کارگر

کارگر

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Suriye halkının izzet ve zaferi yolunun yalnızca milli diyalog olduğunu söyledi.

 İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, dün akşam Suriye Dışişleri Bakanı Velid el Muallim'i kabulünde yaptığı açıklamada, şiddetin bir an önce son bulması ve milli diyalogun başlaması gereğine vurgu yaparak, Suriye sorununun tek çıkış yolunun milli diyalog olduğunu söyledi.

Suriye'ye yönelik dış güçlerin müdahalesinin son bulması gerektiğini de belirten İran cumhurbaşkanı, çatışan taraflardan şiddete son verip, görüşmeleri bir an önce başlatmaları gerektiğini söyledi.

Ahmedinejad, demokrasi sloganına sığınan güçlerin silah ve işgalle insanları öldürdüğü günümüz dünyasında sözkonusu güçlerin derhal silahtan arınma yönünde ciddi olmaları gereğine vurgu yaptı.

Sözkonusu görüşmede Suriye Dışişleri Bakanı Muallim de, Suriye'ye yönelik dış güçlerin müdahalesine temasla, dünya zorba devletlerinin Suriye aleyhinde bir komplo içinde olduklarının bunun da başını Amerika ve Siyonist İsrail'in çektiğini ama Suriye halkının düşmanların komplolarını şu ana kadar etkisiz hale getirmeyi başardığını ve Suriye'de yönetimin de halkın desteğinde güçlü bir şekilde devam ettiğini söyledi.

 

 

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreter Yardımcısı, İran ve 5+1 müzakerelerinin inisiyatif, mantık ve iktidara dayalı olduğunu belirtti.

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreter Yardımcısı Ali Bakıridımcısı İRİB 2.kanalına verdiği özel demeçte, İran ve 5+1 grubu arasında Almatı'da gerçekleşen yeni tur müzakerelere işaretle, 3 yıldan beri gerçekleşen nükleer müzakerelerde İran'ın inisiyatif, mantık ve iktidara dayalı olarak adım attığını, nitekim nükleer konusunda İran'ın mantıklı tutumunu 5+1'e kabul ettirmeyi başardığını söyledi.

Bakıri 5+1'in Almatı görüşmelerinde İran önerilerine verdiği cevaplarla Siyonist rejimin ihlalci çalışmalar ortamını kısıtladığını belirterek, hali hazırda batının büyük bir sınavdan çektiğini, bu sınavdan başarı ile geçebileceğini, sınavın ise Siyonist rejime imtiyaz vermemek olduğunu söyledi.

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreter Yardımcısı, 'iyi niyet', 'gelecek perspektifini aydınlatmak ve her iki tarafın ona göre hareket etmesi' ve ' müzakerelerde iki tarafın dengeli eşit seviyede adım atması'nın İran ve 5+1 arasında anlaşmanın temeli olduğunu ifade ederek, İran İslam cumhuriyetinin kendi meşru hakkından daha fazla bir şey istemediğini ve bu bağlamda hiçbir şartı da kabul etmeyeceğini söyledi.

İran'ın nükleer silahlara karşı olduğunu ve bunu defalarca ve resmi olarak açıkladığını belirten Bakıri, zenginleştirme faaliyetlerine dair İran meşru hakkının kabul edilmesi gerektiğini vurguladı.

 

 

Pazar, 03 Mart 2013 14:02

SURİYE, YİNE SURİYE

 Allah’ın adıyla

Suriye krizi uzadıkça bazı çevreler için öne çıkan belirsizlikler, meçhuller de aydınlanmaya başlıyor. ABD, İsrail ve AB şer üçgeninin başından beri Suriye krizinin arkasında olduğu, bu ülke halkının- muhalif ve muvafık- katliama uğratılmasını organize ettiği ve desteklediği her geçen gün daha bir su yüzüne çıkmaktadır. Müslüman halklara bu müstekbir güçlerin Suriye rejiminin arkasında olduğu yalanı medya aracılığıyla söylene dursun Roma’da düzenlenen sözde Suriye’nin dostları toplantısında ABD dışişleri bakanı John Kerry’nin yaptığı açıklama her şeyi ortaya koyuyor.

Suudi Krallığı, Katar Emirliği ve AKP hükümetinin Suriye krizinde Batı müstekbirliğinin komplo planlarının uygulanmasında bilerek veya farkında olmadan maşa rolü üstlendiklerini, bölgenin müslüman halkları için onarılması imkansız yaralar açtıklarını, bu hizmete karşılık aç gözlü Batılıların bölgesel işbirlikçilere Suriye’de zırnık bile kaptırmıyacaklarını önceki yazılarda dile getirmeye çalıştık.

Batı müstekbirliğinin bölgesel işbirlikçileri buna rağmen taşeronculuk rolünü kendi halklarına kabul ettirmek için mezhepçilik silahına sarılarak efendilerinin başaramayacağı görevleri yerine getiriyorlar. Suriye’de rejim değişikliği bölgesel işbirlikçilerin açtığı tahrip ve mezhep fitnesi yanında devede kulak kalır desek meseleyi abartmış olmayız.

Suriye’de mezhepçilik silahının istedikleri sürede sonuç vermediğini gören işbirlikçiler nitekim bu fitneyi son sıralarda bölge ülkelerinden Irak ve Lübnan’a da yaymaya çalıştıklarına tanık olmaktayız.

Batı emperyalizmi açısından Suriye halkının nasıl bir yönetim istediği değil Ortadoğu’da kendi uğursuz çıkarlarını nasıl koruyacakları, uzun süreli planlarını nasıl uygulamaya koyacakları önemlidir. Bunun için Suriye krizini sonlandırmak konusunda pek aceleleri yoktur. Çünkü Suriye krizi İslam dünyasındaki uzun süreli planlarının sadece bir bölümünü oluşturuyor. Bunun için Suriye’de daha çok kan dökülmesi, düşmanlıkların daha çok derinleşmesi ve muhtemel bir rejim değişikliği sonrasında karışıklıkların uzun süre devam etmesi gerekir.

Peki Batılı müstekbirlerle bölgesel taşeronlar böyle bir yol izlerken Suriye halkı ve muhalifler de acaba aynı görüşteler mi? Suriye halkının bir kısmının mevcut rejimin yanında olduğu inkar edilemez. Aksi takdirde istenmeyen bir rejimin halka rağmen iki yıl ayakta durması görülmüş bir durum değildir. Muhaliflerin büyük bir kısmının da iç savaşın sürdürülmesi yanlısı olmadıkları ve bu görüşlerini gevşek bir ortam bulduklarında dile getirdikleri bilinmektedir. Muhalifler koalisyonu başkanı Muaz el-Hatib’in son sıralarda bu gerçeğin farkında olarak mevcut rejimle görüşmeye dair açıklamaları bunun açık bir kanıtıdır. Suriye hükümeti üst düzey yetklilerinin muhaliflerle ön şartsız görüşme masasına oturmaya hazır olduklarını açıkladıkları da biliniyor.

Batı emperyalizminin komplolarını hatırlatıp duran İran ise başından beri Suriye krizinin Suriyelilerin kendileri tarafından çözüme kavuşturulması gerektiğini, Batılı müstekbirlere müdahale fırsatı verilmemesi için her türlü çabadan kaçınmamaktdır. Bu doğrultuda muhaliflerle rejim arasında uzlaşma yolları arama yanında bölgenin etkili ve krize müdahil ülkelerinden Türkiye, Mısır ve Suudi krallığını işbirliğine davet edip durmaktadır.

Peki muhaliflerin sözcüsü Muaz El-Hatib’i rejimle görüşmeye oturmaktan alıkoyan nedir? Veya meselenin bölge ülkelerinin denetiminde ve Suriye halkının iradesiyle çözüme kavuşturulmasını isteyen İran’ın çabalarının sonuç vermesini kimler ve niçin engellemektedir?

ABD dışişleri bakanı John Kerry medyada yayınlanan son açıklamasında “Esed'in bundan sonra yapacağı seçimlerin de önemi yoktur” demiş. Bunun anlamı şudur: ABD ve bölgedeki taşeronları uşaklarını seçimle iş başına getiremiyecekleri sonucuna varmış olarak Suriye halkının görüşüne, iradesine başvurmadan silahlı çeteleri iktidara taşımaya karar vermişlerdir. Muaz el-Hatip ve öteki muhalif liderleri de bu yüzden mevcut hükümetle görüşmelerden alıkoymaktadırlar. Bundan sonra muhaliflerle hükümet arasında görüşme iddiaları ortaya atılsa bile bu kamuoyunu yanıltmak amacıyla başlatılacak taktiklerden öteye geçmeyecektir.

Kısacası bölgede oldukça karmaşık oyunlar sergilenmektedir, Suriye bu oyunun sadece bir parçasıdır. Taşeronlar ise defalarca dile getirdiğimiz üzere müstekbirler adına büyük bir kumar oynamaktalar. Öyle bir kumar ki yenseler de yenilseler de efendilerine hizmet etmekten başka bir kazançları olmayacaktır.

Suriye’de halkın iradesi ve desteğinden yoksun herhangi bir rejim müstekbirlerin oyuncağı olmaya mahkumdur. Bu ise daha çok katliam, daha çok karışıklık, daha derin anlaşmazlıklar demektir. Çünkü müstekbir güçler bölge halklarının ihtilafları üzerinde sultalarını sürdürebilirler ancak. ABD ve müttefiklerinin, kuklalarının şimdiye kadar herhangi bir ülkeye özgürlük ve halk iradesine dayalı bir düzen getirdikleri görülmüş, duyulmuş değildir.

Bu gerçekler ortadayken bölgedeki taşeronları bunu niçin farkedemiyorlar sorusuna gelince; yayılmacılıkta/büyümekte işverene benzemeye çalışmak, leş kargalarına özenmek ve efendilerince kendilerine rakip olarak gösterilenlere duyulan kıskançlık ve onlardan öne geçmek isteği taşeronların özelliklerindendir. Bu arzularını gerçekleştirmek için bir defa yola koyuldular mı artık her türlü cinayete, katliama ortak olmaya; kendi halklarının inançlarını istismar etmeye, mezhepçilik yapmaya kadar vardırırlar işi.

Taşeronların ve dolaylı olarak müstekbir güçlerin planlarını kendi halklarına tersyüz gösteren sözde din alimleri ve kalem erbabının düştüğü durum ise daha acıdır. Bunların sorumluluğu ve suçu taşeronlar ve müstekbir efendilerininkinden daha büyüktür. Çünkü zalimler bu alim müsveddeleri ve kalem erbabı aracılığıyla müslüman halkları sultalarını kabul etmeye ikna etmektedirler.

Son söz olarak şunu diyebiliriz ki, Suriye krizi ancak ve ancak bölge ülkelerinin arabuluculuğu ve denetiminde ve de bu ülke halkının iradesine başvurularak çözüme kavuşturulabilir, ABD-AB-İsrail şeytan üçgeninin müdahil olmasıyla değil.

Y. ZİYA T.YILMAZ

Suriye Dışişleri Bakanı Muallim, silahlı muhaliflere diyalog çağrısını yinelerken, Türkiye'nin ise muhaliflere diyalog görüşmelerine katılmamaları için baskı yaptığını ifade etti. Muallim, "Suriye'nin geleceğine bizzat Suriye halkı karar verecekti" dedi.

İran'ın başkenti Tahran'da,  Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi'yle birlikte ortak basın açıklaması yapan Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, muhaliflerle diyalog çağrısını yineledi.

Yurt Gazetesi’nin haberine göre, Muallim, ''Biz diyaloga inanıyoruz, diyalogu reddeden şiddeti savunmuş olur'' dedi.

Kendilerinin hukuk önünde eşitlik ve çok sesli demokrasiden yana olduğunu belirten Muallim, "Silah taşıyanlar bilmelidir ki: Şiddet ve silah geleceği inşa etmez, sadece ıslah geleceği inşa eder'' diye konuştu.

“Türkiye diyalogu engelliyor”

Suriye'deki krizi yönetmeye çalıştıklarını söyleyen Muallim, ''Biz yönetimimizle ve yanımızda duran dost ülkelerle birlikte direnmeye devam ediyoruz" diyerek, Katar'ın Libya'da olduğu gibi Suriye'ye askeri müdahale için baskı yaptığını, Türkiye'nin ise muhaliflere diyalog görüşmelerine katılmamaları için baskı yaptığını ifade etti.

Muallim, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Biz başta ABD olmak üzere her kanaldan gelecek samimi görüşmelere açığız. Amerika bu kanı durdurabilir. Tek çözüm siyasi çözümdür. Suriye hükümetinin, tüm silahlı gruplar olmak üzere herkese diyalog kapısı açıktır''

“Suriye’nin geleceğine bizzat Suriye halkı karar verecektir”

"Siyasi diyalogun başarısı için şiddet durmalı. Bu da şiddetin kaynağının kurutulmasıyla mümkün olacak" diyen Muallim şunları kaydetti: "Tüm Suriyelilere sesleniyorum, artık bu kadar kan dökülmesi yeter, Suriye'nin geleceğini inşa etmek isteyenler müzakerelere katılmalı."

Suriye'nin içişlerine müdahaleyi, baskı ve dikteyi kabul etmediklerini belirten Muallim, "Suriye'nin milli hâkimiyetine halel getirilmesine izin vermeyeceğiz" ifadesini kullandı.

Muallim, "Suriye'nin geleceğine bizzat Suriye halkı karar verecekti" dedi ve halkın oylarla hür iradesini ortaya koyup kendi liderlerini seçeceğine olan inancını dile getirdi.

“ABD gizli taktikler kullanıyor”

Rusya’nın BM Daimi Temsilcisi Vitali Churkin, Russia Today televizyonu muhabiriyle konuşurken, ABD’yi, Suriye hükümetiyle muhaliflerinin görüşme masasına oturmalarını engellediğini söyledi.

Churkin bu konuda “ABD, Suriye karşıtlarına direkt silah satmıyor, ama başka ülkeleri bu iş için kışkırtıyor” şeklinde konuştu. Churkin ayrıca “ABD aynı zamanda gizli taktikler kullanarak Şam hükümetiyle muhaliflerinin müzakere masasına oturmalarına engel olmaya çalışıyor” dedi.

Churkin açıklamalarının devamında Moskova’nın daima Suriye krizine tek çözüm olarak karşıt tarafların görüşmeleri tezini savunduğunu vurguladı.

 

BAYRAKTAR VE KOTİL-KABAHATİN BÖYLESİ

Birisi dost diye gorquram indi. (şimdi) Azerice şiir.

Düşmandan gelecek taşa tedbir almıştık, lakin dost sandıklarımızdan gelen gül yaraladı bizi; hem de öyle derinden, öyle yürekten yaraladı ki; bilmem sargı tutar, merhem kabul eder mi bu yara?

Sünni, Şia, Alevi vahdetini ilke edinen ve gerçek vahdetin necat gemisi olan Ehlibeyt gemisinde sağlanacağını haykıran ve bu uğurda geceli gündüzlü çalışan Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendi, kadrosu, İcmal gençliği özellikle son yıllarda çok güzel hizmetlerin altına imza atmalarına rağmen ne yazık ki bu hizmetlere bu kadronun içerisinde bulunan iki önemli kalem (kanaatimce farkında olmadan) gölge düşürmüştür. Dolayısıyla kaleme aldığım bu satırların muhatabı kesinlikle Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendi, kadrosu, Meltem medya kuruluşu ve İcmal gençliği değildir. Muhatap sadece ve sadece bu kadronun içerisinde bulunan ve İran hakkında asılsız konuları yazan iki kalemdir.

Türkiye’de yaşayan biz Şii’ler inanç bakımından İran, Irak, Bahreyn gibi ülkelerde ki Şiilerden bir farkımız yoktur. Ülkeler nazarında ve ülkemiz içerisinde en sakin topluluklarız. Yıllardır özellikle son 15 yıldır Tv ekranlarında, Sanal Medya ve Sitelerde, Siyonist ve Emperyalistler gibi İslam Düşmanı güçler ve o güçlere hizmet eden Vahhabi, Harici kimselerin İran – Şia –Ehl-i Beyt üzerine çirkin mi çirkin iftiralarına tanık olduk. Yeri geldi İran İslam Devrimini Fransa'ya yaptırdılar yeri geldi İsrail'e, yeri geldi ABD’ye yaptırdılar. Yeri geldi İmam Humeyni Fransız, bazen ABD ajanı oldu çıktı. Yeri geldi İran'da yapılan İslam Devriminin aslında İsrail'i, ABD’yi sevindirdiğini onlardan bağımsız bir devrim yapılamayacağını söylediler. Yeri geldi İRAN’IN, ABD ve İsrail'in bir Eyaleti olduğunu bildirdiler. Yeri geldi, İran’ın aslında İsrail'e Düşman olmadığını, düşmanmış gibi gözüküp her türlü silah anlaşmasını yapıp Sünnilere Saldırmak için fırsat kolladığı iftiralarını yağmur gibi yağdırdılar. Bunlara ek olarak özellikle Şia’da ki Takiyye mekanizmasını da yanlış algılayarak güç aldılar. Bu maddeleri uzatmak daha da mümkündür.

Derken bir grup çıktı ortaya. Prof. Dr. Haydar Baş ve Ekibi. Gerek İran ile ilgili açıklamaları, gerek Ehl-i Beyt ile ilgili itiraf gibi açıklamalar ve gerekse Şiilere yaklaşımları yüreğimize su serpti. Bu ekip çalışmalarını Kitap, Külliyat, Program, konferans, Şii Âlimlere söz hakkı verme fırsatı ile de güçlendirdi. Ve biz Şiiler bunlara çok sevindik. Önce şaşırdık sonra gülümsedik. Neden şaşırdık derseniz, dedim ya en başında yıllarca hasret kaldık bu tür çalışmalara. Bunlardan dolayı prof. Dr. Haydar Baş hoca efendiye ve Ekibine her fırsatta Teşekkür ettik, onlar hakkında yapılan eleştirileri göğüsledik ve verdiğimiz cevaplarla eleştiri yapanların veya şüphede olanların yahut temkinli olan insanların bu konu da rahatlamalarını sağladık. Yer yer kendi camiamız içerisinde bulunanlarla ters düştüğümüz bile oldu. Ama yine de biz inandığımızdan geri durmadık.

Ama gel gelelim, geçenlerde Bu ekibin en önde gelen iki yazarı yenilir yutulur cinsten olmayan iki yazı yazdı ki o an yukarıda da belirttiğim gibi daha düne kadar bu ekibin savunmasını yaparken acaba biz mi hataya kapıldık diye düşündük ve bu düşünce bizleri konu ve bu ekibin çalışmaları hakkında ister istemez karamsarlığa sürükledi. Kendi kendimize dedik ki acaba yoksa bu da mı bir oyun. Bu yazılar da neyin nesidir. Şimdi dilerseniz yazıları satır satır inceleyerek Vahhabilerin, Şia Düşmanlarının biz Şiilere ve İran’a attığı iftiralar ile karşılaştırıp cevabını verelim. Zira malum yazar kardeşlerimin yazdıkları yazı ve ortaya attıkları düşüncelerin yıllarca Müslümanlar arasında mezhep çatışması çıkarmak isteyen vahhabilerin görüşlerinden pek de fazla farkı yoktur.

Önce Sayın Muharrem Bayraktar’dan başlayalım:

Yazısının Başlığı: İran’a ne kadar Güvenilebilir?

Yazılış Tarihi: 22.11.2012

Yazar Muharrem Bey daha yazısının ilk girişinde tüm okuyucuların şaşıracağını, şoke olacağını bildiğinden bunu itiraf edercesine diyor ki: Hatta bazılarınızın “nereden çıktı bu başlık?” diye sormaya başladığını duyar gibiyim.

Evet! Yazar neden şaşırmasın ki; Çünkü daha düne kadar böyle bir şey yazmış değil. Peki, durup dururken böyle bir yazı yazmanın gereği nereden doğdu? Doğrusu Merak konusu değil midir bu?

Biz Yazarın Madde Madde ne dediğine değineceğiz. Ama önce girişini bir özetleyelim:

Geçtiğimiz günlerde Rusyadan kalkıp Suriyeye gitmekte olan bir Uçak Türkiye Hava Sahasında belirtildiği gibi gelen bir istihbarat sonucu indirildi. Medyada kimileri bu istihbaratın Almanyadan, Kimileri ABD’den, Kimileri Rusyadan kimileri ise Suriye İstihbaratında ki köstebekler vasıtası ile geldiğini söylemişti. Vel hasıl bu güne kadar kimse Medyada Muharrem Bayraktarın söylediğini söylememişti. Bakalım Yazar ne diyor:

Suriye’ye yolcu taşıyan Rus uçağının Türkiye’ye zorunlu indirilişinden sonra en çok tartışılan konu “uçakta silah olduğu istihbaratının Türkiye’ye kimler tarafından verildiği” idi. Biz bu konuda yazdığımız yazıda, bu istihbaratın CIA kaynaklı olabileceğini söylemiştik ama kafamızda aksi yönde birtakım kuşkular da yok değildi. Zira aynı günlerde bazı yayın organları bu istihbaratın İran ajanları tarafından Türkiye’ye verildiğini iddia ettiler.

Yazar bu sözü sarf ettikten sonra bir de soruyor: İran istihbaratı böyle bir şey yapar mıydı?

Acaba Yazısının içeriğinde buna delil olabilecek net bir bilgi mevcut mu! HAYIR! O zaman biz Sayın Muharrem Bayraktar’a soruyoruz: NET BİR DELİL İLE BUNUN DELİLİNİ SUNMADIĞINIZ SÜRECE HANGİ DURUMA DÜŞECEĞİNİZİ SİZ BİZDEN DAHA BİLİRSİNİZ. BUNUN DELİLLERİNİ SUNAR MISINIZ?

Yazar yazısında meselenin daha doğruluğunu bile ispatlayamamışken kendi yazdığına kendisi inanmış olacak ki ardından hemen şöyle demiş: İran, destek verdikleri Suriye rejimine yardıma giden bir uçağı ihbar ederek “dostunu arkadan hançerleyebilirler miydi?”

Anlaşılan o ki Sayın yazarın kendisi de bu konuda gerçekten net değil. Ve Yandaş Medyada ki taktiği güzel kullanıyor. Ve Şöyle diyor: Bu iddialar neden İran tarafından yalanlanmamıştı?

Peki, biz soralım. Bu İddiaları hangi Gazete, Hangi Köşe yazarı, Hangi Haber sitesi yazdı Sayın Bayraktar! Bize bir Yazar, bir İstihbaratçı, bir Gazete ismi verir misiniz?

Ve yine Faraza yine dediğinizi doğru sayar isek, gerçekten de bir Gazete bunu yazmış olsun (Ki daha bilmiyoruz siz diyeceksiniz) Allah Aşkına İran neden buna cevap vermek zorunda olsun ki? 15 yıldır daha doğrusu 30 yıldır İran Hakkında o kadar uç sözler söylendi ve söyleniyor iken İran bunların hangisine yetişsin, hangisine cevap versin? Söyleyin Bakalım? Ve her yazılana cevap vermek bir Devlet geleneği midir? Mecburiyeti var mıdır?

Yazar Bayraktar yine diyor ki: İsrail’in ve ABD’nin İran’a olası bir saldırısını önlemek için görünürde “hiçbir şeyden korkmuyoruz, geleceğiniz varsa göreceğiniz de var” diyorsa da perde arkasında Türkiye’yi devreye koyarak bu saldırıyı önlemek için her şeyi yapmaya hazır oldukları görülüyor. Bu konuda “Ankara’nın İran adına Amerika ve İsrail nezdindeki girişimlerin” ayrıntılarını yakında öğrenirsiniz.

Şayet İran'ı yıllarca takip eden ve İnancını sözde iyi bilen Bayraktar’ın bu sözleri sarf etmesi, bizim için Acaba bu sözleri Muharrem Bayraktar yazmadı da kendisine yazdırdılar mı düşüncesi hâkim oldu? Yakında öğreneceğimiz dediğiniz o bilgileri sabırsızlıkla öğrenmek için bekliyor olacağız.

Yazar diyor ki: Yani İran, Haçlı güruhunun olası saldırısını Türkiye’de çok güvendiği AKP’li iktidar tarafından bertaraf edilebileceğini umuyor.

İran’ı ve İranlıları yakından tanıyan bir yazar İran’ın Umudunun AKP değil bizzat Allah olduğunu mutlaka bilir. Yazarımız Mahmut Ahmedi Nejat'ın, BM konuşmalarını galiba takip etmemiş. Tahran’da, Kum’da, Erdebil’de ve birçok şehir de Cuma Namazlarında Ayetullahların İsrail’e, ABD’ye ateş püsküren sözlerini ve Dayanaklarının Allah olduğunu belirten sözlerini duymamışlar galiba. Ve yazar şayet konuya vakıf olmuş olsa idi, Suriye meselesinden sonra İran'ın AKP konusunda ki İHTİYATININ zirveye çıktığını anlardı.

Muharrem Bayraktar: İndirilen Rus uçağının istihbarat akışında İran parmağı varsa (ki ben buna yüksek ihtimal vermeye başladım)…

Daha İddiasını güçlendirmeden, delillendirmeden İddianın doğruluğuna inanmaya başlamış. Buna kendin pişir kendin ye mi derler, kendin çal kendin oyna mı derler bilemiyorum artık.

Sayın Muharrem Bayraktar Çıtayı yükselterek İnancımızdan bir terim kullanarak İrana saldırmaya devam ediyor: İran siyaseti “takiye” üzerine kurulu. Ne zaman doğru ne zaman yanlış söylediklerini bilemezsiniz.

30 Yıla yakındır Vahhabilerin, Şia, İran Düşmanlarının İran'a, Şialara her saldırışında kullandığı kelimedir TAKİYYE! Aslında yazar bu sözü ile sadece İran’a Değil Tüm Şiilere de Hakaret etmiştir.

Şimdi Sayın Bayraktarın Yeni Mesaj gazetesindeki köşe yazılarında düne kadar İran hakkında düşündükleri ve yazdıklarından birkaç örnek verecek ve muhakemeyi siz okurlara bırakacağım:

Sayın Bayraktar 21 Eylül 2012 tarihinde Yeni Mesaj gazetesinde kendi köşesinde "Şevket Eygi neden Şia düşmanı?" başlıklı yazısında bakın ne diyor; "Bu cahiller arasında pek çok gazeteci - yazar tayfası da bulunmaktadır ki, bunlar hem İran’a hem Türkiye Caferilerine karşı korkunç bir saldırı ve düşmanlık içine girmişlerdir. Bu saldırının sadece içten değil dışarıdan da desteklendiğini tahmin etmek zor değil. Mesela Milli Gazete yazarı Mehmet Şevket Eygi de bunlardan biri."

Bu sözler bire bir Sayın Bayraktara ait satırlardır. Sayın Bayraktar iki ay önce İran'a saldıranlar hakkında "Bu cahiller arasında pek çok gazeteci - yazar tayfası da bulunmaktadır ki, bunlar hem İran’a hem Türkiye Caferilerine karşı korkunç bir saldırı ve düşmanlık içine girmişlerdir. Bu saldırının sadece içten değil dışarıdan de desteklendiğini tahmin etmek zor değil diyor" Şimdi biz, ister istemez sormak durumundayız; Sayın Bayraktar bu noktada cahiller diye nitelendirdikleriniz ile sizin durumunuz nasıl olmuş oluyor! Onları içeriden ve dışarıdan yönlendirenlerin olduğundan söz ediyorsunuz. Acaba sizi demi birileri bu konuda çark ettirdi. Ne değişti iki ay öncesi ve iki ay sonrası ile. İran'ın değişmediği bir gerçek. İran değişmediğine göre o zaman değişen siz olmuş olmuyor musunuz?

Sayın Muharrem Bayraktar’ın yazısını burada Noktalayıp şimdi yazıların, köşe yazılarının en kötüsü, bizi kalbimizden hançerleyen Sayın Selim Kotil beyin Yazısına gelelim:

Yazının Başlığı: Şii Dünyanın AKP’si İRAN

Yazı Tarihi: 20.11.2012 (Yani diğer yazıdan 2 gün önce)

Selim Kotil yazıya Muharrem-Aşura-Hz. Hüseyin Motifleri ile başlıyor ve Devamında Sünni Dünyada, Arap ülkelerinde Haçlı Dinler Arası Diyalog Dansına tutulanlara değiniyor ve biz Şiilerin kınadığı gibi kendiside kınıyor. Fırtına devamında başlıyor ve diyor ki: Şii dünyayı temsil ettiğini söyleyen İran da durum maalesef bundan farklı değil.

Şii Dünyayı Temsil eden İran Acaba ne zaman Haçlı ile kol kola oldu? Ne zaman Dinler Arası Diyalog Masalına F Tipi yapı gibi kandı, inandı, yapılandırdı ve dansa tutuldu? Hayırdır durup dururken İran'a bu denli saldırının nedeni nedir acaba?

Sayın Selim Kotil diyor ki: İmam Cafer-i Sadık’ın “din adına düşmana kâfire karşı hile yapılır, buna takiye denilir”ölçüsünü, kendi siyasi ikballeri için nefsi adına “dini Müslümana karşıkullanmak” diye algılayan İran’ın durumu bundan farklı değildir.

Bu sözü Sarf eden Selim Kotili, Haydar Baş Hocanın yazdığı İmam Cafer-i Sadık İsimli kitabı çok iyi okumaya davet ediyorum, şayet okumuş ise bir daha anlaması için okumaya davet ediyorum. Takiyye Hilekârlık, Yalan konuşmak değildir. Şia’nın Takiyyeye Bakış açısını bilmeyenlerin VAHHABİ ağzı ile Takiyyeyi anlatması ne kadar da çirkin ve alışık olmayan bir durum değil mi?

Selim Kotil: Takiyeyi Müslümana karşı yapan, arka planda düşman gördüğü ile el sıkışmayı siyaset sayan İran, maalesef Şii dünyanın AKP’si olarak karşımızda duruyor.

Yazar, İran'ın Görünürde Takiyye Yaptığını Düşmana Ateş püskürdüğünü arka planda ise El sıkıştığını söylüyor. Peki, kimmiş bu düşman veya Düşmanlar? Bir bakalım ne diyor Yazar: İran, ABD ve İsrail ile kavgalıdır, basında hep böyle yazılıp çizilir çizilmesine ama acaba gerçek acaba böyle midir?

Bu tür sorular dediğim gibi 15 ila 30 yıldır İran – Şia düşmanları tarafından yoğunlukla sorulur ve İran’a karşı mideler bulandırılmaya çalışılır. Soru o kadar iğrenç ki devamında bakın Sayın Selim Kotil nasıl döktürüyor:…İran - Irak savaşında ABD milyarlarca dolar silah satmıştır İran’a…

Aslı hakikati olmayan ayrıştırıcı bu söylemin fenalık bakımından büyüklüğüne bakar mısınız? Bu söze sağır sultanlar bile güler geçerler. 8 Yıllık Savaş boyunca ABD Acaba Saddam'ın Irağına mı Silahları Peşkeş çekti yoksa Kendisine sert bir tokat Atan Ayetullah Humeynili İrana mı? Yazar vallahi bu gerçeği biliyor olmasına rağmen, böyle yazmasının nedenini büyük soru işaretleri ile düşünmekte ve derinden üzülmekteyiz. Zira Türkiye de Müslümanların birliğine, Ehlibeyte dair birçok programlar yapan Sayın prof. Dr. Haydar Baş hoca efendinin, ekibinin bunca zahmetlerinin iki yazar tarafından bazılarının gözünde hiç edilmesi ve bazılarının yanında da gölgelenmesi akli selim olan her Müslüman'ı üzer ve üzmelidir de. Ben şahsi kanaatim olarak birilerinin düşündüğü ve söylediği gibi bu iki yazıyı yazdıranın birileri olacağına kanaat etmiyorum. Sadece yazılanları yanlış bilgilendirilmeden dolayı büyük bir hata olarak değerlendiriyorum. Biz bu iki yazıda geçen bir takım söylemleri İran ve Şia düşmanlığı yapan web sitelerin de bile görmedik. Yazık değil mi Sünni, Şia, Alevi birliği için onca yapılan programlara, çekilen zahmetlere. Bu iki yazıdan sonra yazarların Sünni; Şia, Alevi vahdetine, birliğine dair yaptıkları çağrıları ve yapılan konferanslarda bu dalda konuşmaları ne kadar inandırıcı olabilir acaba?

Yazar Komik ve bir o kadar da hoş olmayan sözünü günümüze taşıyarak devam ediyor ve diyor ki: …Sadece ABD değil halen günümüzde dahi el altından İsrail’in sürekli İran’a silah sattığı bilinen gerçektir…

Sormak Lazım Sayın Selim Kotile:

1- 40 Yıla yakındır, Özellikle Son 20 Yılda, Hizbullah’a Lübnan Ordusu bile Silah vermez iken, Hizbullah Ordusunun İsraile karşı yaptığı amansız mücadelede, Hizbullah Ordusu Silah ve Teçhizatı nereden Aldı?

2- İsraile karşı defalarca Zafer kazanan Hizbullah Ordusu ve Komutanı Merceiyyet anlamında dini lider Veliyyi emr-i Müslimin Ayetullah Hamanei’ye bağlı mıdır değil midir? Sözünüz doğru ise bu İsrail Kafayı mı yedi İran’a Silah satacak aynı silahı da İran Hizbullah’a verecek Hizbullah’da İsraili vuracak! Bu akıl kârımıdır? Buna vallahi kargalar bile güler!

3- Yıllardır Filistin'de İsrail’e karşı mücadele eden başta Hamas olmak üzere birçok grubu her türlü silah, gıda, eğitim ile destekleyen İran’a, Hamas komutanının, Filistin Yöneticilerinin, Hamas üyelerinin defalarca ve defalarca teşekkürü olmuş mudur olmamış mıdır? Daha geçtiğimiz günlerde Gazze saldırısı ve sonrasında gelen zaferde Hamas yöneticileri zaferlerine İran’ı ortak ettiler mi etmediler mi?

4- Orta doğu ülkelerinde İsrail ve ABD için tek ve yegâne düşman İran mıdır değil midir?

5- 30 yıldır her türlü ambargonun uygulandığı ülke İran değil midir?

6- 2006 yılında 33 gün İsrail'e karşı savaşında Hizbullah’ı destekleyen, gururla onura eden İran mıdır değil midir?

7- Sayın Selim Kotil beyefendiye şunu sormadan edemeyeceğim; Dün nerelerdeydiniz. Bunları söylemek yeni mi aklınıza geldi. Düne kadar böyle bir şey demiyordunuz. Hayırdır.

Şimdi Kısa birkaç bilgi “Haber” Paylaşalım:

İRNA'nın Beyrut'tan bildirdiğine göre dün (01/12/2012) Filistin İslami Cihad hareketi genel sekreteri, Ramazan Abdullah "İran halkı ve devletinin yardımları olmasaydı, Filistinli ve Lübnanlı savaşçılar Siyonist İsrail rejim karşısında zafer elde edemezlerdi" dedi.

Filistin'in önde gelenleri İran'ın İsrail'e karşı kendilerine her zaman yardım ettiklerini söylemelerine rağmen Sayın Kotil neden bu gerçeği çarpıtıyor acaba!

Şimdi Sayın Kotil'in Yeni Mesaj gazetesindeki köşe yazılarında düne kadar İran hakkında düşündükleri ve yazdıklarından birkaç örnek verecek ve muhakemeyi siz okurlara bırakacağım:

18 Kasım 2012 yani İran hakkındaki olumsuz yazıyı kaleme almadan tam iki gün önce "ABD, Patriotları İran’a karşı mı kullanacak?" Başlığı altında köşe yazısında şunları söylemiş:

Yazısından 5 Nolu Madde: Bir diğer ihtimal de şu: Eğer İran’ın elinde Rus yapımı balistik füzeler varsa, İran sadece İsrail’i değil ABD’yi de vurur çünkü menzilleri 12000 kilometreyi buluyor….

Sayın Kotil iki gün önceniz ile iki gün sonranız çelişkiler yumağına bürünmüş. Bunu sizin kendinizde fark ettiniz mi. İlim adamlığı, gazetecilik, siyaset kusura bakmayın ama bu değildir. İki gün önce dost dediğini iki gün sonra düşman ilan etmek ilim, siyaset, gazetecilik hiçbir şeyle bağdaşmaz.

Bu kadronun önemli kalemlerinden birisi olan Hukukçu Ahmet Erimhan beyefendi 01 Aralık 2012 de Yeni Mesaj gazetesinde Bayraktar ve Kotil'in tam aksini dile getirmiştir. Bakalım Erimhan ne diyor:

İkincisi ise unutmamalıyız ki Suriye’nin, özellikle bu yönetimin Filistin ve Lübnan’daki direnişin yanında duruşu, sadece bir duruştan ibaret değildir. Lübnan’daki ve Filistin’deki direnişi desteklemiştir. Bu en önemli etkenlerden birisidir. Hatta İran’ın desteği bile, Suriye kanadıyla direnişe ulaşmaktadır. Eğer Suriye’nin iradesi ve duruşu olmasaydı, İran’ın desteği ne Lübnan’a ne de Filistin’e ulaşırdı.

Ben bu konu için kırk tane basiretli ve şuurlu genç görevlendirdim ve Sayın Bayraktarın son on yılda ve Sayın Kotil'in son sekiz yılda Yeni Mesaj da kaleme aldıkları köşe yazılarını dikkatlice okumaları görevini verdim ve bu güne kadar bu iki yazarın İran hakkında asla olumsuz yazılarına rastlanmadı. Acaba birden bire yüz seksen derece çark etmenin nedeni ne olabilir?

Sözün sonu:

Sayın Bayraktar ve Kotil kardeşlerim: Bu zihniyet ve düşünce ile gazetecilik, yazarlık, siyaset sahibine kendi etrafında dönmesinden başka bir şey sağlamaz. Sahibini asla ileri götürmez, aksine her geçen gün geri götürür. Sayıların çoğalmasına değilde sayıların azalmasına, nefretlerin artmasına sebep olur. Ben derim ki, yanlış kula mahsustur ve özür sahibini alçaltmaz, aksine yüceltir. Bu güne kadar Sayın Prof. Dr. Haydar Baş hoca efendinin, kadrolarının, İcmal gençliğinin, Meltem medya grubunun ümmet adına yaptıklarının fırsat kollayanlar, malzeme arayanlar tarafından menfi anlamda dillere destan edilmemesi, dostların üzülmemesi, münafıkların daha fazla sevinmemesi için kendi üzerinize düşeni en güzel şekliyle yerine getirirsiniz inşallah. Bu benim âcizane düşüncem ama yine de son karar sizindir.

Şahsım cevap nitelikli bu yazıyı ahret kaygımdan dolayı kaleme almak ve Müslümanların birlik ve beraberliğine çok önemli hizmetler yapan ve bu sebepten dolayı İran, Irak, Azerbaycan, Türkiye kısacası tüm Şia dünyasında takdir ile karşılanan Sayın Prof. Dr. Haydar Baş Hoca Efendi ile kadrosunun ve İcmal gençliğinin emeklerinin iki yazıdan dolayı hiç olmasına veya hiç edilmesine yahut gölge düşürülmesine gönlüm razı olmadığı için yazma gereği duydum.

Tevfik Allah'tandır.

Selam ve Dua ile…

NOT: ANTALYA EHLİBEYT KONFERANSINDA ÇIKARMAMI İSTEDİKLERİ VE İTİRAZ ETTİKLERİ VE SÖYLEMEMİ İSTEMEDİKLERİ BÖLÜM kırmızı bölümdür:

İmam Hüseyini anlamak; yaklaşık otuz küsur yıldır mazluma ümit, zalime, siyonizme, emperyalizme korku olan ve şii bir ülke olarak İsraile ve çağımız zalimlerine karşı sünni Filistine her türlü yardım ve desteği veren İran İslam Cumhuriyetini iyi tanımak, iyi okumak, İran'ı ve beraberinde Şiayı İsrail işbirlikçisi tanıtmamaktır. Zira bu sünni şia vahdetine vurulabilecek en büyük darbelerden bir tanesidir. Bu görüşleri dile getirenler vahdetten ve Ehlibeytten söz ederlerse kendileri kendi yaptıkları güzelliklere gölge düşürmüş olurlar. Onun için insan bir sözü söylemeden önce sonuçlarını iyi okumalı ve ona göre konuşmalıdır.

İmam Hüseyini anlamak; Şahdan sonra Merhum İmam Humeyninin ve bu gün veliyyi emri müslimin SEYYİD ALİ HAMANEİnin İranında ibre ve ilkenin mezhep ayrılığı yapılmadan daima müslümanlardan yana olduğunu bilmek ve bil husus bu gün veliyyi emri müsliminin siyonist ve emperyalistler karşısındaki dimdik ve ilkeli duruşuna, ferasetine, basiretine, takvasına, ilmine lebbeyk demektir.

İmam Hüseyini anlamak; Şiilerin merkezi olan İranı dün övüp bugün ise İsrail ile işbirliği içinde olduğunu savunmak demek değildir. İranı takiyyecilikle suçlayanlar kendileri ile çelişiyorlarken takiyyemi yapıyorlardı acaba?

İmam Hüseyini anlamak; günlük, haftalık, aylık, yıllık ve dönemlik hareket etmek, dostun ve düşmanın yerini olaylara göre değiştirmek demek değildir. Dost; dün de dostundur, bu gün de dostundur ve dost hata bile yapsa asla düşman olmaz. Düşman oluyorsa demek ki dün dost görülmediği, sadece takiyyeden dolayı dost addedildiği için bir anda düşman ilan edildi.

Sözlerimi iki hadis ile noktalıyorum:

Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyuruyorlar; “Allah Tebareke ve Teâlâ dileseydi, kendisini kullarına doğrudan tanıtırdı. Fakat bizi, kendisini tanımanın kapıları, yolu, aracısı ve izlenen yönü olarak belirledi. Kim bizim velayetimizden ayrılırsa veya başkasını bize tercih ederse, kuşkusuz onlar doğru yoldan ters yüz döndürülmüşlerdir. İnsanların sığınıp doğruyu bulmalarına vesile olan gerçek imamlarla, kendilerini korunmaya ve yol göstericiye muhtaç olan kimseler bir olur mu? Bizden başkasının peşine düşenler, sularını bir birinden alan ve küçük bir su sızıntısı akıtan çeşmelere gidip susuzluklarını gidermeye çalışan kimselere benzerler. Ama bizim peşimizden gelenler, Rabbinin izniyle berrak ve gür sularını akıtan, tükenmeyen ve kurumayan pınarlara giden kimselere benzerler.”

İmam Caferi Sâdık şöyle buyurmuştur: Sırat köprüsü iki tanedir. Birisi dünyada diğeri ahirette. Dünyadaki sırat (yol) masum 12 imamın yoludur. Herkim bu dünyada o yoldan giderse kıyamette de sırattan geçecek. Aksi halde... yüz üstü ateşe düşecektir.

mehdı aksoy

İran ve 5+1 ülkeleri arasında Almatı’da yapılan müzakerelere işaret eden İran İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi, 5+1 ülkelerin nükleer bomba konusundaki İslam İnkılâbı Rehberinin fetvasını belge olarak kabul ettiklerini bildirdi.

İran ve 5+1 ülkeleri arasında Kazakistan’ın Almatı şehrinde yapılan müzakereleri Mehr Haber Ajansına değerlendiren İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi Avaz Haydarpur, bu müzakerelerin geleceğinin aydın olmasının yanı sıra İslami İran'ın lehine tamamlanacağını ifade etti.

Haydarpur, İran’ın gereksinim duyduğu zamana kadar uranyum zenginleştirme çalışmalarına devam edeceğini konuşmasına ekledi.

Nükleer enerjinin askeri amaçlı olarak kullanılmasını haram olarak bilen İmam Hamanei’nin fetvasına işaret eden Avaz Haydarpur, 5+1 ülkelerinin bu müzakerelerde Rehber’in fetvasını belge olarak kabul ettiklerini bildirdi.

5+1 ülkeleri Almatı müzakerelerinde zenginleştirme konusunda kabul gördüklerini dile getiren İslami Şura Meclisi Milli Güvenlik ve Dış Politika Komisyonu Üyesi, İslami İran'ın, UAEK yasaları çerçevesinde hakkını bırakmayacağı gibi çalışmalarına devam edeceğini vurguladı.

mha

 

İslami Şura Meclisi milletvekilleri yayınladığı ortak bildiride, İran'ın nükleer faaliyetleri asla durdurulamayacağını vurguladı.

İslami Şura Meclisi'nin 252 milletvekili İran ile 5+1 grubunun Almatı müzakereleri arefesinde bir bildiri yayınladı

Bildiride, nükleer enerjiden yararlanmak, İran milletinin kesin hakkı olduğu vurgulanırken, bazı uyarılar gündeme geldi.

İranlı milletvekilleri bildiride, İranlı müzakereci heyetten İran milletinin tüm haklarını NPT çerçevesinde savunmasını ve her türlü uzlaşmayı milli çıkarlar çerçevesinde yapmasını istedi.

İranlı milletvekilleri ayrıca Rusya ve Çin'den Amerika'nın mantıksız taleplerini izlememelerini ve NPT maddelerini savunmalarını istedi.

Bildiride, İran'ın nükleer faaliyetleri asla durdurulamayacağı vurgulandı.

İran Sipahiler Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı “Tel Aviv İHA’nın İsrail üzerinde 60-70 kilometreye kadar uçtuğunu iddia ediyor, halbuki İHA 400 kilometre kadar uzandı” dedi.

İslam İnkılabı Muhafızları (Sipahiler) Ordusu Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı General Emirali Hacizade yaptığı bir açıklamada “Eyüp” olarak adlandırılan insansız hava aracından (iha) söz ederken “İsrailliler İslami İran’ın böyle bir İHA teknolojisini elde edebileceğine inanamıyorlardı. Onlar sadece Almanların bu teknolojiye sahip olduğunu zannediyorlardı” dedi.

General Hacizade daha sonra “İsrailliler bu İHA’nın İsrail’in hava sahasında sadece 60-70 kilometreye kadar ilerliyebildiğini ilan ettiler. Halbuki “Eyüp” işgalci İsrail hava sahasında 400 kilometre uçuş yapmıştı” ifadesini kullandı.

Sipahiler Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı General Hacizade ayrıca, söz konusu İHA’nın radara yakalanmayacak bir şekilde tasarlandığını ve bunu da defalarca ispatladığını hatırlatarak “Bence Lübnan Hizbullah Hareketi bu İHA’nın güzergahını kasıtlı olarak İsrail’in balon kameraları önünden geçecek bir şekilde tasarladı. Belli bir hedefi vardı ve bizce bu hedefine de ulaştı” diye konuştu.

 İran İslam Cumhuriyeti Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı, İran donanmasının 24. filosu yarın Pasifik Okyanusu'na varacağını bildirdi.

Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, gazetecilerle bir araya gelen İran İslam Cumhuriyeti Ordusu Deniz Kuvvetleri Komutanı Tuğamiral Habibullah Seyyari, deniz kuvvetlerinin 24. filosu yarın Pasifik okyanusuna varacağını bildirdi.

İran İslam Cumhuriyeti Deniz Kuvvetleri’nin serbest sularda bulunmasıyla ilgili İslam İnkılabı Rehberi’nin beyanatlarına atıfta bulunan Tuğamiral Seyyari, İran’ın serbest sularda barış ve dostluk mesajı taşıdığını söyledi.

Malaga Körfezi’nde demir atan İran’ın 24. filosuna işaret eden Tuğamiral Seyyari, İran donanması ilk kez serbest sularda 20 bin km yol alarak Asya’nın güney doğusu ve Pasifik Okyanusu'na ulaştığını dile getirdi.

Sayyari, İran donanmasının en son durağı Cang Jian adası olacağını kaydetti.

 

Hizbullah'a büyük kuşatma

Sol Haber'in Lübnan Al Manar sitesinden aktardığı habere göre Siyonist İsrail ve ABD'nin Avrupa'ya Lübnanlı direniş örgütünü "terör listesine" alması için başlattığı diplomatik atağa, Suriye'deki silahlı grupların saldırıları eklendi. Gelişmeler, Esad iktidarının devrilmesinin ardından hedefe konulacağı tahmin edilen Hizbullah için düğmeye daha erken basıldığını gösteriyor.

Lübnan'da selefi gruplar üzerinden Suudi Arabistan'la birlikte Hizbullah'a karşı örtülü operasyonlar düzenleyen ABD yönetimi bu stratejinin başarısızlığının ardından hedef tahtasına İran ile örgüt arasında bağlantı kuran Suriye'yi yerleştirdi. 

Suriye'de Beşar Esad yönetiminin devrilmesinin ardından sıranın Hizbullah'a geleceği, Şam yönetimine muhalif veya destekçi kesimlerin ortaklaştığı ender konulardan biriydi. 23 aydır Suriye'ye yönelik dış destekli müdahalenin hiçbir başarı elde edememesiyle, İsrail önce Suriye sorununa daha doğrudan müdahil olacağının sinyallerini verdi ve ardından Hizbullah'a karşı diplomatik ve askeri alanda büyük bir kuşatma başlatıldı.

İlk itiraf

İsrail'in Esad'ın devrilmesinin ardından sıranın Hizbullah'a geleceğini ilk kez açıkça geçtiğimiz Temmuz ayında açıkladı. İsrail Ordusunun kuzey sınırlarında konuşlandırılan 91'inci Tugayı'nın komutanı Hertzi Hallevy, gazetecilere "büyük bir Lübnan savaşına hazırlandıklarını ve müstakbel savaşın 2008'deki Gazze'ye yönelik saldırılarından çok daha büyük bir yıkıma neden olacağını" söylemişti. Hallevy planlanan saldırının hedefinin Güney Lübnan olduğunu ve amacının Hizbullah'ı yok etmek olduğunu kaydetmişti.

Aslında Hallevy'in söyledikleri, 2007'de Newyorker'da yayımlanan ve ABD'nin yeni dönemdeki dış politikasının ana hatlarını anlatan Seymour Hersh'in söyledikleriyle örtüşüyordu. Hersh'e göre, Lübnan'da selefi gruplar üzerinden Suudi Arabistan'la birlikte Hizbullah'a karşı örtülü operasyonlar düzenleyen ABD yönetimi bu stratejinin başarısızlığının ardından hedef tahtasına İran ile örgüt arasında bağlantı kuran Suriye'yi yerleştirdi.

İsrail doğrudan müdahil

2010 yılında ABD'nin Suriye yönetimine, Hizbullah'a verilen desteğin kesilmesi durumunda İsrail işgali altındaki Golan Tepesi'ni önermesinin Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad yönetimi tarafından reddedilmesiyle birlikte vekalet savaşı olarak adlandırılan süreç başladı. Hallevy'in açıklamaları ise bu savaşın en çok kızıştığı 2012 yılının Temmuz ayında geldi. Libya'dan getirilen ve İskenderun Limanı üzerinden Esad yönetimine karşı savaşan silahlı gruplara ulaştırılan yüklü miktardaki silahla birlikte muhalifler Halep ve Şam'a yönelik büyük bir saldırı dalgası başlatmıştı ancak aradan geçen 6 ayda muhalifler herhangi bir başarı elde edemedikleri gibi, Ocak ayı itibariyle Suriye ordusu, özellikle güneyde karşı atağa geçerek, bu grupların işgali altındaki birçok yerleşim birimini ele geçirmeyi başardı. Ocak ayındaki bu değişimle birlikte, İsrail'in sürece çok daha aktif olarak müdahalesi başladı.

29 Ocak'ta Şam yakınlarındaki Cemraya'da bulunan askeri tesisin İsrail uçakları tarafından vurulmasından bir ay önce, Lübnan'da yayın yapan El Mayedin televizyonu Golan Tepeleri'ndeki tarafsız bölgede kendilerine Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) adını veren grubun bazı üsler elde ettiğini belgelemişti. Bu üsler, aynı dönemde Ürdün'ün militanlara sınırı kapatmasının ardından güney eyaleti Dera'nın kontrolü için çok daha hayati bir öneme sahip oldu. Suriye yönetimi, Cermaya saldırısından İsraille işbirliği yapan silahlı grupları da sorumlu tuttu.

Cemraya saldırısından 15 gün sonra Lübnan'da bulunan İran Devrim Muhafızları komutanı silahlı saldırıda yaşamını yitirdi. İran yönetimi, Hüsam Hoşnevis'i "paralı milislerin ve İsrail yanlılarının" öldürdüğünü duyurdu.

İranlı komutanın öldürülmesi, Hizbullah'a yönelik en açık mesajlardan biri olarak dikkat çekti ve Tel Aviv yönetimi bu saldırıların ardından süratle harekete geçerek Avrupa'nın Hizbullah'ı terör örgütü listesine alınması için diplomatik baskısı yapmaya başladı. Bulgaristan yönetiminin Temmuz ayında 5 İsrailli turistin öldürülmesinden delil yetersizliğine rağmen Hizbullah'ı suçlaması ile ABD'nin de ortak olduğu diplomatik çaba yoğunlaştırıldı. İsrail'in Doğu Akdeniz'deki doğalgaz rezervleri için birlikte çalıştığı Güney Kıbrıs'tan da benzer bir suçlama geldi. İddialara göre, Hüssam Yakup adlı Lübnan pasaportlu bir tutuklu, Hizbullah üyesi olduğunu ve amacının İsrailli turistlere yönelik saldırılar için istihbarat toplamak olduğunu itiraf etmişti. Hizbullah ise İsrailli turistlere yönelik saldırıların sorumlusu olduğuna yönelik iddiaları kesin bir dille reddetti.

Avrupa Birliği (AB) içinde Hizbullah'ın terörist ilan edilmesine direnç gösteren Fransa'yı hedef alan diplomatik çabalarını artıran İsrail yönetimi, İç Güvenlik Bakanı Avi Dicther, hafta içinde Paris'e gönderildi. Dicther burada yaptığı açıklamada, AB'nin Hizbullah'ı terör örgütü saymamasının "saçma ve gerçeklikten uzak" olduğunu söyledi. Örgütün istedikleri gibi terör örgütü listesine alınması durumunda müstakbel saldırılarının finansal kaynaklarının kurutulacağını iddia etti. Avrupa Birliği ise henüz Hizbullah kararını açıklamadı... Hafta içinde AB Dışışleri Bakanları toplantısında, kesin bir karar için Bulgaristan'ın sunduğu dosyanın incelenmesi gerektiği diplomatik kaynaklar tarafından açıklandı.

ÖSO'dan Hizbullah'a saldırı

Diplomatik atak sürerken, ÖSO'dan önce Hizbullah'a saldırı tehdidi geldi ve örgüt adına Anadolu Ajansı'na önceki gün açıklamalarda bulunan Hisam el-Avvak, Hizbullah'ın, Suriye ve Lübnan'da bulunan bölgelerini bombaladıklarını açıkladı. ÖSO, saldırının nedeninin Hizbullah'ın, kendi kontrolleri altındaki bölgelere operasyon yapması olduğunu iddia etti ancak Hizbullah da, ÖSO'nun Lübnanlıların yaşadığı ve Lübnan toprakları içinde bulunan sınır köylerini ele geçirmeye çalıştığını savunuyor. Dün Russia Today'e konuşan Lübnan Dışışleri Bakanı Adnan Mansur da bu iddiaları doğruladı. Mansur, saldırgan tarafın ÖSO olduğuna, hedefin de Lübnan köyleri olduğuna dikkat çekti. Lübnanlı Bakan, köylerdeki çatışmaların bu saldırılara karşı "meşru müdafa" olduğunu vurguladı.

ABD'nin 2007 öncesindeki örtülü operasyonlarının finansörü olan Müstakbel Partisi'nin lideri Saad Hariri ise, ülkesinin resmi açıklamasıyla ters düşerek ''Hizbullah'ın esas görevi, artık İsrail'e karşı direniş değildir'' dedi.

Ülkenin kuzeyindeki Selefi gruplarla ittifak kurarak 2007 yılında Hizbullah'a karşı mücadeleye başlayan Hariri, "Hizbullah'ın Suriye cephesinde ne işi var? Suriye'deki silahlı grupların saldırılarını durdurmak görevimiz olsa bile, Lübnan sınırlarını savunma hakkını Hizbullah'a kim vermektedir" sorularını dile getirdi.

'Suriye'ye müdahale etmiyoruz'

ABD ve İsrail'e göre, Hizbullah Suriye ordusuna militanlara karşı mücadelesinde yardım ediyor. Bu iddia daha önce ÖSO komutanları ve bazı muhalif siyasetçiler tarafından da dile getirildi. Hizbullah, Suriye içinde askeri bir operasyona girişmediklerinde ısrarcı. Örgüt, daha önce yaptığı açıklamalarda Suriye ordusunun kendilerinden yardım talep etmediğini ve buna gerek de duymadığını açıklamıştı.

Hizbullah'ın Suriye içindeki savaşa dair konumu açıklık kazanmasa da, karşıtı Hariri ve müttefikleri bifiil Suriye savaşının içinde yer alıyor. Hariri'ye çok yakın bir isim olan Okab Sakr'ın Türkiye'de olduğu ve Körfez ülkelerinden gelen parayla militanların silahlandırılmasını kontrol ettiği ortaya çıkmıştı. Ayrıca Hariri'nin kuzeydeki müttefikleri olan Selefi gruplar da Suriye'ye savaşçı yolladıklarını gizlemiyorlar. Dahası ÖSO'nun Kuzey Lübnan'daki Trablusşam'da kamplar elde ettiği ve bu kentte silahlı militanlarının Arap Alevilerine yönelik saldırılara katıldığı biliniyor.

Hizbullah'a yönelik kuşatmanın ana amacı ise henüz belirsiz... Bazı yorumlar, İsrail'in Suriye'ye doğrudan müdahil oldukça, Hizbullah'ın misillemelerinden çekindiğini ve bu nedenle de örgütü zayıflatmak için operasyonlarına hız verdiğine dikkat çekiyor ancak ABD'nin muhaliflerle Şam yönetimi arasında müzakerelere ağırlık verdiği dönemde, bir diğer iddia ise Tel Aviv'in bitmekte olan savaştan çıkabileceği en büyük kazançla çıkmaya çalıştığına yönelik.