کارگر

کارگر

İslam tarihiyle ilgili olup da Abdullah b. Sebe’nin önemli bir yer almadığı, sayfalar dolusu açıklamalarla değinilmediği çok az kitap vardır.

Bu hayali, kurgusal adam çeşitli suretlerde tasvir etmiş, farklı görüntüler altında sahneye çıkarmışlar. Bazen korkuların kol gezdiği, tozun dumana katıldığı olayların arasına dalan bir cengâver, bazen ardı arkası kesilmeyen göçlere ve uzun seferlerin zorluklarına katlanan bir kahraman olarak çıkarmışlar karşımıza. Bir bakıyorsun Medine’de, bir bakıyorsun Mekke’de ortaya çıkıyor. Oradan Basra’ya, sonra Kufe’ye geçiyor. Birden Şam’da sahne alıyor. Çöller, sahralar dolaşıyor, vadileri, dağları aşıyor. Her yerde o. Büyülü bir deniz dalgası, gözlerin ışığını alan bir şimşek. Sesten daha hızlı hareket ediyor. Dinsizliğin ve şirkin davetçisidir. Görüşleriyle insanları yoldan çıkarır, sözleriyle akılları zehirler. Yahudiliğin ilkelerine, Zerdüştiliğin inancına çağırır.

 Akıllar üzerinde karşı konulmaz bir hakimiyeti, düşünceleri egemenliği altına alan akıl almaz bir heybeti var. Söylüyor; anında tasdik ediliyor. Emrediyor; derhal uygulanıyor. Arapları asasının bir işaretiyle istediği tarafa sevk edebiliyor. Söylendiğine göre –evet böyle söylüyorlar ve bu söz ne büyük bir iftiradır– birçok sahabe–maazallah– emrine giriyor, ilkelerine inanıyor. Örneğin Hz. Muhammed’in (s.a.a) medresesinden mezun olmuş, Resulullah’ın (s.a.a), doğruluğuna şahitlik ettiği Ebu Zer, Allah yolunda annesi ve babasıyla birlikte işkenceler çekmiş Ammar b. Yasir onun davetinin destekçileriymişler! Onun inancını taşıyorlarmış! Onun fikirlerinden etkilenmişlermiş!

Mesela Ebu Zer’in, Allah’ın malını belli bir zümrenin elinde dolaşan bir servete, Allah’ın kullarını da kölelere dönüştüren servet sahiplerine karşı başlattığı isyan –iftiraya bakın– onun eseriymiş! Osman’a karşı gerçekleşen ayaklanmayı o tertiplemiş. Cemel savaşını o kızıştırmış, sıffin savaşı onun emriyle başlamış! Şianın ilkeleri onun düşüncelerinden ve görüşlerinden derlenmişmiş… vs…

Şu akıl tutulmasına bakın! Şu sefih görüşlere bakıp da yanmayın! Ne pespaye hayaller Allah’ım! Ya şu hakkın örtbas edilip batılın göğe çıkarılmasına ne demeli!

Hiç kuşkusuz akıl ile hakikat arasına engel konulmasından, hakikatin, karanlık ve ıssız çöllerde ihtilaflara, çarpıtmalara ve saptırmalara bulaştırılmasından daha korkunç bir hadise olamaz. Nitekim böyle bir çarpıtma ve güdümlemeyledir ki İbn Sebe yalanına inanılmış ve bunun neticesinde bizim çürütmeye çalıştığımız onca iddiayı içeren nice kitaplar kaleme alınmıştır.

Ama meselenin arka planına bakmanın ve bu efsanenin ortaya çıkışının gerçek sebebini gözler önüne sermenin, asıl aktörün derin bir sessizlik içinde kirli elleriyle arkasında yer aldığı bu sahte figürü teşhir etmenin zamanı gelmiştir artık.

Dinin mukaddesatıyla istediği gibi oynayan, Müslümanların birliği yolunun seçilemez hale gelmesi için tozu dumana katan bu karanlık elleri bu gün bir titremedir, can alıcı bir telaştır almış. Çünkü arkasına gizlendikleri perdenin kaldırılma zamanının geldiğini fark ediyorlar. Maskelerini yırtılıp gerçek yüzlerinin sergilemesinin an meselesi olduğunu anlıyorlar. Ayrılığın, tefrikanın tehlikesini fark eden kitlesel bilinç yükselmesi bu düzenbazlar açısından tehlike çanlarının çalınması demektir.

“İbn Sebe meselesini ele almanın, gündeme getirmenin bu gün için bir yararı yoktur. Çünkü zaman değişmiştir. Bu mesele de geçmişin mezarlığına gömülmüştür. Mazinin mezarlarını yeniden deşmenin, dürülüp kaldırılmış, zamanın hazmettiği eski defterleri açmanın herhangi bir doğru tarafı yoktur.” diyenler yanılıyorlar.

Onlara şunu diyebiliriz: Bu mesele, bazılarının vehmettiği gibi dürülmüş sahifelerden, unutulup gitmiş konulardan değildir. Bilakis her vakit taze ve yenidir. Üzerinden ne kadar uzun bir zaman geçerse geçsin değişmez. Her vakit yayılma istidadındadır, her an dayanacağı yeni üsler bulabilecek kıvraklıktadır. Günümüzün yazarlarının Şiayı eleştirmek için bulabilecekleri bolca malzeme üretme kabiliyetine sahiptir. Bu gibi yazarların başında, ihtilaflara yol açan gedikleri kapatmaları, zor zamanların, zulüm asırlarının ifsat ettiği tarafları ıslah etmeleri beklenen koca koca alimlerin, şeyhlerin bulunması da ayrıca üzüntü vericidir.

Genç Müslüman beyinleri, bütün ümmetin yararına olacak şekilde aydınlatmaları beklenen üstadlar vardır ne yazık ki bu kirli planın parçaları olmuş zümreler arasında.

Ne yazık ki bunlar fitnenin etkenlerine teslim olmuşlardır. Oysa buna karşı bilinçli bir tavırla durmaları kendilerine daha çok yakışırdı. Yetişen yeni nesilleri eğitmek, İslam ümmetine hizmet etmek, ilmi tespit ve nakillerde İslami metoda uymak, eleştiride itidal sınırını aşmamak gibi omuzlarına bindirilmiş sorumluluklarına göre hareket etmeleri daha uygun olurdu.

Bu gibi zatların İbn Sebe olayıyla ilgili olarak yazdıklarından, birçok değerlendirmelerini dayandırdıkları çıkarımlarından bazı örnekler sunmak istiyoruz:

Ebu Zehv

Şeyh Muhammed Ebu Zehv–Ezher–i şerif ulemasındandır. Şu anda Usul–u Fıkıh fakültesinin profesörüdür [1] – “Şiilik, İslam düşmanlarının arkasına gizlendikleri bir perdedir” başlığı altında şunları söylüyor:

“Benim kesin kanaatim şu dur ki: Şiilik, fars, Yahudi, Rum ve benzeri birçok milletten İslam düşmanlarının dine karşı komplo kurmak ve bu İslam devletinin düzenini devirmek amacıyla arkasına gizlendikleri bir perdedir…”

Devamla şunları söylüyor: İslam düşmanları içeri sızabilecekleri zayıf kapılar aramaya başladılar. Sonunda amaçları açısından en uygun ve en etkili kapının hile ve aldatma olduğuna karar verdiler. İçlerinden bir grup Müslümanlığını ilan etti. Bunlar, Ehl–i Beyt sevgisi ve Hz. Ali’ye haksızlık edenlere buğzetmekle temayüz etmiş Şia mezhebine girdiler. Sonra onları fitne ve helaka sürükleyici davranışların içine girdiler. Nitekim Şianın içinde yaydıkları ve büyük kısmı dinin temelini yıkmaya, İslamın öğretilerinden ve hükümlerinden sıyrılmaya dönük bozuk inançlarla onların birçoğunu sahih dinden uzaklaştırdılar. Tarihçilerin belirttiğine göre bu fitnenin temelini Yahudi bir adam olan Abdullah . Sebe atmıştır. Bu adam Ali sevgisinde aşırı gitmiş ve sonunda Allah’ın ona hulul ettiğini iddia etmiş. Sonra da halkı Osman’a karşı ayaklanmaya çağırmıştır…”

Kardeşimiz Şeyh Muhammed Ebu Zehv böyle diyor ve kesin kabullermiş gibi tereddütsüz sıralıyor iddialarını. Öğrencilerine anlatıyor. Böylece nesillerden beri devam edip gelen ve Yahudilerin Müslümanlara karşı zafer kazandıkları fikrini inceden inceye işleyen mesajı bir kez daha iletiyor. Şunu demek istediğinin farkında değildir: bir tek Yahudi hilesi ve kurnazlığıyla Muhammed’in (s.a.a) ashabını parmağında oynatmış, onları sinsice planlarını uygulayan araçlar haline getirmiş, çağrısıyla onların kafasını karıştırıp fitneye düşürmüş. Onlar da düşünmeden onun çağrısını kabul etmişler ve emirlerini yerine getirmişler. Başka hiçbir etken yok ortada. Sadece bir tane yahudinin propagandası. Davetine icabet etmişler, iradesine uymuşlar. Haşa! Onlar bu aşağılık duruma, bu onur kırıcı düzeye düşmekten yücedirler. Ama Şeyh–Allah selamet versin–ikna olmuş gibi, hem de böyle düşünmesini gerektirecek ciddi bir kanıt yok iken. Ne diyelim, Allah bize ve ona hidayet versin.

Muhammed Ebu Zehra

Kahire Üniversitesi Hukuk Fakültesi İslam Şeriatı Profesörü Şeyh Muhammed Ebu Zehra–Osman zamanındaki fitnelerin ortaya çıkmasına yol açan sebepleri saydıktan sonra–şöyle diyor [2] : Osman’ın yakın akrabalarından valiler tayin etmesinin neticesinde akrabalarını kayırma suçlamasına yönelik etkenler harekete geçti. Bu valilerin bazısının İslami bir geçmişleri yoktu. Abdullah b. Sa’d b. Ebu Serah gibi bazıları da irtidat ettikleri için peygamber (s.a.a) tarafından haklarında ölüm emri çıkarılmıştı. Osman, Amr b. As’tan sonra onu vali yaptı. Öbürü de–İbn As– bundan dolayı insanları Osman’a karşı kışkırtmaya başladı. Şöyle diyordu: Allah’a yemin ederim ki karşıma bir çoban çıksa, onu da Osman’a karşı kışkırtırdım.” Abdullah’ı vali tayin etmekle birlikte hakkında kötü sözler yayılmaya başladı. Çünkü insanlar onun hakkında ileri geri konuşuyorlardı. Bunun sebebi, onun önce inanan, sonra inkar eden ve Peygamberi (s.a.a) yalanlayan bir adam olmasıydı…

Devamla şöyle diyor: “Bunun sebeplerinden biri, belki de en büyüğü İslama kin duyan grupların varlığıydı. Bunlar, İslamın gölgesinde yaşıyorlardı, ama Müslümanlara her türlü tuzağı kurmaktan da kaçınmazlardı. İslam elbisesini geçirmişlerdi üzerlerine. Zahiren İslama girmişlerdi. Ama içleri itibariyle kafirdiler. Bu fırsat çıkınca karşılarına Zinnureyn (Osman) hakkında kötü şeyler söylemeye, Ali b. Ebutalib’in iyiliklerini sayıp dökmeye başladılar. İslam memleketinde intikam duygusunu kaşıdıkça kaşıdılar. Bazı valilerin uygulamalarını propagandalarına malzeme yaptılar. Hiç kuşkusuz bu kumpasın baş tağutu Abdullah b. Sebe’ydi. İbn Cerir et–Taberi onun hakkında şunları söylüyor:

“Abdullah b. Sebe, San’a’lı bir yahudiydi. Annesi siyahtı. Osman zamanında Müslüman oldu. Sonra halkı saptırıp yoldan çıkarmak maksadıyla İslam memleketlerinde dolaşmaya başladı. Önce Hicaz bölgesini gezdi. Sonra Basra’ya oradan da Şam’a gitti. Şam halkından hiç kimseyi etkileyemedi. Sonunda onu Şam’dan kovdular. Oradan Mısır’a gitti. İnsanlara anlattığı hususlardan biri şuydu: İsa’nın bir gün döneceğini iddia edip de Muhammed’in dönmeyeceğini söyleyenlere hayret ediyorum. Halbuki Allah şöyle buyurmuştur: “Kur'an'ı sana farz kılan Allah, elbette seni (yine) dönülecek yere döndürecektir.” (Kasas, 85) Ayrıca Muhammed, İsa’dan daha çok dönmeye layıktır…

Sonra insanlara şunları söyledi: Bu güne kadar bin peygamber gelmiştir. Her peygamberin bir vasisi vardır. Muhammed’in (s.a.a) vasisi de Ali’dir. Buna şu sözleri de eklemiştir: Muhammed peygamberlerin sonuncusu, Ali de vasilerin sonuncusudur.

Ardından şunları anlattı: Osman halifeliği haksız yere almıştır. Resulullah’ın (s.a.a) vasisi dururken o halife olamaz. Bu iş için uyanın, harekete geçin. Emirlerinizi bu noktada eleştirin. Marufu emretme ve münkeri nehyetme görüntüsüyle hareket edin ki insanların size meyletmesini sağlayasınız… Sonra davetçilerini her tarafa yaydı. Şehirlerde fesat çıkaran kimselerdi bunlar. Onunla yazışıyorlardı. Gizlice insanları görüşlerini benimsemeye çağırdılar. Marufu emretme ve münkeri nehyetme görüntüsü altında hareket ediyorlardı. Memleketin her bir yanına yazılar gönderiyorlardı. Yazılarında valilerin ayıplarını işliyorlardı. Kendileriyle aynı görüşü paylaşanlarla bu minval üzere yazışıyorlardı. Geniş bir propaganda alanı bulmuşlardı. Açıktan söylediklerinden farklı bir şey istiyorlardı. İzhar ettiklerinden farklı bir niyet gizliyorlardı içlerinde.

Tarihçilerin şeyhi “Taberi”nin Müslümanları ifsat etmek için komplo kuran bu adamların tavırlarını nasıl açıkladığını görüyoruz. Bunlar, Osman’ın bazı valilerinin olumsuz davranışlarını gerekçe göstererek sapık fikirleri ve ayrılıkçı düşünceleri yayıyorlarmış.

Yazar devamla şunları söylüyor: Şiiler ve onlarla birlikte bazıları köklerinin peygamberin (s.a.a) vefat vaktine kadar dayandığını ileri sürseler de Şia mezhebi bu fitnelerin gölgesinde doğup gelişti. [3]

Ahmed Emin

Ahmed Emin ise, İbn Sebe’nin fikirleri ve öğretileriyle peygamberin (s.a.a) sahabesi Ebu Zer’i etkilediğini söylüyor ve ekliyor:

Ebu Zer el–Gifari’nin görüşleri ile Mazdek’in görüşleri arasında sadece mali açıdan benzerlik olduğunu görüyoruz. Taberi şunları söylüyor: Ebu Zer Şam’da ikamet etti ve bir süre sonra şöyle demeye başladı: Ey zenginler topluluğu! Fakirlerin ihtiyaçlarını giderin. “Altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar yok mu, işte onlara elem verici bir azabı müjdele! Bunlar cehennem ateşinde kızdırılıp bunlarla onların alınları, yanları ve sırtları dağlanacaktır.” (Tevbe, 34–35) Çok geçmeden fakirler zenginlere karşı öfkeyle doldular. Zenginlere sataşır oldular. Sonunda zenginler insanlardan duydukları bu tür sözlerden şikayetçi oldular.” Sonra Muaviye onu Medine’ye Osman b. Affan’ın yanına gönderdi ki Şam’da fesat çıkarmasın. Osman ona sordu: Şamlılar niçin senin sivri dilinden şikayet ediyorlar? Dedi ki: Zenginlerin malı biriktirmemeleri gerekir…

Burada Ahmed Emin şu değerlendirmeyi yapıyor: Burada Ebu Zer’in görüşünün Mazdek’in ekonomiyle ilgili görüşlerine çok yakın olduğunu görüyoruz. Ama Ebu Zer bu görüşleri kimden öğrendi?

Ahmed Emin bu soruyu ortaya attıktan ve bu düşüncenin değerli sahabe Ebu Zer el–Gıfari (r.a) tarafından benimsenmiş olduğu kanaatini dile getirdikten sonra bunun cevabını aramaya başlıyor ve şunları söylüyor:

Bunun cevabını da Taberi bize veriyor ve diyor ki: “Kara kadının oğlu (ibn sevda/İbn Sebe) Ebu Zer’le karşılaştı ve ona bu fikirleri aşıladı. Adı geçen bu kara kadının oğlu Ebu Derda ve Ubade b. Samit’e de gitmişti, ama onlar onu dinlememişlerdi. Hatta Ubade onu tutup Muaviye’ye götürmüş ve “Allah’a yemin ederim ki Ebu Zer’i sana musallat eden adam budur.”demişti. [4]

Bundan sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: Biz biliyoruz ki kara kadının oğlu (İbn Sevda) Abdullah b. Sebe için kullanılan bir lakaptır. San’a’lı bir yahudiydi. Osman zamanında Müslüman olduğunu söyledi. Müslümanların dinini bozmaya çalıştı. Memleketin her tarafına yıkıcı, zararlı birçok akideler yaydı. Bunları ileride açıklayacağız. İslam coğrafyasının birçok memleketini dolaştı. Hicaz, Basra, Kufe, Şam ve Mısır’a gitti. Bu fikirleri Irak veya Yemen Mazdeklerinden öğrenmesi yakın bir ihtimaldir. Ebu Zer de iyi niyetinden bu fikirleri benimsedi ve nefsinin eğilimli olduğu zühd boyasıyla boyayarak dile getirmeye başladı. Ebu Zer en muttaki insanlardan biriydi. Dünyaya meyletmez, ondan uzaklaşırdı. Sevilen bir tip olduğu için de sufiler üzerinde etkili olmuştur. [5]

El–Hatib

Bu noktada Muhibbuddin adıyla tanınan el–Hatib’in yazdıklarını aktarmadan geçemeyeceğiz. Ki okuyucu bir yalana dayanmanın, efsaneleri gerçekmiş gibi benimsemenin ve bunu kanıt diye ortaya koymanın sonunun nereye vardığını görsün. Öyle ki bu yalan ve efsane gerekçe gösterilerek sahabe–i kiramdan birçok zatın makamına dil uzatılmış, hiçbir haklı gerekçe olmaksızın acımasız eleştiriler yöneltilmiştir. Kuşkusuz bu, hakka muhalif hareket etme ve heva ve hevesten kaynaklanan arzulara göre davranma bağlamında tam bir küstahlıktır.

Bu adam bu efsaneyi önce kendi arzusuna uygun bir kalıba sokuyor, tam da hevasının öngördüğü biçimde kurguluyor–el hak, birçok alanda yaratıcılığını göstermiş biridir–hem de hiçbir delile dayanmadan, bir kaynak göstermeden…

İbn Sebe’yi anlattıktan sonra diyor ki: Bu şeytan Abdullah b. Sebe adlı San’a’lı bir yahudidir. Kara kadının oğlu (İbn Sevda) diye çağrılırdı. Fikirlerini son derece iğrenç bir yöntemle, aşamalı olarak ve dahice yaydı. Çeşitli farklı toplumsal katmanlara mensup insanlar çağrısına icabet ettiler.

Devamla şunları söylüyor: kabile liderlerinin çocuklarını, şehirlerin ileri gelenlerini, özellikle babaları cihad ve fetih hareketine katılan kimseleri kendine bağlamak için yoğun bir çaba sarf etti. Bazı Salih, ama saf kimseler ve aşırı eğilimleri oldukları için toplumdan dışlanan aykırı tipler çağrısına uydu. Fustat’ta onun fikirlerini benimseyenler şunlardır: el–Gafiki b. Harb el–Akki, Abdurrahman b. Adis el–Belvi et–Tecibi eş–Şair, Kinane b. Bişr, Sevdan b. Hamran, Abdullah b. Zeyd b. Verka Amr b. Hamak el–Huzzai, Urve b. En–Nabiğ el–Leysi, Kuteyre es–Sekuni…

İbn Sebe’nin Kufe’de yoldan çıkardığı kimseler de şunlardır: Ömer b. Esem, Zeyd b. Savhan el–Abdi, el–Eşter Malik en–Nahai, Ziyad b. en–Nazar el–Harisi, Abdullah b. Esem.

Basra’da onun fikirlerini benimseyenler şunlardır: Harkus b. Züheyr es–Sa’di, Hekim b. Cebele el–Abdi, Zerih b. Ubad el–Abdi, Bişr b. Şureyh, el–Hatem Dabia el–Kaysi, İbn el–Muharriş b. Abd…

Medineliler arasında sadece üç kişi bu fikirleri benimsedi: Muhammed b. Ebubekir, Muhammed b. Ebu Huzeyfe ve Ammar b. Yasir…

İbn Sebe’nin dehasına ve kurnazlığına bakın. Fustatlıları Ali’ye uymaya, Kufelileri Talha’ya uymaya, Bsaralıları da Zübeyr’e uymaya çağırıyor… Sonra adı geçen yazar mektupların da İbn Sebe tarafından değiştirilip çarpıtıldığını yazıyor…

Bununla yetinmiyor el–Hatib ve Medinelileri kınıyor, daha doğrusu sahabeleri eleştiriyor ve diyor ki: Bu, onların uyanmasına sebep olmalıydı. Ali de uyanmalıydı. Bilmeliydiler ki Müslümanlar arasında fesadı kışkırtan, karışık ortamı fırsat bilerek içlerindeki kötülüğü ve şerri yaymaya çalışan kimseler var. Bu, onların uyanmaları için yeterliydi. Çünkü Osman’ın mektubunu değiştiren bu sinsi eldi. Bunun delili de mektubu taşıyan kişinin bilerek onlar tarafından fark edilecek şekilde, ama gizleniyormuş gibi yaparak yürüyor olmasıydı. Böylece kendisinden kuşkulanmalarını sağlamak istiyordu. Ne yazık ki o günden bu güne Müslümanlar iyi yürekliliklerinin kurbanları olmaya devam ediyorlar…” [6]

Böylece bu efsane birçok çağdaş yazarın ve daha birçok araştırmacının beyninde yer edinmiştir. Başkalarının bu konuda yazdıklarını da aktarmak istemiyoruz. Çünkü buraya kadar aktardıklarımız mevzunun anlaşılması ve oluşturduğu tehlikenin boyutlarının kavranması açısından yeterlidir.

Buraya kadar anlatılanlardan anlaşılıyor ki–senin de gördüğün ve başka kitaplardan da gözlemlemen mümkün olduğu gibi– anlatılan hikaye şudur: Ebu Zer’i, mali uygulamalarından dolayı Muaviye’ye karşı kışkırtan İbn Sebe’dir. Ebu Zer’in savunduğu bu fikirler İslamın ruhundan ve öğretilerinden kaynaklanmıyorlar. Bunlar Mazdek’in fikirleridir. Ebu Zer’in görüşünü desteklemek için gösterdiği ayetler, İslamın değil de İbn Sebe’nin öğretilerindenmişler gibi!

El–Hatib’in sözünü ettiği sahabeden ve tabiinden birazdan hayat hikayesini vereceğimiz Ammar b. Yasir, Abdullah b. Zeyd, Amr b. Hamak el–Huzzai, Hekim b. Cebele el–Abdi, Zeyd b. Savhan gibi bu adamlar –el–Hatib’in deyişiyle iyi niyetli, saf veya aşırı kimseler, aykırı tiplerdirler ya–İbn Sebe’nin davetinin başını çekmeye başlamışlar.

Ümmetin seçkin şahsiyetlerine ve büyüklerine yönelik bundan daha büyük bir iftira olabilir mi?

Bilemiyoruz bu hükmün, bu gibi sözlerin delili nedir? Birazdan göreceğimiz gibi Taberi’den başka bir kaynakta da yer almıyor.

Özellikle bu yazar–yani el–Hatib– Taberi’nin sözlerini birazdan değineceğimiz şartlara uyması dışında güvenilir bulmayan biridir. Ama İbn Sebe meselesi tam da onun arzusuna uygundur. Bu yüzden karanlıkta odun toplayan kimse gibi üzerine atlamıştır.

Nereden Nereye?

İbn Sebe meselesi, müsteşriklerden ve başkalarından oluşan bazı yazarların içlerindeki arzuya uygun düşmüştür. Buna bu yüzden özel bir itina gösterirler. Her açıdan ele alıp açıklarlar. Yaldızlı, ilgi çekici, dikkat uyandıran kelimelerle kalemlerini oynatırlar. Her fırsatta vurgulama gereğini duyar, doğruluğundan şüphe etmeyen, gerçekleştiğinden emin bir edayla tekrarlayıp durular. Sanki kuşku götürmez bir gerçekmiş gibi. Altında yatan tehlikenin farkına varmadan tartışılmaz bir hakikat gibi dillerinden düşürmezler.

Ne yazık ki bu adamlar bu meselenin kaynağından haberdar değildirler, ya da öyle görünüyorlar. Nereden başladığını ve nereye kadar vardığını, hangi büyük etkilere yol açtığını, kötü sonuçlarını ve vahim akıbetlerini görmezden geliyorlar.

İbn Sebe için–daha önce de değindik– diyorlar ki: Müslümanlar arasında ihtilaf çıkaran odur. Mensuplarının sayısı yüz milyondan fazla olan bir mezhebin [7] kurucusudur. O, diğer İslam beldelerinde amacına ulaşamayınca Mısır’a gidip amacını orada gerçekleştiren bir kahramandır. Kitleleri etrafında toplamış, müslümanların başkentine, yani halife Osman’ın bulunduğu Medine’ye sevk etmiş, böylece rejimi devirmiştir. Şeyh Ebu Zehv ve Ebu Zehra’nın dediğine kalırsa amacını da gerçekleştirmişti.

Dediklerini kalırsa, Resulullah’ın (s.a.a) sadık olduğuna tanıklık ettiği değerli sahabi Ebu Zer’in aklını çelen, Muaviye’nin üzerine salan ve müslümanların mallarını zimmetine geçirip istediği gibi harcamasına isyan bayrağını açmasını sağlayan oymuş!

Evet, aynen böyle diyorlar. Güya İbn Sebe, Ebu Zer’e her şeyi mubah gören Mecusi Mazdek düşüncesini telkin etmiştir!

Böylesi aptalca düşüncelerden Allah’a sığınırız.

Bakın İbn Sebe daha neler yapmış? Bir kere birçok büyük sahabenin hareketinin üyeleri ve fikirlerinin davetçileri olmalarını sağlamış! Artık bu hikayeyi saran akıl almaz abartıları varın siz tasavvur edin. Gün geçtikçe abartılar çoğalmıştır. Sağlıklı bir araştırmaya ve incelemeye tabi tutulmadıkça, ilmin hakkını vermeyen kalemler bu meydanda at koşturdukça da daha nerelere varacak Allah bilir!

Her düşünen insanın bu hikayenin kaynağını sorması gerekir. Tarihçilerin beslendikleri kaynak hangisidir? Müsteşriklerden ve başkalarından oluşan yazarları hangi kaynak beslemektedir?

Bu haber güvenilecek kadar değişik kanallardan gelip tevatür niteliğini kazanmış mıdır? Tarih gibi, değişik kanallardan bile gelse birçok karışıklığa, aklın kabul edemeyeceği hurafelere açık bir alanda çok dikkatli olmayı gerektiren bir mevzuda bu haber güvenilirlik niteliğine sahip midir?

Bazıları, birçok tarih ve edebiyat kitabında yer almasından dolayı kazandığı şöhret ve yaygınlığa bakarak sağlam bir kaynağa dayandığını sanabilir. Ama bunların hiçbiri mevcut değildir. İleride açıklayacağımız gibi güvenilecek bir kaynaktan tamamen yoksundur bu haber.

Hikayenin kaynağını bir an için bir kenara bırakalım. Senedini, rivayet zincirinde yer alan ricali görmezlikten gelelim. Her şeyden önce akıl, böyle bir hikayenin gerçek dışı ve itibar edilemez olduğuna hükmeder. Çünkü akla aykırı, gerçekten uzak ve realiteyle ilgisi yoktur.

Bu yüzden araştırmacı bir edebiyatçının veya objektif bir tarihçinin yahut aydın bir profesörün bu hikaye karşısında hakkın ve ilmi sorumluluğun gereği olarak araştırmacı ve sorgulayıcı bir tutum içinde olması yakışık alırdı. Çünkü meselenin büyük önemi var. Bir kere Müslümanları küçük düşürmekte, fikri düzeylerini aşağılamakta, tanımadıkları bir adama itaat edecek kadar aptal olduklarını, sürü gibi yalan ve dolanlarının peşinden gidecek derekeye indirmektedir.

Hikaye büyük sahabeleri aşağılayıcı bir mahiyettedir. İslam’ın ileri gelenlerini küçük düşürücü bir üsluba sahiptir. Onları–bazı yazarların ifadesiyle– iyi niyetli saflıkla nitelendirmektedir. Uzaktan gelen, şirk ve ilhat fikirlerini yayan bir adamın sözlerine kanacak kadar ebleh olan tipler olarak resmetmektedir. Bu bir.

İkincisi, bu adamın fikirleri sadece Mısır’da başarılı oluyor. Çünkü Mısırlılar süratle bu düşüncelere kanıyorlar, çok kısa bir sürede ona meylediyorlar. Bu meçhul davetçiye, bu yabancı lidere uyuyorlar! Bu adam nasıl bu kadar açık olabiliyor? Çekinmeden, korkmadan onları şirk ve ilhat fikirlerine çağırıyor ve onlar da hemen çağrısına uyuyorlar, mevcut sultanı devirmeye ilişkin fikirlerini kabul ediyorlar, isyan teşviklerine atlıyorlar! Sebepsiz ve gerekçesiz olarak, öncesinde herhangi bir hazırlık olmaksızın! Nasıl olabiliyor?

Nerede görüş sahipleri, nerede tecrübeliler, fikir adamları? Hepsi de saf aptallar[8] mıydı? Akledecek bir kişi yok muydu aralarında?

İslam ümmetinin bir parçası, ağırlıklı düşünceleri, etkili fikirleri, deneyim ve bilgi sahibi sahabelerin yaşadığı Mısır’ın bu kadar kısa sürede bu adamın sapık fikirlerine koşması akılla mantıkla bağdaşmıyor.

Biz burada sözü Taha Hüseyin’e bırakalım. Onun İbn Sebe efsanesi ve gerçeğe aykırı muhtevası ile ilgili sözlerini–özetle– dinleyelim.

Doktor “el–Fitnetu’l Kubra (Büyük fitne): Osman” adlı kitabının 14. bölümünde şunları söylüyor:

“Bir hikaye var. Son kuşak raviler alabildiğine abartmışlar, aşırı bir önem atfetmişler. Hatta bir çok ilk kuşak tarihçiler de Osman’la ilgili ihtilafların kaynağı haline getirmişler bu hikayeyi. Bu ihtilaf Müslümanlar arasında tefrikayı da doğurunca etkileri de silinmemiştir doğal olarak. İbn Sevda (kara kadının oğlu) olarak bilinen Abdullah b. Sebe hikayesinden söz ediyoruz.

Raviler diyorlar ki: Abdullah b Sebe San’a’lı bir yahudiydi. Annesi Habeşistanlıydı. Osman zamanında Müslüman oldu. Sonra halifeye karşı komplo kurmak, insanları ona karşı kışkırtmak amacıyla İslam dünyasını dolaşmaya başladı. Halkı ona isyan etmeye teşvik ediyor, insanlar arasında yeni fikirler yayıyor, dini ve siyasi düşüncelerini ifsat ediyordu.

Birçok insan İslam aleminde, Osman zamanında baş gösteren karışıklıkları İbn–i Sevda’ya mal ediyor. Bazıları onun çok sağlam bir plan hazırladığından, İslam aleminin çeşitli bölgelerinde örgütlenmeye gittiğinden, gizli yapılanmalar oluşturduğundan, yer altında sinsi planlar yürüttüğünden ve böylece fitnenin alt yapısını hazırladığından söz ediyorlar. Nitekim şartlar olgunlaşınca da halifeye karşı saldırı başlatmış ve derken olanlar olmuş, isyan patlak vermiş, halifenin evi kuşatılmış ve en sonunda imam öldürülmüş.

Bana öyle geliyor ki İbn Sebe meselesinin bu kadar büyütenler hem kendilerine, hem de tarihe haksızlık ediyorlar. En başta şunu belirtelim, Osman’a karşı başlatılan hareketten söz eden önemli kaynaklarda İbn Sebe ile ilgili herhangi bir kayda rastlamıyoruz. Osman’ın hilafeti zamanında olup bitenlerden, insanların ona isyan etmelerinden bahsederken İbn Sa’d ondan hiç söz etmiyor. Bana göre bu hikayeyi en ayrıntılı biçimde anlatan en önemli eserlerden biri olan Belazuri’nin “ensabu’l eşraf” adlı eserinde onun adı geçmiyor. Sadece Taberi, Seyf b. Ömer’den rivayet ediyor. Görüldüğü kadarıyla sonraki tarihçiler de ondan alıp yayıyorlar.

Bilmiyorum, İbn Sebe, Osman zamanında önemli bir kişi miydi, değil miydi? Kesin olmamakla beraber, bana göre bir önemi varsa bile bu kadar abartılacak kadar değildir. Osman zamanında yaşayan Müslümanlar, yine Osman zamanında Müslüman olmuş ehli kitaptan birinin direktifleriyle hareket edecek, onun telkinlerine akıllarını ve görüşlerini teslim edecek değillerdi.

Bu İbn–i Sebe ile ilgili olarak anlatılan en garip hikaye ise, Muaviye’yi eleştirmesi için Ebu Zer’e telkinde bulunanın o olduğuna ilişkin olanıdır. Güya, o dönemde insanlar “mal Allah’ındır” diyorlarmış da İbn Sebe ona doğrusunun “mal Müslümanlarındır” demek olduğunu öğretmiş. Bu telkinle kalmamış, Ebu Zer’in emirlere ve zenginlere yönelttiği tüm eleştiriler onun telkiniyle oluyormuş!

İbn Sebe’nin Ebu Zer’le münasebet kurup ona bazı görüşlerini telkin ettiğini ileri sürenler hem kendilerine, hem Ebu Zer’e haksızlık ediyorlar. Ayrıca İbn Sebe’yi de inanılmayacak bir dereceye yükseltiyorlar.

Raviler diyorlar ki: Ebu Zer, Şam’dan Medine’ye döndükten sonra bir gün Osman’a şöyle dedi:

“Malının zekatını veren bir kimsenin bununla kalması yetmez. Onun ayrıca dilenenlere vermesi, açları doyurması, Allah yolunda infakta bulunması gerekir.” Bu sırada Ka’bu’l Ahbar da oradaydı ve bu sözleri duyuyordu. Dedi ki: Farz olan yükümlülüğü yerine getiren birinin başka bir şey vermesi gerekmez. Ebu Zer bu söze kızdı ve Ka’b’a şöyle dedi: Ey Yahudi kadının oğlu! Bu konuda konuşmak sana düşmez! Sen mi dinimizi bize öğreteceksin? Sonra elindeki bastonla ona vurdu… Görüldüğü üzere Ebu Zer, Ka’b’ın dinini kendisine öğretmeye kalkışmasına karşı çıkıyor. Hatta görüş belirtmek suretiyle müslümanların işlerine burnunu sokmasını içine sindiremiyor. Kaldı ki Ka’b müslümandı. İbn Sebe’den çok daha önce Müslüman olmuştu ve Medine’de Müslüman olmadan önce Müslümanlara komşuydu.

En fazla şunu söyleyebiliriz: Eğer İbn Sebe ile ilgili bütün anlatılanlar doğru ise, bu dediklerini ve yaptığı çağrıları ancak fitnenin kopmasından ve ihtilafın büyümesinden sonra gerçekleştirmiştir. Yani çıkan fitneden istifade etmiştir, fitneyi o çıkarmamıştır. Yine şunu söyleyebiliriz: Emevi ve Abbasi döneminde Şia düşmanları İbn Sebe olayını abartmışlar ki Osman’a ve valilerine nispet edilen bazı olumsuz tavırlar hakkında kuşkular uyansın. Bir yandan da Ali’ye ve Şiasına karaçalınmış olsun. Böylece Şianın bazı düşüncelerinin Müslümanlara karşı komplolar kuran bir yahudiden kaynaklandığı fikri yerleşsin…

Devamla şunları söylüyor:

Bütün bunlar akılla bağdaşmayan şeylerdir. Eleştirel olarak bile yaklaşılsa ispatı mümkün değildir. Tarih düşüncesi böylesi hikayelere dayandırılarak inşa edilemez.

Bundan sonra Doktor, Osman’a karşı gerçekleşen ayaklanmanın sebeplerini açıklıyor ki biz bunları burada aktarmaya gerek duymadık. [9]

Medine–i Münevvere

Biz Müslümanların başkenti Medine’ye dönelim. İslamın mesajının yüceltilmesi için savaşların tozu dumanına karışmış muhacir ve ensarın, başta da İmam Ali b. Ebutalib’in yaşadığı Medine.

Bunların teslim oldukları, Mısır’dan Medine’ye kadar bunca yol kat edip gelen, şehri işgal edip rejimi deviren, halifeyi öldüren İbn Sebe’nin komutasındaki orduya karşı koymadıkları, Müslümanların bu durumdan kurtulmak ve bu felaketi savmak için hiçbir şey yapmadıkları nasıl söylenebilir?

Ama gerçek bundan tamamen farklıdır. Çünkü ordu sadece Mısır’dan gelmemişti. Ordunun komutanı da İbn Sebe değildi. Esasen İbn Sebe diye biri de yoktu. Bilakis isyan Medine kaynaklıydı. Çünkü Emevilerin kötü uygulamalarından, özellikle Mervan’ın davranışlarında dolayı genel bir kötümserlik, huzursuzluk hakim olmuştu İslam aleminin her tarafına. Bu da birçok tarihçinin de vurguladığı gibi sahabeler arasında mevcut durumu ıslah etmeye dair fikrin kabul görmesine neden olmuştu.

Burada sözü üstad Ahmed Emin’e bırakalım. “Yevmu’l İslam” (İslam’ın Günü) adlı bir diğer eserinde şunları söylüyor: “Osman, halifeliğinin ilk altı senesinde adil ve merhametli bir yönetim sergiledi. Fakat son altı senesinde artık yaşı iyice ilerlemişti. Emevilerden oluşan akrabalarının etkisine girmişti. Devlet işlerinin kontrolünü Emevilerin reisi Mervan b. Hakem el–Umeviye bırakmıştı. Bu da birçok sahabeyi kızdırdı. Özellikle Ali, Zübeyir ve Talha gibi sahabeler buna şiddetle karşı çıktılar. İlk etapta hilafeti bu tahakkümden kurtarmak istediler. Bu amaçla Osman’dan halifelikten çekilmesini istediler. Fakat Osman kabul etmedi. Aradan çok zaman geçmeden Osman Medine’de etrafında birkaç yakın dostuyla yapayalnız kaldı. Ona karşı en büyük mücadeleyi veren, insanları ona karşı mücadeleye çağıran şahsiyetlerin başında Aişe bint Ebubekir geliyordu. Osman’ın bütün hasımları ülkenin her tarafını ona karşı ayaklandırmayı başardılar. Medineliler evinin etrafında toplandılar. Evin etrafından ayrılmayı reddettiler. Mısırlılar da ayaklandılar. Çünkü Osman adına yazılmış ve geri döndüklerinde bütün ileri gelenlerinin öldürülmesini isteyen bir mektubun vali Abdullah b. Ebu Sarah’a geldiğini öğrenmişlerdi…” [10]

Devamla şunları söylüyor: İnsanları Osman’a karşı öfkelendiren en büyük olaylar şunlardır: Abdullah b. Halid b. Useyd el–Umevi ondan akrabalık namına yardım istedi. O da ona dört yüz bin dirhem verdi. Resulullah’ın (s.a.a) sürgün ettiği Hakem b. Ebu’l As’ı geri getirdi ve ona yüz bin dirhem verdi. Resulullah (s.a.a) Medine çarşısını Müslümanlara tasadduk etmişti. Osman burayı Haris b. Hakem’in mülkiyetine verdi. Mervan da Fedek’i mülkiyetine geçirdi. Oysa bu araziyi Fatıma, babasının vefatından sonra hem babasından kalan miras olarak, hem de babası tarafından kendisine bağışlanmış bir yer olarak talep etmişti. Ama bu arazi Fatıma’dan alınmıştı. Osman Medine çevresindeki meraları emevilerin dışındaki bütün müslümanların sürülerine yasakladı. Abdullah b. Ebu Sarah’ın Afrika’nın batısını fethederken elde ettiği bütün ganimetleri ona bağışladı. Bu ise Trablus’tan Tanca’ya kadar olan büyük bir bölgeyi kapsıyordu. Başka hiçbir müslümana bundan bir pay ayırmadı.

Ebu Süfyan’a beytülmalden iki yüz bin dirhem verdi. Aynı gün Mervan b. Hakem’e yüz bin dirhem verdi. Mervan, Osman’ın kızı Ümmü Eban’ın kocasıydı. Beytülmal’ın yöneticisi Zeyd b. Erkam hazinenin anahtarlarını getirip Osman’ın önüne koydu ve ağladı.

Osman: Akrabalık bağlarımı gözettiğim için mi ağlıyorsun? dedi. Zeyd şöyle dedi: Hayır, Resulullah (s.a.a) zamanında Allah yolunda yaptığın harcamaların karşılığını aldığını zannediyorum da o yüzden ağlıyorum. Allah’a yemin ederim ki Mervan’a yüz dirhem verseydin, yine de fazla vermiş olurdun. Bunun üzerine Osman: Bırak anahtarları! Senden başkasını buluruz, dedi.

Ebu Musa el–Eş’ari Irak’tan büyük miktarda para getirdi ona. O da bu paranın hepsini Ümeyye oğulları arasında taksim etti.

Haris b. Hakem’i evlendirdi ve ona Beytülmalden yüz bin dirhem verdi. Şam’da Muaviye’ye altın ve gümüş biriktirdiği için karşı çıkan Ebu Zer’i Rebeze adlı köye sürgün etti.

Abdullah b. Mesud’u kaburgalarını kırıncaya kadar dövdü. Ömer’in hadleri ikame etmek, haksızlıkları ortadan kaldırmak, fitnecilere fırsat vermemek ve halkın yönetimini gözetmek şeklindeki yönetim tarzından saptı…” [11]

Neyse... Ayaklanma Medine’den başladı. Sahabelerin büyük bir kısmı, bu fırsatı menfaatleri için kullanan Emevilerin bozdukları hususları yeniden ıslah etmek maksadıyla yoğun bir muhalefet sürdürüyorlardı. Sahabeler ülkenin dört bir yanına şu mektubu göndermişlerdir: “Cihad etmek istiyorsanız, çabuk davranın. Çünkü halifeniz Muhammed’in dinini ifsat etti.” [12]

Kaynak

Bu hikayenin kaynağını gözler önüne sermek ve yazarların bilgilerini edindikleri bu membaı irdelemek zorunda hissediyoruz kendimizi. Çünkü bazı yazarların bu hikayenin sıhhatinden kuşku duyma eğiliminde olduklarını, bununla beraber bunu açıkça ifade edemediklerini de görüyoruz. Çünkü güvenilir tarihçilerden ve değişik rivayet kaynaklarından tevatür düzeyinde bir sağlamlıkla aktarıldığını sanıyorlar. Bu yüzden de hikayeyi tümden bir kenara atmak yerine, içerdiğini düşündükleri abartılı unsurları reddetme eğilimini sergiliyorlar.

Hatta bazıları, rivayet ettiği hadisler Tirmizi’de [13] yer alan bir ravi tarafından aktarıldığı için bu hikayenin kesin olarak sahih olduğunu söylemişlerdir. Bu ve önceki etkenlerden dolayı birçok yazar için mesele karmaşık bir hal almıştır.

Örneğin Dr. Ziyauddin er–Reys şunları söylüyor: Bazı müellifler bu adamın–İbn Sebe– gerçekte var olup olmadığında kuşku duyma eğilimindedirler. Oysa ona ilişkin rivayetlerin çokluğu, güvenilir tarihçilerin aktardıkları tevatür düzeyindeki haberler böyle bir adamın var olduğunu kesin olarak ortaya koymaktadır. Bununla beraber birçok abartılara da konu olmuştur. O kadar ki Osman zamanında meydana gelen bütün hadiseler ona nispet edilmiş, sorumluluk tamamıyla ona yüklenmiştir…” [14]

Görüldüğü gibi meseleyi karıştıranlardan biri de Dr. Er–Reys’tir. İbn Sebe olayının değişik kanallardan aktarıldığını sanıyor. Çünkü değişik kitaplarda zikredildiğini görmüştür. Bununla beraber bu adamla ilgili olarak aktarılan hikayeleri sahih bulmuyor. Dolayısıyla abartılardan arınmış şahsiyetinin varlığına kanaat getiriyor. Bunu söylerken tek dayanağı değişik rivayetler ve güvenilir tarihçilerin aktardığı tevatür düzeyine ulaşmış İbn Sebe haberleridir.

Burada Dr. Er–Reys’in hakikati kavradığını, tarihte Abdullah b. Sebe adlı bir kişinin varlığından şüphe duyma eğiliminde olduğunu algılıyoruz. Bunanla beraber eski üslupların ve kuralların etkisinden kurtulacak gücü kendisinde bulamamıştır. Çünkü bu üslup ve kaideler rivayetlere ve irtibatlı oldukları hadislere göre amel etmenin tabiatından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa göre sika düzeyindeki ravilerin kesin olarak aktardıkları bir şey, hadiseler, fikirler veya şahıslarla ilgili de olsa bütün insanların buna kesin vakıa gözüyle bakmaları gerekir. Ama bize göre bu bağlamda bizim ilmi görev ve sorumluluğumuz, ilmi araştırma objektiflerini meseleye yöneltmemizi, cehalet karanlığının gizlediği gerçekleri gün yüzüne çıkartmamızı, ve karanlıklarda kalan her şeyi ortaya koymamızı gerektirmektedir.

Hiç kuşkusuz bu gibi bir mesele, her özgür araştırmacının büyük bir vakit ayırmasını gerektirici özelliktedir. Çünkü topluma büyük zararlar vermiş, her müslümanın kalbini sızlatan felaketlere yol açmış vahim sonuçları olmuştur. O halde ilmi araştırmanın ışığında bu hikayenin kaynağının ne olduğunu öğrenelim.

Bu hikayenin birinci kaynağı et–Tefsiru’l Kebir ve tarih–i taberi adıyla bilinen “tarihu’l umem ve’l muluk” adlı eserlerin müellifi Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et–Taberi’dir (öl: h. 310). Ondan önce hiç kimse bu hikayeden söz etmemiştir. Dolayısıyla bu hikayenin ve Abdullah b. Sebe ile ilgili aktarılan bütün rivayetlerin kaynağı odur.

İbn Esir (öl:h.630) ve İbn Haldun (öl: h.808) ve başkaları da bu hikayeyi Taberi’den almışlardır.

İbn Cerir’in İbn Sebe, Osman döneminin hadiseleri ve ridde haberleri ile ilgili olarak aktardıklarının tümünün kaynağı ise Harun Reşid zamanında veya ondan sonra vefat eden Seyf b. Ömer’dir.

İbn Cerir ve bu gibi efsaneleri eserinde aktarması üzerinde konuşmak bize düşmez. O, bir takım sözler aktarmış, duyduğu şeyleri zikretmiş ve kimden duyduğunu da belirtmiştir. Meselenin tahkikini, lehinde veya aleyhinde hüküm verilmesini araştırmacılara bırakmıştır. Taberi kitabının önsözünde yer verdiği şu sözlerle sorumluluktan kurtulmuştur:

“Bu kitabımızda geçmiş bazı kimselerden aktardığımız bazı haberler, sahih kabul etmelerini gerektiren bir özellikleri olmadığı ve hakikatte bir anlam da ifade etmedikleri için okuyanlara kerih, duyanlara çirkin gelebilir. Bilinmelidir ki bunların bizimle bir ilgisi yoktur. Bunlar bize nakledenlerden kaynaklanmaktadır. Biz bu haberleri bize aktarıldıkları gibi aktardık sadece.” [15]

Bu sözüyle o, naklettiği her şeyin sahih olmadığını belirtmiş oluyor. Araştırmacılar için tartışma kapısını açık bırakıyor. Örneğin kitabında birbiriyle çelişen, bir arada olmaları imkansız olan haberlere de yer vermiştir. Sadece gerekli gördüğünde kritik etmiş, tercihini kullanmıştır.

Hiç kuşkusuz Taberi değerli bir tarihçi ve alim bir fakihtir. Kendini ilme ve irfana adamıştır. İlminin bir göstergesi “tarihu’l umem ve’l muluk” adlı eserinin mukaddimesinde ilmi yöntemine dikkat çekmesi ve geçmişlerin haberlerini kendisine aktarıldıkları gibi aldığını beyan etmesidir. Böylece o, haberlerin sahih olmamasının, ihtilaflı veya uydurulmuş olmalarının sorumluluğunu üzerinden atıyor. Nakillerinin ve yer verdiği haberlerin arkasında durmuyor. Bizden kitabında yer alan her şeyi tasdik etmemizi, tarihinin içerdiği her şeyi kabul etmemizi de beklemiyor.

Taberi’nin Haberleri

Burada Muhibbuddin adıyla bilinen el–Hatib’in Tarih–i Taberi hakkında yazdıklarını değerli okuyucuların dikkatine sunmanın yararlı olacağını düşünüyoruz. El–Hatib diyor ki:

“Taberi’nin aktardığı haberlerden, ravilerinin cerh ve tadil kitaplarındaki hayatlarını inceleyenler istifade edebilirler. Taberi’nin şeyhlerinin ve onların şeyhlerinin hayatları Zehebi’nin tezkiretu’l huffaz adlı eserinde, ikinci yüz yılın sonuna kadarki ravilerinin hayatları Safi el–Hazreci’nin tezhibu’l kemal, Hafız İbn Hacer’in tehzibu’t tehzib adlı eserinde yer almaktadır. Bunlardan cerhedilen zayıf raviler Hafız ez–Zehebi tarafından Mizanu’l–İtidal’da ele alınmaktadırlar. İbn Sa’d’ın tabakatında, Hatib’in Tarihu Bağdad’ında, İbn Asakir’in Tarihu Dımaşk’ında, Zehebi’nin Tarihu’l İslam’ında, İbn Kesir’in el–Bidaye ve’n Nihaye’sinde ele alınmaktadırlar. Hadis ıstılahları kitaplarında ravi için gerekli olan sıfatlar, muhalif bir rivayetin ne zaman kabul edilebileceği açıklanmaktadır. Müslüman alimlerin tarihçilerine önem verdiği, haberlerini ayıkladığı, sıhhat bakımından derecelendirdiği, yararlanma şartlarını açıkladığı kadar kaynaklarına bu kadar önem veren başka bir ümmet yoktur. Çünkü bunu bilmek İslam tarihiyle ilgilenmenin temel şartıdır.

Ama hevalarına tabi olarak odun toplar gibi haberleri derleyen, ravilerini araştırma gereğini duymayan, sadece haberin altında Taberi’nin falan cildin falanca sayfasında zikrettiğini belirtmekle yetinen, bununla da üzerlerine düşeni yaptıklarını sananlar, binlerce haberi içeren İslam tarihi kitaplarından istifade etmekten en uzak kimselerdir.

Eğer bu adamlar hadis ıstılahına ilişkin kitapları inceleseler, cerh ve tadil kitaplarını araştırsalar, haberle ilgilendikleri kadar haberin ravilerine de önem verseler, hiç kuşkusuz İslam tarihinin atmosferini yaşayabilir, zayıf haberlerle güçlü haberleri ayırt edebilir, haberleri aktaranları tanıdıkları oranda haberlerin değerini de bilirler.” [16]

Yazar el–Hatib’in değerlendirmesi böyle. İbn Sebe meselesine ilişkin rivayetlerin senetlerini araştırmaya başlamadan önce bu yazara sormak istiyoruz:

Acaba kendisi burada vurguladıklarını uygulamış mıdır? Taberi’den ve başkalarından aktardığı haberlerin senetlerinde yer alan ricali araştırmış mıdır?

Hadis ıstılahları ilminden haberdar mıdır? Cerh ve tadil kitaplarını inceledi mi? mesela cerhedilen ricalin haberlerini kabul etmekten kaçınıp, adil saydıklarını kabul etmiş midir?

Eğer evet, dese, realite onu yalanlıyor. Çünkü yazılarında güvenilir kaynaklara dayanmayan haberlere yer vermiştir. Dolayısıyla sırf arzusuna uydukları için bunları sahih kabul etmiştir.

Bunun en somut örneği burada zikrettiğimiz ve sadece Taberi’nin aktardığı İbn Sebe meselesidir ki rivayetin senedinde kabul edilebilir vasfına sahip tek kişi yoktur. Yazar bu rivayete nasıl itimat etmiştir?

Anlamıyorum, yukarıda yaptığı değerlendirmeye niçin kendisi uymuyor? Neden başkasının yapmasını istediği şeyi kendisi uygulamıyor? Yazar, iyiliği emredip aksine hareket eden, kötülüğü yasaklayıp kendisi işleyen biri konumundadır.

Rivayetin senedini okuyucuların dikkatine sunuyoruz ki el–Hatib’in yazdıklarının kağıt üzerine karalanmış mürekkepten başka bir anlam ifade etmediğini anlasınlar.

Senet

Buraya kadar İbn Sebe efsanesinin nasıl İslam tarihinde yer aldığını, nasıl hedeflerine doğru yol aldığını açıkladık. Bu hedef, müslümanların akidelerine bozukluk isnat etmek, onları cahil ve aldanan güruhlar olarak göstermektir. Ki bunlar arasında dine nispet edilen görünümlerle belirginleşen kimseler vardır. Birçok yazar bu konuda saygıdeğer isimler zikretmektedirler ki bazı yazarlar bunların İbn Sebe’nin çağrısına icabet ettiklerini, bunu iyi niyetlerinden kabul ettiklerini söylemektedirler. Hatta bazılarına göre bu adamlar aptaldılar. Kimileri de daha başka yakışıksız nitelikleri kullanarak bu simaları aşırı fikirlere sahip olarak değerlendirmektedirler.

Yine bu açıklamalarımız çerçevesinde gördük ki çizilen İbn Sebe portresine bakılırsa İbn Sebe karşı konulmaz bir güce sahiptir. İnancını ciddi bir engelle karşılaşmadan yaymaktadır, ifsadını İslam toplumunun merkezinde hiçbir korku ve devlet tarafından cezalandırılma endişesi duymadan gerçekleştirmektedir. Ya da kamuoyu tepkisinden kesinlikle çekinmemektedir. Derken bu adam birçok müslümanı hak yoldan saptırmayı başarıyor, hem de hiçbir cezaya uğramadan veya İslam devletinde zararlı faaliyetler yürüttüğünü, insanları halife Osman’a başkaldırmaya çağırdığını bilen valiler tarafından herhangi bir zarara uğratılmadan.

Yazarlar Basra valisinin onu şehirden çıkarmakla yetindiğini, Muaviye’ninse hiçbir şey yapmadığını, adam toplayıp Medine’ye saldırmaya, sonunda hükümet darbesi yapmaya hazırlandığını gören Mısır valisi İbn Sarah’ın ona karışmadığını anlatıyorlar. Bu ise adamın heybetini daha bir arttırmakta, şanını yüceltmektedir.

Dr. Taha Hüseyin, İbn Sebe meselesini anlattıktan ve böyle bir kıssanın sahih olmasının uzak bir ihtimal olduğunu dile getirdikten sonra şunları söylüyor:

“Bunların tümü karşısında çekinceli davranmamız gerekiyor. Çekimserlikle ve ihtiyatla karşılamalıyız. İslamın ilk dönemindeki Müslümanları, dinleriyle, siyasetleriyle ve akıllarıyla istendiği gibi oynanabilecek aptallar güruhu seviyesinde olmaktan tenzih etmemiz lazımdır. Öyle ya, San’a’dan bir adam geliyor. Babası Yahudi, annesi ise siyahtır. Kendisi de yahudidir. Sonra Müslüman oluyor–kendi isteğiyle veya kılıç zoruyla değil–sırf hile yapmak ve Müslümanları rahatlıkla aldatmak için. Sonra beklenen bütün başarıları elde ediyor. Örneğin Müslümanları halifelerine baş kaldırmaya teşvik ediyor, onu öldürtüyor. Bundan sonra veya önce onları zümrelere ve gruplara bölüyor.

Bütün bunlar akılla bağdaşmayan şeylerdir. ... Tarihi meseleleri böyle hikayelere bina ederek algılamak asla doğru değildir. [17]

Evet, bu kıssayı bürüyen bu olgular ve içerdiği bu akıl almaz hususlar, kıssanın tasdik edilmesini imkansız kılmaktadır. Bütün bunlar kıssanın bir kenara atılması, itimat edilmemesi için yeterlidir. Bundan sonra ayrıca senedini araştırmaya, ricalini tanımaya bile gerek yoktur.

Ama bu kıssanın kazandığı öneme ve bazılarının ravilerinin sika olduklarının sanmalarına binaen senette yer alan ricalin durumunu öğrenme ve bu konuda rical ulemasının sözlerine kulak verme gereğini duyduk ki mesele açıklığa kavuşsun ve hakikat ortaya çıksın. Ki konuyla ilgili hükmü duygu değil akıl versin, cehalet değil ilim versin, batıl değil hak versin.

Bu kıssa tek bir adama dayanıyor, başka hiç kimseden rivayet edilmemiştir. Seyf b. Ömer. Bu adamdan bu hikayeyi rivayet etmekle Taberi yalnız kalmıştır. Daha önce de söylediğimiz gibi diğer tarihçiler de Taberi’den almışlardır. Şimdi rivayet zincirinde yer alan ricali okuyucuların gözlerinin önüne seriyoruz ki hükmü onlar versinler.

Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

 

[1]– el–İmam es–Sadık (a.s) ve’l mezahibu’l Erbaa kitabı kaleme alındığı sırada.

 

[2]– Bkz. el–Mezahibu’l–İslami, s. 46–47.

 

[3]– Bkz. el–Mezahib el–İslamiye, s. 46–47.

 

[4]– Fecru’l–İslam, s. 110.

 

[5]– Fecru’l–İslam, s. 111.

 

[6]– Hameletu Risaleti’l–İslam, s. 23–24.

 

[7]– eş–Şia Fi’l–Mizan, s. 445 bu sayı eskidendi. Şu anda Şiilerin Müslüman nüfus içindeki oranları %25’in üzerindedir.

 

[8]– Aynen böyle söylüyor “muhibbuddin” olarak bilinen el–Hatib.

 

[9]– el–Fitnetu’l–Kubra, s. 134.

 

[10]– Yevmu’l–İslam, Ahmed Emin, s. 57.

 

[11]– Yevmu’l–İslam, Ahmed Emin, s. 58–59.

 

[12]– Bkz. Ensabu’l–Eşraf, Belazuri, c.5, s.60; el–Kamil Fi’t–Tarih, İbn Esir, c.3, s.168; Tarihu’t–Taberi, c.2, s.644.

 

[13]– Tirmizi, c.5, s.697.

 

[14]– En–Nazariyatu’s–Siyasiye el–İslamiye, s. 41.

 

[15]– Tarih–i Taberi, c.1, s.5.

 

[16]– Mecelletu’l–Ezher, sayı: 24 s. 210 yıl: h. 1372.

 

[17]– el–Fitnetu’l–Kubra, s.134.

 

Pazartesi, 22 Temmuz 2013 06:23

3. ve 4. haftanin dua ve namazlar

3. ve 4. haftanin dua ve namazlar

15. Günün Duası:

اللهمّ ارْزُقْنی فیهِ طاعَةَ الخاشِعین واشْرَحْ فیهِ صَدْری بإنابَةِ المُخْبتینَ بأمانِكَ یا أمانَ الخائِفین

“Allahummerzugnî fîhi taat’el-haşiîn, veşreh fîhi sadrî bi-inabet’il-muhbitîn, bi-emanike ya eman’el-haifîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde bana huşu ehlinin itaatini nasip eyle; mütevazi insanlar gibi dönüş yapıp tövbe etmemle göğsümü genişlet; emanınla, ey korkanların emanı ve güveni!

16. Günün Duası:

اللهمّ وَفّقْنی فیهِ لِموافَقَةِ الأبْرارِ وجَنّبْنی فیهِ مُرافَقَةِ الأشْرارِ وأوِنی فیهِ بِرَحْمَتِكَ الى دارِ القَرارِبالهِیّتَكِ یا إلَهَ العالَمین

“Allahumme veffignî fîhi li-muvafeget’il-ebrar ve cennibnî fîhi murafagat’el-eşrar, ve avinî fîhi bi-rahmetike ila dar’il-garari bi-ilahiyyetike ya ilah’el-alemîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde iyi insanlarla arkadaş olmaya beni muvaffak kıl ve kötü insanların arkadaşlığından beni uzaklaştır. Rahmetinle bana ebediyet ve sükunet yurdu olan -cennette- yer ver; ilahlığın hakkına, ey alemlerin ilahı!

17. Günün Duası:

اللهمّ اهْدِنی فیهِ لِصالِحِ الأعْمالِ واقْـضِ لی فیهِ الحَوائِجَ والآمالِ یا من لا یَحْتاجُ الى التّفْسیر والسؤالِ یا عالِماً بما فی صُدورِ العالَمین صَلّ على محمّدٍ وآلهِ الطّاهِرین.

“Allahummehdinî fîhi li-salih’il-e’mali, vegzi lî fîh’il-havaice ve’l-amal. Ya men la yehtacu ile’t-tefsiri ve’s-sual. Ya alimen bima fî sudur’il-âlemin, salli alâ Muhammedin ve Âlih’it-tahirin.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde beni salih amellere hidayet et; bu günde beni hacet ve arzularıma kavuştur. Ey açıklamaya ve sormaya ihtiyacı olmayan; ey alemdekilerin göğsünde bulunanları (içinde geçenleri) bilen –Rabbim-! Muhammed’e ve onun tertemiz Ehlibeyti’ne rahmet et.

18. Günün Duası:

اللهمّ نَبّهْنی فیهِ لِبَرَكاتِ أسْحارِهِ ونوّرْ فیهِ قلبی بِضِیاءِ أنْوارِهِ وخُذْ بِكُلّ أعْضائی الى اتّباعِ آثارِهِ بِنورِكَ یا مُنَوّرَ قُلوبِ العارفین

“Allahumme nebbihnî fîhi li-berakati esharih, ve nevvir fîhi galbî bi-ziyai envarih, ve huz bi-kulli â’zâî ile’t-tibai asarih, bi-nûrike ya munevvira gulûb’il-arifîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günün seherlerinin bereketlerinden yararlanmak için beni uyandır; nurların ışığıyla kalbimi aydınlat ve bütün uzuvlarımı bu günün eserlerinden, bereketlerinden yararlandır; nurun ile, ey ariflerin gönüllerini aydınlatan!

19. Günün Duası:

اللهمّ وفّرْ فیهِ حَظّی من بَرَكاتِهِ وسَهّلْ سَبیلی الى خَیْراتِهِ ولا تَحْرِمْنی قَبولَ حَسَناتِهِ یا هادیاً الى الحَقّ المُبین

“Allahumme veffir fîhi hazzî min berakatih, ve sehhil sebîlî ila hayratih, vela tehrimnî gabûle hasenatih, ya hadiyen ile’l-hagg’il-mubîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günün bereketlerinden nasibimi bol et; hayırlarına ulaşma yolumu kolaylaştır; iyi amellerinin kabulünden beni mahrum bırakma; ey apaçık hakka hidayet eden -Rabbim

20. Günün Duası:

اللهمّ افْتَحْ لی فیهِ أبوابَ الجِنانِ واغْلِقْ عَنّی فیهِ أبوابَ النّیرانِ وَوَفّقْنی فیهِ لِتِلاوَةِ القرآنِ یا مُنَزّلِ السّكینةِ فی قُلوبِ المؤمِنین

“Allahummefteh lî fîhi ebvab’el-cinan, ve eğlig annî fîhi ebvab’en-nîran, ve veffignî fîhi li-tilavet’il-gur’an, ya munzil’es-sekîneti fî gulûb’il-mu’minîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde cennet kapılarını (yüzüme) aç; cehennem kapılarını -yüzüme- kapat; bu günde Kur’ân okumaya beni muvaffak kıl; ey müminlerin kalplerine sükunet ve huzur indiren -Yüce Allah-!

21. Günün Duası:

اللهمّ اجْعَلْ لی فیهِ الى مَرْضاتِكَ دلیلاً ولا تَجْعَل للشّیْطان فیهِ علیّ سَبیلاً واجْعَلِ الجَنّةِ لی منْزِلاً ومَقیلاً یا قاضی حَوائِجَ الطّالِبین

“Allahummec’al lî fîhi ila merzatike delîla, vela tec’al li’ş-şeytani fîhi aleyye sebîla, vec’al’il-cennete lî menzilen ve megîla, ya gaziye havaic’it-talibîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde beni hoşnutluğuna götürecek bir kılavuz kıl bana; bu gün Şeytan’ı bana ulaştıracak hiçbir yol bırakma; benim yerleşeceğim ve rahat edeceğim yeri cennet kıl; ey arayanların hacetlerini yerine getiren -Rabbim-!

 

NAMAZ

15- Gecenin Namazı:

Dört rekâttır; ilk iki rekâtın her rekâtında bir Hamd ve yüz defa İhlas; diğer iki rekâtta ise her rekâtta bir Hamd ve elli defa İhlas suresi okunur.

16. Gecenin Namazı:

On iki rekâttır; her rekâtta bir Hamd ve on iki defa “Tekasür” suresi okunur.

17. Gecenin Namazı:

İki rekâttır; birinci rekâtta bir Hamd ve bir defa da istediği her hangi bir sureyi, ikinci rekâtta ise bir Hamd ve yüz defa İhlas suresi okunur ve namazın selamından sonra yüz defa “La ilahe illallah” zikri söylenir.

18. Gecenin Namazı:

Dört rekâttır; her rekatta Hamd ve yirmi beş defa “Kevser” suresi okunur.

19. Gecenin Namazı:

Elli rekâttır; her rekatta Hamd ve elli defa “İza zülzilet suresi” okunma suretiyle kılınır. Burada maksat her halde her rekâtta bir defa “İza Zülzilet” okunmasıdır. Zira her rekâtta elli defa okunması kastedilirse o zaman 2500 defa okunması gerekir, bu da oldukça zor, belki de imkansız bir şeydir.

20.21. Gecelerin Namazı:

Bu gecelerin her birinde sekiz rekât; her rekâtta bir Hamd ve istediği her hangi bir sureyi okuyabilir.

 

4.uncu hafta dua ve namazlar

 

22. Günün Duası:

اللهمّ افْتَحْ لی فیهِ أبوابَ فَضْلَكَ وأنـْزِل علیّ فیهِ بَرَكاتِكَ وَوَفّقْنی فیهِ لِموجِباتِ مَرْضاتِكَ واسْكِنّی فیهِ بُحْبوحاتِ جَنّاتِكَ یا مُجیبَ دَعْوَةِ المُضْطَرّین

“Allahummefteh lî fîhi ebvabe fazlik, ve enzil aleyye fîhi berakatik, ve veffignî fîhi li-mucibati merzatik, ve eskinnî fîhi buhbûhati cennatik, ya mucîbe davet’il-muztarrîn.”

Anlamı: Allah’ım! Fazl-ü rahmetinin kapılarını bugün yüzüme aç; bu günde bereketlerini üzerime indir ve beni hoşnutluğuna vesile olacak şeylere muvaffak kıl; beni cennetlerinin ortasına yerleştir; ey perişanların duasını kabul eden -Allah-!

 

23. Günün Duası:

اللهمّ اغسِلْنی فیهِ من الذُّنوبِ وطَهِّرْنی فیهِ من العُیوبِ وامْتَحِنْ قَلْبی فیهِ بِتَقْوَى القُلوبِ یا مُقیلَ عَثَراتِ المُذْنِبین.

 “Allahummeğsilnî fîhi min’ez-zunûb, ve tahhirnî fîhi min’el-uyûb, vemtehin galbî fîhi bi-tegv’el-gulûb, ya mugîle eserat’il-muznibîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde günah ve kusurlardan beni yıkayıp temizle; kalbimin imtihanında bana kalplerin takvasını ver; ey günahkarların sürçmelerini bağışlayan –Rabbim-!

 

24. Günün Duası:

اللهمّ إنّی أسْألُكَ فیه ما یُرْضیكَ وأعوذُ بِكَ ممّا یؤذیك وأسألُكَ التّوفیقَ فیهِ لأنْ أطیعَكَ ولا أعْصیكَ یا جَوادَ السّائلین.

“Allahumme innî es’eluke fîhi ma yurzîk, ve eûzu bike mimma yu’zîk, ve es’eluk’et-tevfîge fîhi lien utîake vela a’siyek, ya cevad’es-sailîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde seni razı edecek şeyleri senden diliyor ve seni rahatsız edecek şeylerden sana sığınıyorum. -Allah’ım!- Bu günde sana itaat edip karşı gelmemek için senden tevfik ve yardım diliyorum; ey el açıp dilenenlere cömert davranan –Rabbim-!

 25. Günün Duası:

اللهمّ اجْعَلْنی فیهِ محبّاً لأوْلیائِكَ ومُعادیاً لأعْدائِكَ مُسْتَنّاً بِسُنّةِ خاتَمِ انْبیائِكَ یا عاصِمَ قُلوبِ النّبییّن

“Allahummec’alnî fîhi muhibben li-evliyaik, ve muadiyen li-e’daik, mustennen bi-sunneti hatemi enbiyaik, ya asime gulûb’in-nebiyyîn.”

Anlamı: Allah’ım! Beni bu günde velilerini seven, düşmanlarına düşmanlık besleyen ve peygamberlerinin sonuncusu -Muhammed Mustafa’nın (s.a.a)- sünnetine uyan kimselerden kıl; ey peygamberlerin kalplerini koruyan -Yüce Allah-!

 

26. Günün Duas

اللهمّ اجْعَل سَعْیی فیهِ مَشْكوراً وذَنْبی فیهِ مَغْفوراً وعَملی فیهِ مَقْبولاً وعَیْبی فیهِ مَسْتوراً یا أسْمَعِ السّامعین

“Allahummec’al sa’yî fîhi meşkûran ve zenbî fîhi mağfûran ve amelî fîhi magbûlen ve aybî fîhi mestûra, ya esme’as-samiîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde çabamı mükafatlandır; günahımı bağışla; amelimi kabul buyur ve gözümü –günahlara- kapa; ey duyanların en iyi duyanı!

 

 27. Günün Duası:

اللهمّ ارْزُقْنی فیهِ فَضْلَ لَیْلَةِ القَدْرِ وصَیّرْ أموری فیهِ من العُسْرِ الى الیُسْرِ واقْبَلْ مَعاذیری وحُطّ عنّی الذّنب والوِزْرِ یا رؤوفاً بعبادِهِ الصّالِحین

“Allahummerzugnî fîhi fazle leylet’il-gadri ve sayyir umûrî fîhi min’el-usri ile’l-yusr, vegbel meazîrî ve hutta anni’z-zenbe ve’l-vizr, ya raûfen bi-ibadih’is-salihîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde bana kadir gecesinin sevabını lütfeyle; işlerimi zorluktan kolaylığa dönüştür; mazeretlerimi kabul buyur; günah ve vizr-ü vebalı üzerimden kaldır; ey salih kullarına şefkatli olan!

28. Günün Duası:

اللهمّ وفّر حظّی فیهِ من النّوافِلِ واكْرِمْنی فیهِ بإحْضارِ المَسائِلِ وقَرّبِ فیهِ وسیلتی الیكَ من بینِ الوسائل یا من لا یَشْغَلُهُ الحاحُ المُلِحّین

“Allahumme veffir hazzî fîhi min’en-nevafil, ve ekrimnî fîhi bi-ihzar’il-mesail, ve garrib fîhi vesîletî ileyke min beyn’il-vesail, ya men la yeşğaluhu ilhah’ul-mulihhîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde müstehap (sünnet) amellerden nasibimi çoğalt; -dünya ve ahirette- sorumlu olduğum şeyleri hazırlayarak bana lütuf ve bağışta bulun; bugünde vesileler arasından sana vesilemi yakınlaştır bana; ey ısrarla –yalvaranların- ısrarı kendisini –başkalarıyla ilgilenmekten- alıkoymayan –Rabbim-!

29. Günün Duası:

اللهمّ غَشّنی بالرّحْمَةِ وارْزُقْنی فیهِ التّوفیقِ والعِصْمَةِ وطَهّرْ قلْبی من غَیاهِبِ التُّهْمَةِ یا رحیماً بِعبادِهِ المؤمِنین

“Allahumme ğaşşinî fîhi bi’r-rahmet, verzugnî fih’it-tevfîga vel-isme, ve tahhir galbî min ğayahib’it-tuhmet, ya rahimen bi-ibadih’il-mu’minîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde rahmetinle beni kapla; bu günde bana -iyi amelleri yapmak için- tevfik ve -kötü amellerden- korunma -gücü- lütfeyle ve beni şüphe ve suç unsuru addedilebilecek şeylerin karanlığından temizle; ey mümin kullarına merhametli olan -Rabbim!-

 

30. Günün Duası:

اللهمّ اجْعَلْ صیامی فیهِ بالشّكْرِ والقَبولِ على ما تَرْضاهُ ویَرْضاهُ الرّسولُ مُحْكَمَةً فُروعُهُ بالأصُولِ بحقّ سَیّدِنا محمّدٍ وآلهِ الطّاهِرین والحمدُ للهِ ربّ العالمین.

“Allahummec’al siyamî fîhi bi’ş-şukri ve’l-gabûli alâ ma terzahu ve yerzah’ur-resûl, muhkemeten furûuhu bi’l-usûl, bi-haggi seyyidina Muhammedin ve Âlih’it-tahirîn, ve’l-hamdulillahi rabb’il-alemîn.”

Anlamı: Allah’ım! Bu günde tuttuğum orucu kendin ve resulün beğendiği şekilde mükafatlandırıp kabul buyur ve onun furuunu -iman ve ihlas olan- usuluyla pekiştir; efendimiz Muhammed ve onun tertemiz Ehlibeyti hakkına -Ey Rabbim!- Ve bütün övgüler alemlerin rabbi olan Allah’a mahsustur.

 

NAMAZLAR

22.23.24. Gecelerin Namazı:

Bu gecelerin her birinde sekiz rekât; her rekâtta bir Hamd ve istediği her hangi bir sureyi okuyabilir.

26. Gecenin Namazı:

Sekiz rekâttır; her rekatta bir Hamd ve yüz defa İhlas suresi okunur.

27. Gecenin Namazı:

Dört rekâttır; her rekâtta imkanı olduğu takdirde bir Hamd ve bir Mülk (Tebareke) suresi, mümkün olmadığı takdirde ise, Mülk suresinin yerine yirmi beş defa İhlas suresini okuyabilir.

28. Gecenin Namazı:

Altı rekâttır; her rekâtta bir Hamd, yüz defa Ayet-el Kürsi, yüz defa İhlas ve yüz defa Kevser sureleri okunur. Namazdan sonra da yüz defa “Salavat” getirilir. Bu gecenin namazını bu şekliyle Merhum Meclisi nakletmiştir. Fakat Merhum Şeyh Abbas Kummi’nin tahkikine göre bu gecenin namazı şöyledir: Altı rekat, her rekatte bir Hamd ve on defa Ayet-el Kürsi, on defa Kevser ve on defa da İhlas okunur. Namazdan sonra da yüz defa Resulullah’a salavat getirilir.

29. Gecenin Namazı:

İki rekâttır; her rekâtte bir Hamd ve yirmi defa İhlas okunur.

30. Gecenin Namazı:

On iki rekâttır; her rekâtte bir Hamd ve yirmi defa İhlas suresi okunur. Namazdan sonra ise yüz defa Resulullah’a (s.a.a) salavat getirilir.

Bilindiği gibi bütün namazlar ikişer, ikişer rekatlar şeklinde (sabah namazı gibi) kılınır.

 İslamî Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu üyesi Mansur Hakikatpur, Jack Straw'un İran ziyareti hatalarını kabul etmek içinse kabul edeceklerini açıkladı.

İngiltere'nin Dışişleri eski Bakanı Jack Straw'un İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani'nin yemin törenine katılma ihtimalini muhabirimize değerlendiren Hakikatpur, İngiliz yönetiminin geçmişte İran ile ilişkilerinde büyük hatalar yaptığını belirtti.

Hakikatpur, eğer Straw İran'ı ziyaret ederek geçmişteki hatalarını itiraf edecekse, bunun sakıncası olmadığını kaydetti.

Hakikatpur, şu anda Amerika kongresinin 118 üyesinin de bir mektup hazırlayarak Amerika başkanı Obama'dan İran ile diplomatik teamül içinde olmasını ve ikili ilişkileri düzeltmesini istediklerini vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, İran İslam Cumhuriyeti bölgede vahdet ve birliğin korunması için tüm çabasını harcayacağını vurguladı.

Cumhurbaşkanı Ahmedinejad Irak temasları çerçevesinde Irak yüksek meclisini ziyaret ederek bir konuşma yaptı.

Ahmedinejad Irak parlamentosu ve milletvekillerinin İran ve Irak milletleri arasındaki ilişkilerin gelişmesinde önemli rol ifa ettiğini belirterek, bugün Irak devleti iktidarını geliştirdiğini ve İran bu durumdan memnuniyet duyduğunu kaydetti.

İran çeşitli alanlarda deneyimlerini Irak'la paylaşmaya hazır olduğunu belirten Ahmedinejad, iki ülkenin bölgesel ve küresel gelişmelerde etkili rol ifa ettiğini vurguladı.

Bölgede vahdetin korunması gerektiğini vurgulayan Ahmedinejad, İran bu yolda tüm çabasını sarf ettiğini ifade etti.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah "İslami Direnişi Destekleme Derneği'nin" verdiği iftar yemeğinde konuşma yaptı.

İşte Nasrallah'ın konuşmasından önemli satır başları:

"Lübnan'daki bu direniş hareketinin belli başlı hedefleri vardır.

İlk hedefi; Lübnan'ın 1982'den beri işgal edilen toprakları kurtarmaktı. Bu hedefini başarıyla gerçekleştirdi.İkinci hedefi; (Savaşta yakalanan) Esir ve tutukluları kurtarmak. Bu hedefi de büyük ölçüde gerçekleşti.Üçüncü hedefi; Lübnan halkını ve topraklarını, Lübnan ordusuyla beraber korumak.

ABD'nin bölgedeki önceli İsrail'dir. ABD, kendi çıkarları için müttefiklerini terk etti ve ABD artık iradesini bütün dünyaya dayatan eski güç değil.

Direniş, halkın iradesine bağlıdır. Lübnan'daki direniş hareketi çok güçlü olmakla beraber, büyük bir aşkla desteklenmektedir. Direnişi kırmak yada inzivaya itmek isteyenler başarılı olamazlar. Çünkü direniş hareketi bir kuruluş değil, halkın iradesidir.

Lübnan'da direniş hareketi olduğu sürece, düşmanların saldırısına uğraması çok doğaldır.

İsrail ve bu rejimin arkasındaki bütün güçler, artık Lübnan'ın kolay bir lokma olmadığını çok iyi biliyor.

Lübnan ordusu vatanın savunucusu ve direniş hareketinin müttefikidir. Ordu zarar görürse ülkenin barış ve düzeni de zarar görür. Lübnan ordusu hata yapsa dahi bu hataları tedavi etmek gerekir.

Amerika ve bazı Arap ülkeleri Lübnan'ın güçlü bir orduya sahip olmasını istemiyor.

Bir sonraki savaşta, İsrail Beyrut'a saldırmadan önce, El Celil için endişelenecek. Artık Lübnan'a saldırmak kolay değil."

Seyit Hasan Nasrallah, konuşmasının sonunda bir kez daha Lübnan'da bulunan diğer siyasi guruplarla görüşme ve müzakerelere hazır olduklarını açıkladı.

 

 

Bismillahirrahmanirrahim

Kendini eğitmenin/ Nefis tezkiyesinin yolları

 

Allah-u Teâlâ insanı eğitilmeye/terbiye edilmeye muhtaç bir şekilde yaratmıştır; hem dışarıdan eğitilmesi / terbiye edilmesi gerekir, hem de içten kendisini eğitmelidir. Maneviyat alanında eğitim/terbiye iki alandadır; birincisi “düşünce ve akli güçleri” eğitme/terbiye etme; bunun yolu talim/öğretimdir. İkincisi ise nefis, gazap ve şehvet garizelerini içgüdülerini eğitme/terbiye etmedir; buna da “nefis tezkiyesi” denir.

İnsan doğru öğretim görür ve doğru eğitilirse, münasip ve doğru bir fabrikada istenilen şekil verilen hammadde gibi kemale erir ve gerçek yerini bulmuş olur. Böylece onun varlığı, hem bu âlemde bütün insanların yararlandığı, dünyanın abat olmasına vesile olduğu ve insanların kalplerinin abat olmasına sebep olan bereket ve hayır kaynağı olur, hem de diğer alemde bütün insanların ilk günden şimdiye kadar büyük bir aşkla arzuladığı bir akıbete sahip olur. Yani kurtuluşa, ebedi saadete ve cennete kavuşur. Bütün peygamberler; ilkinden son peygamber Resul-u Ekrem’e (s.a.a) kadar hepsi, hedeflerinin “talim ve terbiye” “talim ve tezkiye”, (eğitim –öğretim ) olduğunu söylemişlerdir. “.. onları arındıran, kitap ve hikmeti onlara öğreten..” ( Cuma/2 ) ayetinde beyan ettiği gibi insanları hem akli olarak eğitiyor, hem de ruhi olarak terbiye/tezkiye ediyorlar.

Bizlerin yaptığı ibadetlerin ve ilahi farizaların hepsi gerçekte nefsi tezkiye/terbiyenin araçları ve vasıtalarıdır. İbadetler, biz kâmil olalım diye farz kılınmış eğitim ve antrenmandır. Nasıl ki idman yapmasanız bedeniniz güçsüz ve zorluklara dayanıksız olur; bedeni güçlendirmek, dayanıklı kılmak, bedenin sahip olduğu yetenekleri ortaya çıkarmak için antrenman ve spor yapmanız gerekiyor. Namaz bir idmandır, oruç bir antrenmandır, infak bir idmandır, günahtan kaçınmak bir idmandır, yalan konuşmamak bir idmandır, insanların iyiliğini isteme bir antrenmandır. Bu idmanlarla ruh güzelleşir, güçlenip kuvvetlenir ve kâmil olur. Bu antremanlar yapılmazsa zahiren ( dış görünüşle) beğenilir olabiliriz ama batınımız noksan, hakir, zayıf, darbelere dayanıksız olur. İşte Oruç bu idmanlardan biridir.

Niyetin Kimyası

Oruç sadece insanın yemeyip içmemesi değildir. Bu yiyip içmemek bir niyet ile olmalıdır; bir insan işlerinden dolayı gün boyu 13-14 saat hiç bir şey yiyip içmese hiç bir sevap almaz. Ama yiyip içmemeyi niyetle yerine getirirseniz size değer verir, ruhunuzu kıymetlendirir, nurani olmanızı sağlar.

Orucun şartı niyettir. Niyet ne demektir? Bir ameli, bir hareketi Allah için yerine getirmektir. Allah yolunda O’nun emirlerini Allah rızası için yerine getirmek bütün amellere değer kazandırır. Ramazan ayının ilk gecesinin duasında buyuruyor: “Allah’ım! Bizi niyet edip ardından amel eden kimselerden karar kıl, bedbaht olup tembelliğe duçar olan veya amelden başka şeye yaslanan kimselerden kılma”. İster maddi olsun, ister manevi bütün işlerde tembellik ve isteksizlik “bedbahtlık” getirir.

Oruç, en güzel amellerden biridir; zahirde bir işi yapmak sayılmaz ama batında bir girişimdir, bir ameldir, olumlu bir harekettir, çünkü siz bir ameli niyet etmişsiniz. Bundan dolayı oruç tutma sahasına girdiğiniz andan itibaren günün sonuna kadar bu niyetinizden dolayı devamlı ibadet halindesiniz. Uyusanız da ibadet ediyorsunuz, yürüseniz de ibadet ediyorsunuz. Resul-u Ekrem’den (s.a.a) nakil edilen.; “..bu ayda nefesleriniz tesbih ve uykunuz ibadet sayılır..” hadisi gereği aldığınız her nefes ve uyuduğunuz her an ibadet hesap ediliyor. Uyku nasıl ibadet sayılır? Nefes alıp vermek nasıl “tesbih/ yani suphanallah” söylemek sayılıyor? Bunun hikmeti şudur; siz hiç bir amel yapmasanız da, hiç bir eylemde bulunmasanız da sahip olduğunuz niyetle bu sahaya çıktığınız için devamlı ibadet halinde sayılıyorsunuz. ( Niyet bütün amellerin kimyasını değiştiriyor).

Bir rivayette buyuruyor: “ Oruç tutanın uykusu ibadet, susması ise tesbihtir.” Sustuğunuz zaman da sanki “suphanallah” söylüyormuş gibi tesbih sayılıyor. “ ameli kabul ve duası müstecap olur” ameliniz kabul oluyor ve dualarınız da müstecab.

Susmanız ibadet, nefes alıp vermeniz ibadet, uykunuz ibadet neden acaba? Çünkü siz Allah rızası niyeti ile bütün maddi lezzetlerden el çekiyor ve bir ay boyunca bunu devam ettiriyorsunuz.

Bütün ibadetler, insanın nefsani isteklerle ve kendisini aşağılığa sürükleyen lezzetleri terk etmek için mücadele mihverine dönmektedir. İnsanın nefis yularını serbest bırakması hüner değildir; istediği kadar lezzet alması insan için kemal değildir, bu insanın hayvani isteklerine aittir. İnsanın bir hayvani boyutu vardır, hayvani isteklere yönlendiren. Elbette hayvani boyut da bizim bir parçamızdır ve ondan mahrum olmamız istenmemiş; yemek, içmek, istirahat, helal lezzetler bizim bir parçamızdır, bunların temin edilmesinin hiçbir sakıncası da yoktur, kimse onları yasaklamamıştır. Yasak olan, insanın sadece bu boyuta dalıp gark olması, boğulmasıdır. Maddecilik akımı, insanı bu boyutta boğulmaya sürüklüyor. İlahi dinler, akli temellere oturtulmuş ilahi metotlar, insanın maddi hayat lezzetlerinden ve nefsi isteklerden orantısız/ölçüsüz lezzet alma yolunda uçurumun kenarında ihtiyarını, iradesini kaybedip felakete düşmesini engellemektedir. İnsanı, yuları serbest bırakılmış bir şekilde lezzet almaya yönlendiren her davet, insanı ateşe, helak olmaya ve bedbahtlığa davettir. Genel olarak, peygamberler ve ilahi davetler, bu gibi lezzetlerden sınırsız/ ölçüsüz yararlanmayı engellemek içindir. Oruç da bunlardan biridir; bundan dolayı rivayetlerimizde, Ramazan ayının, insanın manevi idman yaparak günahları terk etmek için münasip bir ortam ve büyük bir fırsat olduğu beyan edilmiştir.

İmam Sadık (a.s), Muhammed bin Muslim’e şöyle buyuruyor: ” Ya Muhammed! Oruç tuttuğun zaman, gözün, kulağın, dilin, etin, kanın, cildin, tüylerin oruç tutsun.” İmam Sadık (a.s) bu yakın dost ve öğrencisine oruç tuttuğu zaman gözünün, kulağının, dilinin de oruç tutmasını buyuruyor yani yalan konuşmasın, mümin kulları zorluğa duçar etmesin, sade kalplileri aldatmasın, Müslüman kardeşi ve İslami toplum için hile ve tuzaklar kurmasın, kötülük istemesin, iftira atmasın. Ramazan ayında yemek içmek ve şehevi isteklerden kendisini koruyan insan dilini, gözünü, kulağını ve bütün uzuvlarını haramdan korumalı ve oruçlu olmalarını sağlamalıdır. Kendisini Allah’ın huzurunda günahlardan uzak tutmalıdır. İmam Sadık (a.s) rivayetin devamında şöyle buyuruyor: “ Oruç tuttuğun gün, oruç olmadığın gün gibi olmamalıdır.” Oruçlu olduğun günler diğer normal günlerin gibi olmamalıdır. Ramazan ayında diğer aylardaki gibi davranmamalısın; nefsini tezkiye etmeye yönelmelisin, bu fırsatı ganimet bilmelisin.

Hz. Ali’den (a.s) nakl edilen bir rivayette (a.s) şöyle buyuruyor: “ Nefsin orucu, beş duyu organının hepsinin haramdan korunmasıdır”. Yani nefsin orucu, bedenin, midenin orucu gibi değildir. Nefsin orucu, kalbin bütün şer ve kötülüklerden arınmasıdır. Allah ve kullarına karşı kalbimizi saf ve hilesiz bir hale getirmeliyiz. Bu alanda rivayetler bir hayli çoktur.

Değerli bacı ve kardeşlerim! Bu fırsattan istifade edelim. Ramazan ayı, kendimizi Allah’a yaklaştırmak için büyük bir fırsattır; kendimizi kemale doğru yaklaştıralım, fesatlardan uzak duralım, günahlardan temizleyelim. Bu ayda olan dualar ve istiğfarların hepsi birer fırsattır. Sakın bu fırsatı kaçırmayalım bu Ramazan ayı yakında bitecek, bir dahaki Ramazana hayatta olacağımız belli değil.

 

Obama yönetiminin bir ay önce Suriye savaşının gidişatını muhaliflerin lehinde dönüştürme umuduyla isyancılara silah ve cephane sağlama sözünü verdiği anımsatılarak yönetimin planlarının kamuoyuna anlatılandan daha sınırlı olduğunun anlaşıldığı belirtiliyor.

 Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- New York Times gazetesi, ABD’nin muhalefeti silahlandırma planlarının hızlı bir etkisinin olmayacağını, sadece küçük silahların sağlanacağını belirttiği geniş haberinde “Ürdün ve Türkiye’de verilecek eğitimin” ise kısmen Kongre’nin itirazları nedeniyle henüz başlamadığını yazdı.

New York Times gazetesi, “Suriye isyancılara yönelik ABD silah planının hızlı bir etkisi olmayacak” başlığını kullandığı haberinde bir ay kadar önce Obama Yönetiminin, “muhalefetin aleyhinde” seyreden Suriye savaşının gidişatını değiştirmek umudu ile isyancılara silah ve cephane sağlamaya söz verdiğini anımsattı.

“KÜÇÜK SİLAHLAR SADECE MUHALEFETİN SINIRLI BİR KISMINA VERİLECEK"

“Ancak Amerikan, Batılı ve Ortadoğu yetkilileri ile yapılan mülakatlar, Yönetimin planlarının, kamuoyu önünde ve özel sohbetlerde işaret ettiğinden çok daha sınırlı olduğu gösteriyor” diyen gazete şöyle devam etti:

“Planlar, CİA’nın sadece küçük silahları ve sadece muhalefetin sınırlı bir kısmına sağlamasını öngörüyor. Sayıları ise belli değil. Buna ek olarak da Ürdün ve Türkiye’de yapılacak olan eğitim ise, kısmen Kongre’nin itirazları nedeniyle henüz başlamadı.”

NYT, “temkinli yaklaşımın”ın Suriye’ye müdahale etmeye isteksiz olan Obama Yönetimi içerisindeki bölünmeleri yansıttığını kaydettiği haberinde Yönetimin birçok yetkilisinin silahlandırma planının, birçoğu geri tepen, Angola, Nikaragua ve diğer başka yerlerdeki isyancıları silahlandırma çabalarını anımsattığını, Beyaz Saray’ın Ortadoğu’nun yeni bir savaşa sürüklenmesinden de korktuğunu yazdı.

“CİA’NIN SİLAHLANDIRMA PLANININ BAŞARISI KONUSUNDA KUŞKULAR VAR”

Bu arada, Kongre’de duyulan kuşkulara da dikkat çeken gazete, Başkan Yardımcısı Joseph Biden ve CİA Başkanı John O’Brennan dahil üst düzey yetkililerinin Kongre üyeleri nezdinde lobi yaptıklarına işaret ettikten sonra silahlandırma çabasının geç başlamasının da CİA’nın planının, Amerika’nın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ı iktidarı bırakmaya zorlama olan “nihai hedefi”nin başarısı konusunda da kuşkular yarattığını kaydetti.

“TÜRKİYE’NİN DAHİL OLDUĞU MÜSLÜMAN KOALİSYONU İSYANCILARA SİLAH SAĞLIYOR”

NYT, “İki yıla yakın bir süre, Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri dahil bir Müslüman ülkeler koalisyonu, isyancılara silah sağlıyor. Bu ülkeler, ABD’nin silahlandırmada aktif bir rol almasını istiyor” dediği haberinde üst düzey bir Arap yetkilisine atfen Amerikan silahlarının isyancıların savaş alanında herhangi bir başarı elde etmelerini sağlaması için en az 6 ay geçmesi gerekebileceğine dikkat çekti.

Bu arada, muhalefetin elindeki kaynakların azaldığını ve isyancı grupların, kalanları için birbiriyle çatıştığını kaydeden gazete “Son aylarda Türkiye’deki muhalefet grupları, daha fazla silah almak için gereken parayı bulmak amacıyla başka grupların üyelerini kaçırma eylemlerine başvuruyorlar” sözlerini de kullandı.

Akşam namazını kıldıktan sonra iftar etmek müstehaptır.

Haram ve şüpheli olmayan helâl şeylerle, özellikle helâl hurmayla iftar etmek, insanın kıldığı namazın sevabını dört yüz kat artırır. Rüteb (bir hurma çeşidi), helva, nöbet şekeri, sıcak su gibi şeylerle de iftar etmek iyidir.

İftar vakti Kadir Suresi’ni okumak.

İftar vakti sadaka vermek ve oruçlu müminlere iftar vermek, hatta bir kaç hurma veya bir içim suyla bile olsa (gücü yetmeyenler için)

İmkânı olan kimse için her gece yüz defa Duhân Suresi’nin okunması sünnettir...

 

Ramazan Ayının Gündüzlerinde Yapılan Ameller

 

1. Merhum Seyyid İbn Tâvus, İmam Sadik (a.s) ve İmam Musa Kâzim`dan (a.s) şöyle rivayet etmektedir: Ramazan Ayının başından sonuna kadar her farz namazdan sonra şu duayı oku:

اللَّهُمَّ ارْزُقْنِی حَجَّ بَیْتِکَ الْحَرَامِ؛ فِی عَامِی هَذَا وَ فِی کُلِّ عَامٍ؛ مَا أَبْقَیْتَنِی فِی یُسْرٍ مِنْکَ وَ عَافِیَةٍ وَ سَعَةِ رِزْقٍ؛‏ وَ لاَ تُخْلِنِی مِنْ تِلْکَ الْمَوَاقِفِ الْکَرِیمَةِ؛ وَ الْمَشَاهِدِ الشَّرِیفَةِ؛ وَ زِیَارَةِ قَبْرِ نَبِیِّکَ صَلَوَاتُکَ عَلَیْهِ وَ آلِهِ؛ وَ فِی جَمِیعِ حَوَائِجِ الدُّنْیَا وَ الْآخِرَةِ فَکُنْ لِی؛‏ اللَّهُمَّ إِنِّی أَسْأَلُکَ فِیمَا تَقْضِی وَ تُقَدِّرُ مِنَ الْأَمْرِ الْمَحْتُومِ؛ فِی لَیْلَةِ الْقَدْرِ؛ مِنَ الْقَضَاءِ الَّذِی لاَ یُرَدُّ وَ لاَ یُبَدَّلُ؛ أَنْ تَکْتُبَنِی مِنْ حُجَّاجِ بَیْتِکَ الْحَرَامِ‏؛ الْمَبْرُورِ حَجُّهُمْ؛ الْمَشْکُورِ سَعْیُهُمْ؛ الْمَغْفُورِ ذُنُوبُهُمْ؛ الْمُکَفَّرِ عَنْهُمْ سَیِّئَاتُهُمْ‏؛ وَ اجْعَلْ فِیمَا تَقْضِی وَ تُقَدِّرُ؛ أَنْ تُطِیلَ عُمُرِی؛ وَ تُوَسِّعَ عَلَیَّ رِزْقِی؛‏ وَ تُؤَدِّیَ عَنِّی أَمَانَتِی وَ دَیْنِی؛ آمِینَ رَبَّ الْعَالَمِینَ‏

 

“Allahumme’r zukni hacce beytike’l herami, fi ami haza ve fi kulli amin, ma ebkayteni fi yusrin minke ve afiyetin ve saati rizkin; vela tuğlini min tilke’l mevakifi’l kerimeti, ve’l meşahidi’ş şerifeti, ve ziyareti kabri nebiyyike salavatuke aleyhi ve alihi, ve fi cemii hevaici’d dunya ve’l ağireti fekun li, Allahumme inni es’eluke fiyma tekzi ve tukeddiru mine’l emri’l mehtumi fi leyleti’l kadri, mine’l kazai’l lezi la yureddu vela yubeddelu, en tektubeni min hucceci beytike’l herami, el mebruri haccuhum, el meşkuru sa’yuhum, el mebruri zunubuhum, el mukeffiru enhum seyyietuhum, vece’l fiyma tekzi ve tukeddiru en tutile umuri, ve tuvessie aleyye rızki, ve tueddiye anni emaneti ve deyni, amine rabbe’l alemin.”

 "Allah’ım! Beni yaşattığın müddetçe Beytü’l-Haram’ının (Kâbe’nin) haccını bu yıl ve her yıl kolaylık, sağlık ve bolluk içinde bana nasip eyle. Beni o değerli mekânlardan, faziletli ziyaretgâhlardan ve Peygamber’inin ziyaretinden (salâvatın onun ve Ehlibeyt’inin üzerine olsun) mahrum kılma ve bütün dünya ve âhiret hacetlerinde bana yardımcı ol.

Allah’ım! Senden, Kadir gecesinde hükme bağlayıp takdir ettiğin kesin, değişmez ve dönüşü olmayan şeyler arasında, beni de Beytüllahi’l-Haram’ın, hacları beğenilen, çabaları mükâfatlandırılan, günahları affedi-len ve kötülükleri bağışlanan ziyaretçilerinden yazmanı, ömrümü uzat-mayı, rızkımı çoğaltmayı, emanetimi ve borcumu ödemeyi kesin hükmüne bağlayıp takdir etmeni diliyorum; âmin ey âlemlerin Rabbi!”

 

***** 

Bu duanın ismine "Hac duası" denir. Merhum Seyyid İbn-i Tavus bu duayı "İkbal" kitabında Ramazan ayı gecelerinde akşam namazından sonra okunmasını İmam Sadık'tan (a.s) rivayet etmiştir. Merhum Kef'emi ise "El-Beled-ül Emin" kitabında bu duanın Ramazanın her günü ve ilk gecesinde okunmasının müstehap olduğunu. Merhum şeyh Müfid ise "El-Muhriç" kitabında bu duanın Ramazanın ilk gecesinde akşam namazından sonra okunmasının müstehap olduğunu nakletmiştir.

 2. Yine her farizadan sonra şu duayı okursun:

يا عَلِىُّ يا عَظيمُ؛ يا غَفُورُ يا رَحيمُ؛ اَنْتَ الرَّبُّ الْعَظيمُ؛ الَّذى لَيْسَ كَمِثْلِهِ شَىءٌ وَ هُوَ السَّميعُ الْبَصيرُ؛ وَ هذا شَهْرٌ عَظَّمْتَهُ وَ كَرَّمْتَهُ وَ شَرَّفْتَهُ وَ فَضَّلْتَهُ عَلَى الشُّهُورِ؛ وَ هُوَ الشَّهْرُ الَّذى فَرَضْتَ صِيامَهُ عَلَىَّ وَ هُوَ شَهْرُ رَمَضانَ؛ الَّذى اَنْزَلْتَ فيهِ الْقُرْآنَ؛ هُدىً لِلنّاسِ وَ بَيِّناتٍ مِنَ الْهُدى وَالْفُرْقانِ؛ وَ جَعَلْتَ فيهِ لَيْلَةَ الْقَدْرِ؛ وَ جَعَلْتَها خَيْراً مِنْ اَلْفِ شَهْرٍ ؛فَيا ذَالْمَنِّ وَ لا يُمَنُّ عَلَيْكَ؛ مُنَّ عَلَىَّ بِفَكاكِ رَقَبَتى مِنَ النّارِ؛ فيمَنْ تَمُنُّ عَلَيْهِ؛ وَ اَدْخِلْنِى الْجَنَّةَ؛ بِرَحْمَتِكَ يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ .

 

Ya aliyyu ya azîm, ya gafûru ya rahîm, ente’r-rabb’ul-azîmullezî leyse kemislihi şey’un ve huve’s-sîmiu’l-besîr ve haza şehrun azzamtehu ve kerremtehu ve şerraftehu ve fazzeltehu ale’ş-şuhûr ve huve’ş-şehrullezî ferazte siyamehu aleyy ve huve şehru ramazan, ellezî enzelte fîhi’l-gur’an, huden li’n-nasi ve beyyinatin mine’lhuda ve’l-furgan, ve cealte fîhi leylet’el-gadr ve cealteha hayran min elfi şehr , feya ze’l-menni vela yumennu aleyk, munne aleyye bi-fekaki ragabetî min’en-nar, fîmen temunnu aleyh ve edhilnil-cennete bi-rahmetike ya erham’er-rahimîn.”

 ***** 

“Ey yüce, ey ulu, ey çok çok bağışlayan, ey Rahim; hiçbir eşi ve benzeri olmayan ve (her şeyi) duyan ve (her şeyi) gören ulu Rab sensin. Bu, yücelttiğin, değer verdiğin, şereflendirdiğin ve bütün aylardan üstün kıldığın bir aydır. O, orucunu bana farz kıldığın aydır. İşte o, ramazan ayıdır ki onda Kur’ân’ı, halkı hidayet etmek, hidayet yolunu açıklamak ve hakkı batıldan ayırmak için indirdin; Kadir gecesini o aya yerleştirdin ve o geceyi bin aydan hayırlı ve üstün kıldın. Ey (yaratıklarına) minnet hakkı olan ve kimsenin onun üzerinde minnet hakkı bulunmayan (Allah), minnettar ettiklerin arasında beni de minnettar kılıp vücudumu (cehennem) ateşinden kurtarıp cennetine yerleştir; rahmetin hakkına, ey merhametlilerin en merhametlisi!”

 

*****

 

3. Merhum Kef’emî “Misbâh” ve “el-Beledü’l-Emin” kitabında, Şeyh-i Şehit (r.a) ise kendi Mecmua’sında Resul-i Ekrem’den (s.a.a) şöyle rivayet etmişlerdir:

“Kim ramazan ayında her farizadan sonra şu duayı okursa, Allah onun günahlarını bağışlar: 

اَللّهُمَّ اَدْخِلْ عَلى اَهْلِ الْقُبُورِ السُّرُورَ؛ اَللّهُمَّ اَغْنِ كُلَّ فَقيرٍ؛ اَللّهُمَّ اَشْبِعْ كُلَّ جايِعٍ؛ اَللّهُمَّ اكْسُ كُلَّ عُرْيانٍ؛ اَللّهُمَّ اقْضِ دَيْنَ كُلِّ مَدينٍ؛ اَللّهُمَّ فَرِّجْ عَنْ كُلِّ مَكْرُوبٍ؛ اَللّهُمَّ رُدَّ كُلَّ غَريبٍ؛ اَللّهُمَّ فُكَّ كُلَّ اَسيرٍ؛ اَللّهُمَّ اَصْلِحْ كُلَّ فاسِدٍ مِنْ اُمُورِ الْمُسْلِمينَ؛ اَللّهُمَّ اشْفِ كُلَّ مَريضٍ؛ اَللّهُمَّ سُدَّ فَقْرَنا بِغِناكَ؛ اَللّهُمَّ غَيِّرْ سُوءَ حالِنا بِحُسْنِ حالِكَ؛ اَللّهُمَّ اقْضِ عَنَّا الدَّيْنَ؛ وَاَغْنِنا مِنَ الْفَقْرِ؛ اِنَّكَ عَلى كُلِّشَىءٍ قَديرٌ.

 “Allahumme edhil alâ ehl’il-gubûr’is-surûr. Allahumme eğni kulle fegîr. Allahumme eşbi’ kulle cai’. Allahummeksu kulle uryan. Allahummegzi deyne kulli medîn. Allahumme ferric an kulli mekrûb. Allahumme rudde kulle ğarîb. Allahumme fukke kulle esîr. Allahumme aslih kulle fasidin min umûr’il-muslimîn. Allahummeşfi kulle merîz. Allahumme sudde fegrena bi-ğinak. Allahumme ğayyir sûe halina bi-husni hâlik. Allahummegzi anna’d-deyne ve ağnina min’el-fagr. İnneke alâ kulli şey’in gadîr.”

 *****

 “Allah’ım Kabir ehlini sevindir. Allah’ım! Bütün fakirleri zenginleştir. Allah’ım! Bütün açları doyur. Allah’ım! Bütün çıplakları giyindir. Allah’ım! Bütün borçluların borcunu eda eyle. Allah’ım! Sıkıntısı olanların sıkın-tısını gider. Allah’ım! Bütün garipleri (vatanlarına) geri döndür. Allah’ım! Bütün esirleri azat eyle. Allah’ım! Müslümanların bozulan durumlarını /fasit olan işlerini ıslah eyle. Allah’ım! Bütün hastalara şifa ver. Allah’ım! Bizim fakirliğimizi kendi zenginliğinle engelle. Allah’ım! Bizim kötü hâlimizi kendi iyi hâlinle değiştir. Allah’ım! Borcumuzu eda eyle; fakirlik ve ihtiyacımızı gider; muhakkak senin her şeye gücün yeter.”

 *****

 4. Merhum Kuleynî’nin el-Kâfi’de Ebu Basir’den nakline göre, İmam Cafer Sadık (a.s) ramazan ayında şu duayı okurdu:

 اللَّهُمَّ إِنِّي بِكَ وَ مِنْكَ أَطْلُبُ حَاجَتِي وَ مَنْ طَلَبَ حَاجَةً إِلَى النَّاسِ فَإِنِّي لا أَطْلُبُ حَاجَتِي إِلا مِنْكَ وَحْدَكَ لا شَرِيكَ لَكَ وَ أَسْأَلُكَ بِفَضْلِكَ وَ رِضْوَانِكَ أَنْ تُصَلِّيَ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ أَهْلِ بَيْتِهِ وَ أَنْ تَجْعَلَ لِي فِي عَامِي هَذَا إِلَى بَيْتِكَ الْحَرَامِ سَبِيلا حِجَّةً مَبْرُورَةً مُتَقَبَّلَةً زَاكِيَةً خَالِصَةً لَكَ تَقَرُّ بِهَا عَيْنِي وَ تَرْفَعُ بِهَا دَرَجَتِي وَ تَرْزُقَنِي أَنْ أَغُضَّ بَصَرِي وَ أَنْ أَحْفَظَ فَرْجِي وَ أَنْ أَكُفَّ بِهَا عَنْ جَمِيعِ مَحَارِمِكَ حَتَّى لا يَكُونَ شَيْ‏ءٌ آثَرَ عِنْدِي مِنْ طَاعَتِكَ وَ خَشْيَتِكَ وَ الْعَمَلِ بِمَا أَحْبَبْتَ وَ التَّرْكِ لِمَا كَرِهْتَ وَ نَهَيْتَ عَنْهُ وَ اجْعَلْ ذَلِكَ فِي يُسْرٍ وَ يَسَارٍ وَ عَافِيَةٍ وَ مَا أَنْعَمْتَ بِهِ عَلَيَّ وَ أَسْأَلُكَ أَنْ تَجْعَلَ وَفَاتِي قَتْلا فِي سَبِيلِكَ تَحْتَ رَايَةِ نَبِيِّكَ مَعَ أَوْلِيَائِكَ وَ أَسْأَلُكَ أَنْ تَقْتُلَ بِي أَعْدَاءَكَ وَ أَعْدَاءَ رَسُولِكَ وَ أَسْأَلُكَ أَنْ تُكْرِمَنِي بِهَوَانِ مَنْ شِئْتَ مِنْ خَلْقِكَ وَ لا تُهِنِّي بِكَرَامَةِ أَحَدٍ مِنْ أَوْلِيَائِكَ اللَّهُمَّ اجْعَلْ لِي مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلا حَسْبِيَ اللَّهُ مَا شَاءَ اللَّهُ .

 

 

“Allahumme inni bike ve minke etlubu haceti ve men talebe haceten ile’n nasi fe inni la etlubu haceti ille minke vehdeke la şerike leke ve es’eluke bi fazlike ve rızvanike en tusalliye ale muhammedin ve ehli beytihi ve en tec’ele li fi ami haza ile beytike’l herami sebiylen hicceten mebrureten mutakabbeleten zakiyeten ğaliseten leke tekerru biha ayni ve terfeu biha dereceti ve terzukeni en eğuzze baseri ve en ehfeze ferci ve en ekuffe biha an cemii meharimike hetta la yekune şey’un asere indiy min taetike ve ğaşyetike ve’l ameli bima ehbebte ve’t terki lima kerihte ve neheyte anhu vec’el zalike fi yusrin ve yesarin ve afiyetin ve ma en’emte bihi aleyye ve es’eluke en tec’ele vefati katlen fi sebiylike tehte rayetin nebiyyike mee evliyaike ve es’eluke en tektule bi e’daeke ve e’dae resulike ve es’eluke en tukrimeni bi hevani men şi’te min ğalkike ve tuhinni bi kerameti ehedin min evliyaike Allahumme ic’el li mee’r resui sebiylen hesbiyellahu ma şeeallah.”

 *****

 "Allah’ım! Seni vasıta kılarak hacetimi senden diliyorum. Kim hacetini insanlardan dilerse (dilesin, fakat) ben hacetimi ancak senden dilerim. Sen teksin ve ortağın yoktur. Lütuf ve hoşnutluğun hakkına senden, Muhammed ve Ehlibeyt’ine rahmet etmeni ve bu yıl Beytullahi’l-Haram’ın ziyareti için yolumu açmanı diliyorum; bana öyle beğenilmiş, kabul edilmiş, temiz ve senin için halis kılınan bir hac nasip et ki, onunla gözümü aydınlat, derecemi yükselt ve gözümü (haramlara) kapamayı, iffetimi korumayı ve bütün haramlardan kendimi korumayı bana nasip et; öyle ki, benim için sana itaat etmekten, senden korkmaktan ve senin sevdiğin şeyleri yerine getirip sevmediğin şeyleri terk etmekten daha sevimli hiçbir şey olmasın. Bütün bunları kolaylık, bolluk sıhhat ve verdiğin nimetlerle beraber bana nasip et. 

(Allah’ım!) Senden Peygamber’inin sancağı altında, velilerinle birlikte yolunda şehit olarak ölmeyi diliyorum. Yine senden, kendi düşmanlarının ve Peygamber’inin düşmanlarının ölümünü benim elimle gerçekleştirmeni niyaz ediyorum. (Yalvararak) senden (rezil etmek) istediğin (kötü kullarından) birisini rezil etmekle beni yüceltmeni ve hiçbir zaman velilerinden herhangi birisini yüceltmeği benim rezil ve rüsva olmama vesile kılmamanı istiyorum. Allah’ım! Peygamber’le birlikte olma yolunu benim üzerime aç. Allah bana yeter ve ancak Allah’ın dediği olur.”

 *****

 RAMAZAN AYININ GECELERİNDE MÜSTEHAP OLAN AMELLER

 1. İftar etmek. Şiddetli halsizlik ve iftar için kendisini bekleyen birileri olmadığı takdirde akşam namazını kıldıktan sonra iftar etmek müstehaptır.

 2. Haram ve şüpheli olmayan helâl şeylerle, özellikle helâl hurmayla iftar etmek, insanın kıldığı namazın sevabını dört yüz kat artırır. Rüteb (bir hurma çeşidi), helva, nöbet şekeri, sıcak su gibi şeylerle de iftar etmek iyidir.

3. İftar ederken rivayet edilen iftar dualarını okumak; meselâ şu duayı:

 

اللَّهُمَّ لَكَ صُمْتُ وعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْتُ وعَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ

 "Ellahumme leke sumtu ve ela rızkike eftertu ve eleyke tevekkeltu."

  *** 

“Allah’ım! Senin için oruç tuttum; senin rızkınla iftar edip sana tevekkül ettim.”

 Bu duayı, iftar vakti okuyan kimseye Allah, o gün oruç tutanların sevabını bahşeder.

 Bazı rivayetlerde Hz. Emirü’l-Müminin’in (a.s) iftar edeceği zaman şu duayı okuduğu nakledilmiştir:

 بِسْمِ اللَّهِ اللَّهُمَّ لَكَ صُمْنَا وعَلَى رِزْقِكَ أَفْطَرْنَا فَتَقَبَّلْ [فَتَقَبَّلْهُ‏] مِنَّا إِنَّكَ أَنْتَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ

 Bismillah, Ellahumme leke sumna ve ela rızkike efterna, fetekebbel minna, inneke entes-semîul elîm."

 ***

 “Allah’ın adıyla. Allah’ım! Senin için oruç tuttuk ve senin rızkınla iftar ettik. O hâlde bizden kabul buyur. Muhakkak sen duyan ve bilensin.”

 4. İlk aldığı lokmada:

 بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ يَا وَاسِعَ الْمَغْفِرَةِ اغْفِرْ لِي

 "Bismillahirrehmanirrahîm, ya vasiel-meğfireti iğfir lî."

 ***

 “Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla. Ey mağfireti geniş olan (Rabbim), bağışla beni.” derse, Allah-u Teâlâ’nın mağfiretine mazhar olur. Hadis-i şerifte şöyle geçer:

 “Allah-u Teâlâ, ramazan ayının her gününün son saatinde bir milyon insanı (azaptan) azat eder. Allah-u Teâlâ’dan dile ki, seni de onlardan saysın."

 5. İftar vakti Kadir (İnna Enzelnahu) Suresi’ni okumak.

 6. İftar vakti sadaka vermek ve oruçlu müminlere iftar vermek, hatta bir kaç hurma veya bir içim suyla bile olsa (gücü yetmeyenler için).

 Resul-i Ekrem’den (s.a.a) bu konuda şöyle rivayet edilmiştir: “Kim bir oruçlu (mümine) iftar verirse, onun (oruç) sevabının aynısını iftar veren de alır; elbette oruç tutanın sevabından bir şey eksilmeksizin. Yine o yemeğin gücüyle yaptığı her amelin sevabının aynısı, iftar veren için de yazılır.”

 Merhum Ayetullah Allâme Hillî, “Risâletü’s-Sa’diye” kitabında İmam Cafer Sadık’tan (a.s) şöyle rivayet etmiştir:

 “Bir mümin, ramazan ayında bir mümine bir lokma yemekle (dahi iftar) verirse, Allah onun için otuz mümin köleyi azat etmenin sevabını yazar ve Allah katında bir duası kabul olur.”

 7. Ramazan ayının her gecesinde bin defa Kadir Suresi’ni okumak da, rivayet edilen ameller arasındadır.

 8. İmkânı olan kimse için her gece yüz defa Duhân Suresi’nin okunması sünnettir.

9. Merhum Seyyid İbn Tâvûs, günahların bağışlanması için her gece şu duanın okunmasını rivayet etmiştir:

اللّهُمَّ رَبَّ شَهْرِ رَمَضانَ الَّذِی أَنْزَلْتَ فیهِ الْقُرْآنَ و افْتَرَضْتَ عَلی عِبادِکَ فیهِ الصِّیامَ صَلِّ عَلی مُحمدٍ و الِ محمدٍ وَ ارْزُقْنی حَجَّ بَیْتِکَ الْحَرامِ فِی عامِی هذا واغفِرْلی تلک الذُّنوُبَ الْعِظامَ فإِنَّهُ لا یَغْفِرُها غَیْرُکَ یا رَحمنُ یا رَحمنُ یا عَلّامُ.

“Allahumme rabbi şehri remazane’l lezi enzelte fiyhi’l Kur’ane ve’f terezte ale ibadike fiyhi’s siyame salli ale muhammedin ve ali muhammedin, ve’r zukni hacce beytike’l herami fi ami haza, veğfir li tilke’z zunube’l izame fe innehu la yeğfiruha ğayruke ya rahmenu ya rahmenu ya allemu.”

*****

"Allah’ım! Ey Kur’ân’ı indirdiğin ve orucunu kullarına farz kıldığın ramazan ayının Rabbi, Muhammed ve Ehlibeyt’ine rahmet et; bu yıl ve her yıl Beytullahi’l-Harâm’ın haccını bana nasip eyle. İşlediğim o büyük günahları bağışla; zira onları senden başkası bağışlamaz, ey Rahman ve çok bilen (Allah)!”

 *****

 10. Akşam namazından sonra birinci bölümde geçen “Hac Duası”nıاللَّهُمَّ إِنِّي بِكَ وَ مِنْكَ أَطْلُبُ حَاجَتِي ; (Allahumme inni bike ve minke etlubu haceti) okumak.

 11. Şu duanın da okunması İmam Cafer Sadık’tan (a.s) rivayet edilmiştir:

 

اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ أَنْ تَجْعَلَ فِيمَا تَقْضِي وَ تُقَدِّرُ مِنَ الْأَمْرِ الْمَحْتُومِ فِي الْأَمْرِ الْحَكِيمِ مِنَ الْقَضَاءِ الَّذِي لا يُرَدُّ وَ لا يُبَدَّلُ أَنْ تَكْتُبَنِي مِنْ حُجَّاجِ بَيْتِكَ الْحَرَامِ الْمَبْرُورِ حَجُّهُمْ الْمَشْكُورِ سَعْيُهُمْ الْمَغْفُورِ ذُنُوبُهُمْ الْمُكَفَّرِ عَنْ سَيِّئَاتِهِمْ [عَنْهُمْ سَيِّئَاتُهُمْ‏] وَ أَنْ تَجْعَلَ فِيمَا تَقْضِي وَ تُقَدِّرُ أَنْ تُطِيلَ عُمُرِي فِي خَيْرٍ وَ عَافِيَةٍ وَ تُوَسِّعَ فِي رِزْقِي وَ تَجْعَلَنِي مِمَّنْ تَنْتَصِرُ بِهِ لِدِينِكَ وَ لا تَسْتَبْدِلْ بِي غَيْرِي .

“Allahumme inni es’eluke en tec’ele fiyma tekzi ve tukaddiru mine’l emri’l mehtumi fi’l emri’l hekim mine’l kazai’l lezi la yureddu vela yubeddelu en tektubeni min hucceci beytike’l herami’l mebruri heccuhumu’l meşkuri sa’yuhumu’l meğfuri zunubuhum el Mukeffiri en seyyietihim (enhum seyyietuhum) ve en tec’ele fiyma tekzi ve tukeddiru en tutile umuriy fi ğayrin ve afiyetin ve tuvessie fi rızki ve tec’eleni mimmen tentesiru bihi lidiynike vela testebdil biy ğayri.”

 *****

 "Allah’ım! Senden kesin olarak hükme bağladığın ve takdir ettiğin hikmetli, dönüşü ve değişimi olmayan şeyler arasında beni de hacları beğenilir, çabaları mükâfatlandırılır, günahları bağışlanır ve kötülükleri affedilir olan Beytullahi’l-Harâm’ın hacılarından yazmanı diliyorum. Yine benim için hayır ve sıhhatle geçecek uzun bir ömür ve geniş bir rızk takdir buyurmanı niyaz ediyorum. Beni dinine yardım eden kimselerden kıl; bu konuda başkasını bana tercih etme.”

 ***

 12. “Enisü’s-Sâlihin” kitabında ramazan ayının her gecesinde şöyle dua edilmesi rivayet edilmiştir:

اَعُوذُ بِجَلالِ وَجْهِكَ الْكَريمِ أنْ يَنْقِضيَ عَنّي شَهْرُ رَمَضانَ اَوْ يَطْلُعَ الْفَجْرُ مِنْ لَيْلَتي هذِهِ وَلَكَ قِبَلي ذَنْبٌ اَوْ تَبِعَةٌ تُعَذِّبُني عَلَيْهِ .

 “Euzu bicelali vechike’l kerim en yenkiziye enni şehru remazane ev yetlue’l fecru min leyleti hazihi veleke kibeli zenbun ev tebietun tuezzibuni aleyhi.”

 *****

 “(Allah’ım!) Ramazan ayı geçer veya bu gecem sabah olur da üzerimde sana karşı bir suçum veya beni karşılığında azap edeceğin bir günah kalırsa, bundan Kerim Vech’inin yüceliğine sığınırım.”

 13. Merhum Kef’emî, Seyyid İbn Baki’den şöyle nakletmektedir: “Kim ramazan ayının her gecesinde iki rekât namaz kılarak, her rekâtta Fâtiha Suresi’ni ve İhlâs Suresi’ni üç defa okur, selâm verdikten sonra da şu zikri okur:

 

سُبْحَانَ مَنْ هُوَ حَفِيظٌ لا يَغْفُلُ؛ سُبْحَانَ مَنْ هُوَ رَحِيمٌ؛ لا يَعْجَلُ سُبْحَانَ مَنْ هُوَ قَائِمٌ لا يَسْهُو سُبْحَانَ مَنْ هُوَ دَائِمٌ لا يَلْهُو.

 “Subhane men huve hafizun la ye’fulu, subhane men huve rahimun, la ye’celu subhane men huve kaimun la yeshu, subhane men huve daimun la yelhu.”

 *****

 “Münezzehtir gaflet etmeyen asıl koruyucu. Münezzehtir (kullarına ceza vermede) acele etmeyen merhametli. Münezzehtir her zaman kaim ve sabit olan ve (hiçbir zaman kullarını) unutmayan. Münezzehtir ebedi ve boş şeylerden uzak olan (Rab).”

 Sonra da yedi defa tesbihat-ı erbaayı okuyup ardından şu zikri söyler:

سُبْحَانَكَ سُبْحَانَكَ سُبْحَانَكَ يَا عَظِيمُ اغْفِرْ لِيَ الذَّنْبَ الْعَظِيمَ

 

 “Subhaneke subhaneke subhaneke ya azimu iğfir liye’z zenbe’l azim.”

 *****

“Her eksiklikten münezzehsin sen. Her eksiklikten münezzehsin sen. Her eksiklikten münezzehsin sen. Ey azametli ve yüce (Allah)! Benim büyük günahımı bağışla.”

 Ve bilâhare Resulullah’a (s.a.a) ve Ehlibeyt’ine on defa salavât getirirse, Allah günahlarını bağışlar…”

 14. Hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:

“Ramazan ayının her gecesinde Fetih Suresi’ni sünnet bir namazda okuyan kimse, o yıl korunmuş olur.”

15. Ramazan ayında sünnet namazlardan sonra şu duanın okunması rivayet edilmiştir:

 اللَّهُمَّ اجْعَلْ فِيمَا تَقْضِي وَ تُقَدِّرُ مِنَ الْأَمْرِ الْمَحْتُومِ وَ فِيمَا تَفْرُقُ مِنَ الْأَمْرِ الْحَكِيمِ فِي لَيْلَةِ الْقَدْرِ أَنْ تَجْعَلَنِي مِنْ حُجَّاجِ بَيْتِكَ الْحَرَامِ الْمَبْرُورِ حَجُّهُمْ الْمَشْكُورِ سَعْيُهُمْ الْمَغْفُورِ ذُنُوبُهُمْ وَ أَسْأَلُكَ أَنْ تُطِيلَ عُمُرِي فِي طَاعَتِكَ وَ تُوَسِّعَ لِي فِي رِزْقِي يَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ .

 “Allahumme ic’el fiyma tekzi ve tukeddiru mine’l emri’l mehtumi ve fiyma tefruku mine’l emri’l hekimi fi leyleti’l kadri en tec’eleni min hucceci beytike’l herami’l mebruri heccuhum, el meşkuri sa’yuhumu’l meğfuri zunubuhum ve es’eluke en tutile umuri fi ta’atike ve tuvessie liy fi rızki ya erhemer rahimin.”

 *****

 "Allah’ım! Kadir Gecesi’nde hükmettiğin ve takdir buyurduğun kesin emirlerin ve belirlediğin hikmetli işlerin arasında beni de hacları dosdoğru olan, çabaları mükâfatlandırılan ve günahları bağışlanan Beytullahi’l-Haram’ın hacılarından kıl. Senden itaatin yolunda ömrümü uzatmanı ve rızkımı genişletmeni diliyorum, ey merhametlilerin en merhametlisi!

 *****

 16. Ramazan ayı gecelerinin bir ameli de gecelere bölünerek kılınan bin rekâtlık namazdır. Fıkıh ve dua kitaplarında bu namaz, genişçe zikredilmiştir. Namazın kılınış şeklinde ise ihtilâf vardır. İbn Ebî Kurra’nın İmam Muhammed Takî’den (a.s) naklettiği ve Şeyh Müfid’in ve ulemanın çoğunun kabul ettiği kılınış şekli şöyledir:

 İlk yirmi günde her gece yirmi rekât olmak üzere sekiz rekâtı akşam namazından sonra, on iki rekâtı ise yatsı namazından sonra ikişer ikişer kılınır. Son on günde ise her gece otuz rekât olmak üzere yine sekiz rekâtı akşam namazından sonra, geri kalanı ise yatsı namazından sonra kılınır. Böylece yedi yüz rekâtı kılınmış olur. Geri kalan üç yüz rekâtı ise Kadir gecelerinde (on dokuz, yirmi bir ve yirmi üçüncü geceler) her gece yüz rekât olmak üzere kılınır.

 RAMAZAN AYININ SAHUR VAKTİ AMELLERİ

 1. Az da olsa sahurda bir şeyler yemek müstehaptır. Bir hadis-i şerifte şöyle rivayet edilmiştir

 "Allah ve melekleri sahur vakitlerinde istiğfar eden ve sahur yemeği yiyen kimselere salâvat getirirler."

 2. Sahur ve iftar vakitlerinde Kadir Suresi'ni okumak.

 3. el-İkbal" kitabında rivayet edilen ve sahur vaktinin en kısa duası sayılan şu duayı okumak:

 یَا مَفْزَعِی عِنْدَ كُرْبَتِی؛ وَ یَا غَوْثِی عِنْدَ شِدَّتِی؛ إِلَیْكَ فَزِعْتُ وَ بِكَ اسْتَغَثْتُ؛ وَ بِكَ لُذْتُ لا أَلُوذُ بِسِوَاكَ؛ وَ لا أَطْلُبُ الْفَرَجَ إِلا مِنْكَ؛ فَأَغِثْنِی وَ فَرِّجْ عَنِّی؛ یَا مَنْ یَقْبَلُ الْیَسِیرَ؛ وَ یَعْفُو عَنِ الْكَثِیرِ؛ اقْبَلْ مِنِّی الْیَسِیرَ؛ وَ اعْفُ عَنِّی الْكَثِیرَ؛ إِنَّكَ أَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحِیمُ؛ اللَّهُمَّ إِنِّی أَسْأَلُكَ إِیمَاناً تُبَاشِرُ بِهِ قَلْبِی؛ وَ یَقِیناً حَتَّى أَعْلَمَ أَنَّهُ لَنْ یُصِیبَنِی إِلا مَا كَتَبْتَ لِی؛ وَ رَضِّنِی مِنَ الْعَیْشِ بِمَا قَسَمْتَ لِی؛ یَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِینَ؛ یَا عُدَّتِی فِی كُرْبَتِی؛ وَ یَا صَاحِبِی فِی شِدَّتِی؛ وَ یَا وَلِیِّی فِی نِعْمَتِی؛ وَ یَا غَایَتِی فِی رَغْبَتِی؛ أَنْتَ السَّاتِرُ عَوْرَتِی؛ وَ الْآمِنُ رَوْعَتِی؛ وَ الْمُقِیلُ عَثْرَتِی؛ فَاغْفِرْ لِی خَطِیئَتِی؛ یَا أَرْحَمَ الرَّاحِمِینَ.

“Ya mefzei inde kurbetiy, veya ğavsi inde şiddeti, ileyke fezi’tu ve bike isteğestu, ve bike luztu la eluuzu bi sivake vela etlubu’l ferece illa minke, fe eğisni ve ferric enni, ya men yekbel’l yesire ve ye’fu eni’l kesiri, ikbel minni’l yesire, ve’fu enni’l kesire, inneke ente’l ğafuru’r Rahim, Allahumme inniy es’eluke iymanen tubaşiru bihi kalbi, ve yakinen hetta a’leme ennehu len yusiybeni illa ma ketebte liy, ve razzini mine’l ayşi bima kasemte li, ya erheme’r rahimin. Ya uddeti fi kurbeti veya sahibi fi şiddeti ve ya veliyyi fi ni’meti ve ya ğayeti fi rağbeti ente’s satiru avreti, ve’l aminu rev’eti ve’l mukiylu asreti, feğfir li ğatieti ya erheme’r rahimin.”

 *****

 “Ey belâ ve sıkıntı zamanında sığınağım ve ey zorluk zamanında imdadım! Sana yalvarıp yakarıyorum; senden imdat diliyor ve sana sığınıyorum, başkasına değil. (Sıkıntı ve zorluklardan) çıkışı, ancak senden diliyorum. O hâlde imdadıma yetiş ve beni sıkıntılardan kurtar. Ey az (ameli) kabul edip çok (günahı) affeden! Benim az (amelimi) kabul et ve çok (günahımı) bağışla; şüphesiz sen bağışlayan ve merhametlisin. 

Allah'ım! Senden kalbimle bütünleşen bir iman diliyorum ve ancak bana yazdığın şeylerin bana ulaşacağına kanaat getirebileceğim bir ya-kin istiyorum. Ey merhametlilerin en merhametlisi! Hayatımda bana kısmet ettiğin şeylere beni razı kıl. 

Ey sıkıntılı anımda birikimim, ey zorluk zamanımda yaverim; ey nimetli günümde velinimetim ve ey rağbet ve iştiyakımın doruk noktası olan (Rabbim)! Sensin kusurumu örtecek, korkumu emniyete çevirecek ve sürçmemi affedecek olan; o hâlde benim hatamı bağışla, ey merha-metlilerin en merhametlisi!

 *****

4. Yine "el-İkbal" kitabında nakledilen şu tesbih ve zikirleri okumak:

سُبْحـانَ مَنْ يَعْلَمُ جَوارِحَ الْقُلُوبِ، سُبْحـانَ مَنْ يُحْصي عَدَدَ الذُّنُوبِ، سُبْحـانَ مَنْ لا يَخْفى عَلَيْهِ خافِيَةٌ فِي السَّماواتِ وَالاَرَضينَ، سُبْحـانَ الرَّبِّ الْوَدُودِ، سُبْحـانَ الْفَرْدِ الْوِتْرِ، سُبْحـانَ الْعَظيمِ الاَعْظَمِ، سُبْحـانَ مَنْ لا يَعْتَدي عَلى اَهْلِ مَمْلَكَتِهِ، سُبْحـانَ مَنْ لا يُؤاخِذُ اَهْلَ الاَرْضِ بِاَلْوانِ الْعَذابِ، سُبْحـانَ الْحَنّانِ الْمَنّانِ، سُبْحـانَ الرَّؤُوفِ الرَّحيمِ، سُبْحـانَ الْجَبّارِ الْجَوادِ، سُبْحـانَ الْكَريمِ الْحَليمِ، سُبْحـانَ الْبَصيرِ الْعَليمِ، سُبْحـانَ الْبَصيرِ الْواسِعِ، سُبْحـانَ اللهِ عَلى اِقْبالِ النَّهارِ، سُبْحـانَ اللهِ عَلى اِدْبارِ النَّهارِ، سُبْحـانَ اللهِ عَلى اِدْبارِ اللَّيْلِ واِقْبالِ النَّهارِ، وَلَهُ الْحَمْدُ وَالمجْدُ وَالْعَظَمةُ وَالْكِبرِياءُ مَعَ كُلِّ نَفَس، وَكُلِّ طَرْفَةِ عَيْن، وَكُلِّ لَمحَة سَبَقَ في عِلْمِهِ سُبْحانَكَ، مِلاَ ما اَحْصى كِتابُكَ، سُبْحانَكَ زِنَةَ عَرْشِكَ، سُبْحانَكَ سُبْحانَكَ سُبْحانَكَ.

Subhane men ye’lemu cevarihe’l kulubi, subhane men yuhsi adede’z zunubi, subhane men la yeğfa aleyhi ğafiyetun fi’s semavati vel erazine, subhane’r rabbi’l vedudi, subhane’l ferdi’l vitri, subhane’l azimi’l a’ezemi, subhane men la ye’tedi ale ehli memleketihi, subhane men le yuağizu ehle’l erzi bi elvani’l azabi, subhane’l hennani’l mennnani, subhane’r raufi’r Rahim, subhane’l cebbari’l cevadi, subhane’l kerimi’l helimi, subhane’l basiri’l alimi, subhane’l basiri’l vasi’, subhanellahi ale ikbali’n nehari, subhanellahi ale idbari’n nehari, subhanellahi ale idbari’l leyli ve ikbali’n nehari, velehu’l hemdu ve’l mecdu ve’l azametu ve’l kibriyau mee kulli nefesin ve kulli tarfeti aynin ve kulli lehmetin Sebeka fi ilmihi subhaneke milae ma ehsa kitabuke, subhaneke zinete arşike, subhaneke, subhaneke, subhaneke.”

 *****

 “Münezzehtir kalplerdeki teessürleri bilen. Münezzehtir günahların sayısından haberdar olan. Münezzehtir göklerde ve yerlerde hiçbir sır kendisine gizli olmayan. Münezzehtir şefkatli Rab. Münezzehtir tek ve eşsiz (Allah). Münezzehtir büyük ve en yüce olan (Allah).

 Münezzehtir kendi memleketinin ehline (yaratıklarına) zulmetmeyen (Allah). Münezzehtir yer ehlini çeşitli azaplarla cezalandırmayan (Allah). Münezzehtir çok şefkatli ve çok ihsan sahibi olan (Allah). Münezzehtir şefkatli ve Rahim (Allah). Münezzehtir Cabbar, cömert, kerem ve hilim sahibi (Allah). Münezzehtir gören ve bilen (Allah).

 Münezzehtir geniş basiret sahibi olan (Allah).

 Münezzehtir gündüzü getirmede; münezzehtir gündüzü götürmede; Münezzehtir geceyi götürüp gündüzü getirmede. Allah'ı tenzih eder, överim. Hamd, yücelik, azamet ve kibriya O'na mahsustur. O, her nefes alma, göz kırpma ve ilminde geçen her işaretle birliktedir. (İlim) kitabını dolduracak kadar münezzehsin; Arş'ının ağırlı-ğınca münezzehsin. Münezzehsin sen, münezzehsin sen, münezzehsin sen.

 *****

 5. Yine Şeyh Tusî (r.a), sahur vakti için şu duayı rivayet etmiştir:

 يَا عُدَّتِي فِي كُرْبَتِي وَ يَا صَاحِبِي فِي شِدَّتِي وَ يَا وَلِيِّي فِي نِعْمَتِي وَ يَا غَايَتِي فِي رَغْبَتِي أَنْتَ السَّاتِرُ عَوْرَتِي وَ الْمُؤْمِنُ رَوْعَتِي وَ الْمُقِيلُ عَثْرَتِي فَاغْفِرْ لِي خَطِيئَتِي اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ خُشُوعَ الْإِيمَانِ قَبْلَ خُشُوعِ الذُّلِّ فِي النَّارِ يَا وَاحِدُ يَا أَحَدُ يَا صَمَدُ يَا مَنْ لَمْ يَلِدْ وَ لَمْ يُولَدْ وَ لَمْ يَكُنْ لَهُ كُفُوا أَحَدٌ يَا مَنْ يُعْطِي مَنْ سَأَلَهُ تَحَنُّنا مِنْهُ وَ رَحْمَةً وَ يَبْتَدِئُ بِالْخَيْرِ مَنْ لَمْ يَسْأَلْهُ تَفَضُّلا مِنْهُ وَ كَرَما بِكَرَمِكَ الدَّائِمِ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ هَبْ لِي رَحْمَةً وَاسِعَةً جَامِعَةً أَبْلُغُ بِهَا خَيْرَ الدُّنْيَا وَ الْآخِرَةِ اللَّهُمَّ إِنِّي أَسْتَغْفِرُكَ لِمَا تُبْتُ إِلَيْكَ مِنْهُ ثُمَّ عُدْتُ فِيهِ وَ أَسْتَغْفِرُكَ لِكُلِّ خَيْرٍ أَرَدْتُ بِهِ وَجْهَكَ فَخَالَطَنِي فِيهِ مَا لَيْسَ لَكَ اللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ اعْفُ عَنْ ظُلْمِي وَ جُرْمِي بِحِلْمِكَ وَ جُودِكَ يَا كَرِيمُ، یا مَنْ لا يَخِيبُ سَائِلُهُ وَ لا يَنْفَدُ نَائِلُهُ يَا مَنْ عَلا فَلا شَيْ‏ءَ فَوْقَهُ وَ دَنَا فَلا شَيْ‏ءَ دُونَهُ صَلِّ عَلَى مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ وَ ارْحَمْنِي يَا فَالِقَ الْبَحْرِ لِمُوسَى اللَّيْلَةَ اللَّيْلَةَ اللَّيْلَةَ السَّاعَةَ السَّاعَةَ السَّاعَةَ اللَّهُمَّ طَهِّرْ قَلْبِي مِنَ النِّفَاقِ وَ عَمَلِي مِنَ الرِّيَاءِ وَ لِسَانِي مِنَ الْكِذْبِ وَ عَيْنِي مِنَ الْخِيَانَةِ فَإِنَّكَ تَعْلَمُ خَائِنَةَ الْأَعْيُنِ وَ مَا تُخْفِي الصُّدُورُ يَا رَبِّ هَذَا مَقَامُ الْعَائِذِ بِكَ مِنَ النَّارِ هَذَا مَقَامُ الْمُسْتَجِيرِ بِكَ مِنَ النَّارِ هَذَا مَقَامُ الْمُسْتَغِيثِ بِكَ مِنَ النَّارِ هَذَا مَقَامُ الْهَارِبِ إِلَيْكَ مِنَ النَّارِ هَذَا مَقَامُ مَنْ يَبُوءُ لَكَ بِخَطِيئَتِهِ وَ يَعْتَرِفُ بِذَنْبِهِ وَ يَتُوبُ إِلَى رَبِّهِ هَذَا مَقَامُ الْبَائِسِ الْفَقِيرِ هَذَا مَقَامُ الْخَائِفِ الْمُسْتَجِيرِ هَذَا مَقَامُ الْمَحْزُونِ الْمَكْرُوبِ، هَذَا مَقَامُ الْمَغْمُومِ [الْمَحْزُونِ‏] الْمَهْمُومِ هَذَا مَقَامُ الْغَرِيبِ الْغَرِيقِ هَذَا مَقَامُ الْمُسْتَوْحِشِ الْفَرِقِ هَذَا مَقَامُ مَنْ لا يَجِدُ لِذَنْبِهِ غَافِرا غَيْرَكَ وَ لا لِضَعْفِهِ مُقَوِّيا إِلا أَنْتَ وَ لا لِهَمِّهِ مُفَرِّجا سِوَاكَ يَا اللَّهُ يَا كَرِيمُ لا تُحْرِقْ وَجْهِي بِالنَّارِ بَعْدَ سُجُودِي لَكَ وَ تَعْفِيرِي بِغَيْرِ مَنٍّ مِنِّي عَلَيْكَ بَلْ لَكَ الْحَمْدُ وَ الْمَنُّ وَ التَّفَضُّلُ عَلَيَّ ارْحَمْ أَيْ رَبِّ أَيْ رَبِّ أَيْ رَبِّ .

“Ya uddeti fi kurbeti vey a sahibi fi şiddeti vey a veliyyi fi ni’meti vey a ğayeti fi rağbeti ente’s satire avreti ve’l mu’minu rev’eti ve’l mukiylu asreti feğfir li ğatieti. Allahumme inni es’eluke ğuşue’l iymani kable ğuşui’z zulli fi’n nari ya vahidu ya ehedu ya samedu ya men lem yelid ve lem yuled ve lem yekun lehu kufuven ehed. Ya men yu’ti men se’elehu tehennunen minhu ve rahmeten ve yebtediu bil hayri men lem yes’elhu tefazzulen minhu ve keremen bi keremike’d daimi salli ale muhammedin ve al-i muhammed ve heb liy rahmeten vasieten camieten ebluğu biha ğayre’d dunya ve’l ağireti. Allahumme inni es’teğfiruke lima tubtu ileyke minhu summe udtu fiyhi ve esteğfiruke likulli ğayrin eredtu bihi vecheke feğaleteni fihi ma leyse leke. Allahumme salli ale muhammedin ve al-I muhammedin ve’fu en zulmi ve curmi bi hilmike ve cudike ya kerimu ya men la yeğiybu sailuhu ve la yenfezu nailuhu ya men ale fela şey’en fevkehu ve dena fela şey’en dunehu salli ale muhammedin ve al-i muhammed. Verhemni ya falike’l bahri li musa’l leylete leylete leylete es saete es saete es saete, Allahumme tahhir kalbi mine’n nifaki ve ameli mine’r riyai ve lisani mine’l kizbi ve ayni mine’l ğiyaneti fe inneke te’lemu ğainete’l a’yuni ve ma tuğfi’s suduru ya rabbi haza mekamu’l a’izu bike mine’n nar haza mekamu men yebu’u leke bi ğetietihi ve ye’terifu bi zenbihi ve yetubu ile rabbihi haza mekamu’l baisi’l fekiri haza mekamu’l ğaifi’l musteciri, haza mekamu’l mehzuni’l mekrubi, haza mekamu’l meğmumi (el mehzuni) el mehmumi haza mekamu’l ğeribi’l ğariki haza mekamu’l mustevhişi’l feriki haza mekamu men la yecidu li zenbihi ğafiren ğayreke ve la li za’fihi mukavviyen illa ente ve la lihimmetihi muferricen sivake ya Allahu ya kerimu la tuhrik vechi bi nari be’de sucudi leke ve te’firi bi ğayri menin minni aleyke bel leke’l hamdu ve’l menu ve’t tefezzulu aleyye irhem ey rabbi ey rabbi ey rabbi.”

 *****

 “Ey sıkıntılı günlerimde azığım, ey zor günlerimde yaverim, ey nimetli günlerimde velinimetim ve ey arzu ve iştiyakımın son noktası olan (Rabbim)! Sensin kusurumu örten, korktuğum şeylerden beni emniyete alan, sürçmemi affeden. Benim hata ve günahımı bağışla.

 Allah'ım! Senden (cehennem) ateşindeki zilletten kaynaklanan huşuya tutulmadan önce senden, imandan kaynaklanan bir huşu diliyorum. Ey yegâne, ey tek, ey noksansız ve ihtiyaçsız, ey doğurmayan ve doğma-yan, ey hiçbir dengi olmayan, ey dileyen herkese şefkat ve rahmetinden dolayı veren ve dilemeyenlere de dilemedikleri halde lütuf ve kereminden dolayı hayır veren ve daimi kereminden ihsan eden, Muhammed ve Ehlibeyt'ine rahmet et ve beni dünya ve ahiret hayrına ulaşabileceğim geniş ve kapsamlı bir rahmete mazhar kıl.

 Allah'ım! Tövbe ettiğim hâlde tekrar işlediğim günahlardan dolayı senden mağfiret diliyorum. Yine sadece senin rızan için yapmayı amaçla-dığım, fakat (heva ve hevesim yüzünden) senin rızanın dışında olan niyetleri de karıştırdığım bütün hayırlardan dolayı da senden mağfiret diliyorum. Allah'ım! Muhammed ve Ehlibeyt'ine rahmet et ve benim zulüm ve suçumu kendi hilim ve cömertliğinle bağışla; ey kerem sahibi; ey kendisine el açanı mahrum etmeyen, bağış ve ihsanı son bulmayan! 

Ey her şeyden daha yüce ve her şeyden daha yakın olan (Rabbim)! Muhammed ve Ehlibeyt'ine rahmet et ve bana merhamet eyle; bu gece, bu gece, bu gece; şu anda, şu anda, şu anda, ey denizi Musa için yaran (Rabbim)!

 Allah'ım! Kalbimi nifaktan, amelimi riya ve gösterişten, dilimi yalandan, gözümü ihanetten temizle. Şüphesiz sen gözlerin ihanetli bakışlarından ve gözlerin gizlediği şeylerden haberdarsın.

 Ey Rabbim! Bu, (cehennem) ateşinden sana sığınan kimsenin (perişan) hâlidir. Bu, ateşten (kurtulmak) için senden sığınak isteyen kimsenin hâlidir. Bu, ateşe karşı senden imdat isteyen kimsenin hâlidir. Bu, ateşten sana kaçan kimsenin hâlidir. Bu, suçunu yüklenip sana getiren, günahını itiraf eden ve Rabbine tövbe eden kimsenin hâlidir. Bu, fakir ve perişan kimsenin hâlidir. Bu, korkan ve sığınak isteyen kimsenin hâlidir. Bu, hüzünlü ve çilekeş birinin hâlidir. Bu, gamlı ve kederli kimsenin hâlidir. Bu, senden başka günahını bağışlayacak, güç katacak ve sıkıntısını giderecek birisini bulamayan birisinin hâlidir.

Allah'ım! Ey cömertlik sahibi, benim sana hiçbir minnetim olamaya-cağı gibi, bana hamd, minnet ve ihsan hakkın olan sana secde edip yüzümü toprağa sürmemden sonra yüzümü (cehennem) ateşiyle yakma. Bana merhamet eyle; ey Rabbim, ey Rabbim, Ey Rabbim...!

 

BİR HATIRLATMA

Ramazan ayının gece ve gündüzlerinin en faziletli ameli, Kur’an okumaktır. Evet, mümkün mertebe bu ayda bol bol Kur’an okuyalım; zira Kur’an bu ayda inmiştir. Hadis-i şerifte: "Her şeyin bir baharı vardır. Kur’an’ın da baharı Ramazan ayıdır" buyrulmaktadır. Diğer aylarda her ay bir Kur’an hatmi müstehaptır. Bazı rivayetlerde ise, en az altı günde bir hatim rivayet edilmiştir. Fakat Ramazan ayında sünnet olan her üç günde bir Kur’an hatmidir. Hatta her gün bir hatim yapılırsa da iyidir. Merhum Allame Meclisi, bazı Ehl-i Beyt İmamlarının (a.s) bu ayda, kırk, hatta daha fazla hatim yaptıklarını rivayet etmişlerdir. Eğer insan yaptığı hatimleri on dört Masum’un (a.s) mukaddes ruhlarına (her masum’a bir hatim olmak üzere) hediye ederse, daha fazla sevap alır. Bazı rivayetlerden bu hatimleri onlara hediye eden kimsenin kıyamet gününde onlarla birlikte olacağı anlaşılıyor.

Yine bu ayda çok dua etmek, namaz kılmak, Allah’tan mağfiret dilemek ve bol bol "La ilahe illallah" zikrini söylemek sünnettir. İmam Zeyn-ül Abidin’in (a.s) Ramazan ayı girdiğinde dua, zikir, istiğfar ve tekbirden başka bir şey konuşmadığı, rivayet edilmiştir. Evet, bu ayda hadisler yoluyla nakledilen ibadetler ve müstehap amellere çok önem vermeliyiz.

 

Bismillahirrahmanirrahim

İnsanın kendisini eğitmesinde ilk adım: İhlas 

Kendimizi eğitmede çok dikkat etmemiz gereken konulardan birisi, hatta herşeyden öncelikli olanı “ihlastır”. İhlas, bir işi halis yerine getirmeye, o işe birşey karıştırmadan yapmamıza denir. Bazıları ibadet etmezler, bazıları ibadet ederler ama ibadetleri karışmıştır, halis değildir.

İbadetin halis olması / amelin halis olması, amelin Allah için olması demektir. Malesef insanlar arasında çok yaygındır, yaptıkları iyilikleri başkalarına anlatırlar. Bazıları yaptıkları iyilikleri dile getirmemeleri gerektiğinin farkında değiller. Elbette bazı yerler istisna edilmiştir. Bazı işleri alenen yapmak gerekir; hadislerde bazen “gizli sadakanın şu kadar sevabı var” deniyor , bazen ise “sadakanın alenen verilmesinin sevabı” beyan ediliyor. Veya toplumsal ibadet herkesin gözünün önünde yapılması gerekiyor, yapılmalıdır; bunlar ilahi şiarlarıdır. Ama bazı ibadetler veya ibadetlerin çoğu; Allah ile kul arasındadır; zikr, dua, sünnetler/nafileler, gece namazı, ihsan, iyilikler..vs ibadetler kul ile Allah arasında kalmalıdır. İnsan, hayır bir işi başkaları görsün diye yapmamalıdır; hayır bir ameli başkalarının dikkatini çekmek için yapmak, o işi yapmamaktan daha kötüdür. Çünkü bir insan bir işi yapmamışsa, yapmamıştır. Ama başkalarının dikkatini çekmek için yapmışsa yine o işi yapmamış gibidir, ama bunun diğerinden daha kötü olmasının hikmeti şudur; şirk karışmış bir ameli yerine getirmiştir, şirk karışmış bir amel haramdır, insanı (Allah’tan) uzaklaştırır. Bundan dolayı hepimiz nerede olursak olalım, hangi makamda olursak olalım, bütün çabamız halis amel işlemek olmalıdır.

Eğer amel Allah için yapılırsa, niyyet Allah için halis olursa, genellikle amellerde öne çıkan olumsuzluk ve zorluklarla karşılaşılmayacaktır. Bizler amellerdeki gerçek faydayı/maslahatı, onun bunun hoşuna gitsin diye yaparak başkalarının övmesine feda ediyoruz. İnsan sadece Allah rızası için iş yapmak isterse yanlızca teklifinin/ görevinin ne olduğuna bakar. Birilerinin hoşuna gidip gitmediğine bakmaz, insanların yanında değer kazanıp kazanmadığına bakmaz.

Bugün İslam Cumhuriyetinde bütün alanlarda Allah için iş yapma ortamı var; bu ülkede yapmak istediğiniz her işi Allah için yapabilir, ondan sevap ve manevi faydalar alabilir, Allah’ın huzuruna yüzü ak çıkabilirsiniz.

İhlasın hakikakti

Resulullah’dan (s.a.a) şöyle nakledilir: “Herşeyin bir hakikati vardır. Bir kul, ancak Allah için olan amellerin birini yaptığından dolayı övülmeyi sevmediği zaman ihlasın hakikatine ulaşır.” Bu çok zordur, bu diğer mertebelerin hepsinden daha üstün bir makamdır. Örneğin bir kimse, bir ameli başkalarının hoşuna gitsin diye değil, Allah rızası için yapıyor; Allah rızası için manaz kılıyor, Kur’an hatm ediyor, hayır bir iş yapıyor, ihsanda bulunuyor, sadaka veriyor, başkasına yardım ediyor bununla birlikte halkın kendisi hakkında “ ne kadar iyi insandır” demesini de seviyor. Bu insan, halk için o amelleri yapmamış, sadece Allah için yapmış ve bitmiştir ama halkın kendisini övmesinden hoşlanıyor, bu ihlasın yüksek mertebesi değildir. İhlasın yüce mertebesi, halkın bu övmesini de sevmemesidir. Daha doğrusu halka teveccüh etmemesidir; insanlar ister bilsinler, ister bilmesinler, ister hoşlansınlar, ister hoşlanmasınlar. Yanlızca Allah’ın kendisinden ne istediğine bakmalı ve onu yerine getirmelidir.

Ben bu sıfatı ve özelliği İmam’da (r.a) defalarca muşahade ettim ve birçok yerlerde kendim gördüm, başkalarının hoşlanıp hoşlanmadığına bakmazdı. Vazifesini yerine getirirdi. İnsanın üstlendiği yük ağır olunca, büyük bir iş yaptığı zaman, tehlikeli bir işe giriştiği zaman ihlasa daha fazla ihtiyaç duyar.

Muhleslerin üç özelliği

Eğer bizler ihlaslı olursak, muhlis kullardan oluruz. Muhlis, Allah için amel ve niyyette ihlasa sahip olmaktır. Muhlis kuldan daha yüce “muhles” kullardır. Seyyid Bahrul Ulum (r.a ) kendisine ait olan seyr-u suluk kitabında “muhlis” ile “muhlesin” farkı olduğunu buyuruyor. Muhlis, ameli Allah rızası için yapan ve başkalarına teveccüh etmeyendir. Muhles ise, bütün varlığını halis- muhlis bir şekilde Allah’a adayandır; onun bütün varlığı Allah içindir. Bu makam gerçekten bizim ulaşamayacağımız çok yüce bir makamdır.

Daha sonra buyuruyor; Allah muhleslere üç vaadda bulunmuştur, onlar üç büyük özellik sahibidirler; birincisi,”derken onu yalanladılar. Kuşkusuz onlar tutuklanıp getirilecekler. Allah’ın ihlaslı kulları mustesna. “ (Saffat /127-128 ) ayetinin beyan ettiği gibi hesaptan muaf tutulacaklar. Yani kıyamet günü bütün insanlar hazır edilecekler ve hesaba çekilecekler, ihlaslı kullar (muhles kullar) hariç, onlar muaf tutulacaklar çünkü onların amellerinin her zerresi, aldıkları nefes, bütün hareketleri Allah içindir, bundan dolayı mahşer günü hazır kılınıp hesap vermekten muaf tutulacaklar.

İkinci özellik; ,”yaptığınız ne ise onunla cezalandırılacaksınız. Allah’ın ihlasa erdirilmiş kulları bundan mustesna.” ( Saffat /38- 39 ) Ayet-i kerimenin vurguladığı gibi onlara uygun bir mükafat yoktur. Yani bütün kullar yaptıkları amellerine göre mükafat alacaklar, muhlesler hariç; onların amellerinin karşılığı olacak uygun/layık bir mükafat yoktur, amelleri ne olursa olsun karşılığı sonsuzdur çünkü onların varlığı Allah’a aittir. Allah için ilahi hedef doğrultusunda baştan ayağa halisane amel etmişlerdir. Bir rivayette buyuruyor: “Muhlis ve muhles kuluma bütün dünyayı da versem onun hakkı verilmiş sayılmaz.” Öyleyse onun amelinin karşılığı verilen mükafat değildir. Onun kıldığı bir namaz diğer iyi kulların binlerce namazından daha üstündür.

Üçüncü özellik, bunların hepsinden daha üstündür; “Allah, onların nitelemelerinden münezzehtir. Allah’ın ihlaslı kulları mustesna.” (Saffat / 160). Allah-u teala kullarının nitelemelerinden münezzehtir, ancak ihlaslı kullarının nitelemeleri mustesnadır; yani onlar Allah’ı nitelemenin hakkını eda edebilirler. Diğer kullar bunu yerine getirmekten çok uzaktırlar; Allah hakkında ne derlerse desinler hakkıyla söylemiş olamazlar. Muhlis ve muhles kullardan hariç “seni hakkıyla tanıyamadık” sözünü kimse hakkıyla söyleyemez. Sadece ihlaslı kullar O’nu hakkıyla nitelendirebilirler. Bundan dolayı insan, masum imamlardan nakledilen me’sur duaları okuyup onlarla menus olursa, Allah ile gerçek bir münacat edeceği ve O’na layık olacak bir şekilde O’nunla konuşabileceği ümit edilir.

Esedullah Beyat Zencani, oruç hakkında yayınladığı en son fetvasında tartışmalara neden oldu. Beyat Zencani'nin fetvasının yayınlanmasının ardından Kum ilmi havzalarında ve İran medyasında eleştirilere neden oldu. Beyat Zencani, Türkiye medyasında da tartışılan fetvasında şöyle demekte: "Oruç tutup fakat susuzluğa dayanamayanlar, susuzluklarını giderecek kadar su içebilirler. Böyle bir durumda oruç bozulmaz ve kaza yapmaya da gerek yoktur."

 Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA- Beyat Zencani, fetvasında susuzluğu giderecek miktarın sınırının ne kadar olduğunu açıklamadı.

Bu konuda şu sorular akla gelebilir: Acaba bir bardak su yeterli midir, yoksa birkaç bardak su içilebilir mi? Acaba oruçlu gün içinde bu hakka bir kez mi yoksa birkaç kere mi sahiptir? Su içen eğer dayanamayıp çok su içerse bu durumda orucunun hükmü ne olur?

Beyat Zencani, birkaç yıl önce taklit merci olduğunu iddia etmiş ve bir ilmihal ve resmi bir internet sitesi ile fetva vermeye başlamıştı.

Taklit mercilerini resmi olarak açıklayan kurum olarak bilinen Camiul Müderrisin Beyat Zencani'nin ismini açıklamamış ve onaylamamıştır. Camiul Müderrisin tarafından taklit mercilikleri onaylanan müçtehitler şu isimlerden oluşmaktadır:

Ayetullah uzma Seyyid Ali Hamaney, Ayetullah uzma Vahit Horasani, Ayetullah uzma Şubeyri Zencani, Ayetullah uzma Mekarim Şirazi, Ayetullah uzma Safi Gulpeygani ve Ayetullah Seyyid Ali Sistani.

 http://www.jameehmodarresin.org/

Görüldüğü gibi Beyat Zencani, bu isimlerin arasında bulunmamaktadır. Kum İlmi Havzalarında da kendisi bu üne sahip değildir.

 Beyat Zencani ayrıca İran'da 2009 yılında yapılan seçimlerde kargaşalar yaşanmasına ve ülkede bir iç savaş çıkartmak için çaba sarf eden iç ve dış komplolar sırasında fitnenin başı olarak anılan Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi'ye açık destek vermiş ve bu konuda bir çok bildiri yayınlamıştı.

Beyat Zencani'nin verdiği bu fetva şimdiye kadar hiçbir Şia alimi tarafından verilmemiş ve tarihte böyle bir fetvanın bir örneği bulunmamaktadır.

Susuzluğa Dayanamayan Oruçlunun Hükmü

Oruçlu birisinin ancak şiddetli meşakkat ve hastalık durumunda orucunu açabileceği ve sonradan kazasının tutulması konusu Şia ve Ehli sünnet fakihleri arasında ittifak edilmiş ve icma edilen bir konudur. Şimdi Şia ve Ehli sünnetin bu konudaki görüşlerini kısaca sunuyoruz:

Konu hakkında Şia taklit mercilerin fetvaları şu yönde:

Ayetullah uzma Seyyid Ali Hamaney: İnsan, zaaf ve susuzluktan dolayı orucunu yiyemez, ancak eğer zaaf ve susuzluğu normal şartlar altında dayanılmayacak bir durumdaysa, bu durumda her ne zaman herc-ü (merce) düşerse iftar edebilir, ancak gerçek anlamda herc-ü (merce) düşmezse orucunu batıl edemez.

Ayetullah uzma Mekarim Şirazi: Eğer oruçlu kişi, tahammül edilemeyecek kadar susuz olur veya hasta ve telef olmaktan korkarsa zaruret miktarınca su içebilir, ancak bu şahısın orucu batıl olur ve eğer Ramazan ayında olursa günün geri kalanını imsak (bir şey yemeden içmeden oruçlular gibi) geçirmelidir.

Ayetullah Seyyid Ali Sistani: Her ne kadar şiddetli olsa da zaaf tek başına orucu bozmak için yeterli bir sebep değildir, meğer meşakkatte (şiddetli güçlüğe) sebep olursa, bu durumda zaruret miktarınca bir şey yiyip içmek caizdir, ancak sonradan bu günün kazasını tutmalıdır.

Beyat Zencani'nin fetvasını dayandırdığı rivayete gelince bu rivayet susuzluktan dolayı helak olmaktan korkanlar için geçerlidir. Zaten hadiste bu açıkça beyan edilmiş ve susuzluktan dolayı ölmekten korkanların susuzluklarını giderebilecek kadar su içebilecekleri beyan edilmiştir. İslam alimleri hastalık ve şiddetli meşakkat durumunda orucun bozulabileceğini bu gibi hadislere dayandırarak vermektedirler.  Beyat Zencani'nin buradaki hatası, orucun bozulmadığını iddia etmesidir. Halbuki konu hakkındaki ayet ve hadisler tevatür haddinde olup konu hakkında icma edilmiştir. Dolayısıyla Beyat Zencani'nin fetvası şaz ve itibar edilebilecek bir görüş değildir. Görüşü ancak kendisini ve eğer kendisine bağlı olanlar varsa onları bağlar. Konunun Şia ve Ehlibeyt mektebiyle hiçbir ilgisi bulunmamaktadır.

Sünni dünyasının bir numaralı ismi olarak bilinen Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı Doktor Yusuf el Kardavi'nin son yıllarda yayınladığı fetvalarla bu fetvayı kıyasladığımız zaman Beyat Zencani'nin fetvası devede kulak kalır. Suriye'de sivil halkın bile öldürülebileceğinin fetvasını veren Kardavi açıkça İslam ve Müslümanların bir numaralı düşmanı olan NATO'yu Suriye'de göreve çağırmış, Irak Başbakanı Nuri el Maliki'ye sırf Şia mezhebinden olduğu için ölüm fetvası vermişti. Cübbeli Ahmet diye bilinen cehl-i mürekkep bataklığına düşmüş mutaassıbın verdiği İslam karşıtı fetvalar, Amerikancı İslam'ın bir numaralı uygulayıcısı olan Fethullah Gülen isimli sözde İslam aliminin verdiği gülünç fetvalar, Suudi Arabistan, Mısır, Kuveyt vb. gibi ülkelerin kukla alimlerin verdikleri fetvaları ise saymaya bile gerek duymuyoruz…

Beyat Zencani, hata yapan ilk kişi olmadığı gibi sonda olmayacaktır. Her gün dünyanın her yerinde bir çok İslam alimi yanlış fetva vermektedir. Bizlere düşen a'lem müçtehidi belirleyerek (Ayetullah Seyyid Ali Hamaney başta olmak üzere yukarıda adlarını yazdığımız müçtehitlerden biri olabilir) zamanın İmamı ve Resulullah'ın (s.a.a) son halifesi olan İmam Mehdi (a.f) gelene kadar bu şekilde amel etmektir. Bu tür asılsız ve şaz fetvalardan kaçınmak ve uzak durmak bizim bu dönemdeki en önemli görevimizdir.