
کارگر
İmam Hamenei'nin bayram hutbesinden önemli notlar
İran'ın Başkenti Tahran, muazzam bir bayram namazına daha ev sahipliği yaptı.
Sabahın erken saatlerinden itibaren, namazın kılınacağı Tahran Üniversitesi Kampüsü'ne akın eden İran halkı, her yıl olduğu gibi sokaklara taştı.
İşte İmam Hamanei'nin güncel konular hakkında yaptığı önemli tespitlerden bazı notlar:
"İran'da gelişen güzel olayların aksine, diğer Müslüman ülkelerdeki durum endişe verici. Dünyamızdaki musibetlerden birisi de, sahte insan hakları ve demokrasi savunucularının Siyonist rejimin apaçık cinayetlerini savunmasıdır.
(Siyonist rejim ve Filistin arasında yapılması planlan) Bu görüşmeler diğer müzakerelerde de olduğu gibi, Filistinlilerin haklarının yok olması ve tecavüzcülerin cinayetlerini teşvik etmekten başka bir sonuç doğurmayacak.
Amerika çok açık bir şekilde Siyonist işgalcilerin tarafındadır ve Filistinlilerin zararı için çalışmaktadır.
İslam dünyası bu zulüm karşısında sessiz kalmamalı, Siyonist yırtıcı kurtları ve uluslararası destekçilerini kınamalıdır."
İmam Hamanei Mısır'daki olayları şöyle değerlendirdi:
"Bu ülkedeki iç savaş ihtimali güç kazandı ve bu bir faciadır.
Suriye'deki iç savaşın çok tehlikeli sonuçları; İsrail, batılı zorbalar ve teröristlerin İslam dünyasının farklı bölgelerindeki varlığı Mısır için bir ibret değil midir?
Ülkede iç savaş çıkarsa, düşmanların dış müdahalesi için gerekli bahane oluşur ve ( o zaman) Mısır'ın başına büyük bela gelir."
İmam Hamanei Irak hakkında ise şöyle dedi:
"Irakta halkın oyuyla başa geçmiş bir hükümet var ama bazı zorba güçler bundan rahatsızlık duyuyor.
Irak halkının huzur ve güven içinde olmaması hedefiyle ülkede yapılan suikast ve cinayetler bazı bölgesel ve bölge dışı ülkelerin ekonomik ve mali desteğiyle gerçekleşiyor.
Irak'ta bulunan, Şii- Sünni, Kürt- Arap herkes, iç ihtilafların tehlikeli sonuçlarını düşünmelidir. İç savaş ülkenin temellerini yıkar ve halkın geleceğini yok eder.
Siyonist rejim, Mısır, Irak ve diğer ülkelerdeki çatışmalardan ve güvensizlikten mutluluk duymaktadır."
Bilimsel Kalkınma Ülkenin Ekonomi Kalkınması İçin Zemin Oluşturur
İslam İnkılabı Rehberi, ülke üniversitelerinde bilimsel söyleşi, bilimin gelişmesi söyleşisi ve ülkenin genel kalkınma söyleşisinin daha da artırılması zaruretini hatırlatarak bilimsel kalkınmanın ülkenin ekonomi ve siyasi kudretine ortam hazırlayacağını söyledi.
İran devlet radyo Türkçe sitesinin haberine göre, İslam İnkılabı Rehberi, üniversite öğretim üyeleri, akademisyenler ve araştırmacıları kabulünde yaptığı konuşmada ülke üniversitelerinde bilimsel söyleşi, bilimin gelişmesi söyleşisi ve ülkenin genel kalkınma söyleşisinin daha da artırılması zaruretini hatırlatarak bilimsel kalkınmanın ülkenin ekonomi ve siyasi kudretine ortam hazırlayacağını söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei bu konuşmasında ayrıca bilimsel alanda nizamın ana gündem maddesinin "İslami İran Kalkınma Modeli" olduğunu belirtti.
Ülke üniversiteleri öğretim üyeleri, akademisyenler ve araştırmacılarından yüzlercesi İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei tarafından kabul edilerek başta bilimsel ve üniversite meseleleri olmak üzere bir çok hususlarda kendi görüşlerini dile getirdiler.
İmam Hamanei de bu topluluğa hitaben yaptığı konuşmada ülkenin kalkınmasını hedef alan bilimsel hareketin zaruretini hatırlatarak, artık dünyanın muteber bilim merkezlerinin de İran'ın bilimsel alandaki ilerlemesini itiraf ettiklerini belirtti.
İranlı araştırmacılar ve akademisyenlerin kaynak teşkil eden bilimsel makalelerindeki dikkat çekici artışın, ülkede var olan bilimsel cihad ve kalkınmanın açık bir örneği olduğuna dikkat çeken İslam İnkılâbı Rehberi, üniversite mensupları, öğretim üyeleri, öğrenciler ve elitlerden, hiçbir etken ve faktörün üniversitelerin bilimsel alandaki ilerlemesine engel olmasına izin vermemelerini istedi.
Dünyadaki muhtelif siyasi kutuplaşmalara da temas eden İslam İnkılabı Ayetullah Hamanei, "kendi iddialarının aksine sadece batılı birkaç sultacı ve sayılı ülkeden oluşan inat cephesi, İslam nizamı ve İran halkı karşısında mevzilenmiş, İran'ın bilimsel alandaki ilerlemeleri karşısında her hangi engelleyici girişim ve bozguncu davranıştan kaçınmamaktadırlar" dedi.
Üniversiteler içerisindeki dernek faaliyetlerini bile siyasi ve tartışma ortamına çekmek isteyen düşmanların var olduğu konusunda uyarıda bulunan İmam Hamanei, tüm üniversite öğretim üyeleri, etkili faktörleri ve müdürlerinden üniversitelerde temel olmayan bir takım değersiz mevzuların ön plana çıkarılmasına ve üniversitelerin asıl amaçlarından saptırılmasına müsaade etmemelerini istedi.
Dünyada Fars dili ve edebiyatına ilginin arttığına dikkat çeken İslam İnkılâbı Rehberi, Fars dilinin daha fazla tanıtılması ve yayılması yönünde faaliyetlerin artırılması zaruretini hatırlatarak, yabancı kökenli kavramların Fars diline karıştırılmak istenmesini ise eleştirdi ve bu hususta muhtelif konularda Farsça terimlerin ortaya çıkarılması gerektiğini, zira gelecekte İran'ın bilimsel ilerlemelerinden yararlanmak isteyenlerin Farsçayı öğrenmelerinin kaçınılmaz olacağını söyledi.
İmam Hamanei ayrıca bilimsel gelişme kavramına temasla bilimsel gelişme ve kalkınmadan asıl gayenin "İslami İran Modeli" esasına göre gelişme olduğunu çünkü sömürü ve sulta temelleri üzerine kurulu olan batılı modellerin, fakirlik, ayrım ve ahlaki fesattan uzak adalete dayalı bir toplum oluşturamadıklarını söyledi
Hz. Ali (a.s), Ramazan ve Kur’an
İslam sesinin yükseldiği alevi hükumette herkese hatta küffara bile lütufkar davranmalı...
Ramazan ayı, bir aydır ki insanlara doğruyu bildiren, doğruluğa ait apaçık delillerden ibaret olan, hakla bâtılı ayırt eden Kur'ân, bu ayda indirildi." Bakara/185. Bu ayet, insanın önünde nasıl bir ay olduğunu anlamaya kifayet eder. Allah bir ayette bu ayın azametini, içinde Kur'an nazil olması yönüyle beyan buyurmuştur. Öyle bir Kur'an ki insanlara doğruyu ve doğruluğa ait apaçık delilleri bildirir. Yani bir ayette hem Kur'an hem de Furkan gelmiş. Halbuki Kur'an ve Furkan kelimelerinin geniş açıklaması vardır.
Ömür geçti ve biz bu dinin hakikatlerine erişemedik. Bilelim ki zaman kaptır. Zaman içinde vuku bulan bu iki şeyin mülahazası yapılmalıdır. Ramazan ayında şu özellik vardır; evvela zamanı istisnaidir. Allah resulü, önemi hutbeyi Şaban ayının son cumasında okumasından anlaşılan bir rivayette buyurdular; Doğrusu Allah'ın ayı bereket, rahmet ve mağfiretiyle yaklaşmakta.
Rivayette “Şehrullah” tabiri geçer. Ayın izafe edildiği kelime Allah ismidir. Bu ayın azametini anlamak normal beşerin aklını aşar. O önemli zaman şudur ki bütün bu azamet ve peygamberin buyurduğu bütün bu celalin günleri en faziletli günlerdir. Geceleri en faziletli geceler. Saatleri en faziletli saatler. Bütün bu azamet de bir ayet sayesindedir; "Şüphe yok ki indirdik Kur'ân'ı Kadir gecesi. Ve ne bildirdi sana, nedir Kadir gecesi? Bin aydan daha da hayırlıdır Kadir gecesi. O gece melekler ve Rûh, takdîr edilen her iş için, Rablerinin izniyle inerler. Esenliktir, o gece, gün ışıyıncaya dek sürer." (Kadir/1,2,3,4,5)
Bütün bu azametin sebebi bu ayda Kaderlerin çizildiği bir gecenin varlığıdır. O gece bütün ameller mukadder olur bütün takdir edilenler Hz. Mehdi'ye (a.f) nazil olur ve tamamı onun imzasıyla süslenir. Öyleyse bu ayın azameti o gece, o gecenin azameti de Kur'an'ın nüzulü sebebiyledir.
Bu meclisten azami istifadeyi etmeli ve sözlerimi dikkatlice dinlemelisiniz. Çünkü bütün konuların özü şu birkaç kelimededir. Önce Kur'an'ı tanımalıyız. Bilmeliyiz ki Kur'an Allah'ın tecellisidir. Burada akıl, Allah'ın bu kitapta baştan sona tecelli edişine hayretler içinde kalır. Her bir ayet bir hazinedir. Bu hazinenin 7 göbeği vardır; ibareleri avam için, işaretleri ulema için, incelikleri evliya, hakikatleri enbiya içindir. Öyle ise bu hayatın kadrini bilmeli ve bugünden itibaren bu konulara amel etmelisiniz.
Bu rivayet, Şeyhu'l-Muhaddisin Kuleyni'nin Kafi'de, Reisu'l-Muhaddisin Saduk'un Sevabu'l-A'mal'da Allah'ın konuşan dilinden naklettiği bir rivayettir. Özetini söylüyorum; eğer bir kimse çocukluğundan itibaren Kur'an okur ve o Kur'an onun eti ve kanıyla yoğrulur ise, bu adam dünyadan göçtüğü zaman İbrahim, Musa ve İsa peygamberle hasredilecek. Eğer kadın olursa Hz. Meryem ve Hz. Fatıma ile hasredilecek. Dolayısıyla eğer şimdiye kadar gaflet ettiyseniz, şimdiden fırsatı ganimet sayıp hangi yaşta olursanız, beyan edeceğim şekilde başlayın.
Bu o kadar önemli ki Allah resulü (s.a.a) buyurdu; Eğer bir kimse Ramazan ayında bir ayet okursa bir hatim sevabı alır. Yani eğer bu ayda sadece “Yasin” veya “Elif, lam, mim” deseniz, amel defterinize bir hatim sevabı yazılır. Doğrusu akıl bu meseleler karşısında şaşkındır. Çünkü her Kur'an hatmi iki konuya haizdir; evvela beraattır, yani cehennem ateşinden berat, saniyen duayı makbul kılar. Ramazan ayı işte böyle değişim yaşatır. Bu yüzden Ramazanda bir hatim okuyan kişi altı bin küsur hatim okumuş sayılıyor. Bu programı terk etmeyin, çünkü bu mezhep imamımızın beyanı ve Emire'l-Mümininin oğlu Muhammed Hanefiyye'ye vasiyetidir ki şöyle buyurdu; Allah'ın ahdini okumadığın gün olmasın.
En azından 50 ayet okuyun ve eğer başarabilirseniz daha fazla okuyun. Böyle bir anda Kur'an ne yapar ve nasıl etki eder? Eğer bu metot pratiğe dönüşür, erkek, kadın bugünden itibaren her ay bir hatim okurlarsa, kıyamet günü Allah o insana iki elbise ve başına keramet tacı giydirir. Aklı bir eline, emri de diğer eline verir ve ona “gir cennete, bir ayet oku ve bir derece yücel.” Der. Neticesi de şu ki, cennetin bütün makamları Kur'an ayetleri sayısına göre tanzim edilmiştir. Demek ki eğer bu programa amel ederseniz, cennette en son dereceye ulaşmamanız mümkün değil.
Dinde fakih olmak, dinin inceliklerini anlamaktır. Bu hakikatler rivayetlerde geçer. Dolayısıyla eğer Kur'an'ı böyle okursanız, Kur'an munkalip olur, öyle ki akıl hayrette kalır. Şu andan itibaren her ay bir hatime başlayacaksanız, niyetiniz “bu hatmi sadece İmam-ı Zaman için okuyorum” olmalı. Eğer böyle yaparsanız, Şeyh Müfid, Kuleyni ve Seyyid İbn-i Tavus gibi şahsiyetlerin nakillerine göre İmam-ı Zaman'dan ayrılmazsınız. Fakat bu nimetlerin değerini bilecek var mı ki? Ömrümüz geçti ve biz şimdiye kadar anlamadık. Fakat şu andan itibaren başlayabilirsiniz ve eğer her ay bir hatim hediye ederseniz, amel defterleriniz Kadir gecesinde önüne getirildiğinde, 124 bin peygamberin sahip olduklarının tümüne haiz o Süleyman-ı âlemin size nasıl davranacağını görürsünüz. Bu değerleri kavrayın ve kaybetmeyin.
İkinci konu, Ramazan ayında ne olduğunu bilmeniz gerektiğidir. Bilmek istiyorsanız şu yeterli; Peygamber (s.a.a) Ramazan ayına dair o Garra hutbesini beyan buyurduğu zaman, bir anda bir kişi yerinden kalktı ve o kişi, dilin onu vasfetmekten aciz kaldığı Emire'l-Müminin Ali'den (a.s) başkası değildi. Kalktı ve “Ey Allah'ın elçisi, mübarek Ramazan ayında en üstün amel nedir?” diye sordu. Nebilerin hatemi ve varlık aleminin özü olan Peygamber (s.a.a) cevabını verir. Bütün alem kemale erdiği zaman nübüvvet olur. Nübüvvet makamı kemale erdiğinde olur risalet. Risalet kemale erince olur kitap sahibi. Kitap sahibi kemale erince olur Ulu'l-Azm. Bundan sonra olur öz ve hatem.
"Muhammed, sizden birisinin babası değildir ve fakat Allah'ın resûlüdür ve peygamberlerin sonuncusu ve Allah, her şeyi bilir." Ahzab/40.
Bu Allah'ın kelamıdır. Hatem peygamber, Allah'ın Kur'an'da onunla konuştuğu zaman canına andolsun" dediği kimsedir. Ya da onu miraca götürdüğünde kendisini bu olayla övüyor. "Noksan sıfatlardan münezzehtir kulunu geceleyin Mescid-i Harâm'dan çevresini kutladığımız Mescid-i Aksâ' ya götüren" İsra/1.
Emire'l-Müminin böyle bir şahsiyetin karşısında kalkıyor ve bu soruyu soruyor. O da buyuruyor; Allah'ın haram kıldıklarından sakınmaktır. Yani karnı haram lokmadan, gözü yabancıya bakmaktan sakınmaktır. Ondan sonra da ağlıyor. Hatem ağladığı zaman 124 bin peygamber nale eder. Onun gözyaşı aktığı zaman, Cebrail, Mikail ve İsrafil titrerler. Hatem peygamberin kalbi kırılır ve gözyaşı dökülürse, arş ve kürsü titrer. Ama o ağladı. Emire'l-Müminin sordu; “Ey Allah'ın elçisi, niçin ağlıyorsunuz?” buyurdu; “ey Ali ağlamam böyle bir ayda başına vurulacak darbe içindir.”
Bu ay, böyle birinin ayıdır. Şimdi eğer akıllı iseniz, düşünmelisiniz, hatem-i enbiya, varlık dairesinin kutbu, evvellerin ve ahirlerin baş tacı, olmamış bir olaya niçin ağlıyor?
Müslümanların 21 Ramazan'da görevi nedir? Ne yazık ki ömür tükendi. Ne kadar kusur işledik. İnsanlar oruçlu olduklarını ve oruçlu halde nasıl dışarı çıkıp onun darbe almış başına yas tutacaklarını mazeret olarak bildiriyorlar. Fakat nimetin değeri bilinmeli.
Oruçlu halde dışarı çıkar ve yas merasimi düzenlerlerse, öldükleri zaman son peygamber onların başlarını dizine koyar. Bu nimetler kaybolmuş. Peygamber, "Ey Ali, seni öldüren beni öldürmüştür." Sonra buyurdu; "Ey Ali sen benim ruhumsun, canım ve tıynetim gibisin."
Bu sözlerin anlamı ne? Yani 21 Ramazan'ın yası Peygamberin (s.a.a) yasıdır. Bu sinezen grupları Peygamber için gelmişler. Yapılan programlar Peygamber için yapılıyor. Eğer insanlık anlasa, Ramazanın 21'inde sadece Şiiler değil bütün insanlık Ali için yas tutup karalar giyiniyorlar.
Ali (a.s) Malik-i Eşter'e şöyle yazmıştı; "Ey Malik insanlara böyle davran. İyi dinleyin, anlayın ve idrak edin. Ey Malik, emrin altındakiler iki kısımdır. Ya dinde kardeşindir veya yaratılışta benzerin. Sözlerinde kâfirlere de işaret ediyor ve şöyle buyuruyor; Malik, kalbinde herkese hatta kâfirlere karşı muhabbet, rahmet ve lütuf taşı. Budur İslam hükümeti. O Hazret aklın hayrette kaldığı beş konu buyurdu. Müslüman ya da kâfir herkese rahmet, muhabbet, lütuf, af ve sabır göster. Olmaya ki hâkimiyetindeki bir kâfire bile zulüm edile."
Dünya bu sözleri söyleyen için yas tutmalı. Bu beyanın sırlarını Şeyh Ensari gibi büyükler anlamalılar. Daha sonra şöyle beyan buyurdu; "İslam sesinin yükseldiği alevi hükümette herkese hatta küffara bile lütufkâr davranmalı. Çünkü reayanın zararı, hastalığı, kasten ya da bilmeyerek hataları olur ve eğer bilmeyerek hata ederlerse, onlara, Allah'ın sana davranmasını beklediğin gibi davran. Böyle biri için bütün dünya yas tutmalı mı tutmamalı mı? Kim Ali b. Ebi Talib'i tanıdı? Bayrağı altındaki küffara karşı böyle davranan birisi, görün Müslümanlara karşı nasıl davranır."
Hâkimiyeti altındaki Roma ve İran imparatorlukları ona ram olmuşlardı. Üniversiteliler bunları düşünmeli. Ulema dikkat edip anlamalılar ne olduğunu. Roma imparatorluğu ve İran şahlığı ayakları altında olan birisi, sahibi olduğu zırhın kendisine ait olduğunu iddia eden bir Yahudi'ye bakın nasıl davranıyor. Ali (a.s) zırhın kendisinin malı olduğunu beyan ediyor. Fakat Yahudi ona hâkime gitmeden vazgeçmem diyor. Mana açısından 124 bin peygamberin kendi sancağı altında olduğu, insanlığın sesi ve dünya hakimiyetini elinde bulunduran Emire'l-Müminin o Yahudi ile birlikte hâkimin huzuruna çıkıyor. Hâkim de zırhı Yahudi'nin elinde görünce hükmü Ali'nin (a.s) aleyhine veriyor. O da zırhı Yahudi'ye veriyor. Yahudi o sırada İmamın ayaklarına kapanır ve Ey Ali bu zırh senindir der. Ben bütün bunları, bu dinin Musa'nın haber verdiği din olduğuna yakin etmek için tertip ettim. Haksız yere bu iddiada bulundum. Sen benim gibi birinin karşısında mahkemeye geldin ve hakimin hükmünü kabul ettin. Sen, Musa'nın haber verdiği kişisin. Daha sonra İmamın ayaklarına kapanıp şehadet getirerek Müslüman oluyor. İmam da zırhını 700 dirhemle birlikte ona veriyor ve o yeni Müslüman olan Yahudi, Sıffin savaşında Emire'l-Müminin'in emrinde şehit oluyor.
Budur Emire'l-Müminin, hükümetinin ilkeleri ve yaptıkları böyleydi. Dünya nerde böyle bir beşeri görmüştür, yedi iklim altındaki her şeyi verseler bir karıncanın ağzındaki arpa kabuğunu almayacak olanı. Böyle biri için beşeriyet yas tutmalı. Kim olduğunu, ne yaptığını ve nasıl yaşadığını bilmeli.
Kâbe'de dünyaya geldiği günden beri Allah'ın evi onun doğum yeri ve şehit edildiği yer oldu ve tarih böyle bir makamı bir daha görmedi. Çünkü o Allah'ın evinde doğdu ve yine Allah'ın evinde şehadet şerbetini içti. Akıl bu meseleleri kavrayamıyor ki baba gece kızına misafir olsun ve kız dünyanın ¼ üne hâkim olan babası için hazırladığı sofraya arpa ekmeği, tuz ve süt koysun ve baba da “Ne zaman gördün baban bir sofrada iki çeşit yesin?” desin. Kızı gelip tuzu kaldırmak isteyince, sütü de kaldır, olmaya ki Hicaz ve Yemen'de sofrası Ali'den daha renksiz biri olsun desin.
O öyle biridir ki, kılıç darbesini mübarek başına yediği zaman Cebrail yerle gök arasında dedi ki; "Andolsun Allah'a hidayet rükünleri sarsıldı, takva ve sancakları düştü, urvetu'l-Vuska (sağlam ip) koptu."
Ayetullah Vahid Horasani
Hilalle ilgili sorular ve cevaplar....
Hilâlin görülmesinde ufukların bir olması şart mıdır? Ufukların bir olmasından maksat nedir?
1- Bildiğiniz gibi ayın sonunda (veya başında) hilâlin durumuyla ilgili üç olasılık vardır:
a) Hilâlin batışı güneşin batışından önce olur.
b) Hilâlin batışı güneşin batışıyla aynı zamanda olur.
c) Hilâlin batışı güneşin batışından sonra olur.
Buna göre şu soruları aydınlatmanızı rica ediyoruz:
Birincisi: Fıkhî açıdan yukarıdaki üç durumdan hangisi ayın ilk günü sayılır?
İkincisi: Bu üç durumun hassas cihazlarla dünyanın en uzak noktaları için hesaplandığını varsayarsak, bu hesaplardan ayın ilk gününü önceden tespit etmek için istifade edebilir miyiz, yoksa gözle görmek mi şarttır?
C: Ayın ilk gününün tespitinde ölçü, güneşin batışından sonra batan veya güneşin batışından önce normal yolla görülebilen hilâldir.
2- Herhangi bir şehirde şevval ayının hilâli görülmediği hâlde, radyo ve televizyondan şevval ayının girdiğinin ilân edilmesi yeterli midir, yoksa bunu araştırmak mı gerekir?
C: Hilâlin görüldüğüne veya veliyy-i fakih tarafından bayram olduğuna dair hüküm verildiğine güven verirse, yeterlidir ve araştırmaya gerek yoktur.
3- Havanın bulutlu oluşu veya başka sebeplerden dolayı ayın ilk gününün hilâlini görmek mümkün olmaz, böylece ramazan ayının ilk günü veya mübarek Ramazan Bayramı tespit edilemezse, şaban veya ramazan ayı otuz gün olarak tamamlanmadan Japonya"da olan bizlerin İran"ın ufkuna uyarak amel etmemiz caiz midir, yoksa takvime mi güvenmemiz gerekir? Hükmümüzü açıklar mısınız?
C: Ufukları bir olan komşu şehirlerde bile ne hilâli görme yoluyla, ne iki adil şahidin tanıklık etmesi yoluyla ve ne de şer"î hâkimin hüküm vermesi yoluyla ayın ilk günü tespit edilmezse, ayın ilk günü olduğundan emin olmak için ihtiyat etmek gerekir. Japonya"nın batısında yer alan İran"da hilâlin görülmesi, Japonya"da yaşayanlar için geçerli değildir.
4- Hilâlin görülmesi hususunda ufukların bir olması şart mıdır?
C: Ufukları bir olan veya yakın olan beldelerde veya doğuda yer alan beldelerde hilâlin görülmesi yeterlidir.
5- Ufukların bir olmasından maksat nedir?
C: Maksat, aynı meridyen çizgisinde yer alan şehirlerdir; aynı meridyende yer alan iki şehre, o iki şehrin ufukları birdir, denir.
6- Ayın 29"unda Tahran ve Horasan"da Ramazan Bayramı olursa, Tahran ve Horasan"la ufukları bir olmayan mesela Buşehr"de yaşayanların da bayram etmeleri caiz midir?
C: İki şehrin ufku arasındaki fark, birinde hilâl görüldüğünde ötekisinde görülmeyecek kadar fazla olursa, batıda olan şehirlerde hilâlin görülmesi, güneşin batıda olan şehirlere oranla daha önce battığı doğudaki şehirlerin ahalisi için yeterli değildir; ama aksi olursa, yeterlidir.
7- Bir şehrin âlimleri arasında hilâlin sabit olup olmadığı konusunda ihtilâf olur ve mükellef onların hepsini adil olarak tanır ve her birinin araştırmasında hassas olduğundan emin olursa, bu durumda mükellefin vazifesi nedir?
C: Eğer aralarındaki ihtilâf ret ve ispatta olursa, yani bazıları hilâlin göründüğünün ve bazıları ise görünmediğinin sabit olduğunu iddia ederlerse, bu; iki şahadetin çelişmesi hükmüne girer. Bu durumda, mükellef her iki görüşü bırakıp, (amelî) ilkenin (istishabın) gerektirdiğine göre amel etmelidir. Ancak eğer aralarındaki ihtilâf hilâlin görülüp görülmediğinde olursa, yani bazıları hilâli gördüklerini iddia eder ve bazıları ise hilâli görmediklerini söylerlerse, en az iki adil olmaları hâlinde, hilâli gördüklerini iddia edenlerin sözleri mükellef için şer"î hüccettir ve ona uyması gerekir. Aynı şekilde şer"î hâkim hilâlin sabit olduğuna hükmederse, bütün mükellefler için hükmü şer"î hüccettir ve ona uymaları gerekir.
8- Bir adam hilâli görür ve hâkimin bulunduğu şehirde herhangi bir sebepten dolayı hilâli görmesinin mümkün olmadığını bilirse, hilâli gördüğünü hâkime bildirmekle yükümlü müdür?
C: Bildirmesi farz değildir. Ancak bildirmediği takdirde şer"î açıdan kötü bir sonuç (mefsede) ortaya çıkacaksa, bildirmelidir.
9- Bildiğiniz gibi büyük fakihlerin çoğu ilmihâllerinde şevval ayının ilk gününün sabit olmasını beş yolla sınırlandırmış, ama şer"î hâkimin yanında sabit oluşunu o yollardan biri olarak saymamışlardır. Bu durumda, sırf şevval ayının ilk gününün bazı taklit mercilerinin yanında sabit oluşuyla müminlerin çoğu nasıl bayram edebilirler? Bu yolla hilâlin sabit oluşuna güvenmeyen bir kimsenin vazifesi nedir?
C: Şer"î hâkim, hilâlin sabit olduğuna hükmetmedikçe, sırf onun yanında sabit olması başkalarının kendisine uyması için yeterli değildir. Ancak bununla hilâlin sabit olduğuna dair bir kimsede güven hasıl olursa, yeterlidir.
10- Müslümanların veliyy-i emri, örneğin yarının Ramazan Bayramı olduğuna hükmederse ve radyo-televizyon falan filân şehirlerde hilâlin görüldüğünü bildirirse, bayram bütün beldeler için mi sabit olur, yoksa sadece o şehirlerde ve o şehirlerle ufukları bir olan şehirlerde mi sabit olur?
C: Hâkimin hükmü bütün beldeleri kapsarsa, hükmü tüm beldelerin şehirlerinde geçerlidir.
11- Hilâlin küçük, ince ve ayın ilk gecesinin hilâlinin özelliklerinde olması, önceki gecenin ayın ilk gecesi olmadığına ve önceki ayın otuzuncu gecesi olduğuna delil olabilir mi? Yine bir kişi yanında Ramazan Bayramı sabit olur, sonra bu yolla önceki günün bayram olmadığını anlarsa, ramazan ayının otuzuncu gününün kazasını ifa etmesi farz olur mu?
C: Sırf hilâlin küçük ve alçakta olması veya büyük ve yüksekte olması, ince veya kalın olması, ayın birinci veya ikinci gecesinin hilâli oluşuna şer"î bir delil değildir. Ancak mükellef için bundan bu hususta kesin bir kanaat hâsıl olursa, kanaatine göre amel etmesi gerekir.
12- Ayın dolunay hâlinde olduğu geceye (ayın on dördüncü gecesine) istinaden ayın ilk gününü hesaplayarak, örneğin şüpheli günün ramazan ayının otuzuncu günü olduğuna hükmedip, bir delil üzere o gün oruç tutmayan kimsenin ramazan ayının otuzuncu gününün kazasını tutması gerektiği ve ramazan ayının bâki olduğunu istishap ederek oruç tutan kimsenin de mükellefiyetinin kalmadığı sonucuna varmak caiz midir?
C: Söz konusu durumlar, zikredilen hususlar için şer"î bir delil değildir. Ancak mükellefte kesin bir kanaat oluşturursa, kanaatine göre amel etmesi gerekir.
13- Kamerî ayların ilk gecelerinde ayı görmeye çıkmak farz-ı kifâye midir, yoksa farz-ı ihtiyat mıdır?
C: Ayı görmeye çıkmak kendiliğinde şer"î bir farz değildir.
14- Şaban ayı otuzla bitmese bile mübarek ramazan ayının ilk ve son günü hilâli görmekle mi tespit edilir, takvimle mi?
C: Ramazan ayının ilk günü şu yollarla tespit edilir:
a) Mükellefin şahsen hilâli görmesiyle.
b) İki adil kişinin şahadetiyle.
c) Halk arasında kesin kanaat getirecek derecede yaygınlaşmasıyla.
d) Şaban ayından otuz gün geçmesiyle.
e) Şer"î hâkimin hükmüyle.
15- Herhangi bir ülkenin hilâlin görüldüğüne dair ettiği ilâna uymanın caiz olduğu ve bu ilânın hilâlin diğer beldelerde sabit olduğuna ilişkin ilmî bir ölçü niteliğini taşıdığı durumlarda, bu ülkenin İslâmî bir yönetime sahip olması şart mıdır? Yoksa zalim ve fasık bir yönetimi olsa bile buna uyulabilir mi?
C: Bu hususta ölçü, (ufukların yakınlığı açısından) mükellefe göre yeterli olan bir bölgede hilâlin görüldüğüne dair güven hâsıl olmasıdır.
16- Eğer hilâl bir şehirde sabit olursa, özellikle mübarek ramazan ayının hilâli konusunda, bütün şehirleri kapsar mı?
C: Hilâlin görüldüğü şehre yakın olan şehirleri veya güneşin kendisinden daha geç battığı şehirleri kapsar.
17- Eğer öğleden önce hilâl görülürse, hilâlin görüldüğü gün sonraki aya mı ait olur?
C: Öğleden önce olsa bile sırf hilâlin gündüz görülmesi, o günün sonraki aya ait olduğuna dair şer"î bir hüccet teşkil etmez. Ancak eğer bu durum hilâlin görüldüğü günün sonraki aya ait olduğuna dair kesin bir kanaat oluşturursa, o güne sonraki ayın hükümleri uygulanır.
18- Acaba hilâlin çember şeklinde oluşu, iki gecelik olduğunu gösterir mi?
C: Hilâlin çember şeklinde oluşu, iki gecelik olduğuna şer"î bir hüccet teşkil etmez.
19- Mübarek ramazan ayının girdiğine dair bilgi edinemeyen mahpus ve esirin hükmü nedir?
C: Eğer ramazan ayının girdiğine dair zan edinebilirlerse, zanlarına uymaları gerekir; aksi durumda tuttukları orucun ramazan ayından önce gerçekleşmiş olmadığından, aksine ya ramazan ayında veya ramazan ayı bittikten sonra gerçekleşmiş olduğundan emin oluncaya kadar orucu geciktirebilirler.
20- Hilâlin kayboluşu günbatımındaki kızıllıktan sonraya sarkarsa, bu durum, hilâlin iki gecelik olduğunu gösterir mi?
C: Hilâlin günbatımındaki kızıllıktan sonra kayboluşu, iki gecelik olduğunu göstermez.
21- Mükellef oruç tutmaz, sonra şer"an muteber olan yollardan biriyle hilâlin sabit olduğu ortaya çıkarsa, günün geri kalan bölümünde orucu bozan şeylerden sakınması gerekir mi?
C: Saygı için günün geri kalan bölümünde orucu bozan şeylerden sakınması gerekir.
(İmam Hamanei'nin fetvaları ölçü alınmışır)
Ehlader
Kadir gecesinin kadirini bilin!(5.Ders)
Bismillahirrahmanirrahim
Allah-u teala tarafından emredilen ilahi hükümlerin önemine baktığımızda; oruç tutmak, Kur’an okumak, güvenilir yoldan ulaşan duaları okumak, Allah’ın inayeti ile O’na tevessül etmek vb önemli olduğunu görürüz. Ama bizler için çok önemli olan bir amel var; “istiğfar etmek”, mağfiret dilemek, bilmeden yaptığımız veya cehaletimizden işlediğimiz günahları ya da Allah etmesin bilerek işlediğimiz günahları Allah’ın affetmesini dilemek.
“İstiğfar” konusunu akli ve Kur’ani olarak ele almak istemiyorum, sadece çok önemli mubarek Kadir geceleri münasebetiyle istiğfar konusunu hatırlatmak istedim.
İstiğfara olan ihtiyaç
Aziz bacı ve kardeşlerim, Allah’tan af dilemenin/ istiğfarın ilk adımı, Allah’a dönmektir. Tevbe etmek yani Allah’a dönmek; insan nerede olursa olsun, hangi makamda olursa olsun, kemalin hangi derecesine ulaşırsa ulaşsın- hatta Emirelmüminin (a.s) seviyesinde olunsa da- yine istiğfara ihtiyacı vardır. Allah-u Teala peygamberine Kur’an-ı Kerim’de defalarca buyuruyor; “istiğfar et!” . Peyagmber masum olmasına, hiç bir günah işlememesine, hiç bir ilahi emre karşı gelmemesine reğmen Allah yine kendisine istiğfar etmesini emr ediyor.
Peygamberlerin, evliyaullahın istiğfarlarının hakikati nedir?, Bunun kendisi başlı başına üzerinde genişçe durulması gereken bir konudur ama şu kadarı aşıkardır ki, onların istiğfarı bizim günhalarımızdan dolayı yaptığımız istiğfar gibi değildir. Bizlerin işledikleri günahları onlar asla işlemezler;onların makamları çok yücedir, Allah’a yakın oluşları ve rububiyyet makamına yakınlıkları en yüksek seviyededir. “Kurb” ( Allah ‘a yakınlık) makamında bizler için mubah olan-hatta bazen müstehab olan- ameller o yüce insanlar için Allah’a yaklaşmaya engel olarak görülebilir. Onların istiğfarı, o kurb makamının şanına layık olacak şekildedir. Hem de ciddi bir şekilde , sadece dille zahir istiğfar değildir. Emir’el-müminin kendisinden nakledilen Kumeyle duasında duaya istiğfar ile başlıyor; Allah’ı önce isimine, sonra kudretine, sonra azametine ve celal ve cemal sıfatlarına yemin verdikten sonra istiğfara başlıyor: “ İlahi ismet perdesini yırtan günahlarımı bağışla!”.... Ebu Hamzay-i Sumali duası ve bu büyük zatlardan nakledilen diğer dualar da aynı şekildedir. Hepimizin istiğfara ihtiyacı var.
Ey mümin kardeşlerim! Ey kalpleri saf ve pak olanlar! Sakın mağrur olup demeyin “biz günah işlemedik ki, niye suçlu olalım, niye günahkar olalım”. Allah’ın verdiği nimetlerin karşısında yaptığımız iyi amellerin ne kadar değeri vardır?! Bu yaptığımız iyi ameller, Allah’ın nimetlerine şükür hakkını yerine getirmek için yeterli midir? Yaptığımız iyi amelleri, Allah’ın nimetleri karşısında zikretmeye değer mi? Bizlerin bunların şükrünü yerine getirmeye gücümüz yetmez. İnsan, Allah’ın her an gönderdiği fazlından ve lütfundan müstağni olduğunu söyleyebilir mi? Bizler her an O’na muhtacız, Allah’ın inayeti her an bizlere ulaşıyor. “Hayırın bizlere devamlı ulaşıyor”.. biz ise şükrünü yerine getirmekten aciziz. İşte bu, insanın kendisini günahkar görmesini ve neticede istiğfar etmesini gerektirir.
Kadir gecesi istiğfar ve mağfiret talep etmek için büyük bir fırsattır. Allah’tan af dileyin. Bizlere dergahına yönelme fırsatı vermiş, istiğfar etme fırsatı tanımıştır; istiğfar ve tevbe ederek O’na yönelelim. Aksi takdirde Allah’ın günahkarlara söylediği : “özür dilemeleri için de onlara izin verilmeyecek” ( Murselat/ 36 ) sözü, kıyamet günü -Allah etmesin -bizim için de söylense özür dilemek için iznimiz dahi olmayacak; günhakarlara ağızlarını açmaya izin verilmeyecek, orası özür ve af dileme yeri değidir. Burada fırsat var, burada izin var. Buradaki her özür ve af dileme insanı yüceltir, günahları yıkar, bizleri temizleyip nurlandırır. Bu dünyada fırsat varken istiğfar edin, Allah’tan af dileyin, Allah’ın muhabbetini kazanın.
“Beni anın ki, ben de sizi anayım...” ( Bakara /152 ) Sizler kalbinizi Allah’a yöneltip Allah’ı kalbinizde hazır edip Allah’ı andığınız zaman Allah-u Teala o anda lütuf, şefkat ve rahmetini size yöneltir ve inayet, bağışlama ve cömertlik eli size doğru uzanır. Allah’ı daima hatırlayın, devamlı O’nu anın, aksi takdirde öyle bir gün gelecek ki Allah’ın günahkarlara hitabı şöyle olacak: “İşte bugünkü kavuşmanızı unuttuğunuz gibi, biz de sizi unuttuk” (Casiye/ 34) Yani dünyada Allah’ı anmayan, unutan insanı Allah da kıyamet günü unutacak ve unutulmaya terk edecek. Kıyamet günü böyle bir sahnedir.
Allah-u teal bugün kendisine yönelmeye , O’nu anmaya, dergahında raz-u niyaz etmeye ve yalvarıp yakarmaya izin vermişse öyleyse muhtaç ellerinizi ona uzatın, O’na olan muhabbetinizi izhar edin, kalbinizdeki muhabbet ve aşkı gözyaşı olarak gözlerinizden akıtın. Bu fırsatı ganimet olarak bilin aksi takdirde, bir gün vardır ki Allah günahkarlara şöyle buyuracak : “Boşuna figan etmeyin bugün. Bizim tarafımızdan yardım görmeyeceksiniz.” (Müminun/ 65) O gün ağlayıp sızlanmanın hiçbir faydası olmayacaktır. Elimizdeki bu fırsat, Allah tarafından O’na yönelmemiz ve dönmemiz için bize bahşedilmiş hayati bir nimet ve fırsattır. Yılın en değerli günleri Ramazan ayında karar kılınmıştır, Ramazan ayının gecelerinin içinde de Kadir gecesi verilmiştir.
Kadir gecesi rivayetlerde beyan edildiği üzere üç geceden biridir. Merhum Muhaddis Kummi naklediyor: İmam’a (a.s), “bu üç geceden- veya iki geceden- hangisi Kadir gecesidir? diye soruduklarında İmam (a.s) buyuruyor:“Ne kadar kolaydır insan iki-üç geceyi Kadir gecesi olarak geçirsin.” Ne gerek var insan iki üç gece arasında tereddüt etsin, üç geceyi de Kadir gecesi olarak anmak çok mu fazla? Niceleri vardır Ramazan ayının hepsini Kadir gecesi gibi geçirir; o geceye ait amelleri birinci geceden son geceye kadar yerine getirirler.
Allah için kalbini temizleyip arındırarak Allah dergahına yönelen bir millet, Allah’tan dürüstçe ister ve dürüstçe ona sığınırsa asla bedabaht ve yüzü kara olmayacaktır. Zillete düçar olmayacaktır, fesatta boğulmayacaktır, düşmanın esiri ve dahili ihtilaf ve fitnelere giriftar olmayacaktır. Milletlerin başına gelen bu kadar bedbahlık onların kendi yüzündendir. “Başınıza gelen her müsibet ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir...” ( Şura / 30 ). İşlemiş olduğumuz günahlar, ihmaller, gafletlerin sayesinde kendimizi bedbaht etmişiz.
Allah’ın dergahına yönelen kimse, kendisini günahtan koruyacak, ismete yaklaşacak ve kendisini korunma altına alacak ilk adımı atmış sayılır. Allah’a sığınalım, O’dan isteyelim ki yanlız O’nun rızası için çalışalım, yalnız onun için adım atalım. Kalplerimizi Allah’a emenet edelim. Kalplerimizi Allah’ı yad ederek nurlandırlaım; kalpler safalı olursa, kalpler dünyaya bağlanmasa, dünya ve maddiyatın esiri olmazsa, o zaman bu toplum nurani bir toplum olur, böyle bir toplum iyi çalışır; hem kendilerini iyi yetiştirirler, hem de dünyalarını abad ederler.
Bu günlerin kadirini bilin! Gerçekten Kadir gecesinin kadirini bilin! Kur’an buyuruyor: “Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır” . Bir gecenin bin aydan daha hayırlı olması büyük bir değerdir. Melekler nazil olur, dünyaya inerler. Ruhun nazil olduğu bir gecedir. Allah’ın “selam” diye nitelediği bir gecedir. Selam, hem Allah’ın kullarına ilahi selam ve tehiyyati manasınadır, hem de insanların kalpler, ruhlar ve toplumları için selamet, sulh-u sefa ve huzur manasınadır. Maneviyat açısından çok yüce bir gecedir.
Kadir gecelerinin kadirini bilin ki ülke sorunları için, kendi sorunlarınız için, müslümanların sorun ve zorlukları ve İslam ülkelerinin problemlerinin çözümü için dua edin.
İslam ülkelerinin sorun ve müşkülatlarının hallolması için Allah’a yalvarın. Bütün insanlar için dua edin; insanların hidayet olması için, kendiniz için, ölmüşleriniz için dua edin.
Bu saatlerin ve dakikaların kadirini bilin, siz değerli bacı ve kardeşlerimden Kadir gecelerinde bana da dua etmenizi istiyorum.
Vesselamu aleykum ve Rahmetullahi ve berekatuh
İMAM HAMANEİ
Tercüme : Rasthaber
İran’ın Yeni Cumhurbaşkanı Ruhani Kimdir?
Hasan Ruhani, 1949 yılında Şah döneminin karmaşık zamanlarında İran'ın kuzey eyaletlerinden Semnan'da dünyaya geldi. İlim ve kültür şehri olan Semnan'da iyi bir eğitim alan Hasan Ruhani, her lider gibi dini eğitimini Kum eyaletinde tamamladı. Tahran Üniversitesi'nde hukuk eğitimi de alan Ruhani, 1999 yılında Glasgow Caledoian Üniversitesi'nde lisans ve doktora yaptı.
Hasan Ruhani iyi bir din eğitmeni ve hukukçu olmasının yanı sıra iyi bir dini liderdir. 1960-1965 yıllarında İran'ı eyalet eyalet dolaşarak halka hitap etmiş. Genç yaşında mescitlerde hutbeler vermiş ve vaizlikte bulunmuştur.
Şah karşıtı söylemlerinden dolayı tutuklanan Ruhani'nin vaaz etmesi yasaklandı. Ancak; 1977 yılında hutbede ilk defa Ayettullah Humeyni ye "Sürgündeki Lider"değil de İmam Humeyni denmesi gerektiği lafzı Devrimci İslami Hareketi'nce benimsendi ve İmam Humeyni olarak değişmiş oldu. 1979 yılında devrimci hareketin başarısından sonra Ayetullah Humeyni'nin izinden giden Ruhani, İran'ın stratejik idari devlet yönetimlerinde görev aldı.
Ruhani'nin 1979 yılında İran ordusuna düzen verilmesinde çok katkıları olmuştur. İran-Irak Savaşı'nda orduda üst düzey komutan olan Ruhani, kısa zamanda ordu içerisinde sevilen bir kişi olmuş, savaşın sonunda başarılarından dolayı İran Devrim Muhafızları Komutanı ile beraber zafer madalyası ile ödüllendirilmiştir.
Ruhani, 1980 yılında İslam Danışma Kurulu'na seçildi, 1989 yılında ise Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi üyeliğine getirildi. İran'ın yeni lideri, iki defa Savunma Komisyonu Başkanı, iki dönem de Dış Politika Komisyonu Başkanlığı ve Meclis Başkan Vekillliği'nde bulundu. Ruhani, Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreterliği görevini 2005 yılına kadar yürüttü. Ruhani, dış dünyada Muhammed Hatemi zamanında ve sonrasında Nükleer Başmüzakereci ve Sekreter olarak tanındı ve yabancı devlet adamları ile toplantıları, temasları ve müzakereleri oldu.
Eski cumhurbaşkanıları Haşimi Rafsancani ve Muhammed Hatemi dönemlerinde Ulusal Danışmanlık görevlerini de yürüten Hasan Ruhani, aynı zamanda İran'ın dini lideri İmam Ali Hamaney'in Yüksek Ulusal Güvenlik Konseyi'nde temsilciliğini de yaptı.
İran İslam Cumhuriyeti Nizamı başarılı bir dini demokrasi modelidir
İslam İnkılabı Rehberi, İran İslam Cumhuriyeti Nizamının başarılı bir dini demokrasi modeli olduğunu beyan etti.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, Tahran'da İmam Humeyni ra Hüseyniyesinde yeni Cumhurbaşkanı için düzenlenen törende, yaptığı konuşmada, İran İslam Cumhuriyeti Nizamının başarılı bir dini demokrasi modeli olduğunu beyan etti.
İmam Hamanei, İran halkının İslam İnkılabı zaferinden önce demokrasiyi ve halk hakimiyetini yaşamadığını ifade ederek, dinidemokraside, İran İslam Cumhuriyetinde halkın tüm meselelerde öneml rolübulunduğunu söyledi.
İslam İnkılabı Rehberi, İran halkına karşı uygulananyaptırımlara değinerek, yaptırım döneminde İran halkı ve yetkilileri, çokdeğerli deneyim ve tecrübeler edindiğini vurguladı.
Yaptırımların yerel güç ve kabiliyete dayanarak ülkeningelişmesi ve kalkanması için bir ders olduğunu hatırlatan İslam İnkılabı Rehberi, Batılıların, İran'ın bilimsel gelişmelerini durdurmadığınıbelirtti.
İmam Hamanei, konuşmasının devamında, İran halkının, dünya Kudüs gününe yoğun şekilde katılım göstermesine temas ederek, İranhalkının Cuma günü, dünyaya direniş tablosunu sergilediğini ve birkez daha Kudüsve Siyonsit rejime karşı tavırını ortaya koyduğunu beyan etti.
Nasrallah:"Filistin'den asla vazgeçmeyeceğiz"Tam Metin
Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Dünya Kudüs Günü vesilesi ile Güney banliyölerinde halkın arasına karışarak bir konuşma yaptı...
Bismillahirrahmanirrahim. Elhamdüllilahi Rabbilâlemin. Salat ve selam, kalplerin sevgilisi Ebu'l-Kasım Muhammed b. Abdullah'a, tahir ve tertemiz Ehlibeyti'ne olsun. Selamün aleyküm cemi'en ve rahmetullahi ve berekâtüh.
1979 yılının 7 Ağustos'unda, yani İran'daki İslam Devrimi'nin ilk aylarında, İmam Humeyni bir bildiri yayınlayarak, dünyadaki ezilen halklara ve özellikle Müslümanlara, Ramazan ayının son Cuma gününü Dünya Kudüs Günü ilan etmeleri yönünde çağrı yaptı. Bu davetin hedefinde, dünyaya Kudüs ve Filistin davalarını hatırlatmak, bunların unutulmasını engellemek, bu mübarek ay vesilesi ile Kudüs ve Filistin'i siyonist işgalciler elinden kurtarabilmek için farkındalık yaratıp ümmeti seferber etmek var. Filistin ve halkının 1948'de, 1967'de, Doğu Kudüs'te ve Nakab çölündeki kuşatmalardan ve saldırılar yüzünden yaşadığı açlığa ve zorluğa dikkat çekmek var. Bugün, 2 Ağustos 2013'te, bu vesile ile bu farkındalığı arttırmaya daha çok ihtiyacımız var. Dolayısı ile bu özel günde, İmam Humeyni'nin davetine lebbeyk diyen ve bize şeref veren herkese de teşekkür etmek istiyorum.
Bu gününün anlamını canlandırmaya daha çok ihtiyaç duyduğumuz bugünlerde:
İlk olarak; Filistin diye bahsettiğimiz Filistin'in, tamamıdır, denizden nehire kadar olan Filistin'dir. Gerçek sahiplerine ve ehline tamamen geri dönmesi gereken Filistin'dir. Bu dünyada, ne bir kral ve emirin, ne bir lider, şeyh ya da seyyidin, ne de bir devletin Filistin'in bir kum tanesinden, bir damla suyundan veya topraklarının bir parçasından ödün vermeye hakkı yoktur.
İkinci olarak; İmam Humeyni İsrail'i, gerçekçi ve tam anlamıyla bir kanser olarak tanımlamıştır. Hepimiz biliyoruz ki kanser, vücudun içinde yayılır ve öldürür. Ve kanserin tek çözümü ortadan kaldırılmasıdır, ona teslim olmamak ve ona fırsat vermemektir. İsrail, siyonist projenin bölgedeki üssüdür. Sürekli bir tehditin temsilidir. Dikkatinizi çekerim, İsrail için, sadece Filistin'e ve Filistin halkına tehlike arzeden ve bizi ilgilendirmeyen, bize kıssadan hisse düşürmeyen, Lübnan, Suriye, Ürdün, Mısır, Irak, Körfez ülkeleri, kuzey Afrika ve diğer ülkelerde sorun yaratmayan bir hadisedir diyemeyiz. ''İsrail, sadece Filistin ve halkının sorunudur'' diyenler var. Bu yanılgıdır, aldatıcıdır ve cahilliktir. İsrail, bu bölge halklarının tamamına, güçlerine, seçeneklerine, emniyetlerine, onurlarına, selametlerine ve egemenliklerine daimi tehlike oluşturuyor. Bunu inkar edenler kibirlidir. Sonuç olarak İsrail sadece Filistin ve halkına değil bu bölge devletlerinin tamamına, onların egemenlik ve uygarlıklarına tehlike oluşturmaktadır.
Üçüncü olarak; bu kanserin yok edilmesi, sadece Filistin'in yararına değildir, tüm İslam aleminin, Arapların ve bölgedeki tüm ülkelerin ulusal çıkarınadır. Burada ulusal çıkar ile milliyetçi çıkar arasında ayırım yapamayız. İsrail Ürdün için tehlikedir ve çöküşü Ürdün'ün ulusal çıkarınadır; İsrail Mısır için tehlikedir ve çöküşü Mısır'ın ulusal çıkarınadır; İsrail Suriye ve Lübnan için tehlikelidir ve çöküşü Suriye ve Lübnan'ın lehinedir.
Dördüncü olarak; 2. ve 3. maddelere binaen; herhangi bir kimse, herhangi bir yerde, herhangi bir vesile ile Siyonist projeye karşı savaşıyorsa Filistin'i savunurken, aynı zamanda kendi vatanını, halkını, çocuklarının geleceğin ve onurunu da savunuyordur.
Beşinci olarak; Filistin ve Kudüs, her bir Filistinliyi, Müslüman veya Hıristiyan her bir Arap'ı ve dünya üzerindeki her bir insanı kapsayan genel bir sorumluluktur. Çünkü davası hak davasıdır ve her anlamıyla bir trajedidir. Sorumluluğun düzeyi halktan halka, devletten devlete, cepheden cepheye ve kişiden kişiye değişiyor. Burada söz konusu olan imkanlar, güç, şartlar ve coğrafya gibi faktörler vardır. Birinci derecede Filistin halkının sorumluluğudur. Velakin herkesin minimum düzeyde sorumluluğu vardır. Kimsenin bu sorumluluktan kaçınma gibi bir lüksü olamaz. Siyasi duruş, medya, halkçı dayanışma ve mali destek minimum sorumluluklardır.
Altıncı olarak; Filistin'i, Lübnan'ı, Suriye topraklarını işgal etmiş olan bu siyonistlerle mücadelede öncelikler vardır. Başından beri milletimiz bu öncelikler ile meşgul olsaydı bugün vardığımız noktaya varmazdık. Filistinlilerin şu an yaşadığı acıları trajedileri görmezdik. Lübnan ve Filistin'de katlandığımız tüm katliamların sebebi, sorumluluklardan kaçınıp, asli öncelikler ile meşgul olmamaktır.
Burada dikkatiniz çekmek isterim ki maalesef, arkasında bazı hükümetlerin ve Amerika'nın olduğu Arap rejimleri, bu öncelikleri engelliyor. Ve halkları sürekli farklı konularla meşgul ediyorlar. Halklara farklı düşmanlar yaratıyor, üretiyor. Halklar için farklı savaşlar icat ediyorlar. Başından beri siyonist proje Filistin'i işgal ederken, Arap rejimlerinde hükümetler her zaman ''önceliğimiz Şii uzantıları ile mücadele etmek'' çağrısı yaptılar. İslam için tehlike Şiilerden gelir dediler. Sonuçta Şiilerle savaşmak için Filistin'i unuttular. Milyarlarca dolar döküldü, televizyonlar-gazeteler kuruldu, konferanslar-toplantılar yapıldı, kitaplar-broşürler yayınladılar. Afganistan savaşı için dünyanın her yerinden savaşçılar geldi. Mısır'dan, Lübnan'dan, Irak'tan, Suriye'den ve Filistin'den! Ve Filistin işgal altında! Niye Filistin'i işgal altında bırakıp Afganistan'a savaşmaya gittiniz? Ben Afganistan'da savaşmanın meşruluğunu tartışmıyorum. Öncelikler mantığı çerçevesinde konuşuyorum. Peki, Sovyetler Birliği dağıldı ve Afganistan'da yenildiler. İran İslam Devrimi zafer kazandı ve düşman İsrail ile mücadele için stratejisini sundu. Hemen bize İran yayılmacılığı adını vererek bir düşman, bir başka ''öncelik'' icat ettiler. İran tehlikesi ve Mecusiler diye adlandırmışlardı. Eskiden Şii demiyorlardı. İranlılar, Farslılar ve Mecusiler adı verip, doğudan Araplara doğru geliyorlar diyerek, yüz milyarlarca dolar harcayarak 8 yıl savaştılar. Bu yüz milyarın çeyreğini, on veya beşini Filistin'e dökselerdi Filistin özgürleştirilirdi. Filistin halkı bütün bu acıları ve trajedileri yaşamazdı. İran ile savaştılar. Bunlar yaşandı, yaşadık. İran ile savaşmak için programlar yaptılar, konferanslar düzenlediler, para döktüler ve ordular hazırladılar. İsrail ile değil İran ile savaşmak için hazırlandılar.
Arap rejimleri, aldığı her bir tank, her bir uçak, her bir füze ve her bir savaş gemisi için Amerika'ya, bu silahların İsrail'e karşı kullanılmayacaklarına dair sözler ve teminatlar veriyorlar. Yeni bir düşman yarattılar. Düşmana İran, Fars ve Mecusi adlarını verdiler ama bu yeterli olmadı onlar için ve yeniden adlandırdılar: Şii yayılmacılığı! Allah aşkına nerede bu Şia yayılmacılığı? Düşman yarattılar ve önceliklerin de bu Şia tehlikesi ve fikriyatı ile savaşmak olduğunu söylediler. Şia tehlikesinin İsrail'den ve Siyonist projeden daha fazla tehlikeli olduğunu söylediler. Körfez destekli onlarca, yüzlerce TV kanalından bu sözler dillendirilmiyor mu? Bu sözler gazetelerde, makalelerde ve kitaplarda yazılmıyor mu? Bu sözler, sabah akşam mescit minberlerinden söylenmiyor mu? Çoğu için İsrail artık bir düşman ve bir tehlike değildir. Geldiler ve yeni bir proje ile yeni bir düşman yarattılar. Bundan daha da kötüsü, yerel siyasi rekabetleri ''mezhepçilik'' diye adlandırdılar. Bu aldatmadır. Peki, Mısır'da şu an siyasi bir mücadele var, bölünmüşlük var, bu rekabet mezhepçi bir rekabet mi? Değil, siyasidir. Libya'da siyasi rekabet var, mezhepçi mi? Değil, siyasidir. Tunus, Yemen ve diğer bölgelerde aynı durum. Çok çeşitli ülkelere -ki uzun yıllar boyunca bu çeşitliliğinin bereketi ile yaşadılar, baktığımız zaman, Suriye, Irak, Lübnan ve Bahreyn gibi, var olan siyasi rekabeti mezhepçilik diye adlandırırlar. Mezhepçi, hizipçi söylemlerle tarihi dosyaları açarlar. Ee ama bu siyasi savaşı niye mezhepçilikle tanımlıyorsun? Bunu bilinçsizce değil kasıtlı olarak yapıyorlar. Çünkü bu söylem, tahrip edici silah gibidir. Çünkü bu söylem, bölgede en fazla etkiye sahip tahripkar silahtır.
Bölge halkları, bu bölgeyi, devletlerini, ordularını ve halklarını tahrip etmek isteyen güçlerin mevcudiyetini fark etmeyecekler mi artık? Sadece ordu ve devletleri çözmek değil amaçları, halkları da birbirinden ayırmak istiyorlar. Hıristiyanlarla Müslümanlar savaşsın, Sünni, Alevi, Şia, Dürzi, Zeydi, İsmaili, Arap, Fars, Kürt ve Türk olarak savaşalım ve boğuşalım istiyorlar.
Bölge halklarının, bölgemize yönelik en tehlikeli projelerden biri olan bu tahripkar ve kinci projeye sponsor olan devletleri parmakları ile gösterip isimlerini söyleme vakti gelmedi mi? Tekfirci cemaatlere ve gruplara, mali, maddi, manevi, basın yayın ve silah yardımları ile sponsor olup birden fazla bölgede-ülkede savaşmaya gönderen herkes, bu tahrip, yıkım ve trajedinin birinci dereceden sorumlusudur. Kudüs gününde herkesi bu tehlikeleri görmeye davet ediyorum. Bütün ülkelerin, sorunlarını kendi içinde siyasi diyaloglarla çözmeleri, Suriye'den Tunus'a, Libya'ya, Mısır'a, Bahreyn'e, Irak'a, Pakistan ve Afganistan'a kadar akan kanı durdurmaları gerekmektedir. Bu tekfirci grupların parmağının olduğu bütün bölgelerde trajedi göreceğiz.
Biz Hizbullah'ta geçmişte olduğu gibi şimdi de daima, Lübnan ve dışında ihtilaflarımızı halletmek veya ertelemek için, ortasında buluşabileceğimiz müştereklerimizden bahsediyor ve herkesi buna davet ediyoruz. Çünkü ihtilaflar, tahripkar olmaya başlamıştır. Ekonomiyi, güvenliği veya nüfusu etkileyen ihtilaflar olduğu gibi tahripkar özelliği olan ihtilaflar da vardır. Bu zamanlarda, Hıristiyan ile Müslüman, Şii ile Sünni, Arap ile Fars ve Türk ile Kürt arasında yeni düşmanlıklar yaratmaya çalışan söylemler ve konuşmalara şahit oluyoruz. Milliyetçi ve İslami hareketler arasında aynı durum mevcuttur. İslamcılardan birileri şimdi milliyetçi, solcu vs. isminde olan bütün hareketlere ateş püskürmeye başladı. Aynı zamanda karşı tarafta da İslami hareketlere aynı şekilde ateş püskürenler var. Bu ihtilaflar kime hizmet ediyor? Bu delilik herkesi nereye doğru götürüyor? Burada her ülkedeki karar vericilerin ve ulemanın sorumlulukları vardır. Sadece Filistin için değil milletimiz için, ümmet için. Bütün ülkelerde herkesin vereceği uğraş ile bu tahripkar ve yıkıcı projenin yenilgisi için bir sinerji yaratılmalı. Ve ben size diyebilirim ki ümmetimiz, milletimiz, halklarımız, seçtiklerimiz bu projeyi başarısızlığa uğratacak güce sahiptir ve bu projeyi başarısızlığa uğratacaklar inşallah.
Biz Hizbullah olarak bu ilkelere ve önceliklere olan bağlılığımızı belirtiyoruz. Biz Hizbullah olarak Filistin ve halkının yanında olacağız. Filistin davasına bağlı fraksiyonların tümüyle var olan uzun ömürlü ve iyi ilişkilerimizi koruyacağız. Bazı mevzularda, Filistin, Suriye veya başka konularda ihtilaflı olsak da bizim her zamanki çağrımız müştereklerimizde buluşmaktır -ki bu müşterekimiz Filistin'dir, Kudüs'tür. Kudüs'ün bizi bir araya getirmesi gerekir. Ve bunun dışında herhangi bir ideolojik, dini, mezhebi, fıkhi, siyasi ve farklı fikirsel ayrılıklar ne olursa olsun Filistin'e ve halkına bağlılık devam etmelidir.
Kudüs gününde; düşmana birden fazla hezimet yaşatan Lübnan ve Filistin Mukavemetine takdim ettikleri desteklerinden dolayı İran İslam Cumhuriyeti ve Suriye Arap Cumhuriyeti'ne teşekkürlerimizi sunuyoruz. Biz Hizbullah olarak; ülkemizi ve halkımızı korumak ve bu düşmanın tüm komploları ve saldırıları ile mücadele etmek için, buradan liderlerine, subaylarına, askerlerine ve yaralılarına selam gönderdiğimiz Lübnan ulusal ordusunun yanında hazır bulunacağız.
Kudüs gününde, Mukavemet'in imamını hatırlamamız gerekiyor. Seyyid İmam Musa Sadr. Bizi elimizden tutup Kudüs yoluna, doğru yola sevk eden Seyyid Musa Sadr'ı. Ve Libya'nın yeni yönetimini, bu tehlikeli davaya yakışan sorumluluğu üstlenmesini talep ediyoruz.
Ben biliyorum ki bu günlerde mezhebi kışkırtıcılık almış başını gidiyor. Ben bu zamana kadar hep Müslüman, vatansever vs. olarak veya nasıl isimlendirirseniz öyle konuştum. Bu sefer müsaade edin de bir Şii olarak konuşayım. Televizyon kanallarında, internet sitelerinde, sosyal medyada ve diğer alanlarda Şiilere karşı süregiden mezhebi kışkırtıcılığı biliyoruz ve görüyoruz. Ve bu kışkırtmaların kasıtlı olarak yapıldığını biliyoruz. Mevzu bundan da öteye gidip, her gün özellikle Irak ve Pakistan'da gördüğümüz gibi bombalı araçlarla katliamlara kadar varıyor. Hüseyniyeler, mescitler, kutsal makamlar, sokaklar, yollar ve ila ahiri. Suriye'deki olaylar ile bu mevzu derinleşmeye ve büyümeye başladı. Söylemlerden ve yapılanlardan insan hissediyor ki bu olayların arkasında duranların hedefi biz Şiilerin, Filistin'i, Kudüs'ü ve Filistin halkını unutmasıdır. Bunun da ötesinde biz Şiilerin, ismi Filistin olan her şeye kinimiz olsun istiyorlar. Bundan daha açık bir söylem var mı? Üzerinde çalışılan budur. Bir gün gelsin ve Şiiler denklemden çıksın istiyorlar. Arap-İsrail mücadelesindeki denklemlerden çıksınlar istiyorlar. Şiiler çoğunluğu olmasa da bu ümmetin faal, etkili ve bilinçli bir bölümünü oluşturuyor. Şiiler denklemden çıksın derken talep edilen İran'ın denklemden çıkmasıdır. Bu neticeye varmamızı istiyorlar.
Bunu isteyen, Amerika'ya, İsrail'e, bu oyunlarda en yetenekli olan İngiltere'ye, bölgede bir araç olarak kullandıkları devletlere ve dost düşman herkese, bugün, 2 ağustos 2013 tarihinde, Ramazan ayının son cuma günü olan Dünya Kudüs Gününde şunu ilan ediyoruz: bizler, Ali b. Ebi Talib'in tüm dünyadaki Şiileri olarak Filistin'den ve Filistin halkından vazgeçmeyeceğiz. Bize Rafizi, terörist, mücrim ve aklınıza ne gelirse söyleyin. Bizi her yerde, her cephede, her Hüseyniye ve mescidin kapısında öldürseniz de biz Ali bin Ebi Talib Şiileri Filistin'i terk etmeyeceğiz. Biz Hizbullah olarak Mukavemet altında büyüdük. Küçüktük, gençtik, bu programa göre büyüdük. İsrail ile yüzleşmek ve bu milleti, Filistin'i, Kudüs'ü, kutsallarımızı, Lübnan'ı, Lübnan'ın onurunu, egemenliğini ve halkını savunmak için babalarımızdan, dedelerimizden öğrendiğimiz, cesetlerinin, terlerinin ve kanlarının karıştığı Mukavemet'i çocuklarımıza ve torunlarımıza da miras bırakacağız. Ve bu yolda binlerce şehit verdik. Seyyid Abbas'tan Şeyh Ragip'a, İmad Muğniyye'ye kadar, binlerce şehit verdik. Dolayısı ile Dünya Kudüs Günü'nde konuşmamı sonlandırırken tüm dünyaya biz Hizbullah olarak tüm sorumluluklarımızı yerine getireceğiz diyoruz. Biz İslami, Şii ve İmami Hizbullah olarak Filistin'i, halkını ve Kudüs'ü terk etmeyeceğiz.
Çev: Hasan Sivri
medyasafak.com
Ahmedinejad'dan Türkiye'ye Siyonizm uyarısı
Dünyadaki siyonist tehlikesine dikkat çeken Ahmedinejad Türkiye'yi uyardı.
İran’ın başkenti Tahran’da ‘Dünya Kudüs Günü’ etkinlikleri kapsamında konuşan Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Türkiye’nin tehlikede olduğunu söyledi.
Tahran Üniversitesi bahçesinde cuma namazı öncesi konuşan Ahmedinejad, emperyalist ülkelerin bölgedeki bazı ülkeler için planlar hazırladığını ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu bu ülkelerin tehlikede olduğunu ifade etti.
Ahmedinejad, “Türkiye tehlikededir. Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Körfez ve Kuzey Afrika ülkeleri tehlikededir. Emperyalistlerin tüm bu ülkeler için planları var” dedi.
Bölge devletlerinden Batılılara güvenmemelerini isteyen Ahmedinejad, bu güçlerin vefasız olduğunu bölge ülkelerini kullandıktan sonra kullanmış bir mendil gibi kenara atacaklarını ifade etti.
MİKROPLARI SİYONİSTLER ÜRETİYOR
İran Cumhurbaşkanı, dünyadaki bazı mikropların Siyonistler tarafından üretildiğini belirtti.
Siyonistlerin dünyadaki bazı ilaç merkezlerinin kontrolünü elde tutarak mikrop ürettiğini ifade eden Ahmedinejad, “Ürettikleri mikropları, pahalı ilaçlar satmak ve muhaliflerine darbe indirmek için yaymaktalar. Hangi hayvan buna yapar da bunlar bunu yapıyorlar” diye konuştu.
İNTİHAR EYLEMCİLERİ PERİLERİN KOYNUNA DÜŞMEKLE ALDATILIYORLAR
Bölgede silahlı çatışmalarda yer alan radikal İslamcı guruplar ve intihar eylemcilerine yüklenen Ahmedinejad, “Bir avuç aptalı bulmuşlar, onlara ‘bu düğmeye basarsan yüzlerce perinin koynuna düşeceksin, peygamberle birlikte namaz kılacaksın’ diyorlar. Kadınları ve çocukların başını kesen, şehirleri ve köyleri yıkan bu gruplar, aslında Siyonistler ve sadece görünümleri Müslüman’dır. Bunlar sadece Müslümanları öldürür” dedi.
Press Tv'nin yer verdiği haberde ise Ahmedinejad Filistin konusunda da batılı güçlere güvenilmeyeceğini ifade etti. "Filistin meselesinin diyalogla ve toprakların paylaşılmasıyla çözüleceğini sanmak oldukça naif bi düşüncedir." dedi
İnternet Haber
Siyonist basın:"İran'da milyonlarca kişi "İsrail'e ölüm" sloganıyla sokağa döküldü"
İran'da düzenlenen Kudüs Günü Yürüyüşü'nü dünya basını büyük merakla takip etti.
İmam Humeyni'nin 1979'da ramazan ayının son cuma gününü Kudüs Günü olarak ilan etmesinin ardından, dünyanın bir çok yerinde halk Filistin ile beraberliğini göstermek için bu yürüyüşe katılıyor.
Ama en muazzam yürüyüş İran'da yapılıyor.
Bu yürüyüş dünya genelinde Filistin halkıyla beraberliğin ve Mescid i Aksa'ya sahip çıkmanın sembolü oldu.
Her yıl olduğu gibi bu yıl da, İran'da milyonlarca kişi ellerine Siyonist rejim karşıtı posterini alarak sokağa çıktı.
İran'da yapılan bu olağan üstü yürüyüş dünyanın bir çok basınında geniş yankı buldu. Tabi en büyük yankılardan biri Siyonist rejim basınında oldu.
The Times Of İsrael ve Yedut Aharunut gibi Siyonist basın bir kez daha ümitleri suya düşmüş bir şekilde, her yıl olduğu gibi İran'ın her köşesinde milyonlarca kişinin sokaklara döküldüğünü ve İsrail karşıtı slogan atıldığını ve İsrail ve ABD bayrağının yakıldığını yazdı.