کارگر

کارگر

 İslami İran Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşiğinde ülkeye silah ve gelişmiş casusluk cihazları sokmaya ve fitne çıkarmaya çalışan iki terörist grup çökertildi.

İslami İran İstihbarat Bakanlığı’nın basına yaptığı açıklamaya göre Cumhurbaşkanlığı seçimleri eşiğinde İran’ın Doğu ve Batı sınırlarından ülkeye silah sokmaya çalışan iki terörist grup çokertildi.

Bu husuata bir bildiri yayınlayan İslami İran İstihbarat Bakanlığı, İran milletine düşmanlık besleyenler, cumhurbaşkanlığı seçimlerine az bir süre kala çeşitli fitneler çıkarmak amacıyla tahrip edici eylemlere hazırılık yaptığını ve bu bağlamda İran İstihbarat Bakanlığı’na bağlı teşkilat tarafından bu komplolar takip edilip zamanında etkisiz hale getirildiğini bildirdi. 

Bildiride, en son su yüzüne çıkartılan komplo kapsamında ülkeye pek çok hafif silah gelişmiş casusluk cihazları sokulduğu tespit edilince ülkenin Doğu ve Batı sınırlarından bu silahları sokmaya çalışan iki terörist grup çökertildiğini belirtildi.

Bildiride ayrıca, İran’ın Kirmanşah ve Sistan Belucistan eyaletinde çok sayıda tabanca ve el bombası ele geçirildiğini ve teröristler tutuklanarak yargı mercilerine teslim edildiğinin bilgisi verildi.

 

 İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Baş müzakerecisi Said Celili ve Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton,  İstanbul'da bir araya geldi.

Görüşme sonrası basın mensuplarının sorularını yanıtlayan Celili şöyle dedi:

"Olumlu görüşmelerde bulunduk. Görüşlerin bir birine daha da yakınlaşması için irtibatta olmayı kararlaştırdık."

Catherine Ashton ise şöyle dedi:

"Faydalı konularda konuştuk. Ama ismini müzakere bırakamayız. Daha çok sunulan öneriler hakkında müzakerelerde bulunduk.

Yakın zamanda, ileriki süreç hakkında temaslarda bulunacağız."

 

 

İSTANBUL - İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakereci Said Celili, ’nin güvenliğine ülkesinin güvenliği gözüyle baktıklarını söyledi. İran’ın İstanbul Başkonsolosloğu’nda düzenlenen basın toplantısında gazetecilerin sorularını cevaplayan Celili, Reyhanlı’da meydana gelen terör olayından dolayı, üzüntüsünü dile getirdi.

Güvenlik ve emniyetin bir birine bağlı konular olduğunu ifade eden Celili,” Türkiye ile dostane ve kardeşlik üzerine kurulu ilişkilerimiz var. Biz Türkiye’nin emniyetini kendi emniyetimiz olarak biliyoruz. İran ile Türkiye sınırı da her zaman dostluk ve refah sınırı olmalıdır. Daha önce de belirttim, bölgedeki ülkeler güçlerini artırmak için güçlerini birleştirmeliler. Bu çerçevede Türkiye güçlü bir kapasiteye sahiptir. Irak’ta aynı şekilde bölgede güçlü bir ülke. Bu ülkelerle İran çok güçlü stratejik ilişkilere sahiptir. Dolayısıyla tüm kapasitelerimizi hakların ve bölgenin yakınlaşması içen kullanıyorduk. Kullanacağız. Ufak ihtilaflar olsa da bunları aza indireceğiz.” şeklinde konuştu.

Bölgede bir İslami uyanış olduğunu savunan Said Celli,”Mısır ,Tunus, Irak, Suriye çok büyük bir kapasite sayılır. Tabii bu kapasitelerin birleşmesi halklar için faydalı olur. Bu ülkeler arasındaki sınırlarda barış ve sükûnet olmalı. “ ifadesini kullandı.

SURİYE’NİN GELECEĞİNİ SURİYE HALKI BELİRLESİN

İran’ın Suriye yönetimi ile ilgili tutumunun değişip değişmediği konusunda ki bir soruyu cevaplayan Celili, “İran’ın politikası bellidir. Biz başından beri her türlü şiddeti ve silahlı yolları kınadık. Bunu tenkit ettik. Suriye'de tek çözüm var. Demokrasi yolu. Suriye’de milli görüşmeler olabilir. Bununla birlikte seçimler yapılmalı. Herkes bu zemini oluşturmak için çalışmalı. Ondan sonra diğer aşamada yardım edilsin ki Suriye'de seçim yapılsın. Sonuç olarak da Suriye'nin geleceğini Suriye halkı karar vermeli.”ifadesini kullandı.

BARIŞÇIL SÜRECİ DESTEKLİYORUZ

Türkiye’deki barış süreci ile ilgili bir soruyu cevaplandıran Celili şunları söyledi: “Biz Türkiye’de olsun Irak’ta olsun diğer ülkelerde olsun, birlik birliği artırabilecek adımları destekliyoruz. Dolayısıyla böyle bir hareket birlik ve beraberliği sağlayacaksa bu süreci destekliyoruz. Türkiye güvenliğini ve emniyetini kendi güvenliğimiz olarak görüyoruz. İran ve Türkiye arasında, iki halk ve hükümetler asındaki ilişkiler, stratejik boyutta”

Said Celili, İran’da 14 Haziran’da yapılacak cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olacağını açıklamıştı.

İran-Irak savaşında gazi olan Celili, 2007’den bu yana Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi’nin başında yer alıyor. Celili, İran’ın dini lideri Ali Hamaney’e de yakın bir isim olarak biliniyor.

Celili adaylığını açıklamış olmasına rağmen, başvurusunun İran Anayasa Koruyucu Konseyi tarafından kabul edilmesi gerekiyor. Konseyin önümüzdeki günlede seçimde yarışacak adayların yer aldığı listeyi açıklaması bekleniyor.

 Celili: Nükleer görüşmeleri sürdürmeye kararlıyız

İran Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Genel Sekreteri ve Nükleer Müzakereci Said Celili, İran'ın nükleer programı ile ilgili görüşmelerin sürdürmeye kararlı olduklarını ifade etti. Celili, İran'daki seçim sürecinin buna engel oluşturmayacağını söyledi. İran'da gerçekleştirilecek cumhurbaşkanlığı adayı da olan Celili, yaptığı konuşmada; dün Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Catherine Ashton il e yaptığı görüşmenin ayrıntılarının yanı sıra gündemdeki konuları değerlendirdi.

Celili, Almatı’da yapılan yoğun görüşmeler sonrasında sonuca varmak için Ashton’un kendilerinden süre istediğini cevabı almak için de İstanbul’da görüştüklerini söyledi.

Ashton ile nükleer görüşmeler konusunda ayrıntılar üzerinde durma fırsatı bulduklarını ifaden Celili,” Yeni öneriler üzerinde çalışmamız üzerinde anlaştık. Görüşmelerimizin devem etmesi kararını aldık. İran’ın barışçıl olarak uranyum zenginleştirme hakkının tanınması kaydıyla her türlü işbirliğine hazırız” dedi.

BU FIRSATI DEĞERLENDİRMEZLERSE ELLERİNDEN KAÇAR

Moskova’da yapılan görüşmelerde İran’ın kapsamlı öneriler ortaya koyduğunu ifade eden Celili,”Çok kapsamlı önerilerimiz oldu. Tüm alanları kapsayan önerilerdi bunlar. Almatı’da dediler ki ‘biz geniş çerçeve dışında adım adım süreci konuşalım.’ Biz belirli hususlar üzerinde de hareket edebiliriz. Bu adımlar karşılıklı esası üzerinde olabilir. Dün akşam görüştüğümüzde bu adımlar nasıl karşılıklı atılabilir. Burada nasıl bir denge oluşturulabilir onu konuştuk. Her zaman söyledik. O Fırsatları konuşmaz ve ele almazlarsa bu fırsatlar ele geçmez.” şeklinde konuştu.

İran'daki seçim sürecinin görüşmelere engel teşkil etmeyeceğini ifade eden Celili,"Seçimlerden sonra veya seçimlerden önce de görüşmeler gerçekleşebilir. Bizim akşamki görüşmemiz verimli oldu. Görüşmede çeşitli fikir ayrılıkları nasıl yakınlaştırırız onu ele aldık. Bu görüşlerimiz üzerinde durmayı kararlaştırdık. Görüşmelerin devam etmesi kararı alındı. Ne zaman onlar isterlerse, biz görüşmeleri yapmaya hazırız. İran seçiminden önce de sonra da olabilir. Çünkü bu tip görüşmeler, kapsamlı milli politikalar çerçevede olan görüşmelerdir. İran kamuoyu bu görüşmeleri destekliyor. Çünkü bu şahsa yada bir partiye özgü görüşmeler değil. İrtibat devam ettirerek gelecekteki görüşmenin çerçevesini belirleyeceğiz" diye konuştu.

Türkiye ve Brezilya’nın ortaya koyduğu taslağa da değinen Celili, Türkiye ve Brezilya’nın ittifak ettiği İran’ın nükleer programı ile ilgili bildirinin kabul edilmediğini hatırlattı.” İran uranyumum yüzde 20 zenginleştirme işlemini yaptı. Bizim tavsiyemiz siz ne zaman İran haklarını durdurmaya çalışsanız da İran kendi haklarını korumaya devam eder. Buna gücü var. Daha önce İran’ın bildirisi kabul edilmedi.” dedi.

 

“Diyorlar ki bizler sadece Allah’tan istemeliyiz, insanlardan değil. Eğer “Ya Resulallah”, “Ya İmam Hasan” “Ya İmam Hüseyin” dersek Allah’tan başkasından istemiş olduğumuzdan şirke düşmüş oluruz.” Bu şüpheye vereceğimiz cevapta şöyle deriz: Tevhit ve şirkin ölçüsünü sizin ve bizim elimize vermemişlerdir ki (Vahabi, selefiler gibi) her istediğimizi ‘ayn-ı tevhit’ ve her istemediğimiz şeyi ‘ayn-ı şirk” karar kılalım. Bilakis tevhit ve şirkin kendisine has ölçü ve mizanı vardır. O da Kur’an, sünnet ve akıldan alınmıştır. Şimdi enbiya ve evliyalardan dua isteğinde bulunmanın ‘aynı tevhit’ olduğunu ispatlamak için bir takım konulara değiniyoruz:

  

1. Eğer insanlardan bir şey istemek şirk olsaydı, o halde vahhabiler dahil yeryüzünde yaşayan tüm insanların müşrik olması gerekirdi. Çünkü tüm insanlar yaşantılarında birbirlerinden bir şeyler ister, baba oğuldan, üst astan, hasta doktordan…

Eğer bu tür isteklerin yaşayanlardan istendiği için şirk olmadığını, ancak ölülerden bir şey istemenin şirk olduğunu söylerlerse, bu cevap bir önceki konudan daha kötüdür. Zira ölüm ve yaşam şirk ve tevhidin ölçüsü değildir ki yaşayandan bir şey istemek ‘aynı tevhit’ ve aynı istek ölüden olursa şirk olmuş olsun, bilakis ölüm ve hayat isteklerin faydalı, faydasız veya etkili ve etkisiz olma ölçüsü olabilir, tevhit ve şirkin ölçüsü değil. Dolayısıyla: “ölüden” (elbette eğer ölüyse) bir şey istemek faydasızdır, şirk değildir.

2. Eğer insanlardan bir şey istemek şirkse ve yalnızca Allah’tan istenmesi gerekiyorsa öyleyse neden Kur’an’ın hükmü gereği insanlar Peygamberin (s.a.a) huzuruna gitmeye ve günahlarının bağışlanması için onlar hakkında dua etmesi için istekte bulunmaya görevlendirilmişlerdir? Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{وَ لَوْ أَنَّهُمْ إِذْ ظَلَمُوا أَنْفُسَهُمْ جاؤُكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللَّهَ وَ اسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللَّهَ تَوَّاباً رَحِيماً}

“Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan bağışlanmayı dileseler, Resûl de onlar için istiğfar etse Allah'ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlar. (Nisa, 64)”

Bu ayette Allah biz Müslümanlardan O’ndan gayrisinden bizim için dua etmesi için istekte bulunmamızı istemektedir. Hatta Kur’an, münafıkları bile yermekte ve şöyle demektedir: “Onlara: Gelin, Allah'ın Peygamberi sizin için mağfiret dilesin, denildiği zaman başlarını çevirirler ve sen onların, büyüklük taslayarak uzaklaştıklarını görürsün.” [1]

Hz. Yakub’un çocuklarının günahları belli olunca babalarına şöyle söylerler:

{يا أَبانَا اسْتَغْفِرْ لَنا ذُنُوبَنا إِنَّا كُنَّا خاطِئِينَ}،; “Ey babamız! (Allah'tan) bizim günahlarımızın affını dile! Çünkü biz gerçekten günahkârlar idik.” Babaları da cevabında şöyle söyler:

{سَوْفَ أَسْتَغْفِرُ لَكُمْ رَبِّي} ; “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim. (Yusuf, 98) bundan anlaşılmaktadır ki bu mesele insanın fıtratına yerleştirilmiştir. Eğer kendisi ve Allah arasında vasıta olması için yüce makam sahibi birinden bir şey isteniyorsa bu tevhidin ta kendisidir.

3. Tüm bu istekte bulunmaların yaşayanlar için olduğunu söylemek mümkündür, ancak bunun cevabı açıktır. Şehitlerden daha üstün olan enbiya ve evliyaları (imamları) ölüler olarak sanan onların hiçbir idrak ve düşüncelerinin olmadığına inan kişiler Kur’an’ın hilafına söz söylemektedirler. Kur’an açısından bırakın enbiya ve evliyalar, hatta Mesih’in elçilerine (havarilere) yardım eden kişi bile zindedir yaşamaktadır. Kur’an şöyle buyurmaktadır:

{قِيلَ ادْخُلِ الْجَنَّةَ قالَ يا لَيْتَ قَوْمِي يَعْلَمُونَ * بِما غَفَرَ لِي رَبِّي وَ جَعَلَنِي مِنَ الْمُكْرَمِينَ}

“Gir cennete! denildi. «Keşke, dedi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama mazhar olanlardan kıldığını kavmim bilseydi!» (Yasin, 26-27) Bu sözü söyleyen “Habib Neccar”dır. Kavmi onu taşlayarak öldürdükten sonra şöyle söyledi: “Ben artık cennetteyim ve ikrama mazhar olanlardanım.”

4. Eğer gerçekten bu dünyadaki bazı insanların hayatı olmasaydı, o halde “tedfin-i meyyit” töreninin bir parçası olan telkinin anlamı nedir? Meyyit (ölü) toprağın altına konulduktan sonra ona eğer iki melek gelirse onlara şöyle deyin diye hitap edilmektedir: “Allah (c.c) Rabbimdir…” [2]

5. Buhari kendi sahihinde “El-Meyyit Yesmeu Hafke’n Nial” adlı bir bab açmıştır. Yani “Ölü teşyii edenlerin ayakkabılarının sesini duyar” bu konuda rivayet nakletmektedir. Eğer gerçekten ölüm hayatın sonuysa, o halde meyyitin teşyii edenlerin ayakkabılarının sesini duymasının anlamı nedir?!

6. Tüm Müslümanlar teşehhütlerinde Peygambere (s.a.a) hitap ederek şöyle demektedirler: “Es-Selamu aleyke eyyuhe’n nebi”; “Selam senin üzerine olsun ey peygamber” eğer sizin deyiminizle ölüye hitap şirkse o halde Vahhabilerin kendileri de müşriktirler.

7. Vahhabilerin sorunu şudur ki şu ana kadar tevhit ve şirk için bir ölçü koymamışlardır. Ve dolayısıyla her tür nida ve dilekte bulunma veya Allah’tan başkası karşısında huzu ve tevazu etmeği tapmak (ibadet) olarak telakki etmektedirler. Eğer onun ölçüsünü açıklamış olsalardı, bütün sorunları hallolmuş olurdu. Şimdi özet olarak buna değiniyoruz:

İbadetin hakikati; insanın bir varlığın karşısında huzu etmesi veya ondan bir şeyi istemesidir, bunu yaparken de onun Allah olduğuna veya Allah’ın yaratığı olduğuna, ancak Allah’ın işlerini ona tefviz ve ihale ettiğine inanmasıdır. Örneğin yaratmak, dünyanın evirip çevrilmesi, rızık vermek… ancak insanın nida ve isteği o varlıkta bunların olmadığı inancıyla olursa tapma ve ibadet tahakkuk bulmaz. Özellikle eğer o insan, Allah katında makam ve mevki sahibi Allah’ın Salih kulları karşısında onlardan O’nun hakkında dua etmesini istemesi tevhitten başka bir şey değildir.

8. ‘Onlar yaşıyorlar, ancak onlarla olan ilişkimiz kesilmiştir’ sözünüz Peygamberin (s.a.a) sözüne aykırıdır. Peygamber, “Bedir” savaşında müşriklerin cesetlerini bir çukura attığında onlarla konuşmaya başladı. Yeni şirkten kurtulmuş Müslümanlar ‘ölülerin cesetleriyle mi konuşuyorsun?’ diyerek itiraz ettiler. Hz. Peygamber şöyle buyurdu:

«والذي نفس محمد بيده والله ما أنتم بأسمع لما أقول منهم»

“Muhammed’in canı elinde olan Allah’a andolsun ki sizler, benim söylediklerimi onlardan daha iyi duymuyorsunuz” [3]

Şafi olmalarına izin verilenler ve Hz. Peygamberin (s.a.a) kesin olarak şafi olması ve ondan dua isteğinde bulunulması tevhidin ta kendisidir.

9. Bu beylerin sözleri Ebu Bekir’in amel ve siyresine tam olarak aykırıdır. Peygamber efendimizin vefat ettiği haberi kendisine verildiğinde Hz. Peygamberin evine gelerek onu öptü ve ağladı. Sonra şöyle söyledi: “Anam, babam sana feda olsun ey Allah’ın peygamberi!...” bu nida ve istekten daha yüce bir istek olabilir mi: “Ey Allah’ın peygamberi” [4]

10. İster hayatta, ister öldükten sonra olsun ilahi velilerden (imamlar) dua isteğinde bulunmak izin verilmiş bir konu, belki ilahi bir emirdir. Zira Al-i İmran suresinin 64. Ayetinde Müslümanların peygamberden kendileri için Allah’tan bağışlanma dileğinde bulunmaları için emirde bulunması sadece dünyevi hayat için geçerli değildir. Bütün Müslümanlar bu ayetten umum ve mutlak kavramlarını anlamışlardır. Bundan dolayı onun kabrinin yanında onunla konuşmakta, dua isteğinde bulunmaktadırlar. Sahabelerde Peygamberin vefatından sonra bu ayete pratik olarak anlam kazandırmışlardır. Tüm dünya Müslümanları uzak ve yakından Allah Resulünün (s.a.a) kabrini ziyaret etmeğe koşmakta ve ondan dua ve şefaat isteğinde bulunmaktadırlar. Acaba Müslümanların on dört asırlık bu ittifakı hüccet ve kanıt değil midir?

Buhari rivayet etmektedir ki Hz. Âdem’den, Hz. Nuh’a, Hz. İbrahim’den, Hz. Musa ve Hz. İsa’ya kadar büyük peygamberler Kıyamet günü, peygamber efendimizden şefaat isteğinde bulunacaklar ve şöyle diyeceklerdir:

“Ey Muhammed! Sen Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncususun, bize Rabbinin katında şefaat et, burada çıkmazda olduğumuzu görmüyor musun?” [5]

Bu, onun izin verilmiş Şafii olduğuna kanıttır. Allah, bu izni ona vermiştir:

{وَ لا يَشْفَعُونَ إِلاَّ لِمَنِ ارْتَـضی} ; “Allah rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler. (Enbiya, 28. Ayet)

Dolayısıyla şafiden dua ve şefaat isteğinde bulunmak izin verilmiştir. Hâlbuki Vahhabiler peygamberden şefaat isteğinde bulunmayı yasaklamış ve şirk olduğunu ilân etmişlerdir.

İlahi Evliyalara Tevessül Konusunda Mugalata

Bazen “Ahkaf” Suresinin 5. Ayetinden delil getirilerek Allah’tan başkasından dilekte bulunmanın yasak olduğu söylenmektedir, zira onlar bizlerin dileklerinden habersizdirler. Ayet ve tercümesi:

{وَ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ مَنْ لا يَسْتَجِيبُ لَهُ إِلی يَوْمِ الْقِيامَةِ وَ هُمْ عَنْ دُعائِهِمْ غافِلُونَ}

“Allah'ı bırakıp da kıyamet gününe kadar kendisine cevap veremeyecek şeylere tapandan daha sapık kim olabilir? (Oysa) onlar, bunların tapmalarından habersizdirler. (Ahkaf, 5.ayet)

Cevap

Tefsir birey türlerinden biride müşrikler için nazil olan ayetleri, Müslümanlar hakkında tefsir etmektir. Zikredilen ayet, kendi putlarının tanrısı olduğuna inandıkları ve onları küçük tanrılar olarak sanan ve büyük Allah’ın işlerinin onların elinde olduğuna inanan müşrikler hakkındadır. Kur’an bu hakikate değinerek şöyle buyurmaktadır:

{وَ جَعَلَ لِلَّهِ أَنْداداً لِيُضِلَّ عَنْ سَبِيلِهِ...}

“Allah'ın yolundan saptırmak için O'na eşler koşar. (Zümer, 8. Ayet)

Başka bir ayette müşriklerin nezdinde putların makamı şöyle anlatılmıştır:

{وَ مِنَ النَّاسِ مَنْ يَتَّخِذُ مِنْ دُونِ اللَّهِ أَنْداداً يُحِبُّونَهُمْ كَحُبِّ اللَّهِ}

İnsanlardan bazıları Allah'tan başkasını Allah'a denk tanrılar edinir de onları Allah'ı sever gibi severler. (Bakara, 167)

Dolayısıyla putları Allah’ın dengi ve benzeri olarak düşünmekte ve hatta onlara yardım etmesi için savaşlarda putları yanlarında götürmekteydiler. Kur’an bu hakikate şöyle işaret etmektedir:

{وَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لَعَلَّهُمْ يُنْصَرُونَ}

“Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler. (Yasin, 74)

Ayrıca izzet ve zilletin putların elinde olduğuna inanmaktaydılar. Kur’an, bu batıl düşünceyi onlardan şöyle nakletmektedir:

{وَ اتَّخَذُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ آلِهَةً لِيَكُونُوا لَهُمْ عِزًّا}

“Onlar, kendilerine bir itibar ve kuvvet (vesilesi) olsun diye Allah'tan başka tanrılar edindiler. (Meryem, 81)

Dolayısıyla Kur’an bu şaşkın inatçı grup hakkında şöyle buyurmaktadır:

{وَ مَنْ أَضَلُّ مِمَّنْ يَدْعُوا مِنْ دُونِ اللَّهِ}

“Allah'ı bırakıp da başkalarını çağırandan daha sapkın kim olabilir?” müşrikler, risalet asrını muhatap alarak tahta ve metal putlardan hacetlerini istemekteydiler, halbuki onlar duymuyor ve görmüyorlardı.

Bunun muvahhitlerle ne alakası vardır? Onlar, ne imamların ve Salihlerin uluhiyetine ve Allahlığına inanmaktalar ve ne de Allah işlerini onlara havale etmiştir demektedirler. Bilakis onları Allah katında makam ve derece sahibi yüce insanlar olarak bilmektedirler ve eğer dua ederlerse Allah, onların dualarını ilahi dergahında kabul edecektir ve ayrıca onlar bizim konuşmalarımızı da duymaktadırlar.

Bu açıklamalarla bu iki çeşit duanın farkı aydınlanmış oldu: müşriklerin duası ve muvahhitlerin duası.

İlk olarak: Müşrikler, putları Allah’ın eşi ve dengi olarak sanmaktaydılar, ancak muvahhitler Allah hakkında eş ve benzer düşüncesine sahip değillerdir. Enbiya ve evliyaları Allah’ın yaratıkları olarak bilmiyorlar.

İkinci olarak: Müşrikler, Allah’ın işlerinin putlara havale edildiğini sanmaktaydılar, halbuki muvahhitler böyle bir tefvize inanmamaktadırlar. Allah’ı alemin evirip çevireni olarak bilmektedirler. Kur’an’da defalarca bu ayeti okumuşlardır: {يُدَبِّرُ الْأَمْرَ}،; “Alemin işlerini evirip çevirir (Yunus, 3 ve 31; Ra’d, 2 ve Secde, 5) ” ve buna inanmaktadırlar. Bu köklü farkların olmasına rağmen nasıl bu iki grubu birbirine benzetilebilir?

Üçüncü olarak: Onların putları taş ve ağaç parçalarından yapılmış ve cevap verecek duyma işlevleri bulunmamaktaydı, ama enbiya ve evliyalar bu dünyadan ayrıldıktan sonra o alemde has bir yaşam sürmektedirler. Dolayısıyla bizler Peygambere (s.a.a) selam vererek şöyle demekteyiz:

«السلام عليك أيّها النبي»; “Selam senin üzerine olsun ey Peygamber!” ve ziyaret namelerde ona hitap etmekteyiz. Aynı şekilde ayet ve rivayetler onların berzah yaşantısına tanıklık etmektedirler. Bu yüzden bu konudaki her türlü ayrımcılık Kur’an ve hadislerin kesin hükümlerini inkar etmek demektir.

Ayetullah uzma Cafer Subhani

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] -Münafıkun, 5. Ayet.

[2] -El-Fıkh ale’l Mezahibu’l Erbaa.

[3] -Sahihi Buhari, Kitab-u Cenaiz, Babu’d Duhul ale’l Meyyit, hadis: 1241.

[4] -Kitabu’l Mağazi, Bab-u Dua En-Nebi ale kuffari Kureyş, hadis: 3979.

[5] -Sahihi Buhari, Kitab-u Tefsir-i Kur’an, hadis: 4712; Müsned-i Ahmed, c. 3, s. 248.

 

Perşembe, 16 May 2013 06:04

Bakara Suresi’nin Tefsiri (1 - 9)

بسم الله الرحمن الرحیم

الم (1)

1- Elif Lam Mim

(Kur’an’ın mukattaa harflerindendir. )

Tefsir

Mukattaa harfleriyle ilgili çeşitli görüşler vardır. Bu cümleden:

1- Kur’an’ın bu harflerden oluştuğunu kastetmektedir.

2- Bulunduğu her surenin başında, o surenin ismidir.

3- Allah’ın İsm-i A’zam’ıdır.

4- Yemin ve and içmedir.

5- Allah ile Peygamber arasında şifredir.

6- Surenin bütünün özüdür.

7- Kur’an’ın muhaliflerinin seslerini kesmektir.

Ama en güzel görüş, birinci görüştür.

 Kur’an’ın 114 suresinden 29 tanesi bu mukattaa harfleri ile başlamaktadır ve 24 yerde huruf-u mukattaa zikredildikten sonra Kur’an’dan ve mucize olduğundan bahsedilmektedir . .

Şura suresi mukattaa harflerinden “Ha, Mim, Ayn, Sin, Kaf” ile başlamıştır ve devamındaki ayette ise şöyle buyuruluyor: “Aziz ve hekim olan Allah, sana ve senden öncekilere işte böyle vahyeder. ” Yani Allah’ın nebilere vahyi bu harflerledir. İnsanların kullandığı bu harflerden mucize bir kitap indirmiştir. Acaba insan da bu kitabın bir benzerini meydana getirebilir mi?!

Evet Allah Teala maddi nesnelerden insan yarattığı ve toprağın bağrında yüzlerce çeşit meyve, çiçek, ve bitki vücuda getirdiğ gibi, insanların elinde bulunan elifba harflerinden de bir mucize kitap indirmektedir. Ama bu insanlar sahip oldukları en son sanat gücüyle bile, bu toprak ve çamurdan sadece kerpiç ve tuğla yapmaktadırlar.

ذَلِكَ الْكِتَابُ لاَ رَيْبَ فِيهِ هُدًى لِّلْمُتَّقِينَ (2)

2- “O kitap (Kur’an), onda asla şüphe yoktur. O, muttakiler (sakınanlar ve arınmak isteyenler) için bir hidayettir. ”

Tefsir

Gerçi Kur’an insanların tümünün hidayet vesilesidir “insanlar için bir hidayettir. ” Ama Kur’an’ın hidayetinden sadece ilahi söz karşısında ilgisiz kalmayanlar ve onu kabullenenler istifade edebilir. Bu kimseler Kur’an’ın delillerini ve burhanlarını işittikleri zaman Allah’a iman ediyor, namaz kılıyorlar ki sonraki ayetlerde işaret edilen hidayetin en yüce aşamasına nail olabilsinler. “İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır. ”

O halde yolun başlangıcında hakkı kabul etmek için Kur’ani hidayeti kabule ortam sağlayan ve kendisinden iman ve salih amel hasıl olan genel bir takva gereklidir. İman ve salih amelin neticesi de Allah’ın felah ve kurtuluş diye tabir ettiği o yüce hedefe ulaşmaktır.

Kur’an’ın diğer ayetlerinde de hep insanların geneline ikaz edilmektedir. Örneğin: “İnsanlar için uyarıcı” [1] ve “alemler için uyarıcı” [2] ayetleriyle karşılaşıyoruz. Ama başka ayetlerde de şöyle buyurulmaktadır: “Sen ancak görmeden rablerinden korkanları uyarabilirsin. ” [3] veya “Sen ancak O’ndan korkanları uyarırsın. ” [4] Gerçi bütün insanlar uyarılmaktadır, ama sadece takva sahiplerine bu uyarı etki etmektedir. Nitekim güneş ışınları da herkes için hayırdır. Ama güneş ışınları sadece şeffaf varlıklardan geçebilir.

Diğer ayete teveccühen bu ayette var olan bir nükte de “şek” ve “reyb” kelimesi arasındaki farklılıktır. Orada şöyle buyuruyor: “Doğrusu onlar, su-i zanla karışık bir şüphe içindedirler. ” [5] Dolayısıyla bu ayette geçen “reyb” sui-zan ile iç içe olan şek ve şüpheye denilmektedir. Allah’ın kitabında su-i zan yoktur. Şek ve su-i zan insanların içinde ve ruhundadır. “Kalpleri şüpheye düşüp, şüphelerinde bocalayan kimseler” [6] Evet fıtrat temizdir; Kur’an’ın da tesiriyle insanı muttakilerden kılmaktadır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Kur’an oldukça azametli bir makama sahiptir. “O [7] kitap”

2- Kur’an peygamber zamanında toplanmış ve kitap haline getirilmiştir. Zira bu ayette Kur’an, “Kitap” diye tabir edilmiştir.

3- Önder insan; metot, davet ve program içeriği konusunda kesin ve metin olmalıdır. Nitekim “Onda şüphe yoktur” kelimesi Kur’an’ın istihkamını ve metanetini göstermektedir.

4- Kur’an’da bir çok şeye işaret edilmektedir. Ama asıl hedefi hidayettir. Nitekim ayet-i şerifede Kur’an’ın sadece “hidayet” özelliğinden söz edilmektedir.

5- Kur’an’ın tilavet ve kıraatinden sadece ruh ve canlarımız müsait ve hazır olduğu takdirde istifade edebiliriz. Kur’an ve Resulullah insanların tümü için hidayet vesilesidir. Ama amel makamında sadece layık, temiz ve takva sahibi kimseler nasiplenebilir. Nitekim bu yüzden şöyle buyurmuştur: “Muttakiler için hidayettir. ”

6- İnsanın kalp ve ruhunun temizliğiyle vahiy nurunu algılama ve hidayet arasında direkt bir ilişki vardır. Yani kalbi ne kadar temiz olursa, o ilahi nurdan faydalanması da o kadar fazla olacaktır. Kur’an takva ehlini; nur ve furkan sahibi, düşmanın hilelerinden kurtuluş ehli ve çıkmazlardan ve şaşkınlıklarından kurtulan kimse olarak nitelendirmektedir.

7- Kur'an saf ve temiz kalbe sahip olan muttakilere hidayet etmektedir. Kur’an’ın hidayetinden zalimler, fasıklar, ölü kalpliler, israf edenler ve yalanlayanlar asla nasiplenemezler. Kur'an onlar hakkında şöyle buyuruyor: “Hidayete erdirmez” [8] Evet nur sadece temiz şişeden geçer, çamurdan değil.

الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِالْغَيْبِ وَيُقِيمُونَ الصَّلاةَ وَمِمَّا رَزَقْنَاهُمْ يُنفِقُونَ (3)

3- “Onlar, gaybe [9] iman ederler, namazı ikame ederler, kendilerine verdiğimiz rızıktan yerli yerince infak ederler. ”

Tefsir

Kur’an bütün varlık alemini “gayb ve şahadet alemi” diye ikiye ayırmaktadır. Muttakiler bütün varlık alemine inanırlar, ama başkaları sadece hissettiklerine inanırlar. Allah’ı gözleriyle görmek isterler. Gözleriyle göremedikleri için de inanmazlar. “Allah'ı apaçık görmedikçe sana inanmayacağız” [10] Kıyamet hakkında da şöyle derler: “Hayat, ancak bu dünyadaki hayatımızdır. Ölürüz ve yaşarız; bizi ancak zamanın geçişi yokluğa sürükler” [11] Bu tür insanlar hayvanlık derecesinden çıkamamışlardır. Sadece hissettikleri şeylere inanırlar. Her şeyi hisleriyle derk etmek isterler. Ama muttakiler gayb alemine iman ederler. İman ilimden ayrı ve üstün bir şeydir. İmanın içinde aşk, alaka, tazim, takdis ve irtibat gizlidir. Ama ilimde bunlar söz konusu değildir.

Mesajlar ve Nükteler

1- İman amelden ayrı değildir. Ayeti şerifede gaybe imanın yanı sıra müminin ameli görevleri de zikredilmiştir: “Namazı ikame ederler ve kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak ederler. " Bütün bunlar takvanın gereğidir.

2- Allah karşısında huşu içinde olmak (namaz), fedakarlık, infak, yardımlaşma, ruhuna sahip olmak, başkalarının haklarına riayet etmek, aydınlık geleceğe ümit beslemek ve Allah’ın büyük mükafatına inanmak takvanın başlıca özelliklerindendir.

3- İmandan sonra en önemli amel namazı ikame etmek ve infakta bulunmaktır. Allah’a doğru seyreden ilahi bir toplumda ruhsal bunalımlar ve manevi eksiklikler namazla ortadan kalkar ve iyileşir, iktisadi boşluklar ve bozukluklar ise infak sayesinde ortadan kalkar.

4- Allah ile irtibat ve insanlarla irtibat birbirinden ayrı şeyler değildir. Namaz Allah’la irtibattır. İnfak ise ilahi bir niyetle insanlarla irtibat kurmaktır.

5- Namaz kılmak sürekli olmalıdır; geçici ve belli bir zamanda değil: “Namazı ikame ederler. ” [12]

6- Tüketimde, hatta infakta bile itidalli olmalıyız: “Kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden” [13]

7- Allah’ın ihsan ettiği her şeyden (ilim, haysiyet, servet, sanat…) infak etmeliyiz. “rızıklandırdığımız şeylerden” [14]

8- İnfak helal maldan olmalıdır. Zira Allah herkesin rızkını [15] helalden takdir etmiştir. “Rızıklandırdığımız”

9- İnfak etmekle kibirlenmemeliyiz. Çünkü bütün nimetler Allah’ındır ve biz ondan sadece bir bölümünü infak ediyoruz.

والَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنزِلَ مِن قَبْلِكَ وَبِالآخِرَةِ هُمْ يُوقِنُونَ (4)

4- “Onlar, sana indirilene de, senden önce indirilenlere de iman ederler; ahirete de yalnız onlar yakin ederler. ”

Tefsir

Temiz kalpli insanlar yaratılışın abes ve boş olmadığını ve bütün yaratıkların insanlara hizmet ettiğini akıllarıyla derk ederler. şüphesiz insan da boş yere yaratılmamıştır. Bunca kabiliyetler ve güçler sadece maddi hayatı yaşaması için takdir edilmemiştir. İnsan hayvanlardan yüce bir yolda yürümelidir. İnsanın bilgisi his ve akılla sınırlı değildir. Vahiy de muttakilerin iman ettiği bilgi yollarından biridir. İnsan yol seçiminde bir kılavuzu olmazsa şaşkınlık içindi bocalar. peygamberler insanın elinden tutmalı; mantık, mucize ve pratik yaşamıyla onu gerçek saadete sevk etmelidir. Muttakiler bütün peygamberlere ve ilahi programlarına iman ederler. [16]

Mesajlar ve Nükteler

1- Bütün peygamberlerin tek hedefi vardır. Bütün peygamberlere ve Semavi kitaplara iman etmek gerekir.

2- İslam ümmeti bütün semavi kitapların varisidir.

3- Gerçek takva ahirete yakin olmaksızın ortaya çıkamaz: “ Onlar ahirete de yakin ederler. ” [17]

4- Kur’an’a saygı diğer kitaplardan öncedir: “Sana indirilenlere ve senden önce indirilenlere”

5- “Senden önce” kelimesi “Senden sonra” kelimesi olmaksızın beyan edilmiştir. Bu da İslam ve Kur’an Peygamberinin hatemiyetinin ve son peygamber oluşunun göstergesidir.

أُوْلَـئِكَ عَلَى هُدًى مِّن رَّبِّهِمْ وَأُوْلَـئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ

5- “İşte Rablerinden bir hidayet üzere olanlar ve kurtuluşa erenler de bunlardır. ”

Tefsir

Allah-u Teala burada muttakilerin sonunun kurtuluş olduğunu zikretmektedir. Kurtuluş muttakilerin en yüce hedefidir. Kur’an’da bir çok ibadetlerden maksadın takvaya ulaşmak olduğu beyan edilmiştir. “Umulur ki takva sahibi olurlar” ve “Umulur ki takva sahibi olursunuz. ” [18] diye beyan edilmiştir. Bu ayet-i şerifede takvanın gaye ve hedefinin de kurtuluş makamına erişmek olduğu beyan edilmiş ve takva sahipleri “muflih”(felaha erişen) diye tanıtılmıştır. Bazı ayetlerde de şöyle beyan edilmiştir: “Allah’tan sakının, umulur ki kurtuluşa erersiniz. ” [19]

Kurtuluşa erenler kimlerdir?

Kur’an’da “Kurtuluşa erenler işte onlardır. ” cümlesi aşağıdaki şu özelliklere sahip olanlar hakkında kullanılmıştır:

· İyiliği emredip kötülükten sakındıranlar [20]

· Kıyamette iyilikleri çok olanlar [21]

· Peygambere imanın yanı sıra onu himaye edenler [22]

· Cimrilikten uzak olanlar [23]

· Toplumsal fesatları islah etmeye çalışanlar [24]

Mesajlar ve Nükteler

1- Hidayet Allah tarafındandır, “Rablerinden bir hidayet” [25]

2- Kurtuluş/Felah [26] , rüşt ve tekamülün son merhalesidir. Varlık aleminin yaratılış hedefi ibadettir. İbadetin hedefi takva ve takvanın nihayeti de kurtuluştur.

3- Kurtuluş çabasız olmaz, kurtuluşun bir takım şartları vardır. Bu cümleden Kur’an aşağıdaki hususlara işaret etmiştir.

· Kurtuluş için tezkiye gereklidir. “Kendini tezkiye eden kurtuluşa ermiştir. ” [27]

· Kurtuluş için cihad gereklidir. “Yolunda cihat edin ki kurtulasınız” [28]

· Kurtuluş için namazda huşu, boş şeylerden yüz çevirmek, zekat vermek, iffet, emanete riayet, ahde vefa ve namazda süreklilik gibi özellikler gereklidir. [29]

إِنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ سَوَاءٌ عَلَيْهِمْ أَأَنذَرْتَهُمْ أَمْ لَمْ تُنذِرْهُمْ لاَ يُؤْمِنُونَ (6)

6- “Şüphe yok ki, küfredenleri, uyarsan da uyarmasan da birdir, iman etmezler. ”

Tefsir

Muttakileri tanıttıktan sonra şimdi de kafirleri tanıtmaktadır. Onlar hakkı gizlemede ve sapıklıkta ilahi ayetleri kabul etmeyecek ölçüde inatçıdırlar. [30] Elbette peygamberlerin davetleri karşısında yer alan inatçı kafirlerin söylediği söz şuydu: “İster öğüt ver, ister öğüt verenlerden olma, bizce birdir. ” [31]

Mesajlar ve Nükteler

1- Cahilane inat ve bağnazlık insanı cansız ve ruhsuz kılmaktadır.

2- Eğer ortam müsait ve münasip olmazsa peygamberlerin daveti de etkili olmaz.

Şair şöyle diyor:

“Yağmurun ki letafetinde şüphe yok,

bahçede lale yetiştirir, tuzlakta kuru ot”

3- İnsanlar hakkında yüzde yüzlük bir başarı beklemek doğru değildir. Nitekim diğer bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Sen ne kadar yürekten istersen iste, insanların çoğu inanmazlar. ” [32]

4- İnsanların bir kısmı inkarcı ve taş kalpli olduğu halde hazır kabiliyetleri de terk etmemek, unutmamak ve tebliğden/yol göstermekten el çekmemek gerekir. Nitekim Kur’an şöyle buyururuyor: “Müsrifsiniz diye bu Zikr’i (Kur’an’ı) sizden geri mi alalım” [33] Yani Allah hiçbir zaman bir kavmin isyan ve sapıklığı sebebiyle diğer kavimlerin hidayetinden vaz geçmez.

5- İnsan hakkı veya batılı kabullenmede, özgürdür. Nitekim onca öğüt ve delillere rağmen küfre düşmektedir.

6- Kafirler için tebliğ metodu uyarıcılıktır. Eğer bir zararı defetmek için insana yapılan uyarıcılık etkili olmazsa müjdenin de hiçbir etkisi olmayacaktır.

7- Önder ve davetçi bir insan her türlü inatçılıklara ve dik kafalılıklara hazırlıklı olmalı ve sabırla işini sürdürmelidir.

8- İnatçılık ve dik kafalılık kafirlerin özelliklerindendir. Nitekim İmam-ı Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Küfrün temeli hırs, kibir ve hasettir. ” [34]

خَتَمَ اللّهُ عَلَى قُلُوبِهمْ وَعَلَى سَمْعِهِمْ وَعَلَى أَبْصَارِهِمْ غِشَاوَةٌ وَلَهُمْ عَذَابٌ عظِيمٌ (7)

7- “Allah onların kalplerini ve kulaklarını mühürlemiştir, gözlerinde de perde vardır ve büyük azab onlar içindir. ”

Tefsir

Bu ve daha önceki ayetler, muttakiler ile kafirlerin ruhsal durumunu kıyaslamakta, karşılaştırmaktadır. Muttakileri; ruhundaki açık kapılar ve ilahi hidayeti kabul eden amade kalpleri kurtuluşa erdirmiştir. Ama Allah inatçılık ve günahkarlıkları sebebiyle kafirlerin kalplerine ve kulaklarına hidayetten mahrumiyet mührünü vurmuş, gözlerine perde çekmiştir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Küfür ve ilhad, kalp ve kulakların mühürleniş nedenidir.

2- Küfür sebebiyle insanın temel üstünlükleri yok olmaktadır.

3- Allah’ın cezası aynıyla mukabelede bulunmaktır. Küfrüyle hakkı anlayan ve örten kimsenin cezası göz, kulak, ruh ve fikrine perde gerilmesi, örtülmesidir.

İmam Rıza şöyle buyurmaktadır: “Mühürlenmek onların küfrünün neticesidir. ” [35]

4- Allah Kur’an’da kafirlerin kalbi hususunda tam dokuz sıfat beyan etmektedir.

· İnkar: “Onların kalpleri inkarcı... ” [36]

· Taassup: “Kalplerine taassubu... ” [37]

· Çevrilme: “Allah onların kalplerini (imandan) çevirmiştir. ” [38]

· Katılık: “Kalpleri katılaşmış olanlara yazıklar olsun” [39]

· Ölüm: “Ölülere duyuramazsın” [40]

· Paslılık: “ “Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir . ” [41]

· Hastalık: “Onların kalplerinde bir hastalık vardır” [42]

· Darlık: “Kalbini iyice daraltır. ” [43]

· Mühür: “Allah küfürleri sebebiyle o kalpler üzerine mühür vurmuştur. ” [44]

Birkaç Açıklama:

1- Kalbi hastalıkları Kur’an şu ifadelerle dile getirmiştir: Su-i zanla karışık şüphe, şek, inkar, gaflet, mühürlenme, kuşku, kir, katılaşma, galizlik

2- İnsanın kalbi değişkendir ve delili ise şu ayettir: “Rabbimiz! Bizi doğru yola erdirdikten sonra kalplerimizi eğriltme” [45]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Bu ayeti (Al-i İmran/8) sürekli okuyunuz ve böylece sapmalardan emanda kalınız. ” [46]

3- Kur’an’da yer alan kalpten maksat ruh ve hislerin merkezidir. Kur’an üç çeşit kalp zikretmektedir: selim, munib (dönen, yönelen) ve hasta kalp

Hasta Kalbin Özellikleri

· Allah’tan başka hiçbir şeyin olmadığı kalp: “Allah’tan başka hiçbir şey yoktur onda. ” [47]

· Hakk’a uyan, günahlardan tövbe eden ve Hakk’a teslim olan kalp [48]

· Dünya sevgisinden uzak olan kalp [49]

· Huzur ve güvene eren kalp [50]

· Huşu dolu kalp [51]

Ayrıca bilmek gerekir ki mümin bir insan hem Allah’ı zikrederek huzur bulur ve hem de O’nun kahır ve gazabından korkar. “İnananlar ancak, o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri titrer” [52] Valideyniyle sakinleşen ve aynı zamanda da onlardan korkan bir çocuk gibi.

Munib Kalbin Özellikleri

· Allah’ın zikrinden gafil olan ve rehberlik liyakati olmayan kalp: “Bizi anmasını kendisine unutturduğumuz ve işinde aşırı giderek hevesine uyan kimseye uyma. ” [53]

· Bahane peşinde koşan kalp: “Kalplerinde eğrilik olan kimseler, fitne çıkarmak, kendilerine göre yorumlamak için onların çeşitli anlamlı olanlarına uyarlar. ” [54]

· Kasaveti olan kalp: “Kalplerini katılaştırdık. ” [55] Kalbin katılaşmasının; ahdi bozmak, uzun emel, fazla yemek, fazla konuşmak, kötü arkadaş ve haram lokma gibi bir çok nedenleri vardır.

· Paslanmak: “Hayır, hayır; onların kazandıkları kalplerini paslandırıp körletmiştir. ” [56]

· Mühürlenmek: “İnkârlarına karşılık onların kalplerini mühürledi. ” [57]

وَمِنَ النَّاسِ مَن يَقُولُ آمَنَّا بِاللّهِ وَبِالْيَوْمِ الآخِرِ وَمَا هُم بِمُؤْمِنِينَ (8)

8. “İnsanlardan, iman etmedikleri halde, “Allah'a ve ahiret gününe iman ettik” diyenler vardır. ”

Tefsir

Bu surenin başlangıcında Müminleri tanıtan dört ayet ve kafirleri tanıtan iki ayet yer almıştır. Bu ve sonraki on üç ayet ise üçüncü bir grubu tanıtmaktadır. Bu grubun ne ilk grup gibi nuraniyeti vardır, ne de ikinci grup gibi küstahlık ve cesareti. Bunlar ne hakiki imana ve ne de küfürlerini ortaya vurma cesaretine sahip olmayan münafıklardır. Münafıklar kaçmak için yuvalarına iki kaçış yolu yapan çöl fareleri gibidir. Açık bıraktıkları bir yoldan gidip gelmektedirler. Diğer yolu ise geçici olarak kapalı tutmaktadırlar. Tehlike hissettiği her an o kapalı kapıyı da açmakta ve kaçmaktadırlar. Bu gizli deliğin adı “nafıka” dır ki münafık da bu kelimeden türemiştir.

Mesajlar ve Nükteler

1- İman kalbi bir olaydır. İnsanın sadece açığa vurmasıyla ilgili değildir: “Onlar mümin değillerdir. ”

2- Usul-i Din’in (İslam’ın) şartlarında en önemli nükte Allah’a ve ahirete imandır.

3- Münafık ne gerçek imana sahiptir ve ne de küfrünü açığa vurma cesaretine.

يُخَادِعُونَ اللّهَ وَالَّذِينَ آمَنُوا وَمَا يَخْدَعُونَ إِلاَّ أَنفُسَهُم وَمَا يَشْعُرُونَ (9)

9. “Bunlar Allah'ı ve iman edenleri aldatmaya çalışırlar, oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değildirler. ”

Tefsir

Münafıkların Allah’ı aldatmaya çalışmasından maksat ya ilahi din ve hükümleri alaya almalarıdır, ya da Resulullah’ı aldatmaya çalışmalarıdır. Nitekim Peygambere itaat ve biat da Allah’a itaat ve biattır. [58]

Allah kendi dinine karşı oynanan oyunları ve hileleri kendisine karşı yapılan hileler olarak kabul etmektedir. Kendisine verdiği ilaçları “kullandım” diyerek doktorunu aldatmaya çalışan kimse gerçekte kendini aldatmaktadır. Burada doktoru kandırmak insanın kendisini kandırmasıdır.

Mesajlar ve Nükteler

1- Münafıklar kendilerini kurnaz, binbir surat olmalarını hile ve faydalı bir silah saymaktadırlar.

2- Kurnazlığın ve hilekarlığın cezası ve sonuçları bizzat sahibine dönmektedir.

3- İslam'ın münafıklara karşı tutumu, münafıkların İslam’a karşı tutumu gibidir. Münafık zahirde İslam’ı kabul eder, İslam da onu zahirde Müslüman kabul eder. Onun kalbinde iman yoktur, Allah da kıyamette ona gazap edecektir.

4- Münafık şuursuzdur, bu yüzden muhatabının, bütün sırları ve batını bilen [59] Allah olduğunu ve kıyamette bunları ifşa edeceğini bilmemektedir. [60]

5- Gerçek şuur ve bilinç insanı Allah’a ulaştıran bilinçtir. Nitekim rivayette de şöyle yer almıştır: “Gerçek akıl kendisiyle Allah’a ibadet edilen akıldır. ”

Ayetullah Muhsin Kıraati, Nur Tefsiri

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Müddessir suresi, 36. ayet

[2] Furkan suresi, 1. ayet

[3] Fatır suresi, 18. ayet

[4] Naziat suresi, 45. ayet

[5] Hud suresi, 110. ayet

[6] Tevbe suresi, 45. ayet

[7] Arapça’da “Zalike”(O) uzağa işaret edatıdır. Dolayısıyla önümüzde olan Kur’an’a, “Zalike” ile işaret edilmesi Kur’an’ın ulaşılamayacak yüce makamını ifade etmektedir.

· [8] “Allah fâsık topluluğa hidayet etmez. ” (Tevbe suresi, 80. ayet)

· “Allah zulmeden kimselere hidayet etmez” (Maide suresi, 51. ayet)

· “Doğrusu Allah kâfirlere hidayet etmez. ” ( Maide suresi, 67. ayet)

· “Allah Şüphesiz yalancı ve inkârcı kimseye hidayet etmez. ” (Zümer suresi, 3. ayet)

· “Doğrusu Allah, aşırı yalancıya hidayet etmez” (Mü’min suresi, 28. ayet)

[9] Gayb Allah, melekler, ahiret ve Hz. Mehdi hakkında kullanılmıştır

[10] Bakara suresi, 55. ayet

[11] Casiye suresi, 24. ayet

[12] “Yukimune”(ikame ederler, kılarlar) kelimesi şimdiki veya gelecek zamana delalet eden bir fiildir. Aynı zamanda süreklilik ve devam manalarını da ifade eder.

[13] Ayette geçen “mimma” kelimesi Arapça olarak aslında, “minma”dır. “min”kelimesinin bir manası da “Bazı, bir bölümü”dür. Yani kendilerine verdiğimiz rızklardan bazısını, bir bölümünü -hepsini değil- infak ederler.

[14] Bu gibi hususlarda “ma” kelimesi Arapça’da “her şey” manasınadır.

[15] Rızık, yaşamak için ihtiyaç üzere verilen sürekli nimete denmektedir. Süreklilik ve ihtiyaç ölçüsü gibi manaları sebebiyle ihsan, ata, nasip, enam ve haz (hisse) gibi kelimelerden ayrılmaktadır. (et-Tahkik fi Kelimat’il-Kur’an c. 4 s. 114)

[16] Kurtubi Ebu Zer’den o da Peygamber’den şöyle nakletmektedir: “Allah 104 kitap nazil etmiştir: Hz. Şit’e indirdiği 50 sahife, Hz. İdris’e indirdiği 30 sahife, İbrahim’e indirdiği 10 sahife, Musa’ya Tevrat’dan önce indirdiği 10 sahife, Tevrat, İncil, Zebur ve Furkan. ”

[17] Yakin mertebesi Hz. İbrahim’in ulaştığı mertebedir. “Böylece yakin edenlerden olması için İbrahim'e göklerin ve yerin melekutunu gösterdik. ” (Enam suresi, 75. ayet) Yakine ulaşmanın yolu ibadet ve kulluktur. “ve yakine erinceye kadar Rabbine kulluk et. ”(Hicr suresi, 99. ayet)

[18] Örneğin Kur’an’da şöyle zikredilmiştir: “Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabbinize ibadet ediniz; umulur ki takva sahibi olursunuz. ” (Bakara suresi, 21. ayet) Hakeza “Ey iman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, takva sahibi olasınız diye, size sayılı günlerde farz kılındı. ” (Bakara suresi, 183. ayet)

[19] Aşağıdaki ayetlerde de bu mana tekrarlanmıştır: Bakara suresi, 189. ayet, Al-i İmran suresi, 130. ayet, Maide suresi, 100. ayet

[20] Al-i İmran suresi, 104. ayet

[21] A’raf suresi, 8. ayet

[22] A’raf suresi, 157. ayet

[23] Haşr suresi, 9. ayet

[24] Al-i İmran suresi, 104. ayet

[25] Diğer bir ayette şöyle buyurulmuştur: “Allah kimi doğru yola koymak isterse onun kalbini İslamiyet'e açar. ” (Enam suresi, 125. ayet)

[26] Fellah, çiftçilere denmektedir. Yani bitkilerin yeşermesini ve büyümesini sağlayan kimse. Çiftçilere aynı zaman da küffar da denilmektedir. Zira onlar da tanelerin üzerini toprakla kaplamaktadırlar. Bu esas üzere müflih kurtuluş yolunda olan kimse, kafir ise hakkı örten kimsedir.

[27] Şems suresi, 9. ayet

[28] Maide suresi, 35. ayet

[29] Mü’minun suresi, 1-9. ayetler

[30] Küfür, örtmek ve görmezlikten gelmek manasınadır. Çiftçiye ve geceye kafir denmektedir. Zira çiftçi taneyi toprağın dibine gizlemekte, gece de fezayı örtmektedir. Küfran-i Nimet de nimetleri görmezlikten gelmektir. Dini inkar edenler ilahi ayet ve hakikatleri gizlediği için veya görmezlikten geldiği için kafir olarak adlandırılmıştır.

[31] Şuara suresi, 136. ayet

[32] Yusuf suresi, 103. ayet

[33] Zuhruf suresi, 5. ayet

[34] Sefinet’ül-Bihar c. 2, s. 484

[35] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn c. 1, s. 27

[36] Nahl suresi, 22. ayet

[37] Fetih suresi, 26. ayet

[38] Tevbe suresi, 127. ayet

[39] Zümer suresi, 22. ayet

[40] Rum suresi, 52. ayet

[41] Mutaffifin suresi, 14. ayet

[42] Bakara suresi, 10. ayet

[43] En’am suresi, 125. ayet

[44] Nisa suresi, 155. ayet

[45] Al-i İmran suresi, 8. ayet

[46] Tefsir-u Nur’is Sekaleyn c. 1, s. 319

[47] Tefsir-u Nur’is-Sekaleyn c. 4 s. 57

[48] Nehc’ül-Belağa 214. Hutbe

[49] Tefsir’us-Safi (İmam Sadık’tan)

[50] Fetih suresi, 4. ayet

[51] Hadid suresi, 16. ayet

[52] Enfal suresi, 2. ayet

[53] Kehf suresi, 28. ayet

[54] Al-i İmran suresi, 7. ayet

[55] Maide suresi, 13. ayet

[56] Mutaffifin suresi, 14. ayet

[57] Nisa suresi, 155. ayet

[58] “Peygambere itaat eden, Allah'a itaat etmiş olur. ”(Nisa suresi, 80. ayet)

[59] “Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin gizlediğini bilir. ”(Mümin suresi, 19. ayet)

[60] “Gizliliklerin ortaya çıkacağı gün”(Tarık suresi, 9. ayet)

 

Perşembe, 16 May 2013 05:24

Kuran-i Kerimin mucizelik yönleri

Kur’an-i Kerim’in mucize oluşunun çeşitli yöntemlerle açıklanmıştır.[1] Biz bunları üç başlık altında toplayabiliriz:

1- Kur’an-i Kerim’in lafız yönden mucize oluşu

2- Kur’an’ın içerik olarak mucize oluşu

3- Getiren şahıs açısından mucize oluşu

1) Lafız yünüyle mucize oluşu

Kur’an-i Kerim’in lafız yönüyle mucize oluşu iki açıdan ele alınmıştır:

1- Beyan türü açısından mucize oluşu

2- Rakamsal açıdan mucize oluşu.

Kur’an’ın anlatım gücü, belagat ve fesahat yönünden mucize oluşu yüz yıllardır bilinmekte ve bütün İslam mezheplerinin onayını taşımaktadır. Elbette bazıları Kur’an-i Kerim’in belagat ve fesahatini, Kur’an’daki düzen ve anlatım şivesinden ayırarak bu ikisini iki ayrı mucize bilmişlerdir. Bunlara göre Kur’an’ın fesahat yönü bir mucize düzeni ve şivesi başka bir mucize konumundadır.

Başka bir grup ise Kur’an’ın belagat ve fesahat yönüyle düzen ve şive yönünden mucize oluşuyla bir bilmişlerdir.[2] Bunlara göre ayni gerçeği çeşitli örneklerinden ibarettir. Aslında bütün bunlar Kur’an’ın beyan acısından mucize oluşuna dönmektedir.

Kur’an-i Kerim’in beyan şivesi hiçbir beşerin hatta Peygamber’in sözleri bile kendisiyle boy ölçüşemeyecek derecede güçlüdür.

Açıklama: Hadis tarihi ile ilgili olarak Ehl-i Sünnet şöyle bir inanca sahiptirler: Peygamber-i Ekrem (s.a.a) kendi sözlerinin yazılmasını menetmiştir. Ve bu konuda Peygamber’den bir hadis de nakletmekteler.[3] İşte burada şu soruyla karşı karşıya kalmaktalar: “Niçin Peygamber sözlerinin yazılmasını yasaklamıştır?”‌ Ehl-i Sünnet arasında yaygın olan bir cevaba göre, yasaklanmanın sebebinin Kur’an’dan olmayan sözlerin Kur’an’la karışmasını önlemektir.[4]

Ancak Ehl-i Sünnet’ten olan bir araştırmacı bu delili reddederek şöyle demiştir: “Kur’an’ın beyan yönünden mucize oluşu onun başka sözlerle karışmasına engeller.”‌ Hz. Muhammed’in (s.a.a) belagat ve fesahatte Kur’an gibi konuşabilecek seviyede olduğuna dair bir eleştiriye de şöyle cevap verir: “Bu varsayımı kabul etmek Kur’an-ı Kerim’in beyan yönünden mucize oluşunu reddetmeyi gerektirir.”‌[5]

Her haluklarda Peygamber’in sözlerinin sıradan sözler olmamasına onun sözlerinin nurani, ilahi hidayet ışığında ve gayb âleminden gelen sözler olmasına rağmen Kur’an’la karıştırılması mümkün değildi. Bu temel üzere Peygamber’in sözlerinin ümmetin duçar olduğu birçok sorunun çözümü olmasını dikkate aldığımızda onun sözlerinin yazılmasının yasaklanması büyük manevi ve fikri hasarlara yol açmıştır ve bu alanda Ehl-i Sünnete yöneltilen eleştiri yerinde ve köklü bir eleştiri sayılır. Şia ulemasına göre Peygamber’in sözlerinin yazılmasının Peygamber tarafından yasaklaması iddiası reddedilmiş ve doğru bulunmamıştır.

Kur’an’ın bir başka mucizevi yönü ise rakamsal yönden mucize oluşudur. Bu da, son zamanlarda bilgisayardan yararlanılarak ortaya konulmuş ve ilgi uyandırmıştır. Bilgisayar yardımıyla Kur’an’daki sözcükler ve harfler arasında özel bir ilişkinin olduğu belirlenerek böyle bir rakamsal ilişkinin beşerin sözlerinde olmasının mümkün olmadığının ispatlanması istenmiştir.[6]

Kur’anı Kerim’in İçerik Yönünden Mucize Oluşu:

Kur’an-i Kerim’in içerik yönünden mucize oluşu birkaç yönden ele alınmıştır ki aşağıda belirtilecektir:

a) Kur’an-i Kerim’de hiçbir çelişki ve uyumsuzluğun var olmayışı. Nisa Sure’sinin 82. ayeti de bu konuya işarettir.

‘Kur’an’ı gereğince düşünmüyorlar mı? Eğer Allah’tan başkasından gönderilmiş olsaydı onda birçok uyumsuzluk bulurlardı.’[7]

b) Gaybe ait olan (gizli olan) şeylerden haber vermesi. Kur’an’da bazı hadiselerin gelecekte gerçekleşeceği önceden bildirilmiştir. ve sonradan bildirildiği şekilde hadiseler vuku bulmuştur.

Bunlardan birisi Rum Suresi’nin 1–3 ayetleridir:

“Elif, Lam, Mim. Rumlar yakın bir yerde yenilgiye uğradılar. Onlar bu yenilgilerinden sonra bir kaç yıl içinde galip geleceklerdir”‌ [8]

c) Kur’an-i Kerim’in içerdiği ilim ve maarifler.

Kur’an-i Kerim’deki ilim ve maarif

Kur’an-i Kerim en azından nazil olduğu zaman diliminde hiçbir beşerin henüz ulaşamadığı bilgilerle doluydu. Elbette şu anda bile Kur’an-i Kerim’de insanların ulaşmayacağı yüksek ilimler ve maarifler bulunmaktadır. Ulaşabildikleri kısmına ise Peygamber (s.a.a)’ın ve Masum İmamların yol göstericiliği sayesinde ulaşılabilinmiştir. Hatta hadislerin bir bölümünü inançla ilgili felsefi, kelamı, akli konular oluşturmaktadır. Hatta eğer Kur’an’daki bütün ilim ve maariflerin anlaşıldığını kabul etsek bile -ki yakinen geçmişte bu böyle değildi- yine de bu, Kur’an’ın bu yönden mucize oluşundan bir şey eksiltmez.

Burada şu noktaya dikkat etmek gerekir ki Kur’an-i Kerim’in bu açıdan mucize oluşu onu getiren şahıs ilgili icazından farklıdır. Bu mucizeden maksat Kur’an-i Kerim’de bulunan ilim ve maarif o zamanda yaşayan düşünürlerin, aydınların, bilim adamlarının ufuklarından ileride olacak şekilde derin ve yüce ufuklara sahip olduğuydu. Bütün bunlar beşerin düşünce ufuklarının çerçevesine girmeyen ve ilahi vahyin nişaneleri her yerinde görünen bilgi ve marifetlerdir.

d) Kur’an-i Kerim’de bulunan ilim ve marifetin doğruluğunu koruması: Aradan yüzyıllar geçmesine bilimlin gösterdiği bu büyük gelişmelere bilimsel ve kültürel bulgulara rağmen Kur’an-i Kerim’de bulunan hiçbir konu doğruluğunu kaybetmemmiş işte bu Kur’an-i Kerim’in hakkaniyetini kanıtlamaktadır.

Bu noktayı hatırlatmayı faydalı görüyoruz. Beşerin sahip olduğu mantık ve matematik gibi yazılı bazı ilimler eski zamanlardan beri doğruluğunu geçerliliğini kaybetmemişse de ama dikkat edilmesi gerekir ki öncelikle bu ilimler ispata ihtiyaç olmayan bedihi konulardan sayılır veya fıtri olarak her akıllı insanın düşünmelerinde gizlidir. Bu konuda çalışanlar gerçekte bir derleme bir araya getirme işlemini gerçekleştirmişlerdir. İkinci olarak beşerin telif ettiği kitaplar belirli bir konu ve ilim üzerinedir. Bu böyleyken Kur’an-i Kerim’deki ilim ve maarifin en belirgin çehresi ve özelliği işaret ettiği konuların geniş bir alanı içermesi ve onlarca önemli konuyu bir cümlede toplamasıdır.

Aslında bunun kendisi diğer bir mucizedir. Böylesine değişik ilimleri bir arada içermektedir. Hangi beşer bu kadar farklı ilimleri ele geçirmekle birlikte birbirine tamamen yabancı olan alanları öylesine bir dikkatle ve güçlü bir beyanla birbiriyle yoğurarak konuları mükemmel bir şekilde yan yana koyabilir, aralarında uyum sağlayabilir ve bu sözlerin içerisinden her ilimin değişik meyvelerini çıkarabilir. Öylesine ki ne maksat zarar görmekte ne de aralarındaki bağlar ortadan kalkmakta bununla birlikte hiçbir hata gerçekleşmemektedir.[9]

3) Getiren şahıs açısından mucize oluşu:

Eskilerden beri ortaya atılmış ve üzerinde konuşulmuş olan bu icaz şöyle açıklanabilir: Okuma ve yazma öğrenimini bile almamış olan Hz. Muhammed (s.a.a) nasıl olurda arapyarımadası gibi ilimden medeniyetten uzak bir yerde böylesine ilimlerle dolu bir kitabı ortaya koyabilir.

Değinilmesinde fayda olan diğer bir husus da şundan ibarettir: Kur’an-i Kerim’in icazı konusu Kur’anî ilimler alanında incelenmesinin yanı sıra bu konunun kelamı boyutu da sahiptir ve bu yüzden kelami bir konu olarak da incelenebilir. Kelami kitaplarda da bu yönüyle ele alınmıştır.[10]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bkz. Dr. Seyyid Mustafa Samini, Vucuhi İcaz Kur’an, Daru’l-Kuran- Kerim’in İiinci konferansının makaleleri, Kum, s. 168- 178.

[2] Adı geçen eser, 169.

[3] Bkz. Mahmut Ebu Reye, Ezavun alessünnetin Nebeviyye, s. 42.

[4] Aynı Eser, s. 46

[5] Aynı eser, s. 47.

[6] Bu alanda Kadr adlı bir bilgisayar programı Dr. Seyyid Ali Kadiri tarafından hazırlanmıştır.

[7] Nisa Suresi, 82. ayet.

[8] Rum Suresi, 1-3 ayetler.

[9] Allame Tabatabi’nin Kur’an’ın tüm bilgi ve öğretilerini her suresinden çıkarmak mümkün olduğu görüşünü savunduğu nakledilmiştir. Bunun anlamı Kur’an’ın tüm öğretilerinin 114 surenin her birisinde değişik üsluplarla yer aldığıdır. Bu da Kur’an’ın ilginç yönlerinden biri sayılır.

[10] Mehdi Hadevi Tehrani, İctihad’ın Kelami Temelleri, s. 47-51.

Çarşamba, 15 May 2013 09:41

İran: Türkiye aceleci davranmasın

Reyhanlı’da düzenlenen terörist saldırısını kınayan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Türkiye ve Suriye yönetimlerin bu hadisenin tüm boyutları ortaya çıkmadan her çeşit aceleci karar almaktan kaçınmaları gerektiğini ifade etti.

Mehr haber ajasnın bildirdiğine göre, Reyhanlı’da düzenlenen terörist saldırısı hususnda bir soruya cevap veren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Seyyid Abbas Irakçi, bu terörist saldırısını kınayarak, Suriye’nin bu saldırıyı kınamakla sergilediği tutumu takdir etti.

Irakçi, Türkiye ve Suriye yönetimlerin bu hadisenin tüm boyutları ortaya çıkmadan her çeşit aceleci karar almaktan kaçınmaları gerektiğini ifade etti.

Irakç ayrıca bölge kapsamıda çatışmaların genişlemesine sebebiyet verecek ve siyasi çabaları baltalayacak her çeşit eylemden kaçınmanın şart olduğunu söyledi.

 

 

 Bir Suudi gazetesine konuşan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Suriye’nin bölünmesi kabul edilemez olduğunu ve tüm bölgeyi etkileyeceğini ifade etti.

Mehr haber ajanının bildirdiğine göre, El Hayat gazetesine konuşan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Suriye’deki siyasi boşluktan yaralanarak bu ülkeyi bölümneye sürüklenmenin tehlikeli olmasının yanısıra kabul edilemez olduğunu dile getirdi.

Salihi, Suriye’nin bölünmesi tüm bölgeyi etkileyeceği gibi Ortadoğu’daki soruların artmasına sebebiyet vereceğini konuşmasına ekledi.

İran’ın Suriye’nin milli vahdet ve hakimiyetine destek verdiğini hatırlatan ve herkes bu yönde adım atması gerektiğini vurgulayan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, Suriye devletine karşı olan veya yanında olanlar bu krizin çözülmesi yönünde müzakere masasına gelmeleri şart olduğunun altını çizdi.

Salihi, Amerika ve Rusya’nın Suriye kirizini çözmek için yakınlaşmasının bu ülkedeki krizin çözülmesine yardımcı olmasına ümit ettiğini açıkladı.

 

 

Gerici bölge ülkelerin ve batı maceraperestliğinin perde arkası aralandığını söyleyen İran İslami Şura Meclisi Başkanı, İslami uyanışın zorba devletler ve bölgedeki gerici ülkelerin oyununu bozacağını ifade etti.

Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, meclisin açık oturumunda konuşma yapan İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani, Suriye’deki son olaylara işaret ederek, gafil Avrupalı ve Amerikalı politikacıların uluslararası alandaki hareketlenmelerine işaret edek, bunlar da Suriye krizi siyasi yoluyla çözübileceği kanaatına vardıklarını dile getirdi.

Ali Laricani, Batılılar on binlerce insanın katledildikten iki yıl aradan sonra artık Suriye'de eylem yapacak güçleri kalmadığını anladıktan sonra bu kanaata vardıklarını söyledi.

Suriye krizinin başladığı ilk günden beri krizin siyasi yoluyla çözülmesi gerektiğine dair İran İslam Cumhuriyeti’nin bu düşüncesini hatırlatan İslami Şura Meclisi Başkanı, Batılıların silahıyla Suriye’de vahşice işlenen cinayetlerden kim sorumlu olduğunu sorguladı.

Laricani, Batının aracaılığını yapan bölgedeki hurda ülkeler mülümanların öldürümesine karşı nasıl cevap vereceklerini merak konusu olduğunu konuşmasına ekledi.

Gerici bölge ülkelerin ve Batı maceraperestliğinin perde arkası aralandığını söyleyen İran İslami Şura Meclisi Başkanı Laricani, sağduyulu olan Ortadoğu, İslami uyanışı dolaysıyla zorba devletler ve bölgedeki gerici ülkelerin oyununu bozacağını ifade etti.

 

 

 İRAN’IN NÜKLEER MÜZAKERELERDEKİ MANTIKLI VE YAPICI TUTUMUNU TANIMAK

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) üyesi olan İran İslam Cumhuriyeti, barışçıl nükleer faaliyetlerinde askeri hedeflere yönelmeyeceğini ve bu husustaki taahhüdünü her fırsatta resmi bir şekilde dünyaya ilan edegelmiş, bu taahhütler çerçevesinde söz konusu antlaşmadan doğan yükümlülüklerini tamamen yerine getirerek barışçıl nükleer faaliyetlerinin sürekli ve detaylı bir şekilde UAEK tarafından denetlenebilmesi için gerekli ortamı hazırlamış, böylece konuyla ilgili her türlü muhtemel şaibeli durumun önüne geçerek bu alanda en yetkili resmi mercii konumundaki UAEK’ya gerekli güvenceyi vermiştir.

 İran İslam Cumhuriyeti’nin üstlendiği birçok yükümlülüğün gereğini yerine getirmiş olmasına karşılık, İran halkının da doğal olarak anlaşmalardan kaynaklanan açık ve net haklarından kayıtsız şartsız faydalanması beklenmektedir.

Bu bağlamda, bir milletin kendi iradesi, kabiliyeti ve yetkisiyle, yasal taahhütlerinden kaynaklanan ve UAEK ve NPT' ye üyeliğin beraberinde getirdiği görev ve sorumlulukları kabul etme ve uygulamaya dair haklarını değiştirmeye veya inkâr etmeye hiçbir merci veya kurumun hakkı yoktur. Zira bu haklar İran halkına sözünü ettiğimiz bu merci veya kurumlar vermemiştir ki, söz konusu hakların temeli, sınırları veya niteliği ve uygulama zamanı konusunda şart öne sürsünler.

İran İslam Cumhuriyeti, nükleer faaliyetleri konusundaki siyasi diyaloglara, UAEK kuralları ile NPT Antlaşması hükümleri çerçevesinde ve müzakerelerden sonuç alma maksadıyla, büyük bir azim ve kararlılıkla devam etmektedir. İran İslam Cumhuriyeti, her ne kadar 2003 - 2005 yılları arasındaki 3 yıllık süre zarfında İngiltere, Fransa ve Almanya'dan oluşan ülkelerin taahhütlerini yerine getirmemesinden dolayı müzakerelerden iyi bir deneyim edinmemişse de, bu durum İran’ın, İran halkının nükleer haklarını doğrudan müzakerelerde savunması anlayışında hiçbir değişiklik yaratmamıştır. Bu arada, 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakerelerde, İranlı müzakerecilerin, sürekli diyalog sürecinin sözünü ettiğimiz bu 3 Avrupa ülkesi tarafından çıkmaza yönlendirilmesinden kaygı duyduklarını da itiraf etmek gerek.

İran İslam Cumhuriyeti, geçmişte 3 Avrupa ülkesi ile yaptığı anlaşma çerçevesinde, güven olgusunu artırmak adına, kendi taahhütlerinin üstünde ve hatta UAEK Tüzüğü ve NPT Antlaşması’ndan kaynaklanan yükümlülüklerin de ötesinde çok sayıda uygulamayı gönüllü bir şekilde kabul etmiş, tek taraflı güven artırıcı bir açılım ile Avrupalı taraflardan her birinin isteklerini uzun süre uygulamıştır. Burada bunlarda bazılarına değinmek istiyorum:

1. 26 ay boyunca zenginleştirme faaliyetlerinin askıya alınması,

2. 26 ay boyunca ek protokollerin, onaylanmasından önce uygulanması

3. Sarı kekin AUC'ye dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,

4. AUC'nin UO2'ye dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,

5. UO2'nin UF4'e dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,

6. UF4'ün UF6'ya dönüştürülmesinin 8 ay askıya alınması,

7. Parça üretimi çalışmalarının 3 ay askıya alınması,

8. Zenginleştirmede kullanılan parçaların üretiminin yapıldığı merkezlere 20 kez erişim ve denetim izni verilmesi,

9. Zenginleştirme faaliyetlerinin araştırma ve geliştirilme faaliyetlerinin yapıldığı merkezlere 2 kez erişim ve denetleme izni verilmesi

10. Askeri 26 bölgeye erişim ve denetim için izin verilmesi.

Sonuçta 2005 yılındaki müzakerelerde müzakere tarafı 3 Avrupalı ülkenin uluslararası yasalar ve hukuka aykırı bir şekilde İran tarafına tüm nükleer yakıt çevrimini durdurması için yazılı bir öneri vermesiyle nükleer müzakere süreci bir kaç aylığına duraksamıştır. Buna rağmen İran İslam Cumhuriyeti, diyalog ve işbirliği stratejisinin İran ve karşı taraf arasındaki mantıklı, yapıcı ve netice veren tek çözüm yolu olduğu anlayışıyla müzakerelere stratejik bir konu olarak bakmaktadır. Oysa bazı güçler maalesef diyalog ve baskı gibi başarısız ve sonuçsuz strateji kullanmakta ısrar ediyorlar ve müzakereleri sadece, önceden belirlenmiş hedeflerine ulaşmak için bir araç olarak kullanıyorlar. Son bir kaç yılda diyalog yolunda somut ve ciddi gelişme sağlanamamasındaki temel nedenlerden birisi de hiç şüphesiz siyasi müzakere sahnesinin kendi hedeflerine ulaşma yolunda bir araç olarak görülmesi anlayışıdır.

Müzakerelerde söz konusu 3 Avrupalı ülkeye, 3 ülke daha eklendikten ve 5+1 adlı grubun meydana gelmesinden sonra, İran İslam Cumhuriyeti bir kez daha aktif bir şekilde müzakere sürecine katıldı. Birinci Cenevre müzakerelerinde (2008) siyasi müzakerelerde başarı şansını artırmak amacıyla bir öneri paketinin sunulması ve ikinci Cenevre müzakerelerinde (2009) ise bu paketin güncellenmesi, İran İslam Cumhuriyeti’nin, diyalog ve mantıksal yaklaşımı sadece doğru ve mantıklı bir seçenek olarak kabul etmekle yetinmediğini, bu anlayışın müzakerelerde hâkim olması için gayret sarf ettiğini ve bu yolda kendi payına düşeni yapmaya hazır olduğunu gözler önüne sermiştir.

Cenevrede yapılan üçüncü toplantı (2010) İran ve 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakerelerde bir dönüm noktası niteliği taşımaktadır. Bu toplantıda taraflar, İran ve 5+1 grubu arasındaki etkileşimin devamının işbirliği için diyalog şeklinde mümkün olabileceği konusunda anlaşmışlarsa da, maalesef 5+1 ülkelerinden bazıları bu anlaşmaya bağlı kalmadılar.

Bugün şu gerçek daha iyi anlaşılmaktadır ki, eğer 5+1 ülkelerinden bazıları bu anlaşmaya bağlı kalmış olsalardı, muhakkak bugün bu yolda daha fazla gelişmeye şahit olacaktık. Yine, 5+1 grubu Tahran’daki araştırma reaktörüne yakıt temin etme konusunda işbirliği sergilemiş olsaydı, İran İslam Cumhuriyeti’nin duyduğu bu ihtiyaç, çözüm yolunda ilerlemek için bir fırsat olabilirdi. Ama 5+1 ülkelerinin birinci İstanbul (2011) toplantısında gündeme taşıdığı mantık dışı ve dengesiz önerileri bir kez daha fırsatları boşa çıkarmıştır. Zira onlar Tahran araştırma reaktörüne yakıt temin etme ve bir milyon İranlı hastanın ihtiyaç duyduğu radyoaktif ilaç satışı konusunda hiçbir bağlayıcı çerçeve belirlemedikleri gibi yakıt değişimi formülü ile de İran İslam Cumhuriyeti’nin ihtiyacını karşılamayı kabul etmemişlerdir. Bununla birlikte, Brezilya Cumhurbaşkanı ve Türkiye Başbakanı, Amerika Cumhurbaşkanı’ndan mektup aldıktan sonra, bu konuda yeni bir girişim için Tahran’a gelmiş, İran İslam Cumhuriyeti’nin yapıcı işbirliğine bizzat tanık olmuş ve Amerika Cumhurbaşkanı’nın mektubuna cevap niteliği taşıdığını söyledikleri “Tahran Bildirisi” çerçevesinde yakıt mübadelesi fikrini sonuçlandırmayı başarmışlardır. Ancak bu bildiriden bir kaç gün sonra, ABD'nin baskılarıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde akıl ve mantık dışı bir tutum sergilenerek 1929 sayılı kararın onaylanmasıyla, taraflar arasında şekillenen kazan-kazan modeli işbirliğinin gelişmesi büyük bir engele takılmış, dolayısıyla da İran’ın yapıcı çabaları sonuçsuz kalmıştır.

Bütün bunlara rağmen, bazı 5+1 ülkelerinin şaşkın bakışları arasında bu engeller de İran’ın barışçıl nükleer faaliyetlerini durduramadı. İran halkı Tahran araştırma reaktörüne yakıt temini konusunda 5+1 ülkelerinden umudunu kestiği bir anda, İranlı bilim adamları, güçlü iradeleri sayesinde daha önce tecrübe etmedikleri bir alanda Tahran araştırma reaktörü için gerekli yakıt çubuklarını üretip reaktörün merkezine yerleştirmeyi, böylece pratikte bir milyon İran vatandaşının ihtiyaç duyduğu radyo aktif ilacı sadece İran’ın barışçıl nükleer faaliyetleri ile elde etmeyi başardılar.

Her ne kadar değindiğimiz konular, geçmişe ait olsa da, mevcut koşullarda dirayetsiz ve akıllıca olmayan davranışlar fırsatları yok edebilir ve geçmişteki tecrübelerin tekrarlanmasına neden olabilir. İtiraf etmek gerekir ki, yakıt mübadelesi ve Tahran Bildirisi toplu anlaşma ve konunun çözümü için iyi bir fırsat olabilecekken maalesef bazı 5+1 ülkelerinin yanlış hesapları buna müsaade etmemiştir.

Son aşamada, İran İslam Cumhuriyeti Birinci Almatı toplantısında gündeme gelen 5+1 Grubunun önerisini detaylı bir şekilde inceleyerek ve sunulan projenin çerçevesini dikkate alarak, Moskova müzakerelerinde karşı tarafa mantıklı, yapıcı ve gerekli bir cevap sunmuştur. Bu doğrultuda İran İslam Cumhuriyeti İkinci Almatı görüşmelerinde aşağıdaki konulara vurgu yapmıştır:

1. İran İslam Cumhuriyeti nükleer konunun tamamen çözüme ulaşması ve üzerinde mutabakat sağlanan sonuca ulaşmak için 5+1 ülkeleri ile NPT Antlaşması çerçevesinde çalışmaya hazırdır.

2. 5+1 ülkelerinin bu aşamada konunun tamamen çözümlenmesi için gerekli hazırlığa sahip olmaması durumunda İran İslam Cumhuriyeti bu yolda ilk adımı veya adımları atmaya hazırdır. Bunun şartı karşı tarafın karşılıklı ve eşit ağırlıkta, aynı cinsten ve eşzamanlı olarak adımlar atmak için gerekli hazırlığa sahip olması ve İran İslam Cumhuriyeti’nin NPT'den kaynaklanan haklarını bilhassa uranyum zenginleştirme hakkını resmi olarak tanımasıdır. Bu doğrultuda İran İslam Cumhuriyeti, Birinci Almatı toplantısında 5+1 ülkeleri tarafından belirlenen önerilerden bir kaçını uygulamaya hazırdır.

İkinci Almatı müzakerelerinde İran İslam Cumhuriyeti’nin sergilediği insiyatif ve Birinci Almatı toplantısındaki 5+1 ülkelerinin bazı önerilerini kabul etmesi, diyalog ve işbirliği stratejisinin şekillenmesi yolunda bir kez daha bazı güçler için ciddi bir sınav olmuştur. Zira bu insiyatif artık İran İslam Cumhuriyeti’nin barışçıl nükleer faaliyetleri hakkında endişe duyan bazı güçlerin iddiasının devamı için herhangi bir açıklama ve bahaneye yer bırakmayacaktır.

Şu anda 5+1 ülkeleri üç seçenekle karşı karşıyalar:

Birincisi, konunun tamamen bir aşamada çözülmesidir ki, İran İslam Cumhuriyeti sonuç alınana kadar bu yolda ilerlemeye hazır olduğunu ifade etmiş ve Moskova müzakerelerinde de kapsamlı planını önermiştir.

İkincisi, ikinci Almatı toplantısında önerildiği gibi konuyla ilgili ilk adımın her iki tarafça karşılıklı olarak, aynı cinsten, eşit ağırlıkta ve eş zamanlı bir şekilde atılması suretiyle adım adım çözüme ulaşılmasıdır.

Üçüncüsü ileriye doğru hareket etmekten vazgeçmek ve birinci Almatı toplantısında 5+1 ülkelerinin önerilerini bir kenara bırakmak.

İkinci Almatı müzakerelerinde Bayan Catherine Ashton basın toplantısı esnasında 5+1 ülkelerinin temsilcilerinin başkentlerine dönerek kendi makamlarına danıştıktan sonra aldıkları kararı Sayın Doktor CALİLİ'ye ileteceklerini bildirmiştir.

İstanbul müzakerelerinin ileriye dönük bir adım olması temennisi ile 5+1 ülkelerinden beklentimiz şunlardır:

Birincisi, İran’ın önerdiği “Konunun tek bir aşamada çözümlenmesi” veya “ Konunun adım adım çözümlenmesi” seçeneklerinden birisini seçerek, karşılıklı, aynı cinsten, eşit ağırlıkta ve eş zamanlı adımlar atarak müzakerelerde ilerleme sağlanmasındaki ciddi kararlılıklarını bizzat göstermeli,

İkincisi; yapıcı, ciddi, kapsamlı, etkili ve sonuç verici müzakerelere oturmalı ve bu husustaki işbirliği için diyalog kurallarına ve gerekliliklerine bağlı kalmalı,

Üçüncüsü; İran halkının NPT yükümlülüklerinden doğan haklarını, özellikle de uranyum zenginleştirme hakkını kayıtsız şartsız tanıyarak, uluslar arası yükümlülüklere bağlı kalmamak ve uluslar arası dengeler ve kurallarda seçici olmak türünden suçlamaların odağı haline gelmemeli,

Dördüncüsü; görüşmelerde ilerleme sağlanabilmesi için müzakerelere katılan kişilere gerekli yetkiyi vererek, zaman kazanma, diyalogdan kaçmak veya sırf diyalog için diyalog yapmak gibi şaibeli durumlardan kaçınmalıdır.

İki taraf arasında geçekleşen bir sonraki temaslarda, Dr. Celili ve Bayan Catherine Ashton’un önceki müzakereler ve mutabakatların devamında 15 mayıs tarihinde İstanbul’da bir araya gelip görüşme yapması kararlaştırılmıştır.

İran İslam Cumhuriyeti Büyükelçiliği Basın Müsteşarı