
کارگر
Mısırdaki Gelişmelerden Alınacak Dersler
Bismillah
Mısır’daki gelişmeler bir çok açıdan üzerinde ayrıntılı olarak durulup analiz edilmeğe değecek kadar önemlidir. Mısır’ın jeopolitik konumu, Arap dünyasındaki etkin rolü ve bunlara paralel olarak İhvan’ul Müslimiyn veya Müslüman Kardeşler hareketinin ortaya çıkış yeri ve merkezi olması bakımından Arap olmayan İslam ülkeleri ve İslami hareketler için de önemlidir.
Bilindiği üzere Müslüman Kardeşler hareketi 1928 yılında Merhum Hasan El- Benna tarafından İslami değerlere dayalı bir toplum/devlet oluşturma amacıyla tesis edilmiştir. Özelde Mısır’da genelde İslam dünyasında İslamcılık iddiasıyla ortaya çıkan ve bazen iktidarı ele geçiren parti ve hareketlerin ilan edilen ilkelere bağlı kalmamaları, ilkelere bağlılıkta gösterdikleri zaaflar ve bazen mühim ehemm fıkıh kuralına sarılarak ve bir takım maslahatlar ileri sürerek bu ilkeleri ikinci plana atmaları bu hareketlerin çeşitli açılardan incelenmesi gereken afetlerindendir. Öyle afetler ki çoğu defa İslami hükümetin meşruiyet kaynağı, İslami hükümette makbuliyet alanı ve sınırları, halkın rolü ve seçimler, İslami mücadelenin kuralları vb ilkeler konusunda İslami kaynakları değil de liberal demokrasiyi referans almaya kadar sürüklenirler.
Hangi maslahat üzereyse Müslüman Kardeşler ve başka adlar ve partiler adıyla ortaya çıksalar da aynı görüşte olan Sünni- İslami hareketlerin hemen hepsi ister iktidara ulaşmak yolunda ister iktidara ulaştıklarında bu önemli ilkeleri unutur veya gündemlerinden çıkarırlar. İslam’da hükümetin kaynağı, meşruiyeti, yöneticinin makbuliyet vb temel ilkeler konularında bilgi edinmek isteyenler rasthaber yazarlarından Sabahattin Türkyılmaz hocanın “Velayet-i Fakih” konulu yazılarına başvurabilirler.
Müslüman Kardeşler hareketinin ilk kuruluş yıllarından itibaren ilan edilen temel ilkeleri arasında anti emperyalizm ve anti siyonizm ilkesi her dönemde vurgulanmıştır. Biz bu değerlendirmede daha çok iktidara geçen İslamcıların bu ilkeden niçin uzaklaştıkları üzerinde durmak istiyoruz. Bu sapmaları değerlendirirken İran İslam İnklabının siyasal literatüre kazandırdığı kriterleri ve ihya ettği temel ölçüleri görmezden gelmek mümkün değildir. Bunun için önce İslam İnkılabıyla başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi arasındaki mücedeleye kısaca değinelim:
İslam İnkılabının 1979 yılında İran’da Merhum İmam Humeyni’nin liderliğinde zafere ulaşmasıyla birlikte İslami hareketler literatürüne yeni terimler eklendi. İstikbar, müstekbir, mustaz’af, büyük şeytan bunlardan bazılarıdır. Komünizmin en büyük düşman olarak, ABD ve kapitalist Batı ülkelerinin dost ve müttefik olarak tanıtıldığı o dönemde İmam(ra) genel görüşün aksine ABD’yi büyük şeytan olarak tanıtıyor ve dünya üzerindeki zulüm ve baskıların sebebi olarak ilk derecede başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmini sorumlu gösteriyordu.
O zamana kadar dindarlar nezdinde dinin koruyucusu ve bazı cemaat liderleri tarafından “ehven-i şerr”(kötülerin iyisi, şirini) olarak tanıtılan ABD ve Batılı müttefikleri İmam’ın bu duruşu karşısında boş durmadılar elbet. Siyasal, ekonomik ve kültürel olarak İslam inkılabından büyük bir darbe yiyen Batı, müslüman kitlelerin Batı emperyalizmine karşı uyanışını engellemek için sayısız hile ve komplolar düzenlemeye başladı. İslam inkılabının yayılmasını önlemek amacıyla önce İran’a komşu Pakistan ve Türkiye gibi iki önemli İslam ülkesinde askeri darbeler düzenledi, Suudi Arabistan ve Mısır gibi iki önemli Arap ülkesindeki diktatörleri acilen takviye etmeye başladı, Irak’ta işbaşındaki Saddam Hüseyin rejimini İran’a saldırıya geçmeye teşvik etti ve sekiz yıl boyunca her açıdan destekledi. Afganistan’daki Sovyet işgalini bahane eden ABD bir yandan Sovyetler Birliği’ne karşı müslümanların hamisi rolünde Suudilerin petro dolarlarını ve Pakistan istihbaratını seferber ederek İslam İnkılabına karşı alternatif bir İslam modeli (Talibanizm) oluşturmaya çalışırken öte yandan Afganlı mücahitlerle İslami İran’ın yakınlaşması ve işbirliğini önlemek için mezhepçilik fitnesini hortlattı.
İlk yıllarda Selefi-Vahabi kartını anti emperyalist ve anti siyonist İslam İnkılabına karşı alternatif model olarak kullanan ABD, Avrupalı ve İslam ülkelerindeki müttefiklerinin yardımıyla sadece İslam ülkeleri değil ABD ve Avrupadaki müslüman grupları bile parasal yardım ve idari teşviklerle İslam İnkılabına karşı örgütlemeye başladılar. Hatırlatmak gerekir ki Vahabi-Selefilik o zamana kadar Sünni müslümanlar arasında marjinal ve Batı işbirlikçisi bir akım olarak algılanmaktaydı ve ABD’nin bunca çabalarına ve geniş çaplı faaliyetlerine rağmen Türkiye gibi bazı ülkelerde çok az kabul görebilmişti. Selefilik akımı 11 Eylül 2001 tarihinde Amerikan ikiz kulelerine yönelik saldırılar ardından ABD’nin hedefi haline geldi ve ABD ve müttefikleri Afganistan çıkarmasıyla, kendi elleriyle yetiştirip büyüttükleri Taliban ve El-Kaide’ye karşı savaş açmak zorunda kaldılar. Vahabiliğin merkezi ve petro-dolar zengini Suudi rejimini İslam dünyasına alternatif model gösterme komplosu böylece yenilgiyle sonuçlanmıştı. Bu durumda eski planları(mezhepçilik fitnesi ve...) sürdürmekle birlikte yeni alternatif modeller oluşturulmalıydı.
İslam İnkılabıyla müstekbirliğin baş temsilcisi ABD arasındaki mücadele artık yavaş yavaş uygarlık mücadelesine, yani çok yönlü bir savaşa dönüşüyordu. Darbeler ve mezhepçilik fitnesiyle İslam İnkılabının mesajının yayılmasını önlemeyi başaramayan ABD, bir yandan çeşitli bahanelerle (insan hakları, nükleer teknoloji ve...) İslam Cumhuriyetine karşı askeri, ekonomik ve teknolojik ambargolarını durmadan artırırken öte yandan yine İslam dünyasının içinden yeni alternatif modeller çıkarmaya koyuldu. Bu yeni planda artık İslam ülkelerine laiklik dayatmasında ısrar edilmiyecekti. Batılı değerler çerçevesinde oluşturulacak hükümetler aracılığıyla laiklikte ısrar eden kadrolar tasfiye edilerek müslüman kitlelerin bazı beklentilerine olumlu yaklaşılacaktı. “Ilımlı İslamcılık” adındaki bu yeni projede laiklikte ısrar etmeyen demokratik rejimlerin iş başına gelmelerine yardım edilecek ve bu yolla dindar ve anti emperyalist kitleler kontrol altında tutulacaklardı. Hedef Batı’lı değerleri tehdit eden, insanlara mücadele yol ve yöntemi gösteren ve müslümanları vahdete davet ederek asıl düşmanı tanıtan İslami İran’ın etkisini ortadan kaldırmak için yeni modeller ortaya sürmekti.
Başta ülkemiz olmak üzere Mısır gibi önemli İslam ülkelerinde son on yıl içerisinde ortaya çıkan gelişmeleri bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Bu ülkelerde iktidara gelen hükümetlerin illa da ABD tarafından iş başına getirildiği iddiasında değiliz. Ancak bu hükümetlerin iş başına geldikten sonra ABD’nin projeleri doğrultusunda hareket ettikleri, dahili ve bölgesel siyasetlerinde ABD ile koordinasyon içinde oldukları ve müslüman kitlelerin anti emperyalist ve anti siyonist duygu ve duruşunu reel politik adına emperyalizmle stratejik ortaklığa ve siyonizmle uzlaşmaya çevirdiklerini görünce ABD projesinin başarıyla uygulandığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Bu hükümetlere yönelik bu ve benzeri eleştiriler cevapsız kalmıyor elbet: Reel politik/gerçekçi politika, maslahatı gözetmek, yerleşene kadar/köprüden geçene kadar ayıya dayı demek, uygun zamana kadar asıl niyeti gizlemek/takiyye, kökten dinci damgası yememek için dikkatli olmak gerekir ve...
Bu bahanelere karşı sormak gerekir:
Batı sizi “Ilımlı İslam” modeli olarak bölge halklarına takdim etmektedir. Bunu kabul ediyor musunuz?
Hemen diyecekler ki, bizim İslami ilkelere dayalı bir hükümet/devlet kurmak diye bir gündemimiz ve böyle bir iddiamız yoktur. Bu durumda niçin her fırsatta bölgenin müslüman halklarına model ve referans olduğunuzu dile getirip duruyorsunuz? İlımlı İslamcı olarak tanıtılan kimliğiniz adına değil de hangi ideoloji namına, Batı uygarlığı adına mı? Hayır, diyorsanız, bu durumda bölge ülkelerine hangi uygarlık ve ideoloji adına model olabilirsiniz? Din kaygınız yoksa iktidarınızı sürdürmek için dindar insanların özlem ve duygularını niçin istismar ediyorsunuz? Niçin gerçek mahiyet ve niyetinizi ortaya koymuyor ve Mevlana’nın “ Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi ol” sözünü tekrarlayıp durmanıza rağmen kendiniz buna uymuyor sunuz?
Şeytanın taktikleriyle şeytanla mücadele ettiğinizi mi sanıyorsunuz?
İktidara ulaşmak ve iktidarda kalmak için her yolu denemek caiz midir?
Tağuutu inkar etmeden Allaha iman ve sağlam kulptan tutunmak mümkün olmayacağı gibi müstekbirleri, kendilerini uluslararası camia tanıtıp üstünlük taslıyanları, sulta sistemini, emperyalizmi ve uluslararası siyonizm ağını karşınıza almadan İslam nizamı kurmak da mümkün değildir.
Müslüman Kardeşler Hareketinin Mısır’da ve AK Parti hükümetinin ülkemizde izlediği yol maalesef tezad ve çelişkilerle doludur. İki yıl önce Kahire’nin Tahrir meydanını dolduran milyonların önemli taleplerinden biri Siyonist Rejim’le ilişkilerin kesilmesi, Camp David anlaşmasının lağvedilmesi ve Filistin davasının desteklenmesiydi. Hatta Siyonist Rejimin Kahire’deki elçiliğini basarak bunda ne kadar ısrarlı olduklarını gözler önüne serdiler. Ama Mursi’nin Müslüman Kardeşler hükümeti iktidara geçtikten sonra reel politik namına siyonist rejimle yapılan bütün anlaşmalara bağlı kalacağını açıkladığı gibi Filistin davası hususunda bırakın radikal bir karar almayı Gazze’nin Refah kapısını daimi olarak açık tutma cesaretini bile gösteremedi. İsrail’e karşı reel siyaset uygulayarak tek bir kelime deme cesareti gösteremeyen Mursi ne hikmetse iktidara geçtiğinden beri katıldığı her dahili ve uluslararası toplantıda Direniş Cephesinin önemli üyelerinden Suriye hükümetinin devrilmesi talepleriyle kükreyip durdu.
Bu yöntem sadece Mursi hükümetiyle sınırlı değildir elbet, dindar ve anti siyonist müslüman kitlelerin oyunu almak için siyonist rejime sözlü saldırılarda bulunduğu halde iktidara geçtiğinde bu rejimle her türlü işbirliğini genişleten rejimlerin hepsinin izlediği uzlaşmacı ve aldatıcı bir yöntemdir.
Bu çelişkili tavırlar dindar ve anti emperyalist müslümanların gözünden kaçmamaktadır. Bu tavırlara karşı Mısır’da halk kitleleri bir yıl gibi kısa bir süre sonra tepki verdi ve sözünde durmayan hükümetlere tahammül edemiyeceklerini ortaya koydular. Görünürde ekonomik adaletsizliğe karşı cumhurbaşkanını istifaya çağıran ve yeni seçimlerin yapılmasını isteyen kitleler gerçekte verilen tüm vaat ve sözlerin tutulmamasına karşı kızgınlık ve tepkilerini ortaya koydular.
Müslüman halklar artık kendilerine tahakküm eden rejimlerin çeşitli konulardaki tavır ve duruşlarını, kendi ülkeleri ve komşu ülkelere karşı emperyalist güçlerle işbirliği yapıp yapmadıklarını, bölgenin kanser tümörü İsrail’le ilişkilerini yakından izlemektedirler. Hangi söylem ve iddiayla işbaşına gelirlerse gelsinler hükümetler bundan sonra halkın bu konulardaki duyarlılıklarını nazara almak zorunda hissedecekler kendilerini.
Y. ZİYA T.YILMAZ
İRİB Kanallarının yayını durduruldu
Bazı batılı uydu şirketleri, İran İslam Cumhuriyeti Radyo-Televizyon kanalları yayınına verdikleri servisleri sonlandırdılar.
Press tv'nin bildirdiğine göre İran'a yönelik uygulanan yaptırımları bahane eden bazı batılı uydu şirketleri 1 Temmuz tarihinden itibaren İRİB yayınlarını durdurdular.
Bu haber uyarınca Hotbird B-13, Eutelsat C-25, Eutelsat B21, Eutelsat 8 Wi, İntelsat 20, Galaksi 19 ve Optus d-2 uyduları İran'ın İngilizce yayın yapan Presstv televizyonunun yayınını kestiler.
İRİB'in İspanyolca televizyon yayını da Eutelsat 8, Eutalsat 7 ve intellsat 21 uydularından kesildi.
Arapça yayın yapan el-Alem kanalının yayını da Eutelsat 8 uydusundan durduruldu.
Arapça ve İngilizce dillerinde sinema filmleri yayınlayan İFİLM kanalının yayını ise Horbird B-13, Eutelsat C-25, Eutelsat B-21, Eutelsat 7, İntellsat 20, Optus D-2 uydularından kaldırıldı ve keza bu uydulardaki El-Kevser Arapça televizyonunun yayınına da son verildi.
Uluslararası Telekomünikasyon Uydu Örgütü genel müdürü Amerika ve dev uydu firması İntelsat'tan, İran uydu kanalları ile ilgili aldıkları kararı askıya almalarını istemişti.
İntelsat uydu firması 19 Haziran tarihinde aldığı kararı açıklarken, aralarında PRESSTV'nin de bulunduğu İran uydu kanallarının yayınını durduracağını bildirmişti.
İran ve Türkiye turizm alanında işbirliğini geliştiriyor
Türkiye turizm ve kültür bakanlığının Avrupa ve dış ilişkiler sorumlusu Belir Timuçin Seyyar, İran ve Türkiye arasında turizm alanında iyi ilişkilerinin olduğunu söyledi.
İran devlet televizyonun haberine göre, Türkiyeli yetkili, D8 üyesi ülkelerinin turizm konferansında yaptığı açıklamada, dünyadaki iktisadi sorunların turizm alanında da olumsuzluklara neden olduğunu ama kalkınmakta olan ülkelerin aralarında turizmi geliştirmek için ortak yatırımlara ihtiyaç duyduğunu söyledi.
Halkın ve özel sektörün turizm alanında rolünün arttırılması gerektiğini bildiren Seyyar, bunun için D8 üyesi ülkelerin potansiyellerinden en iyi şekilde istifa etmek için karşılıklı işbirliği yapmalarının zaruri olduğunu bildirdi.
İranlı turistlerin Türkiye'ye girmeleri için vizeye ihtiyaç olmadığını hatırlatan Türkiye turizm ve kültür bakanlığının Avrupa ve dış ilişkiler sorumlusu Belir Timuçin Seyyar, İranlıların istedikleri zaman Türkiye'nin istediği her yerine gidebileceklerini söyledi.
İran ve Türkiye arasında turizm alanında iyi bir işbirliğinin olduğunu zira 1 yılda Türkiye'ye gelen İranlı turist sayısının 1.5 milyon civarında olduğunu belirten Türkiyeli yetkili, Türkiyeli turistlerin de İran'ın turistik alanlarını görmeleri için İran'ın bu konuda çaba göstermesini istedi.
UAEK siber saldırılara karşı kararlı tutum sergilemeli
İran İslam Cumhuriyeti'nin Uluslar arası Atom Enerjisi Kurumu'ndaki daimi temsilcisi Ali Asger Sultaniye, bu kurumun nükleer tesislere yönelik siber saldırılara karşı mücadele etmesi ve kararlı tutum ortaya koyması gerektiğini bildirdi.
Sultaniye, Viyana'da düzenlenen Nükleer Güvenlik Konferansı'nda yaptığı konuşmada, nükleer tesislere yönelik siber saldırının nükleer güvenlik aleyhinde çok ciddi bir tehdit olduğunu belirterek, sözkonusu nükleer tesislerin korunmasının UAEK'nun en önemli görevlerinden olduğunu kaydetti.y
Uluslar arası toplumun ebediyen nükleer silahların imha edileceği zamana bekleyemeyeceğinin altını çizen Sultaniye, dünyanın nükleer güvenliğinin en iyi şekilde sağlanmasının yolunun nükleer silahların imhasından geçtiğini söyledi.
Sultaniye, Viyana Konferansı'nı nükleer güvenlik ve ülkeler arasında karşılık görüş alış verişinde bulunmak açısından önemli olarak nitelerken İran'ın nükleer enerji faaliyetlerinin tamamen uluslar arası nükleer güvenlik standartlarında sürdüğünü söyledi.
Ramazan konuşmaları
Hz.Peygamber Efendimiz Muhammed Mustafa(sav) Ramazan ayı yaklaşırken Müslümanlara hatırlatma ve tavsiyelerde bulunduğu hutbesi…
“Ey İnsanlar! Şüphesiz Allah’ın ayı bereket, rahmet ve mağfiret ile size doğru gelmekte, o öyle bir ay ki Allah katında en üstün aydır. Bu ayın günleri günlerin, geceleri gecelerin ve saatleri de saatlerin en faziletlisidir. Allah bu ayda sizi kendi ziyafetine davet ederek, sizlere değer vermiştir. Nefesleriniz zikir, uykularınız ibadet, amelleriniz makbul ve dualarınız kabul edilmiştir. Öyleyse doğru niyet ve temiz bir kalple Allah’a dua edin ki; sizi bu ayın orucunu tutmaya ve onda Kur’an okumaya muvaffak etsin. Şüphesiz halkın en kötüsü bu ayda bağışlanmayanlardır. Bu oruç ayında açlık ve susuzlukla kıyamet gününün açlık ve susuzluğunu hatırlayın. Fakir ve miskinlere yardım edin, büyüklere saygılı, küçüklere sevgili olun, akrabalarınızla ilişkinizi koruyun, dilinizi gözünüzü ve kulaklarınızı haramdan sakındırın. Eğer yetimlerinize şefkatli davranılmasını istiyorsanız, sizde başkasının yetimine iyi davranın. Günahlarınızdan pişman olup tövbe edin, namaz vakitlerinde dua etmeyi unutmayın çünkü o zamanlar en faziletli vakittir. Allah kullarına rahmet gözüyle bakar, dua edip onu çağırdıklarında icabet eder.
Ey İnsanlar! Canlarınız, amelleriniz elinde rehindir, onları istiğfar ederek kurtarın, omuzlarınız günahlarınızla ağırlaşmıştır, uzun secdeler ederek onları hafifletin.
Ey insanlar! Kim bu ayda mümin bir oruçluya iftar verirse sanki Allah katında bir köle özgür bırakmıştır ve Allah onun geçmiş günahlarını da bağışlayacaktır. Ashaptan birisi: “Ey Allah’ın Resulû! Hepimizin buna gücü yoktur.” deyince, Resulullah şöyle buyurdu: “Cehennemden kendinizi sakındırın, bir hurmayla dahi olsa, bir içim suyla bile olsa cehennem ateşinden korunmaya çalışın.”
Ey İnsanlar! Kim bu ayda elinin altında olanlara kolaylık sağlar ve işlerini hafifletirse Allah da onun hesaplarını kolaylaştırır. Kim bu ayda başkalarına kötülük etmekten kendini korursa Allah da görüşme gününde ona karşı gazabının önünü alır. Kim bu aydabir yetime ikramda bulunursa, Allah kendisine kavuştuğunda ona ikramda bulunur. Bu ayda yakınlarına sılayı rahimde bulunan kimseye Allah merhamet eder. İlişkisini kesen kimseyi de kıyamet gününde kendi rahmetinden mahrum kılar. Bu ayda kim bir müstehap namaz kılarsa Allah onun cehennemden kurtulduğunu yazar, farz namaz kılan birisine ise sanki diğer aylarda yetmiş namaz kılmış gibi sevap verir. Kim bu ayda bana salatu selam gönderirse, terazilerin hafif olduğu zamanda onun amel terazisi ağırlaşır. Bu ayda Kur’an’dan bir ayet okuyan kimse diğer aylarda bir Kur’an hatmetme sevabını alır.
Ey İnsanlar! Cennet kapıları bu ayda yüzünüze açılmıştır. Rabbinizden isteyin ki, yüzünüze kapatmasın. Cehennem kapıları kapalıdır, isteyin ki, yüzünüze açmasın. Şeytanlar ise, zincire vurulmuştur. Rabbinizden dileyin ki, onları size musallat etmesin. Emir’ül Müminin Ali (a.s) buyuruyor: “Ayağa kalktım ve dedim ki: Ey Allah’ın Resulü! Bu ayda en faziletli amel hangisidir?” Cevap olarak buyurdular: “En güzel amel insanın kendisini haramdan korumasıdır.”
Selman-ı Farisi Radiyallâhu Anh anlatıyor:
Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi ve Alihi Vesellem Şaban ayının son gününde bize okuduğu bir hutbede şöyle buyurdu:
“Ey insanlar, büyük ve mübarek bir ay yaklaştı, gölgesi başınıza geldi.
Bu öyle bir aydır ki, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi vardır.
Allah o mübarek ayın gündüzlerinde orucu farz, gecelerinde nafile namazları meşru kıldı.
Bu ayda küçük büyük bir hayır yapan insan başka aylarda bir farz eda etmiş gibi sevap alır.
Bu ayda bir farzı yapmak, başka aylarda yetmiş farz yerine geçer.
Bu ay Allah için açlık ve susuzluğun, taat ve ibadetin meşakkatlerine sabır ve tahammül ayıdır. Sabrın karşılığı da Cennettir.
Bu ay yardımlaşma ayıdır, bu ay mü’minlerin rızkını arttıracak aydır.
Bu ayda her kim oruçlu bir mü’mine iftar edecek bir şey verirse, yaptığı bu iş günahlarının bağışlanmasına ve Cehennemden azat olmasına sebep olur. Oruçlunun sevabından da hiçbir şey eksilmeden onun kadar sevaba kavuşur.
Ashab-ı Kiramdan bazıları, “Ya Resulallah, hepimiz oruçluya iftar edecek bir şey bulup verecek durumda değiliz” dediler.
Bunun üzerine Resul-i Ekrem Efendimiz Sallallâhu Aleyhi Vesellem, “Allah bu sevabı bir tek hurma ile, bir içim su ile, bir yudum süt ile oruçlu mü’mine iftar ettirene de verir” buyurdular ve hutbelerine şöyle devam ettiler:
Bu ayın başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da Cehennemden kurtuluştur.
Bu ayda her kim kölesinin (işçi ve hizmetçisinin) işini hafifletirse Allah onu affeder ve Cehennemden uzak tutar.
Bunun için bu ayda şu söyleyeceğim dört hasletten ikisi ile Rabbinizi razı kılarsınız, diğer ikisinden ise hiçbir vakitte ayrı kalamazsınız.
Rabbinizin rızasına sebep olan hasletlerin birisi, Kelime i Şehadete devam etmeniz, diğeri de Allah’tan mağfiret dilemenizdir.
Vazgeçemeyeceğiniz iki hasletin biri Allah’tan Cenneti istemek, diğeri Cehennemden Allah’a sığınmaktır.
Her kim oruçluya bir yudum su verirse, Allah da ona benim mahşerdeki havuzumdan öyle bir su içirecektir ki, Cennete girinceye kadar bir daha susuzluk çekmeyecektir.” (et-Tergib ve’t-Terhib, 2:94-95)
Yusuf el-Karadavi Kimdir?
Yusuf El Karadavi’nin alim Muhammet Said Ramazan El Buti’nin şehit olması üzerine yaptığı açıklamaları dünyanın dört bir tarafında çok sayıda müslümanda öfke uyandırmıştır.
Katar yarım adasından itibaren kendini Allah’ın yer üstündeki halifesi olarak addeden Kardavi, Allah Cellecelaluhü adına ilk defa bu dünyanın sakinlerine ahkâm, hudut ve tanımlamalar kesmemiştir. Ne Kaddafi ve onunla beraber olanları “Öldürün, günahı boynuma” diyerek ölüm fetvasını ne de Mısırlı aydın Ferec Föda’ya ölüm fetvası çıkardığını unutamayız.
Bölgemizin ülkelerinde ‘Arap baharı’ adı altında olan tahrip ve yıkımların çoğu bazılarının fetvaları sebebiyle gerçekleşmiştir. Özellikle de arap halklara karşı hazırlanan komploda rolu deşifre olan Kardavi. Onun şimdiye kadar İsrailli düşmana karşı cihat etme fetvası çıkarmaması acayip bir çelişkidir. Oysa kendisi, Katar’ın, ABD-İsrail planlarının, NATO’nun ve onun yeni sömürge projesinin hizmetinde koyduğu Dünya Müslüman Alimler Birliği başkanıdır.
Adamın geçmişi hareket ettiği arka planı bize anlatıyor. Nitekim çalıştırıcılarından başka hiç kimseye faydası olmayan bir kanlı ve mezhepçi bir konuşma tarzı arz ederek halkı kışkırtmaktadır.
Öykü, 1954 yılında başladı. Mısır cumhurbaşkanı Cemal Abdulnaser İskenderiye şehirinde Menşiyye meydanında bir suikast girişimine uğramıştı. Suikastin başarısızlığı Müslüman kardeşleri liderlerinin ülkeden kaçmasına neden olmuştu. Onlardan birisi, Suriye, Ürdün ve Suudi Arabistan arasında gidip gelen Dr. İbrahim İzzeddin idi. Daha sonra Arap Emirliği kimliğini alarak Abu Dhabi’de Şeyh Zayed’in yardımcısı olarak oturdu.
Müslüman Kardeşler örgütü üyesi olan mültecilerin çoğunluğu Körfez Şeyhlikleri arasından Katar’ı tercih etti (Emir Hamad daha iktidar olmamıştı) Onlardan birisi, Mısır askeri hapishanede göz altına alındıktan sonra Emniyet sorumlusu Salah Nasr tarafından Mısır İstihbarat örgütü lehine örgütlenen Yusuf El Karadavi vardı.
1. Resim: Kardavi’nin Mısır istihbarat arşivlerinde dosyasındaki fotoğrafı
Katar’da durumlar değişti. Yusuf El Karadavi, biraz saf olan Katar şeyhlerini Salah Nasr istihbarat örgütünden maddi olarak daha faydalı buldu. Bu yüzden Salah Nasr’la ilişkisini kesti. Mısır hükümetinin pasaportunu yenilemediği gerekçesiyle şimdiye kadar taşıdığı Katar kimliğini aldı.
Katar o dönemde ingiliz sömürgesi altındaydı. İngilizler, Süveyş kanalı ve Arap-İsrail kavgası konularında Abdulnaser’le kavga halindeydiler. 33 yaşında olan Kardavi o dönemde Katar’ı ve bir kaç ülkeyi daha işgal eden İngiltere’ye karşı hiç bir konuşma yapmadı. Aksine, her şeyiyle ingiliz olan Katar’a iltica edip, hazinesinden maaş almaya başladı. Almaya da devam ediyor. O zaman, ingilizlerin kışkırtması ve Müslüman kardeşler örgütünün politikasına uygun olarak, siyonist rejimle savaşan Abdulnaser’e karşı kampanyalar düzenlemeye başladı.
Karadavi, körfez’deki ingiliz işgalini hiç eleştirmedi. Katar şeyhliğinde ilişkileri giderek derinleşti. Katar’ı fiili olarak, Ali bin Abdullah Âl Tani tarafından silahlı kuvvetler ve polis genel komutanı tayin edilen ingiliz subay Cochrane yönetiyordu. Katar halkının çoğunluğu ingiliz işgaliyle işbirliği yapmayı reddettiği için ordu ve polisin çoğunluğu Hintli ve Asyalılardan oluşmaktaydı. İngliz kraliyet hava kuvvetlerinde eski bir subay olan Philip Blant ise Katar hükümdarı yardımcısı olarak işe başladı. 1950’de İngiltere Arthur Wilton’u yine ‘hükümdar yardımcısı’ ismi altında Katar’da birinci siyasi sorumlu olarak tayin etti.
2. Resim: Şeyh Ahmet bin Ali Âl Tani ordu ve polis komutanı Ronald Cochrane ile birlikte
Cochrane, Müslüman Kardeşlerin Katar yarımadasındaki faaliyetlerini kontrol ediyordu. Onlarla özel ilişkiler dokumaya başladı. Özellikle de uzaktan din eğitimi alan El Kardavi ile. O zamanda Kardavi’nin Mısır cumhurbaşkanı Abdulnaser’e karşı kışkırtma aktivitelerinden başka bir yaptığı yoktu. Daha sonra Filistinli direnişe karşı bir kampanya başlattı. Bir çok Katarlı işadamının, ‘kendini tehlikeye atma’ olarak tanımladığı Filistinli direnişe maddi destek vermesini engelledi.
3. Resim Şeyh Ahmet bin Ali, Ronald Cochrane ve aralarında Yusuf El Kardavi’nin bulunduğu Müslüman kardeşler örgütü mültecileri ile birlikte
Hükümdar ailesine giderek yakınlaştı. Onlara göre fetva hazırladı. O fetvaların en meşhuru, Şeyh Hamad’ın babasını sırtından vurmasını ve ona karşı bir darbe düzenlemesini mübah sayan fetva. Kuranı Kerim’de açık açık zikredilen ‘Ve lâ takol lehümâ üffen ve le tenherhumâ’ (Onlara (babalara) hiç bir kötü söz söyleme, kötülük yapma) ayete ters olmasına rağmen Kardavi ümmetin çıkarının Hamad’ın yaptığını gerektirdiğini öne sürdü. Sanki Hamad’ın babasına karşı düzenlediği darbe hanımı Moza ve siyonist rejimin isteğiyle değil de katarlı ümmetin isteğiyle oldu. Ki siyonist rejim hemen, Şeyh Kardavi’nin konuğu olduğu ‘Şeriat ve Hayat’ programını yayınlayan El Cezire televizyonu binasının çok yakınında bir elçilikle mükafaatlandırıldı.
Şimdiye kadar açık olan bir soru var: Yusuf El Kardavi’nin ingliz subay Cochrane ve ingliz istihbaratıyla ilişkisi ne kadar gelişti?
İran’ın Rehberi usta bir stratejist olduğunu ispat etti
Amerika’nın Gate Stone Düşünce Kurumu, İran lideri Ayetullah imam Hamanei’nin bir kez daha usta bir stratejist olduğunu ispat ettiğini belirtti.
Amerika’nın Gate Stone Düşünce Kurumu, İranlıların Ortadoğu’nun en iyi stratejistleri olduğunu ve hatta Batılı stratejistlerden de daha iyi olduklarını ve bu yüzden sürekli Batı’yı sıkıştırarak üstünlük sağladıklarını belirtti.
Kurumun uzmanlarından Harold Road, İran lideri Ayetullah imam Hamanei'nin bir kez daha usta bir stratejist olduğunu ispat ettiğini vurguladı.
Road, Batının İran’ın yeni Cumhurbaşkanı Ruhani’ye konumunu pekiştirmesi için daha fazla zaman tanıyacağını, bunun da İran’da Rehber tarafından düzenlenen cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bir sonucu olduğunu, son seçimlerin Ayetullah imam Hamanei’nin yaptığı ustaca bir hareket olduğunu ve bunun İran için bir zafer ve Batı ve korsan İsrail için ise bir hezimet olduğunu kaydetti.
Ayetullah Fatımi Niya ile röportaj:Ehli Sünnet İmam Mehdi'ye İnanıyor mu? / Mehdiyet Hakkındaki Şüphelere Cevaplar
Ahir zamanda bir kurtarıcının geleceğine inanmak, sadece Şia ve Müslümanlara has bir inanç değildir, bilakis tüm dinlerde bu inanç vardır. İnsanların iman ve inanç haydutları, bu sağlam hakikatler hakkında şüpheler icat etmekte ve Mümin gençleri imamlarından ve daha sonra da Hz. İmam'ın naiplerinden ayırmak istemektedirler.
ABNA Haber Ajansı İmam Mehdi'nin (a.f) doğum yıldönümü gününde bu şüphe ve sorulardan bazılarına cevap vermek için konunun uzmanlarından Ayetullah Abdullah Fatımi Niya ile bir röportaj yaptı.
ABNA: Ahir Zaman kurtarıcısına inanmak, tüm dinlerde olan bir inançtır. Ancak Ehli sünnet ve Müslümanların çoğunluğu "Mehdiyet"e inanmakla birlikte içlerinden bir azınlık bazı şüpheler icat etmektedir. Örneğin Mehdiyetle ilgili hadisler Sahihi Buhari'de zikredilmediği için Mehdiyet konusunun geçersiz ve itibar edilemeyeceğini söylemektedirler!
— Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Öncelikle bir çok mesele, bilgi ve marifet Sahihi Buhari'de gelmemiştir, ancak öteki sihah kitaplarda gelmiş ve ehli sünnet uleması onları muteber bilmektedir. İkinci olarak eğer sahihi Buhari'de gelmeyen şeyler itibardan yoksun olmuş olsaydı, Ehli sünnet uleması sahih bildikleri öteki beş kitabı terk etmeleri gerekirdi. Ancak bu hiçbir zaman gerçekleşmedi ve gerçekleşmeyecektir. Onlar her zaman diğer beş sahih kitabı muteber ve saygın bilmektedirler.
Dolayısıyla Mehdi hadislerinin Sahihi Buhari'de gelmemesi, bu inancın zayıf olduğuna delalet etmez. Zira çok sayıdaki bu hadisler Ehli sünnetin sihah ve müsnetlerinde yer almıştır.
ABNA: Gerçekten Buhari'de olmayan bir konunun muteber olmadığı görüşü Ehli sünnet uzmanları arasında alıcısı var mı?
— Buhari, hadisin sahihliğinde bir ölçü olduğu için "Buhari şartıyla" denilmiştir. Sahihi Buhari'de bir hadisin olmamasının iki yönü bulunmaktadır:
Birincisi: Buhari'nin sahih ve muteber bilmeyerek nakletmediği hadis, yani onun şartına uymayan hadistir.
İkincisi: Buhari hadisi sahih bilmiş ve onun şartlarına göre hadis sahihtir, ancak hadisi kitabında getirmemiştir.
Bundan dolayı Ehli sünnet ulemalarının büyüklerinden ve onlar arasında oldukça saygınlığı olan "Hâkim-i Nişaburi" "Müstedrek ale's Sahiheyn" diye büyük bir kitap telif etmiştir. Bu âlim, Buhari ve Müslim'in sahih bilmelerine rağmen kitaplarında getirmedikleri hadisleri, El Müstedrek kitabında getirmiştir.
ABNA: Müstedrek'te yer alan Mehdiyetle ilgili hadislerden örnekler verebilir misiniz?
— Tabi ki, Hâkim, El Müstedrek ale Sahiheyn kitabının 4. Cilt, 464. Sayfasında Hz. Peygamberden şu hadisi nakletmiştir:
"... ثم تطلع الرايات السود من قبل المشرق؛ ... إذا رأيتموه فبايعوه و لو حبواً علی الثلج فانه خليفة الله المهدي."
"…Sonra siyah bayraklar doğu yönünden zahir olacaktır… Onu gördüğünüz vakit, kar ve buz üzerinde sürünerek [1] dahi olsa ona biat ediniz. Kuşkusuz o, Allah'ın halifesi Mehdi'dir."
Hakim, bu hadisi zikrettikten sonra şöyle yazmaktadır: "Bu hadis, Buhari ve Müslim'in şartına göre sahih hadistir."
ABNA: İbn Haldun da – ki elbette kendisi hadis uzmanlığı ve rical ilmi hakkında nazar sahibi değildir - Mehdiyet konusunda şüpheler oluşturmuş ve Mehdi hadislerinin zayıf olduğuna inanmaktadır. Onun şüphesi hakkında ne diyeceksiniz?
— Evet, İbn Haldun "Mukaddime" adlı kitabında istidlal ve delil ortaya koymadan Mehdiyet konusunda şüphe icat etmiştir. O, bu konuda fakat inat yoluyla konuşmuştur. Dolayısıyla bazı Ehli sünnet uleması ona cevap vermiştir.
ABNA: Lütfen Ehli Sünnetin verdiği cevaplardan örnekler verebilir misiniz?
— Dinleyiniz: Mısır El Ezher Üniversitesinin saygın ulemalarından "Şeyh Ali Mansur Nasif"in "Camiu'l Usul min Ahadisi'r Resul (s.a.a)" adlı bir kitabı vardır. Bu kitap Ehli sünnetin altı sahih hadis kitabının mecmuasından oluşmaktadır. Kitabın 5. Cilt, 341. Sayfasında şöyle yazmaktadır:
"و قد روی أحاديث المهدي جماعة من خيار الصحابة و أخرجها أكابر المحدثين كـ«ابي داود» و«الترمذي» و«ابن ماجة» و«الطبراني» و«أبي يعلی» و«البزاز» و«الإمام أحمد» و«الحاكم» رضي الله عنهم اجمعين و لقد اخطأ من ضعف احاديث المهدي كلها كـ«ابن خلدون» و غيره"
Yani: Hiç şüphesiz, Sahabelerin seçkinlerinden bir grup Mehdi hadislerini rivayet etmiş ve "Ebu Davut, Tirmizi, İbn Mace, Tabarani, Ebu Yela, El Bezzaz, İmam Ahmed ve Hakim" gibi büyük muhaddisler onu istihraç etmiş ve çıkarmışlardır. Mehdi hadislerini zayıf sayan İbn Haldun ve diğerlerinin hepsi hata etmişlerdir.
ABNA: Bazı Ehli sünnet mensupları İmam Zaman'ı (İmam Mehdi'yi) aleyhi selam İmam Hasan Mucteba'nın (a.s) neslinden bilmektedirler. Acaba bu şüpheye itina edilebilir mi?
— Hayır, bu tahrif ve bozukluk muhtasar olarak bazı Ehli sünnet kitaplarında görülmüştür. Ancak bu tahrife uğramış rivayetler tevatür haddinde olan İmam Zaman (a.s) hakkındaki hadislerin karşısında bir şey sayılmaz.
ABNA: Bu şüphelerin kökü nereden kaynaklanmaktadır?
— Bu tahriflerin bazıları kirli ve dürüst olmayan eller tarafından, İbn Arabi'nin "Futuhatı Mekkiye" kitabının nüshalarında icat edilmiş ve İmam Mehdi ile ilgili konuları eksik ve nakıs olarak zikretmişlerdir. Ancak neyse ki Futuhatı Mekkiye kitabının sahih nüshası Ehli Sünnetin meşhur ulemalarının elinde vardı. Onlar konuları tahrifsiz ve doğru bir şekilde zikretmişlerdir.
Örneğin soyu Muhammed Hanefi'ye ulaşan Abdul Vahhab İbn Ahmed b. Ali Hanefi Şa'rani'nin telif ettiği "El Yevakit ve'l Cevahir" kitabına teveccüh ediniz. Bu kişi 973 h. Kameri yılında vefat etmiş çok sayıda telifi olan arif ve fakih birisidir. "El Yevakit ve'l Cevahir" kitabı, Futuhatı Mekkiye'nin hülasasıdır. Şa'rani, Futuhat kitabının hatlı nüshasına sahipti. Açıklandığı gibi İmam Zaman (a.s) hakkındaki konuları doğru ve sahih bir şekilde getirmiştir:
" واعلمو انه لابد من خروج المهدي ـ علیه السلام ـ لکن لا یخرج حتی تمتلئ الأرض جوراً و ظلماً فیملؤها قسطاً و عدلاً، و لو لم یکن من الدنیا إلا یوم واحد طوّل الله تعالی ذلك الیوم حتی بلی ذلك الخلیفة و هو من عترة رسول الله صلی الله علیه و سلم من ولد فاطمة رضی الله عنها، جده الحسین بن علي بن ابي طالب و والده حسن العسکری ابن الإمام علی النقی (بالنون) ابن محمد التقی (بالتاء) ابن الإمام علي الرضا ابن الإمام موسی الکاظم ابن الإمام جعفر الصادق ابن الإمام محمد الباقر ابن الإمام زین العابدین ابن الإمام الحسین ابن الإمام علی بن ابی طالب رضی الله عنه
Yani: Biliniz ki Mehdi aleyhi selam kesinlikle zuhur edecektir. Ancak yeryüzü tam olarak zulüm ve haksızlıklarla dolmadan zuhur etmeyecektir. İşte o hazret, yeryüzünü adaletle dolduracaktır. Eğer dünyadan bir günden fazla bir gün kalmasa Allah Teâla o günü bu halife zahir oluncaya ve yönetimi eline alıncaya kadar uzatır.
O, Resulullah'ın salallahu aleyhi ve sellem itreti / Ehlibeytindendir, Fatıma radiallahu anha evlatlarındandır. Ceddi Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib'tir. Hasan el Askeri ibni'l İmam Ali Naki (ne harfi ile) ibn Muhammed Taki (te harfiyle) ibn İmam Ali Rıza ibn İmam Musa Kazım ibn İmam Cafer Sadık ibn İmam Muhammed Bakır ibn İmam Zeynel Abidin ibn İmam Hüseyin ibn İmam Ali b. Ebu Talib Radiallahu anhu. (İbn Arabi burada 12 İmamın adlarını tek tek sayarak İmam Mehdi'nin soyunu Hz. Ali ve Hz. Resulullah'a ulaştırmaktadır. İbn Arabi'nin buradaki düşünce ve görüşleri Şia mektebinin görüşleri ile birebir örtüşmektedir.)
Sonra İmam Zaman'ın (a.s) nesebini zikreder. Dikkat ediniz ki hatta İmam Ali en- Naki ve İmam Muhammed Taki ismini zikrederken o kadar dikkat etmiştir ki isimlerin "ne" harfi ve "te" harfi ile başladığını vurgulamıştır.
ABNA: Bunun dışında da konular var mı?
— Evet, bu konunun aynısını Maliki Mezhebinden olan "Şeyh Hasan el Advi el Hamzavi" adlı fakih "Meşariku'l Envar" adlı kitabının 187. Sayfasında Futuhatı Mekkiye'den nakletmiştir. Elbette Meşariku'l Envar kitabı geçmişte Mısır'da basılmış ve bu konu hatlı nüshalarında mevcuttur.
ABNA: Eğer izin verirseniz gençler için olan bazı soruları kısaca size sormak ve sizden kısa cevaplar almak istiyoruz.
— Buyurun.
ABNA: Acaba Hz. Hüccet (a.f) Bermuda Şeytan üçgeni denen "Hazra Adasında" mı yaşamaktadır?
— Bu konunun güvenilir bir senedi yoktur.
ABNA: Acaba İmam Zaman'ın (a.s) yaranları 313 kişiyle sınırlı mıdır?
— Bazı rivayerlerden 313 kişinin İmam Zaman'ın aleyhi selam has adamları olduğu ve her birisinin kendisine mahsus özellikleri olduğu istifade edilebilir.
ABNA: Neden hadislerde İmam Mehdi'nin (a.s) kıyamı, Hz. İmam Hüseyin'in (a.s) kıyamına benzetilmiş ve Seyyid-i Şühedanın kıyamının devamı olarak tanıtılmıştır?
— Çünkü her iki kıyamda yüce hak kelimesi için ve her iki kıyamın amacı ilmin yayılması ve cehaletin yok edilmesine yönelikti.
ABNA: Mehdiyet iddiasında bulunan yalancıları nasıl tanıyabiliriz?
— Eğer, Hz. Mehdi (a.s) hakkında yeterli ve dakik mütalaamız olursa, mehdiyet iddiasında bulunan yalancıları tanırız. Buna ilave olarak Allah Teâla'nın kendisi de yalancıları rüsva edecektir.
ABNA: Muntezirlerin (İmam Mehdi'yi bekleyenlerin) özellikle gençlerin gaybet çağındaki vazifesi nedir?
— Muntezirlerin gaybet çağındaki vazifesi, vazifelerine amel etmeleridir. Özellikle içlerinde paklık olan gençler vazifelerine amel ederlerse netice alırlar.
ABNA: Bize böyle bir fırsat verdiğiniz için size teşekkür ediyoruz. Son olarak eğer söylemek istediğiniz bir şey varsa buyurunuz.
— Gençlerin gaybet asrında (içinde bulunduğumuz şu anki asır) rabbani ulemalardan uzak durmamalarını tavsiye ediyorum.
--------------------------------------------------------------------------------
[1] —Konunun öneminden dolayı tekit için bu şekilde söylenmiştir
İran Volybol Milli Takımı İtalya’da destan yazdı
Dünya Ligi rekabetleri kapsamında önceki akşam İtalya ile karşılaşan İran Voleybol Milli Takımı, sekiz kez dünya şampiyonu olan İtalyanlar karşısında destan yazdı.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, 24. Dünya Ligi rekabetleri kapsamında önceki gece İtalya’nın Modena kentindeki Balakasay salonunda İran ve İtalya Volebol milli takımları arasında karşılaşma gerçekleşti.
B grubunda yapılan bu karşılaşmada İran takımı sekiz kez dünya şampiyonu olan İtalya'nın güçlü takımını 3-1 yendi. İran takımı 30 Haziran Pazar günü İtalya karşısında ikinci karşılaşmasını yapacak.
A grubunda Brezilya Fransa’yı 3-2, C grubunda Kanada Finlandya’yı 3-1 olarak yendi.
"Emperyalist devletler çözümü engelliyor"
İslam Devrimi Lideri İmam Hamanei, bir kaç zorba devletin aşırı talepleri İran’ın nükleer meselenin çözümünü engellediğini vurguladı.
İslam Devrimi Lideri İmam Hamanei, Şehit Dr. Beheşti ve 72 İslam inkılabı yetkilisinin şehit düştüğü 28 Haziran 1981 olayının yıldönümü dolaysıyla yargı erki başkanı Ayetullah Amoli Laricani ve bu kurumun bazı yetkilileri ile görüşmesinde bir kaç zorba devletin aşırı talepleri İran’ın nükleer meselenin çözümünü engellediğini söyledi.
Konuşmasının bir bölümünde İran’ın nükleer meselesine temas eden ve UAEK yetkilileri tarafından imzalanan bir belgede İran’ın nükleer meselesindeki sorunların çözüme kavuştuğu açıklandığını belirten İmam Hamanei, bu belgeye göre İran dosyasının tamamen kapanması gerektiğini, ancak Amerikalılar hemen yeni bir mazeret daha ürettiğini, çünkü bu konuya İran’a baskı uygulamak için yaklaştıklarını vurguladı.
Siyonistlerin İran’ın nükleer meselesi ile ilgili entrikalarına da temas eden İmam Hamanei İslami İran nükleer meselede şeffaf ve yasal hareket ettiğini ve güçlü bir mantığa sahip olduğunu, ancak düşmanların amacı baskıları arttırmak, milleti yıldırmak ve nizamı değiştirmek olduğunu ve bu yüzden sorunun çözümlenmesine müsaade etmediklerini kaydetti.
İmam Hamanei onlar için nükleer faaliyet, insan hakları, demokrasi ve diğer hiç bir şeyin önemi olmadığını, onlar İran milletinin ilerlemesini engellemek ve yeniden İran’a musallat olmak istediğini, ancak İslam Cumhuriyeti tüm iktidarı, bağımsızlığı, halkın desteği ve Allah’a güveni ile karşılarında durduğunu ve İran’ın çıkarlarını koruduğunu vurguladı.
Konuşmasının bir başka bölümünde basiretli ve akıllı İran milletinin 14 Haziran seçimlerinde yarattığı büyük hamaseti takdir eden İmam Hamanei, İran milletinin bu yılki seçimlere coşkulu ve muazzam katılımının sırrı, İslam Cumhuriyeti nizamına, gözlemcilere ve seçimleri düzenleyenlere inancı ve ilgisi olduğunu, İran milletinin hareketi ileriye dönük olduğunu ve bu gerçek çok önemli ve inkar edilemez bir gerçek olduğunu ifade etti.
Yeni seçilen cumhurbaşkanına yardım edilmesi gerektiğine vurgu yapan İmam Hamanei,düşmanların tüm planları ve amaçlarının suya düşmesi, ülkenin kalkınması için sürdürülebilir güvenliğin varlığı, diğer adayların seçilen yeni cumhurbaşkanına karşı necabeti ve yasalara boyun eğmesi ve İslam Cumhuriyeti nizamının milletin çıkarlarını savunmakta güç ve iktidarı, son seçimlerin önemli noktaları olduğunu vurguladı.
İmam Hamanei ayrıca şimdiye hükümetin zayıf yönlerinin yanında güçlü yönleri de bulunduğunu ve adayların şimdiki hükümetin zayıf yönlerine temas ederken, önemli altyapı ve yapıcı çalışmalarına da değinmiş olsalardı, daha uygun olacağını kaydetti.