کارگر

کارگر

Pazartesi, 08 Nisan 2013 06:55

Ölüler için Kur’an okumak doğru mudur?

İslam’ın bakışında ölümün anlamı insanın hiç olması ve yok olması değildir. Bilakis ölümün manası, yok olmayan insan ruhunun bedenden ilişki ve irtibatını kesmesi, neticede bedenin yok olması, ruhun belirli bir zamana dek hayatına devam etmesi ve sonra yeniden bedene dönmesidir.[1] Yüce Allah şöyle buyuruyor: “(Kâfirler dediler ki:) Biz toprakta yok olduktan sonra mı, biz mi yeniden yaratılacakmışız? Hayır, onlar Rablerine kavuşmayı inkâr etmektedirler. De ki: Sizin için görevlendirilen ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.”[2] Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyuruyor: “Mümin bireylerin dünyadan ayrılması karanlık, darlık ve baskılardan aydın ve geniş bir fezaya giren bebeğin anne karnından çıkması gibidir.”[3]

 İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Ey insanlar biz ve sizler yok olmak için değil, baki kalmak için yaratıldık. Sizler ölüm ile dünyadan gitmemektesiniz, sadece bir evden başka bir eve taşınmaktasınız. Bundan dolayı tarafına hareket etmeniz gereken ve ebedi kalacağınız evin azık ve erzakını hazırlayın.”[4] İmam Hasan’dan (a.s) ölüm nedir diye soruldu ve kendisi şöyle buyurdu: “Ölüm mümine nasip olan en güzel sevinçlerdendir.”[5] İmam Hüseyin (a.s) şöyle buyuruyor: “Ölüm sizi dünya dertlerinden Allah’ın refah ve lütfüne ulaştıran bir köprüdür ve Allah’ın düşmanları içinse saraydan zindana intikal etmektir.”[6] Neticede ayet ve rivayetler ölmeyle ve cesedin çürümesiyle ruha bir zarar gelmediğini göstermektedir. Ruhumuz olduğu gibi kalmakta ve kendi başına bağımsızlık ve öznellik taşımaktadır; zira bizim şahsiyetimiz beden ve cesedimizle değil, ruh ve canımız iledir. Ölüm yokluk, bitiş ve fena değildir. Sadece bir âlemden başka bir âleme intikal etmektir ve insan hayatı bir şekilde sürmektedir.

Ölüler İçin Kur’an Okumak

İnsan öldükten sonra kendisinin yakınları ve diğer müminlerin bazı farz amelleri yapması gerekir. Gusül, kefenleme, namaz, defnetme ve ölünün edebildiğince çabuk kaza edilmesi gereken farzları bu kabildendir. Yanı sıra ölüler için bazı amellerin yapılması da müstehaptır. Sadaka vermek, dua etmek ve Kur’an okumak bunlardan sayılır. Ölüler için Kur’an okumanın müstehap olduğunu ispat etmek hakkında ise iki tür delil öne sürülebilir: Birinci türde genel olarak ölü ve göçmüşlerinizi hatırlayın ve kendi iyi işlerinizden onları faydalandırın diye belirten rivayetler mevcuttur. Çok açık olduğu üzere Kur’an okumak da iyi ve beğenilen işlerdendir. Bu hususta bazı rivayetler mevcuttur ve onların bazılarına işaret ediyoruz:

1. Hz. Peygamberden (s.a.a) şöyle nakledilmiştir: Kabirlerde dinlenen ölülerinizi unutmayın. Ölüleriniz sizin iyiliğinizi beklemektedir. Ölüleriniz hapistedir ve sizin iyi işlerinize göz dikmişlerdir. Onların bir iş yapacak güçleri yoktur, sizler sadaka ve dua onlara hediye edin.”[7]

2. Hz. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır: “Dirinin kendisine verilen hediyeden dolayı sevinmesi gibi, ölü de kendisi için istenen rahmet ve bağışlanmadan dolayı sevinir.”[8]

İkinci türde ise ölüler için Kur’an okumanın eserlerini beyan hadisler mevcuttur. Mesela İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmaktadır: Herkim bir müminin kabrini ziyaret eder ve onun kenarında yedi defa Kadir suresini okuyacak olursa, Allah onu kabir sahibiyle birlikte bağışlar.”[9]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Tabatabai, Seyid Muhammed Hüseyin, Amuzeş-i Din, Cem Averi, Telfik ve Tamzim: Ayetullahi, Seyid Mehdi, s. 133, Defter-i İntişarat-ı İslamî, Vabeste be Camia-i Müderrisin-i Havza-i İlmiye-i Kum, çap-ı çarom, 1375 ş.

[2] Secde, 10 ve 11.

[3] Gerdeaveri ve tercüme, Payande, Ebu’l-Kasım, Nehcü’l-Fesahe, hadis. 2645, sazman-ı Çap Ve İntişarat-ı Cavidan.

[4] Şeyh Mufid, İrşad, s. 229, tercüme-i Muhammed Bakır Saidi Horasani, İntişarat-ı İslamiye.

[5] Feyz Kaşani, Molla Muhammed Muhsin, Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 255, Çaphane-i Saduk, Tahran.

[6] Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 255.

[7] Yezdi, Şeyh Hasan b. Ali, Envaru’l-Hidayet, s. 115, Çaphane-i Numan, Necef.

[8] Muhecebbetü’l-Beyza, c. 8, s. 292.

[9] Meclisi, Muhammed Bakır, Biharu’l-Envar, c. 82, s. 169, Ez Menşurat-ı Çaphane-i İslamiye, Tahran.

İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı, batılıların nükleer silahların azaltılması ve İran'ın kesin hakkı olan nükleer hakkını tanımaması gibi konulara bağlı kalmamaları durumunda NPT anlaşmasından çıkma seçeneğinin İran'ın masası üzerinde bulunduğunu söyledi. 

El-Alem televizyonuna bir açıklamada bulunan İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı Alattin Brucerdi, Batının yaptırımları artırması ve nükleer meseleyi yeniden BM Güvenlik Konseyine göndermesi durumunda İran'ın muhtemel tepkilerine temasla tüm seçeneklerin İslami Şura meclisinde masa üstünde bulunduğunu söyledi.

Brucerdi, "İran'ın silahsızlanma anlaşması olan NPT'ye ve UAEA kurallarına bağlı kalması ama aynı zamanda ABD ve batının NPT anlaşmasını göz ardı etmeleri kabul edilemez bir durumdur. Böyle bir durumda İran'ın NPT üyeliğinin devam etmesinin hiçbir delili yoktur. İslami Şura Meclisi bu konuyu gözden geçirebilir" ifadesini kullandı.

İran ile 5+1 grubu arasındaki görüşmelerde var olan engellere de temas eden İran İslami Şura Meclisi Ulusal Güvenlik ve Dış Siyaset Komisyonu Başkanı, Amerikalıların UAEA ve NPT kurulları uyarınca İran'ın nükleer çalışmalarını hukuki ve teknik açıdan değerlendirmesi gerektiğini, ancak bu meseleye bakışının siyasi olduğunu söyledi.

 

Mısır’da Washington ile Kahire arasındaki ilişkiye ses çıkarmayan, ancak İslam Dünyasının iki önemli gücü İran ile Mısır arasında gelişen ilişkilere tahammül edemeyen sözde Selefi bir grup, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırdı.

Euronews'in haberine göre Mısır'da sözde selefi bir grup, ülkelerinde misafir konumundaki İran Büyükelçisinin ikamet ettiği eve saldırmakla yetinmeyerek, neden saldırdıklarını soran muhabire, Şii Müslümanları Mısır'da istemediklerini, eğer gelirlerse hepsini öldürmekle tehdit etti. 

Mısır’da Washington ile Kahire arasındaki ilişkiye ses çıkarmayan, ancak İslam Dünyasının iki önemli gücü İran ile Mısır arasında gelişen ilişkilere tahammül edemeyen Selefi bir grup, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırdı.

İranlı turistlerin Mısır’a gelmesini ve iki ülke arasındaki yakınlaşmayı istemediklerini söyleyen Selefi grup, Amani’nin evine taşlı saldırıda bulunarak, evin duvarına batı destekli Suriyeli muhaliflerin kullandığı bayrağı astı. 

Kendisine mikrofon uzatılan selefi grup mensubu, Şii Müslümanları Mısır’da istemediklerini belirterek şu tehditleri savurdu: “Mısır Müslüman ve Sünni bir ülkedir. Biz Şiileri burada istemiyoruz. Eğer gelirlerse hepsini öldürürüz.”

“İran’ı burada istemiyoruz”, “Beşar destekçileri defolun”, “Şiilere hayır” şeklinde sloganlar atan gruba polisin müdahale etmede yetersiz kaldığı görüldü!!

Euronews muhabirine saldırı

Öte yandan Mısır’daki gelişmeleri takip eden Euronews muhabiri Muhammed Shaiki İbrahim, İran’ın Kahire Büyükelçisi Mucteba Amani’nin evine saldırı düzenleyen aynı sözde selefi grup tarafından tartaklandı.

Shaiki İbrahim Filistinli bir Sünni olduğunu söylese de aksanında ötürü saldırgan grubu Şii olmadığına ikna edemedi ve saldıranların tartaklamalarına maruz kaldı. Eylemciler Euronews kameramanının görüntü almasını engelledi ve mikrofonu parçaladığı öğrenildi.

 

Pazartesi, 08 Nisan 2013 06:11

İran bu yılda uzaya 7 uydu fırlatacak

 Tahran- İran Uzay Kurumu Başkanı, İran’ın yeni yılı olan 1392 yılında uzaya 7 uydu fırlatılacağını bildirdi.

İran’ın 1392 yeni yılında ülkenin uzay çalışmaları hakkında Mehr Haber Ajansı’na konuşan İran Uzay Kurumu Başkanı Hamid Fazeli, bu yılda uzaya 7 uydu fırlatacaklarını bildirdi.

Fazeli, fılatılcak uyduları şöyle sıraladı:

Nahid Uydusu: Kanatları açılabilecek olan bu uydu yeryüzünün 370 km’sinde yer alacak bu uyudu Safir-1 uydu yaşıyıcısıyla yörüngede yerleşecektir.

Facr Uydusu: Safir B1 uydu taşıyıcısıyla uzaya fırlatılacak bu uydu yeryüzünün 450 km’sinde yerleşmesi bekleniyor.

AT Sat, Şerif Sat, Tolu ve Zafer uyduşları: Üniversite ortamında dizayn ve üretilen bu uyduların inşası son aşamasına gelinmiştir. Bu uydular yüksek çözülürlük kabiliyetiyle yeryüzünden görüntülme görevini yerine getireceklerdir.

Misbah uydusu: Bir haberleşme uydusu olan bu uydunun inşası son aşamasındadır ve laboratura ortamında bütün testleri başarıyla tamamlanmıştır.

İran Uzay Kurumu Başkanı, açıklamasının devamında, daha ağır uydular için tasarlanan Simurg ve Gognus uydu taşıyıcılarının inşası program kapsamında başlayacağını kaydetti.

 

Allah’ın Adıyla

Şam ve Irak diyarlarındaki cinayetlerin baş musebbibi zer, zor ve nifak ittifakıdır. Bu bölge tarihini İslam sonrası dönemde az çok inceleyenler bu durumun yeni olmadığını, ta İslam’ın ilk asrında zer-zor- nifak üçlüsünün müslümanların başına ne belalar getirdiğini görürler. Aradan yüzyıllar geçmesine rağmen sahnelenen oyun birbirine o kadar benzemektedir ki mahiyet ve içerik olarak pek değiştiği söylenemez, sadece oyuncuların ismen değiştiği görülmektedir.

Nedir bu oyun? İktidarı ele geçirme, iktidarını sürdürme ve iktidar nüfuz alanını genişletme planları.

Bahane nedir? Dini koruma(!), demokrasiyi koruma, sözde işlenen cinayetleri durdurma söylemleri.

Planın uygulayıcıları kimlerdir?

Zer, yani ekonomik güç sahipleri, dün ümmetten topladıkları altın ve gümüşleri iktidarlarını ayakta tutmak için haracayanlar, bugün ise ümmetin petro-dolarlarını uluslararası siyonizmin hizmetine sunanlar, üç günlük iktidar uğruna ülkelerin zenginliklerini Batı emperyalizmine peşkeş çekenler ve...

Zor, yani askeri güce sahip olanlar. Bu gücün günümüzdeki temsilcisi Batı müstekbirliği, onun savaş makinesi NATO, bölgedeki doğal üssü siyonist rejim ve aynı güçlerin güdümündeki terör örgütleri ve...

Nifak, münafıklar, iktidar makamını işgal etmek için dindarların inançlarını istismar eden partiler/liderler, sapık inanç sahipleri, siyasal hedefleri uğruna insanların katledilmesini caiz görenler, hakk ve Batı müstekbirliği karşısındaki direniş cephesi üzerine şüphe düşürmek için mezhebi taassupları tahrik edenler, kendileri gibi düşünmeyenleri(uşaklık etmeyenleri) tekfir edenler ve hepsinden daha kötüsü nifak cephesinin siyasetlerini tevil etmek için çırpınıp duran kitle iletişim araçları/medya ve gönüllü veya satılık kalemler.

Bugün Irak ve Şam diyarlarında sürdürülen savaşın, cinayetlerin planlayıcısı ve uygulayıcısı tanımlamaya çalıştığımız zer-zor ve nifak cephesi ittifakıdır. Her ne kadar dağınık ve düzensiz görülse de bölgemizde İslam’a ve müslümanlara karşı sürdürülen cinayetlerin baş sorumlusu bu üçlü ittifak, perde arkasında müstekbir güç ABD’nin koordinatörlüğünde oldukça sistematik bir şekilde çalışmaktadır. Irak ve Suriye’deki karşıklıklar ve iç savaştan tutun ülkemizde açılımlar adı altında sürdürülen siyasetlere ve özür diye millete yutturulan kayıkçı kavgasına kadar bütün gelişmelerin arkasında bu üçlü ittifakın planları yatmaktadır.

Başbakan’ın çarketmeleri

Başbakan Erdoğan’ın çarketmeleri artık bıkkınlık derecesine varmış bulunuyor. Ama her nedense nifak cephesinin önemli kolu medya bu dönüşleri ustalıkla tevil etmekte, kırılan potları başarı gibi göstermektedir.

Başbakan Erdoğan’ın “one minute”u, “özür komedisi”, “ siyonizmi faşizm ve anti semitizmle aynı tutuş”una dair sözleri, Libya ve patriot füzeleri konularında takındığı tavırları ve kısa bir süre sonra bütün bu görüşlerinden çarketmesi acaba neyin alametidir? Acaba söyledikleri mi yersiz ve hatalıydı, yoksa çarketmeleri mi?

Başbakan Erdoğan’ı tanıyanlar, özellikle de gençlik yıllarını, gömlek değiştirme dönemi öncesini bilenlerin onaylayacağı üzere Tayyib Erdoğan’ın bütün bu söylemleri o dönemlerini çağrıştıran şuuraltındaki görüşleridir. Yani bazen iktidarda olduğunu, iktidarda kalmasında zer ve zor çevrelerinin destek ve rolünü unutmaktadır ve unuttuğu için de pot üstüne pot kırmakta ve bugün söylediğini bir hafta sonra inkar etme zorunda kalmaktadır.

Yaptıklarını telafi etmek ve dünyaya egemen zer ve zor güçlerini memnun etmek için geri adım attığı yetmiyormuşcasına öncekinden daha fazla tavizler vermek zorunda kalmaktadır. Özür komedisi bu cümleden olup sırf siyonizmle ilgili sözlerinden dolayı kendisini affedirtmek için siyonist rejim başbakanın yarım yamalak özrünü – eğer özür olarak kabul edilirse- kabul ettiğini iftiharla dile getirmiş ve nifak cephesinin medya kolu ise bunuı ballandıra ballandıra anlatmaya devam etmektedir.

Başbakan daha da ileri giderek ABD başkanı Barack Obama’nın sesini özlediğini söyleyecek duruma gelmiştir. Yani istikbarın temsilcisinin, günümüz firavununun sesini duymaya ne kadar hevesli olduğunu ifade edecek bir konuma gelmiştir. İnanmak zor olsa da belki de gerçekten özlemiş olabilir. Allah başbakanımızı sevdiklerine kavuştursun ve dünya ve ahirette birlikteliklerini sağlasın demekten başka söz bulamıyorum.

Rabbim lutfu keremiyle bizi de sevdiklerimize, özlediklerimize kavuştursun. Ailece Irak diyarındaki masumları, şehidleri ve evliyaullahı ziyaret etmek niyetiyle biraz sonra yola koyulacağız inşallah.

Allahummec’al mehyaye mehya Muhammed ve ali Muhammed ve Memati Memate Muhammmedin ve ali Muhammed,

İlahi yaşantımızı Muhammed ve soyunun hayatı gibi kıl ve ölümümüzü Muhammed ve soyunun ölümü gibi kıl.

Vesselamu aleykum ve rahmetullah

Y. ZİYA T.YILMAZ 

FHA'nın haberine göre İmam Hamenei’nin, Hicri Şemsi yıla girerken Nevruz nedeniyle yaptığı açıklamalar dünya medyasında geniş yer buldu.

Başta İran gelmek üzere dünyanın birçok ülkesinde yılbaşı kutlamaları olan Nevruza girdiğimiz günlerde İmam Hamenei, İran’ın dış politikasının nirengi noktalarını açıkladı. Dünya medyasında geniş yer alan bu açıklamada özellikle nükleer kalkınma ve Ortadoğu politikaları değerlendirildi.

İMAM HAMANE'NİN AMERİKA İLE MÜZAKERE VE İŞGALCİ SİYONİST REJİMİN TEHDİTLERİ HAKKINDA HİCRİ-ŞEMSİ YENİ YILIN İLK GÜNÜ YAPTIKLARI AÇIKLAMADAN ÖNEMLİ SATIRLAR :

· Geçmişte edindiğimiz deneyimler şunu gösteriyor ki, Amerikalı makamların mantığına göre müzakere, birlikte oturup mantıklı bir çözüm yoluna ulaşmak demek değildir.

· Onların müzakereden maksadı, “birlikte oturup konuşalım, ama bizim görüşümüzü kabul edin!” mantığıdır. Bu bir dayatmadır ve İran böyle bir şeyi kabul etmez. Ben Amerikalı makamların bu açıklamalarını iyimser bulmuyorum, ama müzakereye de karşı değilim.

· Nükleer silah peşinde olmadığımızı defalarca dile getirdik. Ama siz bize inanmadığınızı söylüyorsunuz. O halde biz niçin size inanalım?! Mantık ve samimiyet üzerinden söylenmiş bir sözü kabullenmeye yanaşmıyorsanız, biz neden sizin söylediklerinizi – ki aksi her defasında ispatlanmıştır- kabul edelim? Biz Amerikalıların müzakere önerisini kamuoyunu aldatmaya yönelik bir taktik olarak görüyoruz. Eğer aksini iddia ediyorlarsa, bunu ispatlamaları gerekir.

· Bize göre Amerika nükleer müzakereleri sona erdirmekten yana değil. Amerikalılar nükleer müzakerelerin sona ermesini, bu konudaki tartışmaların çözüme kavuşmasını istemiyor. İran’ın nükleer konuda istediği tek şey, kendi doğal hakkı olan uranyum zenginleştirme hakkının dünya tarafından tanınmasıdır.

· Eğer Amerikalılar sözlerinde doğru ve samimi iseler, çözüm yolu, İran İslam Cumhuriyeti’ne ve İran halkına besledikleri düşmanlıktan vazgeçmeleridir.

· Otuz dört yıldır, değişik Amerika hükümetleri, İran ve İranlı hakkında sahip oldukları yanlış bakış açısıyla, bize karşı husumet besleyip çeşitli planlar yaptılar. İslam İnkılâbının zafere ulaşması ve İslam Devleti’nin kuruluşunun daha birinci yılından itibaren bunlar bize karşı düşmanca tavırlar beslemeye başladılar. Güvenliğimizi tehdit edecek düşmanca plan ve eylem içerisinde oldular. Toprak bütünlüğümüze kasteden girişimlerde bulundular. Yıllardır küçük-büyük düşmanlarımızı sürekli himaye ettiler. Milli ekonomimiz aleyhinde faaliyetlerde bulundular ve İran halkına karşı bütün araçlardan yararlandılar. Ancak tüm bunlara rağmen hamdolsun hezimete uğradılar ve İran halkına yönelik bu düşmanca tavırlarını devam ettirmeleri halinde bundan sonra da hezimete uğrayacaklardır.

· Amerikalı yetkililere tavsiyem şudur: Eğer makul bir yol peşindeyseler, bu yol kendi politikalarını düzeltmekten geçer. Kendilerine çeki düzen vermeli, İran halkına düşmanlıktan vazgeçmelilerdir.

· İmam Hamenei, İran’ı nükleer tesislerine saldırmakla tehdit eden Siyonist İsrail rejimine cevabı ise şöyle olmuştur: “ Eğer onlar İran’a karşı yanlış bir harekette bulunurlarsa İslami İran, Telaviv ve Hayfa’yı yerle bir edecektir.”

 

 

Cumartesi, 30 Mart 2013 07:13

İran’dan Arap Birliği’ne rest

 İslami İran dışişleri bakanlığı sözcüsü Ramin Mihmanperest, Arap Birliği'nin İran'ın toprakları olan üç ada konusunda müdahalesinin yersiz olduğunu ve söz konusu birliğin İran'ın içişlerine karışma gibi bir hakkının olmadığını söyledi.

Söz konusu iddianın yersiz olduğu gibi Arap Birliği'nin de böyle bir iddiada bulunmasının İran açısından kabul edilemez olduğunu belirten Mihmanperest, Arap Birliği'ne, İran'ın içişlerine karışmama tavsiyesinde bulundu.

Mihmanperest, Küçük Tonb, Büyük Tonb ve Ebu Musa adalarının İran’ın ayrılmaz toprakları olduğunu belirterek, Arap Birliği liderlerinin boş iddialarla uğraşmak yerine vakitlerini Arap milletlerinin sorunlarını çözmek için harcamalarının daha iyi olacağını bildirdi.

İran dışişleri bakanlığı sözcüsü, Arap Birliği liderlerinin İran'la ilgili yersiz iddialarının Fars Körfezi ve bölge sorunlarının halline yardımının olmayacağı gibi sorunların daha da artmasına sebep olacağını bildirdi.

irib

 

İran, bir kargo uçağının Şam Havaalanı’nda Suriyeli muhaliflerce düşürüldüğü iddiasının gerçek dışı olduğunu bildirdi.

Sol haberin İran’ın yarı resmi haber ajansı İSNA'nın Şam Büyükelçiliğine dayındırak verdiği habere göre, İran’a ait bir kargo uçağının Şam Havaalanı’na iniş yaptığı sırada Suriyeli silahlı muhaliflerce vurulduğu haberinin gerçek dışı olduğunu duyurdu.

Ajansta yer alan haberde, son iki gün içinde İran’dan Suriye’ye hiçbir uçağının gitmediği aktarıldı.

Suriyeli silahlı muhalifler, Suriye hükümetine silah taşıyan bir İran uçağını Şam’da vurduklarını iddia etmişti. Muhalifler, vurduklarını öne sürdükleri uçağın görüntülerini paylaşım sitesi üzerinden paylaşmıştı.

İran'dan Katar’a büyükelçilik tepkisi

Öte yandan İran, Katar yönetiminin Doha’da bulunan Suriye büyükelçiliğini Suriyeli muhaliflere verilmesine tepki göstererek, olayı “akıl dışı, aceleci ve göstermelik bir eylem ” olarak değerlendirdi.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Katar hükümetinden “Suriye’de kan dökülmesini şiddetlendirecek eylemlerden kaçınmasını” talep ederek “Suriye’nin dirençli ve akıllı halkı, başkalarının kaderleri hakkın karar vermesine izin vermeyecektir ” diye konuştu.

Bu fotoğraf, 2010 yılında Dubai'de düşen UPS kargo uçağına ait ancak muhalifler ve bazı haber siteleri bu fotoğrafı düşürüldüğü iddia edilen İran uçağına aitmiş gibi sunuyor.

RASTHABER

 

Tarihin sonuna “sorumluluk doğurmayan özür”le başlarken

Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür dilemek için 3 yıl beklemezdi.

Tel Aviv, 2009 Mayıs'ında Akdeniz'de uluslararası sularda seyreden “Gazze filosu”ndan Mavi Marmara gemisine baskın düzenleme, gemide 9 Türkiye vatandaşını öldürme, gemiyi alıkoyma, gemideki yolcuları rehin alma, gemiye zarar verme ve özel eşyaları yağmalama gibi bir dizi suçtan sorumlulu tutulmamasına güvence veren anlaşma karşılığında Ankara'dan özür diledi.

Siyasi iktidarın sıkı kontrolü altındaki medya ile kapalı toplum haline getirilmiş Türkiye'de işitilmesine engel olunan gerçek durum şu:

Obama İsrail gezisi sırasında mesaj değeri yüksek bir teatral fotoğrafı kullanarak füze kalkanını teftiş ettiği sırada askeri konteynerde Erdoğan'ı telefonla aradı ve Netanyahu'nun Mavi Marmara baskınındaki hatalar nedeniyle özür dilemeye hazır olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Netanyahu Erdoğan'ı aradı. Yarım saatlik konuşma boyunca “baskın kazası”nda yaşanan “operasyonel hatalar” nedeniyle Erdoğan'dan özür diledi ve hayatını kaybedenlerin yakınlarına tazminat ödemeyi kabul etti. Özürün Türkiye-İsrail ilişkilerini düzelteceğine olan umudunu ve mutluluğunu dile getirmeyi ihmal etmeden.

Netanyahu telefonda “kasdi olmayan trajik sonuçlar”dan üzüntü duyduğunu söyledi. Erdoğan da buna mukabil “öyleyse yargı sonucuna katlan” demek yerine özür anlaşmasını kabul ettiğini hemen o anda ifade ediverdi.

Medyatik kampanyanın doğrudan etkisi veya serpintilerinin dışında kalabilenler, yahut iktidar zehirlenmesine bağışık olanlar Netanyahu'nun özürünün neyi içerip neyi dışta bıraktığını görebiliyor:

1. Netanyahu, Mavi Marmara baskınından dolayı değil, “baskın kazası”nda yaşanan “operasyonel hatalar”dan özür diledi. Dolayısıyla uluslararası sularda seyreden bir gemiye baskın düzenleme hakkını meşrulaştırdı. Erdoğan da bu hakkı tanımış oldu.

2. Obama'nın formülüne göre İsrail “adem-i mesuliyet (sorumlu tutulmama)” anlaşması karşılığında özür diledi. Yani Netanyahu'nun özürünün hukuki ve siyasi hiçbir yaptırımı yok. Tel Aviv, özür dilemekle hiçbir yükümlülük altına girmiş olmadı. Hayatını kaybedenlerin yakınları kuru bir özür ve üç beş kuruş parayla yetinmek zorundalar. Erdoğan bu anlaşmayı fikirlerini bile sormadığı 9 aile adına kabul etti. Hal böyleyken Mavi Marmara'da hayatını kaybeden 9 kişinin yakınlarını da bağlayacak bir açıklama yapan IHH'nın başı, “Türkiye'nin onurlu duruşundan gurur duyduklarını” söyledi. IHH twitterda “ümmetin zaferi” kampanyası düzenledi.

3. “Adem-i mesuliyet (sorumlu tutulmama)” karşılığında Türkiye'den özür dileyip katledilen 9 kişinin ailelerine tazminat ödemeyi kabul eden İsrail'e Türkiye mahkemelerinde açılmış davalar bu durumda düşecek ve bundan sonra mağdurlar Tel Aviv aleyhinde dava açamayacaklar. Erdoğan'ın kabul ettiği “adem-i mesuliyet” anlaşması Türkiye hükümetin İsrail aleyhinde açılacak davalara izin vermemesini de kapsıyor.

4. Tel Aviv, uluslararası sularda komando timiyle baskın düzenleyip ateşli silahlarla gemideki yolcuları öldürme veya rehine almayı, güç kullanarak ve zorla gemiyi İsrail limanına götürmeyi, gemi yolcularını sorgulamayı, özel eşyalarına el koyup aramayı vs. hep “Gazze filosu” ve Mavi Marmara gemisinin Gazze'ye yardım götürme girişimini “terörist faaliyet” görmesine dayandırdı. Erdoğan'ın kabul ettiği “adem-i mesuliyet” anlaşması, İsrail'in bütün bu suçlardan yargılanmasının önünü kapatmasına ilaveten, Mavi Marmara ve “Gazze filosu”nun terörist faaliyette bulunduğu yolundaki İsrail iddiasına da en hafif deyimle sessiz kalmış oldu. Mavi Marmara dosyasının yerel ve uluslararası mahkemelerde sonuçlanmayacak olması, hukuki olmasa bile siyasi bakımdan Mavi Marmara girişiminin İsrail'in “terörist faaliyet” tanımıyla referans sistemine kaydedilmesine yolaçacaktır. Erdoğan ve onun iktidarına tâbi sivil toplum, hatta Mavi Marmara'da hayatını kaybeden 9 kişinin aileleri buna da itiraz etmedi.

Muhafazakar iktidarın etrafında halelenmiş medya ve sivil toplumdaki “İsrail özür diledi” şenliğinin yukarıda çerçevesini çizdiğimiz gerçek tabloyu bilmemekten kaynaklandığını düşünemiyoruz. Nitekim Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Netanyahu-Erdoğan anlaşması üzerine twitter hesabında coşkuyla “bittin Esad” mesajını yazıverdi. Aydıntaşbaş'ın, Suriye'de hükümete karşı savaşan çokuluslu lejyonun Türkiye'deki sempatizanları olan vahhabi/selefi muhitlerin hissiyatına tercüman olduğunu kestirmek zor değil. Zaten en büyük sonucu Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi olan “özür”ün, iktidarın siyasetlerine tâbi, mûti, itaatkâr ve hizmetkâr muhafazakar kesimleri sevindirmesinin tek nedeni de Suriye krizine artık İsrail'le birlikte girişmeye imkan açılması olsa gerektir. Esad hükümetinin asıl desteği İsrail'den aldığı yolunda pek bir cılız fikirle kamuoyunu yanıltmayı deneyenler, bu komik izahın artık ayak bağı oluşturmasından da böylelikle kurtulmuş oldular.

Bazı sorularımız var:

- Netanyahu'nun Mavi Marmara baskınındaki “operasyonel hatalar”dan dolayı özür dilemesi İsrail'i muhafazakar iktidar ve onun sivil toplumu nezdinde meşrulaştıracak mı? Gemide hedef alınarak öldürülmüş 9 kişinin yakınları İsrail'le helalleşecek mi?

- Netanyahu'nun özürü Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesine yarayacakken ve bu normalleşmenin hayatını kaybeden 9 kişi için olumlu hiçbir sonucu yokken (tazminat olarak alınacak kan parası yeterli görülüyorsa bilemeyiz!) muhafazakar/islamcı muhitlerdeki sevincin sebebi nedir? İslamcılıktan bakiye kadavra İsrail'in nasıl diz çöktüğünü ve özür dilediğini anlatırken özür dilemekle neyin değiştiğini neden açıklamıyor? Türkiye ile ilişkilerini düzeltmiş bir İsrail'in Suriye'den başlayarak Lübnan ve İran'a saldırmada elinin rahatlaması mı bu kesimleri mutlu ediyor?

- Obama, Erdoğan iktidarına ve onun sivil toplumuna dönüp “alın özrünüzü ve kan paranızı, uzatmayın artık” demiyor mu? Artık uzatmamayı taahhüt etmiş Erdoğan'a itiraz yükseltmek bir yana bu durumla gurur duyan IHH'nın Mavi Marmara'nın temsilcisi olarak konuşması hayatını kaybeden 9 kişinin yakınlarınca onay görüyor mu?

- Netanyahu özür diledi diye Mavi Marmara'da yakınlarını kaybedenler özür ve tazminat karşılığında İsrail'e yerel mahkemede dava açmaktan neden vazgeçiyorlar? Netanyahu'nun özür ve tazminatının otomatik karşılığı neden dava açmaktan vazgeçmek oluyor? Erdoğan'ın anlaşmasının böyle olmasından dolayı mı? Öyleyse zafer bunun neresinde?

Erdoğan iktidarına ölümüne itaatkâr muhafazakar örgütlülük sadece eldeki iktidarı ve onun nimetlerini korumaya odaklandığından “İsrail özür diledi” hükmüyle yetinmemizi istiyor. Bu hükmün içeriğine bakmak, onu sorgulamak, ötesine geçmeye çalışmak makbul bulunmuyor.

Buna rağmen tekrarlayalım:

Netanyahu ile Erdoğan arasındaki “özür ve tazminat ama adem-i mesuliyet” anlaşması, İsrail'i Mavi Marmara'ya baskın, 9 kişiyi katletme, gemiye el koyma, içindekileri rehin alma, gemiye zarar verme, özel eşyaları yağmalama gibi bir dizi suçtan sorumlu tutmayan formüldür. Tel Aviv bu suçlardan mahkemeye verilmeyecek, varolan davalar da düşecektir.

Amiyane söylersek: Tel Aviv, “can ve kanın parası neyse verelim, siz de dava etmeyin” demektedir. “Adem-i mesuliyet” anlaşmasının manası budur. Ayrıca Erdoğan'ın kabul ettiği bu anlaşma, Mavi Marmara baskınının terör saldırısı sayılmasına da manidir. Çünkü anlaşmadaki tanımıyla Mavi Marmara baskınındaki can kayıpları “operasyonel hata” sayılarak saldırı meşrulaştırılmıştır. IHH'nın “gururluyuz” veya “ümmetin zaferi” adını verdiği şey, İsrail'in Mavi Marmara'ya yaptığı terör saldırısının Türkiye tarafından meşrulaştırılmasıdır.

Tel Aviv'in, Erdoğan'a sorumsuzluk anlaşması imzalatıp kendini güvenceye almayı başarmasına “ümmetin zaferi” adı verilmesi hayli şaşırtıcıdır. Eğer Erdoğan ve Mavi Marmara'da hayatını kaybedenlerin yakınları İsrail'e “sorumlu tutulmama” güvencesini ilk gün verseydi Netanyahu özür dilemek için 3 yıl beklemezdi. Tel Aviv bu süre boyunca Erdoğan'ın “sorumlu tutulma” talebi bulunduğunu sanıyordu. Mağdurlar yerel mahkemede dava açınca da bu varsayım pekişti. Bugün öyle olmadığı anlaşılınca (veya Erdoğan ve mağdur aileler talepten vazgeçince) Netanyahu özür dileyiverdi.

Yani Erdoğan ve onun sivil toplumu (IHH vs.) İsrail'i Mavi Marmara'yı hedef alan terör saldırısından sorumlu tutmayacaklarına söz verdiler, Tel Aviv de bir özür dilemenin ağzına yapışmayacağını kabul etti.

IHH'nın başının, ağır bir hezimet olan özür olayını “onurlu duruş”, “gururluyuz” gibi mültefit laflarla takdir etmesine bakılırsa Erdoğan-Netanyahu anlaşması kapsamında İsrail'in IHH'ya yönelik terör örgütü suçlamasından vazgeçmiş olduğu da anlaşılıyor.

Kesin olan şudur ki “Netanyahu özrü” Erdoğan hükümetinin ağır diplomatik hezimetidir.

IHH başta olmak üzere vahhabi/selefi muhitler ve iktidarın etrafında halelenmiş muhafazakar grup, kesim ve cemaatler Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesini kutluyor. Türkiye işte böyle bir ülke artık.

Erdoğana tâbi, mûti, itaatkâr, hizmetkâr medyatik kampanya “zafer” narası atarken sahtekarlık yaptığını biliyor. Ama işte Türkiye böyle bir yer artık.

Siyonist Şas partisinin manevi lideri Avodya Yusuf, “Mesih'in Obama döneminde zuhur etme ihtimali uzak değil” demiş. İmam Mehdi'nin zuhur alametleri bahsinde Ehl-i Beyt imamlarının beşincisi (şehadeti 733) İmam Muhammed Bâkır'dan nakledilen sahih ve kuvvetli rivayetteki bugünün net fotoğrafı, bilinen tarihin sonuna hızla yaklaştığımızı gösteriyor olabilir. Suriye ve Irak'ı parçalamayı ima eden “misak-ı milli” çağrısının sahibi Öcalan ile Erdoğan'ın mutabakatı ve ittifakının hemen ardından Erdoğan-Netanyahu anlaşmasının gelmesine Washington'dan yapılan coşkulu değerlendirmeler dikkat çekicidir.

Yeni sömürgecilik yurdundaki sevinç ve mutluluğun zirvede olduğu bir sırada İran lideri Seyyid Ali Hamenei'nin “İsrail bir hataya kalkışırsa Tel Aviv'i yerle bir ederiz” çıkışı, tarihin sonuna son noktayı koymayı uman İSrail ve müttefiklerinin keyfini kaçırmış olmalıdır.

yeninato.com

 

Kenan ÇAMURCU  * 24/03/2013  

 

Pazartesi, 25 Mart 2013 08:38

Fatiha Suresinin Tefsiri

Fatiha süresinin yedi[1] ayeti vardır. Cabir Bin Abdullah Ensari’den nakledilen bir rivayette Peygamber şöyle buyuruyor: “Hamd suresi Kur’an surelerinin en iyisidir. ” Eğer bu sure namazda okunmazsa namaz batıldır: “Fatihasız namaz olmaz” Hamd suresi her Müslümana en az günde on defa, farz namazlarda okunması farz olan yegane suredir. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Hamd suresi Kur’an’ın esasıdır” Bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Eğer bu sureyi yetmiş defa bir ölüye okurlar da ölü dirilirse şaşırmayınız. ”

Hamd suresinin Fatihat’ul Kitap olarak adlandırılmasından da anlaşıldığı üzere bizzat peygamber zamanında bütün Kur’an bir araya toplatılmış ve bir kitap haline getirilmiştir. Bizzat peygamberin emriyle bu sure Kur’an’ın ilk başına yerleştirilmiştir. Nitekim Sekaleyn hadisinde de Peygamber şöyle buyuruyor: “Sizlere iki değerli emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve İtretim. ” Bu hadisten de anlaşıldığı üzere bizzat Peygamber zamanında ilahi ayetler “kitabullah” şeklinde bir araya toplatılmış ve Müslümanlar arasında da bu isimle tanınmıştır. Fatiha suresinin ayetleri Allah, Allah’ın sıfatları, kıyamet, hak yolda yürüme ve hakkı tanıma talebi ile Allah’ın hakimiyet, rububiyet ve rahmaniyetine işaret etmektedir. Ayrıca bu surede Allah’ın dostlarının yolunda yürümeye duyulan ilginin açığa vurulması, sapıklardan ve gazaba uğrayanlardan uzaklığın ilanı vardır.

Hamd suresi bizzat Kur’an gibi şifa kaynağıdır, hem cismani hartalıklara hem de ruhi hastalıklara şifadır. Merhum Allame Emini Hamd Suresinin Tefsiri’nde bu konuda sayısız rivayet nakletmiştir.

Hamd Suresinin Öğrettikleri

1- İnsan “bismillah” ile hamd suresini tilavet edince Allah’tan gayrisinden ümidini kesmektedir.

2- “Rabb’ul-Alemin” ve “Malik-i Yevmiddin” ayetini okuyunca terbiye edilen ve malik olunan bir varlık olduğunu hissediyor, gurur ve bencilliği kenara itiyor.

3- “Alemin” kelimesiyle, kendisiyle bütün bir varlık alemi arasında ilişki kuruyor.

4- “er-Rahman’ir-Rahim” kelimesiyle kendini Allah’ın lütfü gölgesinde görüyor.

5- “Malik-i Yevmiddin” kelimesiyle gelecekle ilgili gafletten uyanıyor.

6- “İyyake na’budu” cümlesiyle rüya ve şöhret düşkünlüğü yok oluyor.

7- “İyyake nastain” kelimesiyle süper güçlerden asla korkmuyor.

8- “Enamte” kelimesiyle nimetlerin bölüştürülmesinin Allah’ın elinde olduğunu ve hiç kimseye kıskançlık duymaması gerektiğini anlıyor. Zira hasetçi insan Allah’ın rızkı bölüştürmesinden ve hakemliğinden razı değildir.

9- “İhdina”cümlesiyle hak ve doğru yolda yürüme talep ediliyor.

10- “Sıratellezine”cümlesiyle hak taraftarlarıyla dayanışmasını ve dostluğunu gösteriyor.

11- “Gayri’l ma’zubi aleyhim vela’z-zallin” cümlesiyle de batıl ile batıl ehlinden beratını ve uzaklığını ilan etmektedir.

Fatiha Suresi

بسم الله الرحمن الرحيم (1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ (3) مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ (7)

بسم الله الرحمن الرحيم (1)

1- Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Tefsir

Farklı millet ve kavimler arasında adet olduğu üzere insanlar önemli ve değerli işlere saygı ve ilgi duydukları kimselerin adıyla başlarlar. Böylece o iş daha ilk başta o şahısla ilişkilendirilir. Elbette onlar doğru veya yanlış inançları üzere amel ederler. Bazıları putların ve tağutların adıyla, bazıları da Allah’ın adıyla ve Allah dostlarının eliyle işlerini başlatırlar.

Örneğin Hendek savaşında yere ilk kazmayı Peygamber vurmuştur.

“Bismillahirrahmanirrahim” , Allah’ın kitabının başlangıcıdır. “Bismillah” sadece Kur’an’ın başlangıcında değil, aksine bütün semavi kitapların başlangıcında yer almıştır. Bütün nebilerin işlerinin başlangıcı hep “bismillah”olmuştur. Hz. Nuh’un gemisi dev dalgalar arasında yüzerken Nuh dostlarına şöyle dedi: “Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır... ” [2]

Hz. Süleyman da Sebe Melikesi’ni iman ve Allah’a davet edince, ona gönderdiği davetnamesine “Bismillahirramanirrahim” [3] cümlesiyle başladı

Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Bismillah bereket sebebidir. Onu terk etmek ise başarısızlık nedenidir. ”

Hakeza Hz. Ali “bismillah” cümlesini yazan birine şöyle buyurdu: “Bunu çok güzel yaz”

Her işin başlangıcında “Bismillah” demekle emrolunmuşuz. Yemek yerken, evlenirken, bineğe binerken, yolculuğa çıkarken ve bir çok işlerde... Hatta eğer bir hayvan Allah’ın adı anılmadan, zikredilmeden kesilirse eti haramdır. Bunun manası da hedef sahibi ve muvahhid insanların yemeğinin de ilahi bir boyut taşıdığıdır.

Neden her işin başında “bismillah” demekle emrolunmuşuz? Bir fabrikanın tüm ürünlerinin belli bir arması ve amblemi vardır. Perakende veya toptan bir şekilde bütün ürünlerin üzerinde amblem veya işaret vardır. Örneğin porselen fabrikasının küçük veya büyük tüm ürünlerinde o fabrikanın amblemi vardır. Hakeza her ülkenin göklerinde, denizde taşımacılık yapan gemilerde ve resmi makamlarda o ülkeyi temsil eden bir bayrak vardır. Bu amblem ve işaretlerin sebebi hedefin unutulmaması ve yolun kaybedilmemesidir. Allah’ın adı ve zikri de her Müslüman’ın sembolüdür. Bu yüzden hadiste de şöyle yer almıştır: “Bir beyt şiir bile olsa hiçbir işinde “bismillah” kelimesini unutma. ” Hakeza çocuğa ilk defa “bismillah” kelimesini öğreten kimse için de büyük mükafat vadedilmiştir. [4]

“Bismillahirrahmanirrahim” Kur’an’ın bir cüzü ve bağımsız bir ayet midir?

Diğer mezhep imamlarından en az yüz yıllık bir önceliği olan, hepsi de Allah yolunda şahadete erişen ve Kur’an’da da ismet ve temizliği açıkça beyan edilen Peygamberin Ehl-i Beyt’inin inancına göre “Bismillahirrahmanirrahim” bağımsız bir ayettir ve Kur’an’ın bir cüzüdür.

Fahr-u Razi Tefsir’inde “besmele”nin surenin bir cüzü olduğu hakkında on altı delil saymıştır. Ahmet bin Hanbel’in Müsned’inde, besmelenin surenin bir cüzü olduğu yer almıştır. [5] Besmeleyi surenin bir cüzü saymayanlara veya onu namazda terk edenlere itiraz edilmiştir. Müstedrek-i Hakim’de şöyle yer almıştır. “Bir gün Muaviye namazda besmeleyi söylemedi, insanlar itiraz ederek şöyle dediler: “Ayeti çaldın mı yoksa unuttun mu?” [6]

Ehl-i Beyt imamları da namazda besmelenin yüksek sesle söylenmesini emretmişlerdir. İmam Bakır (a.s) namazda besmeleyi okumayan veya surenin bir cüzü saymayanlara şöyle buyurmuştur: “Bunlar Kur’an’ın en iyi ayetini çalmışlardır. ” Sünen-i Beyhaki’de bir hadisin zımnında da şöyle yer almıştır: “Neden bazıları besmeleyi surenin bir parçası saymamışlardır. ” [7]

Şehid Mutahhari Hamd suresinin tefsirinde; İbn-i Abbas, Asım, Kesai, İbn-i Ömer, İbn-i Zubeyr, Ata, Tavus, Fahr-u Razi ve Siyuti’nin besmeleyi surenin bir cüzü kabul eden kimselerden olduğunu söylemiştir.

Kurtubi Tefsir’inde İmam Sadık’dan şöyle nakletmektedir: “Bismillah surelerin tacıdır. Yalnızca Beraat (Tevbe) suresi “bismillah” ile başlamamaktadır ve bunun hakkında ise Hz. Ali şöyle demiştir: “Zira besmele rahmet ve eman vermek manasınadır. Dolayısıyla kafir ve müşriklere düşmanlık ilanı, rahmet ile uyum içinde değildir. ” (Bu yüzden rahmet olan besmele, düşmanlık ilanı olan Tevbe suresinde bir araya gelmemiştir. müt. ) [8]

Mesajlar ve Nükteler

1- “Besmele” ilahi renk ve boyanın göstergesi ve bizim tevhidi tutumumuzun beyanıdır.

2- “Besmele” tevhidin sembolü, başka isimler ise küfrün sembolü, Allah’ın adıyla birlikte diğer isimler ise şirkin sembolüdür. [9]

Ne Allah’ın adı yanında başka bir ad anın, ne de Allah’ın adı yerine başka bir adı zikredin. “Yüce Rabb’inin adını tenzih (takdis)et. ” ayetinin manası da yaratıcının isminin münezzeh kılınmasıdır.

3- “Besmele” beka ve devamlılığın sembolüdür. Allah’ın rengini taşımayan her şey fanidir. [10]

4- “Besmele” surelerdeki gerçeklerin hak ve rahmet kaynağından indiğinin işaretidir.

5- “Besmele” Allah’a tevekkül ve aşkın işaretidir.

6- “Besmele” tekebbürden çıkışın ve Allah’ın dergahına acziyet izharının işaretidir.

7- “Besmele” kulluğun ve ubudiyetin ilk adımıdır.

8- “Besmele” şeytanı kovmanın işaretidir. Allah’la birlikte olan kimseye şeytan hiçbir etki yapamaz.

9- “Besmele” işlerin kutsiyet sebebi ve garantileme nedenidir.

10- “Besmele” insanın Allah’ı unutmadığının en açık işaretidir.

11- “Besmele”insanın yegane hedefinin halk, tağutlar cilveler ve hevesler değil; sadece Allah olduğunun işaretidir.

12- “Besmele” insanın sadece Allah’tan yardım dilediğinin ve sadece Allah’ın adıyla hareket ettiğinin işaretidir. Belki de “Bütün Kur’an hamd suresinde, bütün hamd süresi besmelede, bütün besmele “ba” harfinde özetlenmiştir. ” sözünün manası da bütün varlığın yaratılışının, hidayetinin ve dönüşünün Allah’ın yardımıyla gerçekleşmesidir. (Allah daha iyi bilir)

13- “Besmele” insanın işlere başlamada destek, ümit ve rahmete muhtaç olduğunun, aynı zamanda bütün kudretlerin, ümitlerin ve rahmetlerin kaynağının Allah olduğunun işaretidir. Nitekim Allah kelimesinden hemen sonra Rahman ve Rahim kelimeleri kullanılmıştır. Peygamber de kendi risaletine Allah’ın adıyla başlamıştır: “Rabbinin ismiyle oku. ”

İnsanlar da Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla da güven bulmalı, ümitlenmeli ve Allah’ı en kapsamlı adı olan “Allah [11] ismiyle ve rahman ve rahim [12] sıfatıyla zikretmelidir. Her işinde “Bismillahirrahmanirrahim” demelidir. İşlere rahmet lafızlarıyla başlamak, işin temelde lütuf ve ihsana dayandığının işaretidir. Hakeza rahmet kaynağından rahmet dilemenin, yerinde ve gerekli bir iş olduğunun göstergesidir.

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2)

2- “Hamd alemlerin rabbi Allah’a mahsustur. ”

Tefsir

Allah tüm yaratılış aleminin rabbidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin rabbi Allah’tır. “O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin rabbidir. ” [13] ve “O her şeyin rabbidir” [14] Hz. Ali de şöyle buyuruyor: “Allah canlıların ve cansızların rabbidir. ” Elbette bazen “alemin”den maksad insanlardır. Ama genelde “alem”den maksad yaratıklar, “alemin”den maksad da tüm yaratıklardır. Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah bütün varlık aleminin rabbidir. Dolayısıyla cahiliye döneminde ve bazı milletler arasında var olan “her şeyin bir tanrısı ve her türün bir rabbi olduğu inancı” batıldır.

Hamd suresinin yanı sıra En’am, Kehf, Sebe ve Fatır surelerinde de “Elhamdülillah” ayeti yer almıştır. Ama Hamd süresinde “rabb’ul-alemin” kelimesinden önce yer almıştır. Allah’ın terbiye ve rablığı onun hidayet yoludur. Allah her şeyi yarattıktan sonra onların terbiye ve rüşt yolunu da belirlemiştir. “Bizim rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da hidayet edendir. ” [15]

Allah bal arısına hangi bitkilerden emmesi gerektiğini, karıncalara kışlık yiyeceklerini nasıl depolamasını öğretmiştir. İnsan bedenini de kanı azaldığında kendiliğinden kan üretecek şekilde yaratmıştır. İşte böyle bir Rab hamd ve övgüye layık bir Rabdır. Hamd övgü ve şükrün karışımıdır. İnsanın özelliklerinden biri de cemal, kemal ve güzellik karşısında övmesi, nimet ve ihsanlar karşısında da şükretmesidir. Allah kemal ve cemali sebebiyle övgüye; ihsan ve nimetler sebebiyle de şükre layıktır. Allah’a şükretmenin kullara teşekkür etmeyle çelişen bir yönü yoktur. Elbette bu da Allah’ın emriyle ve onun gösterdiği çizgide olmalıdır.

“Elhamdülillah” muvahhid insanın içinden gelen ve Allah’a en iyi şükür biçimi olan bir coşkudur. Herkes, her yerde, her dille, her kemal ve güzelliği her ne şekilde överse övsün, gerçekte o ilahi kaynağa hamd etmektedir.

Mesajlar ve Nükteler

1- “Rabb’ul-Alemin” (alemlerin rabbi); yani Allah ile yaratıklarının ilişkisi daimi ve yakın bir ilişkidir.

2- “Rabb’ul-Alemin”; yani bütün bir varlık alemi yegane Allah’ın terbiyesi altındadır.

3- “Rabb’ul-Alemin”; yani bütün varlıklarda bizzat terbiye ve gelişim imkanı vardır.

4- “Elhamdülillahi rabb’il-alemin”den anlaşıldığı üzere alemlerin rabbi sadece Allah’tır; türler rabbi, başka rabler, ruhbanlar ve hahamlar değil.

5- “Rab” kelimesinden anlaşıldığı üzere Allah hem maliktir, hem de her şeyi yöneten. Zira Rab kelimesinin manası sahip olmak ve yönetmektir: “Bilin ki yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Âlemlerin rabbi olan Allah yücedir. ” [16]

6- O alemlerin rabbidir. Bütün insanları peygamberlerin kılavuzluğuyla terbiye etmektedir. (teşrii terbiye) Hakeza cansızları bitkileri ve hayvanları da terbiye etmekte, örneğin bir taneye meyve verme aşamasına kadar kat edeceği yolu göstermektedir. (tekvini terbiye)

8- “Rabb’ul-Alemin” her türlü istek ve duanın başlangıcıdır. Hadiste şöyle yer almıştır: “Duadan önce hamd edilmezse o dua nakıstır. ” [17]

9- Müminler Kur’an’ın başlangıcında, her duanın evvelinde Allah’ın dergahına hitaben “Elhamdulillahi rabb’il-alemin” derler. Cennet ehli ise her işin sonunda şöyle der: “... Onların dualarının sonu şudur: Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. ”

10- “Elhamdulillahi rabb’il-alemin” ayetinin Allah’a yapılan en iyi şükür olduğu rivayet edilmiştir.

الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ (3)

3- (Allah) Rahman ve Rahim’dir.

Tefsir

Allah kendine rahmeti farz kılmıştır: “... Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı... ” [18] Allah’ın rahmeti her şeyi kapsamıştır. “Rahmetim ise her şeyi kuşatır” [19] Peygamber ve gönderdiği kitap da onun rahmetidir: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ” [20] Allah’ın terbiyesi de rahmet üzeredir. Cezalandırması da lütfü gereğidir. Kullarının tövbesini kabul etmesi, günahlarını örtmesi ve yanlışlıklarını gidermek için fırsat vermesi de onun rahmetinin tecellisidir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Allah’ın terbiyesi de rahmet ve lütfü üzeredir. “rab” kelimesinin yanında “rahman” kelimesi yer almıştır.

2- Talim ve eğitim rahmet ve lütuf esası üzere olduğu gibi“Rahman Kur’an’ı öğretti” [21] , hakeza terbiye ve tezkiye de rahmet ve lütuf üzere olmalıdır: “Alemlerin rabbidir, Rahman ve Rahim’dir. ”

مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4)

4- (Allah) din (ceza) gününün sahibidir.

Tefsir

“Din” kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

1- Semavi kanunların tümüne din denmektedir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Allah nezdinde hak din İslam’dır... ”

2- Amel ve itaat anlamındadır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Dikkat edin, halis din Allah'ındır. ” [22]

3- Hesap ve ceza anlamındadır. Nitekim bu ayette de hesap ve ceza anlamında kullanılmıştır: “(Allah) din (ceza) gününün sahibidir. ”

“Din günü” Kur’an’da ceza ve mükafatın verildiği Kıyamet günü manasınadır. “İşlerin karşılık göreceği günün zamanını sorarlar” [23] Hakeza o günü tanıtım amacıyla şöyle buyuruyor: “Evet, din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır. ” [24]

Allah her şeyin her zaman gerçek maliki olduğu halde, kıyamet günü malikiyetinin apayrı bir cilvesi, zuhuru vardır. Kıyamet günü bütün vasıtalar ve sebepler yok olacaktır: “ve aralarındaki bağlar kopacaktır. ” [25] Nisbetler ve akrabalıklar da ortadan kalkacaktır. “O gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez” [26] Mal, servet ve çocukların da bir faydası olmayacaktır: “Kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün” [27] Yakınlar ve dostların da bir faydası dokunmaz. “Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bir fayda veremezler. ” [28] Velhasıl ne dilin özür dileme izni vardır, ne de aklın tedbir fırsatı... Tek yol ve çare o gün yegane hakim olan Allah’ın merhamet ve lütfüdür.

Mesajlar ve Nükteler

1- Gerçi bu ayet bir nevi uyarıdır, ama “Rahman ve Rahim’dir. ” ayetinin yanında yer almakla, müjde ve uyarının yan yana olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: “Kullarıma benim bağışlayan, merhamet eden olduğumu, azabımın can yakıcı bir azâb olduğunu haber ver. ” [29] Hakeza bir başka ayette kendini şöyle tanıtmaktadır: “Tövbeyi kabul edendir, cezası şiddetlidir” [30]

2- Gerçek malikin sulta ve ihatası da vardır: “De ki: “Mülkün sahibi olan Allah'ım!” [31] Allah’ın malikiyeti, ihata ve saltanatını da kapsamaktadır. Ama itibari malikiyetler malikin sultasından çıkmaktadır ve gerçek sultası altında değildir.

3- Kur’an’ın ilk suresinde Allah’ın malikiyeti ortaya konmaktadır: “Din gününün malikidir. ” Kur’an’ın son suresinde de Allah’ın melikiyet, ve sultanlığı beyan edilmektedir: “İnsanların melikidir. ”

5- Allah-u Teala’ya farklı açılardan ibadet edilebilir. Biz sıfatları ve zatının kemalleri (ki Allah’tır), ihsan ve terbiyesi (ki alemlerin Rabbidir. ) ve kudret ve heybeti (ki din gününün sahibidir. ) sebebiyle O’na hamdetmeli ve şükretmeliyiz.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5)

5- “Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz. ”

Tefsir

Nefsani heva ve heveslerden ibaret olan batıni şirk ortamı ile tağutlar, ruhbanlar ve hahamlardan ibaret olan zahiri şirk ortamına rağmen Allah’a yönelmeli, O’na ibadet etmeli ve sadece O’ndan yardım dilemeliyiz.

Rahman, Rahim, Rab ve malikiyet sıfatlarına teveccüh, Allah'ı insanın zihninde ve kalbinde sevgili kılmakta ve yegane mabut kılmaktadır. Şirk ortamından kaçmak için vahdet ve kudret merkezine sığınmak gerekir. Adeta namaz kılan insan tüm muvahhidler adına şöyle demektedir: "“Allahım ben tek başıma sana layık ibadet etmekten acizim. Ama biz hepimiz senin kulunuz. Ben tek başıma bir değere sahip değilim. Hep birlikte senden yardım diliyoruz. ” O halde namazın temeli cemaatledir. Ama özrü olursa o zaman ferdi olarak da namaz kılmak caizdir.

Hamd suresinin önceki ayetlerinde teorik ve istidlale dayalı tevhit ile tanıştık. Bu ayette de pratik ve ibadi tevhit ile tanışmaktayız. Böylece ibadet, kulluk ve yardım konusunda da Allah’tan gayrisine yönelmemeliyiz. Doğu ve Batı’nın, altın ve gücün, zalim ve tağutların değil, sadece Allah’ın kulu olmalıyız.

İnsanlar akıl hükmünce de sadece Allah’ın kulu olmayı kabullenmelidir. Zira biz insanlar kemal aşığıyız, rüşt ve terbiyeye muhtacız. Allah da bütün kemallerin sahibi ve tüm yaratıkların rabbidir. Rahmet ve sevgiye muhtaçsak, O rahman ve rahimdir. Eğer geleceğimizden endişe ediyorsak, O geleceğin gerçek sahibi ve hükümdarıdır. O halde neden başkalarına gidelim? O halde akıl gereğince de sadece O’na ibadet etmeli ve O’ndan yardım dilemeliyiz.

Mesajlar ve Nükteler

1- Evvela Allah’ın hakkını eda etmek gerekir. Sonra da O’ndan hacet dilemek icab eder. “Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz. ”

2- Biz sadece sana kuluz. Hiçbir aracıya, vadelere ve tehditlere teveccüh etmeyiz. O da korku veya tamahtan değil, ibadete layık olduğun için... Ey Allah, Rahman, Rahim ve varlıkların Rabbi/Malik’i, sadece sana kulluk ederiz.

3- Biz sadece senden, o da senin izin verdiğin vesilelerle yardım dileriz. Senden yardım dilemek ve yakınlık için hayali şeylere sığınanlara karşıyız

4- Varlığa hükmeden maddi kanun ve formüller de saygındır. Ama asla madde mahkumu, teslimi ve esiri değiliz. Biz senin iradeni tüm kanunlara hakim sayıyoruz ve tabiat kanunlarının sana mahkum olduğuna inanıyoruz. [32]

5- Gerçi ibadetler bizim içindir, ama ibadet yaparken de senden yardım diliyoruz. “Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık”

6- Mutlak Mevla’nın karşısında mutlak kulluk içinde olmalıyız, “Ben sadece bir kulum, sen ise mevlasın” huşusu içinde olmalıyız.

7- Ey Allah’ım senden başka hiç kimsem yoktur. “sadece sen” varsın, ama sen benden başka çok şeye sahipsin ve var olan her şey senin kölen ve kulundur. “Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir. ” [33]

8- Eğer insan sadece sana tapmazsa nefsinin kölesi olmuş demektir. “Kötü duygularını kendine tanrı edineni gördün mü?” [34]

9- Bir kimse gönülden: “Sadece sana ibadet ederiz” derse onun kibirlenmesi ve itaatsizliği söz konusu olamaz.

10- Allah Teala sonsuz nimetleri bize bağışladığı için, biz de en güzel kulluğu ve itaati O’na göstermeliyiz. “Sadece sana kulluk ederiz. ”

11- Kendini iyilerin arasına koy ki ihlas sahipleriyle birlikte : “Sadece sana kulluk ederiz” diyebilesin.

12- “İbadet ederiz” cümlesi namazın cemaatle kılınmasına işaret etmektedir ve hem de Müslümanların hepsinin kardeş ve yoldaş olduklarını beyan etmektedir.

13- “Sadece sana ibadet eder sadece senden yardım dileriz” “Yani ne zorlama ve ne de tefviz” “İbadet ederiz” diyoruz, o halde seçme gücüne sahibiz. “Senden yardım dileriz. ” diyoruz, o halde O’na ihtiyacımız var.

14- Asıl gerçek Allah olduğu için bizim ibadet ve yardım dilememiz bir ayrıntıdır. Nitekim “sadece sana” kelimesi “İbadet ederiz” ve “senden yardım dileriz” kelimesinden önce zikredilmiştir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Gördüğüm her şeyde önce Allah’ı gördüm. ”

15- Allah’ın istemesi kulun istemesinden önce gelir. Bu yüzden ibadet O’nun, yardım istemek ise kulun isteği olduğundan ibadet daha önce zikredilmiştir.

16- İbadet yardım dileme aracı olduğu için. “sadece sana ibadet ederiz” cümlesi “sadece senden yardım dileriz” cümlesinden önce gelmiştir.

17- Huzurda olan kul daha erken nasiplenir. Bu yüzden “sadece sana” kelimesiyle kendimizi Allah’ın huzurunda düşünür ve bundan sonra da Allah’tan hidayet isteriz. Hazır olanın duası daha etkilidir.

18- Edebin gereği adım adım yakınlaşmaktır. Evvela, “Allah; Rab, Malik, Rahman ve Rahim’dir” diye beyan ediyoruz, sonra ise “sadece sana” diyoruz...

19- Manevi uçuşun aşamaları, övgü, irtibat ve duadan ibarettir. Bu yüzden Hamd suresinin ilk ayeti övgü ve senadır: “Sadece sana ibadet ederiz. ” cümlesi irtibatı; peşindeki ayetler ise duayı ifade etmektedir.

20- Sevgiliyle konuşmak tatlı olduğu için “sadece senden”kelimesi tekrar edilmiştir.

21- Hamd suresinin başlangıcında Allah’ın sıfatlarıyla tanışıyoruz, ama yavaş yavaş kendisine ulaşıyoruz. “sadece senden”

22- Söz güzelliklerine teveccüh etmek de bir değer ifade etmektedir. “Sadece sana ibadet ederiz” cümlesinden sonra “sadece senden yardım dileriz. ” ayeti yer almıştır ki Hamd suresinin sonuna kadar bir uyum olsun. Aksi taktirde ayetlerin sonu uyumlu olmazdı.

اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ (6)

6- “Bizleri doğru yola hidayet et. ”

Tefsir

1- Sırat [35] kelimesi Kur'an’da kırk defadan fazla kullanılmıştır. Doğru yol ve düşünce çizgisinin seçimi insanların şahsiyet göstergesidir.

2- Kur'an’da iki tür hidayet beyan edilmiştir.

a- Tekvini hidayet... Balarısına hangi çiçekleri emmesini ve altı köşeli bir şekilde bal yapması gerektiğini öğretmesi tekvini hidayettir. Hakeza kuşların yaz ve kış göç etmesi gerektiğini öğretmek de tekvini hidayettir. Nitekim Kur'an şöyle buyuruyor: "Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir” dedi. " [36] Bu ayet de tekvini hidayete işaret etmektedir.

b-Teşrii hidayet…Teşrii hidayet de ilahi peygamberlerin kılavuzluğudur.

3- İnsan, hayatında bir çok yolla karşılaşmaktadır ve bunlardan sadece birini seçmek zorundadır.

· Kendi arzu ve isteklerinin yolu

· İnsanların istek ve arzularının yolu.

· Şeytanın vesveseleri

· Tağutların yolu

· Denenmemiş yollar

· Irkçılık duygusuyla takip edilen ataların yolu

· Allah'ın ve dostlarının yolu

Allah'a iman eden bir insan mutlaka Allah'ın ve evliyasının yolunu takip eder. Zira Allah yolunun diğer yollarda olmayan bir takım özellikleri vardır.

· İlahi yol her gün değişen şahsi arzuların, insanların isteklerinin ve tağutların yolunun aksine sabit ve ilahi bir yoldur.

· Allah’ın yolu diğer yolların aksine tek bir yoldur.

· O yolda yürüyen insan güven içinde olur.

· Allah'ın yolu insanı, Allah'ın rızasından ibaret olan bir hedefe ulaştırır; bu yolda asla yenilgi yoktur.

4- Bütün varlık alemi Allah'ın irade ettiği yolda yürür. Allah'ım bizleri de sevdiğin yolda yürüt.

· Doğru yol Allah'ın yoludur: "şüphesiz Rabbim doğru yol üzeredir. "

· Doğru yol enbiyanın yoludur: şüphesiz ki sen de doğru yol üzere olan peygamberlerdensin"

· Doğru yol Allah'a kulluk yoludur: "Bana ibadet edin, doğru yol budur. "

· Doğru yol Allah'a tevekkül yoludur: "Kim Allah'a sarılırsa şüphesiz doğru yola hidayet edilmiştir. "

5- İnsan hem doğru yol seçiminde ve hem de o yolu sürdürmede Allah’tan yardım dilemelidir. Sürekli aydınlığını merkezden alan lamba gibi olmalıdır. Evet yolda olmak önemlidir, ama doğru yolda yürümek ilahi yardım olmaksızın mümkün değildir: "Sadece senden yardım dileriz, bizleri doğru yola hidayet et. "

· Doğru yolda olmak her Müslüman’ın her gün ve her namazda okuduğu yegane duadır. İnsan her an bütün işlerinde (yol, iş, dost, branş seçimi, ahlak ve fikirlerinde) sürekli Allah’tan yardım dilemelidir. Çünkü insan bazen inançlarında doğru düşünür, ama amellerinde ayağı sürçer. Bazen de bunun tam tersi geçerlidir. bazen de genel olarak doğru gider, ama misdaklarda (Extension) yanlışlığa düşer. O halde her an, Allah’tan doğru yol hususunda yardım dilemek zaruridir.

· Doğru yolda olmanın aşamaları vardır. hatta bilfiil Allah yolunda olanların bile hidayet için dua etmesi gerekir. "Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırır. "

· Doğru yol orta yoldur, sol ve sağ yollar sapık yollardır. Nitekim Hz. Ali şöyle buyurmuştur: "sol ve sağ saptırıcıdır, doğru yol orta yoldur. "

6- Doğru yol her türlü ifrat ve tefritten kaçınmadır; aşırılık, inkar, maddecilik, idealizm, pragmatizm, inanç, yardakçılık, hasadet, hesapsız ihsan, cimrilik, ahiretperestlik, dünyaperestlik, haktan gaflet, insanlardan gaflet, helallerin tahrimi, israf, sadece akıl ve sadece duygular yolu değildir. Doğru yol hiç bir sapıklık, ifrat ve tefritin olmadığı bir yoldur. Doğru yolu seçimde Allah’tan yardım dilemek gerekir. Zira bu yolda bir takım tehlikeler vardır. Birisi inançlarında yoldan sapar, diğeri amel ve ahlakta. Birisi bütün işleri Allah’a isnad eder ve adeta insanın hiçbir iradesinin olmadığını savunur. Diğeri ise kendini bütün işlerde özgür, Allah’ın elini ise bağlı görür. Birisi peygamberleri sıradan insanlar ve hatta bazen sihirbaz ve deli diye tanıtır, diğeri ise o peygamberleri Allah kabul eder. Birisi şehitlerin ve imamların kabrini ziyaret etmeyi terk eder, diğeri ağaç ve duvarlarına sarılarak oraya buraya bez bağlar. Birisi asıl gerçek olarak ekonomiyi kabul eder, diğeri ise dünyayı ve hayatı görmezlikten gelir. Birisi yersiz yere kıskançlık yapar, diğeri ise eşini örtüsüz çarşı pazara gönderir. Bu tür davranışlar hidayetin doğru yolundan sapmadır. Allah kendi sağlam dinini doğru yol olarak tanıtmaktadır. [37] Rivayetlerde de Ehl-i Beyt imamları şöyle buyurmuştur: “Doğru yol biziz” Yani doğru ve örnek yolun pratik örnekleri bizleriz. Doğru yolda yürümenin örnekleriyiz. Ehl-i Beyt imamları ilahi önderlerdir. Onlar iş, dinlence, eğitim, beslenme, infak, ihsan, eleştiri, salah, küsme, barış, evlat sevgisi ve benzeri bir çok konuda açıkça görüşlerini belirtmiş ve bizleri her hususta itidal ve orta yolda yürümeye davet etmişlerdir. İsteyenler Usul-i Kafi kitabının “el-İktisad fi’l-İbadat Babı”na müracaat etsinler. Kur’ân ve rivayetlerde de bir çok hususta itidal emredilmiş, ifrat ve tefritten sakındırılmıştır. Aşağıda yer alan hususlara dikkat ediniz.

· “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz. ” [38]

· “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma” [39]

· Onlar, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar. [40]

· Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut. [41]

· “Valideynize ihsan ediniz” Ama seni Allah yolundan ve itaatinden alı-koyarlarsa “onlara itaat etmeyin. ”

· Peygamber’in de genel bir risaleti vardır. “O nebi ve resuldür. ” Hakeza kendi ailesini de davet etmektedir. “O ehline de namazı emrediyordu. ”

· İslam yaratıcıyla ilgili olarak hem namazı emretmektedir. “namaz kılınız, ” ve hem de insanlarla ilgili olarak da zekatı tavsiye etmektedir. “Zekat veriniz”

· Ne muhabbetler sizi saptırsın, “aleyhinizi de olsa Allah için şahitler olunuz. ” ve ne de düşmanlıklar sizleri adaletten uzaklaştırsın. “... kin sizi tecavüze sevk etmesin... ”

· Müminlerin hem iticiliği vardır, “kafirlere karşı şiddetli” ve hem de çekiciliği vardır. “kendi aralarında merhametli” Hem iman ve kalbi inanç gereklidir, “İman ediniz. ” ve hem de salih amel zaruridir. “Salih işler yapınız. ”

· Zafer için hem dua, gözyaşı ve Allah’tan istemek gereklidir, “nice az topluluklar vardır, ” ve hem de zorluklarda sabır ve direniş gereklidir. “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. ”

· Aşura gecesi İmam Hüseyin de hem dua ediyordu ve hem de kılıcını biliyordu.

· Arefe günü ve bayram gecesi de hacılar dua ederler, ama bayram günü kurban kesilen yerde kanla tanışırlar.

· İslam mülkiyeti kabul etmektedir. “insanlar mallarının hakimidir. ” Ama aynı zamanda başkalarına zarar vermeyi kabul etmemekte ve mülkiyeti sınırlandırmaktadır. “Ne zarar vardır, ne de zarar vermek”

· Kur’an şöyle buyuruyor: “Mal ve çocuklar ziynettir. ” Dolayısıyla bunlara aşırı ilgi göstermeyi çirkin saymaktadır. “ve o mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür. ”

· İslam sadece bir boyuta teveccüh eden tek boyutlu bir din değildir. Diğer yönleri de unutmamaktadır. Her işte orta yolu, itidali ve doğru yolu tavsiye etmektedir

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ (7)

7- Kendilerine nimet ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!

Tefsir

İnsan doğru yola hidayeti dilemenin peşice giderek Allah’tan kendisini ilahi nimete erenlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Allah kendisine nimet verdiklerini örnek olarak Kur’an’da zikretmiştir. Onlar şu kimselerdir: “peygamberler, sıddıklar (doğrular) şehitler ve salihler. ” [42]

İnsan doğru yola hidayeti istedikten sonra Allah’tan kendisini peygamberler, şehitler ve salihlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Bu insanların yoluna teveccüh etmek, o yolda yürümeyi arzulamak, ve kendisine bu arzuyu telkin etmek, insanı sapıklıkta ve sapık yollara dalmaktan alıkoymaktadır. Namaz kılan insan bu istekten sonra da Allah’tan gazaba uğrayanlardan ve sapıklardan olmamasını dilemektedir.

Gazaba Uğrayanlar ve Sapıklar Kimlerdir?

Kur’an’da Firavun, Karun, Ebu Leheb gibi şahıslar ile Ad, Semud, İsrailoğulları gibi kavimler de gazaba uğramışlardan sayılmıştır. [43] Biz namazda Allah’tan diliyoruz ki inanç ahlak ve davranışlarımızda ilahi gazaba uğrayan kimseler gibi olmayalım.

Kur’an’da medeniyetleri ve yaşam hikayeleri oldukça fazla zikredilen İsrailoğulları bir zamanlar bütün insanlardan üstün kılınmışlardı. Kur’an onlar hakkında şöyle buyuruyor: “Sizleri alemlere üstün kıldık... ” [44] Ama bu fazilet ve üstünlükten sonra yaptıkları sebebiyle Allah’ın gazabına uğradılar. Nitekim Kur’an şöyle buyurmaktadır: “... Allah’ın gazabına uğradılar... ” [45] Bu kader değişikliği, onların amel değişikliğinden kaynaklanmıştır. Yahudi din adamları Tevrat’ın semavi kanunlarını tahrif ettiler: “Kelimeleri değiştirirler. ” [46] Zengin ve tüccarları da faiz ve haram yiyerek lükse daldılar. “Faiz almaları... ” [47] Halk da cihad ve savaşa davet karşısında rahatlarına düşkünlük ve korku sebebiyle mukaddes topraklara girmekten ve savaş meydanlarına gitmekten çekindiler, “Savaşacak halimiz yok” dediler. Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burda oturacağız. ” [48] İşte bu sapıklıkları karşısında Allah onları izzet ve fazilet zirvesinden, zillet ve aşağılığa düçar kıldı. Biz de her namazda gazaba uğrayanlardan olmamayı diliyoruz. “Gazaba uğrayanlardan değil” Yani ne semavi ayetleri tahrif edenlerden, ne faiz yiyenlerden ve ne de hak yolunda savaşmaktan kaçınanlardan olmayalım. Hakeza sapıklardan da olmayalım. Hak yolu terk edip batıla yönelenlerden de olmayalım. Din ve inançlarda aşırılığa giderek ifrata düşenlerden, kendisinin veya başkalarının heva ve heveslerine uyanlardan da olmayalım. [49]

İnsan Allah’ın nimetine ve lütfüne uğrayanların yolunda olursa sadece sapmamakla kalmaz, zalimlere yar ve yardımcı da olmaz. [50] Namaz kılan insan bu surenin sonunda Allah’ın enbiya, şuheda ve salihlerine, onların gittiği yola karşı bir aşk besler, tarihin sapıklarından ve gazaba uğrayanlardan da uzak durur. Bu da tevella ve teberranın (Allah için dost ve düşmanlığın) en açık kıstası ve örneğidir. [51]

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsan terbiyede bir örneğe ihtiyaç duyar. Nebiler, şehitler ve salihler de insani güzellik örnekleridir.

2- Allah’tan insana ulaşan her ne varsa hayırdır. Kötülüğü biz kendimiz vücuda getirmekteyiz. [52]

3- Her namazda gazaba uğrayanlar ve sapıklara nefretini ilan etmek, İslam toplumuna onların sultası ve hakimiyeti karşısında direnç vermektedir. Kur’an şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah'ın gazabına uğramış milletin velayetini (hakimiyetini) kabul etmeyin” [53]

4- Sapıklardan nefret etmek, inançlarında aşırılığa düşenlere, heva ve heveslerine uyanlara... nefret ve kinini ilan etmektir.

Ayetullah Muhsin Kıraati

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hakeza 7 sayısı; göğün katları, haftanın günleri, tavaf sayısı, Merve ve Safa arasında say etmek ve şeytanı taşlama sayısıdır.

[2] Nuh suresi, 41. ayet

[3] Neml suresi, 30. ayet

[4] Tefsir-i Burhan c. 1, s. 43

[5] Müsned-i Ahmed c. 3, s. 177 ve c. 4, s. 85

[6] Müstedrek-i Hakim c. 3, s. 233

[7] Sünen-i Beyhaki c. 2, s. 50

[8] Mecme’ul Beyan ve Fahr-u Razi, ilgili ayetin tefsirinde

[9] Hatta işe başlarken Allah adıyla birlikte Muhammed (s.a.a) adının anılması bile yasaktır. İsbat’ul-Huda c. 7, s. 482

[10] “Allah’ın zatının dışında her şey yok olacaktır. ” Kasas suresi, 88

[11] Kur’an’da Allah için yüz isim zikredilmiştir ki Allah ismi en kapsamlı olanıdır.

[12] “Rahman” Allah’ın özel ismidir. Rahmeti geniş kimse demektir. Başkalarının ya rahmeti yoktur, ya da rahmeti geniş değildir. Ya da dünyevi veya uhrevi bir beklentileri vardır. Bir şey bağışlıyorlarsa bir beklentileri vardır. Ot verirler, süt sağmak için.

[13] Şuara suresi, 24. ayet

[14] Enam suresi, 164. ayet

[15] Taha suresi, 50. ayet

[16] Araf suresi, 55. ayet

[17] Tefsir-u Etyeb’il-Beyan

[18] En’am suresi, 54. ayet

[19] A’raf suresi, 156. ayet

[20] Enbiya suresi, 107. ayet

[21] Rahman suresi, 1-2. ayetler

[22] Zümer suresi, 3. ayet

[23] Zariyat suresi, 12. ayet

[24] İnfitar suresi, 18-19. ayetler

[25] Bakara suresi, 166. ayet

[26] Müminun suresi, 101. ayet

[27] Şuara suresi, 88. ayet

[28] Mümtehine suresi, 3. ayet

[29] Hicr suresi, 49-50. ayetler

[30] Mümin suresi, 3. ayet

[31] Ali imran suresi, 26. ayet

[32] Yaratılış düzeninde çok değerli ve çeşitli sebeplerden istifade etmekteyiz. Ama her iş, sebep ve vesilenin senin elinde olduğunu biliyoruz. Sensin sebep yapan, sensin sebep yıkan, bir şeyi sebep ve vesile karar kılmışsan ve sen onun eserini alabilirsin.

[33] Meryem suresi, 93. ayet

[34] Furkan suresi, 43. ayet

[35] Sırat aynı zamanda bütün insanların üzerinden geçeceği kıyametteki köprünün adıdır.

[36] Taha suresi, 50. ayet

[37] En’am suresi, 161. ayet

[38] A’raf suresi, 31. ayet

[39] İsra suresi, 29. ayet

[40] Furkan suresi, 67. ayet

[41] İsra suresi, 110. ayet

[42] Allah-u Teala Nisa suresi 69 ile Meryem suresi 58. ayette ilahi nimete erdirilen kimseleri zikretmektedir: “Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehitler ve iyilerle berâberdirler. ”

[43] Kur’an’da bir çok ayette sapıkların ve gazaba uğrayanların özellikler ve örnekleri zikredilmiştir. Örnek olarak şu ayetlere teveccüh ediniz.

· Allah’a su-i zanda bulunanlar, müşrikler ve kafirler. (Nisa suresi, 116. ayet ve Fetih suresi, 6. ayet)

· İlahi Peygamberleri öldürenler ve ilahi ayetlere küfredenler. (Bakara suresi, 61. ayet)

· Hakka davet karşısında isyan eden Ehl-i Kitap. (Al-i İmran suresi, 110-112. ayetler)

· Cihattan kaçanlar. (Enfal suresi, 16. ayet)

· İmanı küfre değiştirenler ve küfrü kabul edenler (Bakara suresi, 108. ayet ve Nahl suresi, 106. ayet)

· Allah’ın düşmanlarıyla dost olanlar ve onlarla ilişki kuranlar. (Mümtehine suresi, 1. ayet)

[44] Bakara suresi, 47. ayet

[45] Bakara suresi, 61. ayet

[46] Nisa suresi, 46. ayet

[47] Nisa suresi, 161. ayet

[48] Maide suresi, 24. ayet

[49] Kur’an Maide 77. ayette şöyle buyuruyor: “Ey Kitab ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın”

[50] Kasas suresi, 17. ayet

[51] Hamd suresi İslami inançlar mecmuası olduğu halde teberriyi de zikretmektedir.

[52] Kur’an her zaman af ve lütfünü azab ve gazaba tercih etmektedir. Örneğin nimetler hakkında “enamte” (nimet verdiğin) kelimesi kullanılmışken, azab hakkında “gazabtu” (gazab ettiğin) kelimesini kullanmamıştır.

[53] Mümtehine suresi, 13. ayet