
کارگر
Ruhani: “Ben, İmam Hamaney’in küçük çocuğu gibiyim”
Cuma günü yapılan seçimle İran halkı kendine yeni başkan seçti. Hem de ilk turda.
Başkan’ın adı: Hasan Ruhani.
Ruhani ilk turda rakibi 5 adaydan daha fazla oy aldı.
Peki neden ve nasıl?
Çünkü seçim kampanyası sırasında Ruhani insanlara:
“Kişisel özgürlüklerinize, yaşam biçiminize ve demokrasinin en basit kriterlerine saygı gösterecek ve sizi içte ve dışta onurlu birer İranlı yapmaya çalışacağım’’ dedi.
Hem de komşu Türkiye’de insanlar özgürlükleri için sokaklara dökülür bol miktarda gaz yerken.
Yani Türkiye’de özgürlükler kısıtlanırken ‘dinci bağnaz’ İran demokratik açılımlar peşinde...
Halk mecazi anlamda “ulu ve yüce” demek de olan Ruhani’ye inandı ve ilk turda seçti.
İŞBİRLİKÇİ OLMAYACAK
Peki Batlı ülkeler ne yaptı?
Sevinir gibi oldu. Çünkü Ruhani seçim kampanyası sürecinde ılımlı ve reformcu bir başkan adayı olarak ortaya çıkmış ve kazanmıştı...
Peki Ruhani Batı’nın beklediği ya da sevinebileceği bir lider olabilir mi?
Hemen söyleyeyim:
Batı bildik plan ve pis oyunlarından vazgeçmediği sürece hayır ve asla...
İçeride farklı politikalarla insanları rahatlamaya çalışacak olan Başkan Ruhani asla Batı işbirlikçisi olmayacak. Suriye ve bölge politikalarında taviz vermeyecek olan Ruhani İran’ın anti-emperyalist ve anti-Siyonist politikalarından da vazgeçmeyecektir.
Neden mi?
Çünkü öyle yetişti...
İşte yaşam hikayesi:
Genç yaşlarda Humeyni’ye yakın olmuş ve Humeyni için ilk kez ‘İmam’ diyen kişi olmuş. Hapis yattıktan sonra çıkmış ve Paris’e sürgündeki Humeyni’nin yanına gitmiş ve devrimden sonra onunla birlikte Tahran’a dönmüştü. Devrimden sonra ordunun yeniden örgütlenmesi için Humeyni tarafından görevlendirildi ve 1980’de parlamentoya seçildi ve burada 20 yıl kaldı. Bu arada parlamentoda yani Şura Meclisi’nde Dış İlişkiler, Savunma ve Medya Komisyonlarının başkanlığını yaptı sonra da hava kuvvetleri komutanı, Humeyni’nin Milli Güvenlik Konseyi’ndeki temsilcisi oldu. Peşinden 16 yıl süre ile bu konseyin başkanı sonra da Anayasayı Korumu Konseyi üyesi oldu. Hatemi ve Rafsancani’nin de ulusal güvenlik danışmanlığını yapan Ruhani İran ile Batı arasındaki nükleer görüşmelere başkanlık etti.
SON SÖZ HAMANEY’İN
Ruhani daha birçok şey yaptı.
Ruhani tam anlamıyla sistemin ve ideolojisinin adamı...
Seçildiğinde Batı’ya hitaben:
Bize saygılı olan Ruhani “Ben dini lider Hamaney’in küçük çocuğu gibiyim” dedi ve kendisiyle ilgili tartışmalara erken son noktayı koydu...
Elbette Başkan’ın önemi var. Ama İran’da son sözü hep dini lider Hamaney söyler.
Yani Ruhani lider...
Hamaney ise Humeyni’nin has muhlis adamı...
Yani İran’ın bölgesel önem ve gücüne inanan dini bir lider...
Bu güç ise Suriye’siz ve Hizbullah’sız olmaz.
Nükleer programsız ise asla..
Hüsnü Mahalli - rast haber
İran'dan Gezi Parkı açıklaması
"Hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmamalı"
Türkiye’de devam eden Gezi gerginliğe işaret eden İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi, hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmaması gerektiğini ifade etti.
İRAN Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi, Türkiye’deki protesto olaylarının ülkenin iç meselesi olduğunu ve yabancıların bu olaylara karışma hakkının olmadığını söyledi.
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Abbas Irakçi bugün düzenlediği olağan haftalık basın toplantısında yerli ve yabancı basın mensuplarının sorularını yanıtladı.
Tahran yönetiminin Gezi Park’ı ile başlayan Türkiye’deki protesto olaylarını “Türkiye’nin bir iç meselesi” olarak gördüğünü ifade etti.
Konuşmasında İran halkın 14 Haziran’da gerçekleştirdiği siyasi hamasete işaret ederek, bu hamasetin gelecek İran dış politikasının koruyucusu olacağını dile getirdi.
İslami İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü toplantı devamında, Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Suriyeli silahlı gruplara destek vereceklerini açıklamasını değerlendirerek, bu açıklamanın İran için beklenmedik bir açıklama olduğun, bölgede etkili olan Mısır’ın bölge gelişmelerinde yapıcı bir rol almasını ümit ettiğini söyledi.
Türkiye’de devam eden Gezi gerginliğe işaret eden İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, hiçbir ülke Türkiye’nin içişlerine karışmaması gerektiğini, zira bu konu bir meselesi olduğunu ifade etti.
Irakçi, Türk yönetiminin dirayetiyle konunun çözüleceğini inandıklarını söyleyerek, İran’la komşu olan bu ülkenin istikrarı, güvenliği ve ilerlemesi önemli olmasının yanı sıra iki ülke arasında yapıcı ilişkilerin devam etmesine yana olduklarını kaydetti.
Şia mezhebini tanımak isteyenlere özel 'RİCAT' Nedir?
İmamiyye inancında ricatten maksat, Allah Teala’nın, ölülerden bir grubunu önceki şekilleriyle dünyaya döndüreceğidir. Allah’ın dünyaya döndüreceği kişiler iki gruptur: Biri, dünya hayatında halis imana sahip olanlar, diğer ise küfürlerinde aşırı olanlar. Sonra Allah Teala hak üzere olanları batıl üzere olanlara ve mazlumları zalimlere galip kılacaktır. Bu olay Hz. Mehdi (a.f) zuhur edince gerçekleşecek ve sonra öleceklerdir.
Bazıları da ricati, hakkın Hz. Mehdi’nin (a.f) eliyle yerleştirilmesi ve egemen kılınması yorumlamışlardır. Bu tanım, ölülerin diriltilip onların tekrar dünyaya dönüşünü kapsamına almaz...
1- Ricatin Anlamı
İmamiyyenin cumhuru arasında yaygın olan görüş, birinci görüştür. İmamiyye bu görüşü Ehlibeyt İmamlarından gelen rivayetlerden almıştır. Özellikle Şeyh Saduk, Şeyh Mufid, Seyyid Murtaza, Şeyh Tusî, Allame Meclisî ve Hürr-i Amilî’nin döneminde bu görüş kuvvet bulmuştur. O zamandan günümüze kadar Şia fakih ve uleması arasında bu görüş kabul edilmiştir.
2- Ricata İnanmanın Derecesi
Şüphesiz İslam inancında bütün Müslümanların ittifak ettiği usul ve temeller vardır; yine onun usülden olmayan teferruat ve uzantısı da vardır. Bazen bazı sebeplerden dolayı İslam inançlarında bir takım ihtilaflar meydana gelmiştir. Ricat inancı, üzerinde ihtilaf edilmeyen bu temel ilkelerden değildir. Bu konuda Şeyh Muhammed Hüseyin Âl-i Kaşifu’l-Gita şöyle yazmıştır: “Şiilikte ricate inanmak gerekli ve zarurî bir konu olmadığı gibi ricatı kabul etmemenin de bir zararı yoktur; her ne kadar bu inanç Şiilerce zarurî bir konu ise de, ancak Şii olup olmamak bu inanca bağlı değildir; ricat inancı da Müslümanlar arasında yaygın olan Hz. İsa’nın (a.s) gökten inişi, Deccal’in ortaya çıkışı, Süfyanî’nin ayaklanması gibi kıyamet belirtilerindendir.” [1]
Bu anlamda bir ricat inancı İslam dinindeki Mehdilik inancını tamamlayıcı bir mevzu sayılır; dolayısıyla bu ikisi tek bir anlamda birleşmektedir; o da hakla batıl arasındaki en son tarihî savaşta hak ve adaletin zaferi ve batılın yenilgiye uğrayarak yeryüzünden silinmesidir; dünya sistemi hakkın hakimiyetine doğru seyrettiği için ilahî dinler bazı peygamberlerin tekrar dünyaya döneceğine inanmaktadır. Sünnisiyle, Şiisiyle bütün Müslümanlar mehdilik inancını kabul etmektedir; bu durumda bunun devamında bu inancı güçlendirici ve açıklayıcı bir mevzu olarak ricata inanmanın da hiçbir sakıncası olmayacaktır.
Dolayısıyla, ricat inancı bütün Müslümanların inandığı Mehdilik inancının tamamlayıcısı, açıklayıcısı, ona genişlik ve derinlik kazandıran bir konudur. Eğer bir konuda bütün Müslümanlar ittifak etmişlerse, onun Kitab ve sünnet ışığında vurgulanması ve daha fazla derinleştirilmesi takdir edilmesi gereken bir mevzudur. Buna rağmen Seyyid Muhsin Emin el-Amulî’nin de dediği gibi, “Bize rivayet edilen bir mevzunun rivayeti doğru ve sahih ise, ona inanıp kabul etmemiz gerekir; aksi durumda kabul edilmez…” [2]
İşte bu nedenle bazı alimler ricata delalet eden delilleri insanlar arasında meşhur olan anlamda ricata kesinlik kazandıracak seviyede bulamadıkları için onları, ölümden sonra insanlardan bir grubunun dirilmesi gerekmediği şeklinde yorumlayıp hak ve adil hükümetin hakim olması, zulüm, haksızlık ve tuğyanın mağlup olması haddinde kabul etmişlerdir. [3]
3- Ricat inancını İspatlayan Deliller
Ricat inancını ispatı ve bunun için getirilen deliller üç merhalede ele alınmıştır:
a- Ricatın mümkün oluşu ve imkansız olmayışının ispatı.
Ricatın gerçekte mümkün olduğunu ispatlayan en güzel delil onun bir nevi mead oluşu ve ondan hiçbir farkının olmayışıdır. Ne var ki, ricat ahir zamanda müminlerin imamları ve kâfirlerin elebaşları gibi bazı insanlar için gerçekleşecek dünyevî meaddır; ahirette vuku bulacak mead ise bütün insanları kapsayan bir dönüştür. Meadın mümkün olduğu ve gerçekleşeceğini ispatlayan bütün deliller ricatın de mümkün olduğunu ve gerçekleşeceğini ispatlamaktadır. Araştırmanın bu merhalesi (aklî merhale) mead delillerine dayanmaktadır ve aklî delillerin zengin olduğu için o da zengindir.
b- Ricat inancının İslam inançlarının hiçbir boyutuyla çelişmediğinin ispatı. Çünkü bazen bir düşünce kendiliğinden mümkün olmasına rağmen ona inanmak İslam inancına ters düşmekte veya onun bir boyutunu taz’if etmektedir. Acaba ricat inancının İslam dinine ters düşmediğini veya İslam inancının herhangi bir boyutunu taz’if etmediğini ispatlayabilir misiniz?
Cevap: Ricat inancında bu konu iki açıdan ispatlanabilir:
1- Ricat inancı, İslam inancının hiçbir boyutuna ters düşmemekle birlikte usul-i dinin beş temel maddesini çok büyük orandan derinleştiriyor da. Ricat, Allah Teala’nın mutlak ve kapsamlı gücünün, peygamberlerin yolunun doğruluğunun, imametin hak oluşunun ve kıyametin bir gerçek olduğunun tezahürüdür.
2- Ricat inancı İslam dininden önce geçmiş ümmet ve peygamberlerin döneminde vuku bulmuştur. Kur'an-ı Kerim bunların bazı örneklerini vurgulayarak açıklamıştır. Ricat inancının sadece diğer İslam inançlarıyla çelişmediği, aksine, onun İslam inançlarının gereklerinden biri oluşunun delillerinden biri de şudur: Kur'an-ı Kerim’in tevhid inancına ters düşen veya ona yarar veya zararı olmayan bir şey hakkında bahsetmeyeceği gibi sadece tevhidi güçlendirecek şeylerden bahseder. Kur'an-ı Kerim’e baktığımızda, onun sadece ricatın geçmiş ümmetlerde vuku bulduğuna işaret etmekle yetinmediğini, onu defalarca vurgulayarak beyan ettiğini, ricat inancının vurguyla tevhid inancına döndüğünü görmekteyiz. Dolayısıyla Bakara Suresinde şöyle geçiyor:
“Şu, binlerce kişi iken ölüm korkusuyla yurtlarından çıkanları görmedin mi? Allâh onlara, "Ölün!" demişti de sonra kendilerini diriltmişti. Şüphesiz Allâh, insanlara karşı ikram sâhibidir. Ama insanların çoğu şükretmezler.” [4]
Ararlında İbn Cerir Taberî de bulunan müfessirler İbn Abbas, Veheb b. Münebbih, Mcahid, Suddî ve Ata’dan, bu ayetin beldelerinde yayılan veba hastalığından kaçan ve Allah Teala’nın öldürdüğü İsrailoğullarından bir grup hakkında olduğuna dair birkaç rivayet nakletmiştir; “Hizgil” isminde bir peygamber onların yanından geçerken onların çürüyen cesetlerine bakıp düşünceye dalmıştı. Allah Teala ona, “Onları nasıl dirilteceğimi görmek istiyor musun?” diye vahyetmiş, sonra onları diriltmiştir. Suyutî de böyle rivayet etmiştir. [5]
Yine Kur'an-ı Kerim’de şöyle geçmektedir: “Bir zaman da: “Ey Mûsâ, biz Allâh'ı açıkça görmedikçe sana inanmayız," demiştiniz de derhal sizi yıldırım gürültüsü yakalamıştı; siz de bunu görüyordunuz. Sonra belki şükredersiniz diye sizi ölümünüzün ardından tekrar diriltmiştik.” [6]
Başta Taberî olmak üzere Müfessirler onların tümünün bu sözlerinden sonra öldüğünü ve Hz. Musa’nın (a.s) Allah Teala’dan ısrarla onları diriltmesini istediğin ve bunun üzerine Allah Teala’nın ruhlarını geri çevirerek onları dirilttiğini nakletmişlerdir. [7]
Kur'an-ı Kerim’in başka bir ayetinde şöyle geçiyor: “Yahut şu kimse gibisini (görmedin mi) ki, duvarları, çatıları üstüne yığılmış (alt üst olmuş) ıssız bir kasabaya uğramıştı; "Allâh, bunu böyle öldükten sonra nasıl diriltecek?" demişti. Allâh da kendisini yüz sene öldürüp sonra diriltti. "Ne kadar kaldın?" dedi. "Bir gün, ya da bir günün birâzı kadar kaldım" dedi. (Allâh) "Hayır, dedi, yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak, bozulmamış. Eşeğine bak, seni insanlar için bir ibret kılalım diye (böyle yaptık). Kemiklere bak, nasıl onları birbiri üstüne koyuyor, sonra onlara et giydiriyoruz!" Bu işler ona açıkça belli olunca: "Allâh'ın her şeye kâdir olduğunu biliyorum." dedi.” [8]
Aralarında Taberî de olan müfessirler bir çok rivayet naklederek şöyle derler: Uzeyr veya Urmiya, Bahtu’n-Nasr tarafından tahrip edilen Beytulmukaddes’in yanından geçerken, Allah ölüleri nasıl diriltecek diye aklından geçirdi. Bunun üzerine Allah Teala, ayette geçtiği gibi Uzeyr’e, ölüleri nasıl dirilttiği konusunda kendi gücünü gösterdi. [9]
Kur'an-ı Kerim’de, ölümden sonra Allah’ın iradesiyle insan ve hayvanların ricat ettiklerini gösteren ayetler vardır. Örneğin:
“Onun için "(ineğin) bir parçasıyla o (öldürülene) vurun." demiştik. İşte Allâh böylece ölüleri diriltir, size âyetlerini gösterir ki düşünesiniz.” [10]
“İbrâhim de bir zaman: "Rabbim, ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!" demişti. (Allâh); "İnanmadın mı?" dedi, (İbrâhim): "Hayır (inandım), fakat kalbim kuvvet bulsun diye (görmek istiyorum) dedi. "O halde kuşlardan dördünü tut, onları kendine çek (kendine alıştır), sonra her dağın başına onlardan bir parça koy. Sonra onları kendine çağır; koşarak sana gelecekler. Bil ki, Allâh dâimâ üstün, hüküm ve hikmet sâhibidir" dedi.” [11]
Bütün bu ayetlerden ve Kur'an-ı Kerim’in geçmiş ümmetlerde ricatın vuku bulduğunu defalarca beyan etmesinden anlaşılan şudur: Ricat kaçınılmazdır. Ricattan güdülen bir hedef vardır ve Kur'an-ı Kerim’in bu hedeflerin gerçekleşeceğine işaret etmektedir. Bu hedef tevhid ve inanç meselesinin derinleşmesi ve adaletin gerçekleşmesidir.
c- Gelecekte Müslümanlar arasında ricatın vuku bulacağının ispatı; çünkü bir şeyin mümkün oluşu ile vuku buluşu farklı şeylerdir.
Acaba Kur'an-ı Kerim ve Resul-i Ekrem’in (s.a.a) sünnetinde Müslümanların gelecekte ricata şahit olacaklarına delalet eden herhangi bir belirti var mıdır?
Ricata inananlar Kur'an-ı Kerim’in birkaç ayetine ve Peygamber efendimizden (s.a.a) rivayet edilen birkaç hadise dayanarak bu soruya şu şekilde kesin bir cevap vermektedirler. Bu ayet ve hadisler şöyledir:
1- Allah Teala Kur'an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır: “O gün her ümmet içinde âyetlerimizi yalanlayanlardan bir cemâat mahşur edeceğiz ve onlar hep bir araya getirilip tutuklanarak (ilahi huzûra) sevk edilirler.” [12]
Bu ayet ileride insanlardan bir grubunun dirileceğini bildirmektedir; böyle bir diriliş kıyamet gününde vuku bulacak dirilişin olması mümkün değildir; çünkü kıyamet günündeki diriliş herkesi kapsayan genel bir diriliştir ve bunun belli bir gruba has kılınması anlamsızdır. Özellikle, Kur'an-ı Kerim bu ayetten üç ayet sonra kıyamet gününden şöyle bahsediyor: “Sûr'a üfleneceği gün, Allâh'ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde bulunan kimselerin hepsi, korku içinde kalır (bayılır). Hepsi boyun bükerek O'na gelirler.” [13]
Bu ayette kıyametin alametleri apaçık bir şekilde beyan edilmiştir. Eğer önceki ayet de kıyamet hakkında olursa bu ayet gereksiz olarak tekrarlanmış olacaktır.
2- Allah Teala buyuruyor ki: “Allah'ı nasıl inkar edersiniz ki, siz ölüler idiniz, O sizi diriltti; yine öldürecek, yine diriltecek; sonra O'na döndürüleceksiniz.” [14]
Allah Teala bu ayette iki diriliş ve iki ölümden söz ediyor. Birinci diriliş dünya hayatıdır; ikinci diriliş ise birinci dirilişle Allah’a dönüş arasındadır; bu diriliş sadece ricatla bağdaşmaktadır.
3- Allah Teala yine şöyle buyuruyor: “Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günâhlarımızı itiraf ettik. Şimdi (şu ateşten) çıkmak için (bize) bir yol var mı (acaba)?” [15]
Bu ayetin ricata delaleti şöyledir. Ölüm ancak hayatı olan bir şey için söz konusudur ve “bizi iki kez öldürdün” buyruğu, iki hayattan sonra vuku bulan iki ölümü bildiriyor. Birinci ölümün, birinci hayattan sonra gelecek vaat edilen ölüm olduğu bellidir. Buradan ikinci ölüm ancak ikinci bir hayatın olması durumunda anlam kazanıyor; bu ikinci hayatı ikinci ölüm izleyecektir. Ayetteki iki hayat ve iki ölüm böyle gerçekleşiyor.
Ricatı kabul etmeyenler bu ayete iddialarını ispatlamayan iki tevil yapmışlardır:
Bazıları demişlerdir ki: Bu, onların yaşamadan önce öldüklerini anlamına geliyor! Bu da yanlıştır ve Arapçada böyle bir kullanım yoktur. Allah’ın ölü olarak yarattığı şeye, “Allah onu öldürdü” denmez.
Diğerleri ise şöyle demişlerdir: İkinci ölüm, kabirde sorgu-sual için diriltilmelerinden sonra gerçekleşecektir! Bu da yanlıştır; çünkü o hayat teklif için değildir tâ ki insan o hayatta kaybettiği şeylerden dolayı pişmanlık duysun. Ayet ise onların her iki hayatta kaybettikleri şeyden dolayı pişmanlık duyacaklarını beyan etmektedir; dolayısıyla bu hayat, sorgu-sual için verilecek hayat değildir. [16]
Bunlar ricata delalet eden bir takım ayetlerdir. Burada Peygamber efendimiz (s.a.a) ve Masum Ehlibeyt İmamlarından ricata delalet eden birçok rivayetler de vardır. Bu hadisleri Şia muhaddisleri ve müfessirleri bununla ilgili yazmış oldukları hadis ve tefsir kaynaklarında kaydetmişlerdir. [17]
Bunlar sadece ricatın ahir zamanda vuku bulacağını ispatlayan bazı örneklerdir; o halde bu istidlal karşısında saygılı olmak gerekiyor; çünkü en azından ricat inancını kabul edilir bir inanç olarak söz konusu ediyor; ricatı kabul etmeyen bir kimse onu delil getirerek reddetmeli ya da ona delilsiz olarak muhalefet etmemelidir; hiç kimsenin diğerlerinin delil ve istidlalle kabul ettiği inançlarıyla alay etme hakkı yoktur.
Kaynaklarında Geçen Ricata Muhalefet
Ehlibeyt Mektebinin ricat konusundaki inancına muhalefet edenlerin sözlerini inceleyen bir kimse onların kendi kitap ve inançlarından habersiz olduklarını görecektir. Bu kaynakları mütalaa edip üzerinde düşünen bir kimse onların da ricat özüne ve mazmununa inandıklarını bildiren birçok rivayetlerin bulunduğunu müşahede edecektir.
Tarih kitaplarında geçen kesin şeylerden biri de Allah Resulü’nün (s.a.a) vefat haberi Müslümanların arasında yayılınca Ömer b. Hattab (Rum şehirlerinden olan falan ve filan şehirlere işaret ederek) şöyle dedi: Allah Resulü bu şehirleri fethetmediğimiz müddetçe ölmez; eğer öldüyse İsrail oğulları Musa’yı bekledikleri gibi biz de onun dönmesini bekleyeceğiz!
Yine şöyle dedi: “Allah Resulü (s.a.a) ölmemiştir; o sadece Rabbi’ne gitmiştir. Nitekim Musa b. İmran da Rabbi’ne gidip kırk gece kavminden saklı kalmış, insanlar onun hakkında “öldü” dedikten sonra geri dönmüştür. Allah’a andolsun ki Allah Resulü (s.a.a) geri dönecek ve onun öldüğünü söyleyenlerin ellerini ve ayaklarını kesecektir.” [18]
Dolayısıyla Ömer b. Hattab İslam dininde ricat inancını dile getiren ilk kişidir; yoksa bunu dile getiren ilk kişi İslam tarihindeki bütün olumsuz şeyler kendisine isnat edilen Abdullah b. Sebe adındaki uydurma bir kişi değildir.
İbn Ebi Dünya (ö: 281 hicri) “Öldükten Sonra Yaşayanlar” adında bir kitap yazmıştır. Bu kitap yeniden incelenerek 1987 yılında Beyrut’ta Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye yayın evi tarafından basılmıştır.
Ebu Naim İsfahanî “Delailu’n-Nubuvve” adlı kitabında ve Suyutî de “Hasaisu’l-Kubra” adlı kitabında Peygamber efendimizin (s.a.a) ölüleri diritlmesi ile ilgili mucizelerine ait bir bab ayırmıştır.
Suyutî de Peygamber (s.a.a) dışındaki kişilerin ölüleri diriltmesiyle ilgili kerametler zikretmiştir. [19]
Zeyd b. Harise ve Rabi’ b. Harraş ve ensardan olan bir kişi öldükten sonra konuştuklarını rivayet etmişlerdir. [20]
Ricatla İlgili Şüpheler
Ricat inancına bir takım eleştiriler yöneltilmiştir; bu eleştirilerin cevaplandırılması gerekiyor. Bu eleştiriler şöyledir:
1- Ricat inancı, ricat ettikten sonra tövbe edeceği düşüncesiyle insanı günah işlemeye teşvik ediyor.
Cevap: Bu eleştiri ancak, ricatın bütün insanları kapsaması veya ricat edecek kişilerin isimleriyle belli olması durumunda yerinde bir eleştiri olur. Halbuki durum böyle değildir. Ricat küfrün elebaşları ve müminlerin önde gelenleri hakkında geçerlidir. Hiç kimse onların kimler olduğunu tam olarak belirtemez. Onların isimleriyle ancak Allah Teala bilir. İnsanın günaha teşvik olmaması için de bu yeterlidir.
2- Ricat inancı, Müslümanlara göre kesinlikle batıl olan tenasühe inanmaya neden oluyor.
Cevap: Tenasühle ricat birbirinden tamamen farklı şeylerdir. Tenasüh ölmüş kişilerin ruhunun dünyevî hayatı olan diğerlerinin bedenlerine intikal etmesidir; halbuki ricat, kıyamette olacağı gibi bazı insanların ruhlarının öldükten sonra tekrar kendi bedenlerine dönmesidir. Ricat inancı tenasühü gerektirecek olursa, Hz. İsa (a.s) tarafından ölülerin diriltilmesinde, geçmiş ümmetlerde vuku bulan ricat örneklerinde ve kiyametteki dirilişte de tanasüh lazım gelecektir.
Ehlibeyt İmamlarından mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde tenasühün batıl olduğu apaçık bir şekilde beyan edilmiş, gelip geçmiş ve günümüz uleması da bunu önemle vurgulamış, bunun insanın küfre düşmesine neden olduğunu bildirmişlerdir. Ebu Hasan Eş’arî “Mekalatu’l-İslamiyye” adlı kitabında Şia’nın recat inancıyla gulat ve kıyameti inkar eden zındıkların iddia ettiği tenasüh arasında fark gözetmiştir. [21]
3- Ricat inancı, Ahmed Emin’in de “Fecru’l-İslam” adlı kitabında dediği gibi Yahudilik düşüncelerinin Şiilerin arasında yayılmasına neden olmuştur.
Cevap: Geçmiş dinlerin öğretilerinin bir bölümünün İslam dininde de olması İslam dininde geçerli olan bir kuraldır; çünkü İslam dini geçmiş dinlere amel etmeyi kaldırmıştır. Ancak inanç ilkelerinde bütün ilahi dinlerin arasında ortak ve sabit unsurlar vardır; İslam dini ise onların en mükemmelidir. Dolayısıyla geçmiş dinlerde olan inançların bir kısmının İslam dininde de olması İslam dini için bir kusur ve eksiklik sayılmaz.
Ayrıca; ricatın Ahmet Emin’in iddia ettiği gibi Yahudilik düşüncelerinden olduğunu kabul etsek bile, yapılan eleştiri yine yersizdir; çünkü tevhid, nübüvvet, kıyamet, ölümden sonra diriliş, kıyamet günü insanların hesaba çekilmesi, cennet ve cehennem inançları da bütün ilahi dinlerin müşterekler inançları olmasına rağmen -Müslümanlar için kusur sayılmamaktadır.- Kusur olan, Hıristiyanlar, Yahudiler ve diğerlerinin kendi yanlarından dine soktukları batıl şeylere inanmaktır.
Ricat bu gibi şeylerden değildir; çünkü Kur'an-ı Kerim örneklerini daha önce gördüğümüz birçok ayette ondan bahsetmektedir.
4- Ricat düşüncesi Kur'an-ı Kerim’in, “(Günah sonucu) helâk ettiğimiz bir ülkeye artık (yaşamak) harâmdır: Onlar bir daha geri dönemezler” [22] şeklindeki ayeti ile bağdaşmıyor. Dolayısıyla, bu ayet zalimlerin bir daha dünyaya geri dönmeyeceklerini bildiriyor. Zalimlerden bazılarının dünyaya döneceklerini söylemek de ayet-i kerimeye ters düşmektedir.
Cevap: Ricat düşüncesi bu ayetle çelişmemektedir; çünkü bu ayet, bu dünyada azaba uğrayarak helak olan zalimlerin özel bir grubundan bahsediyor. Ancak ayet azaba uğrayıp cezalandırılmadan dünyadan göçenler hakkında sessiz kalmıştır. Belki de ayetin bu konuda sessiz kalması onların ricat düşüncesini veya Allah’ın seçtiği bir grubun ricatını bir nevi onaylamaktır.
Konunun Özeti
Birincisi; ricat kendiliğinden imkansız ve muhal olmadığı gibi tevhid inancına da ters düşmemektedir. Aksine, ricat Allah’ın güç ve kuvvetinin mazharıdır.
İkincisi; ricatın vuku buluşunun birçok örneği vardır ve Kur'an-ı Kerim bu örneklerden bahsetmiştir… İslam dininin önderleri de bazı kişilerin öldükten sonra dünyaya döndüklerini dile getirmişlerdir.
Üçüncüsü; bu konu, Kur'an-ı Kerim’in dengi olan Ehlibeyt İmamlarından gelen birçok rivayetle birlikte Kur'an-ı Kerim bir takım ayetleriyle de ispatlanabilir. Dolayısıyla ricat, kıyametin alametlerinden olup kafirlerin kabul etmediği bir nevi meaddır. Bütün bunlarla birlikte; ricat, din ve mezhebin kendisine dayandığı temel ilkelerden değildir.
Dünya Ehlibeyt (a.s) Kurultayı
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1]– Aslu’ş–Şia ve Usuliha, s.35, Beyrut–A’lemî müessesesi.
[2]– Nakzu’l–Veşia, s.376, Beyrut–A’lemî müessesesi baskısı.
[3]– Bk. Mecmau’l–Beyan, c.7, s.366, Neml Suresi, 83. ayetin tefsiri.
[4]– Bakara, 243.
[5]– Tefsir–i Siyutî, c.2, s.586–588, Daru’l–Fikir basımı; ed–Durru’l–Mensur, c.2, s.741, Daru’l–Fikir basımı.
[6]– Bakara, 55–56.
[7]– Tefsir–i Taberî, c.1, s.290–293.
[8]– Bakara, 259.
[9]– Tefsir–i Taberî, c.3, s.28–47.
[10]– Bakara, 73.
[11]– Bakara, 260.
[12]– Neml, 83.
[13]– Neml, 87.
[14]– Bakara, 28.
[15]– Mümin, 11.
[16]– Bk. el–Mesailu’s–Serviyye, Şeyh Mufid, s.33.
[17]– Bazı alimler bu konuda yazılmış olan kırk kitabın ismini kaydetmişlerdir. Onlardan bazıları şöyledir:
1– Kitabu’r–Ricat, Ebu Hamza Betainî, (bunu Neccaşi zikretmiştir), 2– İsbatu’r–Ricat, İbn Şazan, 3– Kitabu’r–Ricat, Şeyh Saduk, 4– Kitabu’r–Ricat, tefsir yazarı Ayyaşî’nin eseri, 5– İsbatu’r–Ricat, Allame Hillî, 6– el–İykaz, Hürr–i Amilî; bu kitap, ricat konusunda yazılmış kitapların en genişidir. Bu kitapta konuyla ilgili 64 ayet ve 600 hadis kaydedilmiştir. Bu konuda bk. Merkezu’r–Risale’nin hazırladığı Ricat kitabı.
[18]– es–Siretu’n–Nebeviyye, İbn Hişam, c.4, s.305; et–Tabakatu’l–Kubra, İbn Sad, c.2, s.266.
[19]– Şeyh Abdulhüseyn, el–Eminî el–Gadir kitabının 11. cildinin 103–195. sayfasında bu konuda uzun uzadıya bahsederek Ehlisünnet dünyasındaki guluvu (aşırıcılık) gösteren bazı örneklere değinmiş ve onlarda ricat anlamını taşıyan bir çok rivayeti nakletmiştir.
[20]– Tehzibu’t–Tehzib, c.3, s.410 vs…
[21]– Bk. Mekalatu’l–İslamiyye, c.1, s.1141.
[22]– Enbiya, 95.
Şeyh, İsrail ve ABD’nin en önemli dostuydu
27 Haziran 1995’te babası Londra’da iken saray darbesi ile iktidarı ele geçirdi.
Amerikalılar’ın işareti ile.
Onlara mutlak hizmet edecekti... Hem de babasından çok daha fazla çok daha sadık.
Öyle de yaptı.
Önce aile içi tüm rakiplerinden kurtuldu.
1 Kasım 1996’da o sıralar Anadolu’da herhangi bir kasabadan farkı olmayan Doha’da ‘dünyanın en büyük televizyonu’ Elcezire’yi kurma emri verdi..
150 milyon dolar başlangıç bütçe ile. Medyanın gücünü biliyordu.
Ama öncesinde Amerika’daki Yahudi lobileri ile dost oldu.
Bu da yetmedi gizlice İsrail’e gitti.
İşi sağlama bağlamalıydı.
Bu da yetmedi Amerikalılara ‘Gelin istediğiniz yerde istediğiniz üssü kurun’ dedi.
Onlar da iki tane ile yetindi.
Sonra bu üslerden 2003 Irak işgal operasyonu başarı ile yönetildi. Bu arada Elcezire anti-emperyalist ve anti-siyonist yayınlarını çok zekice sürdürerek seyirci kazanıyordu.
Afganistan işgali sonrasında Bin Ladin kasetlerini yalnızca bu kanala gönderiyordu. Kanal yeterince popüler olmuştu.
Şeyh hazretleri yine de İsrail ve ABD’nin en önemli dostuydu.
Hatta bir ara Washington’a gidip ‘Artık şu moruklaşmış ve köhneleşmiş eski müttefikiniz Suudiler’den vazgeçin. Bakın ben size daha iyi hizmet ederim’ demiş.
400 bin nüfusu olan 11 bin kilometrekarelik ülkesine ve trilyonlarca metreküp doğalgazına güveniyordu.
Amerikalılar’a hep şunu hatırlatmaya çalışıyordu: ‘Vahabi Suudiler 11 Eylül’ü gerçekleştiren Kaide ve benzeri radikal İslamcı örgütlerin çıkış yeridir’.
ELCEZIRE DEVREDE
Oysa unutmuştu Şeyh hazretleri: Kaide ve Taliban’ı Suudilerle birlikte CIA kurmuştu.
Mısır, Pakistan ve Birleşik Arap Emirlikleri istihbaratı ile birlikte.
Sonra ‘Arap Baharı’ rüzgarları esmeye başladı. Elcezire hemen devreye girdi. Tunus, Mısır ve Libya’da bir televizyon gibi değil tam anlamı ile bir istihbarat operasyon merkezi gibi çalışıyordu. Şeyh hazretleri kesenin ağzını açmıştı. Suriye’de misyon farklı bir özellik kazandı. Ne pahasına olursa olsun Esad’dan kurtulmak gerekiyordu... Bunun için neler neler yapmadı Şeyh hazretleri müttefikleri ile birlikte.
Bir ara kendisine çizilen çerçevenin dışına çıkmaya heveslendi.
Dünyanın dört bir yanından Suriye’ye gelen Nusra ve benzeri radikal İslamcı militanların ‘emirliğine’ soyundu yine dostlarının yardımıyla.
Bu arada dünyanın dört bir yanında fabrikalar, limanlar, spor kulüpleri, bankalar, mağazalar ve daha neler neler satın alıyordu.
2022 Dünya Kupası’nın düzenlenmesini bile rüşvetle sahiplendi.
Herkese para dağıtıyordu..
Herkesi satın alabileceğine inanıyordu.. Bazen de alıyordu..
Örneğin Suriyeli muhalifleri.
Giderek ABD’yi kızdırıyordu. Arap medyasına göre ipi çekildi.
Babasına yaptığı darbenin 18. yıldönümünde iktidarı oğluna bırakacak.
Hem de onu iktidara taşıyan aynı ABD’nin kısacık bir mesajı ile.
‘Game Over’.
ABD ondan sıkılmış ve başarısız bulmuştu. Artık yapacağı hiç birşey yok.
Bağırıp çağırmaz. Big Boss’a karşı.
Hüdnü mahallı * rast habar
"Mursi neden İsrail ile ilişkileri kesmiyor?"
Mursi'nin "Suriye ile bütün ilişkileri keseceğiz" açıklamasına tepkiler artarak devam ediyor.
Mısır eski Dışişleri Bakanı ve Kongre Partisi Başkanı Amr Musa bu konudaki şaşkınlığını gizleyemeyerek gazetecilere şöyle dedi:
"Suriye ile ilişkileri kesme kararı, hem de bu şartlar altında beni şok etti."
El-Ezher üniversitesi öğretim görevlilerinden Dr. Ahmet Kerime ise bu konuda şöyle dedi:
"Mursi neden İsrail ile ilişkiyi kesip, halkı Beytul Mukaddes'e gitmeye ve Mescid-i Aksa'yı özgürleştirmek için toplanmaya davet etmiyor? Neden Müslüman Arap bir ülke ile ilişkileri kesiyor?
Mursi'nin bu hareketi Şeriata ihanet ve tecavüzdür. Mısır'da böyle bir fitne ve silahlı çatışma yaşanırsa, yabancı ülkelerin böyle iç işlerimize karışmasına ve dışarıdan gelip ülkemizde savaşmalarına razı olur muyduk?
Mursi'nin Suriye'de savaşma daveti, fitne ateşini yapmak ve kan dökmek demektir."
"Suriye'ye herhangi bir müdahaleye kesinlikle karşıyız"
İran İslam Cumhuriyetinin yeni Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani; Suriye halkının kendi geleceğini belirleyecek yegane taraf olduğunu belirterek, Suriye'deki teröre kesinlikle karşı olduklarını belirtti.
Ruhani seçimleri kazanması ve Cumhurbaşkanı seçilmesi ardından bugün düzenlediği ilk basın konferansında; Suriye'ye başka bir devletten herhangi bir müdahaleyi reddettiğini ifade etti.
Ruhani; Suriye'de güvenlik ve istikrarın yeniden sağlanması amacıyla İran’ın tüm dünya ülkeleri ile bu bağlamda çalışmaya hazır olduğunu söyledi.
İran’ı endişelendiren şeyin Suriye'nin içişlerine süren dış müdahale olduğunun belirten Ruhani; Suriye hükümetinin meşru ve kanuni bir hükümet olduğunun altını çizdi.
Amerika nükleer hakkımızı tanımalı/Yaptırımları hak etmiyoruz
İran Cumhurbaşkanı, İran’ın bütün çalışmaları uluslararası yasalar çerçevede devam ettiği gibi, yaptırımların gerici bir uygulama olduğunu dile getirdi.
Hasan Ruhani, batı dünyası bile ekonomik sorunla karşı karşıya kaldığını, yaptırımlardan batı dünyası da zarar edeceğini ve bir tek İsrail ondan yararlanacağını konuşmasına ekledi.
Ruhani, İran’ın nükleer çalışmaları tam olarak şeffaf olmasına rağmen bu çalışmaların daha da şeffaflaştırması için çalışacaklarını, böylece bütün İran’ın nükleer çalışmaları uluslararası çerçevede devam ettiğini anlayacaklarını söyledi.
İran ve dünya ülkeleri arasındaki güven ortamını yükseltmek için çalışacaklarını ve güvenin zedelenmesi istendiği yerde müdahele edeceklerinin altını çizdi.
Ruhani, krizin sona ermesi için karşılıklı güvenin şart olduğunu ve bunu gerçekleştirmek için İran’ın ululararası düzeyde adım atacağını kaydederek, gelecek devletle teamül olmanın bütün dünyanın yararına olacağını belirtti.
Hasan Ruhani, Amerika ile ilişkilerle ilgili NBC'nin sorusuna da, “ABD ile diyalog karşılıklı saygı çerçevesinde olmalı. Amerika İran’ın nükleer hakkını tanımalı ve İran’ın içişlerine karışmamalı. Ayrıca İran’a yönelik tek taraflı politikalardan vazgeçmeli. Bu şartla ortam uygun olursa Amerika ile diyalog yolu açılacaktır. Ve de gerçek niyet gösterilirse o zaman durum daha da değşecektir”diye konuştu.
MHA
Pakistan'da kız öğrencilerin otobüsüne bombalı saldırı
Ketta kentinde kız öğrencilerin otobüsüne konan bombanın patlamasının ardından, hastaneye akın eden insanlara da saldırı düzenlendi. Patlama ve çatışmalarda 24 kişi öldü
Pakistan'ın Beluçistan eyaletinin başkenti Ketta'da öğrenci otobüsünde meydana gelen patlamada 14 kişi öldü.
Ketta kentindeki Uluslararası Kadın Üniversitesi'nin servis otobüsü içine yerleştirilen yüksek miktarda patlayıcı maddenin infilak etmesi sonucu, 14 kız öğrencinin hayatını kaybettiği, 22 kişinin de yaralandığını bildirildi.
Ölenlerin yakınları ve arkadaşlarının hastaneye akın etmesi sonrasında ise burada bir intihar eylemcisi tarafından ikinci bir bomba patladı. Patlamada, tıp fakültesi ve civardaki bina ve araçlarda ağır hasar oluştuğu kaydedildi. Hastanedeki patlamanın ardından en az 8 kişi olduğu belirtilen saldırganlar tarafından hastanedeki insanlar rehin alındı.
Hastanedeki insanların rehin alınması üzerine güvenlik güçleriyle silahlı saldırganlar arasında çatışma çıktı. Çatışma saatlerce sürdü. Çatışma sırasında saldırganlar üst düzey bir emniyet yetkilisi ile 3 güvenlik görevlisini öldürürken, saldırganlardan da 4'ü öldürüldü, 1'i tutuklandı. Çatışmaların bitmesiyle rehin alınan 34 kişi kurtarıldı.
Belucistan'ın başkenti Quetta'da Pakistan'ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah tarafından kullanılan tarihi bir binaya da bugün saldırı düzenlenmişti.
Bölgede Beluc milliyetçiler ile Taliban arasında mücadele var.
Yeni cumhurbaşkanı Ruhani'den İran halkına teşekkür
İran'ın yeni cumhurbaşkanı Hasan Ruhani İran halkına teşekkür etti
Seçim sonuçlarının açıklanması ardından İran'ın yeni seçilmiş cumhurbaşkanı bir mesaj yayınlayarak seçimlerin asıl galibinin İran halkı olduğunu bildirdi.
Hasan Ruhani seçim sonuçlarının açıklanması ardından İran'ın yeni seçilmiş cumhurbaşkanı ünvanıyla bir mesaj yayınlayarak seçimlerin asıl galibinin İran halkı olduğunu bildirdi ve dini demokrasi düzenine olan güven ve şuurluluk içinde İran'ın milli çıkarları ve onuru doğrultusunda sağlam ve yüksek bir adım daha atıldığını açıkladı.
Mesajında böyle siyasi bir hamasetin oluşturulduğu için İran halkı ve İslam İnkılabı Rehberine takdir ve teşekkürlerini bildiren Hasan Ruhani, "Ben halka karşı sözünü verdiğim ahdime bağlı kalacağım ve siz halkın hayır dualarınıza dayanarak ve desteğinizin devamını alarak bu yolun sonuna kadar ayakta kalacağım" ifadesini kullandı.
Siyaset sahnesindeki bu katılımın, iktisadi alanda da huzur, istikrar ve umudun müjdecisi olduğunu hatırlatan Dr. Hasan Ruhani, "Artık bu yeni aşamanın eşiğinde uluslar arası sahnede de yeni bir fırsat oluşmuştur ve gerçek demokrasi, diyalog ve haklılığı koruyanlar bu halk hamaseti karşısında İran İslam Cumhuriyetinin hukukuna karşı saygılı olmaları onları kabul ederek bu büyük halkla diyaloga girmelidirler ki uygun cevabı da almış olsunlar."
Dr. Hasan Ruhani mesajında ayrıca tüm seçim sorumluları, anayasayı koruma konseyi, yürütme, yasama ve yargı güçleri, yürütme ve denetleme kurumları ve askeri ve güvenlik güçlerine teşekkür etti.
MHA
İmam Hamanei'nin İran halkına kutlama mesajı
İran halkının 11. cumhurbaşkanlık seçimlerinde tarihi yeni bir hamaset yaratması ardından İmam Hamanei bir kutlama mesajı yayınlayarak İran halkına teşekkür etti.
Mesajında İran halkının seçim sahnesindeki göz kamaştırıcı varlık ve katılımının, İran halkının siyasi şuurunun ne kadar olgunlaştığını gösterdiğini belirten İmam Hamanei, "Seçimlerin gerçek galibi, Allah Talanın lütuf ve yardımı sayesinde güçlü bir adım daha atarak kendi coşkulu, kararlı simasını, umut ve iman dolu kalbini ve nüfuz edilemez cevherini gözler önüne seren yüce İran halkı olmuştur" dedi.
İmam Hamanei’nin mesajının bir bölümünde şöyle konuştu: "Cuma günkü seçimlerin coşkulu ve hamaset dolu sahnesi diğer bir göz kamaştırıcı sınavdı ki İslami İran'ın kararlı ve umut dolu simasını tüm dost ve düşmanlara gösterdi. Yüce İran halkının sahnedeki hamasi varlığı, İran ve İranlının İslam düzeni ile arasında olan sağlam bağı bir kez daha tüm kötülere göstermiştir ki bin bir siyasi, iktisadi ve sosyal hile ve entrika ile bu kutsal bağı ve güveni zayıflatmak veya koparmak istiyordu."
Mesajının bir başka bölümünde İran halkı ve halkın yeni cumhurbaşkanı olarak seçtiği Dr. Hasan Ruhani'ye tebrik ve kutlamalarını ileten İmam Hamanei, "Madem ki bu siyasi hamaset ve onun doruk noktası 14 Haziran Cuma günü İran halkı ve İslam Cumhuriyeti nizamının galibiyetiyle sonuçlanmıştır, rekabet dönemi heyecan ve tedirginlikleri artık kendi yerini işbirliği ve dostluğa bırakmalı ve rakip adayların yandaşları kendilerine yaraşır metanet ve sabır içinde bu sınavı da başarıyla sonuçlandırmalıdırlar.
İmam Hamanei mesajında ayrıca, "seçilmiş cumhurbaşkanı tüm halkın cumhurbaşkanıdır, bunun için artık her kes cumhurbaşkanı ve kurulacak hükümetteki çalışma arkadaşlarının vaat verdikleri büyük ülküleri tahakkuk ettirmek için onlara yardımcı olmalıdır" ifadesini kullandı.
Prof. Hüseyin Hatemi: Hitler ismi Museviler’e ne çağrıştırıyorsa “Yavuz” ismi de Alevilere aynı şeyi çağrıştırıyor
Prof. Hatemi’den “Yavuz” köprüsüne tepki
MUHABİR- Sayın hocam, Türkiye’deki son olayları değerlendirebilir misiniz, bize ne oluyor?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Bu soruya çok cevaplar verilmiştir, fakat ben başka bir açıdan bakmak istiyorum. Türkiyeli Müslümanlar, son 20 yılda devamlı darbeler ve saldırılara maruz kaldıkları için, bundan büyük tecrübeler kazandılar. Özellikle “Mazlumder” tarafından dile getirilen bir söz vardı, “Mazlumun ve zalimin dinine bakılmaz” yani mazlum kim olursa olsun yanında olmamız ve zalim de kim olursa olsun karşısında olmamız gerekir.
Bu söylem çok güzel bir söylem iken, son zamanlarda özellikle 3. köprü meselesinde ciddi bir değişiklik olduğunu gördük.
En önemli konu “Benim zalimim iyidir, sadece benim mazlumum mazlumdur” havasına girildi. Bu da zannediyorum ki biraz da Suriye’de savaşan bir zihniyet olan ve Müslümanlığın tam anlamına varamamış, kör bir taassuba sahip, kişilerin etkisiyle oldu.
En-Nusra’yı mı kastediyorsunuz?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: -Evet! En-Nusra ve benzerleri. Yani Katar ve Suudi Arabistan’ın sözde temsile ve korumaya çalıştığı acayip, İslam’la ilgisi olmayan, bazen haricilere, bazen Emevilere benzeyen akımları kastediyorum.
İşte bunların etkisiyle son zamanlarda artık “senin mazlumun savunulması gereken kimse değildir” “Benim zalimim de iyidir” “Senden ancak zalim çıkar, mazlumun da korumaya layık değildir” havasına girme tehlikesi doğdu.
Şimdi Yavuz Sultan Selim gibi kişilerin defteri ameli kapanmıştır. Özellikle onun katlettiği toplumlar tarafından bu amel defteri kapatılmışken, Allah’a havale edilmiş, hesap verilecek gün olan kıyameti beklerken, yeniden bu derdi deşmenin anlamı yoktur.
HİTLER MUSEVİLER İÇİN NEYİ ÇAĞRIŞTIRIYORSA, YAVUZ DA ALEVİLER İÇİN ONU ÇAĞRIŞTIRIYOR
Yeniden isminin Türkiye’nin en büyük projelerinden olan bir köprüye verilmesi doğru değildir.
Nasıl Hitlerden övgüyle söz edildiğinde toplama kamplarında zulüm gören Museviler için büyük bir acıya ve ıstıraba sebep oluyorsa, Aleviler için de Yavuz Selim aynı şeyleri çağrıştırıyor.
Bu ülkede 40 bin, hatta bazı kaynaklarda geldiği kadarıyla 40 binden de fazla Alevi, Yavuz tarafından katledilmiştir.
Hem de hiçbir suçları, günahları olmadığı halde, sırf Alevi oldukları için defter edilerek, listeleri tutularak tedbir olarak katledilmiştir. Yani çaldıran seferine çıkarken ordu, arkada kalmasınlar diye, emniyetlerini ihtiyaten sağlamak için katletmişlerdir.
Daha sonra da bu katliamlar ve zulümler devam etti mi?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Bu katliamlar tabi tarih boyu devam etti. Sudan bahanelerle, sadece “Safevilerle ilişkisi var” ihbarı bile katledilmeleri için yeterli olmuştur. Oysa Hz. Ali “Suç işlenmeden ceza olmaz” diye buyuruyor.
Bülent Arınç “Alevilerden ciddi bir itiraz gelmedi, sadece bazı köşe yazarları karşı çıktı” dedi. Örneğin Cem vakfı Genel Başkanı İzzettin doğan gibi Alevi kanaat önderleri bu konuda bir şey demediler.
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: -Ben hiçbir Alevinin bunu kabul edeceğini zannetmiyorum. İzzettin beye de sorulsa kesinlikle bu ismi kabul edeceğini zannetmiyorum. Şii olsun, Alevi veya Bektaşi bu ismi tasvip etmezler.
Bir de bu ismin arkasında siyasi ümit var zannediyorum. Fakat Arap dünyası veya en-Nusra gibi teşkilatlar yeniden bir Osmanlı asla istemezler. Osmanlı deyimlerinin çoğalması en çok onları aslında rahatsız ediyor. Şu anda düşmanımın düşmanı dostumdur diye bakıyorlar. Son Gezi parkı olaylarında gördünüz en fazla zil takıp oynayanlar yine Arap medyası oldu.
Osmanlı düşüncesi, Milliyetçi gurupların, Arap ulusalcılarının ve kendi hilafetinden başka bir hilafet kabul etmeyecek Arap şeyhlerinin ve krallarının kabul edeceği bir şey değildir. Kendilerine [B]“Kavmi necibi Arap”[/B] diyen Araplar, Türklere [B]“Etraki bi idrak”[/B] derlerdi. Aynı düşünce yine devam ediyor.
Hocam muhafazakar kesim Kuran’ı kendisine ölçü alan bir kesimdir. Kuran’da bir insanı haksız yere öldürenin tüm insanlığı öldürdüğü ve yerinin ebedi cehennem olduğundan açıkça söz edilmektedir. Alevilere yapılan zülüm veya savaş kayıpları bir yana, Yavuz Selim herkesin kabul ettiği gibi, kendi kardeşlerini, yeğenlerini, birçok aile fertlerini öldürmüş biri. Ehli Sünnet bu şekilde elinden kardeşlerinin kanı damlayan birinin adını, önemli bir projeye nasıl verebiliyor? Örneğin biz değil de Yavuz’un kendi kardeşleri yaşasalardı bunu kabul ederler miydi?
Yani Ehli Sünnet’in Yavuz’a bakış açısı Kurân-i değil mi?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: -Evet! “nizamı alem” için “devleti kurtarmak” için yaptı denilerek temize çıkarılıyor. Zaten maalesef bu “memleketin düzeni için” yapılan cinayetle konusunda Yazid’i bile temize çıkaran Müslümanlar var. “Saltanat ortak kabul etmez” diyerek bu zulümlere rızayet gösterilmiştir.
-Bu tehlikeli bir görüş değil mi? Yani örneğin yarın Yavuz İsmini Köprüye bırakanlar “Devleti Aliye’nin bekası için” her türlü zulmü ve katliamı caiz mi görecekler?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: -Maalesef dikkate edilmesi gereken böyle bir tehlike var! Bir kısım bunu kendileri için caiz görüyorlar, ama başkalarından görünce dünyayı yıkıyorlar. AK Parti’nin karşısında olanlar da aynı zihniyete sahiptir. 27 Mayısa dokunmayın, Evren Paşa’ya dokunmayın, Atatürk’e dokunmayın, Dersim’e dokunmayın, Şeyh Sait’e dokunmayın, “Asarım sonra altında ağlarım” diyen Talat Paşa’ya dokunmayın….zihniyeti yanlış bir zihniyettir.
Bizden olunca, ona dokunmayın, buna dokunmayın; ama karşı taraf en küçük hata yapsa “vay Kafir! Zındık! katli vaciptir” diye fetva verin mantığı yanlıştır. Her şeyin temeli adalettir. İslami ölçü olmadığından bu sorunlar hep oluyor. Kendi zalimiyle diğerlerinin zalimini insan ayrı tutmamalı. “Mazlumder” bir ara bu konuda güzel deyimler geliştirdi. Fakat şimdi Riyad Şakfa etkisiyle bunlar unutuldu. Yerini tekfir fetvaları aldı.
Suriye olayının 3. köprünün adının konulmasıyla bir ilgisi var mı?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Bilmiyorum! inşallah yoktur. fakat Suriye’deki olaylardan sonra “Yavuz Sultan Selim” adının konulması ister Dersim’deki Aleviler olsun, İster Nusayri olsun veya Anadolu Aleviliği, tüm Alevileri, Azerileri, Bektaşileri rahatsız etmiştir ve etmeye de devam edecektir.
Ayrıca bu köprüye bırakılacak isim mi kalmadı. “Resulü Ekrem”, “Ehlibeyt” isimleri bırakılabilirdi. Aslında insanların ismi değil de ortak insani değerlere vurgu yapan isimler de bırakılabilirdi, örneğin “Barış” köprüsü olabilirdi.
Bu köprü konusunda geri adım atacaklarına, isim değişikliğine gideceklerine inanıyor musunuz?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: -Hiç olmasa köprü konusunda atmaları gerekir diye düşünüyorum. Aksi taktirde tepkiler gitgide yayılacaktır. Ben bunu iyi niyetli olarak söylüyorum. Ben hiçbir partiden değilim, fakat Erdoğan’a Türkiye’de alternatif olabilecek bir lider şu an yok. Bunu açık söylüyorum.
Ama son dönemlerdeki yaklaşımları birçok kesim tarafından, hatta kendi arkadaşları tarafından eleştirilmeye başlandı.[/B]
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Şu anda çevresinin bazı kötü etkileri altında olduğuna inanıyorum. Öyle zannediyorum 2010 yılında Alevi Muharrem iftarında, ki ben de davetliydim, Alevi Reha Çamuroğlu’nun teşebbüsüyle yapılan bir Alevi iftarında yaptığı konuşma metnini yeniden kendisinin okumasını rica ediyorum. Oradaki konuşma ve hisler herkesi memnun etmişti. İmam Hüseyin hakkında söylediği, Kerbela hakkındaki söyledikleri çok önemliydi.
O hislerin geri dönmesini istiyoruz. Belki kendisi ondan uzaklaşmadı, ama çevresindeki bazı kişilerin kötü etkisiyle, bu iyi hislerin Türkiye’de uyandırdığı iyi sonuçlar, son derece ciddi bir şekilde tehlikeye girdi. En-Nusra tipi kişileri himaye eder pozuna girmekle, Tarık Haşimi, Riyad Şakva gibi insanları himayeye almış gibi görünmesi veya Maliki’ye “Yezid” demesi, kendisine sevgi duyan samimi bir toplumdan uzaklaştırdı.
SURİYE POLİTİKASINDAN BİR “U” DÖNÜŞÜ YAPMALIYIZ
Bekir Bozdağ Hizbullah’a “Hizbuşşeytan” dedi.
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Evet! Bekir Bozdağ tarafından Hizbullah’a “Hizbuşşeytan” denilmesi çok büyük bir hatadır. Nasıl olur bir Müslüman, Seyit Hasan Nasrallah gibi birine “Hizbuşşetan” diyebilir?
Bu şeşi “Beş” görmekten kurtulmak lazım. Hizbullah’a “Hizbuşşeytan” deyip, gerçek “Hizbuşşeytanları” mücahit görmek son derece yanlıştır.
Suriye politikasından bir “u” dönüşü yapmak lazım. Komşularımızla yeniden sıfır sorun çizgisine gelmek de hayırlı olacaktır.
Bu saatten sonra komşularımızı ikna edebilir miyiz?
PROF. HÜSEYİN HATEMİ: Edilir diye düşünüyorum. Ehlibety mektebine mensup olanlar İyi niyetlidirler. Mevlana’nın dediği gibi “gel yine gel, ne olursan ol gel!” diyen bir topluma kucak açmak gerekir. Ayetullah Sistani’yle görüşen, çok büyük bir sevgiyle karşılanan, bütün Şii Araplar tarafından, İran tarafından sevgiyle karşılanan Erdoğan, bu sevgilerini tamamen kaybetmedi, ama yüreklerini yaraladı. “Niye böyle oldu!” diye acı duymaya başladılar.
Bunları samimi olarak söyledim. İnşallah ülkemiz için gerekli huzur ve barış ortamını en kısa zamanda görürüz. (shafaqna)