
کارگر
İran Dışişleri Bakanı ABD ve Suriye için ne dedi?
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Zarif’ in; ABD’nin Ortadoğu’ya egemen olma yolunda planladığı Suriye işgali hakkındaki açıklamaları dünya kamuoyundan neden saklandı?
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif’ in Asuman Dergisine Verdiği röportajda İran’ın Suriye konusu hakkındaki görüşleri bütün detaylarıyla açıklandığı halde bu açıklamanın Batı medyası ve Batıya endeksli bölge medyası tarafından hasıraltı edilmeye çalışılması dikkat çekti. İşte bu detaylı röportajın en önemli satır başları:
-Dün Afganistan ve Irak’ta aynı şeyi yapan belli bir grup, Amerika Birleşik Devletleri’ni ve batılı ülkeleri şimdi de Suriye’de istenmeyen bir savaşın içine çekmeye çalışıyor. Dikkat edilmesi gereken husus, bu işin farklı eğilimlere sahip iki grup tarafından yapılıyor olması. Bir grup sürekli savaştan çıkar sağlayan kesim; öteki grup ise tüm yumurtalarını aşırı ve tekfiri grupların sepetine koyan bazı komşu ülkeler. Hâlbuki bu aşırı gruplar söz konusu komşu ülkelere gitseler, bu ülkelerin yapacağı iş onları kendi ülke topraklarından çıkarmak olacaktır.
-Askeri güçle tehdit etmenin artık işe yaramadığı kanıtlanmıştır. Aksi halde askeri güç kullanma ve tehdit bir gün işe yarasaydı savaş bir dış siyaset aracı olurdu. Sonra dünya savaşın iyi bir araç olamayacağını anladı. Dolayısıyla bu araç illegalleşti. ABD bu noktayı anlamak istemiyor, çünkü, bir askeri güce sahip ve sahip olduğu bu gücün kendine yarar sağlayacağını düşünüyor. Oysaki bu ülke kendi yakın geçmişine şöyle bir göz atsa, her nerede askeri güç kullanmışsa yenilgiye uğradığını görecektir. Bu ilginç bir noktadır. Amerika’nın Vietnam, Irak ve Afganistan’da düştüğü duruma bir bakınız. Amerika’nın güç kullanıp da sonuç aldığı yer var mı?! Bu yanlış mantık, yani askeri güç kullanma ve tehdit, hala Amerikalıların kafasında yerini koruyor.
-Dünyada gerginlik yaratarak çıkarlarını sağlayan gruplar var. Siyonistler bunun bir örneği. Onlar hiçbir zaman huzur ve istikrarı kendi yararına görmezler. Bu sebepledir ki Siyonistler onca süredir ABD’ye baskı yaparak bu ülkeyi yeni bir savaşın içine çekmek istiyorlar.
-Geçen yılın Kasım ayında İran, İsviçre Büyükelçiliği kanalıyla Amerikalılara “sarin gazı” türü ve el yapımı bir kimyasal silahın Suriye’ye sevk edilmek üzere olduğuna ilişkin resmi bir Nota verdi. Bu Notada, söz konusu kimyasal maddelerin aşırı gruplarca kullanılabileceği uyarısında bulunduk.
-Siyasi çözüm yolunda geç kalınmış ise, bu tüm bölgenin sorunudur. Bizler tüm çaba ve gayretimizi Suriye’deki gelişmelerin siyasi yollardan çözümü için harcamalıyız. Askeri yöntemlerin Suriye meselesini çözmeyeceği kesindir. Hatta Suriye’ye yönelik aceleci yasa dışı bir askeri müdahale olsa bile, bu yine de yolun sonu olmayacak. Belki de kriz daha da şiddetlenecek ve siyasi çözüm yolunun zarureti daha da artacaktır.
-Askeri yöntem bir çözüm yolu değildir. Geriye iki yol kalmaktadır. Bu yollardan birincisi şu an Suriye’de yaşananlardır; yani kargaşa ve kardeş cinayeti. İkincisi ise siyasi çözüm için çaba harcanmasıdır.
-Bütün aktörler, özelliklede Suriye’deki gelişmeler üzerinde etkili dış güçler, Suriye’deki tüm iç aktörlere, masaya oturmaları için baskı uygulamalıdır.
-İran İslam Cumhuriyeti kimyasal silah kullanımını şiddetle kınadığı gibi Suriye Hükümeti’nden de kimyasal silah kullanılan bölgeleri gezmesi için BM denetçilerine izin vermesini istemiştir. Bütün deliller, tekfiri grupların hükümet güçlerinin ilerleyişini engellemek için söz konusu bölge halkına karşı kimyasal silah kullandığı yönündedir. Tabii şuan kesin bir görüş belirtemeyiz. Bu görüş bir uluslar arası araştırma ile netlik ve kesinlik kazanacaktır.
-Batı, Suriye’ye yönelik bir operasyon başlatabilir; ancak bu operasyona son vermek onların elinde değil. Amerikalılar bu noktayı göz ardı ediyorlar.
-Suriye’yi BM ile işbirliğine nasıl teşvik etmişsek, bu ülkenin kimyasal silahların ne şekilde kullanıldığının belirlenmesi, dolayısıyla da Suriye hükümeti ve Suriye’ye askeri müdahalede bulunmak isteyenlerin aleyhinde kurulan bu tuzağa düşülmemesi için tüm verilerini paylaşması gerektiğini düşünüyoruz.
-Bazıları Amerikalıların her şeyi bildiklerini zannediyorlar. Oysaki Amerikalılar birçok gerçekten habersiz ve çok rahat bir şekilde tuzağa düşebiliyorlar. Bunu hem Afganistan’da hem de Irak’ta gördük. Dolayısıyla aydınlanma oldukça önemlidir. Güçlü ülkeler bazen şüphe ve kuruntuya kapılıyorlar ve sorunlarını güç kullanarak aşabileceklerini sanıyorlar.
-Amerika toplumunun özelliği, bu ülkede baskı ve lobi gruplarının aktif şekilde bulunmasıdır. Eğer Amerikan toplumunda yaşadıysanız lobiciliğin orada bir endüstriye dönüştüğünü anlarsınız. Amerika’nın iç koşullarının tanınması önemli çözüm yollarından bir tanesi sayılır. Amerika’da bütün kararların akla uygun bir ortamda alındığını düşünmemek lazım. Amerika toplumu karmaşık bir toplumdur. Amerika’da kararlar her zaman doğru bilgi ve verilere dayanarak akla uygun şekilde alınır diye bir şey yok. Amerika’nın kararları birçok kez bu baskı grupları tarafından empoze edilmiştir.
-Son zamanlarda Harvard ve Chicago üniversitelerinden tanınmış iki Amerikalı yazar Siyonizm lobisinin Amerikan dış politikasını bu ülkenin menfaatlerinin dışına çıkardığına dair makaleyi kaleme aldılar. Bu bilim adamlarından birisi Amerika’nın ünlü neorealistlerinden Stephen Walt ve diğeri ise ünlü teorisyenlerden olan Mearsheimer’dir. Harvard üniversitesi baskı gruplarının etkisiyle bu bilim adamlarını üniversitenin amblemini söz konusu makalelerinden kaldırmalarına mecbur etti. Bu olay gösteriyor ki Amerikalılar bile her zaman politikaları kontrol edenin Amerika’nın çıkarına olmadığını kabul ediyorlar.
-Küreselleşme ve yeni uluslararası koşullar egemenliğin doğasını değiştirmektedir. Başka bir deyişle egemenlik iktidardan sorumluluğa doğru hareket etmektedir. Eğer bu gerçeğe dikkat etmezsek, iktidarı korumak ve milli gücü pekiştirmek için ondan yararlanamayız. Dolayısıyla evvela bu kavramı anlamamız gerekiyor. Kamu diplomasisi konusuna bu bilinçle ulaşıyoruz. Bir dönem iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu olduklarına inanır, halkı da vatandaş olarak görürlerdi. Yani kendileri tek başına hiçbir kişilik ifade etmezlerdi. Bugün uluslararası hukukta insan, bir konudur. Sorumluluğu olan bir gerçektir. Bundan dolayı kişiyi uluslararası suçlardan ötürü uluslararası ceza divanında yargılamak mümkündür. İnsanın hem hakları ve hem sorumlulukları vardır. Kamu diplomasisi bundan ötürü şekillenmiştir. Bundan önce bir iktidarın temsilcisi başka bir iktidarın temsilcisiyle bir odaya girip bir konu hakkında anlaşıyorlar ve olay bitmiş oluyordu. Bunu bugün yapmak mümkün değil. Zira artık iktidarlar uluslararası arenadaki tek oyuncu değiller. Eğer bu kavram kabul edilmezse uluslararası arenada iyi bir oyuncu olunamaz. Bu hususta değinmem gereken ikinci konu ise şudur, güç kullanmak artık işlevselliğini yitirmiştir.
-Bizce Suriye’de iktidar tarafından yapılan büyük yanlışlar, maalesef suiistimallere zemin hazırlamıştır. Ama bu durumun kötüye kullanıldığını da unutmamalıyız.
-Bence Birleşmiş Milletler bildirisinde gerekli hukuki ve yasal yapı mevcuttur. Bildirinin ikinci maddesinin dördüncü fıkrası her türlü tehdit ve güç kullanmayı yasadışı ilan etmiştir. Böyle bir durumu tersine çevirmek için yapılacak olan her türlü çaba, irticai bir çabadır. Ondokuzuncu yüz yıla geri dönme çabasıdır. Günümüzdeki koşullar ondokuzuncu yüzyıldaki koşullardan farklıdır. Ondokuzuncu yüzyılda savaşlar yönetilebiliyordu. Bugün ise ne savaşı kontrol etmek ne de yönetmek mümkün. Ondokuzuncu yüzyıldaki koşullara dönüş, insanlık için tehlikelidir.
-Savaşı her zaman savaşı kazanabileceğini düşünen taraf çıkarıyordu. Ama yirminci yüzyılda savaşların yüzde seksen beşinde, savaşı çıkaran taraf sonunda yenilgiye uğramıştır. Dolayısıyla halkın bu gerçeği öğrenmesi lazım. Savaşın her koşulda ve her bahaneyle bir araç gibi iktidarların hizmetinde olmasına izin vermemiz, gericiliktir ve çok tehlikelidir.
-Uluslararası camianın demokratik olmayan devletlere karşı halkın ülke içindeki yerel dinamikler vasıtasıyla sorunlarının üstesinden gelmesi için elverişli bir ortam sağlama sorumluluğu vardır. Dışarıdan bir ülkenin askeri müdahale ile baskı ve yerel olmayan mekanizmaların empoze edilmesiyle durum değiştirmeye çalışmanın iyi sonuçları olmamıştır. Bu durum bölgemizde de görülmektedir.
-Şu konuya da değinmek isterim ki neden şu anda İran bölgenin tek istikrarlı ülkesidir? Çünkü ülkemizde kullanılan mekanizma, yereldir. Tabi bunun eksikleri var ve bendeniz insan hakları dersi veren biri olarak onları biliyorum. Ama bu mekanizmanın yerel olması ve biraz iniş ve çıkışın ardından gereken yere ulaşacak olması önemlidir. Ülkemizdeki bu yerel mekanizma 2013 seçimlerini meydana getirdi.
-Bölgemizde iki zıt yöneliş şekillenmiştir. Birincisi eski kafalı aşırı Selefilik yönelişi; diğeri de toplumda her hangi bir dinin varlığına karşı olan aşırı sekülarizimdir. Oysaki eski Sovyetler Biriliği’nin 70 yıllık dini sindirme çabasında başarısı olması dini toplumdan silmenin mümkün olmadığı göstermektedir.
-İslam ülkelerinde İslami temellerden yararlanacak çeşitli yönelişlerin oluşu bizim için sevindiricidir. Fakat bunlardan bir model olarak bahsedemeyiz. Çünkü bu modeller bir takım çelişkiler içermektedir: Aşırılığa kaçması durumunda kendini Mısır örneğindeki gibi kısa bir süre sonra kendi toplumunun ihtiyaçlarını karşılayamayacak duruma gelen şartlar içinde bulmaktadır. Veya diğer yerlerde durum aşırı sekülerizme sürüklenmektedir. Biz başkalarının içişlerine karışmadan, bu modellerde bazı sapmalara yol açacak noksanlıklar görüyoruz. İslam dünyasında hangi modelin gerçekten başarılı olabileceğinin düşünülmesi gerek.
-Esad yönetimi başlangıçta siyasi reformlar yerine antidemokratik girişimlerde bulunmuş ve bu yüzden eleştirilmiş olabilir. İran İslam Cumhuriyeti de Suriye Hükümeti’ni siyasi reformlar yapmaya teşvik etmiştir. Ancak Suriye meselesinin çözümü, İslam, demokrasi ve yirmi birinci yüzyıl ile yakından uzaktan ilişkisi olmayan tekfiri bir grubu Suriye halkının üzerine salmak ve Suriye halkını katletmek olmamalıydı! Bahsettiğimiz bu gruplar kameraların karşısında Suriyeli bir askerin cansız bedeninden kalbini çıkararak ağızlarına alanlardır.
-Bizim Türkiye ile birçok konuda ortak görüşlerimiz var; ancak Suriye konusunda Türkiye Hükümeti’nin çok tehlikeli ve yanlış bir siyaset izlediği kanaatindeyiz.
-İran’ın söylemi, savaş yanlılarının ve aşırıcıların izole edilmesine dayanır. Bence bu işi bu söylemle ileriye taşıyabiliriz. Nükleer konunun çözümü için siyasi irade İran’da mevcut. O da İran’ın haklarının korunması ve her türlü kaygının giderilmesi olmak üzere iki esasa dayalıdır. Biz nükleer silahı yalnızca faydalı görmemekle kalmıyor, aynı zamanda güvenliği ihlal edici bir unsur olarak algılıyoruz. Hatta nükleer silah edinmeyi düşünmek bile bizim nazarımızda güvenliği ihlal edicidir.
-Suriye’ye saldırı sınırlı ve sadece Suriye Hükümetini zayıflatmak amacıyla yapılırsa ne gibi sonuçları olacaktır?
Fark etmez. Amerikalılar bunun sınırlı kalacağını sanıyor. Oysa, böyle bir girişimin ilerde doğuracağı sonuçlar artık bu eylemi başlatan kişinin kontrolünde değildir. Şimdi bu sonuçlar hemen kendini göstermeyebilir, muhtemelen de öyle olacaktır. Amerika’nın muhtemel girişimi, bölgede bizzat Amerikalıların yıllarca koşuşturarak kaldırmaya çalışacağı etkileri de beraberinde getirecektir.
abna
Rehberin İslam inkılabı muhafızlar ordusu komutanları ile görüşmesi
İslam inkılabı rehberi sulta düzeninin İslam inkılabı ile başlıca meselesi, inkılabın başkalarına zulmetmekten kaçınma ve zalimle mücadele mesajından ibaret olduğunu belirtti.
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei İslam inkılabı muhafızlar ordusunun komutanları ve önde gelenleri ve personeli ile görüşmesinde inkılabı muhafaza etmekten sunduğu tanımda, sulta düzeni dünyayı zalim ve mazlum olmak üzere ikiye böldüğünü belirterek İslam inkılabı zulüm karşıtlığı ve zulümden kaçınma mantığını getirdiğini ve bu mantık inkılap mesajının İran sınırlarında mahsur kalmamasına ve milletlerce benimsenmesine sebebiyet verdiğini kaydetti.
Sultacıların ve başta Amerika'nın İran'ın nükleer meselesi etrafında kopardığı yaygaraların ve tüm söz ve davranışlarının sulta düzeni ile İslam inkılabı mesajı arasındaki sürtüşme çerçevesinde değerlendirmek gerektiğini belirten İmam Hamanei, zalim ve sulta düzenine ve uluslararası yağma şebekesine bağımlı iktidarların savaş çığırtkanlığı, yoksulluk ve fesat çıkarma gibi üç temel politikayı izlediğini, İslam'ın bu politikalara karşı çıkması ise sürtüşmenin sebebi olduğunu ifade etti.
İmam Hamanei, İran İslam Cumhuriyeti ne Amerika ne de başkası için ve sırf İslamî inançları çerçevesinde nükleer silah üretmeye karşı olduğunu, ancak İran'ın barışçıl nükleer faaliyetlerine karşı çıkanların başka amaçlar peşinde olduklarını vurguladı.
Konuşmasının bir başka bölümünde İslam inkılabı muhafızlar ordusunun başarılı karnesini bir milletin kimliği, kişiliği ve deneyimlerinin en güzel cilvesi niteleyen İmam Hamanei, inkılapçı yaşamak ve inkılapçı kalmak ve kesin tavır, muhafızlar ordusunun diğer güzel cilveleri olduğunu kaydetti.
İmam Hamanei, muhafızlar ordusu hiç bir zaman dünyada yaşanan değişiklikler veya içeride değişiklik zarureti gibi mazeretlerle esas ve doğru yolundan sapmadığını vurguladı.
Muhafızlar ordusunun inkılabı muhafaza etmek üzere çeşitli gelişmeler ve akımlar hakkında yeterli ve tam bilgiye sahip olması gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei bu kurumun siyaset arenasında faaliyet yürütmesi gerekmediğini, ancak inkılabın koruyucuları olarak her türlü sapkın akım, bağımlı akım veya diğer siyasi akımlar hakkında gözü kulağı açık olması gerektiğini ifade etti.
Diplomisi dünyasının karmaşık bir dünya olduğunu kaydeden İmam Hamanei, diplomasi arenası tebessüm müzakere talebinde bulunma ve müzakere etme arenası olduğunu, ancak tüm bunlar esas sorunun çerçevesinde algılanması gerektiğini vurguladı.
İç ve dış politika arenalarında doğru ve mantıklı hareket etmek gerektiğinin altını çizen İmam Hamanei, kahramanca esnek davranmak, bir temel şarta bağlı kalmak kaydıyda bazen çok iyi ve gerekli olduğunu belirtti. İmam Hamanei, İran milletinin mantık ve bilimsel hesaplarla ilerlediğini, ancak düşman iç çelişkileri yüzünden hatta dile getirmese bile sürekli geri adım attığını ve zafiyet yaşadığını ve bu yüzleşmede gelecek, hesap ve mantıkla ilerleyenlere ait olduğunu vurguladı.
Asla nükleer silah yapmayacağız
Cumhurbaşkanı Ruhani bir kez daha İran İslam Cumhuriyetinin asla nükleer silah üretme peşinden gitmeyeceğini vurguladı.
MHA - Cumhurbaşkanı Ruhani New York ziyareti arefesinde Amerika'nın NBC kanalına mülakat verdi. İran ve Amerika cumhurbaşkanlarının yazışması, nükleer müzakereler, New York gündemi, Suriye'nin kaderi ve Amerika ile İran ilişkileri, mülakatta gündeme gelen konulardı.
NBC Cumhurbaşkanı Ruhani'den naklen Ruhani'nin Batı ile nükleer mesele konusunda uzlaşmak için tam yetkiye sahip olduğunu belirtti.
New York'ta Amerika başkanı Obama ile ilgili bir soruya da Ruhani verdiği cevapta, Obama ile görüşme gündeminde olmadığını, ancak siyaset dünyasında her şeyin mümkün olabileceğini, ancak bunun da şartlara bağlı olduğunu belirtti.
Ruhani New York ziyareti sırasında BM genel kurulunda İran'ın çeşitli uluslararası konular, dış politika ve nükleer mesele hakkındaki görüşünü beyan edeceğini ve dünyadan İran'ın sesini çok iyi duymasını beklediklerini vurguladı.
"Gerçek düşmanımız İran'dır..."
Siyonist rejim istihbarat eski şefi Yaakov Peri, İsrail’in gerçek düşmanının İran olduğunu belirten bir açıklama yaptı.
Mevcut Siyonist hükümetin Teknoloji ve Uzay bakanı olan Yaakov Peri, Siyonist rejim istihbarat kurumlarından Şin Bet’in de bir önceki lideri idi.
“İran’ın terörist bir devlet olduğunu unutmayın” diyen Peri, İsrail için asıl tehdidin Suriye’den değil İran’dan kaynaklandığını belirtti.
Herzliya’daki “Uluslararası Terörle Mücadele Zirvesi”nde konuşan Peri “dünya çapındaki ama özellikle de Akdeniz bölgesindeki terör şebekelerine verdiği destek ve sağladığı imkanlarla İran’ın bir terör devleti olduğunu hatırlamamız gerek” diyerek, Suriye’nin de ani bir şekilde İran’ın (İsrail karşıtı) terör ideolojisinin yayılması hususunda önemli bir basamak haline geldiğini belirtti ve “İran, Suriye’yi İsrail’in (stratejik) güvenliğini tehdit eden bir ülke haline getirmeyi başardı” dedi.
İslami Gündem
"El Kaide olmadan bu savaşlar başlatılamazdı.."
El Kaide Büyük İsrail Projesi için Bir ABD-İsrail Maşasıdır
Press TV İdaho’dan yazar ve gazeteci Mark Glenn ile 11 Eylül saldırılarına ve bu hadisenin Amerikan hükümeti tarafından sunulan resmi anlatısına ışık tutmak amacıyla bir röportaj gerçekleştirdi.
Press TV İdaho'dan yazar ve gazeteci Mark Glenn ile 11 Eylül saldırılarına ve bu hadisenin Amerikan hükümeti tarafından sunulan resmi anlatısına ışık tutmak amacıyla bir röportaj gerçekleştirdi.
Press TV: Mark Glenn siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Siz hangi kamptasınız? Hükümetin 11 Eylül hakkında anlattıklarından şüphe duyuyor musunuz?
Glenn: Şüphesiz bize 19 Müslümanın bu uçakları 11 Eylül günü binalara çarptığını söyleyen aynı hükümet, Saddam Hüseyin'in Amerika'ya karşı kullanılabilecek kitle imha silahları ürettiğini de söylemişti. Ve bugün 11 yılından ardından Irak'ta tek bir kitle imha silahı bile bulunamadı.
Bu nedenle Amerikan hükümeti güvenilmezliğini pekçok defa ispatladı, özellikle de İsrail ile ilgili meselelerde her zaman yalan söyleyecektir. İsrail'i korumak için ne gerekiyorsa yapacaktır. İsrail'in Orta Doğu'daki barbarca eylemleri karşısında BM'de yapılan kınamaları veto edecek, Amerikan halkı aleyhine casusluk ve sabotajda bulunmasına göz yumacaktır.
Press TV: Sayın Mark Glenn, diğer misafirimiz Lee Kaplan'ın bahsettiği şu Yedi Numaralı Bina meselesi, 11 Eylül'deki en tartışmalı konulardan biri. Pek çok mimar ve analist buradaki çöküşün uzaktan kontrollü bir yıkım olduğu sonucuna vardılar. Bu durum bu mimarlar tarafından ispatlandı ve gösterdikleri görüntülerden de belli oluyor. Sizin de bu görüntüleri gördüğünüze eminim, ya da elinizdeki diğer bilgiler... Dolayısıyla en azından bu Yedi Numaralı Bina nedeniyle şüphe etmek için bir neden bulunmuyor mu?
Glenn: Şüphesiz, resmi hikayenin sorgulanmasında uzmanların bilimsel metodu kullanmalarının yasaklandığı sadece iki konu var. Bunlardan biri bakmamıza izin verilmeyen Holocaust. Siyonistlerin konu hakkında dediği herşeyi kabul etmek zorundayız, diğeri de tabii ki 11 Eylül hadisesi.
Hem de burada olayın bize anlatıldığı gibi gerçekleşmediğini gösteren pek çok somut, kelime oyunu olmayan tuhaflıklar bulunmasına rağmen.
Diplomamı inşaat mühendisliğinden almadım fakat fizikten biraz anlarım, serbest düşüş nedir biraz bilirim ve serbest düşüşle çöken binaların nasıl olduğunu bilirim.
Kasti müdahale ve tahrip olmadan o binaların o süre içersinde ve o şekilde çökmelerine imkan yok... daha Yedinci Binadan söz etmedik bile.
Resmi hikayede bize İkiz Kulelere çarpan iki yolcu uçağının bu binaların çöküşüne neden olduğu söyleniyor. Yedinci Binanın çökmesine neden olan şey kendisine çakılan uçak mıydı? Bu cevaplanması gereken çok büyük bir soru ve bence 11 Eylül için yapılacak olan dürüst ve şeffaf bir araştırmada saklayacak çok şeyleri olacak kişilerce de cevaplanması mümkün değil.
Press TV: Mark Glenn, El Kaide terörist örgütünün bunun arkasında yer almasının sebeplerini ilginç buluyorum. Gerçekten de bu Amerika'nın İsrail'e verdiği desteğe karşı yapılmış bir misilleme mi idi? Çünkü Mossad'ı ABD karşıtı en saldırgan üçüncü istihbarat servisi olarak tanımlayan değerlendirmeler mevcut.
Glenn: Evet bu yüzde yüz doğru. ABD hükümeti İsrail'i kendisine karşı yürüttüğü casusluk faaliyetlerinden dolayı (sadece askeri ve politik alanda değil, sanayii alanında da) en saldırgan ve tehlikeli ülkeler arasında sayıyor.
İsrail bizim teknolojimizi alıp düşmanlarımıza satıyor. Bırakın biraz casusluk ve 11 Eylül hakkında konuşayım. Şu resmi bir gerçek ki 11 Eylül sabahı gerçekleştirilen tek tutuklama, hadisesi Liberty State Park'ta (New Jersey) sevinç çığlıkları atarak kulelerin yıkılışını kameraya alırken halk tarafından görülen 5 İsrailli istihbaratçının tutuklanmasıydı. Bu kişiler tutuklandıktan sonra sessizce İsrail'e gönderildiler. Michael Chertoff İsrail televizyonunda bunların Mossad ajanı olduklarını ve “hadiseyi kaydetmekle görevlendirildiklerini” itiraf etti.
Şimdi eğer İsrail'in hadiseden önce haberi yoksa nasıl bu pozisyonda yer alabiliyorlar?
Sadece 11 Eylül sabahında tutuklanan bu 5 istihbaratçı da değil, başka 200 Mossad ajanı da 11 Eylül'ün öncesinde ve hemen sonrasında tutuklanmıştılar. Hepsi de kim oldukları sorularının cevabında yalan makinesini geçememişlerdi. Hepsi özellikle elektronik takipte ve patlayıcı alanında askeri eğitim almıştı ve bunların tümüi İsrail'e geri gönderildi.
Bunun gerçekleşmediğini kimse iddia edemez. ABD hükümeti bunu ilan etti, dünyadaki tüm anaakım medya kaynaklarında yayınlandı, hatta İsrail medyasında bile bu konu ele alındı.
Press TV: Mark Glenn, sizce El Kaide ABD'nin dostu mu düşmanı mı?
Glenn: El Kaide CIA'nin yarattığı bir şeydir. Hillary Clinton bile bunların bizim adamlar olduğunu itiraf etti...
El Kaide Amerikan halkının düşmanı, fakat Amerikan ve İsrail istihbaratının enstrümanıdır.
El Kaide olmadan ABD ve İsrail Orta Doğu'daki bu savaşları başlatamazdı. Bu çok açık, Suriye'de olmakta olan bu. Libya'da olan da buydu.
El Kaide olmadan terörle savaş olmaz, Benyamin Netenyahu ve kabilesinin bastırdığı Büyük İsrail Projesi gerçekleşemez. Bu yüz yıllık bir savaş. Benyamin Netenyahu bunu geçenlerde itiraf etti ve Büyük İsrail için tüm Ortadoğu'yu ateşe atmaya kesin kararlılar. Bütün bu teröre karşı savaş hikayesinin nedeni budur, buna ilave olarak İslam ile de savaşıyorlar; çünkü İslam tüm dünyayı ele geçirmelerinin önündeki yegane felsefi engeldir.
medyasafak.com/Press TV
İmam Hamanei’nin Suriye krizini sonlandıran tehdidi
El Ahbar'dan İbrahim el Emin, Suriye krizinin sonlandırılması hakkında önemli bilgiler ifşa etti: "Bunlardan birincisi Ayetullah Ali Hamenei’nin Umman Sultanı Kabus ile görüşmesinde şunları söylemesiydi: Kim Suriye’yi yıkıma uğratmak isterse, bölgedeki gaz ve petrolünü kaybetmeye de hazır olmalıdır.”
Lübnan'da yayın yapan El Ahbar gazetesi genel yayın yönetmeni İbrahim el Emin 13 Eylül tarihli köşe yazısında, bazı diplomatik kaynaklara dayanarak Suriye krizinin arka planında yaşanan mesaj trafiği ve psikolojik savaşın ayrıntıları hakkında çok önemli bilgiler verdi. İşte o yazının ilgili bölümleri:
“Yakın gözlemciler, Moskova'nın Tahran ve Şam'daki müttefiklerine, planlanan askeri operasyonun iddia edildiği gibi sınırlı olmayacağını, rejim güçlerini zayıflatarak muhalefetin Şam'ı kuşatıp Humus'u tekrar ele geçirmelerine imkân verecek daha geniş bir kampanyanın parçası olduğunu söylediklerini ifşa ettiler.
Buna göre Suriye'nin müttefikleri durumu ciddiye alarak hemen güçlerini seferber etmeye ve büyük çatışma için hazırlanmaya başlamışlar. Bu amaçla da büyüklüğü ve hızıyla Rusları bile şaşırtan bir savunma stratejisi yürütmeye giriştiler. Suriye'nin stratejik silahlarını hazırlamak için gösterilen özel bir çabaya, yapılacak saldırının sonuçları hakkında Amerikalıları uyaran mesajların iletilmesi eşlik etmiş.
Moskova, Amerikalı muhataplarına Şam'ın İran ve Hizbullah müttefikleriyle birlikte her hangi bir sınırlı saldırıyı kabul etmeyeceğini ve kendilerini büyük bir savaşa hazırladıklarını, kendilerinin de kenarda ellerini kavuşturup oturmayacaklarını, ABD'nin muhalefeti desteklediği gibi Rusya'nın da Suriye rejiminin arkasında duracağını iletti.
Bunlar arasında iki hayati önemde mesaj vardı. Bunlardan biri Tahran tarafından, diğeri de Moskova'dan gönderildi ve kaynaklar bunların olayların akışında çok büyük etkisi olduğunu söylüyorlar. Bunlardan birincisi İran'ın Dini Lideri Ayetullah Ali Hamenei'nin Umman Sultanı Kabus ile görüşmesinde şunları söylemesiydi: 'Kim Suriye'yi yıkıma uğratmak isterse, bölgedeki gaz ve petrolünü kaybetmeye de hazır olmalıdır.'
İkincisi de Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin'in Amerikalı meslektaşına 'Suriye'nin ülkesi için, İsrail ABD için ne kadar önemliyse o kadar önemli olduğunu ve Washington'un saldırısının sadece bölgeyi değil tüm dünyayı istikrarsızlaştıracağını' söylemesiydi."
medyasafak
Irak'ta kanlı Cuma...
Irak'ın başkenti Bağdat'ın kuzeyindeki Bakuba bir Sünni caminin yakınında iki dakikak ara ile patlayan bombalar sonucu en az 30 kişi öldü 42 kişi ise yaralandı.
Bakuba kentinde el-Salam Camii nde kılınan Cuma namazı esnasında bir camiye düzenlenen çifte saldırıda en az 30 kişi hayatını kaybetti.
Patlamalar Cuma namazı sırasında cami yakınlarındaki bir yolda meydana geldi.Yaşanan iki patlama sonrasında en az 41 kişinin de yaralandığı açıklandı.
Saldırıyı henüz üstlenen olmadı.Irak 2003 yılındaki Amerikan işgalinden bu yana en kanlı saldırılara sahne oluyor.
İmam Hamanei’nin 2013 yılın Haccını önemini degerlendirdi - Tam Metin
İslam Cumhuriyeti her daim bölgede yaşanan gelişmeleri yakından takip etmektedir.
Bismillahirrahmanirrahim
Siz değerli kardeşlerime, bacılarıma ve İslam toplumunda önemli bir yere sahip İbrahimi Hac ve Medine-i Münevvere ziyaretçilerine hizmet eden çalışanlarına hoş geldiniz diyorum.
Bu büyük iftiharın ahiretiniz için bir yatırım olmasını ümit ederim. Bu hayırlı kuruluşta öyle ihlasla çaba gösterin ki amelleriniz inşallah güneş gibi parlasın. Hac kurumunda çalışan tüm kardeşlerime zahmetlerinden dolayı teşekkür ediyorum. Yaptığınız ve yapacağınız işler takdire şayandır. Bu işler ister kültürel, ister manevi, ister ahlaki ve ister eğitim alanında olsun. Veya amel etmek, hayata geçirmek, organize ve tertip alanında olsun.
Öncelikle şunu belirtmek isterim ki Mukaddes İslam dinini koruyan ve ihya eden amellerden biri, Hac farizasıdır.
Doğrudur, İslam'ın destek ve kuvvet noktası bir iki şeyle sınırlı değildir. Ama hac ameli sahip olduğu kendine has özelliklerle önemli bir etkendir. Hac, Müslümanların sahip olduğu kudretin ve İslam ümmetinin iktidarının nişanelerindendir.
Farklı coğrafyalarda yaşayan, değişik etnik ve mezhebi yapıya sahip biz Müslümanlar, İslam ümmetinin gerçek kimliğini derk edebilme şerefine nail olabilirsek, hac farizasının bu ümmetin iktidarının, yenilmezliğinin, izzetinin ve onurunun mihenk taşlarından biri olduğunu anlarız.
Ama ne yazık bizleri dünyanın batısından doğusuna tek ümmet haline getirecek fikri, ahlaki ve siyasi olgunluğa henüz ulaşamadık. Eğer bunu başarabilirsek Hac farizasının önemini daha iyi anlayacağız.
Bu gün İslam Cumhuriyeti'nin hacca bakışı da bu doğrultuda olmalıdır. “Kudret vesilesi”. Ama nasıl bir kudret?
Bu iktidar ve güçten maksadımız acaba maddi, politik ve sulta altına alma anlayışında bir iktidar mıdır? Yoksa kültürel ve dil iktidarı mıdır?
Hayır, bütün bunlardan çok daha büyük bir iktidardır.
Hac amelinin iktidarı, İslam kültürünün dünyaya tanıtılmasından öteye bir anlam taşır. İnsanları manevi olarak yetiştirir ve her türlü zorluğa göğüs germelerini sağlar.
Gözlerin haccın melekuti havasında huzur bulmasının dışında, gözle görülemeyecek hakikatlere kapı aralar. Bunlar dokunarak, temas edilerek anlaşılacak şeyler değildir. Orada insan İslam'ın bazı manevi ve ahlaki hakikatlerini anlar. Hac böylesi bir şeydir.
Haccın gereklerinden birisi, hacı adaylarının kutsal topraklarda bu önemli İslami farizayı yerine getirirken birbirleriyle kelimenin tam anlamıyla kardeş olmaları ve herkese kardeş gözüyle bakmalarıdır. Bırakın bir düşman olarak bakmayı hatta bir yabancı gibi bile bakmamalarıdır. Birbirine aynı hedefte ilerleyen iki kardeş gözüyle bakmalılar. Aynı şeyi arayan ve aynı menzile yol alan iki kardeş gibi görmeliler.
Ayeti Kerime buyuruyor: "…hacda fasıklık, cidal (sürtüşmek, kavga etmek) yoktur."
Buradaki cidal'den maksat düşmanla olan cidal değildir. Tam aksine hac, düşmana karşı cidalin tezahürüdür. Bazıları bu ayetle beraat programını sorgu altına alıyorlar. Ayette yasaklanan cidal şirkle ve küfürle olan cidal değildir.
Şirkle ve küfürle mücadele, İslam'ın temel düsturlarından birisidir. Hacda yasaklanan ve olmaması gereken cidal, kardeşlerin birbirleriyle olan kavgasıdır. Müminlerin, tevhide yürekten inananların birbirleriyle çekişmesidir. Bu cidal yasaklanmıştır ve olmamalıdır. Sadece dille cidal değil belki kalbimizde birbirimize karşı nefret duyguları uyandıran her türlü çekişme yasaklanmıştır.
İslam düşmanlarının Müslüman coğrafyada alevlendirmek istedikleri kardeşler arasındaki bu çekişme ve kavgadır. Buna çok dikkat edin.
Şia ve Ehlisünnet veya diğer mezheplerin birbirleriyle olan inançsal ihtilafları kardeşlik bağını zedeleyemez. Ama bu akidevi farklılıklar, ruhsal ve davranış bozukluklarına sebep olursa zamanla çatışmaya, gerginliğe ve düşmanlığa yol açar. Ve bu İslam düşmanlarının hedeflediği, hayalini kurudğu şeydir.
İslam düşmanları çok iyi biliyorlar ki eğer mezhepler arasındaki görüş farklılıklarını cidal ve kavga vesilesine çevirerek Müslümanları birbirlerine düşürür ve birbirleriyle çatışmalarını sağlarlarsa siyonist rejim bölgede daha rahat nefes alacaktır. Bu nedenle bir taraftan hem Şia'yı hem de Ehlisünnet'i tekfir etsin diye ifratçı grupları beslerken diğer taraftan da satın aldıkları bir grup kuklayı kıvılcım halindeki bu ateşi körüklesinler hatta ateşe benzin döksünler diye örgütlemektedir. Bunu sizde görüyor ve duyuyorsunuz, haberdarsınız. Amerika'da, Londra'da haberleşme aygıtlarını görsel ve yazılı medyayı bu piyonların hizmetine sunuyorlar. Ne Londra'dan ve ne de Amerika'dan tebliği yapılan Şialık bizim sözünü ettiğimiz, savunduğumuz Şialık değildir.
Şia alimleri ve kanaat önderleri her daim ve bilhusus İmam Humeyni rehberliğinde zafere ulaşan İslam İnkılabından sonra İslam ümmetinin birlik, beraberlik ve kardeşliği için çok çaba sarf etmiştir. Ama başka bir grup ateşi alevlendirerek çatışma ve kavga ortamı yaratmaya çalışıyor. Bu düşmanın istediği şeydir. Bunlar ne Şia'dır ne Sünni'dir.
Bu hiç bir mezhebin dostu olmayan düşmanın bir oyunudur. Bunları iyi tahlil etmeli ve çok dikkatli olmalıyız.
Haccın kudretine dayalı hedeflerden biri de İslami kültürün Müslümanların yayılmasıdır.
Bazıları İslam Cumhuriyeti hakkı bir şeyler duymuş olabilir ama kulaktan duyum, bu ülkeden biriyle oturup karşılıklı sohbet etmekten onu dinlemekten çok farklıdır. İran İslam Cumhuriyeti hakkında bir çok şey duymuş olan biri duyduklarını sizlerden dinleyerek mukayese eder ve hakikati bu şekilde anlar. İslam Cumhuriyeti aleyhine yapılan propagandalar insanı vahşete düşürecek kadar fazla ve vahimdir. İslam Cumhuriyeti aleyhine farklı kanallarla karalama politikası izleyen birçok yayın kuruluşu vardır. Afrika'da, Asya'da, Arap veya Arap olmayan bir ülkede yaşayan genç internetin başına oturduğunda, ülke içinde veya dışında yayın yapan televizyon kanalını seyrettiğinde, eline bir gazete aldığında İslam Cumhuriyeti hakkında yazılanın yalandan başka bir şey olmadığın nereden bilsin?
Hac organizasyonuna katılmanızın nedenlerinden biri bu hakikatleri insanlara ulaştırmanızdır. Sadece dille değil, hem dille hem de amelle. Onlara gerçek İslam'ı anlatın. Şia'nın hakikatlerini, İslam İnkılabının değerlerini söyleyin ve bu günlerde cereyan eden maceraların içyüzünü açıklayın.
Hac insanın maneviyatının güçlenmesine vesiledir.
Azizler;
Cihat meydanlarından zaferle çıkmamız kalbimizde yeşerttiğimiz iman tohumunun güçlü olmasına ve Allah'a tevekkülümüzün tam ve sağlam olmasına bağlıdır. Maneviyetsiz hareket olmaz. İman olmadan karşılaştığımız zorlukların üstesinden gelemeyiz, Allah'a tevekkül edilmeden düşmanın zahiri gücünü unutup hakiki kudreti göremeyiz. Zafer için tevekkül gerekir, iman gerekir, Allah'ın vaatlerine hüsnüzan gerekir ve bunlar haccın sunacağı nimetlerdendir. İnsanlar oraya "لیشهدوا منافع لهم" (Kendilerinin menfaatlerine (faydalandıkları şeylere) şahit olsunlar.) görmek için giderler. Bu faydalar sadece dünyevi değil belki hem dünyevi hem de uhrevidir.
İşte hac budur.
Evet, eğer dikkat ederseniz düşmanlar, İslam dünyasında fikirsel, ruhsal ve mezhebi konularda ihtilaf çıkarma girişimleri dışında kundakçılık da yapıyorlar. Komşu ülkelere şöyle bir bakın. Pakistan, Irak, Suriye, Bahreyn ve daha bir çok yerde olaylar çıkarmaktalar. Şia-Sünni bahaneleriyle ateşler yakmaktalar. Bazen ne Ehlisünneti ne de Şia'yı ilgilendirmeyen bir meselenin üzerine Şia ve Sünni etiketi yapıştırıp olayları ateşi körüklüyorlar.
Ben bu konuya mükerrer vurgu yaptım. Siyasi hırs ve hedef için bölgeyi ateş girdabına sürüklemeye niyetindeler.
Irak'ın falan şehrinde, falan mahallesinde bir bomba patlasın, yeterki patlasın patlamada 50 masum insan ölsün umursamazlar bile. Suriye'de iç karışıklık olsun ve ülke yavaş yavaş harabeye dönsün. Veya Mısır'da yada başka bir ülke ismi ve mezhebi önemli değil. Amerika meşru olmayan menfaatleri için bu ülkelerde bu oyunlara başvuruyor.
Şimdi ise Suriye'de Amerika'lıların yeni planları var. Bunun yeni bir siyasi oyun olmamasını ümit ediyorum. Günlerdir bu ülke halkı savaşla tehdit ediliyor. Zararının savaşa sebep gösterilen nedenden çok daha fazla olacağı bir faciaya yol açmak ABD gibi kendi menfaatleri için her yola başvuran bir ülke için çok doğal bir şeydir. Kendi menfaatlerini koruyacak kanunlar yasalaştırıp sonrada menfaatlerini koruyan bu yasaları uygulamaya geçirmek için her şeyi caiz bilirler. Bunun için kendileri dışında onlarca ülke yerle bir mi olmuş, binlerce insan menfaat ve can kaybımı yaşamış hiç önemli değil.
Bu zihniyet böyledir. İnsanlığın ve insan ırkının çoğunluğunun faydasına olan menfaatler onların umurunda değil. Adına milli menfaatler diyorlar. Ama aslında korumaya çalıştıkları kendi menfaatleri de değil belki insanlığın asıl düşmanı olan Siyonistlerin menfaatidir. Geçen 70-80 yıl zarfında hiç bir insani ve ahlaki kuralı tanımayan, uymayan sermayedarlarının menfaatidir.
Son birkaç gündür savaş ve bombardıman tehditleriyle bölgeyi iyice huzursuzlandırmaya çalışıyorlar. Eğer bu tehditlerinde ciddi olsalardı, günlerdir çığırtkanlığını yaptıkları şeyden geri adım atmazlardı. Bu bir çark ediştir. Ümidim son kararlarının ciddi olmasından yana.
İslam Cumhuriyeti her daim bölgede yaşanan gelişmeleri yakından takip etmektedir. 70 küsür milyonluk bir millet olarak bizim yapmamız gereken, bu coğrafyanın hassas bir bölgesinde bulunan konumumuzu doğru bir siyasetle, İslami değerler ve iktidardan faydalanarak sabitkadem kılmak için çaba harcamaktır. İslam'dan öğrendiğimiz insani ve ahlaki değerleri tüm beşeriyete sunalım ve onları İslam'ın insanlığa hediye ettiği şeye davet edelim. Bu bizim vazifemizdir.
Mükerrer söylemişimdir. Milli iktidarın sağlamlaştırılması ilk etapta doğru inanç ve imanla sonra tek millet olma bilinciyle, mesullerin vazifelerini layıkıyla yerine getirmesiyle, halk ve yöneticilerin birlikteliğiyle ve tabi AllahTeala'ya tevekkül ile mümkündür.
Akıl, maneviyat, tevekkül ve ihlasla amel bölge olaylarında da etkili olmuştur. Şimdiye kadar olduğu gibi.
Ümidimiz bu manevi huzura sarılarak güçlü mantığınız ve açık basiretiniz ile iştirak edeceğiniz hac merasiminde İslam'ı, Müslüman olsun ve gayri müslim olsun tüm dünya halklarına ulaştırmanız, ferdi ve umumi saadetin sağlanmasına vesile olmanızdır.
Dualarınızda bizleri de hatırlayın.
Bu yıl güzel ve manevi bir hac merasimi yaşamanızı temenni eder, Allah'ın inayet ve lütfünün başta bu ülke insanları olmak üzere dünyanın her noktasından gelen hacılara olmasını ümit ediyoruz.
İnşaallah kabul olmuş bir haccınız olsun.
Vesselamu aleykum ve rehmetullah
Savaşı başlatanlar bitiremeyecek
İran ve Irak dışişleri bakanları, kimyasal silahı her kim kullanmış olursa olsun ayrım gözetilmeksizin mücadele edilmesi gerektiğini açıkladı.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad, resmi bir ziyaret için gittiği Bağdat’ta Irak Dışişleri Bakanı Hoşyaz Zebari ile ortak bir basın toplantısı yaparak ikili ve bölgesel konularda açıklamalarda bulundu.
Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, bir gazetecinin Suriye’ye ilişkin bir sorusu üzerine “Hiç kimse İran ve Irak halkı kadar kimyasal silahtan etkilenmedi ve hiç kimse İran ve Irak halkı kadar uluslar arası toplumun Sadam Hüseyin’in kullandığı kimyasal silahlar karşısındaki aldırışsızlığının kurbanı olmadı. Kimyasal silah kullanmanın mahkum edilmesi gerektiğini bizlerden daha iyi kimse anlayamaz. Kimyasal silah kullanımını mahkum etme ve onunla mücadele etme konusunda herkesten çok hak sahibi olan bizlersiz. Bu konuda güçlü ahlaki delillerimiz var” dedi.
Amerika’nın Suriye’ye yönelik muhtemel saldırısına değinen Zarif, “Biz bölgenin yeniden ateşe atılmasından kaygılıyız. Bu ateşin dünya için tehlikeli olduğunu biliyoruz. Herkesi uluslar arası yasalara bağlı kalmaya, güç kullanımından sakınmaya ve Suriye’deki savaşın ve kardeş kanının durdurulması için tüm tarafları masaya çağırıyoruz” dedi.
ABD Başkanı tuzağa düşüyor
İrna haber ajansının haberine göre de Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, savaş tamtamları çalanların bölgeyi verecekleri ateşten herkesin zarar göreceğini belirterek “tüm çabamızı savaşı önlemek için harcıyoruz; çünkü savaşı başlatanın bu savaşı bitiremeyeceğini biliyoruz. ABD Başkanı, başkalarının hazırladığı tuzağa düşüyor. Umarım bu tuzaktan kurtulma dirayetini gösterir. Kendini ve bölgeyi her tarafı kaplayacak ateşten korur” dedi.
Savaşla tüm sorunların çözülebileceği yönündeki hayalcilikle mücadele ettiklerini belirten Zarif, “Savaşla sorunları çözebileceğini sananlar yüz yıl öncesinde yaşıyorlar. Medeniyet sahibi olduğunu iddia eden bir ülke BM sözleşmesinin güç kullanımını yasaklayan maddesini nasıl görmezden gelebilir?” diye konuştu.
Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari de Suriye sorununun bu ülkenin kendi halkının çözmesi gerektiğini belirterek Suriye’ye yapılacak bir askeri saldırının siyasi çözüm çabalarını engelleyeceğini söyledi ve Irak’ın Suriye’ye saldırı için bir rampa olarak kullanılmasına izin vermeyeceklerini ifade etti.
İşgalci İsrail BaşbakanıNetanyahu: İran’a kanmayın, baskıları arttırın
İşgalci İsrail Başbakanı Netanyahu dün akşam bir kez daha İran’a yönelik baskıların arttırılmasını istedi.
İşgalci İsrail Başbakanı Bünyamin Netanyahu dün akşam yaptığı bir açıklamada, bir kez daha İslami İran’a yönelik bakıların arttırılması talebinde bulundu.
Netanyahu bu hususta bir bildiri yayınlarken “Uluslararası topluluğun İran’a kanmaması, söz yerine amel istemesi gerekiyor. İran’a karşı baskıların arttırılması lazım” diye kaydetti.
Netanyahu ayrıca “İran’ın uranyum zenginleştirme işini durdurması, zenginleştirdiği maddeleri çıkartması, Fordu tesislerini kapatması ve Polotonyum reaktörü yapmayı durdurması için uluslararası topluluğun bu ülkeye karşı baskılarını yoğunlaştırması gerek” diye belirtti.