
کارگر
Ramazan Ayı’na Veda Duası
Allahim ,Sen, (öyle şefkatli) bir mâbudsun ki, affına ulaşmaları için kullarına tövbe adında bir kapı açmışsın; şaşmasınlar diye vahyinden bir delil dikmişsin o kapıya.
Nimetin başlangıçtır; affın lütuftur; cezalandırman adalettir; öngördüğün hayırdır. Verdiğin zaman bağışını minnetle karıştırmazsın; esirgediğin zaman esirgemen zulüm değildir. Şükredene, şükrü sen ilham ettiğin halde, karşılık verirsin; hamd edene, hamdi sen öğrettiğin halde, mükâfat verirsin; öylelerinin kötülüklerini örtüyorsun ki, dileseydin rüsvay ederdin; öylelerine bağışta bulunuyorsun ki, dileseydin mahrum bırakırdın. Çünkü her ikisi de rüsvay olmayı ve mahrum bırakılmayı hak etmişti. Ne var ki sen, işlerini lütuf üzere bina etmişsin; kudretini affetmekle gösterirsin; karşı geleni hilimle karşılarsın; kendine zulümle kasdedene süre tanırsın; sana dönmeleri için onlara mühlet verirsin, onları hemen cezalandırmayıp tövbe fırsatı tanırsın ki, helak olanlarının sana karşı bir kanıtları olmasın; bedbaht olanları ancak defalarca mazur görülüp aleyhlerinde birçok kanıt biriktikten sonra bedbaht olsunlar. Tüm bunlar, affından ve kereminden kaynaklanmakta, şefkatinden ileri gelmektedir; ey Kerîm, ey Halîm.
Sen, (öyle şefkatli) bir mâbudsun ki, affına ulaşmaları için kullarına tövbe adında bir kapı açmışsın; şaşmasınlar diye vahyinden bir delil dikmişsin o kapıya. Kutludur ismin, buyurmuşsun ki: “İçten bir tövbeyle Allah’a dönün. Umulur ki Rabbiniz, sizin kötülüklerinizi örter ve sizi (ağaçlarının) altından ırmaklar akan cennetlere sokar. O gün Allah, Peygamber’i ve onunla birlikte inananları utandırmaz; nurları, önlerinden ve sağlarından gider; derler ki: Rabbimiz, nurumuzu bizim için tamamla ve bizi bağışla. Hiç kuşkusuz, sen her şeye kadirsin.” (Tahrim/8)
Şimdi, sen bu kapıyı açmış, delilini de önüne dikmiş olduğun halde, o ağırlanma mahalline (cennete) girmekten gaflet edenin mazereti olabilir mi?!
Sen öyle (cömert) bir mâbudsun ki, kullarından alacağın şeyin kıymetini artırarak onu paha biçilmez kılarsın. Kullarının seninle ticarette kâr etmelerini, sana gelerek fazlasıyla kazanıp kurtuluşa ermelerini istiyorsun çünkü. İsmin kutlu ve yücedir, buyurmuşsun ki: “Kim iyilik getirirse, ona, onun on katı vardır; kim de kötülük getirirse, ancak onun misliyle cezalandırılır.” (En’am/160) Yine buyurmuşsun ki: “Allah yolunda mallarını harcayanların örneği, yedi başak bitiren bir tane gibidir ki, her başakta yüz tane vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir.” (Bakara/261) Yine buyurmuşsun ki: “Kendisi için kat kat artırması üzere Allah’a güzel bir borç verecek olan kimdir?” (Bakara/245)
Ve, iyilikleri kat kat artıracağına ilişkin Kur’an’da indirdiğin diğer ayetler…
Sen o yüce mâbudsun ki, kullarına gayb âleminden öyle gerçekler bildirmiş, onları öyle şeylere özendirmişsin ki, eğer bildirmeseydin, gözleriyle onları görmez, kulaklarıyla onları duyup kavrayamaz, düşünceleriyle onlara ulaşamazlardı. Buyurmuşsun ki: “Beni anın, sizi anayım; bana şükredin ve sakın bana nankörlük etmeyin.” (Bakara/152) Yine buyurmuşsun ki: “Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) artırırım ve eğer nankörlük edecek olursanız, hiç kuşkusuz, azabım çok şiddetlidir.” (İbrahim/7) Yine buyurmuşsun ki: “Beni çağırın, size icabet edeyim. Hiç kuşku yok, büyüklük taslayıp bana ibadet etmekten kaçınanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” (Mü’min/60)
Böylece, seni çağırmayı (duayı) ibadet, terkini de büyüklük taslamak olarak adlandırmış ve terki için aşağılanarak cehenneme girmeyi vaad etmişsin.
Böyle olunca, onlar da nimetinle seni andılar; ihsanınla sana şükrettiler; emrinle seni çağırdılar; kat kat fazlasını almak üzere senin için sadaka verdiler ki, gazabından kurtulup hoşnutluğunu kazansınlar.
Senin, kullarına yaptığını, bir yaratık diğer bir yaratığa yapmış olsaydı, iyilik vasfını alır, minnettarlıkla anılır ve mümkün olan her dille övülürdü. O halde, hamdine doğru giden bir yol, hamdini ifade edecek bir kelime ve hamdinle ilgili bir anlam var oldukça hamd sana özgüdür.
Ey, kullarına ihsan ve lütufta bulunarak onların övgüsünü kazanan; onları nimet ve bağışına boğan; bize olan nimetlerin ne kadar yaygın, ne kadar boldur; özel lütufların ne kadar çoktur! Bizi, seçtiğin dine, hoşnut olduğun İslam’a, kolaylaştırdığın yola hidayet ettin; katındaki yakınlığa, indindeki saygınlığa ulaşmada gözlerimizi açtın.
Allah’ım, sen, o görevlerin seçkinlerinden, o farzların özellerinden birini ramazan ayı kıldın. Bir nur olan Kur’an’ı o ayda indirerek, o ayda imanı (imanın gerektirdiği amelleri) kat kat artırarak, o ayda (geceleri ibadete) kalkmayı teşvik ederek ve içindeki bin aydan daha hayırlı olan kadir gecesini ululayarak onu diğer aylardan ayırdın; tüm zamanlar ve asırların içinden onu seçtin ve onu yılın diğer vakitlerinden üstün kıldın. Sonra da onun vasıtasıyla bizi diğer ümmetlerden üstün kıldın; onun fazileti için öteki dinlerin mensuplarını değil, bizi seçtin. Biz de emrinle gündüzünde oruç tuttuk; yardımınla gecesinde ibadete kalktık; belki oruç tutup ibadete kalkmakla rahmetin halimize şamil olur, bu vesileyle sevabını kazanırız diye. Çünkü sen, katından umulanla dolusun; fazlından istenilen hususunda cömertsin ve sana yaklaşmak isteyene pek yakınsın.
Bu ay, gerçekten de beğenimizi kazanarak aramızda kaldı; bizimle iyilikle birliktelik yaptı ve bize âlemlerin en üstün kazancını kazandırdı. Sonra da vakti dolunca, süresi bitince, sayısı tamamlanınca bizden ayrılıp gitti. Şimdi biz, ayrılığı bize çok zor olan, bırakıp gitmesi bizi üzüp ürküten, ahdini bozmamamız, saygısını gözetmemiz, hakkını ödememiz gereken biri gibi onunla vedalaşıyoruz. Ve diyoruz ki:
Selam sana, ey Allah’ın en büyük ayı ve ey Allah’ın dostlarının bayramı.
Selam sana, ey bizimle birlikte olan vakitlerin en değerlisi ve ey günler ve saatler içinde en iyi ay.
Selam sana, ey arzuların yaklaştığı, amellerin dağıldığı ay.
Selam sana, ey varlığı pek değerli, yokluğu can yakıcı dost; ayrılığı üzücü olan ümit kaynağı.
Selam sana ki, gelişinle bizi sevindirdin, mutlu ettin; gidişinle bizi üzdün, canımızı yaktın.
Selam sana ki, kalpler sende yumuşar, günahlar azalır.
Selam sana ki, şeytana karşı bize yardım eder, iyilik yollarını bizim için kolaylaştırırsın.
Selam sana ki, cehennem ateşinden kurtulanlar sende çok olur; hürmetini gözeten saadete erişir.
Selam sana ki, günahları silmekte, ayıpları örtmekte üstüne yok.
Selam sana ki, suçlulara çok uzundun; inananların gönlünde pek heybetliydin.
Selam sana ki, günler seninle rekabet edemez.
Selam sana ki, her yönden esenlik olan bir aysın.
Selam sana ki, birlikteliğin bıkkınlık getirmez; muaşeretin kınanmaz.
Selam sana ki, bize bereket getirdin; bizden günahların kirini yıkayıp giderdin.
Selam sana ki, seninle vedalaşmamız bıkkınlıktan, orucunu terk etmemiz yorgunluktan değildir.
Selam sana ki, vaktinden önce aranırsın; kaybetmeden önce üzüntün yaşanır.
Selam sana ki, bereketinle birçok kötülük bizden uzaklaşır; birçok hayır bize ulaşır.
Selam sana ve içindeki bin aydan daha hayırlı olan Kadir gecesine.
Selam sana ki, dün sana pek düşkün iken yarın özleminle yanıp tutuşacağız.
Selam sana ve artık mahrum kaldığımız faziletine; elimizden alınan geçmişteki bereketlerine.
Allah’ım! Biz, bu ayla şereflendirdiğin; bedbahtların, onun vaktini bilmeyip bedbahtlıkları yüzünden faziletinden mahrum kaldığı bir zamanda lütfünle ondaki ibadetlere muvaffak ettiğin, bu ayın ehli kullarınız. Onunla tanışmak için bizim seçilmemizin, ondaki ibadetlere hidayet edilmemizin velisi sensin. Hakkını ödeyemedikse de onda tuttuğumuz orucu, kıldığımız namazı, az da olsa yaptığımız iyilikleri senin yardımına borçluyuz.
Allah’ım, o halde kötülüğümüzü ikrar, ihmalkârlığımızı itiraf etmekle birlikte iyi işlerimizin övgüsü sana aittir. İçten gelen bir pişmanlık, gerçeği ifade eden bir mazeret bildirmekle katından, o ayda kaybettiğimiz faziletleri bizim için telafi etmeni diliyoruz. Allah’ım, o ayda senin hakkını ödeyemediğimiz için bizi mazur gör; ömrümüzü önümüzdeki gelecek ramazana ulaştır. Ulaştırdıktan sonra da layık olduğun kulluğu sunmakta, o ayın hakkettiği itaati yerine getirmekte bize yardım et ve bizi zamanın aylarından bu iki ayda (bu ve gelecek ramazanda) hakkını ödeyebilecek iyi işlere muvaffak eyle.
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bu ayda işlediğimiz küçük ve büyük suçları, içine düştüğümüz günahları, bilerek veya unutkanlıkla kendimize yaptığımız zulümleri ya da başkalarına ettiğimiz hakaretleri bize bağışla; örtünü kaldırarak bizi rüsvay etme; bu ayda düşmanlarımızı halimize sevindirme; kınayanların dilini üzerimize uzun etme; tükenmeyen şefkatin, eksikliği olmayan lütfünle bu ayda bizden yadırgadığın şeylere kefaret olacak, onları bağışlatacak amellere muvaffak et bizi.
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bu ayın gitmesiyle başımıza gelen musibeti telafi et; bayram ve iftar günümüzü bizim için mübarek eyle ve bu günü, geçirdiğimiz en hayırlı, affını en çok çekici, günahı en iyi silici gün kıl.
Allah’ım, bu ayın sıyrılmasıyla bizi de günahlarımızdan sıyır; onun çıkmasıyla bizi de kötülüklerimizden çıkar. Bizi onunla en çok mutlu olanlardan, onda payı en bol olanlardan ve ondan en fazla nasip alanlardan kıl.
Allah’ım, kim bu aya hakkıyla riayet ettiyse; hürmetini hakkıyla koruduysa, gerektiği gibi hükümlerini yerine getirdiyse, layık olduğu gibi günahlardan sakındıysa, hoşnutluğunu kazanacak, rahmetini cezbedecek bir amelle sana yaklaştıysa, kudretinle aynısını bize de nasip et; fazlınla onun kat kat fazlasını bize ver. Çünkü senin fazlın eksiksizdir; hazinelerin kesinlikle azalmaz; ihsanının kaynakları asla kurumaz ve bağışın minnetsiz, tertemiz bağıştır.
Allah’ım, Muhammed ve âline salat eyle ve bize, kıyamet gününe kadar onu oruç tutanların, onda sana ibadet edenlerin tümüne vereceğin sevap kadar sevap yaz.
Allah’ım, mü’minler için bayram ve sevinç günü, İslam ümmeti için toplanma, bir araya gelme günü kıldığın bu iftar günümüzde, işlediğimiz tüm günahlardan, geçmişteki tüm kötü işlerimizden, gönlümüzden geçen tüm kötü düşüncelerden, tekrar günaha dönme düşüncesi olmayan, bir daha hata yapmamaya azmeden biri olarak, şek ve şüpheden arınmış, halis bir tövbeyle tövbe edip sana yöneliyoruz. Bu tövbeyi bizden kabul buyur; bizden razı ol ve bizi bu hal üzre sabit kıl.
Allah’ım, içimizde cehennem azabına karşı öyle bir korku, cennet sevabına karşı öyle bir özlem meydana getir ki, tüm varlığımızla ibadetin tadını, günahın üzüntüsünü duyalım. Katında bizi, sevgini kazanan, itaate dönüşlerini kabul buyurduğun tövbe edenlerden kıl, ey adillerin adili.
Allah’ım, babalarımızı, annelerimizi ve şimdiye kadar gelip geçen, kıyamete kadar gelecek olan tüm dindaşlarımızı bağışla.
Allah’ım, mukarreb meleklerine salât ettiğin gibi peygamberimiz Muhammed ve âline salât eyle. Mürsel peygamberlere salât ettiğin gibi ona ve âline salat eyle. Salih kullarına salât ettiğin gibi ona ve âline salat eyle. Onların hepsine ettiğin salâttan üstün bir salâtla ona ve âline salât eyle. Öyle bir salat ki, bereketi bizi kuşatsın, faydası bize ulaşsın ve sayesinde duamız kabul olsun. Hiç kuşkusuz, sen, kapısına gelinen en kerim, kendisine güvenilen en yeterli ve ihsanı dilenilen en cömert zatsın; ve sen her şeye kadirsin.
Abadan Rafinerii Başkanı FHA'ya açıkladıİran Helikopter ve uçak yakıtı ihracatına başlıyor
Abadan Rafinerii Başkanı Müslim Rahimi, İran hali hazırda helikopter ve uçak yakıtı ihracatı yapacak konumu geldiğini açıkladı.
Abdadan'da muhabirimize demeç veren Rahimi, eğitim uçakları ve helikopterlerin yakıtını rafineri bünyesinde üretmeye başladıklarını belirtti.
LL100 olarak anılan yakıtın dünyada en pahalı yakıtlardan biri olduğunu belirten Rahimi, İran bundan önce söz konusu yakıta olan ihtiyacını yurt dışından karşıladığını kaydetti.
Rahimi, şimdi Abadan Rafineriinde açılan yeni ünite ile birlikte bu yakıt İran'da üretildiğini ve ülke ihtiyacını karşıladığını vurguladı.
İran LL100 yakıtı ihraç edebilecek konuma geldiklerini belirten Rahimi, bu yakıt artık ithal etmediğini ve İran kendine yeter hale geliğini ifade etti.
Bin aydan hayırlı “Kadir Gecesi”
Kur"an-ı Kerim"in inmeye başlamış olması, bu gecedeki ibadetlerin bin aydan hayırlı olmasını, bu gecede meleklerin yeryüzüne inerek, insanların ibadetlerini kaydetmesi ve esenlik ve kötülüklerden uzak olunması gibi sebeblerden dolayı Kadir gecesi adı verildiği söylenir...
Yüce İslam dininde bazı özel günler ve özel geceler bulunmaktadır. “ Yevmullah”ta denilen bu günlere mahsus olmak üzere yapılması tavsiye edilen bir çok rivayetler de bulunmaktadır.
"Kadir gecesi"de bu özel günler içerisinde yer alan, üzerinde özel vurgu yapılan önemli gecelerdendir. "Kadir Gecesinin" önemi konusunda hiç bir islam mezhebi farklı düşünmez. Ama, bu gecenin ne zaman olduğu konusunda farklı rivayetler bulunmaktadır.
K. Kerim’de kendi adına inmiş olan Kadir süresinde “ Doğrusu biz Kuran’ı Kadir gecesinde indirmişizdir. Kadir gecesinin ne olduğunu sen bilir misin? Kadir gecesi bir aydan hayırlıdır. Melekler ve Cebrail o gecede Rablerinin izniyle her türlü iş için inerler. O gece tan yerinin ağarmasına kadar bir esenliktir. “ Kadir suresi 1-5 ayetler.
Bu geceye kadir gecesinin, bu gecede Kur"an-ı Kerim"in inmeye başlamış olması, bu gecedeki ibadetlerin bin aydan hayırlı olmasını, bu gecede meleklerin yeryüzüne inerek, insanların ibadetlerini kaydetmesi ve esenlik ve kötülüklerden uzak olunması gibi sebeblerden dolayı Kadir gecesi adı verildiği söylenir.
İslam kaynaklarında, "kadir gecesi"nin hangi gün olduğu konusunda net bir rivayet bulunmaz. Kadir Gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmez. Ramazan ayının son on gecesinde olduğuna dair rivayetler çoktur. Bir takım hikmetler sebebiyle de Rabbimiz, bize Kadir Gecesinin hangi gün olduğunu bildirmemiş, ama; kadir gecesinin bulunması ve aranması konusunda Peygamber"imizden gelen sahih rivayetler bulunmaktadır.
Şia ve Ehli Sünnet mektebinde "kadir gecesinin" önemi, bu gecede yapılan ibadetlerin sevabları konusunda, alimler tarafından yapılan önemli tavsiyeler de bu mektebin bağlıları tarafından çok iyi bilinmektedir. Çünkü, bu gece bir takdir gecesidir. Bazı zamanların ve bazı mekanların diğerlerine göre üstünlüğü olması da bundan kaynaklanıyor. Allah’ın bazı zamanları diğer zamanlara üstün kılmasının hikmeti de buradan kaynaklanıyor. Farklı rivayetler ve farklı taviseyeler de olsa, "kadir gecesi"nin önemi, feyz ve bereketinin altı önemle çizilir.
Burada, dikkatimizi çeken Şia ve Ehl-i sünnet mektebinde, "kadir gecesi"nin zamanı konusunda farklı görüş ve rivayetlerin bulunduğunu belirtmekte yarar var.
Öncelikle, Ehl-i Sünnet, "kadir gecesi"nin oldukça önemli bir gece, feyz ve bereketinden istifa edilmesi gereken "Kuran-ı Kerim"in" indirildiği gece olarak gördüğünü belirtmekte yarar var. Şia ve Ehl-i sünnet rivayetlerinde de, Kadir Gecesi"nin son on gün içerisinde olduğuna dair görüş birliği bulunmaktadır. Şia mektebinde, özellikle Masum İmamlar"dan gelen rivayetlerde, Kadir gecesinin son on gün içerisinde aranması gerektiği tavsiye edilir. Ehl-i sünnet rivayetlerinde de bu konuda aynı görüş hakim olmakla birlikte Ehl-i sünnetin bazı arifleri, Kadir gecesinin feyz ve bereketinin bütün yıl içerisindeki gecelerde aranmasını da tavsiye ederler.
Ama Kadir Gecesi"nin son on gün içerisinde araması gerektiği konusunda mezhebler arasında ortak görüş bulunmaktadır.
Hanefi mezhebinin kurucusu İmam Azam Ebu Hanife’ye dayandırılan bir görüşe göre, yılın her gecesini kadir gecesi gibi geçirilmesi amacıyla, kadir gecesi yıl içeresinde farklı aylar ve gecelerde dönmektedir. Bu da, her geceyi, Kadir Gecesi"nin feyz ve bereketiyle geçirilmesini amaçlamaktadır.
Kadir Gecesi"nin ramazanın son on gününde ve bu son on günün içerisinde de tek gecelerde aranması yönünde rivayetler daha sağlam ve daha fazladır. Ehl-i Sünnet arifleri, Her geceni Kadir bil, her geçeni Hızır bil” şeklindeki sözü de meşhurdu.
Rabbimiz,
Rızasını, Taatlarda gizlemiş, Gazabını, ma’siyetlerde gizlemiş, orta namazını, diğer namazlar arasında gizlemiş, veli kulunu, halk arasında gizlemiş. Ve Kadir gecesini de Ramazan ayında gizlemiştir.
Mevlana “ ey genç, ne bütün geceler Kadir’dir, ne bütün geceler O"ndan halidir” der. Ama, Kadir gecesinin hangi gece olduğu kesin olarak bilinmemekle beraber, genellikle Ramazanın yirmi yedinci gecesinde olduğu tercih edilmiştir. Hz. Peygamber"in bunun kesinlikle hangi gece olduğunu belirtmemiştir. Ancak, “ siz kadir gecesini Ramazan’ın son on gün içerisindeki tek rakamlı gecelerde arayınız” hadisi meşhurdur.
Buhari ve Müslim gibi Ehl-i Sünnet mektebinin sahih hadis kaynaklarında Peygamber"imizin, “ siz kadir gecesini Ramazan’ın son on gün içerisinde ve tek rakamlı gecelerde arayızın” hadisi ışığında Kadir gecesini son on günde aramak gerekir. Ehli- sünnet dünyasında, Ramazan’ın 27. gecesinin kadir gecesi olabileceğinin yüksek olduğu görüşü hakimdir. Buyüzden de Ramazan’ın 27. gecesi Kadir gecesi olarak kutlanır.
Tebyan
İMAM HUMEYNİ’ (RA) VE DÜNYA KUDÜS GÜNÜ’NÜ
BEYANNAME VE KONUŞMALARINDAN BAZI BÖLÜMLER
Dünya Kudüs Günü’nün İlanı
Bismillahirrahmanirrahim
Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan’da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü “Kudüs Günü” olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ’dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.
Ruhullah el Musavi el Humeyni
Kudüs Günü: Müslümanların Müstekbirlere Karşı Direniş Günü
Kudüs günü cihanşümul bir gündür, sırf Kudüs’e münhasır bir gün değildir; mustazafların müstekbirlere karşı direniş ve başkaldırı günüdür de aynı zamanda. Amerika ve diğerlerinin zulüm baskıları altında bulunan milletlerin bu zulme karşılık verme günüdür. Süper güçlere karşı… Mustazafların müstekbirlere karşı hazırlanıp teçhizatlanmaları ve onların burunlarını yere sürmeleri gereken gündür, münafıklarla gerçek dindarlar arasında fark gözetileceği gündür. Gerçek dindarlar bu günü Kudüs günü bilir ve bu cihette gerekeni yaparlar; Münafıklarsa, yani perde gerisinde süper güçlerle anlaşıp İsrail’le dostluk kuran yöneticilerse bugüne karşı ya kayıtsız kalırlar, ya da milletlerin gösteri ve protestoda bulunmalarını engellerler. Kudüs günü, mustaz’af milletin kaderinin belirlenmesi gereken gündür. Bugün mustaz’af milletler müstekbirlere karşı varlıklarını ilan etmelidirler; İran’ın kıyam edip müstekbirlerin burnunu sürtmesi gibi bütün milletler kıyam etmeli ve bu fesat tümörünü çöplüğe atmalıdırlar. Kudüs günü entrikacılarının durumlarının aşikâr olması gereken bir gündür; Mustaz’afları müstekbirlerin pençesinden kurtarmamız gereken gündür, dünya Müslümanlarının sahnede varlığını görmemiz gereken gündür. Bütün müstekbirlere, mustaz’afları rahat bırakmaları ve çekilip yerlerine oturmaları için ihtarda bulunulması gereken gündür. Bütün İslam ülkelerinden onların elinin kesilmesi gerekir; İslam ülkelerinden bütün satılmış uşak ve piyonları sahne dışı bırakılmalıdır. Kudüs günü, böyle bir gündür işte; İslam milletlerini sahne dışı bırakıp süper güçleri sahneye çıkarmak isteyen şeytanlara bunu anlatır. Kudüs günü onların bütün emellerini boşa çıkaracak ve eski günlerin artık geçtiğini ihtar edecek bir gündür.
Kudüs günü İslam günüdür; İslam’ın ihya edilmesi, ona yeniden canlılık kazandırılması gereken gündür; İslam’ı ihya edelim, İslam kanun ve hükümlerinin İslam ülkelerinde uygulanmasını sağlayalım. Kudüs günü bütün süper güçlere ihtarda bulunarak “bundan böyle İslam, habis piyonlarınız aracılığıyla sizin tasallutunuzda olmayacaktır artık!” dememiz gereken gündür. Kudüs günü İslam’ın hayat günüdür, Müslümanlar akıllarını başlarına devşirmeli ve sahip oldukları onca maddi ve manevi güç ve servetlerin farkına varmalıdırlar. Müslümanlar 1 milyarı -aşan- bir nüfusa sahipler, Allah gibi bir dayanakları, İslam gibi, iman gibi bir dayanakları var, neden korksunlar ki?! Dünyadaki devletler şunu bilmelidirler: İslam yenilmezdir! İslam ve Kur’an hükümleri bütün ülkelere hükmetmeli, galip olmalıdır, din, ilahi bir din olmalıdır; İslam Allah’ın dinidir ve bütün beldelerde ilerlemelidir. Kudüs günü böyle bir konunun ilanıdır işte; “Müslümanlar ileri!” diye haykırarak bunu ilan etmektedir. Bütün dünyada ilerlemek yani… Kudüs günü sadece Filistin günü değildir, İslam günüdür -aynı zamanda- İslam devleti günüdür, İslam cumhuriyeti bayrağının bütün ülkelerde dalgalanması gereken gündür. İslam ülkelerinde artık ilerleyemeyeceklerini süper güçlere anlatma günüdür.
Ben Kudüs günü’nü İslam ve Hz. Resul-ü Ekrem -sav- günü biliyorum. Bütün güçlerimizi hazır hale getirmemiz ve Müslümanları itildikleri inzivadan çıkarak bütün güçleriyle harekete geçip ecnebilerin karşısına dikilmeleri gereken gündür. Biz olanca gücümüzle ecnebilerin karşısına dikilmişiz ve başkalarının bizim ülkemize karışmasına izin vermeyeceğiz; Müslümanlar, başkalarının gelip onların ülkesine karışmasına müsaade etmemelidirler. Kudüs günü milletler ihanette bulunan devletlere ihtarda bulunmalıdır! Kimlerin ve hangi rejimlerin uluslararası komplocularla işbirliğinde bulunup İslam’a karşı olduğunu anlayacağımız gündür bu! Bugüne katılmayanlar İslam’a karşı ve İsrail’den yanadırlar; katılanlar ise dindar, ahdine sadık ve İslam’dan yana ve Amerika’yla İsrail’in başını çektiği İslam düşmanlarına karşıdırlar. Hakk’ın batıla üst geldiği, hakkın batıldan ayrıldığı gündür.
Allah Tebareke ve Teâlâ’dan İslam’ı bütün kesimlere ve mustaz’afları müstekbirlere üstün kılmasını dilerim. Aynı şekilde Allah Tebarek ve Teâlâ’dan dileğim Filistin ve dünyanın neresinde bulunursa bulunsun bütün kardeşlerimizi müstekbirler ve yağmacıların elinden kurtarmasıdır.
Kudüs Günü Canlı Tutulsun
Beyler dikkat etmeli, bütün Müslümanlar dikkat etmelidir buna: Kudüs günü bütün Müslüman milletlerin dikkat edip ilgi göstermesi ve canlı tutması gereken bir gündür. Eğer bütün Müslüman milletler hep birlikte seslenip gürültü koparacak olursa, mübarek Ramazan ayının son Cuması olan Kudüs gününde bütün milletler hep birlikte kıyam ederlerse, şu bildiğimiz gösteri ve yürüyüşleri yapacak olurlarsa, bu girişim, bu fesatçıların önünü almamız ve İslam beldelerinden bunların kökünü kazımamız için -iyi- bir başlangıç olur inşaallah. Gevşek davranıyoruz hep… Müslümanlar hep gevşek davranıyorlar… Milletler tarafsız kalıyorlar, çok az gösteride bulunuyor, bu hususlar için çok az harekete geçip çok az kıyam ediyorlar… Şundan emin olunuz ki gevşek davranmanız halinde bunlar -siyonist İsrailliler- Fırat’a kadar ilerleyeceklerdir; bütün oraların kendilerine ait olduğunu söylüyorlar -görmüyor musunuz?- Bunların karşısına güçlü ve kararlı bir şekilde dikilmeniz gerekir; eğer Müslümanlar, Müslüman milletler bunların karşısına dikilir, ama başlarındaki devletler bunu engellemek isterse ağızlarının payını verip yumruğu vurun! İran -milleti-Muhammed Rıza’nın -şah- ağzına nasıl yumruğu yapıştırdıysa -siz de öyle yapın- Muhammed Rıza İslam ülkelerinin başındaki devletler arasında en güçlü olanıydı, hepsinden fazla desteğe sahipti; ama bizim milletimiz kıyam etti ve İslamı istedi, Allah-u Ekber feryadıyla bu gücü -şahı- ortadan kaldırdı. Diğer güçler -için de durum- aynıdır. Nitekim bütün güçler sonuna kadar el ele verseler böyle bir millete hiçbir şey yapamazlar.
İnşaallah Kudüs’te Namaz Kılarız
İnşallah Allah Teâlâ bir gün Kudüs’te namaz kılmaya muvaffak eder bizi! Umarım Müslümanlar Kudüs gününü büyük bilir -gereken önemi verirler- ve mübarek Ramazan ayının son Cuma’sı olan Dünya Kudüs gününde gösteri ve programlar düzenlerler, camilerde programlar düzenleyip feryatlarıyla ses getirir, ortalığı çınlatırlar. Bir milyarlık bir cemiyet ortalığı bir çınlattı mı İsrail neye uğradığını şaşırır, bizzat bu feryatlardan korkar. Bugün bir milyarı aşkın sayıda bulunan Müslümanlar -Kudüs günü- evlerinden çıkıp sokaklara dökülerek “Amerika’ya ölüm!”, “İsrail’e ölüm!”, “Sovyetler’e ölüm!” diye haykıracak olurlarsa bizzat bu “ölüm” feryatları onlara ölüm getirecektir. Bir milyar nüfus… Bunca yeraltı ve yerüstü zenginliğine sahip… Bütün devletler sizin zenginliğinize muhtaçtırlar; bu yüzdendir ki sizi daima birbirinize düşürmek, aranızda ihtilaflar yaratıp siz bu ihtilaflarla uğraşırken varınızı-yoğunuzu yağmalamak, sonra da “kimse sesini çıkarmasın” demek istiyorlar!
Kudüs Günü Herkes Haykırırsa Zafer Kazanılır
Eğer Kudüs günü bütün milletler kıyam edip haykırsalardı o ahmak devlet onların haykırmasına engel olamazdı -ama ne yazık ki herkes değil- sadece az bir grup kıyam ediyor… Eğer Kudüs günü bütün Müslüman ülkelerin insanları hep birlikte kıyam ve feryat etselerdi, sırf Kudüs değil, bütün İslam ülkelerinde zaferi kazanırlar. Biz haykırıp feryat ederek Muhammed Rıza’yı -şahı İran’dan- kovduk. Biz onu tüfekle mi kovduk sanıyorsunuz? Bağırarak, feryat ederek Allah-u Ekber’lerle! Beyinlerine o kadar Allah-u Ekber balyozu çarptı ki neye uğradıklarını şaşırıp dehşetle kaçtılar bu memleketten. Müslümanlar feryat etmeli, bağırmalıdırlar; slogan ve bağırıp çağırmanın yararsız olacağı sanılmasın; hayır, slogan yararlıdır; ama herkes hep birlikte haykırırsa tabi. Benim tek başıma bağırmam hiçbir şey değildir. Bir mahalle veya bir şehrin bağırması da pek bir şey değildir. Bakınız; İran’da yükselen feryatlar Tahran, Kum veya Ahvaz şehirlerine münhasır değildir; bilâkis; bir bakarsınız İslam İnkılâbı -devrim- muhafızları millete “falan gece evlerinizin damına çıkıp tekbir getirin” der, herkes itaat eder.
Kudüs’te Vahdet Namazı
İnşallah bir gün bütün Müslümanlar yekdiğeriyle kardeş olacak ve bütün İslam ülkelerindeki hastalıklı kökler kazınıp temizlenecek ve İsrail -adlı- bu hastalıklı kök; Mescid’ul Aksa ve İslami ülkemizden sökülüp atılacak ve hep birlikte Kudüs’e gidip orada vahdet namazı kılacağız inşallah.
Politik Oyunları Bir Kenara Bırakmak ve Gücünü İmandan Alan Makineli Tüfekleri Kullanmak Gerekir!
Mübarek Ramazan’ın son Cuma’sı Kudüs günüdür ve Ramazan’ın son on günü büyük bir ihtimalle Kadir gecesidir. İhyasının sünnetullah olduğu bir gece… Kadri ve kıymeti, münafıkların bin ayından üstündür bu gecenin; kulların mukadderatının temellerinin atıldığı gece… Kadir gecesiyle komşu olan Kudüs günü Müslümanlar tarafından önemle ihya edilmeli, onların uyanma ve bilinçlenmelerine yol açmalı ve tarih boyunca; bilhassa son yüzyıllarda yakalandıkları gafletten silkinmelerini sağlamalıdır ki bu bilinç ve uyanış günü dünya münafıkları ve süper güçlerinin onlarca yılından daha üstün olsun ve dünya Müslümanları kendi kaderlerini kendi güçlü elleriyle hazırlayabilsinler… Kadir gecesi Müslümanlar Allah’a yalvarıp bütün geceyi dua ve ibadetle geçirerek Allah Teâlâ’dan gayrisine -ki bunlar insanlarla cinlerden müteşekkil şeytanlardır- kul olmaktan kurtulur ve Allah’a kulluk şerefine erişirler. Keza Şehrullah-ı A’zam’ın -mübarek Ramazan ayı- son günleri olan Kudüs gününde dünya Müslümanlarının süper güçlerle büyük şeytanların kulluk ve esaretinden kurtulup Allah’ın sınırsız kudretine katılmaları ve tarihin canilerinin elini mustaz’afların ülkelerinden keserek iştahlarını kursaklarında bırakmaları gerekir.
Ey dünya Müslümanları! Ey dünya mustaz’afları! Kalkın, harekete geçin ve mukadderatınızı kendi ellerinize alın. Ne zamana kadar oturup kaderinizi Washington veya Moskova’nın tayin etmesini bekleyeceksiniz böyle?! Sizin Kudüs’ünüz ne zamana kadar Amerika’nın artıklarının, gasıp İsrail’in çizmeleri altında ezilecek daha?! Kudüs, Filistin ve bu beldelerin mazlum Müslümanları daha ne zamana kadar canilerin egemenliği altında inleyecek ve sizler oturup seyredecek, başınızdaki kimi hain idareciler de onlara ateş koşturacak böyle?! Dünyadaki 1 milyarı aşkın Müslüman ve yüz milyonu aşkın Arap; sahip oldukları onca geniş ülkeler ve türlü sınırsız zenginliklere rağmen doğuyla batının çapulculukları ve onlarla onlara uşaklık eden artıklarının insanlık dışı cinayet ve katliamlarına daha ne kadar seyirci kalacak?! Afganistan ve Filistin’deki kardeşlerinin vahşice katliam edilmesine daha ne kadar susacak ve onların yardım isteyen seslerine ne zaman cevap verecek?! İslam düşmanlarına karşı durup Kudüs’ün kurtulması için askeri ve ilahi güçten, ateşli silah gücünden yararlanmak yerine daha ne zamana kadar politik oyunlar ve süper güçlerle uzlaşma yollarına giderek zaman öldürüp İsrail’e yeni cinayetler işleme fırsatı kazandıracak ve katliamlara şahit olacak böyle?!
Milletlerin başlarındakiler güçlü politikacılar ve tarihin canileriyle yapılan siyasi görüşme ve müzakerelerin Kudüs ve Filistin’i kurtarmayacağını, bilakis, cinayet ve zulümlerin günden güne artacağını görmediler mi ve bilmiyorlar mı?! Kudüs’ün kurtulması için İslam ve iman gücüne dayalı makineli tüfeklerden faydalanmak ve süper güçlerin fincancı katırlarını ürkütmemeye çalışma ve uzlaşma kokusu veren siyasi oyunları bir kenara bırakmak gerekir artık.
Müslüman milletler politik oyunlarla vakit geçirmeye çalışanları cezalandırmalı ve mazlum millet için zarar ve ziyandan başka netice vermeyecek olan siyasi oyunlara gelmemelidirler. Doğu ve batının yapmacık mitolojileri daha ne zamana kadar güçlü Müslümanları büyülemeye devam edecek ve içi kof propaganda borazanlarından korkacaklar böyle?! Bugün İran; ecnebi borazanlarıyla Amerika, Siyonizm ve inkılâptan şamar yiyenlerin onca propaganda araçlarına rağmen nihaî yapılanmaya doğru ilerlemektedir ki bu; İslami güçlerini bulmaları ve doğu, batı ve bunların artıkları olan bağımlı uşaklarının yaygaralarından çekinmeyerek Allah Teâlâ’ya güven ve İslam ve iman gücüne imanla harekete geçerek canilerin elini ülkelerinden kesmeleri ve değerli Kudüs’le Filistin’in kurtuluşunu birincil amaç edinerek Amerika’nın iğrenç artığı “siyonist sultası”na boyun eğme alçaklığından kurtulup Kudüs gününü canlı tutma yolunda İslam ülkeleri ve dünya mustazafları için -iyi bir- örnektir… Umarım bugünü canlı tutmak suretiyle kayıtsızlık ve gafletler giderilir ve değerli milletlerin kıyamıyla; Müslümanlar ve İslam’a rağmen İsrail’le el ele verip Amerika’nın emirlerini bekleyerek Müslümanların maslahatlarının aleyhine olan bu tavırla utanç ve cinayet dolu yaşamlarını sürdüren baştaki bazı hainler sahneden uzaklaştırılarak tarihin mezarlığına gömülürler. İsrail’le Saddam vb uşaklarının İslam’a karşı açtığı savaşta küffarın yanında yer alarak İslam’a ve Müslümanlara darbe vuran gasıp yöneticiler İslam -ve iktidar- sahnesinden uzaklaştırılmalı ve Müslümanlara hükmetme kanunundan dışlanmalıdırlar.
Kudüs Günü Mustaz’aflar Günü
İslami vahdet ve ilahi birlik sayesinde bugün bir tek safta birleşen İran millet, devlet, meclis, ordu ve diğer silahlı kuvvetleri insan haklarına tecavüzde bulunan her şeytanî güce karşı durarak mazlumları savunmaya ve Kudüs’le Filistin tekrar Müslümanlara dönünceye kadar aziz Filistin ve Kudüs’ü desteklemeye kararlıdırlar. Dünya Müslümanları Kudüs gününü dünyadaki bütün Müslümanların, hatta dünya mustaz’aflarının günü olarak kabul etmeli ve o hassas noktadan hareketle müstekbirler ve dünyayı sömüren yamyamların karşısına dikilerek mazlumları müstekbirlerin zulümlerinden kurtarıncaya kadar mücadeleden vazgeçmemelidirler.
Kudüs Gününde Milletlere Düşen Vazife
Kudüs günü ve insanlık tarihinin büyük insanının şehadet yıldönümünün eşiğinde bulunduğumuz şu sıralarda milletlere düşen vazife; gösteri, yürüyüş ve programlar düzenleyip başlarındaki devletleri ciddi olarak petrol ve silah gücüyle Amerika ve İsrail’in karşısına dikmeye çağırmalı ve bunu kabul etmemeleri halinde; bugün bütün bölgeyi, hatta Haremeyn-i Şerifeyn’i tehdit eden ve gerçek emelleri artık tamamen anlaşılmış bulunan İsrail’i onaylamaları halinde toplu grev, tehdit ve -türlü- baskılarla onları -ABD ve İsrail’e karşı- tavır almaya zorlamaktır. İslam ve onun mukaddes mekanları tecavüz tehdidi altındayken hiçbir Müslüman birey buna kayıtsız kalamaz. Bugün İsrail Müslüman beldelere karşı geniş bir saldırıya geçip hiçbir sığınağı olmayan savunmasız Müslümanları kanlı bir şekilde katletmekle meşgulken bölgedeki devletler tam anlamıyla manasızlık ve uzlaşmacılıktan başka bir şey yapmamakta… Daha da üzücü olanı, İsrail’in elinden Amerika’ya, yani asıl caniye sığınıyor ve gerçekte yılandan kaçıp ejderhanın kucağına atılıyor ve onlara karşı çıkabilecek gerekli şeylere sahip oldukları halde bir çift sert laf söylemeye veya tehditte bulunmaya yanaşmıyorlar… Bu durumda herkes yok olmaya ve hayatı boyunca her nevi alçaklık ve zillete katlanmaya hazırlanmalıdır!…
Pakistan Taliban'ı: Suriye'nin intikamını aldık!...Pakistan'da Şia Katliamı: 57 Şehit, 167 yaralı
Pakistan'da yalnızca kendilerini Müslüman kabul eden ve kendileri gibi düşünmeyen Müslümanları tekfir eden zamanın Yezitleri Selefi- Vahhabi katiller, iftara yalnızca 45 dakika kala tek suçları Şia olan yüzlerce Müslüman'ı kana boyadı!
Pakistan'ın kuzeyinde Şiaların yaşadığı Paraçinar'da, bir pazar yerinde Şialara ait bir cami önünde düzenlenen terörist saldırılarda 57 Şii şehit olurken 160'den fazla masum insan yaralandı. Saldırıyı üstlenen radikal Sünni (selefi) terör örgütü Pakistan Taliban'ı, saldırıların Suriye ve Irak'taki Şiilerden intikam amaçlı gerçekleştirildiğini söyledi!
Polis, insanların alışveriş yaptığı sırada bombaların pazarın farklı yerlerinde infilak ettiğini, patlayıcılardan birinin Şialara ait bir caminin yanında bir motosiklete yerleştirilmiş olduğunun anlaşıldığını söyledi. İkinci bombanın ise üzerine bomba yerleştirilmiş bir intihar bombacısı tarafından gerçekleştirildiği bildirildi.
Kurram bölgesindeki Paraçinar'ın pazarında iki bombanın yaklaşık dört dakika arayla infilak etmesi sonucu ölenlerin sayısın 57 yaralıların sayısının ise 167 olduğunu bildirdi.
Sağlık yetkilileri, yaralılara hastanede yer bulmakta güçlük çektiklerini söyledi.
Bilindiği gibi Paraçinar'de sık sık Şialara karşı terör saldırıları düzenlenmekte.
Pakistan Taliban'ı Saldırıları Üstlendi
Saldırılarda 14 kilo patlayıcının kullanıldığı bildirildi.
Saldırılarda can kaybının dışında 12'inin üzerinde araç tamamen tahrip olurken bir çok alış veriş merkezi kullanılmaz hale geldi.
Öte yandan önde gelen Şii kuruluşlar üç günlük genel yas ilan etti.
Pakistan Taliban'ına bağlı "Ensaru'l Mücahidin" adlı terör örgütü sözcüsü Ebu Basir, sivil Şii halka karşı düzenlenen terör saldırılarını üstlenerek yaptıkları katliamın Suriye ve Irak'ta mücadele eden Şiilerden intikam almak olduğunu ve bu tür sivil halka karşı saldırıların süreceğini açıkladı!
Bilindiği gibi Suriye ve Irak'ta da Şiilere karşı her gün radikal Sünni ve selefi terör örgütler tarafından saldırılar düzenlenmekte ve bu saldırılarda bugüne kadar on binlerce masum Şii vatandaşı hayatını kaybetti.
Orucun Merhaleleri ve Bereketleri(4.Ders)
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey iman edenler! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi size de yazılmıştır; umulur ki takvalı olasınız.” ( Bakara/183) Bu okuduğum ayet-i celile, geçen ümmetlere farz kılınan orucun bizlere de farz kılındığını beyan etmektedir. Beşerin tarih boyunca muhtaç olduğu ilahi farizelerden ve vacibattan biri de oruçtur. Oruç da namaz ve zikir gibi farzdır. Bütün zamanlarda, her durumda, bütün medeniyetlerde, beşer hayatının her asrında insan, sahip olduğu özellik gereği farizelere ve vacibata muhtaçtır. Bu amellerden biri de oruçtur.
İlahi teklif/görev olarak adlandırdığımız oruç hakikatinde ilahi bir şereflenmedir; oruç tutmak, isteyenler için çok kıymetli ve değerli bir fırsattır. Elbette zorlukları da vardır; hiçbir hayırlı ve mübarek amel zahmetsiz değildir, insan zorluklara tahammul etmeden bir yerlere ulaşamaz. İnsanın oruç tuttuğunda çektiği zahmet ve gördüğü zorluk, oruçtan elde edeceklerinin yanında naçiz kalır; az bir sermaye ile büyük karlar elde etmektedir. Oruç hakkında üç merhale zikr edilmiştir:
Açlık ve sussuzluk
Birinci merhale orucun genel merhalesidir; yani yemek içmekten ve orucu batıl eden diğer şeylerden kaçınmaktır. Orucun muhtevası sadece bu merhale olsa bile birçok faydaları vardır; hem bizi imtahan ediyor, hem bizi eğitiyor; yaşamımız için hem derstir, hem de imtahan, alıştırma ve idmandır. Beden için yapılan spordan daha önemli ve faydalı bir spordur. İmamlardan nakledilen rivayetler bu merhaleye işaret etmektedir; İmam Sadık (a.s) buyuruyor: “ Allah orucu, zengin ve fakir eşit olsun diye farz kıldı”. Allah-u teala orucu, belli günlerde ve günün belli saatlerinde fakir ile zengin aynı olsun diye farz kılmıştır; fakir ve eli boş olan insan günün her anında canı istediğini satın alamaz, bulup yiyemez-içemez, ama zengin ve varlıklı kimseler gün boyunca canlarının çektiğini temin etme imkanları vardır, herşey hazırdır onlar için. Zengin, bu bolluk ve varlığın içinde fakirin çektiği açlık ve sussuzluğu , yokluğu idrak edemez ama oruç tutulduğu zaman herkes aynıdır ve kendi seçim ve iradeleriyle isteklerinden elçekerler.
İmam Rıza’dan (a.s) aktarılan bir rivayette İmam, orucun bu merhalesinde açlık ve sussuzluğun başka bir boyutuna işaret etmektedir. İmam (a.s) şöyle buyuruyor: “ Açlık ve sussuzluktan doğan zorluklara sabr edin...”. Oruç insana açlık ve sussuzluğa dayanma ve sabır etme gücü kazandırmaktadır, nazlı büyüyen, açlık ve sussuzluk çekmemiş kimselerin zorluklara tahammul ve sabrı da yoktur. Mücadele meydanında çok çabuk meydanı terk ederler; hayatın zorlukları ve zor imtahanlar onları zorlar ve onlar bu zorluklar altında ezilirler. Açlık ve sussuzluğu çekmiş insan bunların manasını anlamaktadır ve yaşamın bu yönünden gelecek zorluklara karşı sabır ve tahammül sahibi olmuştur. Mubarek Ramazan ayı insana bu sabır ve tahammulü kazandırıyor. Diğer bir rivatette İmam Rıza (as ) şöyle buyuruyor: ” ...Oruç, insana hayatında diğer ilahi teklifleri/ emirleri yerine getirme gücü kazandıran riyazettir...”. Ramazan ayında açlığa ve sussuzluğa tahammül etmek ve nefsani isteklerden uzak durmak bir nevi riyazet olarak görülüyor; elbette şeri ve ihtiyari bir riyazet kasdedilmektedir. İnsanın iradesini güçlendiren ve hayatın zorlu yollarını aşma azmini artıran faktörlerden biri riyazet çekmektir. Bir çokları bu şeri riyazete sığınmışlardır. Öyleyse okuduğumuz bu bir kaç rivayette görülüyor ki orucun bu aşamasında zenginler de fakirlerle aynı renge bürünürler. Açlık ve sussuzlukla kıyametin açlığını insana hatırlatır, insana sabır ve tahammül kazandırır, ilahi riyazeti insana öğretir; bütün bu faydalar sadece bu birinci merhalede sözkonusudur. Bunların yanısıra oruç insana, midesini boş bırakarak normal zamanda mubah olan işlerden kaçınmasıyla insanın kalbine nuraniyet ve sefa bağışlamaktadır.
Günahtan kaçınmak
Orucun ikinci merhalesi günahtan kaçınmaktır; yani gözü, kulağı, dili ve kalbi günahlardan korumak gerekir. Hatta bazı rivayetlerde derisini, cildini haramdan koruması gerektiği zikr edilmiştir. Hz. Ali (a.s) buyuruyor: “Oruç haramlardan kaçınmaktır, insanın yemek- içmekten ( kendisini ) koruduğu gibi.” Yemek, içmek ve helal nefsani isteklerden kaçınıldığı gibi haramlardan da kaçınılması gerekir, bu merhale oruç için bir üst merhaledir. Ramazan ayı günahlardan kaçınmak için güzel bir fırsattır.
Gençlerden bazıları benden, kendileri için dua etmemi istiyorlar, devamlı diyorlar “ siz bizim için dua edin ki günah işlemeyelim”, elbette dua etmek iyi ve gereklidir ama günah işlememek insanın iradesine bağlıdır; günah işlememeye karar vermeniz gerekir, eğer karar verirseniz günahı terk etmek kolay olacaktır. Günahtan kaçınmak, insanın gözünde bir dağ kadar büyük görünür ama insanın azmi ve kararılılığıyla dümdüz bir yol olur. Ramazan ayı bunu denemek için en büyük fırsattır.
Hz. Fatıma Zehra (s.a) kendisinden nakl edilen bir rivayette şöyle buyuruyor: “Oruçlu kulağını, gözünü, dilini ve azalarını haramdan korumadıktan sonra orucun ona ne faydası vardır?”
Diğer bir rivayette şöyle naklediir; bir kadın, hizmetcilerinden birine ihanette bulunur, bunu duyan Resulullah (s.a.a) elindeki yiyeceği ona uzatır ve yemesini ister, o kadın: “Ben orucum”, deyince Resulullah (s.a.a) buyuruyor: “Sen nasıl oruçsun hizmetçine ihanette bulunuyorsun? Oruç sadece yemek-içmekten korunmak değildir. Allah orucu, bu ikisinin yanısıra sözlü ve ameli günahlardan korunmak için bir hicab/perde olarak karar kılmıştır.” Allah orucu farz kılmıştır ki, insan günaha doğru gitmesin, dilin günahlarından kendisini korusun, kötü söz söylemek başkasına ihanettir. Bu günahlardan biri de kalbin günahlarıdır. Kalpte başkalarına karşı düşmanlık, kin beslemek kalbi günahlardandır.
Öyleyse orucun ikinci merhalesi, insanın kendisini günhalarından uzak tutmasıdır. Özellikle siz gençler bu fırsattan yararlanın, çünkü siz gençsiniz; gencin bunu yapmaya hem gücü var, hem de kalbinin temizliği ve nuraniyeti onun için bir avantajdır/ bir fırsattır. Günahları terk etme çabası içinde olun.
Gafletten kaçınmak
Orucun üçüncü merhalesi, insana Allah’ı unuttuıran her şeyden kaçınmaktır. Bu merhale, orucun en yüksek mertebesidir. Resulullah (s.a.a) kendisinden nakledilen bir hadiste Allah-u tealaya arzediyor: “ Ey Rabbim! Orucun mirası nedir?” Yani oruç insana ne kazandırır, neyi miras bırakır? Rabbulalemin buyurur: “Oruç hikmeti miras bırakır; Hikmet, marifeti kazandırır; Marifet ise yakine ulaştırır; kul yakin derecesine ulaşınca artık kolay mı, zor mu sabahladığını düşünmez ( onun için fark etmez ).”
Oruç, hikmet çeşmelerini insanın kalbine de akıtır, hikmet insanın kalbine hakim oldu mu ilahi/nurani marifet gelir, marifet oluştu mu yakin derecesine ulaşır, bu yakin hz. İbrahim’in (a.s) Allah’tan istediği yakindir. Bu ayın dualarında devamlı tekrar edilmektedir. İnsan yakin derecesine ulaşınca hayatın bütün zorlukları ona kolay gelir, insan olumsuz olaylardan etkilenmez hale gelir. Bakın ne kadar önemlidir; yükselme ve tekamül yolunu bir ömür boyu katetmek isteyen bir insan yakin sayesinde yaşamın zorlukları ve dünyada meydana gelen olumsuzluklar karşısında etkilenmez hale gelir. Bunların hepsi orucun sayesindedir; oruç insanın kalbinde Allah’ı yad etmeyi ihya edip ilahi nurun kalpte parlamasını sağlayınca ve kalbi aydınlatınca bunların hepsi peşinden gelecektir.
İnsanı Allah’ı anmaktan alı koyan ( gaflete düşüren) herşey orucun bu merhalesine zarar verir. Ne mutlu kendisini bu merhaleye ulaştıranlara! Bizlerin arzusu ve Allah’tan isteğimiz bizi bu merhaleye ulaştırması olmalıdır.
Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve berekatuh.
İMAM HAMANEİ
Tercüme: RASTHABER
MÜSLÜMANLARIN KANIYLA İFTAR MI OLUR?!?!
Obama Müslümanlarla bir kez daha alay etti
Her gün binlerce Müslüman’ın yetim, evlatsız, öksüz, sakat ve çaresiz kalmasına neden olan ve binlerce Müslüman kadının namusunu kirleten ABD, katliamları sürdürdüğü Ramazan’da iftar vererek işbirlikçilerinin vicdanını rahatlattı!
Afganistan, Irak, Pakistan, Suriye, Libya ve diğer Ortadoğu ülkelerinde Müslümanların ülkelerini işgal edip can ve namuslarını ayaklar altına alan Amerika, her sene yaptığı gibi bu sene de Müslümanlarla alay edercesine iftar yemeği verdi. Ortalık, ABD tarafından katledilen Müslüman kanıyla doluyken, bazı Türk medyasının bu iftarı samimi bir iftar gibi gösterme telaşı ise şaşırtıcı bulundu.
SANKİ AFGANİSTAN'DA TAM DA ŞU RAMAZAN AYINDA MÜSLÜMAN ÇOCUKLARI ZEVK İÇİN SOKAK BAŞLARINDA G3 TÜFEKLERİYLE AVLAYANLAR ABD ASKERLERİ DEĞİLMİŞ GİBİ..
SANKİ MÜSLÜMANLARIN CESETLERİNE İŞEYEN ABD ASKERLERİ DEĞİLMİŞ GİBİ..
SANKİ KUR'AN 'I YIRTIP AYAKLARININ ALTINDA ÇİĞNEYEREK TEPİNENLER ABD ASKERLERİ DEĞİLMİŞ GİBİ..
SANKİ ÖLDÜRDÜĞÜ ZAVALLI AFGANLININ YÜZÜNÜN DERİSİNİ YÜSEN ABD ASKERİ DEĞİLMİŞ GİBİ..
İSRAİL'İ MÜSLÜMAN ÜLKELERİN BAŞINA BELA OLMASI İÇİN BÖLGENİN BAĞRINA SAPLAYIP BÜTÜN ÇIKARLARININ , HATTA ABD HALKININ MİLLİ ÇIKARLARININ BİLE ÜZERİNDE TUTAN ABD DEĞİLMİŞ GİBİ!!!.
MÜSLÜMAN KANIYLA İFTAR OLMAYACAĞI BELLİ DE, BU İFTAR SOFRASINDA KARDEŞLERİNİN KAATİLLERİYLE AYNI SOFRAYA OTURUP, KARDEŞLERİNİN KANIYLA İFTAR EDEN VE "ELHAMDULİLLAH MÜSLÜMANIM" DİYENLERE NE DEMELİ??!!
ABD Başkanı Barack Obama, Ramazan ayı münasebetiyle Beyaz Saray'da verdiği iftar yemeğinde Kur'an-ı kerimden bir ayet okudu
Başkan Obama, iftar yemeği öncesinde yaptığı konuşmada Kur'an-ı kerimden bir ayet okudu. Ramazan ayının, Müslümanlar için kutsal bir ay olduğunu belirten Obama, bu ayda kişinin Allah'a dua ve oruçla ibadet ederek bağlılığını gösterdiğini, ailelerin karşılıklı sevgi ve saygı içinde iftar yemeklerinde bir araya gelerek bağlarını güçlendirdiğini söyledi. Zilzal süresi 7. ayeti kerimesini okuyan Obama, "Kim zerre kadar hayır işlemişse onun karşılığını görecektir" diye konuştu.Obama yaklaşık 7 dakika süren konuşmasının devamında, Müslüman Amerikalıların Amerika'nın gücüne ve ulusal karakterine yaptığı katkılardan bahsetti.ABD'de yaşayan iki müslüman işadamını örnek gösteren Obama, müslümanların ülke tarihinin geçmişinden bugüne çeşitli sahalarda sunduğu katkıları anlattı.Amerika'da herkesin Allah'a istediği şekilde ibadet etme özgürlüğüne sahip olduğunu belirten Obama, ülkesinin dini ve siyasi eşitliğin yanı sıra sunduğu ekonomik özgürlüklerden bahsetti.Obama, ekonomik fırsat ve özgürlük arzusunun, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'da görüldüğü gibi, değişimin başlıca nedenlerinden olduğunu söyledi. Başkan Obama konuşmasına, "daha fazla uzatmak istemiyorum, biliyorum ki karnınız aç" diyerek son verdi.Washington Büyükelçisi Namık Tan'ın katıldığı iftar yemeğine, Kongre üyeleri, Beyaz Saray yönetiminden üst düzey isimler, çeşitli cemaatlerin liderleri ve çok sayıda yabancı misyon temsilcisi katıldı.
Hz. Ali’nin(a.s) Şehatedinin yıldönümü münasibetiyle
Hz. Ali’nin(a.s) vasiyet ve tavsiyeleri
Hz. Ali’nin ilk ve son sözü her zaman takva olmuştur. O, şöyle buyurur: ‘evlatlarım, kendinize dikkat edin, Allah yolunda ve ilahi kriterlerle hareket edin. Takvaullah, bu demektir. Burada Allah’tan korkmak söz konusu değildir; bazıları takvayı Allah korkusu olarak tabir ediyorlar. Haşiyetullah ve Havfullah da başka değerlerdir. Ancak bu, takvadır. Takva demek, yani işlediğiniz her amelin yüce Allah’ın sizin için gözetlediği maslahata uygun olmasına dikkat etmeniz demektir. Takva öyle bir an bile bırakılabilecek bir şey değildir. Eğer bırakacak olursak yol kaygan ve dereler derindir, hemen kayar ve düşeriz, ta ki elimiz tutunacak bir taş, bir dal bulsun da kendimizi yukarı çekelim.
‘Takvalı insan şeytanın temasını hissedince hemen kendine gelir ve toparlanır.’ Şeytan bizden uzaklaşmaz. Bu yüzden ilk vasiyet takvadır.
Takvanın yapı taşları: dünya peşinde koşmamak
Takvanın ardından bir başka şey geliyor, o da dünya peşinden gitmemektir, hatta dünya sizin peşinizden gelse bile. Bu ikinci meseledir. Bu, takvanın yapı taşlarındandır. Tabii ki tüm iyi ameller takva malzemesidir. Dünya peşinden koşmamak gibi. Size dünyayı bırakın demiyor, dünya peşinden gitmeyin, dünya talebinde olmayın, diyor.
Gerçekte bizim dilimizdeki tabiri ‘dünya peşinden koşmayın’ şeklindedir. Dünya ne demek? Yani yer yüzünü bayındır hale getirmek mi ? Yani ilahi servetleri ihya etmek mi? Acaba peşinden gitmeyin denilen dünya bu mu? Hayır, dünya sırf kendi zevkiniz için istediğiniz ve tatmin olmak istediğiniz şeydir, buna dünya derler. Yoksa yer yüzünü imar etmek eğer beşeriyetin hayır ve maslahatı için olursa bu ahiretin ta kendisidir. Bu, sözü edilen iyi dünyadır. Kötülenen ve bizlerden peşinden gitmememiz istenen dünya bizleri çabadan alıkoyan ve kendine çeken dünyadır. Bizim bencilliğimiz, kibirimiz ve servetimizi kendimiz için istemek, sözü edilen kötü dünyadır ve peşinden gidilmemesi gerekir.
Elbette bu dünyanın haram biçimi de vardır, helal olanı da. Yani kendimiz için istemenin her çeşidi haramdır diye bir şey söz konusu olamaz. Hayır, bunun helal biçimi de vardır. Ama hatta helal olan kısmının da peşinden gitmeyin demiştir. Eğer dünya bu manada ise helalı da iyi değildir. Her ne kadar maddi yaşantının simgelerini Allah yolunda kullanırsanız bir o kadar kar etmiş olursunuz ve bu da ahiret demektir. Ticaret yapmak da eğer halkın yaşantısının iyileşmesi için olur da mal biriktirmek için olmazsa ahiretin ta kendisi olur. Dünyanın diğer işleri de buna benzer sayılır. O zaman ikinci nokta, dünya peşinden gitmemektir.
Hz. Ali’nin bu vasiyette buyurduğu espri, başlı başına her şeyi açıklıyor. Onun hayatına baktığınızda bu kısa vasiyetinde zikredilenleri görürsünüz.
Bir başka konu şu ki, eğer kötülenen bu dünyadan elinize bir şey geçmez ise üzülmeyin. Başkasının zenginliği, lezzeti, mevkii veya refahının hasretini çekmeyin. Bu da üçüncü nokta.
Bir başka vasiyet, hakkı söyleyin ve gizlemeyin, vasiyetidir. Eğer sizce bir şey hak ise ve belli bir yerde beyan edilmesi gerekiyorsa, bunu yapın. Hakkı gizlemeyin. Hakkı gizleyen ve batılı gündeme getirenler veya batılı hakkın yerine yerleştirenlere karşı hakkı savunanlar hakkı söylerse, hak mazlum kalmaz, hak yalnızlık hissetmez ve batıl ehli olanlar hakkı yok etmeye kalkışmaz.
Bir başka vasiyet, ilahi ve gerçek mükafat için çalışmaktır. Boşuna çalışmayın. Ey insanoğlu, senin işin, ömrün ve nefes alman, senin tek sermayendir, bunları boşuna harcama. Eğer bir ömür yaşıyorsan, eğer bir iş yapıyorsan, eğer nefes alıyorsan ve eğer bir rızkın varsa, tüm bunları bir mükafat için yap. Mükafat nedir? Bir insanın varlığının mükafatı ne kadardır? Sarf edilen ömrün mükafatı nedir? Acaba başkalarının hoşuna gitmesi mi mükafatımız? Hayır.
Yine imam Ali şöyle buyurur: ‘Zalimin hasmı ve mazlumun yardımcısı olun.’
Zalimin hasmı olun. Hasım, düşmandan farklı bir şeydir. Biri zalimin düşmanı olabilir. Yani zalimi sevmeyebilir ve onun düşmanı olabilir. Bu, yeterli değildir. Zalimin hasmı olacaksın. Yani karşısında iddian olacak. Hasım, iddiası olan düşman demektir, öyle bir düşman ki zalimin yakasına yapışır ve bırakmaz. Beşeriyet,Hz. Ali’den sonra bu güne dek, zalimlerin yakasına yapışmadığı için bedbaht oldu. Eğer imanlı eller zalimlerin yakasına yapışmış olsaydı zulüm, bu dünyada bu kadar ilerlemezdi, bilakis kökünden kururdu. Hz. Ali, bunu istiyor.
Zalimin hasmı olun, dünyada, nerede zulüm ve zalim varsa. Eğer sen orada isen kendini onların hasmı bil. Hani şimdi yola çık da dünyanın öbür ucuna git de zalimin yakasına yapış demiyoruz. Biz diyoruz ki husumetini göster, nerede ve ne zaman olursa olsun zalimin hasmı ol ve yakasına yapış. Bir zaman olur ki insan zalimin yanına yaklaşıp husumetini beyan edemez, bu yüzden uzaktan husumet eder. Bakın bugün Hz. Ali’ninyalnızca bu vasiyetine uymamakla dünyada nasıl bir bataklık oluşmuş ve beşeriyet ne acılara garkolmuştur. Bakın milletler ve özellikle müslümanlar nasıl mazlum konumuna düşmüşlerdir. Oysa eğer Hz. Ali’nin yalnızca bu vasiyetine uyulsaydı, bugün bir çok zulüm ve bu zulümlerden doğan musibetler olmazdı.
Ve nerede bir mazlum varsa ona yardım et. ‘Mazlumun taraftarı ol’ demiyor, hayır, ona yardım et diyor, nasıl olursa ve ne kadar olursa önemli değil, yardım et diyor.
Buraya kadar olan vasiyet, İmam Hasan ve İmam Hüseyin (S)’yı muhatap alıyor. Tabi bu sözler İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e özgü sözler değil, onlara hitaben sarf edilen sözlerdir, ama aynı zamanda bütün herkese aittir.
Vasiyetin sonraki ifadelerinde Hz. Ali, genel bir hitapta bulunuyor ve ‘siz iki evladıma ve tüm evlatlarıma ve tüm akranlarıma ve bu mektubun ulaşacağı herkese vasiyet ediyorum’ diyor. Bu hesapla sizler ve bu vasiyetnameyi okuyan ben, hepimiz Hz. Ali’nin muhatabıyız.
Hz. Ali, ‘hepinize vasiyet ediyorum’ diyor. Neye? Takvaya. Tekrar takva. İşte onun ilk ve son sözü takvadır. Ve ardından ‘işinizde düzenli olun’ diyor. Ne demek bu? Yani hayatınızda yaptığınız her şeyde düzenli olun diyor. Acaba anlamı bu mu? Belki bu olabilir. Ama ‘işlerinizi düzeltin’ demiyor. Yani tek bir şeyi kastediyor, bir kaç şeyi kastetmiyor. İşte burada insan o işin tüm insanlar arasında ortak bir şey olduğunu anlıyor. Bence bu faktör, İslami hükümet ve velayeti ikame etmektir. Anlamı şu ki hükümet ve nizamda düzenli davranın ve kargaşalardan sakının.
Karşılıklı anlaşma ortamı
Vasiyetin 2. bölümünde vurgulanan 3. temel bir birinizle iyi geçinmenizdir. Gönüller şeffaf olmalı, vahdet içinde olmalı ve ihtilaflardan sakınmalı. Hz. Ali bu ifadeyi kullanırken peygamberin kelamından bir şahid getiriyor. Belli ki bunun üzerinde önemle duruyor ve hatta çekiniyor. Hani iyi geçinmenin düzenli olmaktan daha önemli olması açısından değil, daha çok kırılgan olmasındandır. Bu yüzden İslam peygamberinden şunları naklediyor:
‘İnsanlar arasında iyi geçinmek her namazdan ve oruçtan daha iyidir.’ Burada tüm namazlardan ve tüm oruçlardan daha iyi demiyor, her namazdan ve oruçtan daha iyidir diyor. Siz isterseniz namazınız ve orucunuzla ilgilenin, ama bir iş var ki her ikisinden daha faziletlidir. Nedir bu iş? Eğer bir yerde İslam Ümmeti arasında bir ihtilaf gördüyseniz gidin ve bu ihtilafı giderin. Bu işin fazileti namaz ve oruçtan daha fazladır.
Yetimlerle ilgilenmek
Hz. Ali, bundan sonra çok daha derin ve anlamlı bir ifadeyi gündeme getiriyor:
‘Ne olur, Allah için yetimlerle ilgileniniz.’
Bu çok önemlidir. Sakın unutmayın ve elinizden geldiğince yetimlerle ilgilenin. Bakın insanı ve Allah’ı böylesine tanıyan psikolog insan, ne kadar incelikle bakıyor meselelere ? Evet, yetimlerle ilgilenmek, sadece ferdi bir acıma duygusu veya sıradan bir duygu değildir. Bir çocuk babasını kaybetmiş, bir insan en temel ihtiyacını kaybetmiş ve bu ihtiyaç, baba sevgisidir. Bunu bir nevi telafi etmelisiniz. Gerçi telafi edilmesi mümkün değil, ama dikkat etmeliyiz ki babasını kaybetmiş çocuk veya bu genç adam yokolup gitmesin..
‘Sakın onların açlık çekmesine izin vermeyin.’ Sakın bazen bir şeylerin yetiştiği, bazen de onlara hiç bir şeyin ulaşmadığı durumlar yaşanmasın.
‘Sakın bunlar yitirilip gitmesinler ve sizler varken ilgisizliğe uğramasınlar.’ Eğer onlar arasında değilseniz, haberiniz de yok demektir. Ama sakın orada olmanıza rağmen bir yetim ilgisizlik ve ihmalkarlığa uğramış olmasın. Herkesin yalnızca kendi işinin peşinde koşuşturması durumunda, yetim çocuklar yalnız kalmasın sakın.
Komşuluk haklarına riayet etmek
‘Komşuluk meselesini küçümsemeyin.’ Bu mesele de çok önemlidir. Bu, büyük bir sosyal bağdır ve İslam dininde özel ilgi görür ve insanların fıtratına uygundur. Ancak maalesef insani fıtrattan uzak medeniyetlerde bu değerin kaybolduğunu görmekteyiz.
Komşularınızın halini gözetin. Bu, sadece iktisadi ve mali boyutta değil; tabii ki bunlar da önemli, ama aynı zamanda tüm insani yönlerle de ilgilenmek gerekir. Bakın o zaman toplumda nasıl bir yakınlık oluşur ve devasız dertlere deva bulunur. Bu, İslam peygamberinin de nasihatidir.
İslam peygamberi komşular hakkında öylesine tavsiyelerde bulunmuştur ki bizler adeta ‘komşuya miras payı belirlenecek’ diyorduk.
‘Sakın Kur’an-ı Kerim’e inanmayanlar bu kitaba amel edip sizden öne çıkmasın ve imanı olan sizler, amel etmeyip de geri kalmayasınız.’
Yani bugün karşı karşıya bulunduğumuz durum. Bu dünyada öne geçen insanlar çabaları, iyi amelde bulunmaları, yüce Allah’ın sevdiği iyi sıfatlarla öne geçtiler; fesadları ile, şarap içmekle veya ettikleri zulümlerle değil…
‘Var olduğunuz müddetçe Allah’ın evini boş bırakmayın.’
‘Eğer Allah’ın evi terk edilirse, size süre tanınmaz, ya da yaşama imkanı bulamazsınız.’ Bu ibare farklı şekillerde yorumlanmıştır.
Allah yolunda cihadı terk etmemek
‘Sakın Allah yolunda malınız, canınız ve dilinizle cihadı terk etmeyin.’ Bu cihad, İslam Ümmeti’nce sürdürüldüğü takdirde dünyada örnek bir millet olduğu ve bırakıldığı zaman da zillete düştüğü cihaddır.
İslami biçimi ile cihad, kendine göre sınırları olmasına rağmen, zulüm değildir. Cihadda insanların haklarına tecavüz söz konusu değildir. Cihad, onu bunu öldürme bahanesi değildir. Cihadda müslüman olmayan herkesin öldürülmesi söz konusu değildir. Cihad, çok azametli bir ilahi hükümdür. Cihad varsa, onurlu milletler de vardır.
Daha sonra şöyle buyurulur:
‘Bir birinizle irtibat içinde olun ve bir birinize yardım edin, bağışta bulunun.’
‘Bir birinize sırt çevirmeyin, bağlarınızı koparmayın.’
‘Asla emri bil ma’ruf ve nehyi anil münker’i terk etmeyin. Eğer terk edecek olursanız, iyiliğin davet edeni ve kötülüğün sakındıranı olmadığı yerde şerler işbaşına gelir ve iktidarı ele geçirir.’ Eğer insanlar kötülükleri kötü sayma huyundan vaz geçecek olursa kötüler iş başına gelir ve her şey onların kontrolü altında olur. Daha sonra da siz iyiler Allah’ım bizi bu kötülerden kurtar diye dua edersiniz, ama yüce Allah dualarınızı kabul etmez.
Mehmet Şevket Eygi’ye Cevap
Bismillahirrahmanirrahim
Sayın Mehmet Şevket Eygi
Mübarek Ramazan münasebetiyle Yüce Allah'tan size ve tüm Müslümanlara afiyet ve bağışlanma dilerim.
19 Temmuz 2013 Cuma günü tarihli "Başbakan'a mektup" başlıklı yazınızda yer alan bir konunun aydınlatılması gerektiğini düşündüğüm için bu satırları kaleme aldım, eğer gazetenizde yayınlarsanız okurlarınıza "sözleri duyup en güzeline uyma" fırsatını sağlamış olursunuz.
Yazınızın bir bölümünde şu ifadeler yer alır:
"Peygamberimiz “Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bunlar, biri dışında cehennemliktir” buyurmuş, kurtulacak fırkanın kendisinin ve Ashabının yolunda yürüyenler olduğunu bildirmiştir."
Sonra, Ehl-i sünnet dışındaki mezheplere işaretle:
"Onlar Ehli Sünnet ile çatışan bir tek iddia ve görüşlerinde bile haklı, isabetli, doğru değildir." demişsiniz.
Hatırladığım kadarıyla önceki bazı yazılarınızda da yukarıdaki hadise istinat etmiş ve Ehl-i sünnet dışındaki mezheplerin kurtuluş yolu dışında olduğunu savunmuştunuz. Bu yüzden yukarıdaki hadisle ilgili olarak bazı hususların açıklanmasında yarar vardır:
a. Bu hadis çeşitli kaynaklarda yer almasına rağmen kesinlikle tevatur derecesine ulaşmış değildir yani haber-i ahat kısmındandır ve haber-i ahada istinaden "bir mezhep kurtuluş yoludur ve diğer mezhepler cehenenmliktir" gibi akide ile ilgili bir konu ispatlanamaz. Akide konuları sadece, Kur'an Kerim'in açık nassı ve mütevatir hadislerle ispatlanır, haber-i ahatla değil. Haber-i ahat kabilinden olan hadisler sahih hadisler bile olsalar ancak ameli konularda geçerli sayılırlar kesin ilim ve yakîn gerekli olan akide konularında bu tür hadislere istinat edilmez. Bunu İslam mezheplerinin geneli kabul etmişlerdir.
Örneğin:
İbn-i Hacer Askalani Fath'ul- Bari'de şöyle diyor: "Ahbar-i ahat ameli konularda geçerlidir, itikadi konularda hüccet değildir." Fathfulbari c.13 s. 231.
Muhaddis Ali el-Kari de aynı şeyi Şarhu'n-Nuhbe'de Kirmani'den nakleder.
Zahirilerden olan İbn-i Hazm kendisi kabul etmemesine rağmen bu konuda diğer mezheplerin görüşünü şöyle nakleder:
"Hanefiler, Şafiiler ve Malikilerin ekseri ve mutezile ve Havaric ahbar-i ahadın ilim ifade etmediği görüşündedirler." El-İhkam fi Usuli'l ahkam c.1 s. 107
Bu görüş Hanbelilerin yanında da tercih edilen görüştür. Bk. El-Makdisi, Ravzatu'n-Nazir s. 91
Nevevi de, aynı görüşün fakihler ve usulilerin görüşü olarak nitelemektedir. Bk Sarhi Muslim c. 1 s. 131
Hanefilerden olan Sarahsi de, bütün şehirlerin büyük alimleri habari ahadın ilim ve akideyi ispatlamadığını açıklamıştır. Bk. Usul-i Sarahsi c. 1 s. 321
Yine İbn-i Abidin Reddu'l-Muhtar c. 1 s. 354 ahbar-i ahat gereği akidenin şekillenmeyeciğini bir örnekte açıklamıştır.
Aş'ariler ve Maturidiye ve diğer kelam ve usul-i fıkıh alimlerinin de görüşleri aynı çerçevededir. Taftazani, İmam Gazali, Kasani bu görüşü desteklemişlerdir. bk. El- Mustesfa, Bedai.
Buna göre bir haber-i vahide dayanarak bir mezhebin hak olduğunu savunmak ilke itibarıyla doğru değildir.
b. Ümmetin yetmiş üç fırkaya bölüneceğine dair hadis bir manada iki bölümden oluşur; birinci bölüm ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrıldığı, ikinci bölüm de bu fırkalardan cennetlik ve cehennmlik olanların kimler olduğunu belirlemek hakkındadır. Hadisin birinci bölümü genelde çeşitli kaynaklarda aynı şekildedir, ama ikinci bölümle ilgili olarak ihtilaf mevcuttur. Bu ihtilaflardan bazıları şöyledir:
1- Tirmizi, Ebu Davud ve İbn-i Mace, Ebu Hureyre'den bu hadisin birinci bölümünü yani "Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır." nakleder; geri kalan kısmını nakletmez. Bk Ebi Davut c. 12 s. 195 Şerhu's-sünne babı; İbn-i Mace babi iftiraku'l-Umem.
2- Tirmizi: …Hepsi ateştedir yalnız ben ve ashabımın üzerinde olduğum hariç. Bk Sunen-i Tirmizi, Babu Ma Cae fi iftirrak… c. 9 s. 235; El-Müstedreku'alas'sahiheyn c. 19 s. 202.
3- Hâkim'in sahih diye vasıflandırdığı bir nakli de şöyle: "Ümmetim yetmişe aşkın fırkaya bölünecek en çok ayrılığa düşeni konuları kendi görüşlerine göre kıyas eden sonuçta helâlı haram ve haramı helal eden kimselerdir." Hakim, bu hadisin şeyheyn yani Buhari ve Muslim'in şartına göre sahih olduğunu kaydeder. Mustadrak ales-Sahihayn c. 4 s. 477
4. Ahmet b. Hanbel, İbn-i Mace ve diğerleri Muaviye'den bu hadisin son bölümünü şöyle naklederler: …"Ya Resulullah onlar kimlerdir?" denildi: "Onlar cemaattir." Müsnet Ahmed, Hadis-i Muaviye bölümü, Sunen-i İbn-i Mace c. 11 s. 493.
Buhari, bir rivayete istinaden cemaati “ilim ehli” olarak açıklar, İbn-i Mesut'tan nakle göre o cemaati çoğunluktan ibaret bilir. Ömer b. Abdu'l-Aziz'e göre cemaat ashaptan ibarettir. Taberi'ye göre ise hak İmam etrafında bir araya gelen topluluktur.
Cemaat'ten maksadın cisimlerin toplanması olmadığına göre dinde toplanmak ve hak üzere toplanmak anlamında geldiği ortadadır. Demek cemaatte kişi sayısı asla ölçü değil neyin üzerine toplanmak önemlidir. Bunu teşhis etmek için de diğer Peygamber'in neyin üzerinde toplanılmasını emrettiğine bakmak gerekir.
5- Tabarani hadisin son bölümünü şöyle nakleder: … "Onların vasfını bize anlat dediklerinde şöyle buyurdu: Onlar büyük kalabalıktır." Tabarani Mu'cem-i Kebir c. 8 s. 273.
6- Yine Tabarani ve Mustedrek başka bir nakilde şöyle nakleder:
"O fırka hangi fırkadır" dediler, şöyle buyurdu: "Benim ve ashabımın bugün üzerinde olduğum durum üzere olan kimselerdir." Tabarani el-Mucemu'l-Evsat c. 8 s. 22; bu naklin 2. Nakille farkı bugün kelimesinin içinde yer alışıdır ki manada değişikliğin oluşmasına sebep olur, yani Peygamber döneminin sahabelerinin tutumu ölçü sayılır.
7- Kuleyni El-Kafi'de (Şia kaynağı)
Hadisin son kısmını şöyle nakletmiştir: "Bu yetmiş üç firkadan yetmiş ikisi ateşte ve bir fırkası cennettedir. Yetmiş üç fırkadan on üç fırkası bizim velayetimize bağlıdırlar ve (bunlardan da yalnız ) bir fırkası cennettliktir ve altmış fırka da diğer insanlardan ateştedirler." El-Kafi, c. 8 s. 224.
8- Hurr-i Amili Vesailuş'Şia'da (Şia kaynağı)
Hadisin sonunu şöyle nakleder: "Onlardan bir fırka kurtululur, diğerleri helak olur kurtulanlar siz (Ehl-i Beyt'in) velayetine sarılanlar, ilminizden pay alanlar ve kendi görüşlerine göre hareket etmeyenlerdir." Vesailuş'Şia c. 27 s. 50
9- Mufit El-Emali'de şöyle nakleder: (Şia kaynağı), Hz. Ali şöyle dedi: "Bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılır; canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki hepsi sapıktırlar, sadece bana uyan ve benim takipçiçerim olanlar hariç." El-Emali, Mufit s. 213
Görüldüğü gibi hadisin son bölümü ihtilaflı şekilde nakledilmiştir. Özellikle bazı rivayetlerin senetlerinde Hz. Ali'ye sebbeden nasibiler (örneğin Ezher b. Abdullah) de mevcuttur.
Bu ihtilafları genelde birkaç bölümde değerlendimek mümkündür
1. Ashabı genel manada ölçü gösteren hadis
2. Peygamber'in dönemindeki ashabı ölçü gösteren hadis
3. Çoğunluğu ölçü gösteren hadis
4. Cemaati (topluluğu) ölçü gösteren hadis
5. Ehl-i Beyt'e uymayı ölçü gösteren hadis.
Son kısım hadisleri tercihli kılan bir çok teyit edici delil mevcuttur. Bunlardan bazıları şöyle:
Peygamber (s) sahih hadiste şöyle buyurmuştur:
"Benim Ehl-i Beyt'im nuhun gemisi gibidir kim o gemiye binerse kurtulur ve kim o gemiye binmezse helak olur" Hakim, el-Mustadrak alessahihayn c. 3 s. 173; hadis: 4720 Hakim, bu hadisin Muslim'in şartına göre sahih olduğunu kaydeder. Tabarani ve diğer birçok kaynak da bu hadisi nakletmiştir.
Tirmizi, Ahmet b. Hanbel ve diğer birçok muhaddisin nakline göre Resulullah şöyle buyurmuştur:
"Ben sizin aranızda öyle şey bırakıyorum ki onlara uysanız asla benden sonra sapmazsınız biri diğerinden daha üstündür: Allah'ın kitabını o gökten yere uzanan bir iptir ve öz soyumdan olan Ehl-i Beytimi. Bunlar Havuz başında bana kavuşuncaya kadar asla birbirlerinden ayrılmazlar." Bk. Tirmizi Menakıp Ehl-i Beyt babı Hadis: 3720
Elbani bu hadisi sahih olduğunu vurgulamıştır. Tabarani ve diğer bir çok kaynak bu hadisi nakletmiştir Muslim'de de hadis farklı tabirle geçmektedir.
Yukarıda açıklananlara nazaran yetmiş üç fırka hadisine istinaden Ehl-i Sünnet mezhebinin hak olduğunu söylemek delilsiz bir iddia kabilinden bir sözdür.
Hatta sizin tercih ettiğiniz nakli ölçü alsak bile yine durum değişmez. Yani sahabe tek başına ölçü ola bilmez, çünkü birçok konuda sahebe ihtilafa düşmüş bu yüzden diğer ölçülere başvurmak gerekir.
Başka bir ifadeyle ihtilaf Hz. Peygamber'in ve ashabının hangi yol üzere olduğunu ve Peygamber'den sonra çıkan ayrılıklarda hangi görüşün Peygamber'in dönemindeki yolu temsil ettiğini teşhis etmek konusunda odaklanır.
Oysaki sahabeler birçok önemli konularda ihtilafa düşmüş ve çıkan savaşlarda onbinlerce sahabe ve gayri sahabe ölmüştür.
Hilafet konusunda sahabeler arasında ihtilaf meydana gelmiş başlangıçta bu ihtilaf Ehlibeyt ile sahabelerin çoğunluğu arasında cereyan etmiş Pak Ehl-i Beyt'ten olan Hz. Fatıma ölünceye kadar biat etmemiş, sonraları bu ihtilaf geniş boyutlar kazanmış ve sahabelerin ikiye bölünmesine yol açmış. Üçüncü halife döneminde bu ihtilaflar yaygınlaşmış Ebuzer sürgüne gönderilmiş ve Resulullah'ın Medine'den sürgün ettiği kimselere büyük mevkiler verilmiş ve icraata karşı çıkan sahabelerle destekleyenler arasındaki fitne yaygınlaşmış ve halife evinde öldürülmüştür. Giderek bu ihtilaflar sahabeler arasında daha da büyümüş bir tarafta Hz. Ali ve ashabın çoğunluğu ve diğer tarafta yine Talha ve Zübeyr ve Aişe ve sonra Muaviye ve Amr As gibi sahabelerin arasında çıkan savaşlarda onbinlerce sahabe ve gayri sahabe ölmüştür.
Sonraları bu gedik daha da büyümüş ve sahbilerden ve aynı zamanda Pak Ehlibeyt'ten olan Resulullah'in göz nuru Hz. Hüseyin ve yaranları Kerbela'da, içinde onlarca sahabinin olduğu Yezid'in ordusu tarafından şehit edilmiştir.
Kısacası eğer hadisi bu bölümünü sahih kabul etsek bile Resulullah'tan sonra ashap arasındaki ihtilaf ve bölünmelerde kıstas olacak diğer ölçüler lazımdır; sırf sahabelerin çoğunluğunu veya güçte olanını haklı görmek İslam mantığına ters düşer. Aksi takdirde Hz. Hüseyin'in haksız ve Yezid'i haklı görmemiz gerekir; çünkü sahabelerin çoğunluğu Yezid'in ordusunda veya onun destekçişi durumundaydılar.
Kaldı ki Peygamber kendisinden nakledilen onlarca sahih hadiste ashabın bir kesiminin kendisinden sonra yoldan çıkacağını ve ateşe gireceklerini beyan buyurmuştur. Şu örneğe dikkat edin:
Peygamber (s) şöyle buyurdu:
"Ben (mahşerde durduğum) bir zamanda bir zümreyi görürüm ve onları tanırım bu sırada bir kişi (melek) ortaya çıkar ve onlara haydi gelin der. Ben nereye derim, o ateşe doğru der. Onların durumu nedir? derim. Onlar senden sonra gerisin geriye döndüler, ben onlardan ancak sahipsiz kalan develer miktarınca (çok az bir kısmının) kurtulduğunu görürüm." Buhari c. 5 s. 2407 (Bab-i Havz)
c. Bu hadisi kabul eden büyük Ehl-i Sünnet alimleri, Ehl-i sünnettin hangi fırkasının kurtuluş ehli olduğu ve gerçek Ehl-i sünnet olduğu konusunda da ihtilaf içerisindeler.
Örneğin Eş'ariler ve Maturidiler gerçek Ehl-i Sünnet'in kendileri olduğunu söylerken ehl-i hadis olan kesim kendilerinin gerçek Ehl-i sünnet olduklarını iddia etmişlerdir:
İbn-i Cevzi Hanbelîleri ve hadisçileri Ehl-i sünnet'ten bilmiş ve Aş'arileri Ehl'i sünnete karşı olan bid'at ehlinden saymıştır. İbn-i Cevzi Saydu'l-Hatır s. 181
Buna karşılık Ebu Ishak Şirazi eş-Şafii, Hanbelileri kınamış ve Aş'arileri Ehl-i Sünnet'en bilmiştir. (Subuki Tabakat, c. 3 s. 374-400
Yine Subuki Hanbelileri bidat ehli ve Eş'arileri Ehl-i Sünnet bilmiştir bk. Et-Tabakat c. 3 s. 356
Kazi İbn-i Ebi Ya'la Hanbelileri Ehl-i sünnet bilmiş ve Eş'arileri ehl-i bid'attan saymıştır. Tabakatu'l Hanabile c. 2 s. 210
Selefi âlimlerinden Şeyh Salih Al Şeyh şöyle yazmıştır: Aş'ariler ve Maturidiler Ehl-i Sünnet'e muhaliftirler ve Ehl-i sünnet ve cemaatten sayılmazlar kendileri bu konuda iddialı olsalar bile. Bk. Şeyh Salih al-Şeyh Al-Akide s. 2 c. 5
Bu ihtilaflar bile açıkça yukarıdaki hadise dayanarak bu hadise istinaden bir mezhebin kurtuluş yolu ve diğer mezheplerin cehennemlik veya bir yolun hak diğer mezheplerin batıl olduğunu söylemek şer'i ve mantıki açıdan hiçbir sağlam esasa dayanmamaktadır. Bu hadis hakkında diğer bazı konular da vardır biz bu kadarıyla yetiniyoruz.
Hücce-ul İslam Murtaza Turabi
(14. Ramazan-i Mubarek 1433 / 23. 7. 2013)
Kaynak : Ehlader Haber
AB Hizbullah'ı kara listeye alsa ne olur...
Avrupa Birliği, Hizbullah’ın askeri kanadını terör örgütleri listesine aldı.
Hizbullah Lübnan’da konuşlanmasına rağmen, Suriye’deki isyanda Esad’a verdiği destekle biliniyor. Esad’ın muhalif güçlere karşı kazandığı zaferde Suriye’nin yanındaki bu örgütün payı büyük.
AB’nin karardaki maksadı fiilen bu savaşın içinde yer alan ve ölüm korkusu bilmeyen örgütün önünü kesme çabasından başka bir şey değildir. Ancak AB ülkelerinden zaten parasal bir yardım görmeyen Hizbullah’ın karardan etkilenmeyeceği ortada.
Bizce tam tersine bu karar Müslüman Suriye’nin ve Hizbullah’ın azmini tahrik edecektir.
Hizbullah’ın saldırgan bir grup olmadığı malum. Meşru müdafaa hakkını kullanmaktaki ustalığı da...
Geçmişte İsrail, Lübnan’ın güneyini işgal ettiğinde, verdiği mücadele ile İsrail’e dünyayı dar etmiş ve bu bölgeden silip atmıştı.
Kararın Hizbullah’ın üzerinde psikolojik baskı etkisi oluşturacağından bahsedilmekte.
Bu psikolojik etki yılgınlık şeklinde olmayacak, tam tersine örgütü İsrail’e karşı bileyecektir.
Zira Suriye işgalinde veya Ortadoğu’daki diğer gelişmelerin arkasında Büyük İsrail’in temelleri vardır. Ancak Rusya’nın devreye girerek Suriye’yi desteklemesi ABD’nin ve İsrail’in bölgedeki planlarını alt üst etmiştir.
Hizbullah’ın Avrupa ülkelerinin terör listesine alınması yönündeki kararı, Rusya’ya karşı duramayan bu ülkelerin kendilerini tatmin kararıdır.
Rusya’nın liderliğinde Cenevre Konferansı’na hazırlanan taraflar şu anda psikolojik bir savaşın içindeler.
ABD Genelkurmay Başkanı, Afganistan ve Irak işgallerinden yola çıkarak yaptığı değerlendirme de Suriye’ye muhtemel bir askeri müdahalenin ABD’ye pahalıya mal olacağının altını çizdi.
Bu sebeple Birleşik Devletler Suriye’ye direkt müdahale yerine muhaliflere istihbarat ve silah yardımı, eğitim gibi alanlarda faaliyette bulunuyor.
Rusya’nın hamiliğindeki Suriye karşısında AB - ABD - İsrail ile devam eden bu psikolojik taarruzdan Suriye ve Hizbullah daha da güçlenerek çıkacaklar.
Batı son şansını deniyor, Suriye bataklığına gömülmüş durumda…
Prof.Haydar Baş