’l-Müminin’e (Yezid) karşıysa o evinin kapısına asılacaktır.”[9]
Uygulanan bu tedbir ve siyaset Müslim’in Kufe’de yalnız kalmasının ve herkesin kıyamdan vazgeçmesinin en büyük nedenlerinden biriydi. Zira bu memurlar İbn Ziyad’ın tehditlerini ciddîye alarak hemen kendi listesindekileri kontrol etmeye başladılar.
3. Ekonomik Tedbirler
O zamanda halkın en önemli geliri, devletten aldıkları maaş ve erzak yardımıydı. Bu ise sadece İran’la savaş başladığı zaman, savaşmayı taahhüt edenlere verilmekteydi. Bu yüzden Arap halkı çok tembel alışmışlardı, hiçbir iş yapmadan oturmaktaydılar, çok az kimse çiftçilik, ticaret ve zanaatla uğraşmaktaydı. Öyle ki Araplar bir iş yapmayı kendi gururlarına yediremiyorlardı.
Belli olduğu gibi bu ekonomik düzen halkı tamamen devlete bağımlı yapmıştı, baskıcı hükümetler de bundan istedikleri gibi yararlanmakta idiler. İbn Ziyad tüm muhaliflere, yapılan yardımların kesileceğini hatta akrabalarına bile bundan sonra devletten hiçbir ödenek verilmeyeceğini ilân etti. Bu yüzden herkes muhalif olanları da vazgeçirmeye başladı.
İbn Ziyad Kufe’ye yeni geldiğinde, Müslim kendisine biat edenlerle sarayı muhasara etmişti. O esnada İbn Ziyad konuşma yaparak dağılmaları halinde devlet yardımlarını kat kat arttıracağını, aksi takdirde kimseye bir şey vermeyeceği tehdidinde bulundu, bu da anında etkisini gösterdi.
İbn Ziyad bu ekonomik siyasetiyle; düne kadar İmam’ı çağırıp ona biat eden halkı bir anda İmam’a karşı silahlandırdı. Halka orduya katılması halinde büyük mükâfatlar vereceğini söyledi, herkes de icabet etti. Öyle ki Kufe’den gönülde İmam’ı seven ama para için onunla savaşmak üzere otuz bin asker toplandı.[10]
İmam Hüseyin, (a.s) dün kendisini davet edenlerin bugün karşısında savaşmak için durmalarının nedeni olarak bu sebebi buyurmuştur, Aşura gününde onlara şöyle buyurdu:
“Haram malları aldınız, karınlarınızı haramla doldurdunuz ve böylece kalpleriniz mühürlendi, şimdi de benimle savaşmaya gelmişsiniz, sözümü dinlemiyorsunuz bile…”[11]
[1] Biharu’l-Envar, c. 44. s, 344.
[2] Vak’atu’t-Tif, s. 90/91.
[3] Tarih-i Taberi, c. 6, s. 22.
[4] Tarih-i Taberi, c. 4, s. 306.
[5] Vak’atu’t-Tif, s. 110. “Emrime itaat edenlere bir baba gibi davranacağım, ama sözümden çıkıp, bana karşı gelenlere de kılıcım ve kırbacımla…”
[6] Vak’atu’t-Tif, s. 125/126.
[7] Vak’atu’t-Tif, s. 174.
[8] el-Hayatu’l-İctimaiyye ve’l-İktissdiye fi’l-Kufe, s. 49.
[9] Tarih-i Taberi, c. 4, s. 267.
[10] Hayatu’l-İmami’l-Huseyn, c. 2, s. 453.
[11] Biharu’l-Envar, c. 45, s. 8.
Matem Tutmanın Felsefesi
Yeni oluşan tahlil ve açıklama eğilimlerini de göz önünde bulundurursak, çağımız insanı her zaman karşılaştığı ve kesin olarak kabul ettiği inançlar hakkında araştırmalar ve incelemelerde bulunmaktadır. Aslına bakılacak olursa, böyle araştırmalar peşine düşerek, gerçekleri aramak insanın en belirgin özelliklerinden biridir. Aynı şey matem ve yas tutmak için de geçerlidir. Doğal olarak, insan bu konuyu incelemek ve araştırmak peşindedir. Matem merasimlerini tam olarak aklın kabul edeceği delillerle inanmadığı sürece yahut en azından bu tür işlerin akla ters düşmediğine kanaat getirmedikçe ona inanıp, yapmak istemez.
Her inancı ve yapılacak olan her işi böyle düşünmek takdir edilir bir şeydir. Ancak bu şekilde insanın, İslami bilgi temelleri ve Şia kültürü güçlenecektir. Yani imanında sağlam kalmak isteyen herkesin, inanç temelini akli delillerle desteklemesi gerekir.
Bu teorik görüşler kişinin imanının güçlenmesini sağlayacaktır. Çünkü iman tanıma ve aklı kullanmayla oluşur. Bu yüzden matem merasimlerinin felsefesini araştırmak çok da mantıklıdır. Yeni neslin imanının daha güçlü olması için yas merasimlerinin kabul edilir akli delillerle anlatılması gerekir.
Ehlibeyt’e Yas Tutmanın Felsefesi
Ehlibeyt’in ve masumların şehadet yıl dönümlerinde yas merasimleri düzenlemenin hikmetini şöyle sıralayabiliriz:
1. Sevgi; Kur’ân-ı Kerim, Peygamber’in ailesini ve onun Ehlibeyt’ini sevmeyi bütün Müslümanlara farz kılmıştır.
“De ki: Ben bu tebliğime karşı sizden akrabalarıma sevgiden başka hiçbir ücret istemiyorum.”[1]
Şüphesiz sevginin şartları vardır. Gerçekten ve gönülden seven kimse, bu şartları en güzel şekilde yerine getiren kimsedir. Sevginin en önemli şartlarından birisi, insanın dostunun üzüntülü anında üzülüp ve sevinçli olduğu zamanlarında sevinmesidir.
Bu yüzden hadislerde Ehlibeyt’in mutlu günlerinde sevinç ve yaslı günlerinde matem toplantılarının düzenlenmesi özellikle emredilmiştir. Hz. Ali (a.s) bir rivayetle şöyle buyurmaktadır:
“Bizim Şialarımız, mutluluğumuza ve üzüntümüze ortaktırlar.”
İmam Sadık da (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Bizim Şialarımız, bizim bir parçamızdır ve kalan toprağımızdan yaratılmıştır; bizi üzüp, sevindiren her şey onları da üzüp, sevindirmektedir.”
Bunun dışında akıl da, şeriatta de, Ehlibeyt’in matem günlerinde insanın üzüntüsünü; ağlaması, üzülmesi, az yemek yiyip ve az içerek, kederli olduğunu belli ettirecek giysiler giyerek göstermesi gerektiğini söylemektedir.
2. İnsan yetiştirmek; Şia kültürüne göre o büyük şahsiyetler için matem tutmak, bilinçli bir şekilde yapılmalıdır. Aslında insan bu şekilde onların faziletlerini, makamlarını ve hedeflerini hatırlamaktadır. Böylelikle hayatının her aşamasında olgu olarak onları seçmektedir.
Yas merasimlerine katılan birisi, duygusal toplantıdan ayrıldığı zaman en büyük hedefi; sevdiğinin sıfatlarını, özelliklerini coşkunlukla içsel bir ideali yakalamaktadır ve onu pratiğe dökmektir.
3. Toplumu düzeltme; Bu merasimler tek tek fertleri erdemli olarak yetiştirdi mi, doğal olarak toplum kendisini yetiştirmiş olacaktır. Şahıslar, Ehlibeyt’in hedeflerini toplumun tüm genelinde oluşturmak isteyeceklerdir. Bu yüzden, matemin hikmetlerinden birinin de, İslam’ın bildirdiği olguları toplumda oluşturmak olduğunu söyleyebiliriz.
4. Şia kültürünü yeni nesile aktarmak; Şüphesiz yeni oluşan nesil, Ehlibeyt (a.s) kültürüyle, çocukluk döneminde katıldıkları merasimlerde tanışmaktadır. Yeni nesillere, masum İmamların teorik, pratik inançlarını aktarmanın en önemli ve etkili yollarından biri, bu toplantılardır. Matem merasimleri muhteva itibariyle en güzel eğitim ve öğretim metodudur. Bu şekilde Ehlibeyt’in yaşantısı ve sözleri aktarılmaktadır.
İmam Hüseyin’e (a.s) Yas Tutmanın Felsefesi
Yukarıda zikrettiğimiz insan yetiştirme, toplumu güzelleştirme, Şia kültürünü yeni nesillere aktarma hikmetlerini, İmam Hüseyin’in (a.s) matem törenlerinde daha açık görmekteyiz. Çünkü İmam’ın (a.s) kıyamının mahiyeti, eğitsel, siyasi, kültürel ve toplumsal öğretileri insan ve toplumun yüceliği için belirgindir. Bunlar Şia kültürünün en önemli temel taşlarıdır ve buna da merasimler sayesinde ulaşılmaktadır.
Aşura’nın mesaj ve sözlerine dikkat ettiğimiz zaman insanı ve toplumu geliştirme, Şia kültürünü oluşturma boyutlarını açıkça görmekteyiz. Örneğin; ibadet, fedakârlık, yiğitlik, tevekkül, sabır, iyiliği emredip, kötülükten sakındırmak, Yezidîlerin hâkimiyetiyle İslam’ın yok oluşu, Yezid gibi birisine biatin haramlığı, zilletle yaşamaktansa ölümün yüceliği, imtihan zamanında insanların azlığı, batılın hâkimiyetinde şehadetin önemi, şehadetin insan için bir süs olması, batıl ve zulüm düzenlerine karşı savaş, hak önderin özellikleri, Allah’ın razı olduğuna razı olmak, özgür müminlerin zilleti kabul etmeyişi, ölümün cennet için sadece köprü oluşu, özgürlük, hakkın bekası için yardım isteme… vb. Aşura’nın en önemli mesajları arasındadır.
Dünyaya özgürlük dersi verdi Hüseyin,
Düşüncesiyle himmet tohumu ekti Hüseyin,
Dinin yoksa hiç olmazsa özgür ol dedi,
Bu kelamla sözü bitirdi Hüseyin.
İzzetli ölüm, zilletle yaşamdan daha iyi,
Bu feryadı gönülden haykırdı Hüseyin.
Yukarıda belirttiğimiz hikmetlerin dışında, daha iyi anlaşılması için şunları da sıralayabiliriz:
1. Zalimlerin karşı durup, mazlumlarının yanında yer almak.
2. Adalet peşinde olup, zalimlerden intikam alma hissini güçlendirmek.
3. Şiaların her zaman hakkın yanında olması için bir konum hazırlamak.
[1] Şura, 23, Hud, 29, Mizanu’l-Hikmet, c. 2, s. 236.
İmam Hüseyin'in Hedefi Neydi?
Allah’ın Adıyla
Muharrem ayının girişiyle birlikte müminler asırlardan beri sürdürdükleri matem merasimlerini bu yılda tekrarlayacak, mersiyeler yakacak ve Hüseyni kıyamın hikmeti, derinliği, boyutları, ortaya çıkış nedenleri üzerinde öne sürülen farklı yorumlar ve görüşler üzerinde yeniden düşüneceklerdir.
Hiç kuşkusuz Hüseyni Kıyam’ın asırlardan beri zihinleri meşgül eden yanlarından biri bu kıyamın önderi İmam Huseyn’in hangi saik, motivasyon veya nedenlerle ailesini ve Haşimoğulları’ndan bir grubu yanına alarak Medine’den çıktığı konusudur.
Bu konuda geçmişte olduğu gibi zamanımızda da farklı görüşler ileri sürülmüş ve bundan sonra da konuya farklı açılardan yaklaşılacaktır. Çünkü insanlık tarihinde benzeri olmayan bu eşsiz hareket başından sonuna kadar basiret, fedakarlık, cesaret, kahramanlık, zalimle uzlaşmazlık, mazlumiyet, Müslümanlar başta olmak üzere tüm insanlığa ibret dersleri, mücadele yöntemleri, hak yolda herşeyinden vazgeçme mesajlarıyla dolu bir harekettir. Çünkü kimse bu büyük tarihi olay karşısında kayıtsız kalamaz.
Çeşitli görüşleri birkaç başlık altında sıralayarak inceledikten sonra gerçeğe en yakın olduğuna inandığımız görüşü ortaya koyamaya çalışacağız.
Birinci Görüş: İmam Huseyin(as) Medine'den öldürülmemek için çıktı, firar etti. Çünkü Yezid Medine’deki valisinden kendisi için İmam Huseyn’den biy’at almasını, kabul etmemesi durumunda öldürülmesini istemişti. Bu görüşe göre; İmam’ın zalim hükümete karşı kıyam ettiği, hükümeti ele geçirmek istediği, şehid olmakla güçlü bir mesaj vermek istediği gibi görüşler doğru değildir.
Cevap: Ölümden kaçmak isteyen İmam Huseyin(as) gibi biri Kufe'ye elçi göndererek kendisine biy’at toplamazdı. Halktan biy’at toplamak hükümet kurmak içindir, halkı denemek veya halkı yüzüstü bırakmak için olamaz.
Öte yandan İmam Huseyin firar etmek isteseydi hükümetin, iktidarın merkezine doğru, Kufe’ye değil merkezden uzaklara gitmesi gerekirdi. Yemen kaçıp gizlenmek, güçlü kabilelere sığınmak için en münasip bölgeydi. Hem hükümet merkezinden uzaktı hem de Ehlibeyt(as) dostlarının çok olduğu bir bölgeydi.
Açıklanan sebeplerden dolayı bu görüş kesinlikle yanlıştır.
İkinci Görüş: İmam Huseyin(as) şehid olmak için yola çıktı. Kanıyla insanları uyandırmak, dünyaya güçlü bir mesaj vermek istiyordu.
Cevap: Şehid olup topluma bir şok vermek istediği doğrudur, ama hedefi bununla sınırlı olamazdı. Çünkü hedefi bu olsaydı şehid olmak için bu kadar yol katetmek zorunda zorunda kalmadan Medine, Mekke veya müslümanların topluca şahitlik edebilecekleri başka bir yer seçebilirdi. Öte yandan, Kerbela'da kuşatma altına alındığında o sırada Yezid ordusunun komutanlarından Hür bin Riyahi’ye hitaben, bırakın ceddim peygamberin haremine, mezarına yöneleyim, demezdi.
Bu görüş tamamen yanlış değil ama eksiktir.
Üçüncü Görüş: İmam Huseyn’in(as) tek hedefi hükümeti ele geçirmek, adalet temelli bir hükümet kurmaktı, bunun için Medine’den yola çıktı.
Cevap: Böyle olsaydı elçisi Muslim ibn Akiyl’in Kufe’de şehid edildiğini ve biy’at edenlerin dağıldığını duyduğunda geri dönmesi gerekirdi. Çünkü halk desteğinin olmadığı bir hükümetin kurulması düşünülemezdi. Halbuki hükümet kuramayacağı sonucuna vardığında bile geri dönmek yerine azimli bir şekilde yoluna devam etti.
Bu görüş de yanlış değil ama eksiktir.
Dördüncü Görüş: İmam Huseyin(as) masumdu, bizim hakikatini idrak edemeyeceğimiz özel bir görev üstlenmişti. Allah ile O’nun arasındaki irtibatın, nasıl bir görev üstlendiğinin özünü, batınını bizler anlayamayız. Her şeyi de anlamak zorunda değiliz.
Cevap: Ancak bilindiği üzere gizli görev kişiye mahsustur, başka insanları ilgilendirmez. Örnek olarak, Hz. İbrahim’e oğlu Hz.İsmail’i kurban etme görevi sadece bu iki büyük peygambere mahsus bir ilahi emirdir. Halbuki İmam Huseyin(as) İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerine elçiler, mektuplar göndererek halkı yardıma, kıyama, biy’ate davet ediyordu. Sadece Şiileri değil Sünnileri de, hatta Hristiyanları da yardıma çağırıyordu. Kerbela’da hazır bulunan ve şehid olan Züheyr üçüncü halife Osman’a yakınlığı ile tanınan Sünnilerdendi. Kerbela şehidlerinden Vahap, şehid olmadan birkaç gün öncesine kadar Hristiyandı.
Apaçık beyan ve girişimler ortadayken masumların işlerini, Allah ile irtibatlarını ve gizemli görevlerini anlayamayız demek sorumluluktan kaçmaktır. İnsanların amacını bilmediği, anlamaktan aciz olduğu İmamın peşinden gitmesi akla mantığa uygun değildir.
Bu görüş de doğru değildir.
Peki İmam Hüseyin’in(as) hedefi neydi? Niçin kıyam ederek Kerbela'ya gitti?
İmam Hüseyin'in hedefi tek değil birçok yönlüydü. İmam(as) birkaç hedef ve stratejiyi aynı zamanda takip ediyordu. Bunları şöylece sıralıyabiliriz:
1- İmam Hüseyin(as) zamanında İslam inanç ve ahkamı yok olmaya yüz tutmuştu. Önceki halifeler döneminin aksine Yezid’in işbaşına geçtiği dönemde toplum nifak aşamasında değil, nifaktan daha tehlikeli bir aşamaya varmıştı. Hayır ve şerr, maruf ve münker yer değiştirmişti. Alenen günah işleniyor ve bununla iftihar ediliyordu. İmam'ın hedeflerinden biri bu nifaktan daha kötü, yani İslami değerleri hiçe sayan ve inkara saplanan toplumsal duruma son vermekti. Günah işlenen toplum ile günahların kabahatinin, çirkinliğinin ortadan kalktığı, dini hükümlerin hiçe sayıldığı toplum aynı değildir.
İmam Huseyn’in üstlendiği görev halkı ıslah etmeği amaçlıyordu, hakim kadroyu değil. Ve nitekim bu eşsiz kıyam Emeviler ve aveneleri üzerinde değil halk üzerinde etkili olmuştur. Toplumun gövdesini sallamış, en azından bir önceki aşamaya (nifak )dönmesini sağlamıştır. Kerbela'daki kahramanlıktan sonra Ehlibeyt'in (as) halk arasında sevgisi yavaş yavaş artmaya başlamış ve Aşura kültürünün sürdürülmesiyle günümüze kadar artarak devam etmiştir.
Kerbela kıyamı öte yandan hakim kadroya karşı (Emeviler veya Abbasiler) çok sayıda kıyama ortam hazırlamıştır. Tevvabin kıyamı, Muhtar kıyamı, Zeyd bin Ali kıyamı ve Huseyin Sahib Feh kıyamı bu kıyamlardan sadece birkaçıdır.
2- İmam Huseyin (as) hakimiyet konusundaki yanlış anlayışı yıktı. Çünkü Emevi İslam anlayışında halife, iktidar zalim de olsa başa geçene, hükümete karşı kıyam etmek haramdır. İmam Huseyin(as) bu hareketiyle “zalim de olsa iktidardakilere karşı kıyam eden dinden çıkar” anlayışına son verdi, büyük bir tabuyu yıktı, kendisini ve en aziz dostlarını feda etti ama İslam’ın fatihasının okunmasına izin vermedi.
Bu kıyamdan sonra Ehli Sünnet mezhepleri arasında yerleşik bu anlayış etrafında büyük tartışmalar başladı. Çünkü cennet gençlerinin iki efendisinden biri olan İmam Hüseyin(as) herhalde dinden çıkamazdı, öyleyse bu anlayış yanlıştı.
3- İmam Huseyin'in üçüncü hedefi hükümet kurmaktı. Aksi takdirde Muslim ibni Akil'i halktan biyat alması için Kufe'ye göndermez, müslümanların büyük bir mücadeleye hazırlanmalarını istemezdi.
Elbette, Müslim'in şehadetiyle birlikte Kufe halkının biyatten dönmesinden sonra da yola devam ettiyse bu hedefinin hükümet kurmakla sınırlı olmadığını ve başka stratejileri de olduğunu göstermektedir.
Hükümet kuramayacağı kesinleştikten sonra bile tebliğ, irşad görevini yerine getirmeye, uyuyan topluma şok vermeye kararlıdır. Çünkü bu toplumun başka türlü uyanması mümkün görünmüyordu. Bu şok, bu derin mesaj ancak ve ancak kendisinin ve vefalı dostlarının şehadetiyle gerçekleşebilirdi.
Hür bin Riyahi'ye " Bırakın Peygamberin mezarına geri döneyim" sözlerine gelince; İmam hedefinin savaş değil barış, ıslah, irşad olduğunu; ama karşı tarafın vahşiliğini, zalim mahiyetini oradakilere ve gelecek nesillere göstermek, duyurmak istiyordu. Ve nitekim bunda başarılı da oldu. Kendisi, Peygamber torunları ve sadık dostlarının şehadetiyle, kadın ve çocuklarının esaretiyle topluma verdiği şok sonucudur ki, olay üzerinden zaman olarak uzaklaştıkça Huseyni kıyamın derinliği, hakkaniyeti, mazlumiyeti ve zulme karşı kıyamın, direnişin hedefleri daha iyi anlaşılmakta ve zalimlere karşı tüm mustaz’af halklara mücadele dersi vermektedir.
Rabbim! bizi Huseyn’e dost olanlara dost, düşman olanlara düşman eyle!
Ziya Türkyılmaz
Aşura Günü Musibeti
Aşura Onuncu gün anlamına gelir. Muharrem ayının onuncu günüdür. Şehitlerin efendisi Hz. Hüseyin'in (a.s), oğullarının ve yarenlerinin şehadet günüdür.
Aşura, cahiliye döneminde resmi bayram ve resmi tatil idi. Bugünde oruç tutarlardı.
Aşura gününde en güzel elbiselerini giyer, şehri ışıklandırır, saçlarına kına yakarlardı. İslam'ın Ramazan ayı orucunu farz kılmasıyla Aşura orucu nesh edilmiştir. Cahiliye döneminde Muharrem ayının onuncu gününe neden Aşura dendiği konusunda şöyle anlatılır:
"Cahiliye döneminde de Muharrem'in onuncu gününe Aşııra denirdi. çünkü on peygamber, böylesi bir günde Allah'ın keremiyle keramet sergilemişlerdir."
Şia literatüründe ise Aşura, İmam Hüseyin'in (a.s) 10 Muharrem'de şehadete ermesinden dolayı en büyük matem günü sayılmaktadır. Zira bu günde Peygamber ailesine en büyük zulümler reva görülmüş ve bundan dolayı İslam düşmanları, bugünü bayram ve sevinç günü saymışlardır. Ancak Ehlibeyt dostları bugünü yas günü olarak görür, Kerbela'da katledilen İslam kahramanlarının şehadetlerini gözyaşlarıyla yâd ederler.
İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Aşura öyle bir gündür ki Hüseyin, yarenleri arasında öldürülmüş, yere düşmüştü. Yarenleri de onun etrafında yere düşmüşlerdi ve bedenleri çıplaktı."
İmam Rıza (a.s) da şöyle buyurmuştur:
"Kim Aşura'yı kendine musibet ve ağlama günü edinirse, Allah da kıyamet gününü ona sevinç ve mutluluk günü kılar."
Ziyaret-i Aşura adlı duada Emevilerin bugünü kutladıkları ve sevinç günü ilan ettikleri açıkça belirtilmiştir. Nitekim sözü edilen ziyaretnamede şöyle geçer:
"Allah'ım, bugün öyle bir gündür ki Ümeyye oğulları ve ciğer yiyen Hinde'nin çocukları bugünü kutladılar..."
Masum imamlar bugünün anısını canlı tutar, matem meclisleri hazırlar ve İmam Hüseyin'e (a.s) ağlarlardı.
Hz. Hüseyin'i (a.s) ziyaret eder, halkı da ziyarete teşvik ederlerdi. Aşura, onların hüzün günüydü.
Aşura gününde eğlenmemek, çalışmamak, yas tutup ağlamak, öğle vaktine kadar bir şey yiyip içmemek, ev için bir şey biriktirmemek ve yas hâlinde olmak, başlıca müstahap (sevap) amellerdendir.
Emevîler ve Abbasîler döneminde geniş bir şekilde matem meclisleri düzenlemeye resmî olarak izin verilmiyordu. Ancak şiiler fırsat bulduğu her yerde, Aşura gününde, teşkilatlı bir şekilde yas merasimleri düzenleniyordu.
Tarihçilerin yazdığı üzere Muizzu'd-Devle ed-Deylemî, Bağdat'ta İmam Hüseyin (a.s) için matem merasimi düzenlenmesini zorunlu kılarak Aşura günleri pazarların kapatılmasını, işlerin tatil edilmesini, hiçbir aşçının yemek pişirmemesini ve kadınların siyah giyinmiş bir halde dışarı çıkıp yas tutmalarını istemişti. Bu durum yıllarca devam etti ve kimse buna engel olamadı. çünkü o dönemde hükümet, şii hükümeti idi.
Aşura, asırlardır hak ile batıl arasında bir hesaplaşma ve din yolunda candan geçme, fedakarlık sergileme günü olarak bilinen bir gündür. İmam Hüseyin (a.s), böyle bir günde az sayıdaki imanlı, izzetli ve onurlu yarenleriyle Yezid'in taş kalpli, dinsiz ve zalim ordusuna karşı kıyam etmiş, Kerbela'yı Allah âşıklarının kalplerinde her zaman yaşayacak bir meşale kılmıştı.
Her he kadar bir günle sınırlı olsa da, Aşura'nın bıraktığı etkiler kıyamete kadar sürecektir.
Bugün, kalplerin derinliklerinde öyle derin izler bırakmıştır ki, her yıl Muharrem ayının ilk on günü, özellikle de Aşura günü, tüm Ehlibeyt dostları için hürriyet abidesi, şehadet ve cihat ekoli hâline gelmiş, İmam Hüseyin'e (a.s) karşı büyük bir sevgi seli oluşmasına vesile olmuştur. öyle ki, bu büyük insanlara karşı duyulan sevgi, sadece şiilerle sınırlı kalmamış, diğer fırkalara, hatta gayri müslimlere dahi sirayet etmiştir.
Aşura, Peygamber efendimizin (s.a.a) "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" hadisinin tecellisi olmuş, İslam dini, şehitlerin Efendisi'nin kanıyla yeniden canlanmıştır.
İmam Humeyni'nin (r.a) tabiriyle;
"Aşura, adaleti isteyenlerin az bir sayıyla, fakat büyük bir iman ve aşkla saray ehli zalim ve yağmacı müstekbirlerin karşısında yapılan görkemli bir kıyamdır!"
İmam Humeynî, Aşura hareketinin geleceğe ışık tutan konumu hakkında, bir diğer konuşmasında da şunları söylemiştir:
"Eğer Aşura olmasaydı, Ebu Süfyan'ın cahiliyet mantığıyla İslam ruhunu ve Kitab'ı yok etmeyi istemesinin ve Yezid'in eski cahiliyet dönemlerine geri dönme hayalleriyle Peygamber evlatlarını öldürüp apaçık bir şekilde 'Ne kıyamet vardır, ne de vahiy inmiştir!' diyerek İslam'ı ortadan kaldırmaya yönelik eylemlerinin ardından Kurân-ı Ke-rim'in ve yüce İslam'ın başına neler gelebileceğini tahmin bile edemezdik."
İmam Hüseyin (a.s), Kufelilerin daveti üzerine, Yezidi hükümeti istemeyen duyarlı insanlara ulaşmak ve onların önderliğini üstlenmek üzere Mekke'den Kufe'ye doğru yola çıktığında, henüz Kufe'ye varmadan Keıbela'da, İbn-i Ziyad'ın ordusu tarafından kuşatıldı. Zillete boyun eğmeyip zalim hükümete biat etmeyince Kufe ordusu onunla savaştı.
İmam Hüseyin (a.s) ve yarenleri, Aşura günü, susuz bir şekilde ve büyük bir yiğitlikle sonuna kadar savaşarak şehit oldular. Bu nur kafilesinden geride kalanlar, zalimler tarafından esir edilerek Kufe'ye götürüldü.
Yetmiş iki cengâver, insanlık tarihinin en büyük yiğitliğini sergileyerek al kanlarıyla kendilerini tarihe ve faziletli insanların vicdanlarına nakşettiler, davalarını ebedî kıldılar.
çağdaş yazarlardan Muhammed Rıza Hekimî, Kıyam-ı Cavidani adlı eserinde Aşura'yı şöyle tanımlamıştır:
Aşura, insan ruhu için her dönemde yer alan büyük bir sofradır.
Zaman mahkemesinde büyük vicdanın yüce tecessümüdür.
İman tecelligâhında insan cesaretinin metanetidir.
İhrama bürünen feryatların kan tavafıdır.
Kan mikatında Kabe'nin tecellisidir.
Hayat yolculuğunda seyahat halinde olan kafileler ve neferleri için durakları ve geçitleri gösteren bir yol haritasıdır.
Aşura, amel mabedinde Tevrat'ın, İncil'in ve Zebur'un nakaratıdır.
Ebediyet levhalarında Kuran ayetlerini tane tane okumaktır.
Tel tel damarlarda akıp giden Allah'ın kanıdır.
Tebliğin zirvesindeki Hira dağının kesilmiş boğazıdır.
Tebliğ yolunda, Kureyş'in şirki ve Umeyye oğullarının cahillikleriyle Muhammed'in (s.a.a) yeniden mücadelesidir.
Aşura, Bedir ve Huneyn'de okunan recezlerin yeniden doğduğu yerdir.
Namazda şehadetin, şehadette namazın bir kez daha infilakıdır.
Batılın helak yurdunda Hakk'ın sonsuzlaştırılmasıdır.
Toplumların uğrak yerlerinde Hüseyniyelerin kızıl feryadıdır.
Tarih boyunca mazlumların haykırageldiği gür sesidir.
Sığınağı olmayan kimselerin başlarına çekilen insanlığa ait şefkat elidir.
Adaletsizliğin ve karanlığın kol gezdiği asayişsiz dünyada hamasetle insanlığın üzerine örülen kızıl bir çatıdır.
Beşeriyet mahkemesinde adalet isteyenlerin çarpan kalbidir.
Yüksek seslerle yemyeşil vadilerde yankılanan zafer çığlıklarıdır.
Hayat okyanusunda denizler yaratan susuzluktur.
Özgürlük vaat eden esaretin omuzlarına yüklenen büyük bir risalettir.
Aşura, namaz kılanların yüz akı, Müslümanların onurudur.
Aşura Kabe'nin esası, kıblenin temeli, ümmetin direği, Kurân'ın hayatı, namazın ruhu, haccın bekası, Safa ve Merve'nin ihlası, Meşar ve Mina'nın can damarıdır.
Aşura, İslam'ın insanlığa ve tarihe hediyesidir..
Nasrullah: İsrail'in Daha Fazla Direnme Gücü Yoktu
Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, "Siyonistlerin daha fazla direnme gücü yoktu ve direniş güçleri kendi şartlarını dayatma yeteneğine sahiptir." dedi.
Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah Muharrem ayının 10.gecesinde yaptığı konuşmada, Siyonist Rejim'in Gazze Şeridine yönelik 5 Ağustos'ta başlattığı saldırılar ve İslami Cihad Hareketinin misilleme operasyonu ile ilgili açıklamada bulundu.
Nasrullah, "İsrail'in durumu zaten belli ve savaşın sona ermesini istiyor. İsrail savaşı sürdürmeyi göze alamazdı. Aşkelon ve Tel Aviv'in yanı sıra Gazze çevresindeki yerleşimcilerin savaşa karşı daha fazla direnme gücü kalmamıştı." dedi.
Hasan Nasrullah, " Direnişin ortaya çıkardığı bu konu her zaman üzerinde durulması gereken düşmanın zaaflarından biridir." ifadesini kullandı.
Filistin direnişinin mücadelesini övgü ile karşılayan Hizbullah Hareketi lideri, "Komutan Teysir el-Caberi ve kardeşlerinin canice katledimesi cevapsız kalmamalıydı.Aslında cesurca verilen tepki uygun bir zamanda yapıldı ve bu düşmana karşı caydırıcılık vurgusudur." yorumunda bulundu.
Seyyid Hasan Nasrullah, Filistin, Lübnan ve her yerde direniş, kendi milletini ve onurunu savunabilir, aynı zamanda caydırıcılık denklemlerini kurabilir ve düşmana şartlarını da dayatabilir, çünkü diğer seçenek hezimet, boyun eğme ve geri çekilmedir." şeklinde konuştu.
Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.
Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.
Filistin medyası dün akşam Gazze'nin merkezindeki Samer kavşağında işgal uçağının bombalaması sırasında yaralanan polis Mahmud Davud'un şehit olduğunu bildirdi.
Böylece işgalci siyonist rejimin, Gazze Şeridi'ne yönelik 3 günlük saldırılarında şehit olanların sayısı 45'e yükseldi.
Saldırılarda şehit olanlardan 14'ü çocuk, 4'ü ise kadınlardan oluşuyor. Saldırılarda 360 kişi de yaralandı
İran: İşgale Karşı Çıkmak Filistin Halkının Tabii Hakkıdır
İran Dışişleri Bakanı, uluslararası ve İslami kurumlara yazdığı bir mektupta, Gazze ve Filistin topraklarındaki krizin tırmanmasının sonuçlarının tamamen gaspçı ve saldırgan Siyonist rejimden kaynaklandığına dikkat çekti.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Siyonist rejiminin Gazze halkına yönelik vahşi ve saldırgan saldırılarının ardından İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, Bağlantısızlar Hareketi Başkanı ve Afrika Birliği Genel Sekreteri'ne mektuplar göndererek İslam Cumhuriyeti'nin derin endişesini iletti.
İran Dışişleri Bakanı gönderdiği mektuplarda, Siyonist rejimin uluslararası örgütlerin sessizliği ve eylemsizliğinin gölgesinde gerçekleştirdiği suç ve saldırılarını kınarken, yaşananların sonuçlarından Siyonist rejimin sorumlu olduğuna işaret etmiştir.
Emir Abdullahiyan, işgale karşı çıkmayı ve anavatanı savunmayı Filistin halkının doğal hakkı olarak değerlendirdi ve uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletleri, özellikle de bu örgütün Güvenlik Konseyi'nin acil ve kararlı bir şekilde harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.
İslami Cihad Hareketi: İşgal Güçleri Gazze'de Bir Metre Bile İlerleyemedi
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi." dedi.
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, düzenlediği basın toplantısında Gazze Şeridi'ndeki son durumu değerlendirdi.
Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek, "Filistin halkı düşman işgaline karşı büyük bir başarı elde etti." dedi.
Nehale, Filistin halkına ve Filistin direnişiyle dayanışma gösteren Arap ve İslam milletlerine selamlarını ileterek, İslami Cihad'ın Filistin'i savunmak için kararlı olduğunu ve her zamankinden daha güçlü olduğunu söyledi.
Nehale, "Çatışma sırasında Siyonistlere ait 58 yerleşim noktası Kudüs Tugayları roketlerinin ateşi altındaydı." açıklamasında bulundu.
"Ateşkesin sağlanması için elinden geleni yapan taraf Siyonist düşmandı" diyen Nehale, düşmana direnişin şartlarını dayattıklarını kaydetti.
İlk andan itibaren, İslami Cihad Hareketi yöneticilerinden Bessam es-Saadi ve açlık grevindeki Halil el-Avavide'nin serbest bırakılmasını şart koştuklarını kaydeden Nehale, İsrail'in bu talebi kabullenmede önce yavaş davranmaya çalıştığını ancak sonunda kabul ettiğini aktardı.
İslami Cihad Genel Sekreteri, Siyonist Rejim'in kabul ettiği şartları yerine getirmemesi halinde ateşkes anlaşmasını yok sayacaklarını ve savaşa yeniden başlayacaklarını söyledi.
İşgalcilerin tüm şehirlerinin direniş füzelerinin menzilinde olduğunu anlatan Nehale, "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi ve korku dengesini sağlayan biz olduk." dedi.
Ziyad en-Nehale, "Biz ve Hamas aynı koalisyondayız ve düşman aramızda ihtilaf yaratamaz." diye konuştu.
Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.İsrail'in Gazze şeridine düzenlediği saldırılar sonucunda aralarında 14 çocuk, 4 kadının yer aldığı 44 kişi hayatını kaybetmişti. Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.
İran: İşgale Karşı Çıkmak Filistin Halkının Tabii Hakkıdır
İran Dışişleri Bakanı, uluslararası ve İslami kurumlara yazdığı bir mektupta, Gazze ve Filistin topraklarındaki krizin tırmanmasının sonuçlarının tamamen gaspçı ve saldırgan Siyonist rejimden kaynaklandığına dikkat çekti.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Siyonist rejiminin Gazze halkına yönelik vahşi ve saldırgan saldırılarının ardından İslam ülkelerinin dışişleri bakanlarına, Birleşmiş Milletler, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri, Bağlantısızlar Hareketi Başkanı ve Afrika Birliği Genel Sekreteri'ne mektuplar göndererek İslam Cumhuriyeti'nin derin endişesini iletti.
İran Dışişleri Bakanı gönderdiği mektuplarda, Siyonist rejimin uluslararası örgütlerin sessizliği ve eylemsizliğinin gölgesinde gerçekleştirdiği suç ve saldırılarını kınarken, yaşananların sonuçlarından Siyonist rejimin sorumlu olduğuna işaret etmiştir.
Emir Abdullahiyan, işgale karşı çıkmayı ve anavatanı savunmayı Filistin halkının doğal hakkı olarak değerlendirdi ve uluslararası toplum ve Birleşmiş Milletleri, özellikle de bu örgütün Güvenlik Konseyi'nin acil ve kararlı bir şekilde harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.
İslami Cihad Hareketi: İşgal Güçleri Gazze'de Bir Metre Bile İlerleyemedi
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi." dedi.
Filistin İslami Cihad Hareketi Genel Sekreteri Ziyad en-Nehale, düzenlediği basın toplantısında Gazze Şeridi'ndeki son durumu değerlendirdi.
Ziyad en-Nehale, Gazze'de ateşkes sağlandığını belirterek, "Filistin halkı düşman işgaline karşı büyük bir başarı elde etti." dedi.
Nehale, Filistin halkına ve Filistin direnişiyle dayanışma gösteren Arap ve İslam milletlerine selamlarını ileterek, İslami Cihad'ın Filistin'i savunmak için kararlı olduğunu ve her zamankinden daha güçlü olduğunu söyledi.
Nehale, "Çatışma sırasında Siyonistlere ait 58 yerleşim noktası Kudüs Tugayları roketlerinin ateşi altındaydı." açıklamasında bulundu.
"Ateşkesin sağlanması için elinden geleni yapan taraf Siyonist düşmandı" diyen Nehale, düşmana direnişin şartlarını dayattıklarını kaydetti.
İlk andan itibaren, İslami Cihad Hareketi yöneticilerinden Bessam es-Saadi ve açlık grevindeki Halil el-Avavide'nin serbest bırakılmasını şart koştuklarını kaydeden Nehale, İsrail'in bu talebi kabullenmede önce yavaş davranmaya çalıştığını ancak sonunda kabul ettiğini aktardı.
İslami Cihad Genel Sekreteri, Siyonist Rejim'in kabul ettiği şartları yerine getirmemesi halinde ateşkes anlaşmasını yok sayacaklarını ve savaşa yeniden başlayacaklarını söyledi.
İşgalcilerin tüm şehirlerinin direniş füzelerinin menzilinde olduğunu anlatan Nehale, "İşgal güçleri Gazze'de bir metre bile ilerleyemedi ve korku dengesini sağlayan biz olduk." dedi.
Ziyad en-Nehale, "Biz ve Hamas aynı koalisyondayız ve düşman aramızda ihtilaf yaratamaz." diye konuştu.
Siyonist Rejim, 5 Ağustos'ta saldırı hazırlığında olduğu gerekçesiyle Gazze'de İslami Cihad'a ait olduğunu iddia ettiği hedeflere saldırı başlatmıştı. Filistin direnişi de misilleme olarak işgal hedeflerine yönelik füze saldırılarını başlatmıştı.İsrail'in Gazze şeridine düzenlediği saldırılar sonucunda aralarında 14 çocuk, 4 kadının yer aldığı 44 kişi hayatını kaybetmişti. Siyonist İsrail ile Gazze'deki İslami Cihad Hareketi arasında Mısır'ın ara buluculuğuyla varılan ateşkesin, dün yerel saatle 23.30'dan itibaren yürürlüğe girdiği duyurulmuştu.
İnsanın Allah ile Savaşı
Allah insanı alim, adil, arif, abid yapmak istiyor.
Allah insanı kerim kıldığını buyuruyor.
Allah insanı halifetullah yapmayı irade ettiğini beyan ediyor.
Bunlara ulaşma yolunun marifetullah ve ubudiyyet olduğunu buyuruyor.
Peki insanın halifetullah olmasını engelleyen nedir? Allah’a kul olmasını, insan gibi insan olmasını engelleyen nedir?
Hiç şüphesiz en büyük engel “İblis“ ve onun isteklerine eğilimi olan “Nefistir“.
Allah'ın bu iradesinin karşısına dikilen İblis, kendisi gibi insanın da Allah‘ın dergahından kovulup daimi olarak rahmetinden mahrum kalması için uğraşıyor.
Şeytan, insanoğlu yaratıldığı günden beri onu isyan, günah, ilahi hükümleri ihlallere sürüklemekten hiç bir zaman vazgeçmedi.
Elbette İblis bununla yetinmeyeckti hedefini daha da büyütecekti; asırlar sonra bazı insanların Allah‘a karşı diklenmesini, kendisini ilah yerine koymasını istemekte ve teşvik etmektedir. İblis hizmetine aldığı insanlar aracılığıyla bu hedefini küreselleştirmek istiyor.
Şimdi bu ilahlık taslayan insan yeni bir dünya düzeni kurmak istiyor; kontrolleri ellerinde olacak “Dijital hayata geçiş“ için denemeler yapıyor.
Dijital dünya düzeni ne içeriyor;
- Ekonomi temelli bir dünya düzeni kurmak; din merkezli ve ulusal merkezli yönetimleri yok etmek, fiziksel parasız alış-veriş, dijital ticareti yaygınlaştırmak, bağımsız şirketleri kendilerine bağımlı kılmayı içeriyor.
- Tek tür beslenme programı; yeni gıda üretim ve tüketim programı, kendi ürettiklerini piyasaya hakim kılmak, dijital sipariş sistemi oluşturmayı içeriyor.
- Tek eğitim sistemi; uzaktan dijital eğitim programı bir denemedir; yönlendirme, bilgilendirme, kontrol, tek tip insan yetiştirme, 2030 eğitim prtogramının hazırlıkları için 2020 dijital eğitimle denemesi yapılıyor.
- Tek merkezli sağlık sistemi; sağlık kriterlerini tayın etme, hastalıklarla mücadele, tedavi, ilaç üretimi ve tüketimi tekelinde bulundurmak, hastalandırmak, iyileştirmek kendi kontrollerinde ve öldürmek kendi yetkilerindr olacak şekilde dizayn etmek istiyor.
- Yeni bir hayat modeli/tarzı; kural ve kanunlarını kendilerinin belirleyeceği; chip ile kontrollü bir yaşam; uyumsuz, kural ihlali, sisteme aykırı, düzeni bozan kişilerin sistemin dışına atıp imha etmeyi planlıyor.
İşte günümüzde şeytanlaşmış ve kendisini ilah gören insan Allah‘a karşı savaş açmıştır.
Bütün dünyayı hegemonyasına almak isteyen bu insanın talebi;
- Humanizmi hakim kılarak İnsanların birbirinden kopmasını sağlayıp toplumsallıktan individualizme geçiş; yardımlaşma, dayanışma, paylaşım, istişare, görüş alış-verişi, “emri bilmaruf nehy anil münkeri“, “silayı rahmi“ devre dışı bırakıp sentetik/yapay insan, biyonik insan, robotik insan yaratmak istiyor.
Allah‘a savaş açmış insan bunu nasıl gerçekleştirmek istiyor?
Bu projeyi siyasal, sosyolojik, dini, psikolojik, ekonomik yönü açıklanmadan anlamak zordur.
Küresel şoklar yaratarak; biyolojik saldırılar, ekonomik krizler, küresel sağlık sorunları, siyasal krizler, bölgesel savaşlar çıkararak insanları küresel sorunlara inandırmak istiyorlar.
Hollywood senaristlerinin ve siyasi stratejistlerin kurguları pratize ediliyor, küresel medya da insanları buna inandırmaya sevkediyor.
Daha sonra kurtarıcı olarak ortaya çıkıp “münci/kurtarıcı“ olarak bütün ipleri eline geçirip herkesi kendisine mahkum ederek; ister gönüllü ister zorla herkese kabul ettirerek kendisine itaat ettirmeyi planlıyorlar.
Aynı Firavun‘un yaptığı gibi, hani Firavun kavmini zayıf düşürmüş, onların akıllarını boşaltmış ve yeni kriterler yükleyerek “Ena rabbikum'ul ala“ düşüncesini empoze etmişti. Bu anlayışı herkese aynı şekilde aşılamak suretiyle böylece insanların her biri “ena rabb“(ben rabbim) demeye başlayacak, kendileri de “rabbul erbab“ (rablerin rabbi veya en büyük rab) olacaklar.
Bu tip insan Allah’a açtığı savaşta tevhidi ve tümden dini devre dışı bırakıp dünyanın sahibi olduklarını ilan edecekler.
İnsanın varacağı son nokta işte budur.
Kendisini ilah gören bu insanın bu hedefine ulaşmasına engel olacak ilahi bir proje var mıdır?
Bir Musa Kelimullah (as), bir İbrahim Halilullah (as), bir İsa Ruhullah (as), bir Muhammed Mustafa (saa) çıkıp bunlara dur diyecek mi?
İlahi hüccetler yeryüzünde bunun için bulunmuyor mu?
Öyleyse zamanımızın Müncisi, Hadisi, Hidayet önderi ilahi hedefi gerçekleştirecek ilahi Hücceti Hz. Mehdi‘nin (af) gaybet perdesinden çıkıp zuhur edeceği günün yaklaştığına inanmak o kadar zor mu?
Peki bizler ne yapmalıyız?
Allah’a savaş açmış bu insanların projeleri karşısında susmak, onlara itaat etmek, onların istediği gibi hareket etmek, onların isteklerine boyun eğmek kader midir?
Hz. Mehdi’nin (af) zuhurunu beklemek oturup miskinler gibi ağlamak mıdır?
Zuhur için ortam hazırlayamıyorsak, bir çaba içinde bulunmuyorsak en azından zuhuru geciktirecek işlerden kaçınmamız gerekmiyor mu?
Sabahattin Türkyılmaz