
کارگر
İmam Hamanei: ''Amerika İran halkını seçimlerden soğutma niyetinde''
İmam Hamanei İran milletinin 14 Haziran tarihinde seçimlere katılarak atacağı hamaset nitelikli büyük adım ve coşkulu katılımı İslam nizamı, İslam ve inkılabı için önemli başarılar ve sonuçları müjdelediğini belirtti.
İmam Hamanei askeri akademi öğrencileri ve İmam Hüseyin(a.s) Askeri Okulu öğrencilerinin katıldığı merasimde halka cumhurbaşkanlığı adaylarını iyi tanıyıp en Salih adayı seçmeleri için onların sözleri ve sloganlarına son derece dikkatli olmalarını tavsiye ederek adaylara da İslam nizamının akılcı, dirayetli tutum ve usulleri üzerine vurgu yapıp propagandalarda başkalarını karalamak ve sert konuşmalardan kaçınmaları üzerinde durarak " İlahi yardımlarla bu ülke ve milletin yarının onurlu, aydın ve her kese örnek olabilecek bir yarın olacağını belirtti.
İmam Hamanei, halkın ilkelere doğru güçlü bir şekilde ilerlemeyi simgeleyecek şekilde seçimlere katılmasının kesinlikle uluslar arası izzet, dokunulmazlık ve uluslar arası onur sağlayıp dostların sevinmesi düşmanların ise üzülmesine neden olacağını belirtti.
İran milletine kötülük isteyenlerin halkı seçimlerden soğutmak için propagandalar yaptığına değinen İmam Hamanei, bu kapsamlı propagandanın nedeninin halkın coşkulu hareketinin düşmanlara ağır bedel ödetmesi olduğunu belirtti. Amerikalı yetkililerin İran seçimleri hakkında görüş belirtmesiyle ilgili ise İslam inkılabı rehberi İran seçimleri hakkında görüş belirtenlerin insansız uçaklarının Pakistan ve Afganistan'da mahrum kasabalar üzerine bombalar yağdırdığı ve katil Siyonist rejimi kayıtsız şartsız desteklemekle kendisi ile ilgili utanç tablosu çizdiğini söyledi.
Onların onurlu İran'ı eleştirmesinin cevap vermeye bile değmediği ve İran milleti ve yetkililerin bu eleştirilere itina etmemesi gerektiğine değinerek bu sözlerin millet için ibret verici olduğu zira onların İran seçimlerine ne derece hassas olduğunu ortaya koyduğunu belirtti.
Hizbullah, Suriye oyununa niçin girdi?
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah’ın 25 Mayıs konuşması, Suriye’ye yönelik uluslar arası savaşta yeni bir aşamaya girildiğine işaret ediyor.
Suriye’de yaşananları bir “uluslar arası savaş” ve savaşın taraflarını da “ABD ekseni ile Direniş ekseni” olarak ortaya koyan Nasrullah, Direniş’in “Suriye’yi yalnız bırakmayacağını” belirterek hem açık bir konum belirlemiş hem de bu uluslar arası savaşın girdiği yeni aşamayı ortaya koymuş oldu.
Hizbullah, girdiği her oyunu o oyunun kurallarına göre ve açık oynayan bir aktör olarak tanınıyor. Kararlarını misyonuyla belirlediği ilkeler çerçevesinde alıyor; sonuçlarından emin olmadığı adımlar atmıyor; ama bir adım attığı zaman da hem politik hem de pratik düzeyde bunu öngördüğü sonuca ulaşıncaya kadar açıkça ve kararlılıkla sürdürüyor.
2006 Temmuz Savaşı Hizbullah’ın büyük sınavı
Örneğin 2006 yılındaki Temmuz Savaşını hatırlayalım. Bu savaşı hazırlayan şartlar da savaşın şekli de İsrail tarafından belirlenmişti.
Temmuz Savaşı’nın şartları İsrail tarafından oluşturuldu çünkü İsrail, 2004 yılında Almanya’nın arabuluculuğuyla gerçekleşen esir takası anlaşması sırasında İsrail, 1989’da kaçırdığı Hizbullah liderlerinden Abdulkerim Ubeyd ile 1994’te kaçırdığı Mustafa Dirani’yi, Hizbullah tarafından 15 Ekim 2000’de esir alınan Albay Elhanan Tennenbaum karşılığında serbest bırakmış; ancak FHKC üyesi Semir Kuntar’ı serbest bırakmaya yanaşmamıştı.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah, esir takası sonrasında düzenlenen törende yaptığı konuşmada İsrail’in Semir Kuntar’ı serbest bırakmamakla hata yaptığını belirtmiş ve direniş olgusunun sembol ismi olan Semir Kuntar’ı kurtarma vaadinde bulunmuştu.
Hizbullah, 12 Temmuz 2006’da “Vaadun Sadık/Doğru Vaat” adlı operasyonla iki İsrail askerini esir alarak Nasrullah’ın Semir Kuntar’ı özgürlüğüne kavuşturma vaadine ilişkin ilk adımı attı.[1]
Ancak bu olaydan yaklaşık bir hafta önce Gilad Şalit adlı bir askerini Filistin direnişine kaptıran İsrail, Hizbullah’la esir takası süreci başlatarak sorunu çözmek yerine, dönemin ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın ifadesiyle “Yeni Ortadoğu’yu kurmak” üzere Lübnan’a “açık savaş” ilan etti.
Nasrullah, “Harbun meftuh” diye nitelediği İsrail’in bu “açık savaş” ilanını “aptallık” olarak niteledi; ancak restini de gördü.
1967’deki Haziran Savaşına doğrudan veya dolaylı katılan 9 Arap ülkesini 6 günde hezimete uğratan İsrail, 33 gün süren bu savaştan, Winograd Komisyonunun da itirafıyla yenik çıktı.[2]
Kuzey Birlikleri Komutanı Udi Adam ve Genelkurmay Başkanı Dan Halutz görevden alındı. Dönemin Savunma Bakanı Amir Peretz’in siyasi geleceği sona erdi, nihayet 2006’da esir takasına yanaşmayan İsrail, Temmuz Savaşı hezimeti sonrasında 16 Temmuz 2008’de iki askerinin cesedine karşılık Semir Kuntar’ı serbest bırakmak zorunda kaldı.
2008 Hizbullah’ın iç cephe ile sınavı
2006’da şartlarını ve kurallarını İsrail’in belirlediği oyundan zaferle çıkan Hizbullah, 2008’de yeni bir sınavla karşılaştı.
2008’deki kriz, 2006’da dış cephede geniş bir kamuoyu desteği toplamayı ve Lübnan kabinesinde belirleyici olmayı başaran Hizbullah[3] açısından çok daha karmaşık ve yönetilmesi zor bir sınavdı.
Çünkü 2006’da İsrail’in Hizbullah’ı ortadan kaldırmasına umut bağlayan iktidardaki 14 Mart İttifakı, 2008’de Hizbullah’ın silahını tartışmaya açmış ve Hizbullah’ın savaş kapasitesinin en önemli unsurlarından biri olan iletişim şebekelerini yasadışı ilan ederek yok edileceğini açıklamıştı.[4]
Bu durum, silahının meşruiyetini ülke savunmasından alan ve namlusunu hiçbir zaman içeriye doğrultmamış olan Hizbullah açısından çok ciddi bir sınavdı.
Çünkü bir tarafta istihbarat alanında teknik ve insani düzeyde son derece üstün olan İsrail’e karşı kendisine iletişim güvenliği sağlayan özel telefon şebekesinin geleceği, diğer tarafta ise Lübnan iç barışı söz konusuydu.
Batı ve Arap rejimleri tarafından desteklenen iktidardaki 14 Mart İttifakı, Hizbullah’ı İsrail’e karşı olan silahının geleceği ile Lübnan iç barışı arasında tercihe zorluyordu.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah, 8 Mayıs’ta Lübnan iç barışını ısrarla vurgulayarak ve Hizbullah’ın Şii, Sünni ve Hıristiyan müttefikleriyle iç barışın garantisi olduğunu belirterek “Hizbullah’ın silahına uzanan eli keseriz”[5] dedi. Nitekim bir gün sonra ülkeyi kaosa sürükleyen 14 Martçı silahlı milisler, Hizbullah ve müttefikleri tarafından tutuklanarak Lübnan ordusuna teslim edildi[6] ve sorun daha fazla büyümeden çözümlenmiş oldu.[7]
Suriye sınavı
Suriye’deki olayların “demokrasi ve değişim” talepleriyle sınırlı olduğu dönemde Hizbullah, şu noktaları vurgulamış ve arabuluculuk girişimlerinde de bulunmuştu.
1- Muhaliflerin haklı ve meşru talepleri vardır ve Suriye yönetimi bunları karşılamalıdır.
2- Suriye’deki sorun siyasidir, mezhepçilik söylemleri ile şiddetin bir araç olarak kullanılması kabul edilemez.
3- ABD ve müttefiklerinin Suriye’nin direnişten yana olan tarihsel konumunu ve rolünü hedef alan komploları göz ardı edilemez.
4- Sorunun uluslar arası tarafların müdahaleleriyle karmaşıklaştırılmaması ve sorunun barışçı çözümü için Suriye yönetimi ile muhalifler diyalog kurmalıdır.
Ulusal Koalisyon adlı muhalif örgütün önde gelen isimlerinden Heysem Malih’in 7 Mart 2011’de cezaevinden serbest bırakılmasını sağlayan[8] Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah, Şam yönetimi ile muhalif liderler arasında çok sayıda arabuluculuk girişiminde de bulundu.
Şam yönetiminin kabul ettiği, muhalif liderlerin çoğunun ise reddettiği tüm bu girişimlere rağmen Hizbullah, olayların başından beri Suriye yönetimi adına “halkı öldürmekle” suçlandı, Hizbullah’la Şam yönetimi arasındaki İsrail karşıtı siyasi ittifak, mezhebi sebeplerle açıklandı.
Hizbullah Genel Sekreteri Nasrullah, 2006 ve 2008’deki gelişmelerde olduğu gibi Suriye konusunda da açık oldu ve oyunun kurallarına bağlı kaldı.
Nitekim Suriye’ye verdiği güçlü politik desteği gizlemedi. Kusayr’da silahlı grupların saldırılarına ve göçe zorlama tehditlerine uğrayan Lübnanlılara askeri destek verdiğini inkar etmedi. Ancak düne kadar da Suriye’deki oyuna açıkça dahil olmadı.
Hizbullah oyuna neden girdi?
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrullah, dün yaptığı konuşmada “Suriye, Direniş’in sırtıdır, destekçisidir; Direniş de sırtına darbe vurulması karşısında hiçbir şey yapmadan beklemeyecektir. Biz üzerimize gelen bir komplo karşısında sadece izlemekle yetinecek ve hareketsiz bir şekilde bekleyecek kadar cahil ve aptal değiliz” diyerek Suriye’deki oyuna girdiğini açıkça ilan etti.
Suriye’de yaşanan olayın özellikle 18 Temmuz 2012’den itibaren artık “bir reform ve değişim talebi” değil, ABD ve müttefiklerinin açık bir vekalet savaşı olduğunun ortaya çıkmasına rağmen Hizbullah, düne kadar oyuna girmemiş, zahiri “kurallara” uymayı sürdürmüştü.
Çünkü her ne kadar Suriye’ye yönelik savaşın asılları ABD ve müttefikleri olsa da sahada sadece onların vekilleri bulunuyordu; dolayısıyla da Hizbullah bu zahiri “kurala” uyarak sahaya doğrudan girmemeyi tercih etmişti.
İsrail’in joker olarak oyuna girmesi tüm dengeyi değiştirdi
Aralık ayında Suriye’deki kimyasal silah meselesi üzerinden oluşan Türkiye, Amerika, İsrail ve Ürdün kombinasyonu,[9] İsrail’i joker oyuncu olarak devreye soktu.
Ocak sonunda ve mayıs başında “Hizbullah’a giden silahlar” bahanesiyle Suriye’yi vuran İsrail, sahadaki silahlı gruplara hava desteği oluşturma misyonuyla oyuna girdi.
Suriye ordusunun Kusayr’ın silahlı gruplardan temizlediği bir bölgesinde gelişmiş iletişim teçhizatları içeren bir İsrail askeri aracı ele geçirmesi[10], İsrail’in muhaliflere verdiği desteğin sadece hava şemsiyesi oluşturmakla sınırlı olmadığını ortaya koydu.
Libya’da NATO’nun oynadığı rolün Suriye’de İsrail’e verilmesi, Şam’ın müttefiklerini de joker kullanmaya mecbur etti.
Şam’ın müttefiklerinin sahaya sürdüğü ilk joker Rusya’nın S-300 füzeleri oldu. S-300 faktörünün ABD’nin Cenevre’ye dümen kırmasında etkili olduğu görülüyor. Ancak Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ABD ile birlikte Cenevre sonrası için bir “B” planı hazırladıklarına dair açıklaması[11] Cenevre sürecine de Annan planının akıbetinin hazırlandığını düşündürüyor.
Hizbullah, Suriye oyununa ikinci bir joker olarak girerek oyuna İsrail’i sokan ABD ve müttefiklerinin bölgesel savaş restini gördüğünü ortaya koymuş oldu.
Nasrullah, dünkü konuşmasında ABD ve müttefiklerine bölgesel savaş tehdidiyle Şam’ın müttefiklerini korkutamayacaklarının mesajını “Sabır ve fedakarlıkla bu süreci aşacağız, tıpkı Temmuz Savaşı başlarında size zafer vaat ettiğim gibi bugün de yine size zafer vaat ediyorum”[12] diyerek verdi.
--------------------------------------------------------------------------------
[1]http://www.ydh.com.tr/YD92_hizbullah-bu-operasyonu-neden-yapti.html
[2]http://www.ydh.com.tr/HD4438_mose-arenz--600-sayfalik-raporun-ozeti--biz-yenildik.html
[3]http://www.ydh.com.tr/YD150_hizbullah-1701i-tehditten-firsata-donusturuyor-.html
[4]http://www.ydh.com.tr/HD4899_sinyora-hukumeti--hizbullahin-kameralari-ve-telefon-sebekesi-yasadisidir.html
[5]http://www.ydh.com.tr/HD4917_nasrullah--silahimiza-uzanan-elleri-keseriz.html
[6]http://www.ydh.com.tr/HD4932_muhalifler-beyrutun-tamaminda-kontrolu-sagladi-ordu-cekildigi-yerlere-yeniden-girdi.html
[7]http://www.ydh.com.tr/HD4953_hizbullahtan-yasanan-son-gelismelerle-ilgili-aciklama.html
[8]http://www.almayadeen.net/ar/Programs/Episode/5Kx0o5YRgEioC6GQATjqzQ/3/2013-03-29-
[9]http://alhayat.com/Details/458942
[10]http://www.ydh.com.tr/HD11850_suriye-ordusu-kusayrda-bir-israil-araci-ele-gecirdi.html
[11]http://www.israhaber.com/ahmet-davutoglu-amerika-ile-suriye-icin-b-planimiz-hazir-15235-haberi.html
[12]http://www.ydh.com.tr/HD11871_suriyeyi-yalniz-birakmayacagiz-zafer-vaat-ediyorum.html
Alptekin
''Başbakan’ın Gazze’ye gitmesinin bir manası kalmadı''
Başbakan Erdoğan’ın Amerika ziyaretini değerlendiren gazeteci-yazar Ali Bulaç, "Türkiye isteklerinin neredeyse hiçbirini Obama’ya kabul ettiremedi" diyerek görüşmenin kalıcı iyi bir sonuç vermediğini dile getirdi.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde birçok Bakanın da aralarında bulunduğu kalabalık bir heyetle Amerika Birleşik Devletleri’ne yaptığı ziyaretin yankısı sürüyor.
Başbakan Erdoğan’ın ziyareti “resmi çalışma ziyareti” olmasına rağmen “devlet ziyareti” gibi ele alındı. Beyaz Saray’a askeri törenle gelen Erdoğan’ın geçeceği yol üzerinde ABD’nin 50 eyaletini ve 6 bölgesini temsil eden 56 bayrak, askerler tarafından taşındı. Ziyarette Başbakan Erdoğan, Obama’yla baş başa uzun bir görüşme gerçekleştirdi. Konuşulan konular arasında Suriye meselesi, Gazze ziyareti ve çözüm süreci gibi önemli meseleler masaya yatırıldı. Ancak bu ziyaretle Türkiye’nin Suriye politikasında Amerika’dan istediğini alamaması, aksine Batı’nın ve Rusya’nın da istediği siyasi diyalog çizgisini kabul ederek geri adım atması ve ayrıca Gazze ziyaretine Batı Şeria’nın da eklenmesi, Türkiye için başarısız bir ziyaret olarak değerlendiriliyor.
Çok büyük ümitler bağlamıştı fakat…
Başbakan Erdoğan’ın Amerika ziyaretini gazetemize değerlendiren gazeteci yazar Ali Bulaç önemli açıklamalarda bulundu: “Genel anlamda söylemek icap ederse başarılı bir ziyaret olmadı” diyen Bulaç, “Çünkü Başbakan’ın bir gündemi vardı. Bu gündemle Amerika’ya gitti, Obama ile görüştü. Ve bu görüşmeye çok büyük ümitler bağlamıştı. Fakat Türkiye isteklerinin neredeyse hiçbirini Obama’ya kabul ettirmedi. Çünkü Türkiye, Suriye için Amerika ve NATO kuvvetlerinin fiili müdahalesini arzu ediyordu üstü kapalı bir şekilde ancak Amerika hiçbir şekilde müdahale etmeyi düşünmediğini belli etti.” dedi. Diğer yandan Türkiye’nin istekleri arasında Suriye'nin için uçuşa yasak bölge ilan edilmesi planının olduğunu da söyleyen Bulaç, Amerika’nın ona da yanaşmadığını dile getirdi.
Cenevre anlaşmasını kabul etmişseniz Esed’i de kabul etmiş oluyorsunuz
Ziyaretle Türkiye’nin kendi arzuladıklarını kabul ettiremediği gibi Amerika’nın isteklerini de kabul ettiğine dikkat çeken gazeteci Bulaç şöyle konuştu: “Bölge ülkeleri müdahildir. Dolayısıyla Rusya ve Çin faktörünü göz önüne almak gerekir. En önemlisi Türkiye, Cenevre anlaşmasını kabul etti. Ki Başbakan Cenevre için ipe un serme diyordu, yani yanaşmıyordu Cenevre anlaşmasına. Ama bunu kabul etti. Esed’siz bir geçişten bahsediyor fakat Cenevre anlaşmasını kabul etmişseniz dolaylı yoldan Esed’i kabul etmiş oluyorsunuz. Çünkü Cenevre anlaşmasına göre muhaliflerle Baas rejimi ortak bir geçiş hükümeti kuracak, 2014 yılına kadar da Esed başta kalacak. 2014’te seçimler yapıldığında aday olup olmayacağına kendisi karar verecek. Dolayısıyla Türkiye bu isteğini de kabul ettiremedi. Sadece siyasi ve diplomatik desteğe devam edileceğini söyledi Amerika Birleşik Devletleri.”
Başbakan’ın Gazze’ye gitmesinin bir manası kalmadı
Başbakan Erdoğan, geçtiğimiz haftalarda Mayıs ayı sonunda Gazze’yi ziyaret edeceğini açıklamış, ardından ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ziyareti ileri bir tarihe ertelenmesi iyi olur diyerek krize neden olmuştu. Bunun üzerine ikinci bir açıklama yapan Başbakan da Gazze ziyaretinin zamanında yapılacağını söylemişti. Ancak Başbakan’ın Amerika turunda Gazze ziyaretine Batı Şeria’yı da eklemesi verilen bir taviz olarak değerlendiriliyor.
Başbakan Erdoğan’ın Gazze ziyaretine de değinen gazeteci Ali Bulaç, “Gazze’ye gidecekti Sayın Başbakan, bunu ısrarla söylüyordu. Fakat Amerika’da, eğer Gazze’ye gidecekse Batı Şeria’ya da gitmesi gerektiğini söylediler. Başbakan da bunu kabul etti. Tabi bu durumda Gazze’ye gitmesinin manası kalmadı. Çünkü eğer Batı Şeria’ya gidecek olursa hem HAMAS devre dışı kalmış olacak, hem de İsrail işgali tescil edilmiş olacak Türkiye tarafından” diyerek Başbakanın da karşı çıktığı bu kabul edilemez durumun, Amerikan ziyareti sonrası değişerek maalesef kabul edildiğine dikkat çekti.
Reyhanlı zikredildi, üstünde durulmadı
Sonuç olarak hangi açıdan bakılırsa bakılsın Amerikan gezisinin herhangi kalıcı iyi bir sonuç vermediğini söyleyen Bulaç, “Türkiye’nin çok ısrarla öne sürdüğü kimyasal silah meselesi vardı ki bu Amerika’nın da kırmızıçizgisiydi. Eğer Suriye’de kimyasal silah kullanıldığı kanıtlanırsa bu müdahaleye sebep teşkil edecekti. ABD, Türkiye’nin elindeki kanıtları kabul etmekle birlikte yeterli bulmadığını ifade etti. Yani dolayısıyla henüz kırmızıçizgi oluşmuş değil” diye konuştu.
Reyhanlı’daki bombalı saldırıya da değinen Bulaç, Reyhanlı’daki patlamanın sadece zikredildiğini, üstünde durulmadığını belirterek “bunun da altını çizmekte fayda var” dedi.
Savaş tüm bölgeye yayılarak mezhep savaşına dönüşebilir
Bütün bu faktörlerin göz önünde bulundurulduğunda çok önemli bir sonucun çıktığını söylemenin zor olduğunu vurgulayan gazeteci-yazar Ali Bulaç, “Bu da bize şunu gösteriyor, Suriye’deki savaş daha uzun süre devam edebilir. Ve bu giderek bölgeye yayılarak durumu mezhep savaşına götürebilir. Burada yapılması icap eden şey şudur: Büyük güçleri karıştırmadan bölge ülkeleri kendi aralarında oturup müzakere edecekler, halledecekler. Bir an önce bu savaşın durması için ellerinden geleni yapacaklar” diyerek bundan başka bir çözümün görünmediğini dile getirdi.
Suriye’de çözüm için İran çok önemli bir aktör
Başbakan Erdoğan’ın Amerika ziyaretini gazetemize değerlendiren bir diğer isim de Zirve Üniversitesi Ortadoğu Araştırmalar Merkezi Başkanı Doç. Dr. Gökhan Bacık oldu.
Suriye krizinde bütün ülkelerin gücünü test etmiş ve bir bakıma güçlerinin sınırına gelmiş bulunduklarını belirten Doç. Dr. Gökhan Bacık, Rusya’nın istemediği takdirde Suriye konusunda ilerleme olmadığının net bir şekilde ortaya çıktığını belirtti. Başbakan Erdoğan’ın Amerikan ziyaretinde Obama ile yaptığı görüşme sonrası yapılan açıklamaları değerlendiren Gökhan Bacık, tablonun Suriye konusunda ABD olmadan tek taraflı bir şey yapılamayacağını gösterdiğini, bu durumun Türkiye’nin geri adım atarak başa dönmesi olarak yorumlanabileceğini ifade etti. İran’ın Cenevre’de yapılacak konferansa davet edilmesini önemli bir gelişme olarak gören Bacık, Suriye’nin çözüme kavuşması konusunda İran’ın çok önemli bir aktör olduğuna dikkat çekti.
(İLKHA)
Yaptırımlara rağmen İran dünyanın en büyük 28. ihracatçısı
Dünya Ticaret Örgütü (WTO), uluslararası yaptırımlara rağmen İran’ın dünyanın en büyük 28. ihracatçı ülke olduğunu bildirdi.
Dünya Ticaret Örgütü (WTO) tarafından yayınlanan 2013 raporunda İran geçen yılda 96 milyar dolar değerinde mal ihraç ederek, dünyanın en büyük 28. ihracatçı ülke olduğunu bildirildi.
Bu rapora göre, Çin geçen yılda 2 bin 49 milyar dolarla dünyanın yüzde 11.2 dünya ihracat hacmini kendine tahsis etmiştir. Amerika ve Almanya ise sırayla bin 547 milyar dolar ve bin 407 milyar dolarla ikinci ve üçüncü sırada yer almışlardır.
Bu rapora göre Amerika 2 bin 335 milyar dolarla dünyanın en büyük ticari hizmet ithalatçı ülke olarak birinci sırada yerleşmiştir.
hükümetin politikaları değil midir ülkemizi bu cadı kazanının tam ortasına sokan?
Evet, ne yazık ki iyi günler bitiyor. Şimdi hesabı ödeme zamanı. Türkiye’ye acı faturalar kesilmeye başlandı. Bir barış sürecinden geçerken, bir başka savaş sürecine doğru yol alıyoruz.
Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde meydana gelen olaylar Türkiye için olağanlaşır mı dersiniz? Böyle bir musîbeti her halde hiç kimse arzu etmez. Ama neden olmasın?
Eğer bir ülke topyekûn komşu ülkesinde başlayan bir muhalefet hareketine kapılarını açar ve onları kendi topraklarında barındırırsa, bu türden provokatif tedhiş vak’alarına da kapısını açmış demektir.
Suriye’de rejimin alternatifi olarak bir araya gelen muhalif güçlerin merkezi Türkiye… Suriye rejimi toprakları dışında oluşturulan bu hükümete çoktan “İstanbul Hükümeti” adını takmıştı.
Hal böyle olunca Türkiye açık bir hedef haline gelmiştir.
Öte yandan ülkemiz topraklarında gerçekleşen her vak’anın birinci derecede sorumlusu ülkenin yönetiminden sorumlu olan hükümettir. Zaten hükümetin politikaları değil midir ülkemizi bu cadı kazanının tam ortasına sokan?
Reyhanlı’da yaşanan olaylar hükümet politikalarının güllük gülistanlık bir Türkiye değil, tam da düşmanlarımızın istediği gibi bir “Orta Doğu ülkesi” olan Türkiye’ye doğru bizi sürüklediğinin en açık delilidir.
Şimdi bu esnada olayın ve gelecek olayların faillerine isim takma zahmetine hiç kimse girmesin. Olayın faili Esad’tır, olayın faili Mossad’tır, olayın faili ÖSO’dur, olayın faili DHKP-C’dir… Vesaire, vesaire… Bunun yakın bir zamanda pek bir anlamı kalmayacaktır.
Zira failden çok, müsebbibi tartışmamız lâzım. Bu olayın sebep ve müsebbipleri kimlerdir onları konuşmamız gerekiyor. Çünkü fail yani kukla çok kolaylıkla kiralanabilir. Ama kuklacıları bulmak esastır.
Televizyonlarda, gazetelerde yeni türeyen “terör uzmanları”, “bölge uzmanları” ve benzeri daha önce rastlamadığımız bin bir çeşit uzman, daha olayın ilk saatlerinde zaten zihin yönlendirmesi ile adresi göstermiştir. Ancak hiçbiri kalkıp bunun mantıklı gerekçelerini adam akıllı ortaya koymamıştır.
Bakanlarımız da boy boy açıklamalarla failleri tesbit ettiklerini, bağlantılarını ve hatta emri verenleri bile açıklayacak durumda bir görüntü çizmişlerdir. Madem bu kadar hızlı bir istihbarat ağımız var, o halde olayın önlenmesi adına neden bu kudretli istihbarat harekete geçmedi? Patlamaları müteakip, jet hızında fail açıklanabiliyorsa, demek ki biraz daha titiz bir çalışmayla önlenmesi de mümkün olabilirdi. Bu durumda sorumlular hesap vermelidir. Zira son açıklamaya göre MİT bombalı araçlarla ilgili uyarıda bulunmuş. Madem bombalı araçlar tesbit edilmişti, neden takibi yapılmadı. Ve kimileri tarafından Suriye’de yüklendiği söylenen bu bombalı araçlar nasıl oldu da sınırlarımızdan geçebildi? Bir bomba yüklü minibüsün sınırdan geçebilmesi nasıl mümkün olabilmektedir? Birini geçtik, iki tanesi birden hatta bir üçüncüsü daha nasıl sınırlarımızı geçebiliyor? Bunlar dağlardan tepelerden mi geçti? Yoksa oraya duble yollar yapıldı da haberimiz mi yok? Yok eğer dışardan değil de içeriden ise, gözümüzün önünde cereyan eden bu hadiseyi nasıl oldu da es geçtik?
Dış İşleri Bakanı da, İç İşleri Bakanı da, Başbakan da, Genelkurmay Başkanı da olayı kınamakla meşgul… Bunlar kendilerini sivil toplum örgütü mü sanıyorlar? Ülkedeki her olumlu gelişmede başarıyı sahiplenip, ballandıra ballandıra anlatan bu yetkililer, neden böyle bir olay olduğunda sorumluluğu üstlenip, hesap vermek yerine, sadece kınamakla yetiniyorlar?
Yetkililer çıkıp hesap vermelidir bu konularda… Veremiyorlarsa istifa etmeliler. Patlamalarla ilgili yayın yasağı aldırmak en kolayıdır. Yayın yasağının gerekçesi de, “Efendim deliller görünmesin” diyeymiş. Acaba gizlenmek istenen nedir? Güvenlik zafiyetinin açığa çıkması mı, yoksa faillerle ilgili yanlış yönlendirmelerin ifşa olması mı? Olay mahallinde görülen ilginç detaylarla ilgili neden hiç kimse açıklama yapmıyor? Neden bunlar gizlenmek ve örtbas edilmek isteniyor?
Eğer Türkiye bu sorularına cevap aramaz ve hesabını sormazsa, üzülerek söylemek gerekir ki, 35 yıldır içinden çıkmakta zorlandığımız o girdaptan, daha şedit ve kanlı bir girdaba sürüklenme ihtimalimiz var…
Allah Türkiye’yi ve bütün bölgeyi korusun…
Umut YAVUZ
Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.
Suriye’de Hizbullah mı savaşıyor?
Suriye’de 19 Farklı Ülkeden Getirilerek Savaşan Teröristler Ne Olacak?
Suriye şu anda bir tarafında halk, diğer tarafında El Kaide gibi terörist gruplara bağlı silahlı teröristlerle karşı karşıya bulunmaktadır. Suriye’de halka ve devlete karşı savaşan El Kaide gibi terör örgütlerine bağlı silahlı terör grupları direk olarak Suudi Arabistan, Katar, Türkiye ve bölge üzerinde planları olan ülkeler tarafından finansal ve askeri olarak desteklenmektedir. Ayrıca silahların terörist gruplara ulaşması için İsrailli askeri şirketler aktif olarak çalışmaktadır.
Suriye devlet ve milletine karşı savaşan terörist tekfiri gruplar 19 farklı ülkeden ülkeye giriş yapmıştır. Bunlardan bazıları Arap ve yabancı ülkelerde ömür boyu hapse mahkum olan mahkumlar! Bu kişiler hapisten çıkarılarak Suriye devletine karşı savaşmaları için kendilerine bir şans verilmektedir.
Suriye devleti geçen ay 19 farklı ülkeden gelerek ülkede kaos ortamı yaratan kişilerden 108 tanesinin ismini yayınladı. Yayınlanan listede: Afganistan, Cezayir, Azerbaycan, Çat, Mısır, Irak, Türkiye, Ürdün, Kuveyt, Libya, Lübnan, Pakistan, Filistin, Katar, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Yemen ve Çeçenistan gibi ülkelerin adı bulunuyor.
Halbuki olaylar daha önce Suriye halkının Beşşar Esad hükümetine karşı bir başkaldırısı ve ayaklanması olarak dünyaya tanıtılmakta ve halkın Suriye devletini istemediği yaygaraları kopartılıyordu. Şu anda tüm bunların Suriye devletini içeriden taşeronlar aracılığı ile masrafsız (Paralar Suudi Arabistan ve Katar gibi Arap ülkelerinden çıkmaktadır!) ve askeri güç kullanmadan (askerler Müslüman devletlerden getirilmekte ve Müslümanlar Müslümanlar eliyle kırdırtılmaktadır) İsrail için parçalanma tezgahı olduğu net olarak ortaya çıkmış bulunuyor.
ABNA
İran Suriye’ye askeri güç gönderdiği iddiasını reddetti
İran Savunma Bakanı Tuğgeneral Ahmed Vahidi, Suriye'ye her türlü askeri güç gönderildiği haberini yalanladı.
Konu ile ilgili çıkan asılsız haberlere tepki gösteren Tuğgeneral Ahmed Vahidi, İran yönetimi Suriye krizine karşı ilkeli bir politika izlediğini ve Suriye'ye askeri güç göndermeye inanmadığını belirtti.
Tuğgeneral Vahidi Suriye düşmanlarının bu tür yalan iddialarla bölge ve dünya kamuoyunu kandırmaya ve Suriye yönetiminin teröristlere karşı zaferinden saptırmaya ve bu zaferlerde Suriye milleti, devleti ve ordunun rolünü küçümsemeye çalıştığını vurguladı.
Tuğgeneral Vahidi, aslında başka ülkeleri Suriye'ye müdahale etmekle suçlayan devletlerin Irak ve Afganistan'da savaş suçu işlemek ve Filistin ve Lübnan'da Siyonist İsrail'in cinayetlerine destek vermekle bölgeyi savaş alanına çevirdiklerini ve Ortadoğu'da savaş ve şiddeti tırmandırmaktan başka amaçları olmadığını ifade etti.
Türkiye yanlış hesaplarını İran’a mal etmesin
Türkiye Dışişleri Bakanı’nın sözlerine tepki gösteren İran İslami Şura Mecisi Başkanı, Türkiye yanlış hesaplamalarını İran’a ve Hizbullah’a mal etmemesi gerektiğini ifade etti.
Mehr haber ajansı parlamento muhabirinin bildirdiğine göre, bugünkü meclisin açık oturumunda konuşan İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Suriye arenasında Haz. Zeynep’i(s.a) koruyan Hizbullah’ı takdir ederek, bugünkü Yezidiler Peyğamber(s) efendimizin kabrini bile tahrip etmek niyetinde olduklarını dile getirdi.
Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun İran’a yönelttiği suçlamalara tepki gösteren Laricani, Türkiye yanlış hesaplamalarını İran’a ve Hizbullah’a mal etmemesi gerektiğini ifade etti.
Suriye meselesi bir içi mesele olduğunu, bu sorunun içten çözülmesi gerektiğini ve aşırı gruplara silah göndererek bölgedeki ateşin daha alevleneceği İran’ın bu tezini hatırlatan İslami Şura Meclisi Başkanı, durumu yanlış analiz edenler ileriye doğru kaçarak başkaları suçlamadan vazgeçmeleri gerektiğinin altını çizdi.
Laricani, “Bölge güvenliği için etkin rol almayı istekli olan Türkiye yönetimi mezhebi çatışmaların önüne geçmeli ve onu daha da alevlendirmemeli”diye konuştu.
Allah “Rahman Arşa İstiva Etti” Sözünün Anlamı
Muhammed b. Marid şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin "Rahman, arş'a istiva etmiştir."[1] (Ta-ha, 5)” ayetinin anlamı soruldu.
Buyurdu ki: “Her şeye karşı eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”
Abdurrahman b. Haccac şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah'a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm), "Rahman, arş'a istiva etmiştir." ayetini sordum.
Buyurdu ki: “Her şeyde eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir. Uzak bir şey O'na uzak olmaz ve yakın bir şey O'na yakın olmaz. Her şey O'na göre eşit konumdadır.”
Selman-ı Farisî'ye dayandırılan uzun bir hadiste Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve âlih) vefatından sonra Hıristiyanların lideri “Caslik” yüz kişiyle birlikte Medine’ye gelerek Ebu Bekir’e bazı konular hakkında sorular sordu. Onlara cevap veremediğinden onları Emirü’l Müminin’e (aleyhi selâm) yönlendirdiler. Onlar, sorularını sorarak cevaplarını aldılar. Caslik’in sorduğu sorulardan biri de şuydu: “Bana rabbinden haber ver: o nerededir ve nerede idi?” Emirü’l Müminin Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Celalet sahibi olan Allah mekânla vasfedilmez. O olduğu gibidir ve olduğu gibi kalacaktır. Bir mekânda değildi ve bir yerden başka bir yere hareket etmedi. Mekân onu kapsamaz, bilâkis her zaman sınırsız ve keyfiyetsizdi.”
Dedi ki: “Doğru söyledin. Şimdi de bana rabbinden bahset: acaba O dünyada mıdır, yoksa ahrette mi?” Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Rabbimiz dünyadan önce daima vardı ve her zamanda olacak. O, dünyayı yönetip, ahireti bilendir. Dünya ve ahiretin Onu kapsadığı doğru değildir. O, dünya ve ahirette olan şeyleri bilir.” Dedi ki: “Doğru söyledin. Allah sana rahmet etsin. Sonra şöyle sordu: “Bana rabbinden haber ver: acaba O mu bir şeyi yükler, yoksa bir şey mi Ona yükletilir?” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Kuşkusuz rabbimiz Celle Celaluhu, yükler, ama yüklenmez.” Nasranî dedi ki: “Bu nasıl olur? Biz İncil’de şöyle okumaktayız: “Rabbinin arş’ını o gün (kıyamet günü) sekiz (melek) başlarının üstünde taşırlar.” Hz. Ali (aleyhi selâm) şöyle buyurdu: “Arşı melekler taşır. Arş, senin sandığın gibi, taht benzeri bir şey değildir. O sınırlanmış, yaratılmış, plânlanmış bir şeydir. Senin Rabbin Azze ve Celle onun malikidir. Bir şeyin üzerindeki bir şey gibi onun üzerinde değildir. Meleklere onu taşımasını emretti. Onlara verdiği kudretle arş’ı taşırlar.” Nasranî dedi ki: “Doğru söyledin, Allah sana rahmet etsin.”
Hasan b. Musa el-Haşşab, hadis rivayet ettiği adamlarının bazısından, onlar da Ebu Abdullah’dan (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) şöyle rivayet etmişlerdir:
İmam'a Allah Azze ve Celle’nin: "Rahman, arşa istiva etmiştir. (Taha, 5)” ayetiyle ilgili bir soru soruldu. Buyurdu ki: “Her şeye karşı eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”
Ebu Basir şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse küfre girmiştir.”
Dedim ki: “Bunu bana açıkla.”
Buyurdu ki: “Bir şeyin O'nu kapsamasını veya bir şeyin O'nu korumasını ya da bir şeyin O'nu geçmesini kastediyorum.”
Diğer bir rivayette İmam’ın (aleyhi selâm) şöyle buyurduğu belirtiliyor:
“Allah'ın bir şeyden olduğunu iddia eden kimse, O'nu sonradan olma bir varlık konumuna indirmiş olur. Allah'ın bir şeyin içinde olduğunu ileri süren kimse, O'nu bir alanla sınırlandırmış olur. O'nun bir şeyin üzerinde olduğunu söyleyen bir kimse, O'nu taşınır bir şey durumuna düşürmüş olur.”
Mukatil b. Süleyman şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah’a (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) Allah Azze ve Celle’nin: "Rahman, arşa istiva etmiştir." (Taha, 5) ayetinin ne anlama geldiğini sordum şöyle buyurdu: “Her şeye eşit konumdadır. Bir şey başka bir şeye göre O'na daha yakın değildir.”
Aynı senetle Hammad şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse yalan söylemiştir.”
Mufaddal b. Ömer, şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Abdullah (İmam Cafer Sadık aleyhi selâm) buyurdu ki: “Allah Azze ve Celle’nin bir şeyden veya bir şeyin içinde ya da bir şeyin üzerinde olduğunu iddia eden kimse şirk koşmuştur.” Sonra şöyle buyurdu: “Allah'ın bir şeyden olduğunu iddia eden kimse, O'nu sonradan olma bir varlık konumuna indirmiş olur. Allah'ın bir şeyin içinde olduğunu ileri süren kimse, O'nu bir alanla sınırlandırmış olur. O'nun bir şeyin üzerinde olduğunu söyleyen bir kimse, O'nu taşınır bir şey durumuna düşürmüş olur.”[i]
ABNA.İR
--------------------------------------------------------------------------------
[1]—Sonra arşa kuruldu..." (A'raf, 54) ayeti ile buna benzer ayetlerin anlamı hakkında farklı görüşler vardır. Selefîlerin çoğu, bu ve benzeri ayetlerin müteşabih oldukları ve bu itibarla bunlara ait bilginin Allah'a havale edilmesi gerektiği görüşündedirler. Bunlar dinî gerçekleri incelemeyi, Kur'ân'ın ve sünnetin zahirinin arka plânını irdelemeyi bidat sayarlar. Oysa bu konuda akıl onları hatalı gördüğü gibi, Kur'ân ve sünnet de kendilerini onaylamıyor. Çünkü Kur'ân, Allah'ın ayetleri hakkında akıl yürütmeyi ısrarla teşvik eder, Allah'ı ve ayetlerini yeterli derecede anlamaya çağırır. Bunun için düşünmeyi, değerlendirmeyi, irdelemeyi ve aklî delillere başvurmayı özendirir. Mütevatir hadisler de bu ayetlerle aynı paralelde mesajlar verirler. Bir şeyin öncülünü, başlangıcını emredip sonucunu yasaklamak anlamsız olur. Bunlar, Kur'ân'ın ve sünnetin gerçeklerini incelemeyi yasaklayan kimselerdir. Hatta Kelâm ilminin konularını incelemeyi bile yasaklarlar. Oysa kelâm ilminin işi, dinin gerçeklerini zahirî anlamlarıyla kabul edip onları sıradan halkın anladığı şekliyle korumaktan, sonra da onları dindarların kabul ettiği yaygın önermelerle savunmaktan ibarettir. "Rahman arşa istiva etti." ifadesi ile de "mülkü ihtiva etti." anlamı kastedilmiştir. Bu, eşyaya nitelik verme bilgisidir. [el-Mîzan, c.8, s.210-211; c.2, s.504]
-------------------------------------------------------------------------------
[i] - Şeyh Saduk (r.a) konu hakkında şöyle buyurmaktadır: Teşbih ekolüne mensup olanlar Allah azze ve celle’nin: “Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde (evrede) yaratan, sonra Arş'a istivâ eden, geceyi, durmadan kendisini kovalayan gündüze bürüyüp örten… (A’raf, 54)” bu ayetini kendilerine delil olarak getirmektedirler. Ancak bu ayette teşbih ekolüne delalet eden bir kanıt bulunmamaktadır. Aziz ve celil Allah’ın “Sonra Arş’a istiva eden…” sözünden maksadı yani Allah, sonra Arş’ı göklerin üstüne taşıdı anlamındadır. Allah ona istiva etmiş ve onun malikidir. Allah azze ve celle’nin ayetindeki “sonra”dan maksadı yani Allah Arş’ı bulunduğu mekâna taşıdı anlamındadır. O’nun taşıması istiva anlamındadır. “İstiva” kelimesini istila anlamında almak doğru değildir. Çünkü Allah Tebareke ve Teâlâ’nın mülk ve eşyaya istilası sonradan elde edilen ve hadis bir olay değildir. Bilakis daim bir şekilde tüm şeylere malik ve musallattı. Aziz ve celil Allah “istiva” kelimesini “sonra” kelimesinden sonra getirmesinin anlamı O’nun Arş’ı mecazi olarak üste taşıması anlamındadır. Aziz ve celil Allah’ın: “Andolsun, içinizden, cihad edenleri ve sabredenleri belirleyinceye kadar sizi deneyeceğiz. (Muhammed, 31)” ayetinde de aynı şekildedir. “Ne’lemu= Belirleyinceye” kelimesini “hatta= kadar” kelimesiyle birlikte zikretmesinin anlamı şudur: Yani mücahitler cihat etsinler ve biz bunu biliyoruz. Çünkü ‘hatta’ kelimesi Arap dilinde sonradan oluşturulan fiiller dışında kullanılmaz. Allah azze ve celle’nin eşyaya olan ilmi de sonradan oluşmuş hadis bir fiil değildir. Allah azze ve celle’nin buradaki şu sözüyle: “Arş’a istiva etti” cümlesini “sonra” kelimesinden sonra getirerek şunu demek istemiştir: Allah istiva etmesi için Arş’ı yükseltti. Buradaki kastı oraya oturması, yerleşip kurulması anlamında değildir. Allah için cisim olduğu ve herhangi bir bedene sahip olduğu düşüncesi caiz değildir. Allah bu tür yakıştırmalardan münezzeh, yüce ve büyüktür.
yorumlar
Bismihi Teala
İBN-İ TEYMİYYE’YE GÖRE ALLAH’IN ELİ VARDIR VE HER İŞ YAPMAK İSTEDİĞİNDE ELİNİ KULLANMAKTADIR.
1. İbn-i Teymiyye Allah’ın ‘el’i olduğunu ve ‘el’ini her iş yapmak istediğinde kullandığını iddia etmektedir. Bakın bu iddiasını ‘Risale-i Tedmüriyye’ adlı kitabının 92. ve 93. sayfasında nasıl dile getirmektedir:
والكبد والطحال ونحو ذلك هي أعضاء الأكل والشرب، فالغني المنزّه عن ذلك. منزّه عن آلات ذلك. بخلاف اليد، فإنّها للعمل والفعل، وهو سبحانه موصوف بالعمل والفعل...... وهو سبحانه منزّه عن الصاحبة والولد وعن آلات ذلك وأسبابه
Bu metnin Türkçe tercümesi aynen şöyledir: (lütfen dikkatlice ve tekrar, tekrar okuyunuz.) ‘ Ciğer, dalak ve benzeri organlar yemek ve içmekle ilgilidir. (Yemek ve içmekten münezzeh olan) Allah bu organlarda da münezzehtir. Oysa ‘el’ böyle değildir. O, iş ve eylem yapmakla ilgilidir. Yüce Allah iş ve eylem yapma özelliğine sahiptir. (O halde bu, yani, Allah’ın iş ve eylem yapma özelliğine sahip olması onun ‘Kemâl’ sıfatlarındandır. İş yapabilen, yapamayandan daha mükemmeldir.) Yüce Allah, eş ve çocuk sahibi olmaktan ve bunların meydana gelmesine sebep olacak olan organlardan da münezzehtir.’ İbn-i Teymiyye Külliyatı, cilt: 3 sayfa: 76 (İstanbul 1988 Tevhid yayınları)
Link: http://www.vesiletunnecat.com/vesiletun/arsiv-kitap-oku/kulliyatlar/ibniteymiyyekitapligi/
İBN-İ TEYMİYYE ‘KÜRSÜ’NÜN, ALLAH’IN AYAKLARININ KOYDUĞU YER OLDUĞU İDDİASINI HARARETLE DESTEKLİYOR.
2. İbn-i Teymiyye , çok beğendiği ve takdir ettiği bir kişiden alıntı yaparak ‘Kürsü’nün Allah’ın ‘ayaklarının’ koyduğu yer olduğunu kabul ve iddia ediyor. İşte İbn-i Teymiyye ‘Risale-i Hameviyye’ adlı kitapta şöyle diyor:
[ قال ابن تيمية في باب الإيمان بالكرسي: ومن قول أهل السنّة: أنّ الكرسي بين يدي العرش وأنّه موضع القدمين
Bu cümlenin Türkçe tercümesi ise şöyledir. [[İbn-i Teymiyye ‘Risale-i Hameviyye’ adlı kitabın ‘Kürsüye iman’ başlıklı bölümde şöyle diyor: Muhammed oğlu Abdullah dedi ki: ‘Ehli sünnet’in! görüşlerinden birisi de: ‘Kürsü’, ‘arşın’ önündedir, ve o ‘Kürsü’ iki ayağın konulduğu yerdir. ]] Bu sözün daha açık manası şudur: (Haşa) Allah, ‘Arş’ta oturmaktadır ve iki ayağını da ‘Kürsü’ye koymuştur. Dikkat edilirse İbn-i Teymiyye, yukarıda da söylediğim gibi kendisinin ‘ehl-i sünnet’ olduğun iddia etmekte ve ‘kürsü’ hakkındaki bu cüretkâr ve yakışıksız sözlerini de ‘ehli sünnetin görüşü olduğunu söylemektedir
Kitap temini için Bakınıuz: (Ehli Sünnetin Muhaliflere Cevabı ) http://www.guraba.com.tr/Guraba-Yayinevi/Akide/Ehli-Sunnetin-Muhaliflere-Cevabi.html
Bazı İslâm alimleri, İbn-i Teymiyye gibi düşünenleri şöyle diyerek sıkıştırırlar: Eğer Allah (haşa) ‘arş’ta olsaydı, bu durumda yüce Allah yarattıklarına muhtaç olurdu. İbn-i Teymiyye, kendisine bunları söyleyen İslâm alimlerini kendince şunları söyleyerek susturmaya çalışıyor: [[ Durum böyle olduğu halde şimdi nasıl oluyor da Allah, ‘arşın’ üzerinde oturuyorsa, ‘arşına’ muhtaç olduğu ve ‘arş’ çöktüğü takdirde Allah’ın yuvarlanacağı vehim edilebilir? Bütün eksikliklerden arınmış olan yüce Allah, zalim ve münkirlerin söylediklerinden çok yücedir.]] (İbn-i Teymiyye Külliyatı cilt: 3 sayfa: 50 İstanbul, 1988)
Muhammed b. Abdu'l Vehhab' tarafından yazılmış olan "Fethu'l-Mecid ala Şerhu Kitabi't-Tevhid" adlı eserinin
Şeyhülislam İbn Teymiye derki:
"İşte Allah'ın Kitabı baştan sona dek, aynı şekilde Rasulü'nün Sünneti, sahabe ve tabiinin ve müçtehid imamların sözleri tamamen bunlarla doludur. Hepsi de, Allahu Teala'nın her şeyin üstünde, semavatın üstünde, Arş'ının üzerinde istiva etmiş olduğunu naslarıyla ortaya koymakta ve açıkça belirtmektedirler.
İbn Vehb demiştir ki:
"Biz İmam Malik'in yanında idik. Bir adam geldi ve:
"Ey Ebu Abdullah! Rahman'ın Arş'a istivası nasıldır?" dedi. İmam Malik (r.a.) başını eğdi, buram buram terlemeye başladı ve dedi ki:
"Rahman Arş'a istiva etti. Tıpkı nefsini vasfettiği gibi. Bu bakımdan "nasıl" diye sorulmaz. Çünkü, "nasıl" ondan aldırılmıştır. Sen bid'at sahibi birisin. Çıkarın onu." (Beyhaki sahih bir isnadla İbn Vehb'ten rivayet etmiştir)
Buhari, Salih'inde der ki:
"Mücahid dedi ki:
"İstiva; 'Arşı'nın üstünde yükseldi' demektir."
İshak b. Rahuye de der ki:
"Bir çok müfessirden dinledim, şöyle diyorlar:
"Rahman Arş'a istiva etti" demek, "yükseldi, üstüne çıktı" demektir."
Muhammed İbn Cerir Taberi de, "Rahman Arş'a istiva etti" ayetiyle ilgili olarak şöyle demiştir:
"Yükseldi,üstüne çıktı. Bunun şahitleri, örnekleri sahabe, tabiin ve tebei tabiinin sözlerinde bir hayli çoktur. İşte bunların birisi de Abdullah b. Revaha'nın sözüdür. Der ki:
"Allah'ın vaadinin hak, kafirlerin yerinin de ateş olduğuna tanıklık ederim. Aynı zamanda Arş, suyun üstünde dolaşmakta, Arş'ın da üstünde alemlerin Rabbi Allah'ımız. Meleklerin onu taşımakta olduklarına da şehadet ederim."
Ebu Amr Talemneki, "Kitabul Usul" adlı eserinde der ki:
"Ehli Sünnetten müslümanlar arasında, Allah'ın zatıyla Arş'ının üzerinde istiva ettiği konusunda icma vardır."
Yine bu kitapta der ki:
"Ehli Sünnetin icmaına göre, Allah, mecazi manada değil, gerçek anlamda Arş'ının üzerinde istiva etmiştir."
Daha sonra kendi senediyle Malik'ten, onun şu sözünü aktarır:
"Allah göktedir, ilmi ise her yerdedir."
Sonra yine aynı kitapta der ki:
"Ehli Sünnetten müslümanların icmaına göre, nerede olursanız olun, Allah sizinle beraberdir" kavlinin manası ve Kur'an'da buna benzer ifadelerin manası, bunun Allah'ın ilmi olduğudur. Allah zatıyla göklerin üstündedir, Arş'ının üstünde nasıl dilerse öyle istiva etmiştir."
İşte bu, onun kitabındaki lafızdır.
"Evzai'den şöyle söylediğini dinledim:
"Biz -tabiundan çok sayıda kişi- şöyle derdik:
"Gerçekten Allah Arş'ın üstündedir. Sıfatlarıyla ilgili olarak Sünnette gelene iman ederiz." (Beyhaki 'Sıfat' kitabında tahric etmiştir, ravileri sika imamlardır)
Kaynak :http://www.ayetler.com/data/kitaplar/kitap.htm (buradan indirilebilir İçindekiler - 4. Bölüm - ALLAH (C.C.)'I GEREKTİRDİĞİ GİBİ TAKTİR ETMEK Başlıklı bab)
Kitabı " http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=584010&sa=140498140 " buradan teminde edilebilir...
İBN-İ TEYMİYYE’YE GÖRE, ALLAH BELLİ BİR YÖNDE (ARŞ’TA) BULUNUYOR VE ALLAH’IN BELLİ BİR HACMİ VARDIR.
3. İbn-i Teymiyye, Allah’a bir yön tayin ederek, (haşa) onun belli bir yönde bulunduğunu ve belli bir hacminin olduğunu iddia ediyor. Bakınız İbn-i Teymiyye, ‘Minhac-ussünne’ isimli kitapta neler söylüyor:
[ وإذا ردّ ذالك تعيّن أن يكون في الجهة. فثبت أنّه في الجهة علا التقدرين ]
Manası ise şöyledir: [[…… Bunu reddettiği zaman onun (Allah’ın), belli bir yönde olduğu kesinleşmiş olur. Her iki durumda da onun (Allah’ın) belli bir yönde olduğu ispatlanmış olur.]]
İbn-i Teymiyye’nin Allah hakkındaki düşüncelerini özetlemek gerekirse, İbn- Teymiyye Allah’ı cisimleştirerek müşahhas hale getirmek istemektedir. Bulunduğu çevrede yaşayan Hıristiyanların inanç, felsefe, düşünce, kültür ve geleneklerinin etkisinde kalarak Hıristiyanların ‘İlâh’ına benzer bir ‘Allah’ şekillendirme gayreti içerisinde olduğu ortaya çıkmaktadır. İşin garip tarafı bu inanç ve düşüncesini ispatlamak için geçmişe yönelik yalan, çarpık ve zorlama deliller yoluyla referanslar ortaya koymaya çalışmakta ve bütün bu görüşlerin ‘Ehli sünnet’in görüşleri olduğunu iddia etmektedir. Ehli sünnet alimlerinin ‘inanç’ ve ‘itikat’la ilgili görüş ve düşüncelerini ve bu husustaki delillerini açıkladığı kitapları okuyan herkesin ‘Ehli sünnet’ alimlerinin İbn-i Teymiyye’nin savunduğu görüşlerden ne kadar uzak olduklarını ve bu düşünceleri reddettiklerini ve hayatları boyunca bu fikir, inanç ve düşüncelerle mücadele ettikleri göreceklerdir.
Nasrallah: ''Sünnileri savunmak için Bosna Hersek'te savaştık!..''
Hizbullah'ın mezhepçilikle suçlanmasına tepki gösteren Nasrallah, "Biz, Bosna Hersek'te Sünnileri savunmak için savaşmıştık" dedi.
Lübnan İslami Direnişi Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, "Biz, Sünnileri savunmak için Bosna Hersek'te savaşmıştık" diyerek, son dönemde Hizbullah'ı hedef alan mezhepçilik suçlamalarına tepki gösterdi.
Nasrallah'ın konuşmasının geniş özetini sunuyoruz:
Sizlerin zafer bayramınızı, işgalden kurtuluş bayramınızı kutluyorum.
Şuan, tüm şehitleri, kurbanları, ailelerini, yaralıları, fedakarlıkları, özgürlüğüne kavuşan esirleri, halkımızı, topraklarında direnen ailelerimizi, ordu, halk ve direnişten kurbanlar verenleri, Filistinlilerden ve Suriyelilerden kurbanlar verenleri saygıyla anıyoruz.
Bu yıl kutlamalara ev sahipliği yapan Batı Beka ehlini özellikle de selamlıyorum. Bu güzel toprakların halkı, büyük şehitler verdiler, büyük fedakarlıklarda bulundular.
25 Mayıs 2000, Allah'ın günlerinden bir gündür, Allah'ın rahmetinin, bereketinin, yardımının, desteğinin direnen halkımız üzerinde tecelli ettiği bir gündür. Allah'ın öfkesinin Siyonist işgalciler üzerinde tecelli ettiği bir gündür.
Böylesine bir gün, direniş ve kurtuluş bayramı oldu. Bu gün bizim zihinlerimizde canlı kalmalı ve gelecek nesillere de aktarılmalıdır. Çünkü bugünde derin bir ulusal tecrübe, büyük fedakarlıklar, dersler, ibretler, acılar, umutlar vardır. Çünkü bugün, şerefli aziz bir geleceğe acılan yoldur.
Böylesine bir günde, Filistin direnişinin gücüyle İsrail'in Gazze'den çıkışı ve Irak direnişinin gücüyle de Amerika'nın Irak'tan çıkışı gibi asrımızda olan olayları da hatırlamamız gerekiyor. Bu günler, Amerika-Siyonist proje tarafından hedef alınan tüm ümmetin bayramına dönüşmelidir.
Nekbe ve Nekse gibi acı günleri de unutmamamız gerekiyor. Muasır tarihimizde, Nekbe de Nekse de zaferler de var. 1948'deki Nekbe sadece Filistin'in değil tüm Arap ve Müslümanların, bölgedeki tüm Hristiyan ve Müslümanların Nekbe'sidir. Sadece bir halkı ilgilendiriyormuşçasına yaklaşmak hatadır.
Ders çıkarmak için Nekse gibi acı olayları hatırlamamız gerekiyor. Bazıları bu tür olayları unutmamızı istiyor. Çünkü bizlerin hatırasız, tarihsiz ve davasız kalmamızı istiyorlar.
Biz bu yıl direniş ve kurtuluş bayramını kutlarken bazı tehlikelerle karşı karşıyayız. Bu tehlikelerin başlıca iki tanesi şunlardır. Birincisi İsrail'dir, İsrail'in amaçları ve projeler.. İkincisi ise Suriye'de meydana gelen olaylar, evlerimizin kapılarımızın önünde tekfirci hareketlerin ortaya çıkmasıdır.
Kuzeye ve güneye bakmak zorunda kaldığımız günleri yaşıyoruz. Güneye bakmamız gerekiyor çünkü İsrail, projelerine devam ediyor. 2006 savaşından itibaren kendisini yeni savaş için eğitiyor, hazırlıyor. 2006 Temmuz savaşından sonra İsrail, 1., 2., 3., 4. dönüm noktası .. tatbikatları yaptı. İç cephe düzeyinde yapılan bu tatbikatlara herkes katıldı.
İsrail, Pazar günü yine iç cephe tatbikatı yapacak. Ama bu defa, tatbikatı "Dönüm Noktası 7" yerine "Sağlam Cephe 1" tatbikatı olarak adlandırdılar. Bununla savaşa hazır olduklarını kastediyor.İsrail, her gün Lübnan'ı tehdit ediyor, her gün hazırlıklarını üst düzey derecede tutuyor, Suriye'ye saldırıyor ve tehdit ediyor.
Bugün, açıkça konuşacağım. Çünkü vakit, başları toprağa gömme zamanı değil. Vakit, başları dik tutma ve fırtınalara karşı mücadele etme zamanıdır. İsrail, 2006 Temmuz'undan beri iç cephesini güçlendirir ve savaş için hazırlık yaparken bizler ne yaptık? Devlet ne yaptı? Halk ne yaptı? Hepimiz, güçlü ve kadir bir ordu istiyoruz. Fakat ordunun hazırlığında, silahlandırılmasında nereye geldik?
Biz bu soruları sorunca, ya cevap alamıyoruz ya da Amerika'nın ordunun silahlandırılmasına veto uyguladığını söylüyorlar. Bu doğru. Ordunun silahlandırılması yasak. Suriye'nin de S-300'e sahip olması yasak. Çünkü Arap devletlerine stratejik silahların satılması durumunda, dengeler değişecek. Lübnan ordusunu silahlandırmıyorlar. Çünkü ordumuz, milli bir ordudur. Silaha sahip olması halinde direniş gibi savaşacaktır. Çünkü ordudaki asker ve subaylar, bu vatanın evlatlarıdır. Lübnan İç Cephe Sorumlusu kim?Lübnan'da düşmanın saldırısına karşı hazırlık kesinlikle yok! Ne sığınaklar ne güvenlikli odalar var.
İsrailliler, Lübnan sınırında yerleşim merkezleri inşa ediyor. Dünyanın farklı bölgelerinden gelen Yahudiler, hazırlıyor ve eğitiyor. Çünkü onların rolü, sınır şeridinin güvenliğidir. Bizde ise sınırda yüzyıllardır var olan köyler var. Devletten beklenen, burada yaşayanları korumasıdır.
Bir kaç hafta önce İsrail, Golan'daki yerleşimcilerin silahlandırılmasını konuşuyor. Bizim sınırdaki halkımızın elinde ise silahları var. Bizdeki siyasiler ise sınırdaki köylerimizdeki halkın elinde bulunan silahların yasadışı olduğunu söylüyor ve toplanması çağrısı yapıyor. Sorun, Lübnan devletinin İsrail'e düşman muamelesinde bulunmamasıdır.
Bugün Lübnan, İsrail'i Güney Lübnan'dan çıkarabilecek ve 2006 Temmuz'unda olduğu gibi mücadele edebilecek güce sahiptir. Direniş, 2006'dan beri silahlanmaya devam ediyor, savaşa hazırlanıyor. İsrail'i Lübnan'a baktığında korkutan da direniştir. Lübnan'da çok sayıda kişinin direnişten nasıl kurtulabileceğini düşünüyor olmasına rağmen.
Direnişin silahını toplamayı düşünenler, bunu asla başaramayacaklar. Çünkü İsrail'e karşı savaşan direnişe, halk kucak açmaktadır. Devlet, şuan direnişin yaptığı görevi yerine getirinceye kadar silah bırakmayacağız. Çünkü şuanda devlet, Sayda'daki şehidin cenazesini bile koruyamayacak güçtedir.
Güçlü ve adil bir devletin kurulması halinde o devletin emri altında savaşacağız.
Burada gerçek bir tehdit var, İsrail hazırlığını sürdürüyor ve gelişmeleri takip ediyor.
Direnişteki sorumluluklarımızı yerine getirmeye devam edeceğiz. Baskılar ve karalama kampanyaları bizi yıldıramaz.
Direniş, ülkesini savunmaya devam edecek, başı dik olarak kalacaktır.
Devletin varlığı, herhangi bir boşluk ve kaostan efdaldir.
Devlette boşluk istemediğimizin delili, milletvekili seçimi için adaylarımızı 60 Kanun'a göre sunmamızdır.
Lübnan'ı Suriye'deki kanlı çatışmalardan uzak tutalım. Eğer biz, Suriye'de savaşmak isteseydik savaşırdık.
Trablus'taki çatışmalar durmalıdır. Bu çatışmalarda ufuk gözükmüyor. Ordunun Trablus'ta hakimiyetini sağlaması gerekiyor.
Suriye'de yaşanan olaylar gerçekten de çok önemli.
Suriye liderliği, en başında diyalogu kabul etti fakat muhalefet, yanlış verilere dayanarak hareket ettiği için diyalogu reddetti.
Suriye'nin maruz kaldığı saldırıda karar sahibi olan Amerika'dır, destekçisi de İsrail'dir. El-Kaide'de buna dahil oldu.
Suriye'ye karşı uluslararası bir savaş sürüyor.
Hizbullah'tan çok az bir grubun Suriye'de bulunması, Suriye Dostlarını rahatsız etti. Fakat Suriye'de bulunan binlerce silahlı, Suriye Dostları'nı rahatsız etmiyor.
Krizin çözümü için kabul edilebilir öneriler gündeme geldi, Suriye liderliği bu önerileri kabul etti fakat bölge ülkeleri reddetti.
Suriye'deki silahlı gruplara önderlik eden, tekfirci akımlardır.
Bazı Arap devletleri, hem Suriye rejiminden kurtulmak hem de tekfircilerden kurtulmak için tekfircilerin kendi topraklarından Suriye'ye geçişini kolaylaştırıyor.
Tekfirci cemaatlerin, Lübnan'a sınır olan şehirlerde kontrolü ele geçirmesi, tüm Lübnanlılar için tehlike oluşturmaktadır.
Suriye'de savaşanlar, Tekfirci Irak İslam Devleti'nin uzantılarıdır.
Suriye, direnişin sırtıdır, destekçisi olmuştur. Direniş, sırtına vurulan darbe karşısında elleri kolları bağlı durmayacaktır.
Eğer Suriye düşerse, Filistin gider.
Hizbullah'ın, Amerika, İsrail ve tekfircilerin bulunduğu cephede durması mümkün değildir.
Biz bu duruşumuzla, Lübnan'ı, Filistin'i ve Suriye'yi savunuyoruz.
Hakkımızdaki karalama kampanyaları, Suriye'ye müdahalede bulunsak da bulunmasak da durmayacaktır.
AB'nin bizi, terör listesine alma tehdidi, bizi ilgilendirmiyor.
Bosna Hersek'te Müslümanları savunmak için savaştık. Orada Şiiler yoktu Sünniler vardı.
Biz şuan yeni bir merhaledeyiz. Biz, yolu sürdüreceğiz ve her şeye katlanacağız. Size her zaman zaferler vaadettiğim gibi yine yeniden zaferler vaadediyorum.