کارگر

کارگر

Türkiye'de düzenlenen karate kupasına katılan İranlı yıldız karateciler kupanın şampiyonu oldu.

İran yıldız karate milli takımı Türkiye'de düzenlenen serbest kupaya katıldı.

18 takım halinde 400 yıldız karatecinin katıldığı kupada İranlı yıldızlar kupanın şampiyonu oldu.

Erkekler ve kızlar kategorilerinde düzenlenen kupada İranlı yıldızlar 6 altın, 5 gümüş ve 4 bronz madalya kazandı

Suriye’nin Türkiye, ABD ve Siyonist rejim gibi ülkelerin saldırı ateşinde yanmakta olduğunu ifade eden Tahran Cuma hatibi, Suriye’de El Kaide olmadığını diyen John Kerry’nin bu iddiası gülünç olduğunu söyledi.

Tahran Cuma hatibi Hatemi hutbesinin bir bölümünde Suriye krizine işaret ederek, Suriye’nin Türkiye, ABD, Siyonist rejimi, İngiltere, Suudi Arabistan, Katar gibi ülkelerin saldırı ateşinde yanmakta olduğunu söyledi.

Suriye’nin batı liberal demokrasisinin skandal yeri olduğunu ifade eden Ayetullah Ahmed Hatemi, suçsuz kadın ve çocukları öldürmenin yanısıara kızların ellerini bağlayarak babalarını öldürmek ve de müslümanların kalbini çıkartarak kameralar karşısında yemenin batı liberal demokrasisinin sakandalı olduğunu belirtti.

ABD Dışişleri BakanıJohn Kerry’nin geçen hafta El Kaide hakkında yaptığı değerlendirmesine işaret eden Tahran Cuma hatibi, Suriye’de El Kaide olmadığını diyen John Kerry’nin bu iddiası gülünç olduğunu söyledi.

Tahran Cuma hatibi Ayetullah Hatemi, Irak, Suriye ve Pakistan’daki teröristlerin ABD tarafından desteklendiğini dile getirerek, buna rağmen Amerikalılar utanmadan insanlıktan bahsettiklerini konuşmasına ekledi.

Suyriye yönetimi kimyasal silah kullandığı iddialara karşı çıkan Ayetullah Hatemi, muhaliflerini günden güne geri püskürten Suriye yönetimin kimyasal silaha başvurmasına ihtiyacı olmadığını söyleyerek bu ithamın sahte olduğunun altını çizdi.

Kudüs Gücü Komutanı General Kasım Süleymani "Artık Suriye konusu Amerika için bir haysiyet meselesine dönüşmüştür ve bu nedenle bütün güçleriyle çabalayarak zafere ulaşmayı ümit etmektedir. Ama biz Suriye’yi sonuna kadar savunacağız” dedi.

 Rajanews Haber Ajansı'nın bildirdiğine göre, Devrim Muhafızlarının Kudüs Gücü Birimi Komutanı General Kasım Süleymani dün Uzgörürler Meclisi'nde (Meclis-i Hubregân) yaptığı konuşmasında Irak'taki Eşref Kampı'na yapılan baskına değinerek, bu baskınlarda münafıkların önderi olan 50'den fazla kişinin öldürüldüğünü ve 10'unun da kaybolduğunu, bunun Mirsad Operasyonundan da çok daha önemli olduğunu vurguladı ve aslında Allah'ın vaadinin gerçekleştiğini söyledi.

General Süleymani, “Bazıları bizim Suriye konusundaki tutumumuzu eleştirerek Suriye'yi neden bu kadar desteklediğimizi soruyorlar, onlara cevaben şunları söylemek istiyorum. Bizler düşmanların propagandalarını önemsemiyoruz çünkü Suriye direniş hattının öncüsüdür ve bu inkâr edilemez bir gerçektir, bizlerin vazifesi Müslümanları desteklemektir zira onlar her zaman zulüm ve baskı altındalar'' diye devam etti.

General Süleymani Suriye'ye saldırı konusunda yedi ülkenin ön safta yer aldığına değinerek bunların Beşar Esad hükümetini devirebileceklerine inandıklarını söyledi ve bu ülkelerin Katar, Türkiye, Suudi Arabistan, Fransa, İngiltere, Amerika ve İsrail olduğuna kaydetti.

General Süleymani ayrıca İsrailli liderlerin Esad hükümetinin devrilmesi konusunda son derece ısrarlı olduklarını, öyle ki Esad'ın yerine El- Kaide'nin gelmesini bile tercih edeceklerini söyledi.

General Süleymani şöyle devam etti: “Kaddafi'nin devrilmesinin ardından Fars Körfezi'nde yer alan ülkelerden biri İran'ın Libya'ya nüfuzunu engellemek amacıyla burada 4 milyar dolarlık yatırım yaptı. Günümüzde de bu ülkelerin çoğunluğunun gündemindeki en önemli konulardan bir tanesi İran korkusunu yaymaktır.

General Süleymani Şii-Sünni çatışmasına da değinerek şunları söyledi: “Bazı bölge ülkeleri İran'ın bu coğrafyaya nüfuz etmesini istemiyorlar. Katar bu uğurda Suriye'de 12 milyar dolar harcamıştır, ama şu da bir gerçektir ki İran bütün bunlara rağmen İslam ülkelerinde çok önemli bir nüfuza sahip olagelmiştir.”

General Süleymani, Suriye'de savaşan isyancıların %95'inin dışardan geldiğini, geri kalan %5'lik kısmının da Suriye Ordusundan kaçanlardan müteşekkil Özgür Suriye Ordusuna bağlı kişilerden oluştuğunu ve Suriyeli Selefi grupların bir kısmının da bu yüzde %5'e dahil olduklarını kaydetti.

General Süleymani şöyle devam etti: “Çeşitli ülkelerden gelen her türlü insanı içinde barındıran El-Nusra cephesi insanın kanını donduracak türden, o kadar vahşi cinayetler işliyor ki insanın dili çoğunu söylemeye bile varmıyor. Eğer Suriye'de bir seçim gerçekleşecek olursa muhalifler bile oylarını Esad'a vereceklerdir çünkü Esad'ın bunlardan çok daha demokratik olduğuna inanıyorlar.”

General Süleymani ayrıca El-Kaide'nin Irak'ta Sünni âlimleri öldürerek Şii-Sünni savaşı çıkarmaya zemin hazırladığının altını çizdi.

General Kasım Süleymani “Amerika ne Mısır'da demokrasi, ne de Suriye'de insan hakları peşinde ve ne de İran'da nükleer enerji meselesinden dolayı endişe duymaktadır. Amerika'nın asıl hedefi direniş hattını kırmak. Artık Suriye konusu Amerika için bir haysiyet meselesine dönüşmüştür ve bu nedenle bütün güçleriyle çabalayarak zafere ulaşmayı ümit etmektedir. Ama biz Suriye'yi sonuna kadar savunacağız” dedi.

İmam Hamanei, Amerikalı yetkililerin Suriye konusunda hata ve yanlış yaptıklarını ve buna göre de kendilerine gelen darbe hissedeceklerini ve kesinlikle zararlı çıkacaklarını belirtti.

 Perşembe günü Rehberlik Uzmanlar Meclisi başkanı ve üyeleri ile görüşen İmam Hamanei, istikbar cephesinin bölgenin meselelerini kendi çıkarlarına göre çözümlemeye çalıştığını belirterek, istikbarın bölgedeki varlığının tecavüze, zorbalığa ve aşırı taleplere dayandığını ve bu varlığı sürdürmek için her türlü direnişi yok etmeye yönelik olduğunu, fakat direnişi yok edemediğini ve bundan sonra da yok edemeyeceğini vurguladı.

İstikbarın bölgeye yönelik esas amacının siyonist rejim ekseninde bölgeye musallat olmaktan ibaret olduğunu belirten İmam Hamanei, son günlerde kimyasal silah bahanesi ile başlayan Suriye ile ilgili gelişmelerin amacının da aynı olduğunu, ancak Amerikalı yetkililerin Suriye meselesi ile insani açıdan ilgilendiklerini telkin etmeye çalıştığını ifade etti.

Bölgede bir grup işbirlikçinin sünni adı alıtnda ve bir grup işbirlikçinin de şii adı altında faaliyet yürüttüğünü hatırlatan İmam Hamanei, sünni ve şii alimlerin İslamî mezheplerin arasında ihtilafların yeni saflaşmalara ve düşmandan gafil olunmasına sebebiyet vermemek için dikkat etmeleri gerektiğini kaydetti.

İslamî uyanış sürecine de temas eden İmam Hamanei, İslamî uyanışın yok olduğunu düşünmek, yanlış bir düşüncedir , çünkü İslamî uyanış Müslümanlara özgüven aşılamak ve İslam'a dayanmak sureti ile İslamî toplumlarda yaygınlaşıyor, bugün bölgede yaşananlar istikbarın ve en başında Amerika'nın İslamî uyanışa tepkisidir, dedi.

Mısır'daki gelişmeler hakkında da  İmam Hamanei "Eğer Mısır'da Siyonist İsrail ile mücadele sloganı olsaydı ve Amerika'nın vaatlerine karşı geri adım atılmasaydı ve ilkelerin üzerinde durulsaydı, bugün Mısır diktatörü hapisten kurtulmaz ve yerine Mısır halkının seçtiği insanlar hapse atılarak yargılanmazdı" diye konuştu.

İran İslam Cumhuriyetinin 30 yılı aşkın bir süre tüm düşmanlıklara ve komplolara karşı iktidar, nüfuz ve yeteneklerini geliştirme bakımından çok daha güçlendiğinin altını çizen İmam Hamanei, bu iktidarın, Siyonist rejim kanser tümörüdür ve yok olması gerekir diyen İslam Cumhuriyeti nizamının kurucusu İmam Humeyni'nin (ra) görüşü doğrultusunda oluştuğunu vurguladı.

 

Ayetullah Ali Saadet Perver'in dostlarından ve tarikat yolcularından birine yazdığı irfani mektubu. Dikkate alındığı takdirde yüz yıllık yol, bir yılda kat edilir inşallah.

 Bismihi Teala

Size ve tarik ehli dostlarıma olan uzun bir muhabbetimden dolayı, Allah'a suluk yolunda salik için faydalı olacak şeyleri tezekkür babından hatırlatmayı gerekli gördüm. Dikkate alındığı takdirde yüz yıllık yol, bir yılda kat edilir inşallah.

1. Farz ve vacip şeylerin yapılması, haram ve günahların terk edilmesi. Ondan sonra imkan ölçüsünde müstahapların yerine getirilmesi ve mekruhların terk edilmesi gerekir. Müstahplardan gece namazına ve sabah ezanından önce uyanmaya çok fazla önem vermeli, aynı şekilde namazları ilk vaktinde kılmak, Kur'an kıraat etmek ve Allah Resulü (Allah'ın selamı ona ve ehlibeytinin üzerine olsun) ve evlatlarına (Allah'ın selamı üzerlerine olsun) tevessül etmeyi terk etmemeli.

2. Üstadın gerekliliği ve onun dediklerini yerine getirmek, hal, söz ve göreceği müşahede ve hatta gördüğü rüyaları bile ona söylemek ve üstat yanında görüş bildirmemek.

3. Her şeyde ifrat ve tefritten sakınmak.

4. Dikkat ve hisleri dağıtacak konuşmalardan, aynı şekilde söz ve davranışlarında –isterse salik olsun- kayıtsız olan arkadaş ilişkilerinden sakınmak gerekir.

5. Murakıp saliklerle ilişki ve arkadaşlık oldukça güzeldir, ancak eğer kendisine has bir inancı varsa suluk işlerinde üstadının buyurduğu düsturların dışındaki şeylere dikkat etmemelidir, zira tefrika oluşturur.

6. Dünya ehli, yemek, yatmak ve her şeyin iyisini elde etme dışında bir çabası olmayanlarla ilişkiler zararlıdır, ancak zaruret miktarı kadar olmalıdır.

7. Salikin tek derdi kendi olmalı ve onun için uğraşmalıdır. Ömrünü onun bunun arkası sıra edeceği sözlerle –gıybet olmasa bile- geçirmemeli, faydasız ve gereksiz sözlerden kaçınmalıdır.

8. Sukut ve sessizliği kendisine şiar edinmelidir, ancak ihtiyaç miktarı kadar olmalı, zira sürçmelerin çoğunun sebebi dildir.

9. Nefsani isteklerden –mümkün olduğunca ve teşhisle- sakınmalıdır. Her olayda ve nefsinin serkeşliğinde en azından kendisi için bir tercih noktası bulmak için istihareye bakılmalıdır.

10. Her iş ve amele teammülsüz olarak –isterse zaman çekse bile- dahil olmamalıdır. Üstat ve salik dostlarla istişare oldukça gereklidir.

11. Salik, başına gelen işleri, itminan merhalesine yetişine kadar üstadı dışında birilerine söylemekten kaçınmalıdır.

12. Allah'ın kulları konusunda kötümserlikten sakınmalı, kendisini ıslah düşüncesine kapılmalı ve kendisindeki noktaların üzerinde titizce durmalıdır ki böylelikle başkalarının ayıpları nazarına gelmemiş olsun. Elbette emri bil maruf ve nahyi anil münker konusu başka bir konudur.

13. Tüm mücahide ve zahmetler ruhun takviye olması ve nefsin bu tabiat aleminden kopmasından ötürü olduğundan onun takviyesi için çaba sarf edilmelidir. Onun takviye edilmesinin yolu ise zikredilen konulara imkan ölçüsünde ehemmiyet vermekten geçer. İhtiyaç dışındaki maddi yönlerin takviyesinden sakınmak gerekir.

Unvanı Basri Hadisi, Ehlibeyt (aleyhimu's selam) takipçileri için çok kıymetli ameli düsturları içine alan bir çok salik ve ariflerin üzerinde önemle durduğu değerli bir hazinedir. Maliki Mezhebinin kurucusu İmam Malik'in 94 yaşındaki öğrencisi Unvanı Basri adındaki bir kişinin bir gün gelerek İmam Cafer Sadık'tan öğüt ve nasihat istemesini konu alan bu hadisi şerifi Şia'nın çok değerli alimlerinden Şeyh Bahai kendisi el yazısı ile yazmış ve Allame Meclisi onu Biharu'l Envar kitabında nakletmiştir. İmam Cafer Sadık'ın (a.s) Unvanı Basri ve tüm Allah'a doğru yol kat etmek isteyenlere öğütlerini içeren bu altından daha değerli hadisi şerifi siz okuyucularımızla paylaşıyoruz.

 Unvanı Basri[1]Rivayeti ve Tercümesi

Unvan-i Basri ömrünün üzerinden 94 yıl geçmiş yaşlı bir adamdı. Kendisi şöyle anlatıyor: “Ben sürekli (Ehli Sünnet mezheplerinden Maliki Mezhebinin kurucusu) Malik b. Enes’in yanına gidip geliyordum ve onunla yakın bir irtibatım vardı. Cafer b. Sadık (aleyhi selam) Medine’ye geldiğinde ben o hazretin de yanına gidip gelmeye başladım. Malik b. Enes’ten yararlandığım gibi ondan da ilmi istifadeler elde etmek istiyordum.

Bir gün (İmam Cafer Sadık'ın) huzuruna vardığımda bana şöyle buyurdu: “Ben hükümetin denetimi ve gözetimi altında bulunan biriyim, takip edilmekteyim (serbest olmadığım için zamanımın kontrolü elimde değil, hükümet casusları ve denetleyicileri hareketlerimi takibe almış durumdalar) buna ilave olarak benim gece ve gündüzün belirli saatlerinde virt ve zikirlerim vardır ki onlarla meşgul oluyorum. Benim virt ve zikirlerime mani olma, istediğin ilimleri de Malik’ten öğren! Eskiden onun yanına gidip ilim öğrendiğin gibi şimdi de onun yanına git, ilmini öğren!”

Ben buna çok üzülmüştüm. Sonra oradan dışarı çıktım. Kendi kendime "Eğer Hazret bende birazcık hayır görseydi kesinlikle huzuruna varıp ilminden istifade etmeme izin verirdi" dedim.

Sonra bu düşüncelerle üzgün bir halde Mescidi Nebi'ye girdim ve Allah Resulü'ne (Allah'ın selam ve salatı ona ve ehlibeytine olsun) selam verdim. Ertesi gün Ravza'ya geri döndüm ve orada iki rekât namaz kıldım ve şöyle arz ettim: "Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ben senden Cafer b. Sadık'ın (a.s) kalbini bana şefkatli kılmanı ve ilminden bir miktarını benim rızkım karar kılmanı istiyorum. Böylece ondan öğrendiğim ilimle sırat-i müstakim ve hak yol çizgisinde hareket edeyim."

Kırık bir kalp ve hüzünlü halimle evime döndüm. Kalbim Cafer b. Sadık'ın (aleyhi selam) sevgisiyle dolup taştığı için artık Malik b. Enes'in yanına gidip gelmemi kestim ve bir daha da yanına gitmedim. Dolayısıyla tamamen kabuğuma çekildim, artık sadece namaz için evimden dışarı çıkıyordum. (camide cemaatle namaz kılmak için)

Ama sabrım tükenmiş ve havsalam daralmıştı. İkindi namazımı kıldım. Sabrımın tükendiği ve sinemin üzüntüden sıkıştığı bir halde terliklerimi giydim, abamı omzuma attım ve Cafer b. Sadık'ı (aleyhi selam) ziyarete gittim.

Cafer b. Sadık'ın (aleyhi selam) evine vardığımda hazreti görmek ve ziyaret etmek için giriş izni istedim. O sırada hizmetkârlardan biri dışarı çıkarak bana "Ne istiyorsun?" diye sordu.

"Şerife (imama) selam vermek istiyorum" dedim.

Hizmetkâr: "O, kendi namaz mahallinde ibadetle meşguldür" dedi. Bu cevap üzerine ben Hazretin kapısının önünde oturdum ve beklemeye başladım. Bu şekilde çok kısa bir süre beklemiştim ki birden hizmetkâr dışarı çıkarak "Allah'ın bereketiyle içeri gel (ki Allah sana inayet etsin)"dedi. Davet üzerine içeri girdim ve Hazrete selam verdim. İmam selamımın cevabını verdi ve bana: "Otur, Allah seni bağışlasın" buyurdu.

Hazretin isteği üzerine oturdum. İmam Sadık (aleyhi selam) başını öne eğdi ve bir müddet düşünceye daldı. Sonra kafasını kaldırdı ve bana: "Künyen nedir?” diye sordu.

"Ebu Abdullah” (Allah kulunun babası) dedim.

Bunun üzerine İmam şöyle buyurdu: "Allah künyeni sabit kılsın ve seni Muvaffak etsin ey Ebu Abdullah! Şimdi söyle hacetin nedir?"

Bu sırada ben kendi kendime "Bu ziyaretimden hazrete verdiğim selam ve hazretin hakkımda ettiği hayır duadan başka hiçbir şey elde edemezsem bile bu benim için büyük bir ödüldür" dedim.

Hazret kafasını kaldırdı ve "Ne istiyorsun?" diye sordu.

Arz ettim: "Allah'tan kalbinizi bana yönlendirmesini ve ilminizden beni rızıklandırmasını istedim! Allah'tan Hz. Şerif (İmam) hakkında istediğimin bana verilmesini ümit ediyorum."

İmam sadık (aleyhi selam) şöyle buyurdu: “Ey Ebu Abdullah! İlim öğrenmekle elde edilmez, ilim bir nurdur ki Allah Tebareke ve Teâlâ onu hidayetini istediği kulunun kalbine yerleştirir ancak. O halde eğer ilim istiyorsan ilk merhalede 1. kendi katında (nefsinde) kulluğun (ubudiyetin) hakikatini talep etmelisin; 2. ilme amel ederek, ilmin talibi olmalısın; sonra onu sana anlatması ve kavratması için 3. Allah'tan istekte bulunmalısın."

Dedim ki: “Ey Şerif!”

Dedi ki: “Söyle ey Allah kulunun babası (Ebu Abdullah)”

Dedim ki: “Ey Ebu Abdullah! Kulluğun hakikati nedir?"

Dedi ki: Üç şeydir.

1. Allah’ın kulu, Allah’ın kendisine (emanet olarak) verdiği, yetkilendirdiği şeyler hususunda kendisi için bir sahiplik ve mülkiyet hakkı görmemelidir; Çünkü kullar mülkün (gerçek) sahipleri değildirler, onlar Allah’ı bütün malların ve mülklerin hakiki maliki (sahibi) olarak görürler ve o (malları) Allah’ın kendilerine infak edilmesini emrettiği yerlerde infak ederler.

2. Allah’ın kulu kendisi için maslahat ve tedbir gibi bir düşünce içinde olmamalıdır.

3. Kulun bütün zikri ve fikri şu olmalıdır ki Allah ona neleri emretmiştir ve onu nelerden sakındırmıştır. (Allah’ın kendisine neler yüklediğini, ondan neler istediğini ve nelerden sakındırdığını ve kendisine neleri haram kıldığını düşünür.)

Dolayısıyla eğer Allah’ın kulu, Allah’ın kendisine verdiği şeylerde kendisi için bir malikiyet hakkı görmez ise işte o zaman Allah’ın infak edilmesini emrettiği yerlerde harcaması kolay olur. Kul, işlerinin tedbirini asıl müdebbirine (Allah’a) havale ederse dünyanın sıkıntıları ve musibetleri ona kolay gelir ve kendisini Allah’ın emrettiği ve yasakladığı şeylerle meşgul ederse işte o zaman bu iki işten feragat edip kendisini insanlara göstermeye, gururlanma ve insanlara karşı böbürlenmeye fırsat bulamaz. Dolayısıyla eğer Allah kuluna bu üç şeyi ikram ederse o zaman dünya, iblis ve mahlûkat onun için kolay ve katlanılabilir hale gelir; artık dünyanın peşinden koşmaz, mal biriktirme, insanlara karşı övünme ve böbürlenme arzusunda olmaz (ki keşke benimde şu kadar malım mülküm olsaydı da bende aziz ve saygın biri olsaydım) demez, günlerini boş ve batıl işlerle geçirmez.

Bu (makam) takva merdiveninin ilk basamağıdır. Yüce Allah şöyle buyuruyor: “İşte ahiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takva sahiplerinindir. (Kasas–83)"

Dedim ki: “Ey Ebu Abdullah! Bana nasihat et, öğüt ver”

Dedi ki: “Sana dokuz şeyi tavsiye ediyor ve öğütlüyorum; Bu öğütlerim Allah yolunda yürümek isteyen kimselere nasihatimdir ve Allah’tan seni onlara uymaya muvaffak kılmasını ve bu yolda sana tevfik merhamet etmesini diliyorum! O dokuz şeyden üç tanesi nefsi terbiye ve eğitme hakkındadır, onlardan üçü hilm ve sabır hakkında ve üç tanesi de ilim ve marifet hakkındadır. O halde ey Unvan! Onları ezberle, aklına yerleştir, sakın bunlara amel etme konusunda gevşeklik gösterme!

Unvan şöyle diyor: “Ben, Hazretin bana buyuracaklarını alıp, onlara amel etmek için düşüncemde ve kalbimde olan her şeyi boşalttım ve kendimi can kulağıyla hazrete odakladım."

Sonra İmam Cafer Sadık (aleyhi selam) şöyle buyurdu:

“Nefsi terbiye edip, eğitmeye gelince:

1. Sakın istek ve iştahının olmadığı bir şeyi yeme! Çünkü iştahsızlıkla yenen yiyecek insanda ahmaklık ve cehalet icat eder

2. Sakın acıkmadan bir şey yeme

3. Bir şey yemek istediğinde helal olan şeylerden ye, Allah’ın adını an ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şu hadisini hatırla: “İnsanoğlu, karından daha kötü bir kabı doldurmamıştır.” Dolayısıyla karnın yemeğe ihtiyaç duyacağın kadar acıktığında yemek ye, karnının üçte birini yemeğe, üçte birini suya ve üçte birini de nefes almaya ayır!

Hoşgörü Ve Sabra Ait Üç Şey

1. Biri sana şöyle derse: “Eğer sen bana bir söz (hakaret, küfür vb. gibi sözler) söylersen sana on misli cevap vereceğim” Sen ona şöyle cevap ver: “Eğer sen bana on söz (küfür, çirkin sözler vb.) söylersen benden tek bir cevap bile işitmeyeceksin!”

2. Seni azarlayıp, sana çirkin sözler ve hakaret edene şöyle de: “Eğer hakkımdaki sözlerin doğruysa Allah’tan beni affetmesini istiyorum ve eğer dediklerin yalan (ve iftira ) ise o zamanda Allah’tan seni affetmesini diliyorum."

3. Eğer biri sana “Sana küfür edeceğim, kötü sözler söyleyeceğim” diyerek korkutursa sen ona “ben senin hakkında hayır dileyeceğim ve hakkına riayet edeceğim” diyerek onu müjdele!"

İlim Hakkında Olan Üç Şey

1. Bilmediklerini âlimlere sor

2. Sakın âlimleri hataya düşürmek, onların (ilimlerini) sınamak ve onlara galebe etmek amacıyla soru sorma

3. Sakın kendi rey ve görüşünle bir işi yapmaya kalkışma ve yolunu bilmediğin (içinden çıkamadığın) bütün işlerinde Allah’ın emrine muhalefet etme hatasına düşmemek için ihtiyat yolunu kendine ilke edin! Yırtıcı bir aslandan kaçtığın gibi (kendi görüşüne göre ) fetva vermekten öyle sakın! Ve boyunu insanlar için geçiş köprüsü yapma.

Artık yanımdan kalk ey Allah kulunun babası (Ebu Abdullah)! Şüphesiz sana öğüt verdim. Virt ve zikrimi bozma. Kuşkusuz ben, ömür ve zamanımdan geçen her an için hesap yapmaktayım. Ve onun bir anının bile boş bir şekilde telef olmasından endişeliyim. Allah'ın selam ve selamet derecelerinin tamamı hidayete tabi olanların üzerine olsun.

* İmam Cafer Sadık’tan (aleyhi selam) rivayet edilen bu rivayeti Allame Meclisi Biharu’l Envar kitabının 1. Cildinin 224. Sayfasında nakletmiştir.

--------------------------------------------------------------------------------

[1] — Ayetullah Seyyid Muhammed Hüseyin Tahrani “Ruhu Mucerred” kitabında şöyle diyor: “Ağa Gazi, (Allame Tabatabai’nin ahlak üstadı) menşei genellikle kin, hırs, şehvet, gazap ve dünya lezzetlerinden yararlanmada aşırıya gitmekten kaynaklanan nefs-i emmareyi ve maddi isteklere galebe etme hususunda seyri ve suluk yolunda yürümek isteyen öğrencilerine ve müritlerine “Unvan-i Basri Rivayeti’ni” tavsiye ediyordu. Üstat öğrencilerinden bu uygulamalı ahlaki desturları yazmalarını ve içeriğine amel etmelerini istiyor ve bunun seyri sulukta esasi ve çok mühim bir destur olduğunu hatırlatırdı. Üstat buna ilave olarak şöyle diyordu: “Bunu yazın cebinizde taşıyın ve haftada en azından bir ya da iki defa mütalaa edin."

Perşembe, 05 Eylül 2013 07:23

Karaman’a Teşekkür ve Beşir’e Cevap

Bismillahirrahmanirrahim

Yenişafak gazetesinin 25 ağustos tarihli sayısında iki yazı yayınlandı; biri “Caferîler, Nusayrîler ve Hizbullah” başlığı altında Sayın Hayrettin Karaman’a aitti, diğeri de “Yaratan bilmez olur mu? başlığıyla Faruk Beşer’e. Sayın Karaman adı geçen yazısında, siyasi yönden, Şia camiasının Hizbullah Teşkilatı gibi bazı siyasi kurumlarını eleştirmenin yanı sıra -ki bu siyasi eleştirlere cevap vermek konumuz dışındadır- Caferî Şiasının akidesi hakkında doğru bilgi vermekten çekinmemiştir. Bu da onun gerçekleri gören ve bildiği gerçekleri söylebilen bir alim olduğunu gösterir. Biz, bu yüzden kendisine teşekkür ediyoruz.

Ama Faruk Beşer adlı yazara gelince; o “Yaratan bilmez olur mu?” başlıklıklı yazısında Allah’ın ilminin cüz’ileri ve vuku bulmamış şeyleri kapsadığına dair akidevi ve aynı zamanda felsefi konuyu işlemeye çalışmıştır; ama ne yazık ki adı geçen şahıs yazısının bir bölümünde Şia’yı dolaylı olarak suçlayarak şöyle demiştir:

“Rafızilerin önde gelenlerinden Hişam bin Hakem (v. 230) Allah'ın eşyayı yaratmadan önce sadece küllileri bilebileceğini, cüz'ileri ve insanların gelecekte neler yapacaklarını bilemeyeceğini söylemiş. Allah'ın da insanlar gibi etten kemikten oluştuğunu, boyunun kendi karışıyla yedi karış olduğunu vehmetmiş. Yani bir bakıma o da tanrısını kendi yaratmış. Bunları söylerken de Kuranı Kerim'deki 'Biz sizi imtihan edeceğiz, hanginiz cihat ediyor, hanginiz sabrediyor bilelim diye…' (47/31, 11/7) gibi ayetlerden hareket etmiş. Razî gibi dirayetli müfessirler de böylelerine hak ettikleri cevabı vermişler.”

Rafiziler “reddedenler” anlamına gelir; diğerlerinin kabul ettiği bazı görüşleri Şia’nın reddettiğini ifade eder; bu vasfı muhalifler ve düşmanlar, Şia hakkında yermek maksadıyla kullanırlar. Böylece o dolaylı olarak Şia’nın da -neuzubillah- Allah’ın her şeye ilmi olmadığı veya onun cisim olduğu gibi batıl inançlara sahip olduğunu ima etmiştir.

Oysaki Beşer’in bu sözü, Şia akidesiyle tanışıklığı olan bir kimse nazarında batıl ve gülünç bir iftiradan ibarettir.

Çünkü biri çıkıp da “Peygamberin sahabilerinin büyükleri puta tapan idiler!” ve buna karşı bir kimse: müslüman birisi puta tapmaz, diye itiraz ederse o: Sahabiler müslüman olmadan önce puta tapıyorlardı, maksadım işte budur, demesine benzer.

Evet Hişam b. Hakem de rical ve teracim alimlerinin yazdığına göre, Şia mezhebine intisap etmeden önce “Cehmiye” fırkasına ve bazılarınca “Dehriye” fırkasına bağlıydı. Bu fırkalardan ikincisi Allah’ı inkar ettiğinden kafirdirler; birinci fırka ise zahiren müslüman olmalarına rağmen cebre (kulları Allah işlerine mecbur yarrattığına) ve Allah’ın ilmini muhdes yani bir şey oluşumundan sonra onu bilmek türünden olduğuna ve bir şey oluşmadan onu bilmediğine inandıklarından en azından sapık ve batıl bir fırkadırlar.

Ama Hişam, amcası Ömer b. Yezid’in yardımıyla İmam Ca’fer Sadık’la (a.s) tanıştıktan sonra İmam’ın çabaları sonucu bütün bu batıl inançlardan uzaklaşmış ve akide de hakka sarılmıştır; İmam Ca’fer Sadık ve İmam Musa Kazım’dan ve onların özel talebelerinden aldığı derslerle Şia’nin önde gelen kelamcilarından sayılmıştır.

Faruk Beşer’in naklettiği görüşler, Zehebi’nin Siyer-i A’lam kitabında İbn-i Hazm’den naklen Hişam’a isnat edilmişse de Zehebi, bunun için hiçbir tutarlı kaynak zikretmemiştir ve bu görüşlerin onun hayatının hangi dönemine ait olduğu da zikredilmemiştir. Bir de Zehebi’nin kitabının muhakkiki dipnotta bu bilgilerin kitabın asıl nushasında Hişam b. Hakem’e değil, Hüşam b. Amr’e ait olduğunu ama kendisinin İbn-i Nedim’in Fihrist’ine nazaran Hişam b. Hakem’in adının altına aktardığını söyleyerek kitapta açık bir tahrif yaptığına itiraf etmiştir.

Ayetullah Uzma Hoi, Mu’cem Rical’il-Hadis adli değerli eserinde Hişam b. Hakem hakkında gelen bütün rivayetleri inceldikten sonra onu yeren veya onun mucessime’den olduğunu ileri süren rivayetlerin senedinin zayıf hatta uyduruk olduğunu ifade etmiş ve onun yüksek bir ilmi mevkiye sahip güvenilir ve değerli bir Şia kelamcısı olduğunu bildiren onlarca hadise dayanarak onun hakkında bu tür isnatlara itibar etmenin mümkün olmadığını delillendirmiştir. (bk Mucem Rical’il-Hadis c. 19 272 – 294.)

Faraza, Hişam b. Hakem’in Allah’ın ilmi ve Onun cisim olduğu konusunda yanlış akidelerinin varlığını kabul edelim, yine de onun bu inançlarının Şia’yı bağlamadığı açıklanmalıdır; çünkü Şia’nın akidesi yüzyıllar boyunca tedvin edilen akide, kelam, tefsir ve diğer kitaplarında açıkça belli olduğu gibi, bu akideyi taşıyan milyonlarca insanın nezdinde de malumdur ve bunu gizlemek veya farklı göstermek mümkün değildir.

Buna göre “Şia’nın ilk dönem önde gelen kişilerinin inancı Allah’ın cisim bilmek yönündeydi sonradan görüşleri değişti,” demek de Şia’da tedvin edilen bütün eserlerin ve kaynakların Allah’ı cisim olmaktan tenzih yönünde olmasını nazara aldığımızda taasuptan kaynaklanan bir iddia sayılır.

Konunun açıklık kazanması için Şia’nın Allah’ın ilminin kuşatıcı oluşu ve cisim olmadığı görüşüne kısaca değinelim:

Şia’nın, Allah’ın ilmi Hakkındaki İnancı:

Şia, Allah’ın her şeyi ve her olayı geçmişte olsun veya gelecekte bildiğine ve hiçbir şeyin kulli olsun veya cüz’i ona gizli olamdığına inanır.

Allah Teal Kur’an’da buyuruyor ki:

Gökte ve yerde olan hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz. (Al-i İmran, 5)

Yine buyruyor ki:

Gaybın anahtarları O'nun katındadır; O'ndan başka kimse onları bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi O bilir. (Ağaçtan) bir yaprak bile onun bilgisi olmadan (yere) düşmez. Yerin karanlıklarındaki her tane, her yaş ve kuru, mutlaka açıklayıcı bir kitapta kaydedilmiştir. (En’am: 59)

Yine buyuryor ki:

Göklerde ve yerde zerre ağırlığında bir şey O'ndan gizli kalmaz. Bundan daha küçük veya daha büyük ne varsa, hepsi apaçık bir kitaptadır. (Sebe: 3)

Hz. Ali buyurmuştur ki:

“Allah gökten yağan yağmur damlalarının sayısını ve yıldızların sayısını, rüzgarın akışını, kayalar üzerindeki karıncanın ayak izini, zerrelerin karanlık gecelerdeki yerini, yaprakların düşüşünü bilir.( Nehc’l-Belağa Hütbe: 178)

Yine buyurmuştur ki:

“Allah çöllerdeki yabani hayvanların sesini, kulların halvetlerde işledikleri günahları, büyük denizlerdeki balıkların hareketini ve kasırglar vasıtasıyla suların dalgalanmasını bilendir.” (a.g.e: 198)

İmam Ca’fer Sadık (a.s)’tan bu konuda nakledilen bir rivayet şöyledir:

Mansur b. Hazim diyor ki İmam Ca’fer Sadık’a: Sizce vuku bulmuş ve kıyamete kadar vuku bulacak olan her şey Allah’ın bilgisi dahilinde mi? diye sordum. İmam: Evet, gökleri ve yeri yaratmadan önce bunları biliyordu, dedi. (Tevhid-i Saduk, s. 135)

Yine İmam Ali Riza (a.s) şöyle demiştir:

“Allah Azze ve Celle eşyaları yaratmadan kadimden onlara bilgisi vardı O Rabbimiz ne yücedir, eşyalar olmadan onlara ilmi vardır, dilediği gibi.” (a.g.e: 137)

Şia’nın akidesi bu çerçevede şekillenmiş ve Şia akidenin tedvin edildiği kitaplar da istisnasız açıkça bunu delilleriyel ispatlamaktadır.

Şia’nin büyük muhaddislerinden olan Allame Meclisi bu gerçeği şöyle ifade eder:

“Şia Mezhebinin zaruriyatından biri Allah’ın ezelden ebede her şeyi, -Onun ilminde de hiçbir değişiklik olmadan- cüziyat olsun kulliyat olsun bildiğidir. Ama felasife’nin çoğunluğu bu konuda muhalif görüşe sahiptirler. Onlar (Felasife) Allah’ın cüziyatın bilgisini Allah’tan nefyetmişlerdir. Eski felasifenin Allah’ın ilmi konusunda garip görüşleri vardır. Bazıları, Allah’ın hiçbir şeyi bilmediğini iddia etmiş; bazıları kendisinden başka bir şeyi bilmediğini söylemiş; bazıları bunun aksini söylemiş; bazıları da kendisinden başka her şeyi bilmez sadece bazı şeyleri bilir, demiştir ve bazıları da aşyayı ancak vuku bulduktan sonra bilir, demişlerdir. Bu son görüş bazı rivayetlerde de yer aldığına göre Eb-i Hüseyin Basrı’ya ve Hişam b. Hakem’e isnat edilmiştir. Belki de hak mezhebi seçmeden onun (Hişam b. Hakem) görüşü buymuş veya nakledenler onun bazı sözlerini iyi anlamamışlar. Bütün bu batıl görüşler, açıkça küfürdür. Kesin deliller, bu görüşlerin batıl olduğunu bildirmektedir.” (Biharu’l-Envar c. 4 s. 88.)

Şia’nın Allah’ın Cisim Olmadığına Dair Akidesi

Bu konuda da Şia’nın akidesi açıktır; Şia Allah cisim olmadığına ve bir mekan veya zamana sınırlanamayacağına ve bu yüzden de görülmesinin imkansız olduğuna inanmaktadır.

Şia’nın büyük fakıhleri Allah’ın gerçek manada cisim olduğunu söyleyenlerin kafir olduklarına hükmetmiştir. Bu husuta Şeyh Tusi onların müşrikler gibi necis olduklarını ve artıklarını yemenin haram olduğunu açıkalmıştır. Muhakkik Hilli ve diğer fakıhler de aynı görüşü savunmuşlardır. Her halukarda Allah’a cisim özelliklerini veren fırkaların sapık ve batıl inanca sahip olduklarında hiçbir Şia alimi ve fakıhı terddüt etmemiştir. (Bk. El-Mebsut, Şeyh Tusi, c. 1 s. 14; Er-Resailu’tsi’ Muhakkik Hilli, s. 277; Tehriru’l-Ahkam, Allame Hilli, c. 1. S. 157.)

Kısacası sayın Faruk Beşer, bilgi yetersizliğinden mi veya başka sebeplerden mi bu yazısında, dolaylı olarak Şia mezhebini tohmet altına almış oysa açıklandığı üzere bu taasupla yoğrulmuş insafsızlık ve bilgisizliktir.

Bir de Beşer’in yazısında Hişam b. Hakem vefatı 230 hicri olarak nakledilmiştir, bu da açık bir hatadır; çünkü onun vafatı hakkında Necaşi, 299 hicri, Keşşi 279, İbn-i Nedim, 175 tarihlerini zikredilmişlerdir ve araştırdığımız kadarıyla hiçbir muteber kaynakta onun 230 yılına kadar yaşadığı yer almamaktadır.

 

Murtaza Turabi – Kum İlmi Havzası

26 Ağustos 2013

 

 

 1. 27 Mart 2003 tarihinde, yani ABD ordusunun Irak'a saldırısından 7 gün sonraki galibiyet gününde, dönemin ABD başkanı George Bush Beyaz Saray'ın bahçesine acil olarak çağırdığı gazetecilere ABD'nin rakipsiz üstünlüğünü yansıtan bir gururla şöyle demişti “Iraq is over” (Irak'ın işi tamam). Bush'un bu kibirli ifadesi bir saat sonra medyanın birinci başlığı haline geldi. Bundan 9 sene sonra, 2011'in Aralık ayında Obama'nın emriyle en son Amerikan askeri Irak'ı terkettiğinde, Amerikan Forbes dergisi, Bush ve Obama'yı ortak muhatabı kılan manşetinde ise şöyle yazacaktı: “Irak'a Askeri Saldırı ve 9 Senelik İşgalden Elde Ettiklerimiz: 4500'den fazla asker kaybettik, Amerikalı vatandaşların ödediği 5 trilyon dolarlık vergiyi boşa harcadık, İran'ın bölgedeki en büyük düşmanını ortadan kaldırdık, ABD'yi savaş düşkünü olarak tanıttık ve en sonunda da ülkeyi İran'ın dostlarına ve müttefiklerine emanet ettik.” İşte o günlerde, Arabistan'ın dışişleri bakanı Suud el Faysal Washington Post'a verdiği röportajda “Amerikalılar 9 senenin ardından Irak'ı altın tepside İran'a takdim ettiler” demişti.

2. ABD'nin Irak'a yaptığı saldırıdan istediği sonucu alamaması, dahası tam tersini elde etmesinin ardından, Amerikan savaş bakanı ve CIA'nin sabık başkanı Panetta birkaç strateji merkezinin araştırmalarına dayanarak Amerika'nın bölgeye yapacağı her çeşit doğrudan askeri müdahaleyi sonuçsuz ve tehlikeli olarak vasfetmiş ve Amerikan gazetesi USA Today NATO'daki bazı yetkililerin doğrudan askeri müdahale yerine vekalet savaşının (PROXY WAR) zorunluluğuna işaret eden sözlerine vurgu yapmıştı.

3. Direniş ekseninin en temel halkalarından biri ve İslami İran'ın stratejik müttefiği olan Suriye'deki fitneye, işte bu vekalet savaşından yararlanmak suretiyle start verildi ve Türkiye, Arabistan, Katar, Ürdün ve sonraları Mısır (Mursi) Amerika ve müttefiklerinin vekili olarak bu savaşı üstlendiler. Fakat ilk tasavvurlarına ve teröristlere verdikleri geniş askeri, mali ve siyasi desteğe rağmen, bu vekalet savaşı -her ne kadar Suriye halkı için facia doğursa da- Suriye devletini yenilgiye uğratamamakla kalmadı, aksine mukavemetin stratejisinde yeni bir mevsime girmesine ve kader belirleyici yeni kazanımlar elde etmesine yol açtı. Vatan Savunması (Difau'l-Vatani) adlı fedakar ve tecrübeli bir kuvvetin kurulup örgütlenmesi bu kazanımlardan biridir. Defau'l-Vatani, ülkemizdeki Besic kuvvetlerine benzemektedir ve onbinlerce üyesi vardır. Tatbikatlar yerine gerçek savaş meydanında yer almak Orduyu ve Vatan Savunma Kuvvetlerini gerçek savaşı görmüş, tecrübeli bir güce çevirmiştir. Suriye'nin örnek direnişi, mukavemetin mihver güçlerinin Mısır, Yemen, Libya ve Tunus'ta gerçekleşenlerin aksine askeri çatışmalarda yenilgi değil de yeni başarılar elde ettiğini ve bölgesel dengeleri değiştirebileceklerini göstermiştir. Nitekim Amerikan Ulusal Güvenlik Konseyi'nin bu konuda hazırladığı bir raporda, 33 Gün Savaşı'nın Hizbullah'ın yok olması yerine Lübnan'daki etkisinin ve yaygınlığının daha da artmasıyla sonuçlandığını ve daha önce zayıf olan bu ülkenin bölgedeki siyasi ve askeri denklemlerde etkili bir güce dönüştüğü yazılmıştır.

4. Bu günlerde Amerika ile Avrupalı ve bölgesel müttefikleri birkaç senelik vekalet savaşından sonra artık sahneye aşikar şekilde çıkmış ve Suriye direniş mihveri ile çatışmak için askeri pozisyon almış durumdalar. ABD, bazı Avrupalı ve Arap ülkelerin Suriye'ye saldırıda bulunma ihtimali dünya medyasının ilk haberi haline gelmiştir. Bazı uzmanlarca gerçekleşmesi kesin sayılan bu muhtemel savaşın bahanesi de Suriye devletinin teröristler karşısında kimyasal silaha başvurması olarak gösteriliyor. Irak savaşında gösterilen ve daha sonra Bush hükümetince bu yönde hiçbir bulguya rastlanılmadığı itiraf edilen bahanenin tam olarak aynısı. Burada Pazar günü Amerikan Foreign Policy dergisinde benzersiz bir itirafta bulunularak, Irak'ın İran-Irak savaşında İran askerleri karşısında ve Halepçe halkının katliamında kullandığı kimyasal silahların CIA tarafından sağlandığının belgeleriyle ifşa edildiğini de belirtelim.

Suriye ordusunun Şam civarında kimyasal silah kullanmakla itham edilmesinin ardından BM'ye bağlı uzmanlar Suriye devletinin çağrısıyla bu ülkeye geldiler. Uzmanların ilan ettikleri ilk sonuçlar teröristlerin kimyasal silah kullanmak suretiyle 635'ten fazla sivili Şam etrafında öldürdükleri yönünde. Öte yandan BM uzmanlarının elindeki bazı uydu görüntüleri (bunlar belge olarak kaydedildi) teröristlerin kimyasal silah kullandıklarını doğruluyor

5. Son patırtının ilerde gerçekleşecek olan Cenevre Konferansı'nda Suriye'ye taviz verdirmek amacıyla yapılan bir psikolojik savaş operasyonu olması ihtimali mevcuttur. Zira Amerikalılar Irak'a ordu sürdükleri Mart 2003 tarihinden çok daha zayıf ve kırılgan durumdalar ve pek çok Amerikalı ve Avrupalı uzmanın ve muteber medya kaynağının da itiraf ettiği gibi Suriye'ye müdahaleyi tanımlamak için en uygun kelime sadece ahmaklık olabilir. Fakat Bertrand Russell'in dediği gibi “Birkaç kez ahmaklık yapan kişinin tekrar ahmaklık yapması uzak ihtimal değildir.” Burada şunları söylemek zorundayız:

A) Amerikalılar savaş başlatabilirler ama bunu bitirmek onların ve müttefiklerinin elinde değildir. Bu nedenle, ABD Dışişleri Bakanı John Kerry'nin, çoğu savaşa karşı olan Amerikan halkını ikna etmek için söylediği sadece 2, en fazla da 3 gün yapacakları füze saldırılarıyla yetinecekleri sözünün gerçek hiçbir zemini bulunmamaktadır. Bir Alman gazetesi News Deutschland'daki analizde belirtildiği üzere: “Amerikalıların Irak'tan çıktıktan sonra yeni bir savaş başlatma güçleri yok, tıpkı 1982'de Lübnan'ın işini 48 saatte bitirmek isteyen ama buradan çıkması 18 sene süren İsrail gibi.”

B) İsrail, ABD'nin ve Avrupalı müttefiklerinin Aşil topuğu(tek ve en önemli zayıf noktası) konumundadır ve en ufak şüphe olmaksızın Suriye'ye saldırı başlar başlamaz her gün binlerce füze işgal edilmiş toprakların üzerine yağacak ve buradaki hayati tesislerini yerle bir edecektir. Özellikle de 33 Gün, 22 Gün ve 8 Gün Savaşlarında Patriot füzelerinin ve Demir Kubbe füze savunma sisteminin Tel Aviv'i koruyamadığı belliyken.

C) ABD, İsrail ve bazı Arap ülkelerinin fitneleri İslam dünyasının canına tak dedirtmiştir ve uşaklarıyla uğraşmaktansa doğrudan Siyonistlerle yüzleşmek için gün saymaktadır. Suriye'ye yapılacak bir saldırı Müslüman halklara bu altın fırsatı verecektir.

D) Arabistan, Ürdün ve Türkiye gibi ülkelerin Suriye'ye yapılacak bir saldırıya katılacaklarını resmen ilan etmiş olmaları nedeniyle, savaşın başlaması halinde buradaki hükümetlerin devrilmesi için bölge halklarına uygun bir fırsat doğacaktır. Elbette daha çok ticarethaneye benzeyen Katar'ın durumu daha da kırılgandır.

E) Savaşın patlak vermesi durumunda, sahte İslamcılık maskesi altında ABD ve İsrail lehine kaos ve terör eylemleriyle meşgul olan selefiler ve tekfirciler gibi bağımlı ve kiralık akımların artık bu tablo içinde yer almaları mümkün olmayacaktır. Zira İsrail'e ve bölgedeki Amerikan çıkar merkezlerine yapılacak olan saldırılara katılmamaları durumunda yalancı projeleri aksayacak ve halkın şiddetli hücumuyla karşılaşacaklardır.

F) Suriye'ye yapılacak bir saldırı, saldırgan devletlerin maskesini düşüreceğinden Şii-Sünni ve Arap-Acem gibi tefrika doğuran sınırları ortadan kaldıracaktır ve açıktır ki bu şeffaf alan, İslam dünyasının Amerika, İsrail ve kendilerini satmış Arap liderleri karşısında genel seferberliğine yol açacaktır. ABD ve İsrail'in Mısır'da yürüttükleri ortak projenin çöküşü de bunun kesin sonuçlarından biri olacaktır.

6. Şimdi burada şu soru bakidir, acaba Amerika ve müttefiklerinin bu muhtemel ahmaklıklarını iyiye yormalı değil miyiz? İslam'ın ve Müslümanların ezeli düşmanlarının Müslüman halkların yıllardır kendilerini bekledikleri helak vadisine doğru kendi ayaklarıyla yürüdüklerine emin olmalı değil miyiz? Bütün bu tanıklar gösteriyor ki, eğer bu son gürültü psikolojik operasyon değilse, uzun yıllar boyunca süren intikam bekleyişinin sonuna yaklaşılmıştır.

Hüseyin Şeriatmedari  -  Keyhan Gazetesi

Çev: Ozan Kemal Sarıalioğlu

medyasafak.com

 

Perşembe, 05 Eylül 2013 07:12

"Bu bir projeler savaşıdır.."

İran İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komitesi Başkanı Alauddin Brocerdi dün Beyrut’ta Lübnan geçici hükümetinde Dışişleri ve Gurbetçiler Bakanı Adnan Mansur ve Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah ile başta Suriye ve Lübnan olmak üzere bölgenin gündemini masaya yatırdı.

Suriye’deki bunalımın dış müdahale olmaksızın siyasi yolarla çözülmesi gerektiğini belirten Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, “Ben, Suriyelilerden silahı bırakıp siyasi diyalog süreci başlatmalarını talep ediyorum” dedi.

Suriye’deki her türlü şiddeti kınadığını belirten Hizbullah Genel Sekreteri, Lübnan’ın sınırı olan bu Arap ülkesinde kan dökülmesine son verilmesini istiyorum” diye konuştu.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah konuşmasının son bölümünde şu an bölgeye saldırı projesi Suriye’de gerçekleşiyor. Amerika, Avrupa, birçok Arap ülkesi, Körfez ülkesi, bunun bütçesini temin ediyor. Medyada insanlar, yazılar yazıp küfretmeye hazırlar, şu anki ortam bir korkutma ortamı. Gerçekleri açıklamak isteyen birinin tutumuyla ilgili binlerce hesap yapması gerekiyor, özellikle de katliamlar yapılması için birçok fetvaların yayımlandığı bu ortamda…

Bölgeyi tehdit eden tehlikeler konusunda tarafların görüş birliği kaydettiklerini belirten Brtojerdi; bölgenin büyük bir tehlikeden uzak tutulmasında çabaların başarılı olması temennilerinde bulundu.

Brocerdi görüşmenin ardından basına yaptığı açıklamada; Suriye'ye yönelik muhtemel askeri saldırının önlenmesi amacıyla çabaları birleştirme ve yoğunlaştırma olanaklarını ele aldıklarını belirtti.

Brocerdi; muhtemel saldırının olması halinde en büyük hasara uğrayacak olanın İsrail olduğuna dikkat çekti.

 

İran İslami Şura Meclisi'nden 170 milletvekili bir bildiri yayınlayarak, düzenin iradesi doğrultusunda Suriyeli kardeşlerin yanında yer alarak zulme karşı canlarını feda etmeye hazır olduklarını bildirdi.

Suriye’deki direniş cephesine destek amacıyla yayınlanan ve meclis oturumunda okunan bildiride, 170 milletvekili, her gün tekfirci vahşi teröristler tarafından öldürülen Suriye halkına yapılan bu katliama karşı sessiz kalınması sorgulandı.

Suriye’nin direniş cephesine desteklerine vurgu yapan İranlı milletvekilleri, dünya mustazafların ümidi olan Veleyeti Fakih'in emrine tam destek verdiklerini ve düzenin iradesi doğrultusunda dünyayı emperyalist zulmünden temizlemeye hazır olduklarını vurguladılar.

MHA