کارگر

کارگر

İran'ın Hava Savunma Karargahı Komutanı Tuğgeneral İsmaili, son günlerde Amerikan casus uçağının İran hava sahasını ihlal ettiği için Hava Savunma güçleri tarafından uyarıldığını belirtti.İran'ın Hatem’ül Enbiya Hava Savunma Karargahı Komutanı Tuğgeneral Ferzat İsmaili, Tahran'da düzenlenen Kutsal Savunma Haftasını Anma Töreni'nde, yaptığı konuşmada, çok önemli gelişmelere dikkat çetki.

Tuğgeneral İsmaili, son günlerde Amerikan U2 casus uçağının İran hava sahasını ihlal etmeye çalıştığını belirterek, bu casus uçağın herhangi bir girişimde bulunmadan önce uyarıldığını kaydetti.

Tuğgeneral İsmaili, düşmanların İran'ın askeri donanma ve silahlarından değil,  İran milletinin iradesi ve şehitlerin ailesinden korktuğunu dile getirerek, "Direniş ekonomisi alanında çalışma yapılması gerekiyor. Bağımsız bir ekonomiye sahip olmak için yerel kaynakların kullanılması gereklildir" ifadelerini kullandı.

Hatem’ül Enbiya Hava Savunma Karargahı Komutanı,"Amerikan U2 casus uçağı birkaç gün önce İran hava sahasını ihlal etmeye başlayınca askerlerimizin uyarısıyla rotasını değiştirdi. Cesur askerlerimiz hiçbir uçağın İran hava sahasına izinsiz girmesine müsaede etmez" diye konuştu.

İki yıl önce de İran Hava Savunma güçleri, ülkenin hava sahasını ihlal eden ve 108 Amerika askerini taşıyan uçağı zorunlu olarak Bandar Abbas havalimanına indirmişti.

Tümgeneral Kasım Süleymani, Melayer şehrinde düzenlenen Şehitleri Anma Töreni’nde, düşmanları dost olarak göstermenin ihanet olduğunu söyledi.
 
  
Devrim Muhafızları’nın Kudüs Gücü Komutanı Tümgeneral Kasım Süleymani, Kutsal Savunma (İran-Irak savaşı) yıldönümü ve Melayer şehri şehit ve gazileri anısına düzenlenen etkinlikte, yaptığı konuşmada, “Kutsal Savunma dönemine benzersiz ve gurur verici olduğu için her zaman saygı göstermeliyiz” dedi.

Kasım Süleymani, en iyi gençlerin İran’ın izzet ve iktidarini korumak amacıyla savaşa katılıp şehit düşenler olduğunu ifade ederek, eşitsiz bir savaşta zafer kazanmak isteyenler için ‘Kutsal Savunma’nın en uygun yöntem olduğunun altını çizdi.

Tümgeneral Süleymani, konuşmasının devamında, “İmam Humeyni (r.a) Kutsal savunmaya kutsallık ve ruhanilik kazandırdı. Bu kutsallık, şehitler, gaziler ve askerlerin savaş meydanındaki davranışlarının sayesinde gerçekleşti” diye vurguladı.

Şehitlerin Allah’ın aziz dostu olduğuna değinen Tümgeneral Süleymani, “Obama, eşcinselliği ABD ordusunda yasallaştırdığı için mi onur duymaktadır” ifadesini kullandı.

Süleymani, “Savaşta bizim komutanlarımız özel insanlardı. 8 yıllık Kutsal savaşta komutan ve asker arasında hiçbir ayırım olmadı . Örneğin Şehit Himmet, kendisi motosiklet üzerindeyken şehit düştü” diye söyledi.

İran’nın müslüman ülkeler arasında iyi bir konumda olduğunu savunan Tümgeneral Süleymani, “Kimileri İran inzivaya çekildi diye yanlış söylemlerde bulunuyor. Madem öyleyse neden düşmanlar İran ile anlaşma yapmaya çalışıyor” diye konuştu.

Düşmanlar karşısında birlikte hareket edilmesi gerektiğini vurgulayan Süleymani, “Bazıları düşmanların sözlerine inanmamalı. Kamuoyu da her zaman duyarlı olmalıdır. Böyle bir tavırla ancak ülkemiz gelişebilir” açıklamasında bulundu.

İnkılap Rehberi’nin Irak ve diğer ülkelerde çok saygıyla anıldığını ifade eden Tümgeneral Süleymani, “İslam dünyası ve düşmanları arasındaki bir savaşta farklı yorumların ileri sürülmesi doğru bir yöntem değildir. kimilerinin düşmanları dost diye hitap etmesi de İslam’a ihanettir” şeklinde konuştu.

Pazar, 25 Eylül 2016 02:09

İslam açısından barış ve güvenlik

Maalesef, uluslararası belgelerin onaylanması ve çok sayıda barış gücünün faaliyet yapmasına rağmen hala dünyanın genelinde savaş ve şiddetin tırmandığına tanıklık ediyoruz. Bu dünya gününde bir kez daha barış ve nasıl sağlanabileceği yolları üzerine yoğunlaşarak, semavi İslam dininin tavsiye ve öğretlerinden dünyada barış tesisi için yararlanmamız daha iyi olacaktır.

Birleşmiş Milletler Hicri Şemsi 31 Şehhriver'e tekabül eden 21 Eylül tarihini "Dünya Barış Günü" olarak ilan etmiştir.

Bu tarih, BM Genel Kurulu'nun 57. Oturumunda belirlenmiş oldu.

Bu yıl da BM Genel Sekreteri Ban Ki Moon, Dünya Barış Günü dolaysıyla yayınladığı mesajında, her yıl "Dünya Barış Günü"nde BM dünya genelindeki bütün çatışma taraflarından kendi aralarında 24 saatlik bir ateşkes sağlamalarını istediğini belirtti.

BM Genel Sekreteri Moon, "Dünya Barış Günü" mesajında, "Barış sadece silah bırakmaktan ibaret değil, barış insanların barıştan elde ettiklerini sağlıklı bir dünyada paylaşabildikleri toplumların oluşturulmasına ilişkin bir kavramdır. Herkesten daha iyi şunu biliyorsunuz ki barış bir tesadüf değil. Barış ayrıca bir hediye değil, hepimizin her gün ve her ülkede onun için çalışmamız gereken bir şeydir" ifadesini kullandı.

Maalesef, uluslararası belgelerin onaylanması ve çok sayıda barış gücünün faaliyet yapmasına rağmen hala dünyanın genelinde savaş ve şiddetin tırmandığına tanıklık ediyoruz.

Dünyanın en kapsamlı ve önemli düzenlerinden biri, İslam dininin öğretileri ve tavsiyeleridir. Yüce İslam Peygamberi -saa- Biset hedeflerinden biri olarak adaletin tesisi olarak nitelediği ayindir.

Sp: İslam, barış ile ilgili diğer dinlerle ortak görüşe sahip bulunuyor.

İslam açısından da barış, uzlaşma ve topluma huzur kazandırmak anlamına geliyor. Diğer yandan barış, Kurani bir kavramdır ve yaklaşık Kuran-i Kerim'de barış hakkında 140 ayet bulunuyor.

Kuran-i Kerim açısından barış ve İslam, yan yana gelen iki sözcüktür. İslam ve barış  ortak kök ve anlama sahip birbiriyle bağlantılı ve birbirinin uzantısında yer alan iki sözcüktür. İslami düşünürlere göre, barışın anlamı ile ilgili iki sözcük var.

İlk sözcük, "Selm" kelimesidir, Arapça'da Selm, huzur veya günümüzde sık sık kullanılan güvenliğin ta kendisidir. Selm ya huzur, İlahi kökü var.

Yüce Allah, zatında mutlak huzurdur ve hr huzur, onun huzurunun yansımasından ibarettir.

Yaradılışın doğası ise, 

 ise doğal büyüme yolundadır ve insanoğlunun yaşam akıntısı da huzura doğru hareket ediyor. insanın da Vahiy ve Kuran kaynaklarında Allah'a doğru davet edilmesi felsefesi de bu yaradılışın doğasından kaynaklanıyor, nitekim Kuran-i Kerim'de "Ey iman edenler, hepiniz huzur içinde yaşayanız" ayeti yer alıyor." (Bakara:208)

Veya Yüce Allah, İnfal Suresi'nin 61. ayetinde Yüce İslam Peygamberi'ne "Ve eğer onlar sulha meylederlerse sen de ona meylet ve Allah Teâlâ'ya tevekkül kıl! Şüphe yok ki, her şeyi bihakkın işitici ve tamamıyla bilici olan ancak O'dur" buyuruyor.

İslam kelimesi de Selm sözcüğünden gelmektedir ve aslında Allah'a uymak ve huzur bulmak anlamına gelmektedir.

Ancak başka sözcük ise, "barış" (sulh)dur ki insanların barışık yaşama ilişkisine delalet eiyor. İslam, "barış" sözcüğü çerçevesinde insanlar arasında dostluk, karşılıklı saygı ve başkaların haklarına geçmekten uzak durulmasını istiyor.

İslam'da barış ve adalete kavuşmak, bir tekamül ve gelişim seyri var. Bu tekamül seyri 3 aşamadan oluşuyor. İlk aşama, "içsel barış"tır, bu aşamada toplum fertleri kendi nefslerini ıslah edip kendilerinde takvayı güçlendirmeleri gerekiyor. nefisle cihat, bu hareketin başlangıç noktası sayılıyor. Aslında, mümin insan,cismani ve ruhani güçleri ve nefsani ve manevi güdü ve arzuları arsındaki savaşa son vererek içse barış ulaşması ve böylece bu güçler arasında dengeli irtibat sağlayarak tekamül ve insani şahsiyetini geliştirme yolunda hareket etmesi gerekiyor. Bu durumda fert, ideal toplu harekete hazırlanıyor. Nitekim Yüce Allah,  Al-i Ümran Suresi'nin 103. ayetinde "Hepiniz Allah'ın ipine "Kuran ve İslam ve her türlü vahdet vesilesi" sarılın ve ayrılmayız" diye buyuruyor.

Böylece içsel barış insanın ahlaki ve imani tekamül ve gelişiminin alt yapısını toplumsal anlamda yapıcı etkileyici olması için teşkil ediyor.

Sp: Ancak İslam'da barışın ikinci aşaması ise " toplum ve İslami topraklarda toplumsal barış"tır.  Ferdin içsel barış yolunda hazırlanmasının ardından başkalarıyla birleşme ve toplumsal bağ kurma zemini sağlanmış olur. 

Allah'ın Müslümanlar'a fermanı müminler arasında kardeşlik ve barış oluşturulması yönündedir. Nitekim İnfal Suresi'nin 1. ayetinde "kendi aranızda barış ve sefa tesis ediniz" diye buyuruyor. Böylece Müslüman, bencillik, ayrımcılık, zulüm ve kötü sıfatlardan kurtarılarak salih bir ferde dönüşüyor. Bu fert şimdi kendi toplumunda dini kardeşliği düşünmesi ve kardeşlik ve barış ortamı oluşturarak fitne ve anlaşmazlıkları gidermeye çalışması gerekiyor.

Barışta 3. aşama ise "gayri Müslümanlar'la barış" ile ilgilidir. İslami topluma hakim ilkelerden biri Müslümanlar olmayanlarla bir arada barış içinde yaşamaktır. İslam gayri Müslüman bazı düşünürler ve yalan propagandalara rağmen, barış dinidir.

 Nitekim Kuran-i Kerim'de savaş ile halkı İslam'ı kabul etmeye zorlayan bir ayet bulunmamaktadır. İslam açısından savaş, savunma amaçlı ve içeriklidir ve savunma ve saldırıyı bertaraf etmek ve daha fazla kan akmaması ve tahribat yapılmaması yönünde savaşa izin verilmiştir. Gayri Müslümanlar'la barışık yaşama ve uzlaşma, ayetler, rivayetler ve Ehl-i Beyt -as-'ın siretine dayalıdır ve insani onur ilkesi üzerine kurulmuş bulunuyor. Gayri Müslümanlar, din ve mezhepsel farklıklara rağmen insanlık açıdan Müslümanlar'la ortak olduu için doğuşsal onur ve saygınlığa sahipler. Aslında, İslam barışa asalet vermiştir ve Yüce İslam Peygamberi -saa-ın sireti bunu teyit eder niteliktedir.

 İslam öncesinde yapılan kardeşlik sözleşmesi, Hudeybiye barışına  övünç duyması, İran, Roma ve diğer hükümet liderleri ve krallarına karşı Peygamber -saa-'ın kullandığı yöntemi ve yazışmaları, İslam'ın barışçıl teamül yöntemleri adına birer örnek sayılmaktadır.

Nitekim Yüce İslam Peygamberi, Yemen'e elçi olarak gönderirken Amrev Bin Hazm'a yazdığı talimatında, "Müslümanlığı kabul eden ve pak ve temiz İslam'ı beyan eden her Yahudi veya Hıristiyan, müminlerden sayılır. Müslümanlar'ın sahip olduğu her şey, onu da içeriyor ve zarar ve menfaatte onlarlar ortakdır ve Yahudilik ve Hıristiyanlık'ta kalan her şahıs, asla kendi dinini terk etmee zorlanamaz. Zira dinin mesajı ve Allah'ın bütün nebilerinin görevi gerçek yerinde barış ve adaletin tahakkuku ve maneviyatı yayıyıp, insani tekamül ve mutluluğa vardırmasıdır" beyanatında bulunmuştur. 

Buyüzden İslam açısından İslam barış ve insanların farklı akide ve inançlarla barışık yaşaması bir değer ve hedeftir. Barıştan amaç, maslahatçılık değil, barış bizatihi, maslahattır ve inani fıtrat ile bağdaşıyor. Barış şartlarında bütün insanların büyüme ve gelişme imkanı sağlanmış olur ve ve hak ve kurtuluşa yöneliş mümkün olur. 

Bu yüzden barışın tesisi ve küresel barış ve barışık yaşamaya davet, tevhit, adalet ve takvaya göre İslam ve mensuplarının nihai hedefidir ve bu öğretilere uyulmasıyla dünyanın çok sayıdaki savaş ve çatışmalardan kurtarılabileceği anlaşılıyor.

 Anglosaksonlar ortak hafızanın temizlenmesi konusunda uzmandırlar. Yaptıkları hatayı unutturmak için, onları cezalandırma imkanı olmayan insanlardan özür dilemekle yetiniyorlar. Tabii ki yalan söyledikleri kurumlardan hiçbir zaman özür dahi dilemiyorlar.

 
Batı, zaman zaman, politik ve medyatik amaçla biraz “ahlaki temizlik” yapmak için Batı tavan arasından bazı iskeletleri çıkarıyor.
 
İngiliz Avam Kamarasının bir komisyonu, David Cameron’u, 2011 yılında Başbakanlık görevindeyken Libya’ya yapılan askeri müdahaleden dolayı eleştirdi. Ancak bunu egemen bir devleti yıkan saldırgan savaş nedeniyle değil, bu savaşın uygun “istihbaratlar” ve “yeniden inşa” planı olmaksızın yapılmasından dolayı yaptılar.
 
Barack Obama geçtiğimiz Nisan ayında, Libya konusunda “en büyük hatayı” ABD komutası altında NATO güçleriyle bu ülkeyi yıktıkları için değil ama “the day after”i planlamadıkları için yaptıklarını beyan ederken aynı şeyi yaptı. Obama aynı zamanda bugün Başkan adayı olan Hillary Clinton’a desteğini yeniden ifade etti. Bu aynı kadın, Dışişleri Bakanı kılığında, ABD ve NATO’nun hava ve deniz saldırısına hazırlık amacıyla Libya’ya bir gizli operasyona (özel kuvvetlerin gönderilmesi ve terörist grupların silahlandırılması da dahil olmak üzere) onay verilmesi konusunda kendisini ikna etti.
 
Bayan Clinton’un daha sonra gün ışığına çıkan mailleri savaşın gerçek amacının ne olduğunu kanıtlıyor: Kaddafi’nin, Afrika Birliğinden bağımsız mali kurumlar kurmak ve ABD dolarına ve CFA Frangına alternatif bir Afrika para birimi yaratmak için Libya’nın tasarrufu altındaki fonları kullanmasını planını engellemek.
 
Libya Devletini yıktıktan sonra, ABD ve NATO, bu ülkeye özel kuvvetlerini ve IŞİD’in ortaya çıkmasına neden olan terörist grupları sızdırarak Körfez monarşileriyle birlikte Suriye devletini yıkmaya yönelik gizli operasyonu başlattılar.
 
Wikileaks ifşaatları sonrasında oluşan tepkiler sonrasında Dışişleri Bakanlığının tasnif dışına çıkarttığı birçok elektronik postadan biri, bugün de sürmekte olan operasyonun ana hedefinin ne olduğunu ortaya koyuyor. « Case number F-2014-20439. Doc no C05794498 » olarak tasnif dışı edilen elektronik postada [2] Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, 31 Aralık 2012’de şunları söylüyor: “İran ve Beşar Esat rejimi arasındaki stratejik ilişki sayesinde İran, İsrail’in güvenliğini mayınlıyor, bunu doğrudan saldırarak değil ama Lübnan’daki Hizbullah gibi müttefikleriyle yapıyor”. Daha sonra “İsrail’e yardım etmenin en iyi yöntemi, Suriye’de bir yıldan beri devam eden isyanı desteklemektir”, yani 2011 yılından beri Beşar Esat’a diz çöktürmek için, “kendisi ve ailesinin hayatını tehlikeye sokmak” amacıyla “güç kullanımı” gereklidir diyor. Clinton şöyle bitiriyor : “Esat’ın devrilmesi İsrail’in güvenliği için büyük bir kazanç sağlamakla kalmayacak, ama İsrail’in anlayışla karşılanması gereken nükleer tekelini kaybetme kaygısını da azaltacaktır”. Dönemin Dışişleri Bakanı resmi olarak dile getirilmeyen bir gerçeği de kabul etmiş oluyor: İsrail Ortadoğu’da nükleer silahlara sahip olan tek ülkedir.
 
Obama yönetiminin İsrail’e verdiği destek, özünde değil ama şekilsel olan bazı geçimsizliklerin ötesinde, ABD’nin on yıl içerisinde İsrail’e, yıllık 3,3 milyar, artı “füze savunması” için bir buçuk milyon dolar finansmana sahip, 38 milyar değerindeki en gelişmiş silahların vermeyi taahhüt ettiği, 14 Eylül’de Washington’da imzalanan mutabakatla teyit edilmiştir.
 
Rusya’nın müdahalesinin Suriye’nin savaş yoluyla içeriden yıkılması planını bloke etmesinden sonra, ABD bir “ateşkes” (hemen ardından kendisinin ihlal ettiği) elde ederken, aynı zamanda Libya’da, İtalya’nın da “paralı asker doktorları” ile katıldığı insani yardım örtülü yeni bir saldırı başlattı.
Bu arada İsrail, perdenin ardında Hillary Clinton’a borçlu olduğu nükleer avantajını pekiştiriyor.
 
Voltairenet

İran  Sanayi Maden ve Ticaret Bakanı Yardımcısı Hüseyin Esefhendi Azerbaycan ile İran arasındaki ticaretin önümüzdeki yıl 3 katına çıkarılmasını istedi.

Hüseyin Esefhendi, Bakü’de  19-21 Eylül tarihlerinde düzenlenen 3 günlük  İran 2016 Projeleri Fuarı’nda yaptığı açıklamada; “İki ülkenin şu anki ticaret hacmi 100 milyar dolardır ancak bu rakam ciddi oranda artırılmalıdır” dedi.

Esefhendi, iki ülke arasındaki ticaret hacmine ilişkin olarak şunları söyledi: “Şuan iki ülke arasındaki ticaret hacmi yeterli değil ve önümüzdeki yıl 300 milyar doları geçmelidir.

Bakü’de yapılan bu fuara petrol, doğalgaz, ilaç sanayii, araba sanayii ve diğer sanayi alanındaki 50 şirket katılarak şirketlerinin kapasitesi konusunda bilgi verdiler.”

Esefhendi açıklamalarının devamında İran ile Azerbaycan arasındaki mesafenin kısa oluşunun iki ülkenin ticareti için iyi bir fırsat olduğunu belirterek, İran ile Azerbaycan arasında petrol ve diğer alanlardaki ticaretin artırılmasını istedi.

Batı tarafından yıllardır İran’a uygulanan yaptırımların  bu yıl ocak ayında iptal edilmesiyle İran ile diğer ülkeler arasında ticaret yolu açılmış oldu. Yaptırımların iptal edilmesiyle, İran sıcak yaptırımların hedefi olarak sayılmaya başlandı. Bu durum büyük ihtimalle yeni bir ekonomi için büyük cazip fırsatları oluşturacaktır. Geçmiş yıllarda yaptırımlara maruz kalan İran, 80 milyonluk nüfusuyla ticaret için büyük bir pazar olarak görülmektedir.

Çarşamba, 21 Eylül 2016 02:52

2016 Yılı Hac Mesajı

Hac merasiminin başlaması ve hacıların Mekke’de bir araya gelmesiyle birlikte İmam Hamenei dünya Müslümanlarına hitaben önemli bir mesaj yayınladı.
 
  
Dünya genelindeki tüm Müslüman din kardeşlerim!

Hac mevsimi Müslümanlar için, tüm beşeriyetin gözünde onur ve ihtişam mevsimi,  yaratanın karşısında gönüllerin nuraniyeti ile huşu ve yakarış mevsimidir. Hac, kudsi, dünyevi, ilahi ve insani bir farizedir. 

Bu emsalsiz farizede zaman ve mekan güvenliği, aşikar ve parlayan bir yıldız misali, insanların gönlüne huzur verir ve hacıları sultacı zalimlerce sürekli tüm beşeriyeti tehdit eden güvensizlik etkenlerin kuşatmasından dışarı çıkarır ve belli bir dönem için ona güvenliğin lezzetini tattırır.

İslam dininin Müslümanlara hibe ettiği İbrahimî Hac, izzet, maneviyat, vahdet ve ihtişam mazharıdır. İslam ümmetinin azametini ve onların sonsuz ilahi güce dayandıklarını düşmanların ve kötü niyetlilerin yüzüne vurur . Uluslararası zorbaların ve kabadayıların beşeri toplumlara fesat ve aşağılama ve istizaf bataklığınden mesafeli durduklarını ortaya koyar. Hac müşriklerden beraat ve müminlerle kardeşlik ve vahdet konumudur.

Hac farizesini bir ziyaret- seyahat seviyesine indirgeyen ve mümin ve inkılapçı İran milleti ile kin ve düşmanlıklarını “Haccı siyasileştirme” başlığı altında gizleyenler, büyük şeytan Amerika’nın çıkarlarının tehlikeye girmesinden tir tir titreyen alçak ve hor şeytanlardır. Bu yıl İranlı cesur ve mümin hacıların sevdikleri evin yolunu kapatan Suud elebaşıları, zalimane iktidar tahtında bekasını, küresel müstekbirleri savunmakta ve siyonizm ve Amerika ile ittifak kurmakta ve onların isteklerini yerine getirmekte gören ve bu yolda hiç bir ihanetten çekinmeyen yüzü kara sapkınlardır.

Bugün korkunç Mina hadisesi üzerinden yaklaşık bir yıl geçmektedir. Bu hadisede bir kaç bin insan bayram günü ve ihram içinde güneşin altında ve susuz kalan dudaklarla mazlumane hayatını kaybetti. Bundan kısa bir süre önce Mescid-i Haram’da bir grup insan ibadet ve tavaf ve namaz sırasında kana bulandı. Suud elebaşıları her iki hadisede suçludur. Bu, tüm görgü tanıkları ve gözlemciler ve teknik uzmanların üzerinde görüş birliğine vardığı bir konudur; hatta hadisenin kasıtlı olduğu da bazı kanaat önderlerince gündeme getirilmiştir. Kurban bayramında büyük bir şevk ve müştak gönüller ve zikir ve ilahi ayetleri fısıldayan dilleri ile yarı canlı yaralıların kurtarılmasında sergilenen müsamahakarlık ve gecikme de, kati ve kesindir. Suud rejiminin taş kalpli ve cani adamları onları da hayatını kaybedenlerle birlikte kapıları kapalı konteynerlere hapsettiler ve yardım veya tedavi yerine ve hatta susamış dudaklarına biraz su ulaştırma yerine onları şehit ettiler. Binlerce aile çeşitli ülkelerden sevdiklerini kaybetti ve milletler yasa boğuldu. İran İslam Cumhuriyeti’nden de yaklaşık 500 hacı şehitlerin arasındaydı. Ailelerin yüreği hâla yaralı ve yaslı ve millet hâla üzgün ve öfkelidir.

Ancak Suud elebaşıları özür dilemek, pişmanlığını ifade etmek ve bu korkunç hadiseye doğrudan sebebiyet veren suçluların hakkında yargı sürecini başlatmak yerine, büyük bir utanmazlık ve küstahlık örneği sergileyerek, hatta İslamî uluslararası gerçekleri araştırma heyetinin kurulmasından bir kaçındılar ve sanık koltuğuna oturmak yerine, davacı konumuna geçtiler. İran İslam Cumhuriyeti ve küfür ve istikbarla mücadele yolunda İslam’ın dikilen her bayrağına karşı eski düşmanlıklarını daha büyük bir habaset ve alçaklıkla aşikar ettiler.

Suud rejiminin propaganda makinesi, siyonistlere ve Amerika’ya karşı davranışları İslam dünyasının büyük ayıbı olan politikacılarından, açıkça kitap ve sünnete aykırı bir şekilde fetva veren ve haram yiyen ve muttaki olmayan mütfülerine kadar ve hatta meslek vicdanı bile yalan üretmelerine ve yalan söylemelerine engel olamayan medyadaki ayak takımına kadar, bu yıl İranlı hacıların Hac farizesinden mahrum bırakılmalarından İran İslam Cumhuriyeti’ni sorumlu tutma yönünde beyhude bir telaş içindedir. Tekfirci ve şer örgütleri kurarak onları donatan fitneci hükümdarlar, İslam dünyasını iç savaşlara ve masum insanların katliamına veya yaralanmalarına sürükleyen ve Yemen ve Irak ve Suriye ve Libya ve diğer bazı ülkeleri kana bulayanlar, siyonist işgalci rejime dostluk eli uzatan ve gözlerini Filistinlilerin çektikleri acı ve musibetlere kapatan ve zulüm ve ihanet çemberlerini Bahreyn’in kentlerine ve köylerine kadar yayan Allah’tan habersiz politikacılar, Mina’da o büyük faciayı yaratan ve Haremeyn hademeleri adı altında ilahi güvenli mekanın hürmetini kıran ve Rahman Allah’ın misafirlerini bayram gününde Mina’da ve daha önce de Mescid-i Haram’da kurban eden dinsiz ve vicdansız hükümdarlar, şimdi Hac farizesinin siyasileştirilmemesi hususunda dem vuruyor ve başkalarını kendilerinin işlediği veya sebebiyet verdikleri büyük günahlardan sorumlu tutuyor. Onlar Kuran’ı Kerim’in aydınlatıcı beyanının tam olarak yaşayan örneğidir. Allah Kuran’ı Kerim’de şöyle buyurur:

“Bir işe koyuldu mu yeryüzünde çalışır çabalar, orayı bozmak, ekini, soyu sopu helâk etmek için uğraşır. Allah’sa fesadı sevmez.Ona, Allah’tan sakın, kork dendi mi suçla, günahla ululanmaya girişir. Cehennem gelir onun hakkından. Orası, gerçekten de ne kötü, ne pis yataktır.” (BAKARA-205/206)

Bu yıl yine bize ulaşan raporlara göre, İran ve diğer bazı milletlerin hacılarının engellenmesinden başka, bazı ülkelerin hacılarını da Amerika ve siyonist rejimin casusluk örgütlerinin yardımı ile anormal kontrollerin çemberine aldıkları ve ilahi güvenli evi, tüm hacılar için güvensiz hale getirdikleri anlaşılıyor.

İslam dünyası, devletlerinden Müslüman milletlerine kadar, Suud elebaşılarını tanımaları ve onların rezil ve imansız ve maddi ve bağımlı mahiyetlerini doğru biçimde anlaması gerekir; İslam dünyasında işledikleri cinayetleri yüzünden onların yakasını bırakmaması gerekir; Allah’ın misafirlerine yönelik zalimane davranışları yüzünden Haremeyn-i Şerifeyn’in ve Hac farizesinin yönetimi için temelli bir çare bulması gerekir. Bu görevde müsamahakar davranmak, İslam ümmetinin geleceğini daha büyük sorunlarla karşı karşıya getireceği kesindir.

Müslüman din kardeşlerim! Bu yıl İranlı ihlaslı ve müştak hacıların Hac merasimindeki yeri gerçekten boştur, fakat onlar kalpleri ile hazırdır, dünya genelinden gelen hacıların yanındadır, onlar için kaygılanmaktadır ve şu putperest melun şecerenin onlara zarar vermemesi için dua etmektedir. Siz de İranlı din kardeşlerinizi dualarınızda ve ibadetlerinizde ve münacatlarınızda yâd edin. İslamî toplumlardan sıkıntıların bertaraf edilmesi, müstekbirlerin, siyonistlerin ve onların uşaklarının elinin İslam ümmetinin başından kesilmesi için dua edin.

Bendeniz geçen sene Mina ve Mescid-i Haram’da şehit düşenleri ve 1986 Mekke şehitlerini saygı ile anıyor ve yüce Allah’tan (cc) onlara mağfiret, rahmet ve yüksek dereceler talep ediyorum ve Hz. Bakiyatullah Azam’dan onu selamlayarak o büyük insanın müstecap olan duasını, İslam ümmetinin yücelmesi ve Müslümanların düşmanların fitne ve şerrinden kurtulmasını talep ediyorum.

Seyyid Ali Hamenei

2 Eylül 2016


 Gadir-i Hum, İmamet ve Velayet Bayramı münasebetiyle bu sabah halkın çeşitli kesimlerinden binlerce kişi İmam Hamanei’yle İmam Humeyni Camisi’nde bir araya geldi.

İmam Hamanei bu görüşmede Gadir-i Hum Bayramı’nı tebrik ederek Gadir-i Hum olayının en önemli mesajının imameti açıklayıp, İslam’da hükümet kurallarını ve ilkelerini belirlemesi olduğunu ifade etti.

İmam Hamanei özellikle hükümet yönetim özellikleri olarak Hazreti Ali’nin şahsına münhasır benzersiz özelliklerine değinerek, Emir’el Mü’minin Ali’nin yoluna bağlılığın gerekliliğinin, onun yolunda ilerlemek ve onun eşsiz tavsiyelerini yetine getirmek olduğunu belirtti.

İmam Hamanei Gadir-i Hum Bayramı’nın ‘İlahi Büyük bir Bayram’ olarak nitelendirilmesi hakkında şunları söyledi: “Bu tabirin kullanılmasının nedeni, Gadir gibi İslam’da hükümet kural ve ilkelerinin belirlendiği büyük bir olayın meydana gelmesinden dolayıdır.Bu kural ve ilkeler, İslam toplumundaki velayet ve imamettir. Allah’ın emri ile, Peygamber tarafından açıklanmıştır.

Gadir’de hükümet kurallarının belirtilmesi ile birlikte, büyük, nurani, mukaddes ve hatasız bir şahsiyet olan Hazreti Ali imametin ölçüsü olarak tanıtılmıştır.

Tabi imamet ve İslam toplumunun liderliği konusunda hiç kimse Emir’el Mü’minin Ali’nin o eşsiz makamına ulaşamaz. İslam tarihindeki İmam Humeyni gibi çok değerli ve her yönüyle kapsamlı büyük ilmi ve irfani âlimler, Emir’el Mü’minin karşısında güneşten yayılan ışığın yansımalarıdır.

Gadir-i Hum olayı, İslam toplumunun ve hükümetinin temelini atmıştır ve İslam’ın imamet ve velayet kuralları dışında, monarşi, kişisel zorba güçler ve aristokrasi gibi hiçbir modeli kabul etmeyeceğini göstermiştir.

Allah-u Teala tarafından Peygamber’in risaletinin tamamlanmasının imametin açıklanmasına bağlı olduğu belirtilmiştir. Bu İslami inanış, sağlam ve inkar edilemez delillere dayanmaktadır ama bu inanca bağlı kalmada ve onu açıklamada, Ehl-i Sünnet kardeşlerimizin duyguları tahrik edilmemelidir. Çünkü böylesi bir durum, masum İmamlar’ın yaşantısına aykırıdır.”

İmam Hamanei İslam dünyasında vahdetin önemini bir kez daha vurgulayarak, Ehl-i Sünnet’in önde gelen şahsiyetlerine yapılacak bir hakaretin, imamet inancının mantıklı delil ve kaynaklarının duyulmasını da engelleyeceğini belirterek şu hatırlatmalarda bulundu:

“İslam’ın diğer mezheplerinin duygularının Şia adı altında tahrik edilmesi aslında ‘İngiliz Şiiliğidir’ ve bunun sonucu, Amerika ve İngiltere casusluk ajansına bağlı, bölgede birçok yıkım ve cinayete neden olan IŞİD ve Nusra gibi grupların ortaya çıkmasıdır.”

İran Cumhurbaşkanı Ruhani, Küba’da yaptığı açıklamada, bazı ülkelerin bölgesel ihtilafları kullanarak para kazandığını ifade etti.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Havana'da İran ve Küba üst düzey heyetleri toplatısında yaptığı açıklamada, iki ülke arasındaki işbirliğinin gelişmesini olumlu karşıladığını belirterek,"İran ve Küba, nükleer anlaşmadan sonraki ortam ve mevcut kapasitelerden faydalanmalıdır. Ayrıca ikili ilişkilerin özellikle de ekonomik alanda geliştirilmesi gerekiyor" diye vurguladı.

Cumhurbaşkan Ruhani, nükleer müzakerelerde İran'nın başarılı olduğuna değinerek,"Dünya güçleri bağımsız ülkelere baskı ve yaptırım uygulayarak, modern teknolojiyi tekel altına almak istiyor" ifadesini kullandı.

İran halkının direnişi sayesinde geliştmekte olan ülkelerin mordern teknolojiyi gelişmiş ülkelerin tekelinden çıkardığına işaret eden Ruhani, bağımsız ülkelerinin nano ve bioteknoloji gibi modern teknoloji alanında işbirliği yaparak, güçlenmeleri gerektiğini vurguladı.

Cumhurbaşkan Ruhani, iki ülke arasındaki ekonomik komisyonlarının anlaşmaları ve ekonomik ilişkileri araştırmak için aktiv olarak çalışmalarını istedi.

Bağımsız ülkelerin sıkıntılar karşısında yan yana olması gerektiğini söyleyen Ruhani, “Küba, uluslararası camiada her zaman İran'nın yakın dostu olmuştur. Umarım bu dostluk ve işbirliği iki millet için yararlı olacaktır. Dolayısıyla işbirliğimiz uluslararası ve bölgesel sorunlar konusunda da devam etmesini temenni ederim" diye ekledi.

Ruhani, İran ve Küba'nın uluslararası ve bölgesel konulardaki ortak görüşlerine işaret ederek,"Bazı ülkeler, bölegesel farklılıklardan gerilim yaratarak, kendi silahlarını satıyor. Böylece dünya ekonomisi de bu durumdan etkileniyor".

Küba Cumhurbaşkanı Raul Castro görüşmeden memnun olduğunu söyleyerek, "Biz sizinle beraber yürüdüğümüz için çok gururluyuz. İran ve Küba ilişkisinin gelişmesine kimse mani olamaz" diye vurguladı.

Castro, "Bazı süper güçler, dünya üzerinde savaş, gerilim ve çatışma oluşturarak, pazarlık yapıyor. Bu yoldan da yüksek kazanç elde ediyor" şeklinde konuştu.

İran İslam Cumhuriyeti Devrim Muhafızları eski Komutanı ve İran Maslahat-ı Nizam Yürütme Konseyi Sekreteri Muhsin Rızai, İran televizyon kanallarından Kanal 2 ile yaptığı röportajda , “Biz bugün Batı Asya’da en büyük güçlerden biriyiz” diyerek şunları söyledi:
“Bu güç hem içeride hem de dışarıda hissedilmektedir. Biz teçhizatlarımızı kendimiz yapıyoruz. Kurum ve kuruluşlarımız da kendi bilgilerimize dayanmaktadırlar. Savunma alanında hem iç üretim yapıyor hem de ihracatta bulunuyoruz. Bugün Hizbullah’ın kendi ayakları üzerinde durması bizden aldığı ilim ve bilgiye dayanmaktadır. Ya da tekfircilerin Irak’ta başarılı olamamasının nedeni, İran’ın oraya gönderdiği teknik yardımlardır.”
Muhsin Rızai İran’ın güvenlik durumunu ve otoritesini koruması hakkında sorulan soru üzerine şunları söyledi: “Bu güvenlik ve otorite birkaç unsura dayanmaktadır, ilk unsur, bugün mukaddes mekânların koruyucularında gördüğümüz iman ve şehadet aşkıdır.
İkinci unsur, fikir, yaratıcılık ve yeniliktir. Bu durum ordu içerisinde fazlasıyla mevcuttur. Hiçbir engel İnkılap kuvvetlerinin önüne geçemez.
Üçüncü unsur da teçhizattır ve hiçbir şekilde bu alanda geri kalmamalıyız ve bahsedilen bu üç unsur konusunda çaba göstermeliyiz.
Bugün bizim füze fırlatma sistemimiz çok dakik bir hale geldi ve bu füzelerin hata ihtimali birkaç metreden bile aza indi. Dünya bizim füze fırlatma sistemimizin iki bin kilometreden sadece iki ya da dört metre hata ihtimalini şaşkınlıkla izlemektedir! Bu muhteşem bir durumdur ve bizim kuvvetlerimiz en az hata ihtimali ve en kaliteli bir şekilde atış yapmaya doğru ilerlemektedir. Aynı zamanda maliyette azalmıştır. Bugün dört beş yıl önceye göre füzeleri eski maliyetinin onda bir fiyatına mal ediyor ve yüzde doksan tasarruf sağlıyoruz. Düşmanlarımız da her geçen gün yeni silahlar üretiyorlar.”
Muhsin Rızai İran İslam Cumhuriyeti’nin doktrininin caydırıcılık olduğunu ve savaşmak istemediğini belirterek şu ifadelerde bulundu: “Eğer savaş olmasını istemiyorsak, kendimizi hazırlamalı ve düşmana eğer saldırıda bulunursa, hayatta kalamayacağını göstermeliyiz. Yani korku oluşturmalıyız ve korku caydırıcı olacaktır ve olmaktadır.
Eğer gerekli hazırlığımız olmazsa, onlar saldırıda bulunacak ve halkın yaşantısı komşu ülkeler gibi bozulacaktır. Etrafımızdaki ülkeler bir kaos içerisindedir; hatta belirli ölçüde güvenliğin olduğu Türkiye bile. Darbe girişimi, patlamalar, ülkenin doğu ve güney doğu şehirlerinde Kürtlerle yaşanan savaş Türkiye’yi güvensiz hale getirmiştir. Hemen hemen her gün Türkiye uçakları kendi ülkesinin şehirlerini bombalamaktadır.
İnkılaptan sonra biz defalarca Amerika’yı denedik ve test ettik. Hükümetin kurulma döneminde Haşimi Rafsancani, Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın Amerika tarafından, “Eğer Amerika’nın Lübnan’daki esirlerinin serbest bırakılmasına yardım ederseniz, Amerika İranlıların tahmin bile edemeyeceği bir şey yapacak” yönünde mesajını bize iletti. Biz Hizbullah’a emir veremeyiz ama bir arkadaşımızı gönderip esirleri serbest bırakması için Hizbullah’ı zorla ikna ettik.
Daha sonra Turgut Özal’a, defalarca ‘Bizim tahmin bile edemeyeceğimiz sözlere ne oldu?’ diye sorduk. Amerikalılar defalarca denendi. Bu yüzden dönüp kendi ayaklarımız üzerinde durmalıyız. Biz güç olarak ne kadar ilerlersek, Amerikalılar bize yolu açmak zorunda kalacaklardır.”
Muhsin Rızai Amerikalıların diğer bölgesel konularda da müzakere yapmaya çalıştığı hakkında şunları söyledi: “Amerika, bölgesel konularda bizimle doğrudan müzakerede bulunmak istiyor. Bölge Amerika’yı ilgilendirmiyor ki, biz onlarla oturup müzakerede bulunalım. İleride dünyanın sekiz ya da on gücüyle birlikte bir müzakere yapılması muhtemeldir. Mesela Rusya’nın müzakerelere katılması gibi. Bu farklı bir konudur ve Amerika ile müzakere değildir.
Amerika’nın kendisi bizimle müzakere yapmak istemektedir. Biz onlara güvenmiyoruz ve Amerika ile müzakereyi kabul etmiyoruz. Biz genel olarak bölgede önemli ve etkili bir aktör olarak, ilgili ülkelerle müzakerelere katılıyoruz.
Amerika’nın İran ile karşılıklı müzakerede bulunmak istemesinin amacı, Direnişin desteğini sarsmak ve Direniş Kuvvetlerinin savaş gücünü elinden almaktır. Onlar fırsat yakalamaya ve vakit kazanmaya çalışmaktadır.”
Muhsin Rızai şu an Suriye’de ateşkes yok mu? sorusu üzerine şunları söyledi: “Dün Amerika Suriye’ye arkadan bıçak sapladı. Deyrizor bölgesinde ve o bölgedeki havaalanında Suriye Ordusuna saldırdı. Amerika’nın iki F-16 savaş uçağı Ürdün’den ve iki A-10 bombardıman uçağı Türkiye’den Suriye askerlerine saldırdı ve 85 kişinin ölümüne neden oldu ve bu saldırının ardından IŞİD hemen bölgeyi ele geçirdi. Dünden itibaren Suriye, Rusya’nın da desteği ile bölgeyi kurtarmaya çalışmaktadır. Bu olay, ateşkesin ve Amerika’ya güvenmenin sonucudur.”
İran Maslahat-ı Nizam Yürütme Konseyi Sekreteri Muhsin Rızai, İran’ın bölge konularındaki rolüne değinerek şu ifadelerde bulundu: “Bizim rolümüz, Direnişe yardım etmek, kendi kanunlarımıza ve uluslararası kanunlara dayalı olarak, eğitim vermek, askeri danışmanlık yapmak ve direniş cephesini korumak gibi elimizden geleni yapmaktır. Çünkü bölgedeki güvensiz ortam İran’a da sürüklenecektir.
İran’ın güveliği, Irak, Suriye ve Fars Körfezi’nin güvenliğinden ayrı değildir. Bölgenin güvenliği birbirine bağlıdır. Biz bu güvenliği korumalıyız, tabi kendi kapasitelerimiz dâhilinde. Bizim fazla paramız yok ama bilgimiz var. Suriye Ordusu’nun saldırıyı ve savunmayı öğrenmesi ve kurtarılan bölgeleri koruması için askeri danışmanlık yapıyor ve eğitim veriyoruz.”

Salı, 20 Eylül 2016 16:17

Türk işadamları Tebriz'e geldi

İran’ın Tebriz kentinde düzenlenen Türkiye-Doğu Azerbaycan Ticaret ve Yatırım Konferansı’nda iki ülke ve işadamları arasındaki işbirliği imkanları görüşüldü.Sondakika.com'un haberine göre, Türkiye'nin Tebriz Başkonsolosluğu, Tebriz Ticaret ve Sanayi Odası ile Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) Türkiye-İran İş Konseyi tarafından düzenlenen "Türkiye-Doğu Azerbaycan Ticaret ve Yatırım Konferansı" Tebriz'de yapıldı.

Konferansa Türkiye-İran İş Konseyi Eşbaşkanı Bilgin Aygül, Eşbaşkan Yardımcısı ve TTSO Kadın Girişimciler Kurulu Başkanı Hülya Ulusoy, TTSO Meclis Üyesi Mehmet Tayfun Ataman, TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Karakuş ile çeşitli dernek ve odalardan temsilcilerinin oluşturduğu yaklaşık 60 kişilik heyet katıldı.

Konferansın açılış bölümünde konuşan DEİK Türkiye-İran İş Konseyi Eşbaşkanı Bilgin Aygül, Türkiye ve İran'ın toplam 150 milyonluk nüfuslarıyla Ortadoğu'nun iki önemli ülkesi olduğunu belirterek, "Hedefimiz iki ülke arasındaki ticaret hacmini 30 milyar dolara çıkarmak ve üçüncü ülkelerde de işbirliği içinde yatırımlar yapmaktır. Ticaret ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinin önünde hiçbir engel yok. İki ülkenin ilişkilerini geliştirmesi bölgeye barış ve refah getirecektir. Türkiye ile İran arasındaki ekonomik ve ticari ilişkilerin geliştirilmesi konusunda her iki ülkenin yöneticileri irade ortaya koymuştur. Biz iş adamları olarak bu iradeyi gerçekleştirmek için çaba göstermeliyiz" dedi.

İran-Türkiye İş Konseyi Başkanı Rıza Kami ise, İran'a uygulanan yaptırımlar döneminde iki ülke arasındaki ticaret hacminin yüksek olduğunu, yaptırımların kalkması sürecinde de karşılıklı ticareti artırmayı hedeflediklerini söyledi. Kami, "İki ülke arasındaki ilişkiler her zaman güçlü oldu. Fakat kimileri Türkiye-İran ekonomik ilişkilerini engellemeye çalıştı. Bu engellemeler yapılacak ortak çalışmalarla etkisiz hale getirilecektir" diye konuştu.

TOBB Yönetim Kurulu Üyesi Bülent Karakuş ise, konuşmasında Türkiye ile İran gibi kardeş ülkelerin zor zamanlarda birbirlerinin yanında olduğuna değinerek ekonomik ilişkilerin gelişmesi için her türlü çalışma ve fedakarlığa hazır olduklarını belirtti. Gıda, turizm ve sanayi alanındaki potansiyele değinen Karakuş, üçüncü ülkelerde işbirliği fırsatlarına dikkat çekti.

Tebriz Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Samed Hasanzade, Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'la önemli aşamalardan geçtiğini belirterek, "İran halkı Türk halkının ne kadar gayretli olduğunu bilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın hikmetli önderliğiyle Türkiye büyük aşamalardan geçti. Mantıklı davranarak önemli başarılara imza attı" ifadelerini kullandı.

Türkiye'nin Tebriz Başkonsolosu Çağlar Fahri Çakıralp de Türkiye ve İran'ın bölgenin güçlü iki ülkesi olarak sahip oldukları tarihi ve kültürel ortaklıklarla daha fazla iş birliği yapma potansiyeli taşıdıklarını belirtti. Konferansı Türk iş adamlarının önemli yatırım ve projeleri yakından görmeleri amacıyla gerçekleştirdiklerini dile getiren Çakıralp, şunları söyledi:

"Konferansın, iki ülke arasındaki kardeşlik ilişkilerine katkı sağlamasını temenni ediyorum. İran'da faaliyet gösteren Türk sermayeli 166 firma bulunmaktadır. Söz konusu firmaların yatırım tutarı yaklaşık 1.2 milyar dolar değerindedir ve toplam 7 bin 742 kişiye istihdam sağlamaktadırlar. Türkiye'de ise 3 bin 889 İran firması faaliyet göstermekte, yatırım tutarı ise 101 milyon doları bulmaktadır. İran uzun zamandır ülkemizin en fazla ihracat ve ithalat yaptığı ilk 10 ülke arasında yer almaktadır. İran 2015 yılında Türkiye'nin en fazla ihracat yaptığı 10'uncu, en fazla ithalat yaptığı 8'inci ülke olmuştur. Ancak ülkemizin İran'a ihracatı, 2015 yılında bir önceki yıla oranla yüzde 5,7 azalmıştır. İthalatımızda da yüzde 38'lik bir düşüş yaşanmıştır. İthalatımızdaki azalma enerji fiyatlarındaki düşüşten kaynaklanmaktadır. Ticaret hacmimiz ise 10 milyar doların altına düşmüştür. Öte yandan, 2016 yılının ilk yedi ayında İran'a ihracatımız bir önceki döneme göre yüzde 33,3 artarak 2,9 milyar dolara ulaşırken, ithalatımız ise 2015 yılının aynı dönemine göre yüzde 35,9 azalarak 2,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiştir. Tüm bu rakamlar, daha fazla karşılıklı ticaret ve yatırım yapılması ve 30 milyar dolarlık ticaret hedefimize ulaşmak için tüm gücümüzle çalışmaya devam etmemiz gerektiğine açık bir şekilde işaret etmektedir. İran'a daha fazla yabancı yatırım çekilebilmesi için, sağlanan tüm kolaylık ve teşviklerin yanı sıra, buraya gelen şirketlerin hak ve hukuklarının uluslararası standartlara göre korunmasına azami özen gösterilmesi gereğinin altını çizmek istiyorum. Günümüzde yabancı sermaye bir başka ülkeye ancak hak ve hukukun, ev sahibi ülke tarafından sonuna kadar korunacağından emin olması halinde gönül rahatlığıyla gitmektedir. Bir başka önemli husus ise ticaretin önündeki tüm engellerin kaldırılmasıdır. Bu kapsamda 1 Ocak 2015 tarihinde yürürlüğe giren ve ülkelerimiz arasındaki ticaretin artırılmasına yönelik attığımız en önemli adımlardan bir tanesi olarak kabul ettiğimiz Türkiye-İran Tercihli Ticaret Anlaşması'nın (TTA) tam olarak uygulanması önem arz etmektedir. Öte yandan, ticaretin önündeki kısıtlayıcı engellerin kaldırılması için iki ülke arasındaki ticaretin kolaylaştırılmasına ilişkin bir anlaşma imzalanmasında da yarar gördüğümüzü burada belirtmeliyim."

Doğu Azerbaycan Valisi İsmail Cabbarzade de iki ülkenin komşuluğun ötesinde akraba olduğunu ifade etti. Cabbarzade, "Ben Vali olarak bir ayda İran ve Türkiye vatandaşlarından en az 10'unun nikah akitlerini imzalıyorum. Biz komşuluğun yanı sıra artık akraba da olduk" ifadelerini kullandı.

İki ülke iş adamları arasındaki görüşmelerin ardından Aras Serbest Bölgesi'ne bir ziyaret gerçekleştirildi. Serbest bölge yöneticileri, imkanlar hakkında Türk heyetini bilgilendirdi.

Konferansa TTSO'yu temsilen katılan meclis üyesi Mehmet Tayfun Ataman, İran'ın yatırıma aç bir pazar olduğuna dikkat çekerek şunları söyledi:

"Türkiye'ye karşı büyük bir sempati var. İran, yatırım yapacak Türk işadamlarına her türlü yatırım desteğinin verileceğini belirtiyor. Gelir vergisi yok. İran'da şu anda tek sıkıntı para transferi konusunda yaşanıyor. Uluslararası bankacılık sistemine dahil olmadıkları için aracılar vasıtasıyla bu tür işlemler gerçekleştiriliyor. Ama para transferinin daha sağlıklı hale getirilmesi için çalışmalar yapıyorlar. Özellikle Tebriz'in merkezi olduğu Doğu Azerbaycan eyaletinde dil sorunu da yok. Çünkü halk Türkçe konuşuyor. Bu durum da iş adamlarımızın oradaki yatırımlarında büyük bir artı olarak göze çarpıyor. Yapılacak yatırımlarda kalifiye eleman ve diğer işçileri Türkiye'den getirme imkanı da bulunuyor. İşçiler için çalışma izni sorunu yok. Aras Serbest Bölgesi de imkanları geniş olan bir yapı. Metrekare fiyatları 10 - 25 dolar arasında değişiyor."