
کارگر
YANDAŞ MEDYANIN MEZHEP KIŞKIRTMASI HAYRA ALAMET DEĞİL
Allah’ın adıyla…
Emperyalizmin Ortadoğu’daki yeni stratejisinin “mezhep çatışması” üzerine kurulduğu artık gizli değil… Ortadoğu’ya hakim olabilme ve özellikle de İsrail’in güvenliğinin sağlanması için başvurulan yeni taktik bu: Orada bulunan ülkelerin birbirleri ile “kavgalı” olması ve kendi içişlerinde de büyük karmaşalar yaşanması… Özellikle Suriye’yi düşürme ve direniş aksını koparma girişimi de mezhep ayrımı üzerine kurulmuş, itiraz edecek olanların itirazına “kulak verilmemesi” için “mezhebi kimlik” özellikle ön plana çıkarılmış… Bu cümleden olarak, Esad üzerinden Alevileri aşağılama ve ötekileştirme, İran ve Hizbullah üzerinden de Şiilik ve Şiileri hedef tahtasına oturtma ameliyesi sonuç vermiş, dün “Ümmetin kahramanları” olarak selamlananlar, bu gün “baş düşman” olarak addedilmeye başlanmış… Ülkeler, ülkelerin yöneticileri artık mezhepleri ile beraber anılıyor. Özellikle de Şii olanlar… Bunlar artık sıradanlaştı…
Bu çok tehlikeli oyun, bütün hızıyla ülkemizde de sahneleniyor… Suriye'de “taraf” olmanın verdiği psikoloji o kadar sarmalamış ki yöneticileri ve yandaşlarını, bu yangının bırakın farkına varmayı, odun taşıyıcısı konumuna itecek söylem ve eylemleri görmüyorlar bile… Ülkemizde 15 milyon civarında bir Alevi nüfusu var… Yöneticilerimizden tutun, medyaya kadar herkesin kullandığı dilin, verdiği tepkinin hassasiyetleri gözetecek şekilde olması gerekmez mi?... Ama ne gezer? Bizzat Hükümet sözcüsü Hüseyin Çelik, Suriye politikalarını eleştiren Kılıçdaroğlu’na; "Acaba Sayın Kılıçdaroğlu mezhep yakınlığı dayanışmasıyla mı Suriye’ye bu manada sahip çıkıyor" diye çatmakta bir beis görmüyor. Hükümete yakın medya, özellikle de Nurcular cemaati ile ilişkili olanlar Esad, İran ve Hizbullah üzerinden öyle mezhebi argümanlar kullanıyorlar ki, mezhebi karışıklık çıkarmak için özellikle mi gayret gösteriyorlar diye sorası geliyor insanın… Her gün, mutlaka bir vesileyle içinde "Şiilik, Şiiler, Aleviler" barındıran cümlelerle mezhebi hassasiyetleri kaşınıyor, tahrik gücü yüksek söylemlerle yorumlar yapılıyor. Televizyon dizileri de bu anlamda "önemli işlevler" icra ediyor... "Kurtlar Vadisi" gibi, "Derin Devlet Osmanlı" gibi hükümete yakın kanallarda gösterilen diziler işin tuzu biberi... İnternet medyasında ise durum daha vahim… Yazıların altına alınan yorumlar tam bir fecaat… Özellikle kendilerini "İslamcı" ya da en azından "Muhafazakar" olarak addeden sivil toplum kuruluşları da bu korodan geri kalmıyorlar... Birkaç gün önce bir “İslamcı” sivil toplum kuruluşunun başkanının Şiilik ile ilgili açıklamaları yenilir yutulur cinsten değil…
Bütün bunlara rahmet okutacak başka bir gelişme var…Suriye’nin Lübnan sınırında bulunan Kusayr kasabasında Suriye askerlerinin sağladığı askeri başarının acısıyla, ülkemizde bulunan Özgür Suriye Ordusu sözcüsü Abdulhamit Zekeriya, El Arabiya televizyonuna yaptığı açıklamada; Kusayr’ın Suriye yönetiminin eline geçmesi durumunda Suriye’deki Şiilerin ve Alevilerin “haritadan silineceğini” söylemiş… İşin vahim olan kısmı, bu açıklamayı Türkiye’den yapmış olması…
Reyhanlı’daki katliam üzerine hükümet yandaşı medyanın, açıkça Alevi düşmanlığı yapması ve bazı ellerin de “Alevileri kışkırtmak” üzere faaliyette olması sizi de dehşete düşürmüyor mu? Bu ülke mezhep çatışmasından az mı çekti? Onca acı yetmedi mi?
Bir başka husus daha… Halkının yarıdan fazlası Şii olan Iğdır ile ilgili yine bir “İran casusluğu” masalı dillendirildi geçende… Hürriyet Gazetesi tarafından servis edilen ve İstanbul’da, masa başında hazırlandığı, basit ve komik içeriğinden de kolayca anlaşılan haber (1), Iğdır Valiliğince de resmen yalanlandı (2) . Iğdır’da, “kritik noktalarda bulunan bürokratlardan, İran’dan getirilen kadınlarla muta nikâhı yapılarak bilgi sızdırıldığı, bu yolla “casusluk”yapıldığı” iddiası üzerine Iğdır Valiliği bir basın açıklaması yapmış ve haberin içeriğinin asılsız olduğunu belirtmiş. Valiliğin açıklamasından da anlaşılacağı gibi, bu bir " Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurmak ve Örgüt faaliyeti Çerçevesinde Göçmen Kaçakçılığı Yapmak, Fuhşa Yer temini ve Aracılık Etmek, Rüşvet Almak ve Vermek " suçlarına yönelik bir operasyon… Böyle bir operasyondan devşirilen haberin mahiyeti dehşet verici değil mi?... Habere "İran" ve " Muta nikahı" gibi Şiiliği çağrıştıran unsurlar özellikle katılmış... Ve haberin altına da “muta nikahının” Şiilere ait bir uygulama olduğu özellikle belirtilmiş… Iğdır Valiliğinin hassasiyeti takdire şayan. Ancak bu tür haberlerin neden ısrarla yapıldığı, ne gibi oyunlar tezgâhlandığı, bununla kimin ne amaçladığı, sorusu da orta yerde duruyor…
Iğdırlılar, Iğdır Valiliğinin yaptığı resmi açıklamayı yeterli görmüş ve bu yalan haberi sadece yerel gazetelerde yayınlamakla yetinmişlerdi. Ancak 24.05. 2013 tarihli Sabah gazetesi, bu olayı ısıtıp, yeniden servis edince, bu haberin hiç de “öylesine” yapılmış bir haber olmadığı düşünülmeye başlandı…(3)
Sabah adlı yandaş gazete, yukarıda da belirttiğimiz haberi, çok daha allayıp pullayarak vermiş… Gösterdiği kaynak ise çok ilginç: 11 Mayıs tarihli Hürriyet Gazetesi’nin, yukarıda da belirttiğimiz haberi… Ancak, Sabah gazetesi hızını alamadığından olacak, Hürriyet’in o haberinde yer almayan bir çok ayrıntı da eklemiş… Ne kadar ilginç değil mi? Kaynağın kendisinde olmayan bilgiler!... Mesela Hürriyet’in haberinde hiçbir isim geçmezken, Sabah’ın haberi isimlerle ve o isimlerin açıklamaları ile dolu… “Soruşturma Dosyasına giren” diye belirtilen açıklamalar, neden kaynak gösterilen haberde yok? Eğer bu soruşturma dosyası, bizzat Sabah gazetesi tarafından ele geçirildiyse, neden kaynak olarak Hürriyet gazetesi gösteriliyor?!
Hürriyet’in haberinde olmayan bir başka ayrıntı da “Grup muta” haberi!... Muta nikahı ile ilgili hiçbir bilgileri olmayan bu masa başı kalemşörlerin, Şiileri karalamak, kötülemek, aşağılamak için yapmayacakları şey yok herhalde… Bunlar Allah’tan korkmuyorlar, ama insanlardan da mı utanmıyorlar? Zaten haberin başlığı da “Sabaha kadar Muta”!...Haber kaynağını dahi gölgede bırakacak bu uydurmalarla ne amaçladıkları az çok belli değil mi?
Sabah’ın haberinde, ilginç bir ayrıntı daha var! Diyor ki Sabah; “Ajanlık yaptığı iddia edilen İranlı 10 kadın ise sınırdışı edildi.”… Ajanlık yapanlar ne zamandan beri sınır dışı ediliyor? Ajanlık büyük bir suç değil midir? Bu ne çelişki? Yalanları içinde gizli…
Haberden; “Kritik yerlerdeki bürokratlar”dan kastın Asker ve polisler olduğu anlaşılıyor. Iğdır’da “Şii” olan asker ve polis mi var ki; onlar “muta nikahı”na inansınlar ve muta yapsınlar?!... Hani muta, sadece Şiilere has bir inançtı?!...
Yani neresinden tutsan orası dökülen bu haberin, 13 gün sonra yeniden hem de daha çirkef, daha rezil bir şekilde, iftiralara yeni ve katmerlisini ekleyerek servis edilmesi neyin işaretidir? Ne amaçlanıyor? Ne yapılmak isteniyor? Bir inancın, İslam fıkhıyla ilgili bir ayrıntının bu kadar alçakça ve iğrenç bir şekilde örselenmesi, o inanca sahip vatandaşların, diğerleri gözünde “öteki” duruma düşürülmesi kimin işine yarar? Iğdır'ın adının, ikide bir böyle uyduruk "casusluk" haberleriyle gündeme getirmenin arkaplanı nedir?
Bilindiği gibi geçen yıl Eylül ayında da yine Iğdır’da “casusluk” ile ilgili manipüle haberler yapılmış, Iğdırlı Caferilerin İran adına casusluk yaptıkları iddia edilmiş, ancak konu ile ilgili onca soru işaretinin yanında, sanıkların hiç birisinin Caferi-Şii dahi olmadığı anlaşılmıştı… (4). Ve şimdi de bu haber…
Haberler bitmiyor ki!... İşte haber 7’den bir başka haber: “ Kim bir Sünniyi öldürürse cennete girer”… (5)
Suriye'nin Kusayr kasabasında Suriye askerleri ile çarpışan muhaliflerin açıklamalarını içeren haber, hedef tahtasına yine Hizbullah üzerinden Şiileri oturtuyor... Haberde Hizbullah militanlarına ait olduğu iddia edilen bazı eşyalar gösteriliyor ve bu eşyalardan çıkarılan sonuca göre Hizbullah militanlarının "inançları gereği", "sünni öldürerek cennete girmek için" Kusayr'a geldikleri özellikle vurgulanıyor... Verilen videoda, gösterilen eşyaların Hizbullah elemanlarına ait olduğuna dair hiç bir belirti yok. Sadece bazı kağıtlar, bazı yazılar, bazı yeşil renkli şeritler gösterilip, bunların Hizbullah'tan "ganimet alındığı" ve bu eşyaların Hizbullah'ın Suriye'de savaştığının delilleri olduğu iddia ediliyor... Hiç bir inandırıcılığı olmayan bu iddialar bir yana, bizi asıl dehşete düşüren, o eşyalar içinde olduğu iddia edilen bir kitapçıkla ilgili iddia!... Haberde de başlık olarak bu kısım öne çıkarılmış. Haberin o kısmı şöyle:
"Hizbullah örgütünden elde edilen bu ganimetlerde ise Kusayr'da Hizbullah'ın varlığının kanıtı olarak gösteriliyor. Ganimetler arasında 'Cennet'in anahtarı' diye bir kitap ta var. Bu kitapta ise 'Kim bir sünni öldürürse cennete girer' diye uydurma bir hadis var."
"Cennetin Anahtarı" adlı kitap dedikleri, Şia'nın meşhur dua kitabı Mefatih'ul Cinan! Mefatih'ul Cinan'ın anlamı "Cennet'in Anahtarları"... Bir dua kitabı olan Mefatih'ul Cinan'da "Kim bir Sünni öldürürse cennete girer" diye bir hadis asla yok! Zaten bir hadis kitabı olmayan Mefatih, dua ve münacaatlar, Ziyaretnameler, Üç aylarda ve yılın diğer günlerinde yapılması tavsiye edilen ameller ve okunacak zikir ve dualar içermekte... Nereden buldukları belli olunmayan bir kitap üzerinden, o kitapta asla olmayan bir ibareyi, "Şiilerin inancı" diye pazarlamak hangi dine, hangi inanca sığar? En önemlisi de Haber 7 bu uydurma bilgiyi, araştırmadan, soruşturmadan nasıl böyle iştahla verebilir? Şiileri sevmeyebilirsiniz!... Ama iftira atmanın ne büyük bir vebal olduğunu da mı bilmezsiniz? Sizde hiç Allah korkusu yok mu? Selefilerin, hergün onlarcası yayınlanan vahşet görüntülerini örtmek için mi bu çabanız?
Ey yandaş basın! Bu şekilde, yalanlarla, iftiralarla tahrik ettiğiniz vatandaşlarınızın, yarın yapabilecekleri taşkınlıkların oluşturacağı yangının bu ülkeye hiç bir faydasının olmayacağını hesap edemiyor musunuz?
Son söz, Allah korusun ülkemizi de içine alabilecek "mezhep kavgası" yangınına odun taşımak yerine, bu yangını en azından kendimizden uzak tutmak ve acısını bizzat yaşayarak gördüğümüz bu fitneye karşı uyanık olmak hepimizin vazifesi... Ama en çok da icra gücünü elinde tutanların, halkı yönlendirme gücüne sahip olanların...
Allah basiretimizi açık etsin...
---------------
(1) 11 Mayıs 2013, Hürriyet gazetesi
(http://www.hurriyet.com.tr/gundem/23254147.asp)
(2) Yeşil Iğdır Gazetesi, Pazartesi, Mayıs 13 2013
(http://www.yesiligdir.com/igdir-duyuru-haberleri-son-duyurular/item/11899-igd-r-valiliginden-gazete-haberlerine-bas-n-ac-klamas.html).
(3) 24.05.2013, Sabah Gazetesi
http://www.internethaber.com/sabaha-kadar-muta-nikahi-1000-tl-538926h.htm
(4) http://www.rasthaber.com/yazar_13629_491_igdir-siileri-ajan-ha.html
(5) 24.05.2013 haber 7 sitesi
http://www.haber7.com/ortadogu/haber/1030392-kim-bir-sunniyi-oldururse-cennete-girer
MUHSİN KÜÇÜKER
''ABD ve İsrail’in uşağı olacağıma Müslüman Esad'ın yanında olurum“ / VİDEO
TV Net'te yayınlanan 2 Görüş programına katılan AK Parti Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner, programın sunucusu Gürkan Hacır ile Suriye konusunda polemiğe girdi.
Canlı yayında Esad güçlerinin Suriye halkına kimyasal silah kullandığını anlatan Metiner, sunucu tarafından bunun tam tersinin olduğunu belirtmesi üzerine gergin anlar yaşandı.
Metiner’in “Sen Esad'ın avukatı mısın?” sözlerine sinirlenen program sunucu Gürkan Hacır'ın Metiner’e cevabı“Ben Amerika’nın İsrail’in uşağı olacağıma Müslüman Esad'ın yanında olurum“ oldu.
Gerilimin arttığı dakikalarda suskun kalmayı tercih eden Mehmet Metiner “Sözün bittiği yerdeyiz”demekle yetindi.
HABERİN VİDEOSU İÇİN...
http://video.rasthaber.com/123_34970_-abd-ve-israilin-usagi-olacagima-musluman-esad-in-yaninda-olurum-.html
"Niye Kuseyr?"
" (El Menar)Sitesinde verdiği demeçte Cabir, Suriye ordusunun Kuseyr'de kontrolü sağlamayı başarması ile Humus savaşının bittiğini belirtti. Cabir'e göre bu avantaj ile Suriye ordusu Humus'tan, Asi'nin doğusu boyunca Lazkiye'ye kadar uzanan bölgede kontrolü sağlayacaktır."
Suriye'deki ''küresel savaş'', Lübnan sınırından 15 km., Humus merkezden 35 km. uzaklıkta, silahlı muhalefetin kalesi olarak görülen ve stratejik bakımından önemli bir yer olan Kuseyr'de devam ediyor.
Kuseyr, Suriye krizi boyunca, silahlı grupların Humus'taki savaşlarına kaynak sağladıkları bir karargah konumundaydı. Humus, saha ve nüfus bakımından Suriye'nin en büyük kentidir. Şam'ın ve sahil bölgelerinin Humus'a bağlandığı yolların kesişim noktası olan Kuseyr, sınıra yakın bir nokta olmasından dolayı da Lübnan ve Suriye arasında tarihsel olarak ticaret merkezi olmuştur. Dolayısı ile bir çok faktörden dolayı Kuseyr stratejik bir noktadır.
Suriye ordusu, silahlı grupları bölgeden tamamen temizlemek üzere Kuseyr'e girmiş durumda. Emekli Tuğgeneral Haşim Cabir'e göre, Kuseyr'i kontrol altına alan taraf, Humus'un kırsal bölgelerini, ardından da tüm Humus'u kontrolü altına alır. Sitemize verdiği demeçte Cabir, Suriye ordusunun Kuseyr'de kontrolü sağlamayı başarması ile Humus savaşının bittiğini belirtti. Cabir'e göre bu avantaj ile Suriye ordusu Humus'tan, Asi'nin doğusu boyunca Lazkiye'ye kadar uzanan bölgede kontrolü sağlayacaktır.
Kuseyr'in, Suriye'nin diğer illeri ile var olan bağlantılarından dolayı önemli ve stratejik bir nokta olmasının da ötesinde, bazı taraflar rejimi burada ''mezhebe dayalı bir devlet'' kurmaya çalışmakla suçluyor. Cabir, bu mantığa karşı çıkarak ''Rejimin buna yönelik bir çabası yoktur ve ayrıca bölünme rejimin çıkarına değildir'' dedi. Cabir, bunun aksine kentlerin birbirine daha çok bağlayan operasyonlar, bölme projelerine karşı en güzel cevap olmuştur dedi.
Bir diğer emekli Tuğgeneral İlyas Hana ise sitemize verdiği demeçte, Suriye ordusunun Kuseyr'deki savaşının rejimin çıkarına ilerlediğini ve ordunun silahlı muhalefete çok büyük bir darbe vurduğunu belirtti. Ordunun bu bölgede kontrolü sağlaması ile birlikte, Şam'dan Lübnan sınırına, Asi Nehri vadisinden Humus'a ve sahile kadar olan bölge güvenli alan ilan edilebilir. Hana'ya göre Humus, Kuseyr'de zafer kazanılmadan tamamen geri alınamazdı. Humus'u geri almanın yolu Kuseyr'den geçiyor. Kuseyr'in kontrol altına alınması demek bir sonraki adımın Humus temizliği olacağı anlamına gelir.
Amerikan New York Times gazetesi, Suriye ordusunun Kuseyr kazanımının, stratejik bir başarı olduğunu yazdı. Ordunun ilerlemesiyle eşzamanlı olarak karşı tarafta silahlı muhalefetin de tehlikeli bir gerileme yaşadığını belirten gazete, Suriye ordusunun, Rus-Amerikan uzlaşısından sonra gelen barış müzakarelerine daha güçlü bir pozisyonla oturmak amacı ile daha büyük kentleri ve bölgeleri geri kazanma hazırlığı içinde olduğunu yazdı.
New York Times, Kuseyr savaşının, hem ordunun hem de muhalefetin kaderini belirleyecek en önemli çatışma olduğunu yazarken, Kuseyr'in düşmesinin, Humus'un tamamında olayların biteceği anlamı gelmediğine dikkat çekti. Ordu -kuzey ve doğu bölgelerde silahlı muhalefetin kontrolü altındaki yerleri geri kazanmak için gerçekleştireceği askeri operasyonların yolunu açan- kentin batısındaki kontrolünün öneminin farkında.
Tuğgeneral Cabir, Suriye sahasının ''küresel savaş sahası'' haline geldiği tespitinden yola çıkarak, “istihbarat servisleri ve uzantılarıyla sahada var olan Batılılar, Kuseyr'de de varlar” dedi. ''Savaşların anası'' diye tabir ettiği Kuseyr savaşının, bu istihbarat servislerini buraya topladığına dikkat çeken Cabir, buna rağmen Batı medyasının iddia ettiği gibi İsrail'in, Kuseyr'e asker gönderdiğine inanmıyor
Cabir, İsrail'in Suriye'de herhangi bir tarafın kazanmasını istemediğini belirtiyor: ''İsrail; Suriye'nin askeri, beşeri, siyasi, altyapısal ve maddi olarak kan kaybedişini mutlulukla izliyor. İsrail, Suriye'de daha çok kanın akması için, istihbaratı ile Suriye'ye her gün müdahale edip kışkırtmalarda bulunarak ateşi daha çok alevlendirmeye çalışıyor.''
Albay Emin Hatit, bir makalesinde, Kuseyr savaşının, düşmanın tasfiyesi anlamına geldiğini ifade etti. Hatit, Suriye krizinin ömrünün kısaldığına ve düşmanın bir çöküş yaşadığına dikkat çekiyor. Hatit, bu savaşın kesin bir şekilde şu üç duruma yol açtığını düşünüyor:
1- Lübnan'ın, silahlı çeteleri destekleme rolü devre dışı kaldı. Özellikle Akker, Arsel ve Bekaa yolu ile Trablus'tan Kuseyr'e uzanan yardım yolları ve köprüleri yıkıldıktan sonra, muhalifler stratejik ve operasyonel avantajlarını kaybettiler. Kuseyr onlar için, lojistik destek sağlayan faal durumdaki bir ana karargah idi. Suriye'nin orta bölgeleri, Hama ve Şam için en çok Kuseyr'e ihtiyaçları vardı.
2- Kuzeydeki silahlı gruplar ile orta ve güney hattaki silahlı grupların arası ayrılmış oldu. Kuzey ve güney arasında herhangi bir hareketlilik veya güç desteği sağlama imkanları devre dışı bırakıldı. Bu durum, Suriye ordusu ile ilerideki savaşlarında onlara büyük sorunlar yaratacaktır.
3- Kuseyr yenilgisinin yarattığı umutsuzluk ve hayal kırıklığı, silahlı grupların dağılıp parçalanmasına neden olacaktır. Kuseyr'in ele geçirilmesinden sonra ortaya çıkan askeri sırlar ve ayrıntılar, Suriye'yi savunan güçlere verilen manevi desteğin ivme kazanarak artmasına neden olacaktır.
''ABD ve müttefiki ülkelerin tüm çaba, plan ve hesabı tutmamıştır''
Suriye muhalefetinin ilk toplantısı 31 Mayıs 2011’de Antalya’da yapıldı. Peşinden farklı muhalif grupları toplayan Suriye Ulusal Konseyi 23 Ağustos’ta İstanbul’da kuruldu. Sonrasındaki süreci hep birlikte yaşadık. 24 Şubat 2012’de Suriye Dostları ilk kez Tunus’ta toplandı. İkinci toplantı 1 Nisan’da İstanbul’da yapıldı. Bu toplantılara katılan 100’den fazla ülkenin temsilcileri daha sonra beş sefer bir araya geldiler. Son toplantı çarşamba günü çekirdek bir grupla (11 ülke) Ürdün’ün başkenti Amman’da yapıldı.
Peki ne oldu?
Başından beri ‘Esad gitsin’ diyenler Amman’da ABD’nin talimatıyla müthiş bir manevra yaparak ‘Esad kalabilir ama yetkilerini geçici hükümete devretsin’ deyiverdiler.
Bir gün sonra yani önceki gün üç sefer görevinden istifa edip tekrar ikna edilen Suriye Ulusal Koalisyonu Başkan El-Hatip dünyadan haberi yokmuş gibi ‘Esad 20 günde gitmeli’ dedi. Oysa aynı El-Hatip şubat sonunda ‘Esad ile görüşmelere hazırım’ demişti. Demiş ama muhalifler de birbirine girmişti. Bu kavga salı günü muhaliflere ev sahipliği yapan Madrid’de devam etti. Tıpkı iki gündür İstanbul’da devam ettiği gibi. Tıpkı önceki gün Kahire’de toplanan Arap Birliği Suriye Komitesi’ne katılan Arap bakanlar arasında ortaya çıkan kavga gibi. Herkes şaşkın.
Çünkü herkes Büyük Patron ABD’nin talimatına uymak zorunda.
Özetle Suriye sorunu artık farklı bir zeminde tartışılıyor. Rusya- ABD anlaşması çerçevesinde...
KOLAY OLMAYACAK
Yani Esad ile muhalifler bir araya getirilecek ve önümüzdeki yıl yapılacak başkanlık seçimine kadar Esad iktidarda kalacak. Bu sürecin kolay olduğunu söylemek elbette kolay değil. Birçok ülke, güç ve grup bu süreci baltalamak için elinden geleni yapacaktır. Başarırlar mı bilinmez ama kesin olan şey ABD ve Rusya Suriye’deki çözümün er ya da geç siyasi olması konusunda anlaşmış durumda. Yani ABD Moskova’nın başından beri savunduğu çizgiye gelmiştir. Gelmiştir çünkü ABD ve müttefiki ülkelerin tüm çaba, plan ve hesabı tutmamıştır.
Tıpkı bizdeki süper zekâ Ortadoğu uzmanlarının hesapları gibi. Tıpkı yandaş ve mandaş medya ve medyacıların hesapları gibi. Çünkü hiçbiri ne Suriye ne de bölge gerçeklerini biliyordu. Dünya gerçekleri ise hiç. Bilenler de bunların ne anlama geldiğini bilmiyordu. Ne anlama geldiğini bilenler ise anlamlarını kavrayamıyorlardı.
HESABI KİM VERECEK?
Oysa biraz tarih ve coğrafya bilenler Suriye’de olayların bu noktaya geleceğini bilir. Bu gerçeği yüzlerce kez bu köşeden ve televizyon programlarından anlatmaya çalıştım. Bundan rahatsız olanlar televizyonlarda bana ambargo uyguladı. Oysa bir gazeteci olarak ben yalnızca gerçekleri anlattım. İki yıl aradan sonra söylediğim her şey en ince detayına kadar kanıtlandı.
Peki o zaman ölen ve yaralanan yüz binlerce insanın hesabını kim verecek?
Yurtiçinde ve dışında göçmen durumuna düşen milyonlarca insanın dramını hangi vicdan kabullenecek? Yıkılan yüz binlerce evin anısını kim ve nasıl yeniden yaşatacak?
Yoksa bu bizim coğrafyanın kaderi midir?
Yoksa her şey ‘Nasıl olsa bu insanlar unutur’ diyen Batı’nın büyük oyunu mudur?
Eğer öyleyse o zaman biz neden ve nasıl bu kadar saftirik oluyoruz?
Yoksa her şey ‘tamamen duygusal’ mıdır?
YAZININ DEVAMI İÇİN...
http://www.aksam.com.tr/yazarlar/nereden-nereye/haber-209340
İran, Suriye’de asker bulundurduğu iddialarını yalanladı
İran Dışişleri Bakanlığı, İran'ın Suriye'de asker bulundurduğu yönündeki iddiaları yalanladı.
İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Bakanlık Sözcüsü Abbas Irakçı, İran'ın ve Lübnanlı direniş örgütü Hizbullah'ın Suriye’de askeri güç bulundurduğuna dair ortaya atılan iddialar üzerine “İran güçleri hiçbir zaman Suriye’de bulunmadı” açıklamasında bulundu.
Perşembe günü Ürdün’ün başkenti Amman’da yapılan Suriye’nin Dostları Grubu Toplantısı’nda İran ve Hizbullah’tan asker ve militanlarını bir an önce Suriye’den geri çekmeleri çağrısı yapılmıştı.
İran devlet televizyonuna konuşan Sözcüsü Abbas Irakçı ise, “Suriye’nin gerçek düşmanları, bu ülke halkını kışkırtmak ve gelişmelerin yanlış yola sapması maksadıyla bu tip iddialarda bulunuyorlar. İran askerleri hiçbir zaman Suriye’de bulunmadı” ifadesini kullandı.
Türkiye’nin Suriye politikasıyla ilgili de açıklamada bulunan Irakçı,“Suriye krizinin askeri çözümü yoktur, çözüm siyasidir. Sorun, Suriye devleti ve terörist olmayan gerçek muhaliflerle yapılan geniş kapsamlı diyalogla giderilebilir. Türkiye’nin yaptığı çabalar da bu yönteme yaklaşırsa olumlu karşılanır ”diye konuştu.
İran: ''Myanmar'da müslümanlara yönelik soykırım durdurulsun''
İran İslam cumhuriyeti'nin BM daimi temsilcisi, Myanmar'da müslümanlara yönelik sürdürülen şiddet ve soy kırımın devam etmesinden kaygısını dile getirdi.
İSNA Haber Ajansının bildirdiğine göre Myanmar müslümanlarının durumunu incelemek için toplanan İslam İşbirliği Teşkilatı İİT üye ülkeler elçi ve temsilcileri toplantısında konuşan İran İslam cumhuriyeti'nin BM daimi temsilcisi "Muhammed Hazai", Myanmar'da demokratikleşme ve reform adı altında müslümanlara yönelik sürdürülen şiddet ve insan hakları ihlalinden duyduğu kaygıyı dile getirerek, Myanmar müslümanlarının savunulması ve onlara yönelik sürdürülen kıyımın durdurulması amacıyla İslam ülkeleri arasında ortak bir strateji ve kararnamenin belirlenememesini eleştirdi.
Hangi ad altında ve bahane ile olursa olsun Myanmar'da müslümanlara yönelik sürdürülen dini ve etnik kıyımın affedilemeyeceğini belirten Hazai, müslümanlara yönelik sürdürülen katliama son verilmesi için Myanmar hükümetinin acil girişimlerde bulunması zaruretini açıkladı.
Myanmar'da insan haklarının daha fazla ihlal edilmesine yol açan uluslar arası topluluğun bu olaylar karşısındaki sessizliğini de kınayan İran temsilcisi, İslam İşbirliği Teşkilatı üye ülkelerinden BM Genel sekreteri ile temasa geçerek müslümanlara karşı sürdürülen insanlık dışı zulüm ve cinayetlere derhal son verilmesi için baskıda bulunmalarını istedi.
Tarih tekerrürden ibarettir
Bir siyasetçi için tutarlı ve istikrarlı olmak, kendi kültürü, tarihi ve inancı ile ters düşmeyen bir çizgi takip etmek en temel iki vasıftır. Bu bir siyasetçinin içte ve dışarıda saygınlığını devam ettirmesi için şarttır. Bu temel tespitlerden sonra, ülke gündemine baktığımızda şunları görüyoruz;
Sayın Başbakan ABDye giderken yaptığı açıklamada Reyhanlı saldırısı ile alakalı olarak fail Suriye hükümetidir dedi. Ancak ABD dönüşü ani bir tavır değişikliği ile herhangi bir şey söylemeden önce yargı kararını beklemek lazım noktasına geldi.
Peki, bu ani tavır değişikliğinin sebebi nedir? Bunun cevabını başbakanın ABDde yaptığı görüşmelerde aramak lazım... ABDnin Suriye konusuna bakışı belli .
Baştan beri hadiseye doğrudan müdahil olmak istemiyor. (Bunda Rusyanın rolünün büyük olduğunun altını çizmekte fayda var) Bu iş için Türkiyeyi maşa olarak kullanıyor.
Rusyanın konuyu diplomatik mecraya taşıması ve bu hususta baskı yapması ile birlikte ABD, Türkiyeyi tamamen yalnız bıraktı. Şu anda dünya üzerinde Suriye konusunda Türkiye ile aynı çizgide politika belirleyen, doğrudan işgal ve müdahale isteyen bir ülke daha yoktur.
Bu öyle bir yalnızlık ki Türk milleti tarihinde ilk defa İslam dünyasının karşısında Haçlı âleminin yanında yer almıştır . Tarihin hiçbir döneminde Türkler böyle bir duruş sergilememiştir.
Bu noktada Sayın Selim Kotilin şu tespitlerine katılmamak mümkün değil: Eskiden haçlıları İslam dünyasına karşı kışkırtan papalıktı. Bugün ise Sayın Başbakan Amerikayı açıkça Suriyeye saldırmaya teşvik etme vazifesini yürütüyor. Yani eskiden papanın yaptığını bugün maalesef Sayın Başbakan yapmaktadır.
ABD dönüşü yaptığı açıklamada yalnız Türkiyenin lojistik destek vermesi yetmez, ABD de Suriyedeki isyancı gruplara lojistik destek sağlamalıdır demesi bu hakikatin bir ispatı değil midir?
Başta da ifade ettiğimiz gibi bir siyasetçi için en önemli özelliklerden biri, belki de en önemlisi kendi tarihi, kültürü, medeniyeti ve inancı ile ters düşen icraatlara imza atmamasıdır. Zulmün ve haksızlığın yanında değil, karşısında yer almasıdır. Tarih haçlı âlemiyle işbirliği yaparak, Müslümanların karşısında saf tutan idarecilerin akıbetinin hayır olmadığını göstermiştir.
Hüseyin b. Ali bunların en bariz örneğidir. İşbirliği yaptığı İngilizler ona vaat ettiklerinin hiç birini vermedikleri gibi, Akabe kayalıklarında ölüme terk ettiler, hüsran ve ıstırap içinde hayatını tamamladı.
Saddam Hüseyin bir Ramazan Bayramı günü asılarak idam edildi.
İran Şahı Pehlevi son günlerini geçirecek bir ülke bulmakta zorlandı.
Hüsnü Mübarekin akıbeti ise belli değil.
Bunlar yıllarca Amerikayla işbirliği yapmış, iktidarları döneminde Amerikanın çok işine yaramış devlet adamlarıydılar
Son olarak bir hatırlatma daha yapalım; Belki buna samimi bir ikaz demek daha doğru olur.
Tarih tekerrürden ibarettir
Prof. Dr. Haydar Baş 23 Mayıs 2013
İRAN SEÇİMLERİ NİÇİN ÖNEMLİDİR?
Bismillah
İran’da 14 Haziran 2013 tarihinde yapılacak 11. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılmak için başvuran 686 kişi arasından Anayasa Koruyucular Konseyi 8.inin yeterliliği/salahiyetine onaya verdiğini duyurdu .
İran cumhurbaşkanlığı seçimleri çeşitli açılardan değerlendirmeye tabi tutulabilir. Bu değerlendirmede İran seçimlerinin dış dünyayla ilişkisi üzerinde duracağımız için muhtemel adayların hangi siyasal görüş ve partiyi temsil edecekleri konusunda daha önce aynı sütunda yayınlanan aşağıdaki makaleye başvurulması tavsiye edilir:
http://www.rasthaber.com/yazar_12003_37_iran-genel-secimleri-ve-mesajlari.html
Şu hususu da hatırlatmak isteriz ki, İran’daki siyasal parti ve grupları sınıflandırırken alışılagelmiş kriterler yerine bu ülkenin kendi iç dinamikleri ve özellikle de “velayet-i fakih” temel ilkesine yakınlık-uzaklık esas alınmalıdır. Bu ölçü dışındaki değerlendirmeler İran gerçeklerini yansıtamayacağı gibi muhatabın sağlıklı sonuçlar almasına da yardım etmez. Ayrı bir ifadeyle İran’daki siyasal akımları sınıflandırırken İslam, İslam İnkılabı, İmam Humeyni’nin çizgisi, Anayasaya bağlılık gibi genel kriterler yanında en belirgin ve tanıtıcı olanı “velayet-i fakih” ilkesini teoride kabul ve pratikte bu makama itaat ölçüsüdür.
Bu temel ilkeleri kabul etmeyen veya teoride kabul edip pratikte uymayan ve kendilerini reformcu, teknokrat, milliyetçi, İrancı vb adlar altında tanıtan çevreler kendi aralarında da alt gruplara ayrılmaktalar.
Bütün bu ölçüleri teoride ve pratikte kabul eden ve bağlı olan ilkeci parti ve gruplar arasındaki görüş ayrılıkları ise daha çok toplumsal adalet, ekonomik kalkınmada öncelikler, izlenecek yöntem ve uygulamadaki yöntem farklılıklarından kaynaklanır.
İran seçimlerinin dış ilişkiler açısından değerlendirilmesi:
Seçimler ister yaşadığımız bölgede olsun ister başka kıtalarda olsun halk kitlelerinin iradesini yansıtıyorsa her ülkede önemlidir. Bölgesel ve uluslararası arenada etkili bir ülkede yapılıyorsa seçimler daha bir önem kazanır. Öte yandan bir ülkede yapılacak seçimin sonuçları o ülkenin dış siyasetini radikal ve hatta kısmî derecede değiştirecek mahiyetteyse ister istemez büyük güçlerin ve komşuların da ilgi sahasına girer ve bu ülkedeki seçimlere müdahale etmeye kalkışırlar.
Atlas Okyanusunun öte yakasından, binlerce kilometre uzaktan gelip Ortadoğu bölgesindeki enerji kaynaklarını sultası altına almayı ulusal çıkarları olarak gören güçlerin bu bölgede yapılacak seçimlerde kendilerine kukla, olmazsa kendilerine yakın, bu da olmazsa en azından kendi siyasetlerine karşı çıkmayacak uzalaşmacı çevrelerin işbaşına gelmesine yatırım yaptıkları bilinen bir gerçektir.
Bu yatırımlar ülkeden ülkeye değişir. Bazı ülkeler vardır ki oradaki seçimlerin sonuçları sadece kendisiyle sınırlı kalmaz ve bütün bir bölgeyi ve hatta bütün bir dünyayı ilgilendirir. Ve işte İran’da yapılacak seçimler bu türdendir. İran ile Batı arasındaki ihtilaflı konular fazla olmakla birlikte üç konu vardır ki Batı’yı yakından ilgilendirmekte olup bu hususlarda Batı’ya yeşil ışık yakan İran’lı siyasetçiler desteklenmeye layık görülür: Direniş Cephesi, nükleer teknoloji ve ABD ile ilişki kurulması.
İran’da işbaşına gelen hükümetlerin geçmişte bölgesel ve uluslararası meselelerde izledikleri siyasetler ve yine iş başına gelmek için seçimler sırasında bu üç konuda seçim malzemesi olarak kullandıkları sloganlar incelendiğinde bu husus daha iyi anlaşılır.
İran’ın 2009 yılında düzenlenen 10. Dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yukarıda sıraladığımız kriterlere uyacağını resmen taahhüt etmesine rağmen seçim propagandası ve seçim sonuçlarına itiraz sırasında “Gazze ve Lübnan’a hayır, canımız İran’a feda” sloganını öne çıkaran reformistlerin adayı Mir Huseyin Musevi, böylece ABD ve İsrail’e açıkca göz kırpmakta, Batı’nın yardımlarını talep etmekteydi. Mesajı anında alan ve belki de daha önce perde arkasında varılan uzlaşma yönünde hareket eden Batı her alanda var gücüyle reformistleri desteklemekten çekinmedi. Batı emperyalizmi medya gücünü reformistlerin hizmetine sundu, bu yönde BBC ve VOA da dahil Farsça yayın yapan onlarca TV kanalını, internet imkanlarıyla seçimler öncesinde kitleleri yönlendirmek ve sonrasında ise aylarca İran’daki karışıklıkları sürdürmek için seferber etti. Çünkü Musevi ve yandaşları Gazze ve Lübnan’a hayır demekle İsrail’in varlığını, Filistin ve Lübnan’daki cinayetlerini onaylıyorlardı. Batı emperyalizmine karşı İslam inkılabının zaferiyle birlikte oluşmaya başlayan ve gittikçe güçlenen Direniş Cephesini ortadan kaldırmayı veya en azından zayıflatmayı planlıyorlardı.
Mir Hüseyin Musevi ve koalisyon ortakları olan Haşimi Refsancani, Kerrubi ve Hatemi’nin seçimi Batı’nın çok yönlü yardımları sayesinde kazanmış olsalardı ortaya çıkacak durumu kestirmek zor olmasa gerek. Cumhurbaşkanının ülke dış siyasetini tek başına değiştirmesi mümkün olmamakla birlikte “ velayet-i fakih” makamındaki Rehber’i özellikle de direniş cephesi hususunda sıkıntıya sokabilirlerdi.
Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinin muhtemel adaylarından Haşimi Refsancani’nin daha kısa süre önce dört yıl önceki slogana benzer olarak “ Ma ba İsrail ser ceng nedarim. Hala arabha ceng kerdend ma komek mikonim= Bizim İsrail’le bir kavgamız/anlaşmazlığımız yoktur, Araplar savaşırsa biz de yardım ederiz” demesi Batı’nın ve İran içindeki uzantılarının desteğini almaya matuf sözlerdir. Daha aday adaylarının yetkinliği onaylanmamışken uluslararası siyonizmin kontrolündeki medya ve hatta ülkemizdeki yandaş medyanın Haşimi Refsancani’yi kendilerince bir ümit kaynağı olarak ön plana çıkarmalarını bu açıdan değerlendirmek gerekir. Refsencani ve koalisyon ortaklarının seçimlerde başarılı olup olmayacakları, başarılı oldukları takdirde Batı’nın ve Batı’ya endeksli bölgesel iktidarların beklentilerini yerine getirip getiremiyecekleri bir yana, seçim öncesinde böyle açıklamalar yapılması Batı’nın İran seçimlerinden beklentilerini ve adayların mahiyetini tanıtması açısından önemlidir.
Nükleer teknoloji konusu:
Batı’nın İran’la ilişkilerindeki önemli meselelerden biri bu ülkenin nükleer teknolojisinde kaydettiği ilerlemeler ve bunun nasıl engellenebileceği konusudur. Diyalog yanlısı(!) Muhammed Hatemi döneminde (1997-2005) İran’ın nükleer faaliyetlerini üç yıl boyunca askıya aldırttan ve maden çıkarmadan uranyum zenginleştirmeye kadar bütün bilimsel ve teknolojik çabaları temelden tatil ettirmeyi planlayan Batı 2005 yılında Ahmedinejad hükümetinin iş başına gelmesiyle bu uzlaşmacı siyasetlere son verildiğinin acısını unutmuş değil. O günden beri İran’a yönelik baskı ve yaptırımları artırdıkça İran’ın daha da ilerlediğine tanık olan Batı, gelecek cumhurbaşkanının kendi istekleri doğrultusunda hareket eder biri olmasa bile en azından uzlaşmacı bir tip olması için geniş çaplı propagandalara başlamış bulunuyor. Gelecek seçimlerin muhtemel adaylarından ve Hatemi dönemdeki Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakerecisi Hasan Ruhani’nin nükleer faaliyetleri tamamen durdurmanın eşiğine getiren siyasetleri savunması bir yerde Batı’ya yaranmaya ve destek almaya yönelik çabalardandır. Refsancani’ye yakınlığı ile tanınan Hasan Ruhani’nin adaylığı onaylansa bile Refsancani lehine seçimlerden çekileceğine kesin gözüyle bakılıyor.
ABD ile ilişki kurulması:
İran ekonomisini felce uğratmak için son bir yıldan beri Batı ülkeleri tarafından petrol satışları ve dış ticareti engellemek amacıyla bankacılık dalında irtibatları kesmek de dahil artırılarak sürdürülen yaptırımlar enflasyonun seçimler eşiğinde artmasına sebep olmuştur. Bunu fırsat bilen bazı adaylar çıkış yolu olarak ABD ile uzlaşmak, ilişkileri normalleştirmek yolunu teklif etmekteler. Hatta Refsancani gibi bazı adaylar ülkedeki durumu “kriz ortamı” ve kendilerini “ülkeyi kurtarıcı” olarak tanıtmaktalar. Yine reformist kanattan olan Kevakibiyan gibi aday adayları ise seçildikleri takdirde ülkeyi krizden kurtarmak için altı ay içinde ABD ile ilişkileri normalleştirme sözü vermekteler.
İran’da son sekiz yılda ekonomik, bilimsel, uzay ve nükleer teknolojisi, gelirlerin ülke genelinde adil dağıtımı, mahrum halk kesimlerine yönelik yardımlar ve bayındırlık alanlarında büyük ilerlemeler kaydedildiği ortada iken bazı adayların bu kazanımları görmezden gelerek son bir yılda küresel kriz ve dış baskıların da etkisiyle ortaya çıkan enflasyonu bahane ederek kurtarıcı rolüne soyunmaları ve Batı’ya uzlaşma sinyalleri vermeleri iktidar özlemleri olarak değerlendirilmektedir.
Yukarıda saydığımız örnekler daha çok Batı’dan münfail/etkilenmiş ve mücadeleci çizgiden çıkmış çevrelerin görüşünü yansıtmaktadır. Buna karşılık İslam İnkılabının hedeflerine ulaşması için aynı konularda sabır, metanet ve sebat gösterilmesini isteyenler kesin olarak çoğunluktadır.
Bu son gruptakilere göre; Batı için nükleer teknoloji bir bahanedir. İran nükleer teknolojisini tamamen durdursa ve Libya gibi araç gereçleri bir gemiye doldurup ABD’ye gönderse bile Batı’yı razı edemez. Batı, İslam İnkılabı söyleminden vazgeçmediği, Batı’nın bölgesel plan ve siyasetlerini benimsemediği, İsrail’in varlığını kabul etmediği sürece İran’ı rahat bırakmayacaktır. Bu ilkelerden taviz verilmeyeceğine göre Batı emperyalizmine ve bölgesel uzantılarına karşı direnmekten başka çare yoktur.
Y. ZİYA T.YILMAZ
İran cumhurbaşkanı adayları listesi açıklandı
İran İçişleri Bakanlığı, Anayasa Koruyucular Konseyi cumhurbaşkanlığı adaylığına onay verdiği isimleri açıkladı.
Konsey, Cumhurbaşkanlığın adaya olmak için başvuran 686 kişiden 8'inin yeterliliği/salahiyetine onay verdiğini duyurdu.
İran'da 14 haziran'da yapılacak seçimlerde 11. cumhurbaşkanlığı için aday olan isimler şunlar:
1- İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Said Celili
2- Meclis Eski Başkanı Gulam Ali Haddad Adil
3- Devrim Muhafızları Eski Komutanı Muhsin Rızai
4- Nükleer Eski Başmüzakereci Hasan Ruhani
5- Cumhurbaşkanı Eski Yardımcısı Muhammed Rıza Arif
6-Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf
7- Dışişleri Eski Bakanı Ali Ekber Velayeti
8- Petrol Eski Bakanı Muhammed Garazi
"Suriye savaşının faturasını Avrupa da ödeyecek"
İran ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Said Celili, Suriye’ye savaşın faturasını sadece Suriye halkının değil Avrupa halkının da ödeyeceğini belirtti.
Celili İranlı ajansların Euronews şebekesine verdiği demeçten naklen, teröristlerle yanlış teati de bulunma ısrarının, Afganistan’dan binlerce km uzaklıktaki Avrupa sınırlarında yayılmalarına ittiğini, bunun da Avrupa halkı nezdinde korku ve endişe yaratması gerektiğini ifade etti.
Öte yandan Celili, İran’da düzenlenecek olan başkanlık seçimleri sonuçlarının İran’ın Uranyum İzotopları çalışmalarını etkilemeyeceğini belirterek İran silahlı kuvvetlerinin İran’a karşı gelecek herhangi bir saldırıya karşı koyma gücünde olduğuna dikkat çekti.
BRUCERDİ: Suriye'de şiddetin durdurulması için tek çözüm diyalogdur
Kendi yönünden İran Şura Meclisinde Dış Politika ve Ulusal Güvenlik Komitesi Başkanı Alaaddin Brucerdi, Suriye'de şiddetin ve akan kanları durdurmanın tek yolu olduğunu belirtti.
Brucerdi dün Yeni Zelanda Başbakanı üst düzey müsteşarlarından Tim Webster’i Amerika ve bölgesel ortaklarının Suriye devletinin düşmesi üzerine kurdukları hesap ve analizlerinin bölge krizine yol açtığını, askeri projenin de başarısız olmasına nazaran, diyalog yoluyla siyasi çözümün bu ülkede kanların akmasını ve şiddetin sona ermesini garantileyeceğini vurguladı.