کارگر

کارگر

Salı, 02 Ağustos 2022 05:01

İmam Hüseyin’in (a.s) Kıyamı

Felsefi açıdan her doğal olay dört nedene dayanmaktadır. Bu dört nedenden biri olmadığı taktirde söz konusu hadise vücuda gelemez. Örneğin bir yazı masasını yaparken marangoza, masanın maddesini oluşturan tahtaya, tahta parçalarının birbirinin eklenmesiyle oluşan bir şekle ve sonra da bu masadan ortaya çıkan etki ve faydalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bu durumda marangoz faili neden, tahta maddi neden, masanın şekli suri (şekilsel) neden ve bu masanın faydaları ise gai (hedefsel) neden konumundadır.

Hareketlerde dört neden

Bu kanun sadece doğal hadiseler için geçerli değildir. Tarihte yer alan hareketler de bir şekilde bu dört nedene bağlıdır. Araştırmacı bir kimse tarihi yorumlayarak hareketin sebeplerini ve etkilerini açık bir şekilde elde edebilir. Böylece hareketin hedefini, unsurlarını ve şeklini tanıyabilir. Bu durumda kıyamın gerekleri ve halk kıyamı faili bir neden, bu devrimin sonuçları hedefsel bir neden, diğer nedenler ise bu devrimin şekli ve maddi nedenleri sayılmaktadır.

Hüseyin b. Ali’nin (a.s) Kıyamı

İmam Hüseyin (s.a) kanunu da bu olayların genel kanunundan hariç değildir. Hz. Hüseyin’in devriminin de gerekleri hedefleri, etkileri ve sonuçları olmuştur. Biz bu dört etkeni yorumlarken sadece ilk etkeni, yani Hz. Hüseyin’i devrime sevk eden nedenleri özel bir açıdan incelemeye çalışacağız. Burada iki ihtimal söz konusudur:

1-Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamı tam biz özgürlük ve hürriyet içinde gerçekleşti. Hz.Hüseyin (s.a) bu devrim hareketini çeşitli nedenlerden dolayı susmaya tercih etti. Oysa o kıyam etmeyebilir, kendisini ve takipçilerini hakim sınıfa uydurabilir, en azından hakim sınıf karşısında lakayt davranabilirdi. Bütün cinayetler karşısında susarak sessizliği harekete tercih edebilirdir.

2-Baskı zulüm ve sitem o günkü İslam toplumunda öyle bir yere varmıştı ki artık toplum dayanamaz bir hale gelmişti ve ister istemez o toplumda bir patlama olacak ve bir hareket başlatılacaktı.

Devrimleri bilinçsiz bir patlama olarak yorumlayan ve Hegel’in görüşü üzere niceliğin niteliğe dönüşümü olarak izah edenler Hz. Hüseyin’in (a.s) devrimini ele aldıklarında bu yorumlarının genel bir kanun olduğunu göstermek için Hz.Hüseyin’in (a.s) devrimini de bilinçsiz bir patlama olarak göstermeye çalışmaktadır.

Onların dediğine göre maddi olaylarda değişimler bazen öyle bir noktaya gelmektedir ki söz konusu maddi olaylar değişimleri kabullenememekte ve bu cüz’i değişimler yeni bir türün ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Örneğin suyun kaynamasının belli bir sınırı vardır. Isı yükselince ister istemez su buhara dönüşmektedir.

Onlara göre bu kanun toplum ve tarih içinde geçerlidir. Toplum bir yere kadar zalimlerin zulmüne boyun eğmektedir. Ama bu olay dayanılmaz bir hal alınca sonunda hakim zulüm aleyhine patlama olmakta ve devrim vücuda gelmektedir.

Bu esas üzere bazı kimseler şöyle demektedir: Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra Emevi yönetimi Müslüman ve mazlum halk üzerindeki baskısını artırdığı Muaviye’nin ölümünden sonra oğlu Yezid bu baskıyı daha da artırdı ve toplum bu zulme dayanmaz bir hale geldi. Sonuçta Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamı bu patlamanın ve kaçınılmaz devrimin ifadesi olmuştur.

Bilinçli devrim

Hz. Hüseyin’in (a.s) hareketi hakkında böyle bir hüküm doğru değildir. Ve de maddeci yorumcuların şahsi inançlarından kaynaklanmaktadır. Eğer onlar bu hareketin tarihini inceleyecek ve olayları doğru görecek olsalardı asla bu değerli devrim hakkında böyle hüküm vermezlerdi. Bu tür yorumcular niceliğin niteliğe dönüşümünü doğal olaylar hakkında kabullenmiş ve bu kanunun toplum ve tarih hakkında da az çok hakim olduğunu dile getirmişlerdir. Dolayısıyla Hz. Hüseyin’in (a.s) kıyamını da böyle yorumlamak zorunda kalmışlardır. Eğer onlar bu ilkeyi evrensel kabul etmez veya genelleştirmeselerdi asla Hz. Hüseyin’in (a.s) devrimini de değersiz göstermek için bilinçsizlikle itham etmezlerdi. Onların en büyük sorunu bütün hareketleri kendi sınırlı ölçüleriyle değerlendirmeye kalkmalarıdır. Onlar aykırı bir durum gördüklerinde de çaresiz bir şekilde tahrife yönelmekte ve tek boyutlu tezlerini korumaya çalışmaktadırlar. Toplumsal patlamalar buhar kazanının patlamasına benzetilebilir. Güvenlik supabı kâmil bir şekilde kapandığında ister istetmez patlama olmaktadır. Aynı şekilde toplumda zulüm ve baskı her yeri kaplayınca kesin bir hadise olarak toplumsal patlama ve devrim vücuda gelmektedir. Patlama kıyamı küçük bir mukayese ile aşağılık kompleksi olan bir insanın patlamasın andırmaktadır. Böyle bir insan her ne kadar pişman olsa da içinde var olan her şeyi dışarı dökmek istemektedir. Patlama esasına dayalı kıyam her türlü ahlaki değerden yoksundur. Hiçbir zaman devrimin kahramanını övmek olmaz. Zira kıyam edenler aslında devrimi seyredenlerdir; oynayanlar değil. Etkili olan unsur çelişki ve zulümlerin artmasıdır. Bu çelişkiler ve zulümler kendisini heyecan ve isyan şeklinde göstermekte ve isyancı grupları muhalefet ve isyana zorlamaktadır.

Bu teze inanan insanlar toplumsal infiali öne almak için çelişkileri ve rahatsızlıkları artırmak için didinirler. Toplumsal buhar kazanını patlatarak düzeni altüst etmeye çalışırlar. Burada işu iki derin konuya dikkat etmek gerekir:

1-Acaba patlama esasına dayalı devrimlerin ahlaki bir değeri var mıdır?

2-İmam Hüseyin’in (aç.s9 devrimi bu türden bir devrim miydi yoksa bilinçli bir kıyam mıydı? Acaba bu devrimi meydana getiren etkenler baskılar ve çelişkiler miydi yoksa vicdani ahlaki ve deruni bir etken miydi?

Birinci hususta irade dışı işlerin her ne kadar faydalı da olsa hiçbir değer taşımadığını bilmek yeterlidir. Farz edelim yırtıcı bir hayvan değerli bir insana saldırmak istemektedir. Bilinçsiz bir ok atıcı bir ok atarak yırtıcı hayvanı öldürmekte ve o değerli insanın canın kurtarmaktadır. Bu durumda insan hedefsiz ok atıcının işini övemez. Zira bu kimse yaptığı iş hakkında herhangi bir bilince sahip değildir. Dolayısıyla da onu övmek gerçekçi olamaz.

Toplumsal infiallerde daha büyük bir ölçüde bu kategoride değerlendirilmektedir. Özgürlük ve irade yoksunu devrimciler bir dağı sarsan ve ardından seller akıtan ama deruni baskılar ve sınıf çelişkileri sebebiyle harekete geçmiş kimseler gibidir. Dolayısıyla böyle bir işin ahlaki bir değeri yoktur.

İspanyanın fethinde bu topraklara giren İslam ordusu komutanı bütün gemilerin yakılmasını emretti. Yetecek az bir miktar dışında tüm yiyeceklerin denize dökülmesini istedi. Daha sonra İslam komutanı orduya şöyle seslendi: “Arkanızda derya önünüzde ise güçlü bir düşman! Burada durmanız sizin için ölüm demektir.” Bu durumda savaşmaktan ve İspanyayı fethetmekten başka bir çare kalmamıştı. Dolayısıyla hep birden ilerlediler. Burada komutanın yaptığı iş herkes tarafından övülmektedir. Zira komutan özgürlüğünü düşman karşısında tehlikeye soktu ama böyle bir zafer ahlaki açıdan övülemez ve değerli bir iş olarak kabul edilemez. İnsanı kavşak noktasında tutan ve faziletli yolu hürriyet ve özgürlükle seçtiren bir iş olarak ahlaki değer taşıyabilir. Bütün kapıların kapandığı, tercih hakkının olmadığı ve zorla yapılan bir iş ahlaki bir iş olamaz.

İmam Hüseyin (a.s) ve bilinçli kıyam

İmam Hasan (a.s) öldükten sonra İmam Hüseyin (a.s) ve taraftarlarının kalbinde devrim başakları filizlendi. İmam Hüseyin (a.s) mazlum kardeşinin şahadetinden Muaviye’nin ölümüne kadar sürekli olarak muhalefet içinde bulunuyor ve her yerde Muaviye’yi rüsvay etmeye çalışıyordu. Muaviye’nin İslam ümmeti üzerindeki cinayetlerini sıralıyor ve bazen mektup yoluyla kıyam edeceğine dair tehdit ediyordu. Muaviye öldükten sonra imam Hüseyin’in (asç.9 hareketi daha da belirli bir şekilde belirginleşti. İmam Hüseyin (A.s) Müslümanları çeşitli yollarla kıyam ve devrime davet ediyordu. İmam Hüseyin (a.s) çok ince örgütlenmeye dayanan düzenlemeler yapıyor ve ümmeti kendisiyle birlikte harekete davet ediyordu. Dolayısıyla İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamını bilinçsiz bir kıyam olarak adlandırmak ve ahlaki değerlerden yoksun devrimlerden biri saymak mümkün müdür? Şimdi de İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının bilinçli bir kıyam olduğunu tarihi kanıtlarını açıklamaya çalışalım:

1-Yezid için biat alınırken İmam’ın (a.s) yaptığı konuşma

Muaviye İmam Hasan’ı şehit ettikten sonra tehdit ve satın alma yoluyla bir grup şahsı Yezid’e biat etmeye ikna etti. İmam Hüseyin (a.s) bu durumda Muaviye’ye şöyle hitap etti: “Yezid’in kemali ve iş bilirliği hakkında yaptığın açıklamaları işittim. Sen bu yolla halkı saptırmak istiyorsun. Adata tanınmamış bir kimse hakkında konuşuyorsun. Adeta bizim bilmediğimiz bir şeyi anlatıyorsun. Oysa Yezid bu iş hakkındaki konumunu ve liyakatini ifşa etmiştir. O güvercin ve köpeklerle oynayan bir kimsedir. O sürekli olarak kadınlarla eğelenmekte, çalgı aletleri çalmakla meşgul olmaktadır. En iyisi bu işten vazgeç ve günah yükünü daha da ağırlaştırma.[2]

2-İmam’ın Muaviye’ye Mektubu

İmam Hüseyin (a.s) Muaviye’ye bir mektup yazarak salihleri sahabenin büyüklerini ve Hz. Ali’nin (a.s) takva sahibi dostlarını katlettiğini ve böylece büyük cinayetler işlediğini söyledikten sonra şöyle buyurmuştur: “Ben birtakım özürler sebebiyle senin aleyhine kıyam etmediğim için Allah’tan korkuyorum. Zira bu özürlerin Allah katında kabul görmemesinden çekiniyorum.”

İmam Hüseyin (a.s) son olarak şu hatırlatmada bulunmaktadır: “Senin bağışlanmaz günahlarından biri de şarap içen ve köpeklerle oynaşan Yezid için halktan biat toplamandır.”[3]

3- İmam Hüseyin’in (a.s) Mina topraklarında yaptığı konuşma

İmam Hüseyin (a.s) Muaviye’nin hükümetinin son zamanlarında Mina’da Beni Haşim’in büyük şahsiyetlerinin Allah resulünün ashabının ashabın çocuklarının ve tabiilerin bulunduğu dokuzyüzden fazla kimse arasında belgesel bir konuşma yaparak İslam ülkesine hakim olan Emevi sultası hakkında bir konuşma yapmış ve onlardan bu konuşmalarını diğer herkese ulaştırmasını istemiştir. Orada bulunan büyük şahsiyetlerden bu konuşmalarını yazmasını ve batanlarına döndükten sonra da halkı görüşlerinden haberdar kılmasını istemiştir. İmam Hüseyin (a.s) konuşmasına Muaviye ile başlamış ve Muaviye’nin İslam ümmeti, özellikle de Hz. Ali’nin (a.s) taraftarları hakkında yaptıkları cinayetleri hatırlatmıştır.

Ravi şöyle diyor: İmam Hüseyin (a.s) bu konuşmada risalet hanedanı hakkındaki ayetleri ve Peygamberin Ehl-i Beyt hakkındaki sözlerini hatırlatarak Mekke, Medine ve diğer topraklarda İslam’ın dayanakları konumunda olan büyük şahsiyetlerden bu sözlerini onaylamalarını ve şahit olmalarını istedi. Daha sonra onlara yemin içtirerek bu hakikatleri imanlı ve sorumlu bireylere ulaştırmalarını istedi. Böylece orada bulunan herkes İmam Hüseyin’i (a.s) yemin ederek onayladı.[4]

Bütün bunlardan da öte İmam Hüseyin (a.s) sekiz Zilhicce günü haccını Umrey-i Müfrede’ye dönüştürdü. Büyük bir halk kitlesine hitap ederek hac merasimine katılmaktan neden vazgeçtiğini bildirdi. Mekke’ye doğru harekete doğru harekete geçeceğini söyledi ve açık bir şekilde şöyle buyurdu: “Ölüm bir gelinin kolyesi gibi insanın boynuna asılmıştır. Ben Yakub’un Yusuf’a duyduğu aşk ile atalarıma katılmaya gidiyorum. Şahadete eriştiğimi ve çöl kurtlarının (Ben-i Ümeyye’nin) bedenimi parça parça ettiklerini görüyor gibiyim. Bu yolda kan vermek ve Allah ile görüşmek isteyenler harekete hazır olsunlar ben sabah erkenden yola çıkacağım.”[5]

İmam Hüseyin (a.s) bu konuşmanın yanı sıra yol esnasında KErbela’da ve Aşura gecesinde bir çok konuşmalar yapmış, dostlarını kalmak veya gitmek hususunda özgür bırakmıştır. Şimdi bütün bunlara rağmen İmam Hüseyin’in (a.s) devrimini ahlaki değerlerden yoksun bir patlama devrimi olarak görmek doğru mudur?

Görüldüğü kadarıyla İmam Hüseyin’in (a.s) devrimi bilinçli bir devrim olmuştur.

Zalim ve fasit yöneticinin hükümeti

İmam Hüseyin’in (a.s) kıyamının sebeplerinden biri de sözde İslam hükümetinde ortaya çıkan sapıklıklardır. Elbette Yezid’in hükümeti bu sapıklıkların başlangıcı değildir. İslam devleti bir takım sahabe tarafından asıl yörüngesinden çıkartıldı ama bu sapıklıklar ilk yıllarda fazla belli değildi. Zira ilk halifeler bir çok bidatlara rağmen toplumsal adaleti ayakta tutmaya çalışıyor gözüküyordu. Ama üçüncü halifeden sonra bu görüntü değişmeye başladı. Sapıklıklar çoğaldı ve toplumsal uçurumlar büyüdü. Öyle ki İslam ve peygamberin azılı düşmanı olan ve sadece zahirde Müslüman gözükerek İslam saflarına sızan Ebu Süfyan gibisi halifenin bulunduğu bir toplantıda açık bir şekilde şu ifadeleri kullanma cesaretini göstermişti: “Hilafet Ben-i Ümeyye’nin eline geçtiğine göre artık dört elle sarılın ve elden ele dolaştırın. Hilafetin Ben-i Ümeyye’den çıkmasına izin vermeyin. Ebedi olarak çocuklarınızın elinde dolup dolaşsın. Biliniz ki ne cennet vardır ve ne de bir cehennem.”[6]

Bu küstahça tavsiyeler konuşmacının dinsizliğini ve küfrünü göstermektedir. Aynı zamanda hükümet üyelerinin sapıklığını ve cahiliye döneminin karanlık atmosferini gözler önüne sermektedir.

Ebu Süfyan bu sözleri sebebiyle kınanmadı. Hatta tavsiyeleriyle yavaş yavaş amel edildi. Çok geçmeden Ebu Süfyan’ın amcasının oğlu olan halife İslam adına yüzde yüz Emevi olan bir yönetim oluşturdu ve İslam ülkesinin bütün makamlarını dünya perest akrabalarının eline verdi. İlk iki halife döneminde İslam’ın zahirini korumak için valiler, hakimler ve yöneticiler emanet ve liyakat üzere seçiliyordu. Ama Osman’ın hilafeti döneminde yegane ölçü Ben-i Ümeyye hanedanına mensup olmaktı. Bugünkü tabirle ilişkiler kurallara üstün gelmişti.

Hz. Ali’nin (a.s) ilahi hilafeti Osman’ın katlinden sonra bu zulümleri ve ayrımcılığı ortadan kaldırdı. Ama bu ilahi hilafet kısa sürdüğü için Emevi zulmü kökten sökülüp atılamadı. Hz. Ali’nin (a.s) şahadetinden sonra Ebu Süfyan’ın oğlu Muaviye İslam ülkesinin hakimiyetini ele geçirdi Ziyad Amr b.As, Semere ve Mervan gibi zalim valileri Müslümanların namus, mal ve beytülmaline egemen kıldı. Hicr b. Adiyy, Reşid-i Hicri, Amr b. Hamk ve benzeri binlerce hak ve özgürlük taraftarı kimseler zulümle savaştığı ve Ehl-i Beyt’in (a.s) yolundan sapılmasına karşı çıktığı ithamıyla feci bir şekilde katledildi.

Muaviye yirmi yıllık hükümeti döneminde fesat ocağı ve Emevilerin pis ağacının meyvesi olan oğlu Yezid’in hükümetinin temellerini güçlendirdi. Muaviye öldükten sonra hicri altmışıncı yılın Recep ayının ortasında dini terbiyeden yoksun, cahiliye kinini taşıyan ve Bedir, Uhud ve Ahzab savaşlarının acısı sebebiyle İslam ve Peygambere karşı düşmanlık içine bulunan bir kimse hilafeti ele geçirdi. İslam risaletinin mazharı kanunların ve hududların mecrası, Müslümanların fikirlerinin temsilcisi ve İslam toplumunun ruhunun tecessümü olması gereken hükümet Muahammedi vahyi ve risaleti inkar eden ve atası Ebu Süfyan gibi düşmanlık içinde bulunan aşağılık bir kimsenin eline geçti.[7]

Muaviye’den sonra Hıristiyan öğretileri üzere terbiye edilen ve bu dine meyleden bir kimse iş başına geçti. Bu kimse cahil, şehvet perest diktatör, ayyaş, insani kemallerden yoksun bir kimse hilafetin başına oturdu. Babası Muaviye ile arasındaki tek fark babasının münafıkça zevahire riayet etmesi ama oğlunun gurur sebebiyle nifak perdesini yırtması, gerçek çehresini göstermesi ve kutsal değerleri açıkça çiğnemesiydi. Yezid şarap içiyor ayyaşlık meclislerine katılıyor korkusuzca şu şiirleri okuyordu: “Ey şarapçı dostlarım! Ayağa kalkınız. Güzel sesli kızların nağmesine kulak veriniz. Kadehleri kaldırınız, çalgının güzel nağmesi beni ezan sesini işitmekten alıkoyuyor. Ben cennet hurilerini şarap kadehinin kalan dibiyle değiştirmeye hazırım.”[8]

Yezid’in şarabı helal kabul eden görüşü hakkındaki meşhur şiiri ise şudur: “Eğer şarap bir gün Ahmed’in dininde haram kılınmışsa sen onu Mesih b. Meryem’in dini üzere iç.”[9]

Yezid’in sarayı fesat ve günah yuvasıydı. Bu sarayın kötü etkileri Mekke veMEdine2nin kutsal çevresine kadar varmıştı.[10]

Bu şartlar altında her ne kadar kendisinin ve aziz yakınlarının şahadeti ve ailesinin esareti pahasına da olsa İmam Hüseyin (a.s) peygamberin öğretileri üzere sessiz kalmayı haram ve kıyamı farz görmüştü. Nitekim peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “ Her kim Allah’ın haramını helal sayan, ilahi sözleşmeyi bozan, Allah Resulünün sünnetine muhalefet eden ve Allah’ın kulları hakkında zulüm ve günah üzere davranan bir sultanı gördüğü halde söz ve ameliyle ona karşı çıkmayan kimseyi zalim sultanla aynı yerde karar kılması Allah’ın üzerinde bir haktır.

[1] Porseşha ve Pasuhha, Ayetullah Cafer Subhani, s. 221-234

[2] İbn-i Kuteybe, el-İmame ve’s Siyase, c. 1 s. 170

[3] A.g.e, s. 165

[4] Kitab-u Selim b. Kays, s. 183-186

[5] Luhuf, s. 41

[6] İStiab, c. 4, s. 78 ve Şerh-u Nehc2il Belağa, İBn-i Ebi’l Hadid, c. 3, s. 443

[7] El-Bidaye ve’n Nihaye, s. 197 ve Mekatil’ul Talibiyyin, s. 120

[8] Tezkiret’ul Hevas, s. 291

[9] Tetimmet’ul Münteha, s. 43

[10] Muruc’uz Zeheb, c. 3, s. 277

Salı, 02 Ağustos 2022 04:51

İmam Hüseyin’i (a.s) Anmak

 Bugünlerde kulaklarımız bir kez daha Hüseyin ve Zeynep adıyla, Kerbelâ ve Aşura yâdıyla çınlıyor. Bir kez daha hüzünleniyor kalplerimiz; bir kez daha boşalıyor gözlerimizden yaşlar. Neden acaba? Niye ağlıyoruz? Neye ağlıyoruz? Neden üzülüyoruz? Neye üzülüyoruz? Kimdir Hüseyin? Kimdir Zeynep? Nedir Aşura ve neresidir Kerbela?

Kâinat efendisi, Seyyidu'l-Enbiya, Resul-i Kibriya'nın göz nuru, Emirü'l-Müminin Aliyyü'l-Murtaza'nın ciğerparesi, dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'nın canı, ruhudur Hüseyin. Nübüvvet ve risalet bağının şah gülü, kızıl gülü, imamet ve velayet semasının üçüncü yıldızı, parlak yıldızı, kızıl yıldızı; özgür insanların önderi, örneği, hakikat yolcularının kıblesi, insanlık muallimi, izzet, adalet ve hürriyet öğretmeni, sevgi ve saadet rehberi, ubudiyyet ve irfanın en büyük üstadı, aşk ve şahadet öncüsü, âşık gönüllerin aşkı, hazin sevdası.

Evet, biz böyle bir insanüstü insana ağlıyoruz, Hüseyin'e ağlıyoruz, Resulullah'ın daha ilk dünyaya geldiği sırada gözyaşlarına boğduğu Hüseyin'e, omuzlarında büyütüp "Hüseyin bendendir, ben de Hüseyin'denim" dediği Hüseyin'e. Evet biz Hüseyin'e ağlıyoruz, mazlumiyete ağlıyoruz, yalnızlığına ağlıyoruz, faziletlerin yalnızlığına, hak ve hakikatin yalnızlığına, İslam'ın, Kur'an'ın, Resulullah'ın yalnızlığına, Ehlibeyti'nin, evlatlarının yalnızlığına, aslanların, yiğitlerin al kanlar içinde yatmasına, zincirlere vurulmasına; çakalların, çapulcuların baş tacı edilmesine ağlıyoruz.

Evet, biz Hüseyin'in, yani bütün Enbiya'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Resulullah'ın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Ali'nin şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Fatıma'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in, yani Hasan-ı Mücteba'nın şahadetine ağlıyoruz. Hüseyin'in yani bütün Ehlibeyt'in şahadetine ağlıyoruz. Zira Hüseyin, bütün enbiyanın varisi, Resulullah'ın vasisi, bütün evliyanın zübdesidir. Evet, Kerbela'da Hüseyin'i şehit edenler, bütün enbiya ve evliyayı şehit ettiler aslında.

Peki, kimdir tarihin bu en korkunç cinayetini işleyen zalimler, caniler?

Nurdan kaçan yarasalar, Bedir ve Uhud'ların, Hendek, Hayber ve Huneyn'lerin intikamı hırsıyla kavrulan, Hz. Hamza'nın ciğerleriyle yüreklerini serinletemeyen nübüvvet ve velayetin, hak ve hakikatin yeminli düşmanları. Onlar ki, sultanı razı etme pahasına Rahman'ı gazaplandırdılar; Resul'ün bağrını kanla doldurdular. Evet, Sıffin'de Ali'den öçlerini tam alamayan, yıllarca minberlerde, kürsülerde, hutbelerde Allah'ın velisine okudukları lânetten teselli bulamayan şeytan hizbi, bilahare Ali'nin oğlundan acılarını çıkarmaya çalıştılar; hiçbir vahşilik ve gaddarlıktan çekinmeden; hem de İslam adına, Peygamber adına ve hilafet sancağı altında!

Yine Zeyneb'i anıyoruz, o efsane kadını, o kahramanı, o Haydar-ı Kerrar kızını; o ikinci Zehra'yı, o şecaat, cesaret, sabır ve rıza abidesi, o iffet ve takva timsalini; o Kerbela elçisini, o izzet elçisini anıyoruz. Onun musibetlerine ağlıyoruz; yalnızlığına ağlıyoruz. Onu henüz hakkıyla tanıyamadığımıza ağlıyoruz.

Alemdar-ı Kerbela, tevhit cephesinin sancaktarı, susuzların sakisi Ebulfazli'l-Abbas'ı yâd ediyoruz. Onun imanına, hamiyetine, şecaat ve cesaretine gıpta ediyor, mazlumiyetine ağlıyoruz. O ki aziz kardeşi Hüseyin için o kadar önemli ve değerliydi; zira Hüseyin, kardeşinin şahadeti sırasında başka hiçbir şehit hakkında söylemediği sözü onun hakkında söyledi; elini beline koyarak şöyle haykırdı mazlumların efendisi: "İşte şimdi belim büküldü kardeşim!"

Bugünlerde Hüseyin'in yiğit yavrusu Ali Ekber'i bir kez daha dile getiriyor, minnetle anıyoruz, o ki siması Peygamber siması, ahlâkı Peygamber ahlâkıydı, Hüseyin ondan alıyordu Peygamber kokusunu.

Evet, Hüseyin'in en küçük askeri, altı aylık fedaisi, Ali Asker'ini bağrımız yanarak anıyor, Hüseyin'in mazlumiyetine gözyaşı döküyor, Allah düşmanlarını, Peygamber düşmanlarını, Hüseyin ve Ehlibeyt düşmanlarını top-yekûn bir kez daha lânetliyor ve Allah'ın Resulü'ne olan kadirşinaslık borcumuzu ödüyor; tevelli ve teberri görevimizi ifa etmeye çalışıyoruz.

Bugünlerde Hüseyin'in vefa ve sadakat, fedakârlık ve cesaret, iman ve itaat timsali olan yarenini, ashabını anıyoruz, tarih yaşadıkça yaşayacak olan o 72 ölümsüz Kerbela şehidini; onlar ki Emevî ordusu diye tanınan, insanlıktan bihaber 30 bin vahşi yığınına karşı en çetin şartlarda, kanlarının son damlasına kadar, kahramanca, mertçe, mümince savaşıp Peygamber evladını, Ehlibeyt'in nurlu yolunu savundular ve böylece en büyük fedakârlık ve vefa örneği ve öğretmeni olarak tarihe geçtiler.

Sadıklar böyle vefa gösterir serverine;

Bir canın yerine bin can verir rehberine.

Evet, yine Kerbela'yı anıyoruz; o, tarihin en büyük bela, musibet, imtihan, irfan ve aşk çölünü. Arz kadar geniş, hak-batıl çizgisi kadar uzun bir çöl… Sadıkların meydanı, âşıkların destanı ve kızıl laleler gülistanı… Kerbela…

Ve Aşura… insanlık tarihini kendinde özetleyen; şahadet günü, şehitler günü, mustazaflar, mazlumlar günü… Kanın kılıca galebe günü… Hakkın en parlak, en muhteşem, batılın ise en karanlık, en kara sayfası… Evet, Aşura'yı anıyoruz…

Hüseyin'i unutmamak, Hüseyin'in mektebini unutmamak demektir; çizgisini yaşatmak demektir. Kerbela'yı ve Aşura'yı zinde tutmak, Kerbelaî ve Aşuraî değerleri ihya etmek demektir. Hüseyin'e ağlamak, Hüseyin'in temsil ettiği bütün güzellikleri, değerleri sevmek, sahiplenmektir. Karşı çıktığı bütün çirkinliklere, zulüm ve gaddarlığa, insanlık dışı bütün eylem ve söyleme isyandır, nefret ve lânettir.

Allah yar ve yardımcınız olsun ve sırat-ı müstakimi en mükemmel şekliyle temsil eden Hüseynî çizgiden bizleri ayırmasın. Âmin!

İran Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Diplomasiden sorumlu Bakan Yardımcısı Mehdi Seferi, İran'ın temel politikasının dış ilişkilerde dengeye dayandığını açıkladı.
 

Mehr’in haberine göre, İran Dışişleri Bakanlığı Ekonomik Diplomasiden sorumlu Bakan Yardımcısı Mehdi Seferi, İran Cumhurbaşkanı Reisi ve Çinli mevkidaşı arasında gerçekleştirilen telefon görüşmesinden önce Phoenix haber ajansına verdiği demeçte, İran'ın  temel politikasının dış ilişkilerde dengeye dayandığını vurguladı.

Bazı Çinlilerin İran ile Batı arasındaki ilişkilerin nükleer anlaşma çerçevesinde şekillenmesi durumunda Tahran ve Pekin'in ilişkilerinin gölgede bırakılacağından endişe duymasını reddeden Seferi, "Endişelenecek bir şey yok. İran Cumhurbaşkanı, hükümetin dış politika alanındaki ilkeli yaklaşımının dengeli bir yaklaşım olduğunu defalarca vurgulamıştır. Nükleer anlaşmanın gerçekleşmesi halinde İran ile Batı arasındaki ilişkiler normale dönerse Çin dahil dostlarını unutması mümkün olmayacak ve İran'ın dış ilişkilerde dengeye dayalı bu temel politikası değişmeyecektir" dedi.

Seferi, İran'ın ticaret ortağı ülkelerle ekonomik işbirliği ile ilgili olarak, "Özellikle ekonomik sektörde ülkelerle işbirliğini geliştirmekten yanayız. İran hatta bölge ülkeleriyle ekonomik işbirliği konusunda Orta Asya, Rusya, Çin, Hindistan ve Pakistan ile ekonomik bir birlik oluşturulabilmesi için tek para birimi önerisinde bulunmuştur." ifadesini kullandı.

Rusya Devlet Başkanı Putin'in son Tahran ziyaretini değerlendiren Seferi, "Bu gezi, transit ve enerji de dahil olmak üzere çeşitli sektörlerde ve özellikle enerji alanında yatırım geliştirme konusunda çok önemli, uzun vadeli ve stratejik bir faaliyettir" ifadelerinde bulundu.

  Onlarca Yahudi yerleşimci işgal güçlerinin yoğun güvenlik önlemleri altında El-Mağaribe Kapısı’ndan girerek Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi.
 

Kudüs’teki İslami Vakıflar Dairesi, bu sabahki baskına 153 Yahudi yerleşimcinin katıldığını ve yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’nın avlusunda kışkırtıcı tavırlar sergileyerek dolaştıklarını söyledi.

Yahudi yerleşimcilerin Mescid-i Aksa’nın avlusunda ve özellikle de Er-Rahme Kapısı bölgesinde ayin yaptıklarını belirten İslami Vakıflar Dairesi, işgal güçlerinin Mescid-i Aksa’ya giren Müslümanlara kısıtlamalar getirdiğini, cemaatten bazı kimselerin kimliklerine girişte el koyduğunu ve onlarca kişiyi Mescid-i Aksa’dan uzaklaştırmaya devam ettiğini bildirdi.

Kudüslüler, Yahudi yerleşimcilerin baskınlarına direnmek ve Yahudileştirme planlarına karşı koymak amacıyla Mescid-i Aksa’da nöbet tutmaya davet ediyor.

Fanatik Yahudi örgütleri, önümüzdeki 7 Ağustos’a denk gelen ve tarih boyunca Yahudileri etkileyen felaketlerin anıldığı Tişa BeAv gününde Mescid-i Aksa’ya kalabalık gruplar halinde baskın düzenleme çağrısı yapıyor.

Mescid-i Aksa’yı Müslümanlar ve Yahudiler arasında zaman ve mekan bakımından ikiye bölme planları yapan işgal rejimi, planlarını hayata geçirecek zemini hazırlamaları için Yahudi yerleşimcileri Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemeye teşvik ediyor.

Yerleşimci İşgalciler Filistinlilere Saldırdı

 Atuf ve Er-Re'su'l-Ahmer Köy Meclisi Başkanı Abdullah Bişarat, sözde Yerleşim Merkezleri Meclisi'nden yahudi yerleşimcilerin Ahmed Ziyab ve Muvaffak Fahri isimli iki Filistinliye ait iki traktörü gasp ettiklerini dile getirdi.

Tubas bölgesindeki Filistinlilere yerleşimci çeteler tarafından sık sık baskınlar düzenlendiği ve bu yüzden bölge ahalisinin saldırıya maruz kaldıkları, tarım arazilerinin tahrip edildiği, ağaçlarının söküldüğü, tarım ürünlerinin ve makinelerinin gasp edildiği dile getirildi.

Siyonist işgal güçleri tarafından himaye edilen yerleşimci çeteler Batı Şeria'nın her tarafında sürekli terör estiriyor. Bazen Filistinlilere saldırıyor, bazen onların arazilerini tahrip ediyor, ağaçlarını yakıyor veya kırıyor, evlerini yakıyor, koyun sürülerini ve tarım ürünlerini çalıyorlar.

 

 İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Muhammed İslami, ülkesinin teknik olarak atom bombası yapma kabiliyetine sahip olduğunu fakat böyle bir projenin gündemlerinde olmadığını söyledi.
 

"Entekhab" haber sitesine göre İslami, ülkesinin nükleer faaliyetleri ve Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan 2015 yılında 5+1 ülkeleriyle imzalanan ancak uygulanamayan nükleer anlaşmaya yönelik açıklamalarda bulundu.

İslami, "İran'ın atom bombası yapacak teknik yeteneği var ama böyle bir program gündemde değil" dedi.

Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile ilişkilerinde yapıcı işbirliğine sahip olduklarını dile getiren İslami, ülkesinin nükleer faaliyetlerine yönelik asılsız suçlamalarla KOEP'in hayata geçirilmesine engel olunduğunu savundu.

İranlı yetkili, "Karşı tarafta KOEP'e dönme iradesi varsa asılsız suçlamalarda bulunmamalı, KOEP'e dönmek istemiyorlarsa da tarafların zamanını boşa harcamamalıdırlar" diye konuştu.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Başmüzakereci Ali Bakıri, dün Twitter hesabından yaptığı paylaşımında, ABD'nin de hazır olması durumunda İran'ın müzakereleri kısa sürede sonuçlandırmaya hazır olduğunu belirtmişti.

Viyana'dan Doha'ya nükleer müzakereler

İran'ın nükleer faaliyetleri konusundaki Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan anlaşmanın ilki, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya) ve Almanya ile İran arasında imzalanmıştı.

Eski ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018'de ülkesini tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesinin ardından İran'a yönelik ekonomik yaptırımlar tekrar uygulamaya konulmuştu. Bunun üzerine Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerine aşamalı olarak geri dönmüştü.

KOEP'in yürürlüğe konulması için geçen yıl Avusturya'nın başkenti Viyana'da yeniden başlayan görüşmeler, Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'ın tabiriyle "dış etkenler" nedeniyle 11 Mart'ta askıya alınmıştı.

Borrell'in 25 Haziran'daki Tahran ziyaretinde, varılan anlaşmalar çerçevesinde, nükleer anlaşmanın hayata geçirilmesi kapsamındaki görüşmelerin Katar'ın başkenti Doha'da sürmesine karar verilmişti. 28-29 Haziran'da ABD ve İran temsilcilerinin dolaylı görüşmelerinden de bir sonuç alınamamıştı.

Yakın tarihte görüşmelerin tekrar başlaması bekleniyor.

 ABD, İran petrol ve petrokimya ürünlerinin Doğu Asya'da satılmasına yardımcı olan Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve Çin menşeili şirketlere yaptırım uyguladı.
 

ABD, on milyonlarca dolarlık İran petrol ve petrokimya ürünlerinin Doğu Asya'ya satılmasına yardımcı olan Çin ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) menşeili şirketlere baskıyı artırmak amacıyla uygulanan yaptırımlara yenilerini ekledi.

ABD Hazine Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamalarda, 4'ü Hong Kong'da, 1'i Singapur'da ve 1'i Birleşik Arap Emirlikleri'nde (BAE) olmak üzere toplam 6 şirkete yaptırım uygulandığı duyuruldu.

Hazine Bakanlığı'nın yaptırımları ile BAE merkezli Blue Cactus Heavy Equipment and Machinery Spare Parts Trading L.L.C, Hong Kong merkezli Farwell Canyon HK Limited, Shekufei International Trading Co. Limited ve PZNFR Trading Limited şirketlerinin hedef alındığı aktarıldı.

Bakanlık, bu firmaları İran'ın en büyük petrokimya şirketlerinden biri olan Persian Gulf Petrochemical Industries Co. adlı şirketin (PGPICC) petrol ve petrokimya ürünlerini Doğu Asya'ya satışını kolaylaştırmak için kullanmakla suçladı.

Hazine Bakanlığı'nın Terörizm ve Mali İstihbarattan Sorumlu Müsteşarı Brian Nelson, ABD'nin 2015 tarihli Kapsamlı Ortak Eylem Planı'na atıfta bulunarak, "ABD, Ortak Kapsamlı Eylem Planı'nın tam olarak uygulanmasına karşılıklı bir dönüşü sağlamak için diplomasi yolunu izlemeye devam ediyor. İran taahhütlerini tam olarak yerine getirmeye hazır olana kadar İran petrol ve petrokimya ürünlerinin yasadışı satışına yönelik yaptırımları uygulamaya devam edeceğiz” dedi.

Dışişleri Bakanlığı ise İran petrol ürünleri taşıyan bir gemiyi yönettiği iddiasıyla Singapur merkezli Pioneer Ship Management PTE LTD ve Hong Kong merkezli Golden Warrior Shipping Co. adlı şirketlere yaptırım uygulandığını belirtti.

Bugün açıklanan yaptırımlar son 2 ayda ABD'nin İran petrol ve petrokimya ürünlerinin satışını yapan İran, Çin ve BAE'li firmalara karşı uygulanan yaptırımlarını takip etti. Yaptırımlar doğrultusunda şirketlerin ABD merkezli varlıkları donduruluyor.

Tahran’da düzenlenen 7. Astana zirvesinden çok rahatsız olan ABD ve İsrail’e Almanay da katıldı: Bu Fotoğraf Bütün Batı Devletlerine Ve Emperyal Güçlere Bir Meydan Okumadır” diyen Almanya haklı.


FHA- Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Tahran Zirvesi'nde Erdoğan, Putin ve Reisi'nin bir arada çekildiği fotoğrafla alakalı, "Bu fotoğraf bir meydan okumadır" dedi.

Alman gazetesi Bild'e konuşan Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock, Tahran Zirvesi'nde Erdoğan, Putin ve Reisi'nin verdiği fotoğrafla alakalı değerlendirmelerde bulundu.

"BU BİR MEYDAN OKUMADIR"

Dünyabülteni'nde yer alan habere göre "Türk Cumhurbaşkanı'nın bu fotoğrafta olması, kibarca söylemek gerekirse; bir meydan okumadır" diyen Baerbock, fotoğraf karesinin kendisi için, özellikle de bir NATO üyesi açısından anlaşılmaz olmaktan öte olduğunu söyledi.

"ORTAK DEĞERLERE BAĞLI OLMALIYIZ"

Tahran'daki zirveye dair görüşlerini paylaşmaya devam eden Alman Bakan, "Tahran'daki toplantı, ortak değerlerimiz için bir arada durmamızın ne kadar önemli olduğunu tekrar gösterdi" dedi.

Salı, 26 Temmuz 2022 05:02

Tahran Zirvesi sonrası neler oluyor?

Küçük anlaşmazlıklara takılmadılar.
Büyük devletler gibi davrandılar.
Ülkelerinin çıkarlarını esas aldılar.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 3 liderin kararını açıkladı:
“Amerika Fırat’ın doğusunu terk etmeli.
Astana Süreci’nden çıkan tespit bu.
Bu Türkiye’nin de beklentisidir.
Oradaki terör örgütlerini besleyen Amerika.
Amerika çekilirse bizim işimiz kolaylaşır.”
Her şey çok net!


SONRASI

Erdoğan’ın açıklamalarını arkadaşlarla değerlendirirken,
“ABD bakalım buna ne karşılık verecek?
Yanıt içeride mi olacak, dışarıda mı?
Güçlü bir terör saldırısı yaşanabilir” dedim.
Çünkü geçmişte hep böyle olmuştu.

 


IRAK’TA OLANLAR

Zirvenin hemen sonrası…
Zaho’da bir mesire yeri vuruldu.
9 sivil öldü, 23 yaralı.
Olay yeri Kürt bölgesi.
Ama ölen ve yaralananların tamamı Arap.
Garip bir durum.


BAĞDAT

Haber hızla yayıldı.
Sanki bir yerlerden düğmeye basıldı
Türkiye suçlandı.
Irak’ta sokaklar hareketlendi.
Türkiye’nin eski büyükelçiliğine,
Türk şirketlerine,
Türkiye’nin diğer birimlerine saldırılar oldu.
Aylardır bir araya gelemeyen gruplar,
Türkiye’ye karşı aynı masa etrafında toplandı.


TÜRKİYE’DE

Türkiye’de de ilginç gelişmeler oldu.
Birileri hemen topa girdi.
Irak’ta Türkiye’ye yönelik saldırılardan,
İran destekli grupları sorumlu tuttu.
Elde ciddi bir bilgi yok.
Ama İran karşıtlığı başladı.
Hatta, İran’la ciddi sorunlar yaşayan,
Irak seçiminde İran yanlısı gruplarla mücadele eden,
Sadr bile İran yanlısı gösterildi.

 


YABANCILARDAN VİDEOLAR

Garip bir şey daha yaşandı.
Türkiye’deki yabancılar,
Taksim Meydanı’ndan video yayınladı.
“Irak’tan çıkın yoksa…” diye terör tehdidinde bulundular.
Bu kadar hızlı… İlginç.


TANIDIK BİR TAKTİK

Irak’ta, Türkiye’de…
Birbirine karşı gibi görünen tavırlar…
Sanki aynı merkezden koordine ediliyor.
Tanıdık bir yöntem.
Uğur Mumcu cinayetinde de aynı taktik uygulamıştı.
Gladyo Mumcu’yu katletti.
Suçu İran’a yüklemeye kalktı.
Milyonları,
“Türkiye İran olmayacak” diye yürüttü.
Kendine Atatürkçü diyen çok kişi,
CIA’nın arabasına bindi.
Doğu Guta’daki kimyasal yalanı da benzer.
Yapanla, Esad’ı suçlayanlar aynı.
Örnekleri çok…
Hepsi tek merkezin yöntemi.


AMAÇ NE?

Bütün bunlardan amaç ne?
Tahran Zirvesinde alınan kararlar.
ABD’ye “Fırat’ın doğusundan çekil” denmesi.
Amaç, Türkiye, İran ve Rusya’nın arasını bozmak.
Zirve bildirisinde,
İsrail’in Suriye saldırıları kınanmıştı.
Zirveden hemen sonra,
İsrail’in Şam’a füze saldırısı da aynı.


ABD’NİN FARINI TAKİP EDENLER

Her zamankinden daha dikkatli olmalıyız.
Olayları soğukkanlı değerlendirmeliyiz.
ABD tuzaklarına düşmemeliyiz.
Türkiye’de İran kışkırtmasına katılanlara bakıyorum.
Ergenekon tertibinde,
FETÖ’nün kuyruğuna takılanlar.
ABD’nin değirmenine su taşıyanlar.
Bilerek veya bilmeyerek,
ABD nereye far tutarsa oraya bakıyorlar.
Kudüs Strateji ve Güvenlik Enstitüsü Başkanı Efraim İnbar,
“Doğu Akdeniz’de savaşa hazır olalım” dedi.
Umurlarında bile değil.
Gündemlerine hiç girmedi.

İsmet Özçelik

Aydınlık'ın ulaştığı Iraklı askeri yetkili, Duhok'ta 9 sivilin hayatını kaybettiği saldırıyı Türkiye'nin yaptığını düşünmediklerini söyledi; 'ABD, İran ile doğal gaz anlaşmasını uzatma kararı alan Türkiye'ye bir cezalandırma operasyonu yaptı.' dedi.

 Kuzey Irak'ın Duhok vilayetinin Zaho bölgesinde düzenlenen ve 2'si çocuk 9 kişinin hayatını kaybettiği saldırı sonrası, Türkiye ile Irak arasındaki ilişkiler gerildi. Türk Dışişleri Bakanlığı, saldırının 'terör örgütü kaynaklı' olduğunu açıklarken Irak yönetimi, Türkiye'yi Irak'ın egemenliğini alenen ihlal etmekle suçladı. Konuyu Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyine de taşıyan Bağdat, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'taki operasyonlarına son vermesini istedi.

Saldırı sonrası Irak'ta çeşitli protesto gösterileri düzenlendi. Bu gösterilerde Türk bayrağının da yakılması ise 'kışkırtma' ihtimalini gözler önüne serdi. Hala ülkede bir grup tarafından Türkiye'ye yönelik öfkenin körüklenmeye çalışıldığı, basın yoluyla da tartışmaların sürdürüldüğü öğrenildi.

 ABD'NİN TERTİBİ
Aydınlık'ın gelişmelerle ilgili ulaştığı Haşdi Şabi'ye yakın bir askeri yetkili, saldırıyı Türkiye'nin düzenlediğine inanmadıklarını bildirdi. Yaşananlarla ilgili ABD'yi işaret eden yetkili, şu ifadeleri kullandı:

“Bu saldırı, Türkiye tarafından yapılmadı. Biz yaşananları, ABD'nin, Türkiye'ye İran'la yaptığı anlaşmadan dolayı verdiği bir ceza olarak değerlendiriyoruz. Bu görüşe katılan çok sayıda yetkili de var. Irak'taki protestocuların da Amerikan taraftarları olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bunlar aparat. Açıkça Amerikan Büyükelçiğine bağlılar. Unutmayın ki Irak iktidarı da hala Amerika baskısı altında. Haşdi Şabi ise bu eylemlerde yer almıyor. Bu iş PKK eliyle oldu.”

 TAHRAN ZİRVESİ'NE YANIT
Saldırının, Tahran Zirvesi'nin ardından düzenlendiğine dikkat çeken yetkili, şöyle devam etti:

“Amerika'nın Suudi Arabistan'daki zirvesi başarılı olmadığı için bu provokasyon düzenlendi. Türkiye ile İran'ın 2025 sonrası için doğal gaz anlaşması yapması, ABD'yi rahatsız etti. Şimdi Irak ile Türkiye'nin tüm ekonomik ve diplomatik ilişkilerini kesmeye çalışıyorlar. Irak basını da yaşananları köpürtüyor. Şu an pek çok vize merkezini kapattılar. Kerkük'te, Kerbela'da, Basra'da, Necef'te bulunan merkezleri kapattılar. ABD, Türkiye'ye açık bir mesaj veriyor.” 

NE OLMUŞTU?
19 Temmuz'da Tahran'da düzenlenen Türkiye-İran Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin 7. Toplantısı'nda iki ülke, 2001 yılında imzalanan 25 yıllık doğal gaz tedarik anlaşmasının süresinin uzatılması konusunda anlaşmıştı. Ardından düzenlenen Astana Zirvesi'nde de Türkiye, Rusya ve İran'ın ortak görüşünü Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan açıklamıştı: “PKK/PYD/YPG terör örgütlerine karşı birleşiyor

 ABD merkezli National Interest dergisi, Çin ve İran’ın Rusya’nın Ukrayna ihtilafına yönelik vizyonunu açıkça desteklediklerini yazdı.
 

Dergide yayınlanan Mark Episkopos imzalı makalede, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Tahran ziyaretinin Batı için ‘endişe verici bir fenomeni’ ortaya koyduğu belirtildi.

“Batı’nın dışındaki dünyanın önemli bir kısmı tarafsızlığını koruyor veya Çin ve İran örneğinde olduğu gibi, Rusya'nın çatışma vizyonunu açıkça destekliyor" ifadelerini kullanan yazar, ‘Avrupalı ve Amerikalı politikacıların Kremlin'e karşı birleşik küresel cephe oluşturmaya yönelik sürekli girişimlerine’ rağmen farklı bir bakış açısının olduğuna işaret etti.

Episkopos, “Uzmanların Batı'nın Moskova'yı ekonomik ve siyasi olarak tecrit etme kampanyasının başarısız olduğunu göstermeyi amaçladığını söylediği bir haftalık Rus diplomasisi, tahıl anlaşması ile sonlanmış oldu” ifadelerini kullandı.