
کارگر
Hac - Ali şariatı
Hacc tecrübesi bana neler öğretti.
Kişi hacca giderken kendi kendine "hacc ne demektir diye sormalı ve haccın Allah"a doğru yükselmesi olduğunu bilmelidir." Hacc ibadeti pek çok şeylerin aynı anda gösterisidir.
Gösteride Allah, sahnenin yöneticisidir. Adem, İbrahim, Hacer ve şeytan başlıca karakterleridir. Sahneler Mescid"ûl Haram, haram bölge[Mıntıka-i Haram] meş"a [Safa-Merve arası]Arafat, Meş"ar [Arafat"la Mina arasında hacıların gece kaldığı ve şeytan taşlamak için taş topladığı yer] ve Mina’dır. Önemli semboller Kâbe, Safa, Merve, gündüz, gece, güneş ışığı, güneşin batışı ve kurbandır. Kostüm ve makyaj ihram, halk ve taksirdir. Hacc"a giden kişiler erkek, kadın, genç ve yaşlı siyah beyaz ne olursak olalım Allah"la şeytan arasındaki karşılaşmada Adem İbrahim ve Hacer"in rolü tarafımızdan oynanır. Hacc"da şunlar şöyle yapılmalı böyle yapılmalı gibi şeylerden ziyade Hacc"ın Müslümanlara niçin farz olduğu üzerinde durulup öğrenilmesidir.
Boş Bir Felsefeyi Red
Hayat yaşadığımız şekliyle tiyatroyu andırır. Kişi gayesiz, gece ve gündüzleri izler. Gün be gün yaşamayı temel kabul eden insanın yönü yoktur. Amacı sadece yaşamaktır. "Yaşayan bir bedende ölü bir ruhtur var olan. Ama Hacc olayı bu sağlıksız durumu değildir. İnsan Hacc"a gitmeye karar verdi mi gerekli adımı attı demektir. Hacc"ı gerçekleştirme yoluna girilmiştir. Hacc gayesizliğin karşıtıdır. Evinden çıkacaksın Allah"ın evini [BEYTULLAH] veya insanların evini ziyaret et, çevreni terk et, pak topraklara git orada Meş"ar-i Haramın cana can katan seması altında Allah"la [CC] karşılaşabilirsin. Çektiğin yabancılıklar bitecektir. İnsan sonunda kendini bulacaktır.
Allah"a Ulaşma
Hacc, haram aylardan Zilhiccede yapılır. Mekke toprağı asûde ve huzur doludur. Çöl korku nefret ve savaşın yerine barış ve güvenlikle tanınır. Halkın Allah"la karşılaşmaya serbest olduğu bir ibadet havası hakimdir.
Sen ey çamur, Allah"ın ruhunu ara ve O"nun ardından git davetini kabul et O"nu görmek için evini terk et. O seni bekliyor. İnsan varlığı, gaye, Allah"ın ruhuna yaklaşmak olmadıkça bir saçmadan başka bir şey değildir. Seni Allah"tan uzaklaştıran bütün şu ihtiyaç ve doymak bilmez arzularından sıyrıl. Dolayısıyla Hacc"a giden sonsuz insan göçüne katıl. Kâdir Allah"ı gör! Hacc için evinden ayrılmadan önce bütün borçların ödenmelidir. Yakınlarına veya dostlarına karşı duyduğun bütün nefret ve kızgınlıklar yok olmalı. içinde bir arzu doğmalı. Bütün bu jestler, bir gün herkesin başına gelecek ölüme hazırlanmada birer deneydir. Bu hareketler, kişisel ve malî arınmayı garanti eder. Vedanın son anları ve insanın geleceği sembolize edilir. Sen ve bedeninin her azası amellerinizden sorumlusunuz. Bu amel yurdundayken, hesap yurduna hazırlan. Ölmeden önce ölümü duy. Hacca git.
Mikata Giriş Ve Bir Oluş
Gösteri Mikat"ta başlar. Bu noktada insan elbiselerini değiştirmelidir. Niçin dendiğinde çünkü kişinin elbisesi kendisi kadar karakterini de örter. Kişi elbise giymez fakat gerçekten elbiseler onu gizler. Mikat"ta elbiselerini çıkar ve bırak. Düz beyaz kumaştan kefeni giy. Herkes gibi giyineceksin. Bir parçacık halinle kalabalığa katıl bir damla olarak okyanusa dal. Gururlanma, buraya birini görmek için gelmedin. Alçak gönüllü ol, Allah"ı göreceksin. Ölümcüllüğü kavrayan bir kişi ol veya bir ölümcül ol, varlığını duyan.
Mikat"ta ırkını veya kabileni hiç düşünmeden günlük hayatında seni bir kurt [vahşet ve zulmün sembolü] bir fare [kurnazlığın ve istifçiliğin sembolü] bir tilki [hilekarlığın sembolü] veya bir koynun[köleliğin sembolü] yapan bütün örtüleri çıkar at. Bunların hepsini Mikat"ta bırak ve sonunda nasıl bir ölü olacaksan, şimdi de bir insan, yalnızca bir Adem olarak başlangıçtaki şekline bürün. İki parçalı kumaşa dolan birini omuzlarına ört, diğerini beline sar. Hiçbir özel şekil ve araç kullanma. Giydiğin kumaş oldukça basit ve sade dokunmuştur. Herkes aynı ihramı giyer. Hiçbir görünüm farkı yoktur. Dünyanın her tarafından gelip Hacc"a doğru yol alan kervanlar Mikat"ta toplanacaktır. Aynı yerde ve aynı zamanda karşılaşacaklardır. Allah yolunda kişi olduğu gibi değil olması gerektiği gibi olacaktır ve dönüş Allah"a dır. Kişi Allah"a dönmeye karar verir. Bütün benlik ve bencillik eğilimleri Mikat"ta gömülür. Kendi ölü bedenini görür ve kendi mezarını ziyaret eder. Kişiye hayatının son noktası hatırlatılır. Mikat"ta ölümü ve tekrar dirilmeyi duyduktan sonra, Mikad’la Miyad arasındaki çöl görevine devam etmelidir.
Hacc"ı eda eden herkes Allah"la karşılaşmak üzere kendinden uzaklaşmıştır. Ona Allah’ın ruhu bahşedilmiştir.
Bir sürgünden kurtulup ahirete gittin. Cehaleti ve zulmü yenerek ilim ve adaletle aydınlandın. Şirki terk ettin, tevhidi kabul ettin. Haccı eda etmeden önce, insanlar insan olma özelliğini kaybetmişlerdi. Kuvvet, servet, kabile, ülke ve ırklarla kendinden kopmuşlardı. Hayatları sadece bir varolmaktan öte geçmiyordu. Sonunda hac ibadeti kendilerini keşfetmelerini sağladı. Şimdi birbirlerini bir olarak ve bir fert olarak algılıyorlar başka hiç bir şey değil.
Niyet
Büyük bir değişiklik başlangıcı olan Mikat"a varmadan önce niyet edilmeli. Bu niyet benlikten, Allah"a giyimli olmaktan soyunuk olmaya, günlük hayattan ebedi hayata bencillik gayesizlikten bağlılık ve sorumluluğa geçme niyetidir. Kısaca ihramlı oluşa geçiştir. Niyetini kuvvetle belirlemelisin. Hurma tohumları gibi kabuğundan çıkacaksın. Son derece bilinçli olarak inancını kalbinde duymalısın. Kalbini aşk aleviyle aydınlat. Yan ve parla, kendini tamamen unut!Geçmişteki hayatın, ihmal ve cehaletten ibarettir. Her bakımdan yardımsızdı. İşinde bile alıştığından fazla veya zorla köle olmuştun. Şimdi bu yaşama şeklini bırak. Tam anlamıyla Cenab-ı Allah’ın kendinin ve insanların bilincine er.
Mikatt’ta Namaz
Mikat"ta hac etmeye hazırlan, neyi niçin yapman gerektiğini bil. İhrama girdiğinde kendini Allah"a arz ederek namaza dur. Mikat"ta namaz Allah"ın senin huzurunda putlara tapan değil Kurt değil tilki değil fare değil İbrahim gibi duruyorum demektir. Bu duruş bilinçli ve bilerek Allah"a itaat etmek Allah"la daha içten konuşuyor gibi olma ve Allah sanki hemen karşında gibi niyetlenmektir. Mikat"ta namaz artık ondan başka kimse karşısında rüku ve secde etmeyeceğine dair Allah"a verilecek bir sözdür.
Bazı Davranışlardan Kaçınma [Muharremat]
İnsan ihramlıyken yapmaması gereken bazı şeyleri bilmesi gerekir. Aynaya bakmamak lazım, benliğini unutmak için, güzel koku kullanma, kimseye emir verme kardeşlik havasında ol, tamamen itaât etme zamanıdır.
Herkes yer yer kendisi Allah"a sesleniyor ve Kâbe"ye yaklaşıyorsun, yaklaştıkça heyecan artıyor. O atmosferde Allah"tan başka kimseyi görmüyorsun. Tek o var diğerleri köpük ve dalga gibidir onun dışındaki her şey sahtedir. Hacc’ın çeşitli bölümlerini yerine getirirken insan kendinden koptuğunu ve Allah"a doğru bir hareket içinde olduğunu hisseder. Mekke"ye yaklaşırken haram bölgeyi gösteren işaret vardır. İşte bu bölgede yasaktır. [Avlanma, Bitki koparma gibi] Harem-i Mekke"ye yaklaştığınızda Lebbeyk sesleri kesilir.
Allah"ın evine varış herkesin kalbini Aşk ateşi i1e yanmakta olduğu hissedilir. Şimdi Kâbe ye daha da yakınız sessizlik, düşünce ve sevgi dolu gözlerin büyüdükçe büyüyor ve kıbleye dikiliyor. İnsan o anda soluğunu yakalaması güçleşiyor. Vadiyi inerken yıkılacak gibi olursun. Fakat karşında o Kâbe gözüküyor. Burası imanın, sevginin ve hayatın merkezidir.
Oldukça sade bir şekilde döşenmiş ve araları tebeşirle doldurulmuş siyah taşlardan yapılan Kâbe boş bir küp şeklindedir Kâbe yi boş görmek ne kadar güzel orada hac için bulunduğunu hatırlatıyor. İnsanın varacağı son nokta değil. Kâbe, yön gösteren bir kılavuzdur.
Sonsuzluğa varmaya karar verdikten sonra Hacc"a başlarsın Hac Kâbe ye doğru değil Allah"a doğru sonsuz bir harekettir. Allah’ın pak kulu olmakla şereflendirilmiş bulunuyorsun. Hala kendine bağlanmış ve kendini düşünüyorsan bu kutsal eve girmene izin verilmez. Mekke’ye Beyt-i Atik denir. Atik hür oluşu temsil eder. Mekke kimseye ait değildir. Allah Mekke’nin sahibidir. Benliğinden gelen eğilimlerin tamamını atabilirsen aileye katılmaya hazırız demektir. Allah"ın ailesinin kıymetli bir ferdi ve dostu olarak kucak açarlar sana. Duvarla Kâbe arasında dar bir geçit vardır. Kâbe"yi tavaf ederken Allah duvarın etrafında dönmeyi emretmiştir. Aksi halde Hacc"ın kabul olmaz.
Tavaf
Kâbe çevresinde insanlar daire çizerek dönerler. Kâbe Allah"ın ölümsüzlüğünü ve sonsuzluğunu sembolize eder. Dönen daireler ise yaratıklarının sürekli hareket ve değişimlerini temsil eder. Allah"ın yolu insanların yoludur; Allah"a yaklaşmak için önce insanlara yaklaşmalısın. Her dinin kendine özgü bir ibadeti vardır. Bu İslam’da cihattır. Tavaf süresince Kabe’ye giremezsin. Çevresinde herhangi bir yerde duramazsın. Kalabalığa katılmalı ve kalabalıkta kaybolmalısın. Tavaf eden insan çağlayanın içine dalmalısın. Hacı olmanın yolu buradan geçer.
Hacerü"l Esved Ve Biat
Tavaf Hacerü"l Esved"in bulunduğu noktadan başlar. Burası evrenin düzenine girdiği yerdir. İnsanlara katıl eğer insanlara katılmazsan yörüngeni bulamayacak ve Allah"a yaklaşamayacaksın.
Hacerü"I Esved"e dokunmak lazım sonrada insanların arasında kaybolmalısın. “Hacerül Esved yer yüzünde Allah"ın sağ elidir.” Hacer insanlık için bir örnektir. Ona memedeki çocuğu ile evini terk etmesini emretti. Hiç bir bitkinin öyle ki bir deve dikeninin bitmediği korkulu Mekke vadisine girmesi söylendi. Oda Allah’a olan aşkından bu emri anladı ve kabul etti. Böyle bir yerde, su varlık için gerekli, bebek süt ister, insan arkadaşa muhtaçtır. Kadın bir desteğe ihtiyaç duyar ve bir anne yardım bekler, bütün bunlar doğru ama ilahi aşk bütün bunların yerini alabiliyor. Eğer ruhu O’nu tanırsa bir kimse yalnızca aşkıyla yaşayabilir. Sonuç olarak Allah’a kesinlikle güvenmeliyiz.
Makam-ı İbrahim [Hz. İbrahim"in Makamı]
Tavaf yedinci dönüşünü tamamladıktan sonra tavaf hali sona erer Makam-ı İbrahim de iki rekat namaz kılınır. İbrahim"in makamı ayak izlerinin bulunduğu taş parçasıdır. İbrahim bu taşın üzerinde durarak Kâbe"nin köşe taşını [Hacerü"l Esved] yerine koydu. Kâbe"yi yapmaya buradan başladı. Gel Hacc et, tavaf eden insan seline katıl ve sende tavaf et. Bu sevgi deresinde bir saat yüzdükten sonra üzerine titrediğin ölümcül varlığını terk edecek ve Allah"ın sonsuz yörüngesinde sonsuz var oluşa eren insanlar arasında yeni bir hayata kavuşacaksın.
İşte şimdi İbrahim gibisin.
Sa’y
Sa’y bir arayıştır amacı olan bir harekettir. Koşmak ve seyretmek diye tanımlanır. Sa’y çalışmasıdır bedenin Susuzluğunu gidermek ve çocuklarını doyurmak için su ve ekmek ardından koşman ve çaba harcamandır demektir. Say ihtiyaçların için tabiatın kalbinde araştırma yapmak ve kavga etmektir. Taştan su çıkarma girişimidir. Şaşırtıcıdır ki mesafe olarak tavafla sa’y arasında ancak bir kaç adım ve bir kaç saniye vardır. Yine de bu ikisi arasında büyük bir farklılık göze çarpıyor. Tavaf: Mutlak sevgi, sa’y: Mutlak akıl. Tavaf: Tamamen O, Say: Tamamen sen.
Tavaf yalnızca Kadir-î Mutlak"ın iradesi Sa"y yalnızca senin iraden Hac tavaf ve sa"yın birleşimidir. Tavaf yaşamak için değil Allah davası için yaşamak, Sa"y yalnızca kendin için değil insanlar için de elinden geleni yapmak.
Sa’y ın Sonu [Taksir]
Merve"de sa"yın son noktasında saçını kısalt veya tırnaklarını kes. İhramını çıkar ve her günkü elbiseni giy kendini serbest hisset eli boş ve susuz Merve"den ayrıl İsmail"ini bulmaya git. Ey sa"y ederek yorgun düşen insan Aşka güven. Ey sorumlu insan elinden geleni yap. Çünkü İbrahim susuzdur ve sen sa"y yapmaktan gelen Hacc"ı kalbine dikkatle kulak ver. Şırıltıyı duyacaksın Merve tepesinden zemzeme doğru yürü bir kap yudum al yüzünü yıka ve geldiğin yere bir miktar götür ki hediye diye insanlara sunasın.
Büyük Hac
Zilhiccenin dokuzuncu günü hac başlar. Mekke"ye gitmeye karar vermek Hacc"ın bütünüyle gerçekleşmesi olmadığı gibi Kâbe ve Kıble"de Hacc"ın hedefleri değildir. Tevhidin önderi [İbrahim] Hacc"ın Kâbe’de bitmediğini tersine Kâbe"yi terk ettiğin anda başladığını öğretiyor. Sana Kâbe varacağın son durak değil başladığın ilk noktadır. Umre için ve Mikat"ta evini terk ediyorsun şimdi ise Hac için Allah"ın evini terk etmelisin. Şimdi Allah"a yaklaşacaksın. Evi ziyaret etmeyecek fakat sahibini göreceksin ve varış Allah"adır. Kâbe son durak değil yalnızca yöndür. Mekke"ye geldin burada kalma haramda durma Mekke"ye gelişten daha büyük bir yolculuğa [Hacc"ı temettü] başlamalıyız. Zilhiccenin dokuzunda nerede olduğumuza bakmadan ihramını giy. Mekke"ye sırtını dön ve yürü Mekke"den daha kutsal ve daha saygı değer neresi vardır. Durma göreceksin.
Arafat
İhramını giyip de Mekke"den çıkınca güneş batımına kadar kalman gereken doğuya [Arafat’a] doğru yola çıkacaksın geri dönüşte Maş-arı haram arkasında Mina’da kalacaksın. Vakfe için Arafat’a giderken yavaş yavaş durup dinlenmeden Arafat’a gideceğiz. Onuncu günün sabahında on ikinci güne istersen on üçüncü güne kadar Mina’da kalınacak. Allah’a dönerken içlerinden geçerken üç bölüm vardır. Arafat, Maş-ar ve Mina. Bunlar üç ziyaret yeri değildir. Allah bizzat onların ilahi isimlerini kendisi vermiştir. Arafat hikmet ve ilim demektir. Mahşer bilinç ve anlayış demektir. Mina aşk ve inanç demektir.
Arafat"ta güneş batınca insanlar Meş-ar"a doğru yola koyulurlar ve orada dururlar. Sonrada Mina"ya hareket ederler buraların sınırı yoktur.
Takva kendini eğitme dua kendini Allah"a arz etme Arafat"ta ihtişam bakışında olmalı. Baktığın şeyde değil hangi durumda olursan ol bu günü işlediğin gibi geçirebilirsin. Senden istenen şey durman [Vakfe] ve sonra Arafat düzlüğünü güneş batımını terk etmelidir.
Meş-Ar
Arafat"ta kaybolurken sen de oradan ayrılıyorsun, Arafat kaybolmuştur. Durmak mı asla, oturmak mı hiç bir yerde bir yarım gün tam bir gece veya iki gün kalmak, hepsi bu kadar. Çadırların hepsi kaldırılmalıdır. Karanlıkta ve gecenin sessizliğinde düşünceleri bir noktaya daha fazla toplayabilmek suretiyle elde edilen anlayış gücüne Meş-ar denir. Arafat tecrübe ve nazar bölümü, Meş-ar ise görüş ve basiret bölümüdür. Yer ve gök hürriyet ve alçak gönüllülük içindedir.
İlim Allah"ın dilediği kimselerin kalbine yerleştirdiği bir nurdur. Bu doğru kılavuzluk bilgisidir. Arafat bilgisini her hangi bir kişi öğrenebilir ama Meş-ar’ın nuru Allah’ın dilediği kimselerin kalbine yerleştirdiği ışıktır. Mikat’ta iken kendini unutup insanlara katılmışsın. Tavaf’ta onlarla sürüklenmişsin.
Say"dan sonra kendini bulmuş Arafat"ta okyanusa çekilmiştin ve sonra yeniden Meş-ar’da kendini bulacaksın. Böyle bir kalabalık içinde herkes kendi başınadır. Burada örtüsüz renksiz maskesiz veya makyajsız pak gerçeğini keşfettin. Bu gece bir dostla [Allah] özel bir konuşma yapacaksın. Kendini ona aç ve günahlarını itiraf et. Şimdi bütün bu sınırları görmeyip duvarları yıkma zamanıdır. Yıllardır içinde tutsak kaldığın şeylerden sıyrıl. Burada kendinlesin. Elini çenene koy ve bu gece Allah’la baş başa ol. Silahların ve inancınla yanında yalnızca O ve sen varsın. Eğer Muhammed’in iyi bir ümmeti isen O’nun gibi yap. Bırak kalbin aşkla aydınlansın. Orduda kurallara dikkat et. Üç gün Mina‘da kalman gerektiğini unutma.[10.,11.,12. Günler] kurşunların boşa gitmeyeceğinden emin ol. Yalnızca düşmana çarpanlar kabul görecektir. Mina savaş alanıdır. Savaşmak lazımdır. Meş-ar kamp yeridir. Sabah namazında sessizlik hakimdir. Meş-arda herkes uykudaymış gibi gece dağların üzerinden süzüldü. Meş-ar’da uyuyanların üzerinden sıyrıldı ve Mina boğazında kayboldu ve şu anda güneş doğuyor.
Mina
Son ve en uzun kalış Mina"dadır. Güneş doğduktan sonra Meş-ar’da durma. Çünkü gündüz ilk Mina"da olma vaktidir. Güneşin doğuşuyla birlikte hücuma geçmek hücum vakti girdiği zaman güneşin emri zamanın emridir. Bu emre uy. Yalnızca güneşe kulak ver ve onuncu günün güneşini bayram güneşini gözle. Her şeyi anladığını söyleyen hiçbir şey anlamayandır.
Allah"a yaklaşmaya karar vermiş olan insanlar ümmet sonsuz ve harekat eden cemaat bütün kaya ve setleri delecek ve sonunda kuşkusuz denize ulaşacak olan gürleyen sel... Evet. Meş-ar’dan Mina"ya giden yolun üzerinde durmazsan yanlış yola gitmez veya insanlara karışırsan Mina"ya ulaşacak, şeytanları yenecek ve İsmail"ini kurban edeceksin. Bu hacca giden herkese Allah’ın açık emridir.
Savaş Cephesi [Şeytan Taşlama]
Kral Caddesi boyunca yerleşmiş üç Şeytan birbirinden 100 metre kadar uzaklıktadır, her biri bir anıtı, bir heykeli veya bir putu temsil eder; her yıl yüzleri beyaza boyanır.
Allahu Ekber, ne kadar anlamlı! Ordu geldi; hepsinin ellerinde silahları[taşları] ve ateşlemeye hazırlar. Birinci puta vardığında[cemre-i ula] ateş etmeden geç git. İkinci puta vardığında da aynısını yap. Fakat üçüncüye vardığında geçme, ateş et! Niçin? Şu akıllı ve tecrübeli öğretmenler, genellikle sürüp giden bir yolda yavaş yavaş ve sessizce dönüş yapmamızı söylerler, ama burada kumandan ve emir veren İbrahim’dir. İlk hücumda sonuncuyu vur ve vuruşların başından ve yüzünden olmalıdır savaş bitmiştir. Son put düştüğü zaman birinciler ve ikinciler karşı koyamaz. Cepheden ayrılınca işimiz kurban kesmektir. İhramını çıkar, istediğin elbiseyi giy, saçını kes, istersen koku sürün.
Artık serbestsin. Hacc süresince her hareket niyetine bağlıdır ve niyetle yapılır. Haccın özünü anlamayan kimse boş bir zihinle ülkesine döner.
Hacc Süresince
Tavafla tevhid inancını ilan edeceksin. Say ile Haccın uğraşını yapacaksın Kâbe, den Arafat"a gitmekle Ademin inişini göstereceksin. Arafat’tan Mina"ya gitmekle insanın yaratılış felsefesini düşüncelerin saf bilimden saf aşka doğru evrimini ve ruhun çamurdan Allah’a [cc] doğru
yükselişini sergileyeceksin. İbrahim"in sahnesi Mina"dayız. Şu anda İbrahim gibi davranmaktayız. O oğlu İsmail"i kurban etmek için getirmiştir. Bizim İsmail"imiz Kim veya Ne? İşte onu bilemiyoruz. Ama bizi kör ve sağır ne ediyorsa işte odur kurban edeceğimiz.
İsmail"in Kurban Edilmesi
Sevgili oğlun, hayatının meyvesi, neşen, oluş nedenin, varlığının anlamı, oğlun; hayır, İsmail’in. O’nu bir kuzu gibi yatır ve kurban et! Ayaklarının altına al ki, kaçıp kurtulamasın. ellerinle kavrayarak başını tut, boyun damarını kes, fakat daha fazla kımıldayamayacağını sezinceye kadar ayaklarının altında tut. Sonra ayağa kalk ve O’nu yalnız kendi haline bırak! Ey “itaatkar” olan ve Allah’ın[cc] kulu”!Allah’ın senden istediği budur. Bu inancının çağrısı, tebliğinin özüdür. Bu sorumluluğundur. Ey ‘sorumlu adam!’ Ey ‘İsmail’in babası!’
İbrahim’in iki seçeneği vardı; ya kalbinin ağlayışlarına kulak verecek ve İsmail"i kurtaracak veya Allah"ın emirlerine uyup O"nu kurban edecekti! Birini seçmek zorundaydı.
İçinde ‘sevgi’ ve ‘gerçek’ kavga ediyordu ‘sevgi’, hayatı; ‘gerçek’ ise inancıydı]! Allah kendi hayatını istemiş olsaydı vermek çok daha kolay olacaktı İbrahim, hayatını Allah davası uğruna adamıştı ve bu nedenle Allah’a itaat etmesi gerektiğini hissediyordu. Bu, O’nun için bir ‘bencillik’ ve ‘zayıflık’ idi. Bazı kişiler için iyi ve güzel olan, İbrahim gibi şerefli bir insan için kötü ve çirkin olabilir. O Allah’a en yakındı.
İbrahim çağrıyı düşününce her şeyiyle teslim oluyor, fakat sıra İsmail"i kurban etmeye gelince katlanılmaz bir acı duyuyor, kemiklerinin kırıldığını ve yüzünde üzgün bir ifade belirdiğini hissediyordu. İbrahim’i böyle kötü bir durumda gören şeytan; Nerede ve kimde bir korku, zayıflık, kuşku, kıskançlık, ümitsizlik, aptallık ve sevgi belirtisi görse çirkef işini yapmaya koyulur. Seni eğlendirir ve görevlerini yapmaktan alıkoyar ki çağrı gerçeği kavranmasın.
"Bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız ancak bir fıtnedir".[Enfal 28]
Oğluna olan sevgi bile, seni ‘deneme’ yoludur. İsmail sevgisi İbrahim için bir imtihandı; şeytanla karşılaşmalarında O"nun tek zayıf yönü olmuştu bu. İbrahim bunun açık bir vahiy olduğunu ve oğlunu kurban etmesi gerektiğini biliyordu. Üzgün ve kalbi kırıktı. Şeytan bundan dolayı O"nu kandırma fırsatı buluyordu.
Şeytan bu durumdan faydalanarak önüne çıktı ve aynı şeyi fısıldadı: “Bu çağrıyı rüyanda duydun”.”Hayır bu yeterli, bu yeterli” dedi İbrahim kendi kendine; karar verdi ve seçimini yaptı: “Mutlak hürriyet olarak Allah"a itaat”, yani İsmail"i kurban etmek. Hürriyetine giden yolda bu son daha kalmalı ve oturup bütün çağların üzerinde birleştiği şu soruyu kendi kendine sormalısın: "Toplum için ne yapabiliriz?" Ve cevabı bulmaya çalış. Sadece otur ve hacc boyunca ne yaptığını düşün!
Baba Ve Oğul Arasındaki Konuşma
Mina"da kuytu bir köşede İbrahim [AS] oğluyla konuştu! Yüz yıl yaşamış ak saçlı sakallı babanın yanı sıra İsmail gençlik çağına yeni giriyordu. Dünyanın değil Arap yarımadasının göğü böyle bir görünüme katlanamazdı! Tarih, baba ile oğul arasındaki böyle bir konuşmayı kaydetmemişti hiç. Kimse de, dostça fakat ürkütücü bir konuşmayı düşünmemişti!
İbrahim başlangıçta hikayeyi yeniden anlatıp oğluna "burada seni ellerimle kurban edeceğim demek için ağzını açmadı. Sonunda, Allah"ın güvenine sığındı ve " İsmail rüyamda seni boğazlıyorum" dedi! Öylesine hızlı söylemişti ki bu kelimeleri kendisi bile işitmedi. Sonra sustu. Korkulu ve solgun, İsmail"in gözlerine bakmaya dayanamıyordu. İsmail babasının içinde bulunduğu durumu sezerek onu teselli etmeye çalıştı. "Baba itaatkar ol ve Allah"ın emrini yerine getirmek için tereddüte düşme. Beni de itaat edici olarak bulacaksın. Katlanabilirim ben " dedi. Allah Teala ders veriyordu. Bundan böyle Allah için insan kurban olarak kesilmeyecektir. İbrahim gibi, İsmail"ini seçip Mina"ya getirmelisin. Kimdir İsmail"in? Kendin bileceksin, başkalarının bilmelerine gerek yok. Karın olabilir, yeteneğin, işin cinsiyetin. gücün rütben Mevkin vs. olabilir. Hangisi olduğunu bilmiyorum, fakat senin İsmail İbrahim’in yanında ne kadar sevgiliyse senin yanında da o kadar sevgili olması gerekir!İsmail’in bazı göstergeleri, hürriyetini senden alan ve görevlerini yapmana engel olan her şey, seni eğlendiren gerçeği bilmen ve duymadan alıkoyan sorumluluğu kabul etmekten çok seni özür aramaya iten her şey ve yalnızca ileride desteğini almak için seni destekleyen her herkestir. Onu hayatında arayıp bulmalısın. Eğer Allah Teala’ya yaklaşmak istiyorsan, İsmail’ini Mina’da kurban etmelisin. İsmail yerine bir koyun kesmek kurbandır, fakat yalnızca kurban kesmek için, bir koyun kurban etmek kasaplıktır.
Üç Put Üçlemenin [Teslis] Sembolleri
Mina’da üç putun İbrahim’i aldatmaya çalışan şeytanı temsil ettiğini hatırla.
Birinci put [cemre-i ulâ]:"Arafat"ın düşmanı"
İkinci put [cemre-i vustâ]:Meş"ar"ın düşmanı"
Üçüncü put [cemre-i ukbâ]:"Mina"nın düşmanı"
Ey hacı. Şu anda Mina"dasın. Ateşle silahını İsmail"ini kurban yerine getirdin. İbrahim gibi üç putu vur ve devir.
Bayram
Hareket bitti ve biraz sonra hacc sona erecek.
Nerede?
Mina"da!
Şaşırtıcıdır ki, Mekke"nin komşusu olan yerde! Neden hacc Mekke ve Kâbe yanında bitmezde, burada biter? Haccın bu sıralarını anlamalısın. Bu kalabalığın ortasında ne yaptığının tam anlamıyla bilincinde olmalısın. Burada düşünebilmelisin;evinin bir köşesinde veya hayallerinde değil! Hacc birlikteliği teşvik eden bir bütünlüktür. Allah [cc], İbrahim [asm] ; Muhammed [sas] ve insanlarla karşılaşılan yerdir. Haccı anlamak ve tanımlamak gidebilmek ve şimdiye kadar söylediklerimizi yapabilmek demektir.
Mina"da Gecikme
İnancını ve ne yaptığını düşünmen için iki gün daha kalınır. Bayram günü kurban kesildikten sonra merasim biter. Mina"da iki gün veya üç gün daha kalman gerekir. Bu günlerde Mina"dan ayrılman, Mekke"ye dönmen düşünülmez. Niçin şeytan yenildi, kurban kesildi, İhram çıkarıldı ve bayram kutlandı. İnsan için İbrahim"in makamına ulaşmaktan başka daha üstün bir rütbe yoktur ve burada herkesten rolünü oynaması istenmiştir. Bütün bu menasikin sonunda, ülkene dönmeden önce, bayramdan sonra iki gün daha kalmalı ve oturup bütün çağların üzerinde birleştiği şu soruyu kendine sormalısın. Toplum için ne yapabiliriz? Ve cevabı bulmaya çalış. Sadece otur ve hacc boyunca ne yaptığını düşün.
Bayram Gününden Sonra Arka Arkaya Yapılan Hücumlar
İlk gün, ilk hücumunda son putu vurur ve kurban yerine giden yolu açarsın. Sonra ihramını çıkarır ve sevinçle zaferini kutlarsın! İkinci gün tekrar vurmalısın, ama putların üçünü de. Bu kez, sırayla, birinci, ikinci ve son olarak da üçüncü putu vurursun. Üçüncü gün, ikinci gün yaptıklarının bir tekrarıdır. Dördüncü gün, istersen Mina"da kalabilir istersen ayrılabilirsin. Kalmaya karar verirsen ikinci veya üçüncü günün atışlarını tekrarlamalısın. Dördüncü gün kalmamaya karar verirsen kalan silahlarından arta kalanı Mina"da bir yere gömmelisin! Bu bir zorunluluktur!
Son Mesaj
Hacc süresince yapılan bütün davranışlar, Kur"an"ın kelimelerle anlattığı mesajı nakleder. Haccı bitirmeden önce, Kur’anı hiç olmazsa baştan sona bir kez okuman ve son suresinde bir ders çıkarman öğüt verilir.
Neden son sure? Hacc’ın son aşaması vurmak olup, Kur"an"ın son suresinin son kelimeleri de bir tehlikeden uyarma konusundadır! Hacc"ın sonunda sen üç putu vurursun, Kur"an"ın sonu da üç gücü reddeder. Hacc"ın son bölümünde, Müslüman, bir tehlikeye karşı uyarılırken, Kur"an"ın son bölümünde de bir şerre karşı uyarılır. Kur"an"ın biterken şerrin bitmemesi, Peygamberliğin biterken tehlikenin sürmesi bize şaşırtıcı geliyor belki! Kur"an"ın son iki suresi, `şer"den sığınma `dan söz eder ve aynı zamanda, İbrahim [as.]’ın peygamberliğini tamamlayan, tevhidin son peygamberi Hz. Muhammed"i [sav.] uyarır. Ve Hacc"ın son iki günü, kişinin savaşmak zorunda kaldığı ve Allah’ın [cc] İbrahim"e[as.] uyarıda bulunduğu Mina"da geçer. Ve sen ey Muhammed"in [sav] ve İbrahim’in [as.] sünnetinin yolunda giden, yalnızca menasike uyman değil, fakat `şifre"leri çözmen gerekir. Mina"dan sonra nereye gidiyorsun? Ey hacı, ülkemize dönmek için Mina"dan ayrılmadan önce oturup muzaffer peygamberimizin uyarıldığı tehlikeyi anlamak için Kur"an"ın son iki suresini okuyalım. Allah"ın sevgili elçisinden sığınmasını istediği şeyleri anlamak için, şu vahiylere kulak verelim:
"De ki: Sabahın Rabb"ine sığınırım,
Yarattığı şeylerin şerrinden,
Karanlığı çöküp bastığı zaman gecenin şerrinden.
Ve haset edenin, haset ettiği zaman şerrinden ,
Düğümleri üfleyenlerin şerrinden". [Felâk suresi]
Ey Habilin varisi; "babanın katilinden öc alıcı" Kabil ölmedi! Ey "meleklerin secde ettiği","Adem"in varisi"; şeytan şimdi öc alıyor! Üç yüzü, yedi rengi, yetmiş bin hilesi olan ve insanların kalbine fısıldayan bu şerden uzak dur..
Allah’a [cc], Şafağın Rabb"ine, "insanların sahibine, "İnsanların Maliki"ne ve İnsanların sevgilisine, İlahına" sığın. Ve sen ey hacı, Kurban Bayramı"ndan sonra Mina"da kal ve günde yedi kez üç putu vur! Her günü Kurban günü. Her ayı Zilhicce. Her yeri Mina ve... hayatı hacc bil.
Sonuç
Mina"da kalma zamanı bitti ve Mekke sınırı yakınında törenler son buldu. Zilhiccenin sonuna doğru istediğin zaman, gerektiğinde Arafat"a gitmeden yapabileceğin bir Tavaf ve Sa"y daha var. Hacc menasiki bitmiş bulunuyor, işte yapman istenen şeylerin hepsi bu kadar. Ey, Hacc"ın son bölümü olan Mina"dan ayrılan hacı! İbrahim"in çağrısını kabul ettin Kişisel hayatının kısır döngüsünden kurtuldun. Zamanında Mikat’a geldin; Vahy’e kulak verdin; elbiselerini çıkarıp beyaz kefenini giydin. Evini ve ülkeni terk ederek bir misafir gibi Allah’ın Evi’ne ve cihad toprağına geldin. Sağ elini sıkarak Allah’a [cc] söz verdin. Tavaf çemberine katılarak tavaf eden insanların arasında kayboldun. Kendi kendin eliği bıraktın. Dağların tepesinde su bulmak için elinden geleni yaptın. Sonra Mekke’den Arafat’a indin ve bölüm bölüm [Meş"ar ve Mina"ya Giderek] geri Allah"a dönüp bilinç kazandın. Meş"ar karanlığında silah topladın. Aynı zamanda, diğerleriyle birlikte Mina sınırını geçtin. Şeytan ilk hücumunda yenildi. Hür oldun; İnanç ve aşk toprağını kurtardın. İbrahim makamına ulaştın, şerefin zirvesine -şehâdetin ötesindeki bölüme- çıktın. Son olarak bu çabanın bitiminde bir koyun kurban ettin
En tehlikeli ve en korkunç yaratılış geçitlerini –Tevhit, isar, cihad, şehadet, iblisle savaş ve aşk ülkesini fethi- geçtikten sonra bu en büyük kutsal gezinin ve en yüksek insani dereceye çıkışın bitiminde nereye geliyorsun? Ne yapıyorsun? Kurban: Bir “koyun” boğazlamak! Neden? Hangi düşünceyle? Sırrı ne bunun? Haccın sonunda bir koyun boğazlamanın sırrı nedir? Bir şey diyemem!Bırak cevabı Allah versin:
"...Ondan hem kendiniz yiyin, hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyip dilenen fakir[ler]e yedirin ". [Hacc 36]
Yine tekrar ediyor:
"...İşte bunlardan yeyin, yoksulu, fakiri de yedirin". [Hacc 28]
Ey hacı! Nereye gidiyorsun şimdi? Hayatına ve dünyana mı dönüyorsun? Geldiğin aynı yola mı giriyorsun hacdan sonra? Asla! Asla! Bu sembolik gösteride İbrahim"in rolünü oynadın! İyi bir aktör, kişiliği, rolünü oynadığın şahsın karakterinden tamamıyla etkilenen insandır. Eğer bunu iyi becerirse, gösteri bitecek, fakat eseri sürecektir. Oynadıkları rolü sürdüremeyip, unutulup giden pek çok aktör vardır!
` Makam-ı İbrahim"desin; tam durduğu yerde. Yükselişinin en son basamağı, Mirac"da Allah"a olan en kısa mesafedir. Şimdi makam-ı İbrahim"de duruyorsun ve onun rolünü oynayacaksın; onun gibi yaşayacak ve inancının icâbesinin mimarı olacaksın. İnsanları içinde yaşadıkları bataklıktan kurtar. Cehaletin karanlığı ve zulmün çileleriyle uyuşmuş ve ölmüş bedenlerine yeniden hayat üfle Ayağa kalkmalarına yardım et ve onlara yön ver. Onları hacca çağır, tavaf etmeye çağır.
İbrahim"in niteliklerini kazanmak için tavaf etmeye çağır. İbrahim"in niteliklerini kazanmak için, tavafa katılıp bencilliğini bırakarak temizlendikten sonra yolunu izlemek için Allah"a söz verdin. Allah şahidindir.
Zamanını saygıdeğer bir zamana [Zaman-ı Haram] yap, çünkü kutsal mescittesin. Çünkü, yeryüzü Allah’ın [cc] Mescidi’dir
Ali Şeriati
İRAN: HEM UZAK HEM DE YAKIN
İran kendini tek kutuplu dünyanın efendisi sayan ABD’nin Büyük Ortadoğu projesi kapsamında “zorla demokrasi götürülmeye çalışılan” en önemli askeri hedeflerden biri. 2.500 yıllık köklü bir geçmişe sahip. Yazılı ve görsel medya bizi İran’ın her an Amerika Birleşik Devletleri’nin saldırısına uğrayacağı konusunda maksatlı bir şekilde yönlendirmeye çalışıyor.
Böylesine kritik bir dönemde hemen yanı başımızda olmasına karşın hakkında çok şey bilmediğimiz komşumuza gerçekleştirdiğim bir haftalık gezi İran hakkında bildiklerimin tümünü gözden geçirmeme yaradı.
Birbirinden çok farklı iki ayrı yüzü olan bir madalyona benziyor İran. Doğu’nun olumlu olumsuz bütün özelliklerini içeren bir ülke olduğu için kendimi hiç yabancı hissetmedim. Gerek Türkçe gerekse Kürtçe ve Zazaca’da bulunan çok sayıda Farsça sözcük her sıkıştığım anda imdadıma yetişti. İranlılarla dolaysız iletişim kurmama olanak sağlayan bu sözcüklere şükran borçluyum.
İran “hem uzak hem de yakın” olduğumuz komşularımızdan. Bu yazı da İran’ın üç büyük kentine (Tahran, Şiraz ve Meşhed) yapılan bir haftalık geziden arta kalan izlenimlerden oluşuyor. Kısıtlı gözlemlerden… O yüzden de tespitlerin çoğu tartışılır ve daha iyi bilenler tarafından tamamlanmaya muhtaç.
Neden yazıldığına gelince de sadece bir gerekçeye sığınıyorum: “Söz uçar, yazı kalır”.
İRAN HAKKINDA GENEL BİLGİLER
Resmi adı: İran İslam cumhuriyeti
Başkenti: Tahran
Diğer önemli şehirleri: Tahran, İsfahan, Meşhed, Tebriz, Urumiye, Şiraz, Kerman, Yezd, Kum, Arak, Hemadan v.s.
Kişi başına düşen milli gelir: 2 500 dolar
Nüfusu : 2005 yılı istatistiklerine göre yaklaşık 73.000.000
Yüzölçümü: 1 648 200 kilometrekare.
Coğrafi durumu: İran Ortadoğu’nun merkezinde yer almakta ve bir köprü gibi Hazar denizini Fars körfezine bağlamaktadır. Ortadoğu ve Batı Asya’da yer alan İran’ın, komşuları olan Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya, Kazakistan, Umman, Birleşik Arap Emirlikleri, Arabistan, Kuveyt ayrıca Türkiye, Irak, Pakistan ve Afganistan ile 6031 km. kara, 2700 km. deniz olmak üzere toplam 8731 km. sınırı bulunmaktadır.
Dil: İran’da Fars, Lor, Kürt, Azeri, Türkmen ve Beluç gibi çeşitli ırklara mensup etnik gruplar kendilerine özgü dil ve gelenekleri ile bir arada yaşam sürdürmektedirler. Ülkenin resmi dili olan Farsça Hint-Avrupa dillerinin bir koludur. İran’da Farsça’nın dışında Azeri Türkçe’si, Arapça, Kürtçe vb. dillerle Farsça’nın çeşitli Lehçeleri de konuşulmaktadır.
Etnik yapı: % 66 Farisi (Pers), % 20 Türk, % 9.1 Kürt, % 3 Arap, % 0.3 Ermeni, % 0.3 Yahudi. Kalan nüfusu değişik etnik unsurlar oluşturmaktadır.
Din: İran"ın resmi dini İslam"dır. Resmi rakamlara göre halkın % 98.8"i Müslüman’dır. % 0.7 oranında Hıristiyan, % 0.3 oranında Yahudi, % 0.1 oranında Zerdüşt, % 0.1 oranında da diğer dinlerin mensupları mevcuttur. Resmi rakamlara göre Müslümanların % 10"u sünnidir. Diğerlerinin büyük bir çoğunluğu Şii Caferi’dir. Hıristiyanlar Ortodokslar, Gregoryen Ermeniler, Katolik Ermeniler, Nesturiler ve Protestanlardan oluşmaktadır.
Eğitim: Yetişkinlere yönelik eğitim çalışmaları neticesinde son yıllarda okur yazar oranı % 80’lere ulaşmıştır. Ülke genelindeki 96.474 okulda ilk ve orta öğrenime devam eden öğrenci sayısı 25 milyon civarında olup son yıllarda bu öğrencilerin oranı nüfusa oranla daha fazla artış göstermiştir.
Sağlık: İran’da bu alandaki temel politika “tedaviden önce koruma” politikasıdır. Kırsal kesim başta olmak üzere sağlık merkezlerinin ve aşılama programlarının yaygınlaştırılması bu politikanın en açık göstergelerindendir. 1979 da 4 binden biraz fazla olan sağlık merkezlerinin sayısı bugün 17 bini aşmıştır.
Kültür-Sanat: İran kültürü çok çeşitli ve çok boyutlu olma özelliğine sahiptir. Bu özelliğin bir yönü tarihi gelişmelere diğer yönü ise etnik, din ve dil kökenli unsurlara dayanmaktadır. Seslerini sadece bulundukları bölgede duyurmakla kalmayan ve bütün dünyada duyuran Hafız, Mevlana, Sadi, Firdevsi, Nizami ve Hayyam gibi ünlü şair ve ozanlar İran edebiyatının önde gelen isimleridir.
Resulullah'ın İkinci Eşi Sevde Binti Zem'a
Onun Habeşistan'a hicretinde çektiği sıkıntılar, çocuklarıyla dul kalması, geçim sıkıntısı çekmesi, İki Cihan Güneşi Efendimize ağır geliyordu. Onu yetimleriyle yalnız olarak bırakmak istemiyordu.
Sevde binti Zem'a (ra.) Rasûlullah (saa) efendimizin ikinci eşi... Hz. Hatice annemizin vefatından sonra ilk ailesi... Habeşistan'a hicret eden ilk müslümanlardan... Bir muhâcirin dul hanımlığından Kâinâtin Serverine eş olma bahtiyarlığına kavuşan mücâhide annemiz...
Hz. Sevde ilk evliliğini amcasının oğlu Sekran İbni Âmir ile yaptı.İslâm'ın geldiği yıllardı. Kocası ile birlikte müslüman oldu. Mekke'de müslümanların ilk halkasını teşkil etti. Bu bahtiyar karı-koca putlarıbırakıp kâinatın yaratıcısı Yüce Allah'a ve Resûlü Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a)'ya iman edip ona tâbi olunca, müşriklerin şiddetli işkencelerine maruz kaldılar. Yakın akrabaları da müşriklerle beraber oldu. Onlara ezâ cefâ ettiler. Bu zulüm dayanılmaz hal alınca Habeşistan'a hicret izni verildi. Hz. Sevde (r.a)da kocası Sekran ile birlikte karar verip, ikinci defa Habeşistan'a hicret edenlerin arasına katıldılar. Allah yolunda mallarını, mülklerini, akrabalarını terkederek hicret ettiler. İnançlarını orada yaşama imkânı buldular. Kocası Sekran İbni Âmir'in rahatsızlığı sebebiyle kısa zamanda Mekke'ye döndüler. Bir müddet sonra kocası Sekran vefat etti. Sevde (r.a) beş küçük çocuğuyla dul kaldı.
Kâinatın Serveri Efendimiz, Hatice annemizin vefatından sonra onun güzel hatıralarıyla yaşıyordu. Ashâb-ı Kirâm Efendimizin nur cemâline baktıkça üzülüyor, hüzünlü halini yüzünden okuyordu. Onun hüznünü paylaşabilmek için gayret ediyordu. Onu bir beşer olarak teselli etmeye çalışıyorlardı.Efendimizin bir an evvel evlenerek yalnızlıktan kurtulmasını ve o sıcak yuvanın hizmetlerinin aksamamasını gönülden arzu ediyorlardı. Fakat kimse bu konuyu açmağa cesaret edemiyordu. Bir gün Osman İbni Maz'ûn'un hanımı Havle (r.a) hâne-i seâdete geldi. İçeri girince Efendimize: "-Yâ Rasûlallah! Yanınıza girince Hatice'nin eksikliğini hissettim." dedi. Efendimiz de: "Evet! O çocukların annesi evin de görüp gözeticisiydi." buyurdu. Bu sıcak ve samimi cevabı alan Havle (r.a) zemini müsait gördü ve Efendimize: "Peki niye evlenmiyorsunuz?" dedi. Efendimiz: "Hatice'den sonra... kiminle?" dedi. Havle: "Kız istersen kızla, dul istersen dulla." diye cevap verdi. Efendimiz: "Kimdir onlar?" dedi. Havle: "Allah'ın kullarından sana iman edenlerden Ebû Bekir'in kızı Âişe. Diğeri de; sana iman etmiş ve söylediklerine tâbi olmuş dul muhacir Sevde binti Zem'a'dır." dedi. Bu cevaptan Efendimiz memnun oldu ve Havle'ye: "Git, benim için onlarla konuş" buyurdu.
Havle, (r.a) sevincinden adetâ uçuyordu. Bu şerefli hizmeti yerine getirmek üzere derhal oradan ayrıldı. Doğruca Zem'a İbni Kays İbni Abdişems'in evine gitti. Sevincinden gözleri parıldayan Havle (r.a) Sevde (r.a )nın yanına vardı ve: "Ey Sevde! Allah Teâlâ'nın seni ne gibi bir hayır ve berekete eriştirdiğini biliyor musun?" dedi. Sevde (r.a) merakla: "Nedir o?" diye sordu. Havle: "Rasûlullah beni sana elçiolarak gönderdi" diye cevap verdi. Sevde (r.a) bu habere çok sevindi. Böyle bir teklifi bekliyor gibiydi. Zira kocası Sekran'ın vefatından önce bir kaç defa rüyasında bu haberle ilgili şeyler görmüştü. Son rüyasında gökyüzündeki ay süzülüp kendi üzerine inmiş ve başının etrafında dönmüştü. Rüyasını zevci Sekran'a anlatınca o: "Sen gerçekten böyle bir rüya gördüysen, bu benim öleceğime, senin de Peygamberimizle evleneceğine işarettir" diye yorumlamıştı.
Sevde (r.a)'nın hatırına hemen bu rüya geldi. Böyle bir şerefe erebilmek herkese nasip olmazdı. Havle'ye teklifi babasına götürmesini söyledi. O da hemen kalktı ve Zem'a İbni Kays'ın yanına gitti. Oldukça yaşlanmış bulunan babasına durumu anlattı ve teklifi arzetti. O da tereddütsüz kabul etti ve Efendimiz hakkında: "Çok şerefli bir eş doğrusu" dedi. Sevde (r.a) sevincinden gönlü pırıl pırıl uçuyordu. Ancak yine de Havle (r.a)ya hemen cevap veremedi. Zira beş yetim çocuğu vardı. Onların Resûl-i Ekrem (s.a.a) efendimizi rahatsız etmesinden endişe ediyordu. Cevabı gecikince Rahmet Peygamberi Efendimiz bizzat kendisi Sevde (r.a)'nın yanına geldi. Karşılıklı görüşmede durum anlaşıldı. Efendimiz onun edebinden, sevgisinden ve çocuklarının başında vızıldamasından çekindiğini öğrenince ona nâzikâne bir şekilde: "Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Kadınların hayırlısı küçük çocukları sebebiyle zorluklarla karşılaşandır. Seni bana nikâhlaması için akrabalarından birisini vazifelendir." buyurdu.
Ne edeb!... Ne sevgi!... Ne hürmet!.... İki sevgili arasında ne güzel hassasiyet... Ne incelik!... Birbirlerine karşı ne nezâket!... Hanım, efendisinin hizmetini ve rahatını düşünecek, efendisi de ailesine sevgi dolu, şefkatli ve engin merhamet sahibi olacak.. Sıcak yuva böyle kurulacak... Huzur dolu hayat böyle sağlanacak...
Hz. Sevde (r.a) bu işle ilgili olarak kayınbiraderi Hatib İbni Amr'ı görevlendirdi. O da dörtyüz dirhem mehir karşılığında onu Kâinâtın Server'ine nikahladı. Bu nikah Peygamberliğin onuncu yılı Ramazan ayında Mekke'de gerçekleşti. O sırada Sevde annemizin yaşı ellinin üzerindeydi.
Sevde (r.a) vâlidemiz bir iman fedâisiydi. Allah'a ve Resûlüne tam teslim olmuş sâdık bir mü'mindi. Bütün inananlar gibi o da çok sıkıntılar çekti. Onun inancını yaşama, imanını koruma konusundaki gayreti, direnişi, sebatı ve sadakati Efendimize çok tesir etti. Tatlı dilli, güleryüzlü, örnek bir aileydi. İmanından zerre kadar taviz vermeyen mücâhide bir hanımefendiydi. Onun Habeşistan'a hicretinde çektiği sıkıntılar, çocuklarıyla dul kalması, geçim sıkıntısı çekmesi, İki Cihan Güneşi Efendimize ağır geliyordu. Onu yetimleriyle yalnız olarak bırakmak istemiyordu. Onun derdine çare olmayıkendine vazife biliyordu. Çünkü o çocuklarıyla birlikte himaye ve şefkate muhtaçtı. Bu sebebten Efendimiz evlilik teklif etti. O da bunu ganimet bildi ve memnûniyetle kabul etti. Kâinatın Serveri'ne eş olmak onun için ne büyük seâdetti. Sevde annemiz bu mutluluğu hayatında biricik gaye bildi. Çektiği çileler, sıkıntılar, kederler bu sayede sona erdi.
Fahr-i Kâinat (s.a.a) efendimiz bütün evliliklerini Allah Teâlâ'nın emriyle yaptı. Hz. Âişe annemizle nikâhlandıktan sonra diğer hanımlarıyla evlendi. Nitekim Sevde annemizle evliliği de böyle oldu. Hz. Âişe küçüktü. Evlenecek yaşta değildi. Onunla sâdece nişanlandı. Sevde annemizle evlendi. Hadis-işerifte: "Bütün zevcelerimle evliliklerim ve kızımı evlendirmem, hepsi Cebrâil aleyhisselâm'ın Allah Teâlâ'dan getirdiği izin ile olmuştur" buyuruldu.
Bu evlilikten kısa bir zaman sonra hicret izni verildi. Efendimiz Medine'ye hicret etti. Sevde annemiz Mekke'de kaldı. Efendimiz Medine'ye yerleşince Zeyd ibni Hârise ile Ebû Rafî'i Mekke'ye gönderdi. Sevde annemizi ve kızı Fâtıma'yı getirmelerini söyledi. Birinci halife Ebû Bekir de oğlu Abdullah İbni Ebî Bekir'i aynı kafile ile birlikte gönderdi. Aile efradını ve Hz. Âişe'yi getirmesini istedi. Zeyd (r.a) kendi hanımı Ümmü Eymen'i de bu vesile ile getirecekti. Birlikte Mekke'ye vardılar ve aile efradlarını alarak beraber Medine'ye döndüler.
Sevde binti Zem'a (r.a) için mescidin yanında bir oda yapılmıştı. Annemiz oraya yerleştirildi. Bundan sonraki ömrünü Efendimize ve çocuklarına hizmetle geçirdi.
O, Resûl-i Ekrem (s.a.a) efendimizin hâne-i seâdetlerinde hizmetin en güzelini yapmağa gayret etti. Çok sâf bir yüreğe sahibti. Onun bu samimi ve sevgi dolu gayretleri Efendimiz'in kalbine mutluluk veriyordu. Sevde annemiz Efendisini sevindirecek hiçbir fedakarlıktan geri kalmıyordu. Hz. Âişe'ye de hizmet etti. Hatta kendi nöbetlerini ona bağışladı. Hareketlerini, davranışlarını genç gelinin hoşnut olacağı şekilde ayarlamağa çalıştı.Sevgi dolu bir gönülle ona yaklaştı.
Sevde annemiz için Rasûlullah (s.a)'in evinde olmak onun nikâhında bulunmak ona yetiyordu. Başka bir beklentisi yoktu. Yaşlıydı. İri cüsseliydi. Latîfeyi severdi. Bir gün İki Cihan Güneşi Efendimize: "Ya Rasûlallah! Bana ayırdığın günü Aişe'ye bağışladım. Ona verdim. Sâdece beni nikâhında tut yeter. Kıyamet günü Allah'ın beni senin zevcen olarak diriltmesini istiyorum." dedi. Gönlünün safiyetini bu şekilde ortaya koydu.
Âişe annemiz de onu vefatından sonra daima bu fedakârlığı ile anar veşöyle derdi: "Yerinde olmak istediğim kadınların bana en sevgilisi Sevde binti Zem'a'dır. Yaşlandığında şöyle demiştir: Yâ Rasûlallah! Sana olan nöbetimi Âişe'ye bağışladım."
O, mütevâzî alçak gönüllü, eli açık, cömertti. Dünyaya fazla gönül vermezdi. Eline geçen, kendine hediye gelen şeyleri fakirlere sadaka olarak dağıtırdı.Yetimi, fakiri sevindirmekten büyük zevk alırdı. Bir defasında ikinci halife Ömer kendine çok miktarda para gönderdi. "Bu nedir?" diye sordu. "Para" denilince; "Hurma mıdırki, bu kadar çok göndermiş" diyerek hepsini fakirlere dağıttı.
O, saf yürekli gönlü zengin, hizmetli, cesûr, mücâhide bir annemizdi. Aile efradının, kardeşlerinin hicretten evvel hepsinin müslüman olmalarına vesile oldu. Uhud savaşında müslüman yaralıların yarasını sararak, onlara su taşıyarak hizmet etti. Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizle birlikte Veda Haccında bulundu. Efendimizin dâr-ı bekâya irtihallerinden sonra bir daha Hac ve Umreye gitmedi. Bunun sebebini soranlara "Artık Allah'ın emrettiği gibi evimde oturacağım" diye cevap verdi. Bu şekildeki darvanışıyla Allah Teâlâ'nın şu emrini hatırlatıyordu. Meâlen: "Ey Peygamber hanımları! Evlerinizde oturun. Evvelki Cahiliye devri kadınlarının açılması gibi açılıp saçılmayın." (Ahzab sûresi: 33)
İki Cihan Güneşi efendimizden bizzat işiterek rivayet ettiği hadisler dört veya beş tanedir. Bunların bir tanesi şudur:
Birgün Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin pâk zevceleri bir araya toplanmışlar ve kendi aralarında: "Acaba Resûlullah (s.a)'e vefatından sonra ilk defa hangimiz kavuşacak?" diye düşünmüşler ve bunun cevabını bizzat Efendimizin ağzından duymak istemişlerdi. Hep birlikte huzura gelerek: "Yâ Rasûlallah! Bizim içimizden hangimiz size en önce kavuşacak dersiniz?"diye sordular..İki Cihan Güneşi Efendimiz bu soruya tebessüm ederek: "Vefâtımdan sonra sizin bana ilk kavuşacak olanınız, kolu uzun olanınızdır" diye cevap verdi..
Bu nükteli ve hikmetli cevap karşısında annelerimiz kol uzunluklarını ölçmeye başladılar. Sevde annemizin kolu hepsinden uzun geldi. Bunu kendine işaret bilen vâlidemiz, Efendimizin dâr-ı bekâya irtihalinden sonra kendini daha çok ahiret hazırlığına verdi. Fakat Zeynep binti Cahş annemiz ondan önce rahmete gitti. Efendimize kavuştu. Aileleri arasında en cömert Zeynep binti Cahş validemizdi. Sevde annemiz Efendimizin o tatlı nüktesini ve hikmetli sözlerini ancak o zaman anlayabildi. Kol uzunluğu cömertlikten kinâye edilmişti.
Sevde binti Zem'a (r.a) vâlidemiz ikinci Halifenin halifeliği döneminde yüz yaşlarında iken vefat etti. Allah kendisinden râzı olsun. Bizleri şefaatlerine nâil eylesin. Amin
"Suriye’de reformlar Esad’ın liderliğinde yapılmalı"
Annan: Suriyeli muhalifler ateşkesi kabul etmişlerdir
Dün akşam Tahran'a gelen BM'nin Suriye Özel Temsilcisi bu sabah İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile görüştükten sonra ortak basın toplantısına katıldı.
BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, Suriyeli muhaliflerin ateşkesi kabul ettiklerini ifade ederek, ateşkesin yarın sabah saat 06:00’dan itibaren yürürlüğe girmesini ümit ettiğini söyledi.
MHA muhabirinin bildirdiğine göre, İran yetkilileri ile görüşmek için önceki akşam Tahran’a gelen Annan bugün (Çarşamba) İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi ile bir araya gelerek görüş alışverişi yaptı.
İran’ın verdiği destekten dolayı teşekkürlerini dile getiren Annan, Suriye meselesinin çözümünde İran’ın etkili olmasını ümit etti.
BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan, Suriyeli muhaliflerin ateşkesi Kabul ettiklerini ifade ederek, ateşkesin yarın sabah saat 06:00’dan itibaren yürürlüğe girmesini ümit ettiğini söyledi.
Suriye’ye silah gönderen ülkeleri eleştiren Annan, Suriye’nin militarizeleşmesinin bölgeyi krize ve kaosa sürükleyeceğini belirtti.
Annan, Ortadoğu bölgesinin yeni krizler ve şokları kaldıramayacağının altını çizdi.
Suriye’de reformlar Esad’ın liderliğinde yapılmalı
İslami İran Dışişleri Bakanı, BM’nin Suriye Özel Temsilcisi Kofi Annan ile yaptığı görüşmesinde Tahran’ın Suriye’ye yönelik tutumunu açıklayarak, İslami İran'a göre Suriye’de reforların Esad’ın liderliğinde gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.
Salihi, adil olan Kofi Annan’ın şaibeli olmaması maksadıyla Suriye meselesini taraf tutmadan idare etmeye çalıştığını ifade etti.
Annan’ın 6 maddelik planına işaret eden Salihi, Suriye devletinin onayını alan bu planın yürürlüğe girmesi için Kofi Annan’ın kapsayıcı şekilde çalıştığını ve herkes ise iyi niyetle bu çalışmalara destek vermesi gerektiğinin altını çizdi.
İslami İran'ın Suriye meselesi karşısında kerelece tutumunu açıkladığını konuşmasına ekleyen Dışişleri Bakanı Salihi, İran’ın ülkelerin içişlerine karışılmasına karşı olduğunu ve Suriye’deki reformların bu ülkenin devleti tarafından ve Esad’ın liderliğinde gerçekleşmesi gerektiğini kaydetti.
İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi Annan’ın görevi önemli ve özel olduğunu ifade etti.
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Suriye’ye her çeşit askeri müdahaleye karşı olan İran’a yapılan bu ziyaretin Suriye konusundaki konumunun öneminin göstergesi olduğunu dile getirdi.
İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi, Annan planının Suriye tarafından kabul edildiğine göre İranlı yetkililerle Annan’ın görüş alışveriş yapmasının Suriye sorununun çözülmesine yardımcı olacağını vurguladı.
Ali Ekber Salihi “Kofi Annan planı başarılı olmazsa o zaman Arap Birliği planı hiç bir şekilde başarılı olamayacaktır”dedi.
Salihi, Suriye düzenini yıkmak için yüksek miktarda para harcayarak bu ülkeye silah ve paralı asker gönderen Türkiye, Arabistan ve Katar’ın çabası başarılı olmadığını kaydetti.
Salihi, Suriye meselesinin çözülmesine yana tutum sergileyen İran'ın sorunun çözülmesi için muhalifleri teşvik edebilme gücünde olduğunu söyledi.
SENİN İSMAİL'İN KİM?
"Bu İbrahim'in dinidir; kana susamış tanrıların, mazoşistlerin ve işkencecilerin değil. İnsanın mükemmelliğe ulaşmasının, bencillikten ve hayvani arzularından kurtulmasının hikayesidir yaşanan. İnsanın daha ulvi bir makama ve aşka, ve bilinçli bir insan olarak sorumluluklarını yerine getirmesine engel olacak her şeyden azade olduğu bir iradeye yükselişidir...
...Hikaye, bir koçun kurban edilişiyle sona eriyor. Bu, Yüce Allah'ın tarihin en büyük insan trajedisinin sonuna ilişkin dileğidir - birkaç aç insanı doyurmak için bir koç kurban etmek.
Sen de İbrahim gibi kendi İsmail'ini getirmelisin Mina'ya. Senin İsmail'in kim? Ancak sen bilebilirsin, başkası değil. Belki eşin, işin, yeteneğin, gücün, cinsiyetin, statün vs. Ne olduğunu bilmiyorum, ama İbrahim'in İsmail'i sevdiği kadar sevdiğin birşey olmalı. Senin özgürlüğünden çalan, görevlerini yerine getirmeni engelleyen, seni eğlendiren, hakikatı duymaktan ve bilmekten alıkoyan, sorumluluk kabul etmektense meşrulaştırıcı sebepler ürettiren ve seni sadece gelecekte senden gelecek yardım için destekleyen ne varsa; işte bunlar onun işaretlerindendir. Onu arayıp bulmalısın. Eğer Allah'a yaklaşmak istiyorsan, İsmail'i Mina'da kurban etmen gerek.
İsmail'in yerine geçecek koçu (fidye) sen tespit etme, bırak Allah sana yardım etsin ve bir hediye olarak göndersin. O, koçu ancak bu şekilde kurban olarak kabul eder. Koç ancak İsmail'in bedeli olduğunda kurbandır; yalnızca kurban olsun diye koç boğazlamak ise kasaplıktır."
"Senin İsmail'in kimdir ? Veya nedir ?
Makamın mı ? Onurun mu ?
Mevkin mi ? Statün mü ? Mesleğin mi ?
Paran mı ? Evin mi ? Bağın mı ? Otomobilin mi ?
Ma'şukun mu ? Ailen mi ?
İlmin mi ? Rütben mi ? Sanat ve maharetin mi ?
Ruhaniyetin mi ? Alimliğin mi ? Elbisen mi ?
Adın mı ? Namın mı ? Şöhretin mi ?
Canın mı ? Ruhun mu ?
Gençliğin mi ? Güzelliğin mi ?
Ben nereden bileyim ?
Bunu sen kendin bilirsin.
Her ne ve kim ise onu sen kendin minaya getirmeli ve Kurban için seçmelisin.
Ben sadece onun alametlerini sana söyleyebilirim.
Seni iman yolunda zayıflatan, "gitmek"te olan seni "kalma"ya çağıran,
Seni "sorumluluk" yolunda şüpheye düşüren, seni kendine bağlayan ve
alıkoyan, gönül bağlılığı,mesaj işitmene, hakikati itiraf etmene izin
vermeyen, seni firara çağıran, seni maslahatçı izah ve yorumlara sürükleyen ve aşkı,seni kör eden her şey…
İbrahimsin! Ve İsmaili zaafın seni İblis'in oyuncağı haline getirebilir.
Hayatında şeref, saygınlık, iftihar ve faziletin doruklarında bir tek şey
vardır ki onu elde etmek için zirveden inebilir onu kaybetmemek için bütün
İbrahimi kazanımlarını yitirebilirsin:
O İsmailindir. İsmailinin bir şahıs veya başka bir şey olması mümkündür; bir
durum bir konum, bir zaaf noktası olması imkan dahilindedir.
Ey "Hakk'a teslim olan", "Allah'ın kulu"!
Hakikatin senden istediği şey, işte budur.
Budur "imanın daveti", "risaletin mesajı".
Bu senin sorumluluğundur, ey "sorumlu insan"!
Ey "İsmail'in babası"!
"İsmail'ini öldür"!
"Kendi ellerinle kurban et"!"
Ali Şeriati'nin, Hacc kitabından alıntılamıştır.
KURBANLA NEFSİMİZİ KURBAN EDİYOR MUYUZ?
Kurban, Allah’la kurbiyet kurmaktır. Kurbiyet Allah’la yakınlık kurma, Rabb’e yakınlıkla istikamet ve huzur bulma makamına kavuşmadır. Zaten kurban kesmenin temel amacı, Allah’ın rızasını kazanarak O’na yaklaşmaktır. Başka bir deyişle kurban, bizi Hz. İbrahim’in itaatine, Hz. İsmail’in teslimiyetine yönlendirerek hayatın sıkıntı ve imtihanlarına karşı Rabbimize kurban olma ve Rabbimize dost olarak sıkıntılarımıza çözüm bulma yollarını gösterir.
Allahu Teala Kuranı Kerim'de:
“Kurban etleri ve kanları değil, sadece takvanız Allah’ın katına ulaşır.” (Hacc 22/37) diye buyurarak kurban ibadetinde temel ilkenin et kesmek ya da kan akıtmak olmadığını, esas maksadın takvaya ulaşmak olduğunu bize bildirmektedir. Çünkü ancak takva ile insan, Rabbinin yasaklarından sakınma hassasiyeti kazanma arzusu ile dirildiği gibi Rabbi’nin sevdiği işlere de yakınlık duyabilir.
Takva, Rabbi’nin haramlarından kaçma hususunda kulun Rabb’ine sığınması, O’nun yasaklarından sakınması, O’nun himayesi altına girmesidir. Yavru kuşların anne kuşun merhamet kanadının altına sığınması gibi biz de haramlara, yasaklara ve nefsimizin kötü duygu, düşünce ve arzularına karşı Rabbimizin merhametine sığınırız. Böylece olumsuz duygu, düşünce ve arzularımızı Allah yolunda ve Allah için kurban ettikçe Rabbimizin merhamet ve sevgi iklimi içerisinde huzur duyarız.
İbn Arabi ve Mevlânâ’ya göre en büyük kurban nefistir, esas mesele olumsuz fikir ve fiilleri Allah yolunda ve Allah için kurban etmektir. Cüneyd-i Bağdadi aynı manada: “Mina’da kurban kesen bir mü’min, eğer nefsinin bütün arzularını boğazlamazsa kurban kesmiş olmaz.” buyurur. Mevlânâ ise namazda “Allah-u Ekber” -Allah en büyüktür- diyerek getirdiğimiz tekbirlerin nefsimizin kurbanını Allah yolunda kesme tekbirleri olduğunu ifade eder.
Nefsimizin kurbanını kesme, ancak olumsuz her fiil ve durumu muhasebe ve murakabe sürecinden geçirerek Allah yolunda ve Allah için etkisiz hale getirmekle mümkün olabilir. Muhasebe, Rabbimiz bizi hesaba çekmeden önce kendi nefsimizi hesaba çekerek olumsuzlukların izlerini silmektir. Murakebe ise Rabbimizin her an kalbimizi görmekte olduğunun bilincinde onu kibir, gurur, kıskançlık, haset ve öfke vs. rüzgârlarından korumaktır.
İSLAM’DA TESETTÜRÜN ZARURETİ
Tesettür bir inancın seçilmesinin göstergesidir. Ayrıca insan inanış ve fikri çizgisini tanıma ve seçmekle belirleyip ona göre yaşıyor ve tüm davranışlarını ona göre düzenliyor. Ayrıca insanın tanıma ve bilinçlenmesi arttıkça inanışları da daha kalıcı ve kesin olur.
İslam’ın tesettür için beyan ettiği gerekçeler hususunda yüce Allah’ın iffet ve hayayı kadının fıtri özellikleri olarak ona verdiği için pak fıtrat sahibi Müslüman kadınlar bu haslete sahip oldukları, iffetin örtünmenin ruhu ve tesettürün felsefesi sayıldığı tesettürün ise iffetin garantisi olduğu söylenmelidir.
Tesettür bir inancın seçilmesinin göstergesidir. Ayrıca insan inanış ve fikri çizgisini tanıma ve seçmekle belirleyip ona göre yaşıyor ve tüm davranışlarını ona göre düzenliyor. Ayrıca insanın tanıma ve bilinçlenmesi arttıkça inanışları da daha kalıcı ve kesin olur. Bu mesele tesettür için de geçerlidir. Yani tesettürü seçmek kadının varlık, insan, sosyal ilişkiler ve tekamül hususundaki görüşlerinin ürünüdür. Kadın kapanmakla toplumun manevi seyrini hızlandırdığına inanır, zira kadın olsun erkek olsun zenginlik, şöhret, mevki ve vücut cazibelerini başkalarının gözüne sokarsa bir nevi hırsızlık yapıp insanların gelişme ve mutluluğunu gölgelemiş olur. Ayrıca insanları cazibelerle meşgul edip onları sergilemek kapasitesi sınırlı olan insanların gözünü doldurup onları marifet nurundan mahrum bırakır. Dolaysıyla kapanmak kadın için vacip kılınmıştır. Böylece tesettür insanların felah ve kurtuluşunu düşünmeyip sermaye ve cazibeleri yağmalamak peşindeki kötü niyetli insanlar için büyük engel sayılır. Dolaysıyla tarih boyunca kadınların kapanmasına karşı çıkıp kaldırmak istediler. Mükemmel kapanma modeli sayılan çarşaf emperyalistlerce şom hedefleri yolundaki engel olarak nitelendiği için ortadan kaldırılmaya çalışılıyor. İran’da ise bu hareket Rıza han tarafından gerçekleşti. Nitekim ülkede batı eğilimleri ve modernlik özentileri arttıkça batı hayranlığı da gelişti ve buna paralel olarak Mısır, Tunus ve Endonezya da da aynı dalga başladı. Şah rejiminin İran’da çıplaklık, açıklık ve laubalilik kültürünü yaymaya çalıştığı dönemde şehit Mutahhari sürekli bu harekete karşı çıkmaya çalıştı. Mutahhari ilahiyat fakültesinin saygın ve kutsal olduğu için bayan öğrencilerin orada kapanması gerektiğine inanıyordu. Bu alanda ustad seyit Muhammed bakır Hücceti şöyle yazıyor: İlahiyat fakültesinin öğrenci sayısının arttığı ve aralarında kız öğrencilerin de sayısının fazla olduğu bir yılda kadınlar kapanmadıkları için şehit Mutahhari okul ortamının dini ortamının bozulmamasına önem verdiği için ilahiyatta okuyan bayanların kapanmasını aksi halde okula devam etmelerinin engelleneceğini söyledi. Bu teklif Ayetullah şehit Mutahhariye sonsuz saygısı olan fakülte dekanı tarafından kabul edilip konsey üyelerince onaylandı.
Böylece üniversite sınavlarından önce Ayetullah Mutahhari birkaç baş örtüsü alarak medyada açıklık propagandaları yapıldığı dönemde okul kapıcılarına baş örtülerini dağıtarak okula girmek isteyen bayanlara hediye etmelerini istedi. O günlerde baş örtüler sonsuz rağbet gördü.
Bu alanda İngiliz casus Hamfer tesettür konusunda Müslüman kadınların çarşaftan ve tesettürden vazgeçmesi için çalışılması gerektiği daha sonra da görevlilerimiz gençleri kadınlarla gayri meşru ilişki kurmaya teşvik edip İslam toplumlarında fesadı yaymaları ayrıca gayri Müslim kadınların açık gezerek Müslüman kadınların onları taklit etmesini sağlamaları gerektiğini söyledi. Ne yazık ki günümüzde de aynı komplo baş örtüsünün açılmasından söz etmeksizin yeni hilelerle uygulanmaya çalışılıp çıplaklık kültürünü yaymak suretiyle kadının haysiyetini ayaklar altına alınmak isteniyor.
Tesettür felsefesi
Tesettür kadın ve kızların keramet, iffet metanetini garanti eden olgu olup bu hedefi temin eden her şey tesettürdür. Ancak kadının kapanmasının neye dayandığı ve hangi nedenlerle ortaya çıktığı sorulabilir. Ayetullah şehid Mutahhari bu hususta şöyle diyor: Tesettür muhalifleri zalimane süreçleri tesettürün ortaya çıkmasına neden göstermeye çalışıp İslami tesettürle İslami olmayanı arasındaki farkı dikkate almadan İslami tesettürün de aynı zalimane süreçlerden kaynaklandığını empoze etmeye çalışıyorlar. Bu süreçlerden bazısı felsefi, bazısı sosyal, ahlaki, ekonomik bazısı da psikolojik nitelik taşımaktadır. Süreçler şöyle sayılabilir.
1- Riyazet ve ruhbaniyet eğilimi( felsefi kaynak)
2- 2- güvenlik ve sosyal adaletin bulunmaması ( sosyal neden)
3- Ataerkillik ,erkeğin kadına sulta kurup ekonomik çıkarları yönünde kendisini istismar etmesi ( ekonomik neden)
4- Kıskançlık ve erkeğin bencilliği ( ahlaki neden )
5- Kadının aylık özel günlerinin bulunması ve yaradılışta erkekten eksik yönü bulunduğu duygusuna kapılması ayrıca özel günlerinde kadının dışlanması ve sert muamelelere maruz kalması( psikolojik neden)
Ayetullah Mutahhari söz konusu nedenlerin dünyanın hiçbir yerinde tesettür konusunda etkili olmadığı ve boş yere tesettür nedenleri olarak sayıldığı yahut ta İslami olmayan sistemlerde etkili olsa bile İslami anlamda etkisiz olduğuna inanıyordu. İslam’ın tesettür için söz konusu ettiği felsefe sayılan nedenlerden farklıdır. Yüce Allah iffet ve hayayı kadının fıtratındaki bir özellik olarak kendisine bahşetmiştir. Dolaysıyla pak fıtratlı kadınlar bu haslete sahiptirler. Nitekim iffet örtünmenin ruhu örtünme ise gövdesidir. Ayrıca İffet tesettürün felsefesi tesettür ise iffet ve hayanın garantisidir.
İslam açısından tesettür felsefesinin tanınmasıyla aydınların tesettürün ortaya çıkması nedenleri olarak saydıkları konuların İslam’ın ruhuna aykırı olup İslam’daki tesettür felsefesiyle bağdaşmadığı anlaşıldı.
Zira İslam’ın kadınlar için belirlediği tesettür onun evden çıkmayıp sosyal faaliyetlere katılmaması anlamında değil.
Nitekim ikinci halife camide Fedek hakkında halka konuşma yaparken hazreti Zehra AS kendini savunmak için bir grup kadınla birlikte kapanarak camiye gitti. Ayrıca hazreti Zeynep imam Hüseyin’in şahadetinin ardından Yezid meclisinde konuşma yaptı. Bu iki örnek İslam’ın kadının toplumda aktif varlığına karşı olmadığı sadece bunun şartının İslam’a uygun bir şekilde kapanması olduğunu gösteriyor.
Tesettürün önemi
Kuranı kerimde tesettürün önemini ortaya koyan birkaç ayet bulunuyor. Bu ayetlerden üçüne değinmek istiyoruz. Ahzab suresinin 53. ayetinde şöyle buyuruyor: Ey iman edenler peygamberin evlerine yemek için izin verilmeden ve vaktine de bakmaksızın girmeyin. Ancak çağırılırsanız artık girin,yemeği yediğinizde de dağılıverin .söz ve sohbet için de evlerine girmeyin .Geçekten bu peygambere eziyet vermekte ve o da sizden utanmaktadır. Onlardan (peygamberlerin eşlerinden) bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu sizin kalpleriniz için de onların kalpleri için de daha temizdir.
Bu ayette yüce Allah müminlere peygamberin eşleriyle perde arkasından konuşmalarını emrediyor. Bu konu diğer kadınlar hakkında da geçerlidir. Zira Allah paklık ve iffeti tüm kadınlar için istiyor. Ancak kadınların perde arkasında kalması onların evden çıkmaması anlamında değil zira peygamberler eşlerini yolculuklar ve bazı savaşlara bile götürürlerdi. Diğer kadınlar hususunda da durum aynıdır.
Nitekim Nur suresinin 31. ayetinde şöyle buyuruyor: Mümin kadınlara da söyle “Gözlerini harama çevirmekten kaçındırsınlar ve ırzlarını korusunlar,süslerini açığa vurmasınlar,ancak kendiliğinden görüneni hariç baş örtülerini yakalarının üstünü kapatacak şekilde koysunlar. Süslerini kendi kocalarından ya da babalarından ya da kocalarının babalarından ya da oğullarından ya da kocalarının oğullarından ya da kendi kardeşlerinden ya da kardeşlerinin oğullarından ya da kız kardeşlerinin oğullarından ya da kendi kadınlarından ya da sağ ellerinin altında bulunanlardan ya da erkeklerden yana ihtiyacı olmayan (arzusuz ve iktidarsız ) hizmetçilerden yada kadınların henüz yerlerini tanımayan çocuklardan başkasına göstermesinler. Gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Hep birlikte Allah’a tövbe edin ey müminler umulur ki felah bulursunuz.
Cılbab hususunda görüşler farklıdır. Bazılar geniş elbise anlamına geldiği bazılar ise abadan daha küçük baş örtüsünden daha büyük giysi anlamına geldiğine inanıyor. Ancak tüm bunlardan Celbab’ın günümüzdeki baş örtüsünden daha büyük olup vücudun önemli kısmını örttüğü ve genelde evden çıkınca dışarıda örtünme amacıyla kullanıldığı anlaşılıyor.
İslam kadının keramet ve şahsiyetinin korunmasından yanadır dolaysıyla kadın için örtü gereklidir ve hiçbir örtü siyah çarşaftan daha iyi değildir. Zira iffetin daha iyi korunmasını sağlar.
Ahmedi Nejad: "Bu halk zorbalık karşısında yine dikilecektir"
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, emperyalistlerin dünyada daha fazla doğal kaynak ele geçirmeye çalıştıklarını belirtti ve emperyalistlere hitaben “Burası Bender Abbas; bu halk, bu sularda Portekizlilere ve İngilizlere unutulmayacak bir ders vermişlerdir ve de kesinlikle zorbalıkların ve tecavüzlerin karşısında yine dikileceklerdir.” dedi.
İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, beraberinde bazı bakanlarla birlikte, bu sabah saatlerinde iki günlük bir ziyaret için Hürmüzgan eyaleti sınırları dahilindeki önemli liman şehri Bender Abbas’a gitti.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Bender Abbas Stadı'nda halka hitaben yaptığı konuşmasında; emperyalistlerin dünyada özellikle zayıf ülkelere silah satıp ihtilaflar ve savaşlar çıkararak ve egemenlikleri altındaki bazı ülkelerdeki askeri üslerini devam ettirmeye çalışarak bu şekilde daha fazla doğal kaynak ele geçirmeye çalıştıklarını söyledi.
Irak Savaşı’na ve Amerika’nın Afganistan, Irak ve Fars Körfezi ülkelerindeki mevcudiyetine işaret eden ve Amerika’nın Saddam’ı ortadan kaldırma maliyetini 180 milyar olarak açıkladığını belirten Ahmedinejad, bunların bu esasa göre bu meblağı Fars Körfezi ülkelerine de vurduklarında, Fars Körfezi ülkelerinin topraklarındaki doğal kaynakları kullanarak bu maliyeti yeniden çıkardıklarını belirtti ve eğer incelenirse bu savaşta 10 milyar dolardan fazla maliyet olmayacağını söyledi.
Emperyalistlerin İran ile olan kavgasının sebebinin, İran milletinin emperyalistlerin zalimce ve mütecavizce tutumunu kabul etmemesi yüzünden olduğunu belirten Ahmedinejad, emperyalistlerin İran’ın gelişme ve refah düzeyine ulaşmasını istemediklerini zira İran’ın gelişme ve refaha eriştiği taktirde emperyalistlerin adaletsizliklerinin ve baskılarının karşısında daha çok dikilişi demek olacağını bildiklerini söyledi.
Ahmedinejad, emperyalistlere hitaben “Burası Bender Abbas; bu halk, bu sularda Portekizlilere ve İngilizlere unutulmayacak bir ders vermişlerdir ve de kesinlikle zorbalıkların ve tecavüzlerin karşısında yine dikileceklerdir.” dedi.
Hz. Ali’nin Münacatı
اللّهُمَّ إِنِّي أَسْأَلُكَ الأمانَ يَوْمَ لا يَنْفَعُ مالٌ وَلا بَنُونَ إِلاّ مَنْ أَتى الله بِقَلْبٍ سَلِيمٍ وأَسْأَلُكَ الأمانَ يَوْمَ يَعضُّ الظَّالِمُ عَلى يَدَيْهِ يَقُولُ: يالَيْتَنِي اتَّخَذْتُ مَعَ الرَّسُولِ سَبِيلاً، وَأَسْأَلُكَ الاَمانَ يَوْمَ يُعْرَفُ المُجْرِمُونَ بِسِيماهُمْ فَيُؤْخَذُ بِالنَّواصِي وَالأقْدامِ وَأَسْأَلُكَ الاَمانَ يَوْمَ لايَجْزِي وَالِدٌ عَنْ وَلَدِهِ وَلامَوْلُودٌ هُوَ جازٍ عَنْ وَالِدِهِ شَيْئاً إِنَّ وَعْدَ الله حَقُّ، وَأَسْأَلُكَ الاَمانَ يَوْمَ لايَنْفَعُ الظَّالِمِينَ مَعْذِرَتُهُمْ وَلَهُمْ اللَّعْنَةُ وَلَهُمْ سُوءُ الدَّارِ وأَسْأَلُكَ الأمانَ يَوْمَ لا تَمْلِكُ نَفْسٌ لِنَفْسٍ شَيْئاً وَالأمْرُ يَوْمَئِذٍ للهِ، وَأَسْأَلُكَ الأمانَ يَوْمَ يَفِرُّ المَرءُ مِنْ أَخِيهِ وَاُمِّهِ وَأَبِيهِ وَصاحِبَتِهِ وَبَنِيهِ لِكُلِّ امْرِيٍ مِنْهُمْ يَوْمَئِذٍ شَأْنٌ يُغْنِيهِ، وَأَسْأَلُكَ الاَمانَ يَوْمَ يَوَدُّ المُجْرِمُ لَوْ يَفْتَدِي مِنْ عَذابِ يَوْمِئِذٍ بِبَنِيهِ وَصاحِبَتِهِ وَأَخِيهِ وَفَصِيلَتِهِ الَّتِي تُؤْوِيهِ وَمَنْ فِي الأَرْضِ جَميعاً ثُمَّ يُنْجِيهِ كَلاًّ إِنَّها لَظى نَزَّاعَةً لِلْشَّوى.
مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ المَوْلى وَأَنا العَبْدُ وَهَلْ يَرْحَمُ العَبْدُ إِلاّ المَوْلى، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ المالِكُ وَأَنا المَمْلُوكُ وهَلْ يَرْحَمُ المَمْلُوكَ إِلاّ المالِكُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ العَزِيزُ وَأَنا الذَّلِيلَ وَهَلْ يَرْحَمُ الذَّلِيلَ إِلاّ العَزِيزُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الخالِقُ وَأَنا المَخْلُوقُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَخْلُوقَ إِلاّ الخالِقُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ العَظِيمُ وَأَنا الحَقِيرُ وهَلْ يَرْحَمُ الحَقِيرُ إِلاّ العَظِيمُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ القَوِيُّ وَأَنا الضَّعِيفُ وَهَلْ يَرْحَمُ الضَّعِيفَ إِلاّ القَوِيُّ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الغَنِيُّ وَأَنا الفَقِيرُ وَهَلْ يَرْحَمُ الفَقِيرَ إِلاّ الغَنِيُّ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ المُعْطِي وَأَنا السَّائِلُ وَهَلْ يَرْحَمُ السَّائِلُ إِلاّ المُعْطِي، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الحَيُّ وَأَنا المَيِّتُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَيِّتَ إِلاّ الحَيُّ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الباقِي وَأَنا الفانِي وَهَلْ يَرْحَمُ الفانِيَ إِلاّ الباقِي، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الدَّائِمُ وَأَنا الزَّائِلُ وَهَلْ يَرْحَمُ الزَّائِلَ إِلاّ الدَّائِمُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الرَّازِقُ وَأَنا المَرْزُوقُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَرْزُوقَ إِلاّ الرَّازِقُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الجَوادُ وَأَنا البَخِيلُ وهَلْ يَرْحَمُ البَّخِيلَ إِلاّ الجَوادُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ المُعافِي وَأَنا المُبْتَلى وَهَلْ يَرْحَمُ المُبْتَلى إِلاّ المُعافِي، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الكَبِيرُ وَأَنا الصَّغِيرُ وَهَلْ يَرْحَمُ الصَّغِيرَ إِلاّ الكَبِيرُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الهادِي وَأَنا الضَّالُّ وهَلْ يَرْحَمُ الضَّالَ إِلاّ الهادِي، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الرَّحْمنُ وَأَنا المَرْحُومُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَرْحُومَ إِلاّ الرَّحْمنُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ السُّلْطانُ وَأَنا المُمْتَحَنُ وَهَلْ يَرْحَمُ المُمْتَحَنَ إِلاّ السُلْطانُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الدَّلِيلُ وَأَنا المُتَحَيِّرُ وَهَلْ يَرْحَمُ المُتَحَيِّرَ إِلاّ الدَّلِيلُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الغَفُورُ وَأَنا المُذْنِبُ وَهَلْ يَرْحَمُ المُذْنِبَ إِلاّ الغَفُورُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الغالِبُ وَأَنا المَغْلُوبُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَغْلُوبَ إِلاّ الغالِبُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ الرَّبُّ وَأَنا المَرْبُوبُ وَهَلْ يَرْحَمُ المَرْبُوبَ إِلاّ الرَّبُّ، مَوْلايَ يامَوْلايَ أَنْتَ المُتَكَبِّرُ وَأَنا الخاشِعُ وَهَلْ يَرْحَمُ الخاشِعَ إِلاّ المُتَكَبِّرُ، مَوْلايَ يامَوْلايَ ارْحَمْنِي بِرَحْمَتِكَ وَارْضَ عَنِّي بِجُودِكَ وَكَرَمِكَ وَفَضْلِكَ ياذا الجُودِ وَالاِحْسانِ وَالطَّوْلِ وَالامْتِنانِ بِرَحْمَتِكَ ياأَرْحَمَ الرَّاحِمِينَ .
Münacatın Türkçe Yazılışı
Allahumme inniy es elukel emane yevme la yenfeu malun vela benune illa men etallahu bigelbin selimin ve es elukel emane yevme yeuzzuz zalimu ala yedeyhi yegulu ya leyteniy itteğeztu me’er resuli sebilen ve es elukel emane yevme yu’reful mucrimune bisiymahum feyu’ğezu binevasiy vel egdami ve eselukel emane yevme la yecziy validun en veledihi vela mevludun huve cazin en valdidi şey’en inne ve’dellahi heggun ve es elukel emane yevme la yenfeuz zalimine me’ziretuhum velehumul le’netu velehum su-uddar ve es elukel emane yevme la temliku nefsun linefsin şey’en vel emru yevme izin lillahi, ve es elukel emane yevme yefirrul mer’u min eğiyhi ve ummihi ve ebiyhi ve sahibetihi ve beniyhi likullim riyyin minhum yevme izin şe’nun yuğniyhi ve es elukel emane yevme yeveddul mucrimu lev yeftediy min azabi yevme izin bi beniyhi ve sahibetihi ve eğiyhi ve fesiyletihil letiy tu’viyhi ve men fil erzi cemiyen summe yunciyhi kelle inneha leza nezze’eten lil şeva.
Mevlaye ya mevlaye entel Mevla ve enel ebdu ve hel yerhemul ebdu illel Mevla, mevlaye ya mevlaye entel maliku ve enel memluku ve hel yerhemul memluke illel maliku, mevlaye ya mevlaye entel eziyzu ve enez zeliylu ve hel yerhemuz zeliyle illel eziyzu, mevlaye ya mevlaye entel ğaligu ve enel meğlugu ve hel yerhemul meğluke illel ğaligu, mevlaye ya mevlaye entel aziymu ve enel hegiyru ve hel yerhemul hegiyru illel aziymu, mevlaye ya mevlaye entel gaviyyu ve enez zayifu ve hel yerhemuz zaiyfe illel gaviyyu, melaye ya mevlaye entel ğaniyyu ve enel fegiyru ve hel yerhemul fegiyre illel ğaniyyu, mevlaye ya mevlaye entel mu’tiy ve enes sailu ve hel yerhemus sailu illel mu’tiy, mevlaye ya mevlaye entel heyyu ve enel meyyitu ve hel yerhemul meyyite illel heyyu, mevlaye ya mevlaye entel bakiy ve enel faniy ve hel yerhemul faniye illel bagiy, mevlaye ya mevlaye ented daimu ve enez zailu ve hel yerhemuz zaile illed daimu, mevlaye ya mevlaye enter razigu ve enel merzug ve hel yerhemul merzuge iller razigu, mevlaye ya mevlaye entel cevadu ve enel beğiylu ve hel yerhemul beğiyle illel cevadu, mevlaye ya mevlaye entel muafiy ve enel mubteli ve hel yerhemul mubtela illel muafiy, mevlaye ya mevlaye entel kebiyru ve enes seğiyru ve hel yerhemus seğiyre illel kebiyru, mevlaye ya mevlaye entel hadiy ve enez zallu ve hel yerhemuz zalle illel hadiy, mevlaye ya mevlaye enter rahmenu ve enel merhum ve hel yerhemul merhume iller rahmenu, mevlaye ya mevlaye entes sultanu ve enel mumtehenu ve hel yerhemul mumtehene illes sultanu, mevlaye ya mevlaye entel ğafuru ve enel muznibu ve hel yerhemul muznibe illel ğafuru, mevlaye ya mevlaye entel ğalibu ve enel meğlubu ve hel yerhemul meğlube illel ğalibu, mevlaye ya mevlaye enter rabbu ve enel merbubu ve hel yerhemul merbube iller rabbu, mevlaye ya mevlaye entel mutekebbiru ve enel ğaşiu ve hel yerhemul ğaşie illel mutekebbiru, mevlaye ya mevlaye irhemniy bi rahmetike verze enniy bu cudike ve keremike ve fazlike ya zel cudi vel ihsani ve tevli vel imtinani bir rahmetike ya erhemer rahimine.
Münacatın Anlamı
Allah’ım! Sadece tertemiz bir kalple Allah’ın huzuruna çıkan hariç mal ve evlatların -insana- hiçbir yararı olmadığı günde senden aman diliyorum. Zalimin -hasretle- ellerini ısıracağı ve “keşke ben Resulullah’a -itaat- yolunu tutsaydım” diyeceği günde senden aman diliyorum. Günahkârların yüzlerinden tanınacağı, saçları ve ayaklarından tutulacağı günde senden aman diliyorum. Babanın oğul yerine ve evladın da baba yerine cezalandırılmayacağı günde senden aman diliyorum. Ve doğrusu Allah’ın vaadi haktır. Zalimlere mazeretlerinin bir fayda sağlamayacağı, onların Allah’ın rahmetinden uzak ve kötü bir menzilde olacağı günde senden aman diliyorum. Hiç kimsenin kimse üzerinde güç sahibi olamayacağı ve yetkinin yalnız Allah’a has olacağı günde senden aman diliyorum. İnsanın kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve evlatlarından kaçacağı ve herkesi meşgul edecek bir işle uğraşacağı günde senden aman diliyorum. “Suçlu o günün azabından -kurtulmak için- eşini ve kardeşini, kendisini barındıran, içinde yetiştiği tüm ailesini ve yeryüzünde bulunanların hepsini vermek ister. Hayır -hiçbir zaman bu imkanı bulamayacak-! O -cehennem ateşi-, alevlenen bir ateştir. Deriler kavurur, soyar.” Bu günde senden aman diliyorum.
Mevlam, ey mevlam! Sen mevlasın ben ise bir kulum; kula mevladan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen -varlığımın- sahibisin, ben ise sahip olunan; sahip olunana sahip olandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen azizsin, ben ise zelil; zelile azizsen başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen yaratansın, ben ise yaratılan; yaratılana yaratandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen yücesin, ben ise hakir, hakire yüce olandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen güçlüsün, ben ise zayıf; zayıfa güçlüden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen zenginsin, ben ise yoksul; yoksula zenginden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen bağışta bulunansın, ben ise sail; saile bağıştan bulunandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen dirisin, ben ise ölü; ölüye diriden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen bâkisin, ben ise fâni; faniye bakiden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen ebedisin, ben ise geçici; geçiciye ebediden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen rızıklandıransın, ben ise rızıklanan; rızıklanana rızıklandırandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen cömertsin, ben ise cimri; cimriye cömertten başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen afiyet verensin, ben ise -derde- tutulan, derde tutulana afiyet verenden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen büyüksün, ben ise küçük; küçüğe büyükten başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen hidayet edensin, ben ise sapan; sapana hidayet edenden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen rahmansın, ben ise merhamet edilecek olan; merhamet edilecek olana rahmandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen güç sahibisin, ben ise imtihan edilen; imtihan edilene güç sahibinden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen kılavuzsun, ben ise yolunu şaşırmış; yolunu şaşırmışa kılavuzdan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen bağışlayansın, ben ise günahkâr; günahkâra bağışlayandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen galipsin, ben ise mağlup; mağlubu galipten başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen eğitensin, ben ise eğitilen; eğitilene eğitenden başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Sen yücesin, ben ise alçak ve düşük; düşük birisine yüce olandan başka kim merhamet eder? Mevlam, ey mevlam! Rahmetinin hakkı için bana merhamet eyle. Bağışının, lütfünün ve fazlının saygınlığı için benden razı ol. Ey bağış, ihsan, fazl ve nimet sahibi! Rahmetinin hakkı için -duamı kabul buyur-, ey merhametlilerin en merhametlisi!
Velayet-i Fakih Sistemine Yöneltilen Sorular ve Cevapları (1)
Velayet-i Fakih’in En Sade Ve En Açık Akli Delili Nedir? Eğer veliyi fakih masum değilse hiçbir neden ve niçin olmaksızın ona itaat edilmesi nasıl yorumlanabilir? Veliyi fakih İmam-ı Zaman (a.f)’ın yeryüzündeki temsilcisi ve dünya Müslümanlarının tamamının emir sahibi ise niçin Anayasa veliyi fakihin, Hubregan (Uzmanlar) Meclisi ve diğerlerinin İranlı olması gerekir şeklinde düzenlenmiştir? Niçin İran İslam Cumhuriyeti Rehberi’ni “Veliyi Müslim’in” olarak isimlendiriyoruz? İran’da hak hükümetle birlikte eş zamanda bir ya da birkaç hak hükümet daha olsaydı veya gelecekte oluşsaydı, o zama
Soru: Velayet-i Fakih’in En Sade Ve En Açık Akli Delili Nedir?
Akla dayalı bir aslı dikkate alarak Velayet-i Fakih’i şöyle açıklayabiliriz: Bir iş, akıl sahiplerince (Ukalâ) istenirlik içerir, ama bir takım sebeplerden dolayı o işin gerçekleşmesi zor ya da imkânsız olursa, külli (Tümel) bir şekilde o işten el çekmezler bilakis, o işin en aşağı mertebesini uygularlar. Başka bir ifadeyle; ehemden (çok önemli) el çekerek mühim (önemli) üzerinde dururlar. Akıl sahipleri, mühim işlerde de bu sınıflandırmayı dikkate alarak asıl itibariyle bir işin ehemmiyetinin derecelendirilmesinden, bir takım koşullar sebebiyle ilk aşamada imkânsız ya da zor olan bir işi, ikinci aşamasının yerine koymayı ve değiştirmeyi hedeflerler. İslam’ın da kabul ettiği bu akla dayalı asıl ve temeli “Tedrici düşüş ve alçalma” olarak isimlendiriyoruz. Fıkıhta bu ilkeye dayalı pek çok konular icra edilmiştir. Konunun açıklanması için iki örnekle yetineceğiz.
1. Namaz kılmayı kastettiğinizi düşününüz. Namazın ayakta kılınması idealdir ama bir kimse hastalık sebebiyle namazı ayakta kılmaya kadir değilse, namaz kılmamalı mıdır? Fakihlerin tamamı şöyle der: Namazı ayakta kılabildiği miktarda ayakta kılmalı ve ayakta kılma gücü olmadığı yerlerde oturmalıdır. Namazını ayakta kılamayan kimse için fıkhi emrin bir sonraki aşaması namazın oturarak kılınması buda yapılamıyorsa yatarak kılınmasıdır.
2. Eğer bir kimse, bir şeyi özel bir doğrultuda örneğin bir bağın gelirini, Masum İmam (a.s)’ın Mübarek Hareminin aydınlatılması için mum alınmasına vakfetmişse ve hali hazırda mum yoksa vakfedilen bu malı bırakmamız mı gerekir? Kesinlikle böyle değildir ve vakfedilen bu malın gelirinin, aydınlatmaya en yakın şey neyse, o doğrultuda harcanması gerekir. Örneğin bu bağın geliri, elektrik masrafı için kullanılabilir, zira muma en yakın olanı elektriktir. Istılahta “el Ehem fe’l mühim (önemli olanın, daha önemli olana tercih edilmesi” olarak isimlendirilen bu ilkeye “Tedrici düşüş ve alçalma” adı verilir.
Adil Fakih, Masum İmama En Yakın Fert
İslam inancı sistemi ilkesince hâkimiyet Allah’ındır. Diğer taraftan Allah-u Teâlâ, toplumsal işlerin yürütülmesinde insanlara doğrudan müdahale etmemiş ve hâkimiyeti peygamber ve Masum İmamlara bırakmıştır. Allah tarafından tayin edilen masum imamın toplumsal işlerde hâkimiyetinin olmadığı durumda ne yapılmalıdır? Böyle durumda hükümeti terk edelim diyebilir miyiz? Böyle bir söz kabul edilemez zira her toplumda hükümetin gerekliliği ilkesi kendi yerinde ispat edilmiştir. Buradan hareketle “Velayet-i Fakih”i “Tedrici düşüş ve alçalma” ilkesi gereği zorunlu biliyoruz. Tüm şartlara haiz fakihin delili, Masum İmamdır (a.s) ve ondan sonraki derecelendirmede, söz konusu fakih yer alır. Elbette Masum İmam (a.s) ile adil fakih arasındaki mesafe son derece fazladır ama topluma zahiri hükümet işinde ona en fazla benzeyen ve en yakın olan, adil fakihtir.
Özetlemek gerekirse: Birinci mertebede hâkimiyet Allah’ındır ve ondan sonra Allah’ın Resullü (s.a.a) ve onun ardından Masum İmam (a.s) şer’i hâkimdir. Bundan sonra hâkimiyetin dördüncü aşaması var mıdır?
Bunun cevabında şöyle diyeceğiz:
Masum İmamın (a.s) gaybeti zamanında Şiaların bakış açısına göre velayet-i fakih, hâkimiyetin dördüncü aşamasında yer alır çünkü Masum İmama (a.s) en yakın olan kimse, gerekli şartların tamamına haiz olan fakihtir. İslam hâkiminin; kanun ve kararlara aşina olmak, toplumsal maslahatları bilmek; emanet ve toplumsal maslahatı güvence altına alınmasını temin eden ahlaki yeterliliğe sahip olmak gibi bir takım sıfatları barındırması gerekir. Masum imamda bu şartların hepsi vardır zira masum, ismeti (ilahi korunmuşluk) sebebiyle şer’i kanunların hiçbirisine muhalefet etmez ve gaip ilmini bilmesi hasebiyle, şer’i kanunları ve toplumun maslahatlarını bilir. Hâkimiyetinin meşru olması için gerekli şartların tamamını taşıyan fakihinde söz konusu bu şartların bir aşağı mertebesine sahip olması gerekir. İslam hükümlerini ve özellikle siyasi ve toplumsal meseleleri başkalarından daha iyi bilmesi için fakihlik ve içtihat yetisinin meleke haline gelmesi gerekir. Toplumsal maslahatları kendi şahsi ve belli bir gurubun maslahatına feda etmemesi için takva ve adalet melekesine de sahip olması gerekir ve aynı şekilde şeytanların onu kandırıp adalet çizgisinden saptırmaması için siyasi, toplumsal ve uluslar arası maslahatlara aşina olmalıdır.
Veliyi fakihin şartları
1. Hükümet başkanının, hükmet kanunlarını diğerlerinden daha iyi koruması ve söz konusu kanunların uygulanmasında tam bir nezaretinin olması hasebiyle kanunlara tam bir aşinalığının olması zorunludur. Halkın çoğunluğunun İslam kanunlarına tabi olduğu İslami düzende, sistemin başında şartların tamamına haiz fakihin olması gerekir. Yani söz konusu fakih, sadece İslam kanunlarına aşina olmakla kalmamalı aynı zamanda kendi çapında İslam kanunları kaynakları esasına göre kanun ve kararlar konusunda içtihat yapabilmelidir. Zira müçtehit olmayan birinin, kanunlara aşina olması mümkündür ama aşinalığı, taklit yoluyla oluştuğu için şer’i hâkim olamaz.
2. Diğer taraftan hâkim ve İslam rehberinin, halkının işlerinde ve alınacak kararlarda kendinden emin olması ve hiçbir şekilde hıyanetin gerçekleşmediğini bilmesi için gerekli takvaya sahip olması gerekir.
3. İslam hâkiminin toplumu mukaddes ve yüce hedefe yöneltmesi için yüksek düzeyde idareciliği bilmesi gerekir – elbette bu şart ister İslami isterse gayri İslami olsun bütün hâkimler için geçerlidir.
Öyle anlaşılıyor ki zikredilen mukaddimelerin kabul edilmesiyle velayeti fakih görüşünün benimsenmesi kabul edilebilir ve kolaydır. Ne var ki bu mukaddimeler açıklanmaksızın velayeti fakih konusuna giren kimse için bu görüş ya olduğu gibi meçhul kalacak ya da yanlış bir surette şekillenecektir.
Soru: Eğer veliyi fakih masum değilse hiçbir neden ve niçin olmaksızın ona itaat edilmesi nasıl yorumlanabilir?
Velayeti vakihe inananlar arasında hiç kimsenin veliyi fakihin masum olduğuna inanmadığı gibi böyle bir iddiada da bulunmadıkları açıktır. Çünkü biz yalnızca peygamberlerin, Hz. Zehra (s.a)’nın ve İmamların (a.s) masum olduğuna inanıyoruz.
Sorulması gereken soru şudur: Veliyi Fakihin masum olmadığını, bunun yanında hata yapması ihtimalini göz önün önünde bulundurarak, acaba bu ihtimal veliyi fakihe itaat etmeye mani olur mu?
Anlaşıldığı kadarıyla böyle bir gereklilik yoktur. yani bir kimse masum değilse ona itaat edilmemelidir anlamı yanlıştır. Şiaların ameli yaşam tarzlarına dikkat ettiğimiz zaman, onların neden ve nasılsız mercileri taklit ettiklerini ve onların fetvalarıyla amel ettiklerini görüyoruz. Bununla birlikte hiç kimse onların masum olduklarına inanmaz ve hatta fetvanın değişmesiyle onların hata bile yapacaklarını kabul eder, zira fetvanın değişmesiyle, fakihin ya önceki fetvası yanlış ya da yeni fetvası yanlıştır. Aynı şekilde mercilerin fetvalarındaki ihtilaflardan, onların bazılarının fetvada hataya düştükleri anlaşılmaktadır ne var ki böyle olmasına karşın hiç kimse taklit merciinin fetvasıyla amel edilmesinde zerre kadar şek etmez. Şimdi nazarda tuttuğumuz sorumuza dönelim. Acaba veliyi fakihin hata yapma ihtimali, ona itaat etmeme sebebi olabilir mi?
Hâkime itaat etmek hükümetin iki rüknünden birisidir
Her toplumun hükümete ihtiyacının olduğunda şüphe yoktur ve hükümetin ayakta kalabilmesi ise iki şeyle gerçekleşir: Birincisi hükmetmedir yani emir vermeye hakkı olan kimse ikincisi, emredenin emrine itaat etmeniz zorunluluğu. Bu ikisinden biri gerçekleşmezse hükümet oluşmaz. Şu halde hata ihtimali, hâkimin emrine itaatsizlik etme izni vermiş olsa ki bu ihtimal hiçbir zaman ortadan kalmaz, bu durumda hiçbir zaman hâkime itaat gerçekleşmeyecek, hükümeti ayakta tutan iki şarttan birisi oluşmayacak ve hükümet ortadan kalkacaktır.
Akıllı kimselerin yöntemiyle hayata baktığımızda emredenin masum olmadığını bilmelerine rağmen onların, birçok konularda itaati zorunlu bildiklerini göreceğiz. Bir ordu komutanının askerlere emir verdiğini düşününüz; eğer askerler, ordu komutanının hata yapabileceği ihtimaline dayanarak onun emrine itaat etmeseler acaba savaş bir sonuca ulaşır mı? Her hangi bir hareket gerçekleşir mi? Acaba bu gurubun yenilgisi kesin değil midir? O halde yanlış bir emirden kaynaklanan zararla itaat etmemenin zararı mukayese edilemeyecek kadar çoktur. Aynı şekilde uzman bir doktora müracaat ettiğinizi düşününüz, acaba onun teşhisinde yanlışlık ihtimali verir misiniz? Böyle bir ihtimalin olmasına rağmen yine de uzman doktora müracaat etmekten geri durmazsınız.
Hâkime itaat etmemek, düzenin karışması ve kaosa neden olur. Toplumun böyle bir kaostan göreceği zarar, yanlış bir emre itaat etmemenin zararından çok daha fazladır. Zikredilen konuların tamamında akıllı kimseler zayıf ihtimallere amel etme yöntemini seçerler. Şimdi veliyi fakihin özelliklerine teveccüh edelim ve İslam hâkiminin her işte sürekli uzman ve görüş sahibi kimselerle meşveret ettikten sonra karar alığını ve halkın da onun hayrı doğrultusunda elinden geleni yapmaktan kaçınmadığını nazarda tutalım. Böylesi bir durumda hata ihtimali son derece azalacak ve onun emirlerine itaatsizlik etmek de akılsızlık olacaktır.
Veliyi fakihin masum olmadığı meselesinin ortaya atılma hedefi
Son olarak söylememiz gerekir ki; ismetin olmayışı (ilahi korunmuşluk) hükümetlerin tamamının hâkimi ve başkanı için geçerli bir eleştiridir ama bu eleştirinin velayeti fakih konusunda söz konusu edilip diğer sistemlerde aynı eleştirinin konu edilmemesi, bizleri böyle bir eleştiriyi konu edenlerin İslam düzeni rehberinin kutsallığını parçalamak hedefi taşıdıklarına yöneltiyor. Zira rehberin kutsiyeti, birçok konularda düşmanların yolunu kapatmış ve onların planlarını bozmuştur. Eğer İmam Humeyni (r.a)’nin bir emriyle Abadan şehrinin kuşatması kırılmışsa bunun sebebi hiçbir askerin aklına, onun emrine muhalefet etmek caiz midir değil midir düşüncesinin gelmeyişidir.
İslam rehberinin kutsiyet kokusu ve ona itaat etmenin gerekliliği, düşmanları ümitsizliğe sürüklediği için böyle bir eleştiri ortaya atılmıştır. O halde eleştirilerin tamamının doğru cevabı bulmak değil, başka bir hedef için eleştiri yaratmak olduğunu dikkate almamız gerekir.
Soru: Veliyi fakih İmam-ı Zaman (a.f)’ın yeryüzündeki temsilcisi ve dünya Müslümanlarının tamamının emir sahibi ise niçin Anayasa veliyi fakihin, Hubregan (Uzmanlar) Rehberlik Meclisi ve diğerlerinin İranlı olması gerekir şeklinde düzenlenmiştir?
İlk önce soru hakkında açıklamada bulunalım. Bu soruyu söz konusu eden kimse velayeti fakihin makamından, kendi ülkesinde sorumluluk ve ihtiyarının sınırlı olduğu tüm ülke hâkimlerinin devlet makamlarını mı kastetmektedir yoksa velayeti fakihin ilahi bir tayin olup sınır ve coğrafya ötesinde bir makam olduğunu mu kastetmektedir? Eğer birincisini kabul ediyorsanız, niçin veliyi fakihi, tüm Müslümanların “Veliyi Emri” biliyorsunuz? Eğer ikincisini kabul ediyorsanız, niçin anayasada Rehberlik, Hubregan (Uzmanlar) Meclisi ve diğerleriyle alakalı kanunlarda coğrafi sınırlar önemlidir ve sanki rehberlikle alakalı işler, İran ile sınırlıdır örneğin anayasada, İranlı olmayan birisinin İslam cumhuriyeti rehberi olması ya da Hubregan Meclisi üyelerinin bazılarının başka ülkelerden olması öngörülmemiştir.
Bu sorunun cevabında bazı mukaddimelerin zikredilmesi zorunludur:
Bu iş ya hep ya da hiç arasın da mı dönüp dolaşıyor?
1. Bazı siyasi, hukuki, ahlaki ve… mekteplerin (ideolojik görüşler) görüşleri ya hep ya da hiç arasında dönüp dolaşmaktadır. Şöyle ki; onların bir konuda dikkate aldıkları şartlar bir arada toplanmışsa neticeye ulaşılır ama tüm şartların bir kısmı hazırlanmışsa hiçbir netice vermeyecektir. Başka bir ifadeyle: Şartların tamamının oluşmasıyla neticeye ulaşıldığına şahit olacağız ve tüm şartların daha azının oluşmasıyla hiçbir neticeye ulaşamayacağız.
Bu iddianın aydınlanması için “Kant”ın Ahlak Felsefesindeki örneğini dikkate alalım: Kant, birinin işlerinde, aklın ve vicdanın emrine itaat etmekten başka bir niyeti yoksa o kimsenin işinin değerli olduğuna ama akla itaatin yanında örneğin işin neticesine de alakasının olması durumunda işin hiçbir değerinin olmadığına inanır. Siyasi ve hukuki mektepler de insanın işinin ya hep ya da hiç arasında dönüp dolaştığına inananlar vardır.
Ama şöyle demek gerekir: Bu görüş gerçekçi değildir ve İslam, gerçekçi hüküm ve değerlerin tamamını söz konusu etmiştir ve bu hüküm ve değerlerin mertebe ve dereceleri vardır. İslam hiçbir zaman, bir meselede yüzde yüz ideal bir neticeye ulaşılmıyorsa tamamen boştur demiyor aksine, alt derecesini uygulayın diyor.
Bu iddianın doğruluğunu anlamak için bir işin çeşitli bedellerinin mükellefin önüne sunulduğu bazı fıkhi konulara biraz dikkat edelim. Değişik konumlarda namaz kılma sorumluluğunun yerine getirilmesi için çeşitli hallerin olduğu bu iddianın bir örneğidir. Hatta dini meselenin en önemlisi olan imanın bile mertebeleri vardır.
Topluma rehberlik etme meselesinde ideal İslam
2.Topluma rehberlik ve imamet görüşünde İslam’ın ideali, Peygamber Ekrem (s.a.a)’in asrında olduğu gibi toplumun masum rehber tarafından idare edilmesidir. Biz bunun olabileceğine inanıyoruz ve inşallah Hz. Hüccet (a.f)’in zuhur zamanında böyle olacaktır. Ama hali hazırda böyle bir idealin gerçekleşmesi mümkün değildir zira gaybet zamanında yaşıyoruz ve masum rehber gaiptir.
Eğer İslam, imamet meselesine gerçekçi yaklaşmasaydı, gaybet döneminde dini hükümetin başında masum imamın rehberiyeti olmadığı için hiçbir hükümetin meşruiyeti olmayacaktı ama İslam bu dönem için daha aşağı bir vaziyeti öngörmüş ve gerekli özel şartlara haiz olan fakihleri hâkim olarak kararlaştırmıştır. Fakihler meşru olmayan hükümetlerde bile fakihin“umuru hisbe (kimsesizlerin, dul kadınların, öksüz ve yetimlerin ve kendiişlerini idare edemeyen kimselerin sorumluluğunu üstlenmek)” işlerinde velayeti olduğunda ortak görüşe sahiptirler. Yani fakihin halka hükümet etme gücü olmasa bile yinede zikredilen işlerin sorumluluğunu yüklenmesi gerekir. Bizim zamanımızda dini bakış açımıza göre tağut rejimi zalim, zorba ve gayri meşru bir rejimdi ve fakihler, şer’i hâkimin hükmünün şart olduğu konularda halkın gerekli şartlara haiz müçtehide (şer’i hâkime) müracaat etmeleri gerektiğine inanıyorlardı. Örneğin yaşamlarında ihtilafa düşen evli çiftler bu durumdan kurtulmaları için o zamanın resmi boşanma dairelerine gidiyor ve özel bir defteri imzalıyor ve resmi olarak boşanmış sayılıyorlardı. Hâlbuki Şia fakihine göre talak sığasının (talak sığasından boşanmanın gerçekleşmesi için söylenilen özel lafız kastedilmektedir) icra edilebilmesi için iki adil şahidin hazır olması gerekir. Bu sebeple mütedeyyin aileler talakı cemaat imamı ya da müçtehidin yanında ve iki adil şahidin eşliğinde icra ediyorlar ve daha sonra bunu resmileştirmek için resmi dairelere gidiyorlardı.
Fakihin böylesine sınırlı müdahalesiyle İslam’ın ideal bölümü gerçekleşmez ama sonuçta hiç karışmamaktan daha iyidir. O halde İslam, toplumun ya ideali ya da hiçi seçmelerini istemez ve bu gibi durumlarda Müslümanların önüne orta yolu sunar.
Konunun nihai cevabı
İslam görüşü esasına göre, cihan şümul ve coğrafi sınırların hiçbir etkisinin olmadığı bir hükümet ideal hükümettir. Ama günümüz dünyasında ideal hükümetin gerçekleşme şartları yoksa çıkmaza mı gireceğiz? Kesinlikle hayır.
Hali hazırda dünyanın tamamı bir hükümet tarafından idare edilemez ve bulunduğumuz bölgede (İran) dini bir hükümet kurmamız gerekir. Böyle olunca artık kanuni esasinin, İran’ın dışını da kapsaması kabul edilemez. Bu sebeple hali hazırdaki durumda dini bir hükümetimiz olacaksa coğrafi sınırların saygınlığını korumamız ve diğer ülkelerle ilişkilerimizi Uluslar Arası örfle uyuşacak şekilde düzenlememiz zaruridir. Yani diğer ülkelerle karşılıklı elçiliklere sahip olmamız ve Uluslar Arası kararlara saygı göstermemiz gerekir.
O halde günümüz dünyasında, bizim hükümetimizin rehberi tüm Müslümanların rehberi olması hasebiyle diğer ülke Müslümanları da onun emri altında olması gerekir diyemiyoruz. Bu konu Uluslar Arası örfüne göre kabul edilebilir değildir. Kanuni esasi İran İslam Hükümetini, Rehberliği ve diğer hükümet organlarını bir ülkeyle sınırlıyorsa zikrettiğimiz bu sebepten dolayıdır. Böyle bir engelin olmaması durumunda İslam’a göre coğrafi sınırlar, ülkeler ve milletleri ayıramaz aksine, halkı birbirinden ayıran gerçek sınır itikattır.
Soru: Niçin İran İslam Cumhuriyeti Rehberi’ni “Veliyi Müslim’in” olarak isimlendiriyoruz?
Hükümet için İslam’ın ön plandaki ilk örnek ve olgusu, masum imamın rehberliği altında gerçekleşecek cihan şümul bir hükümetin olmasıdır. Böyle örnek bir hükümet de coğrafi sınırlar yerini itikadi sınırlara bırakır ve İslam ülkesi, Müslümanların yaşadığı her bölgeyi içine alır.
Veliyi Fakih’in İslam hükümetindeki rolü
Diğer taraftan İslam hükümeti, dini kanunlar ve ülke vatandaşlarının maslahatlarını gözetme esasına göre Müslümanların işlerinin tedbir ve düzenlenmesi anlamındadır ve özel şartlara sahip olan kimse, hâkim unvanıyla İslam hükümlerini uygular ve bu şartların ortadan kalkmasıyla, hükümet etme salahiyeti de ondan selp edilir (alınır).
Bu şartlar şunlardan ibarettir: İslam kanunlarını tüm yönleriyle ve dakik olarak bilmesi, dini hükümlerin uygulanması ve Müslümanların maslahatlarının teminatçısı unvanıyla takva sahibi olması ve yeterli olacak şekilde toplumsal ve siyasi maslahatları tanıması gibi şartların tamamı, İslam toplumunun maddi ve manevi saadete yönlendirilmesine sebep olacaktır.
Müslümanların geçmiş ve şimdiki durumuna kısaca bakıldığında bir takım olumsuzluklar, guruplaşmalar, kardeş öldürmeleri ve maddi ve manevi geri kalmışlıkların temel sebebinin; ferdin hidayeti, ihtilafların kaldırılması, fitnelerin baş göstermesinin engellenmesi ve düşmanların planlarının etkisiz hale getirilmesi doğrultusunda İslam toplumu ekseninde sağlam bir dayanak ve merkezin olmadığını açıkça müşahede edeceğiz.
Bu sebeple İslam adil “veli”yi, saadet bahşetme ve teşride vahdet oluşturma vesilesi kararlaştırarak onu tüm Müslümanlar için istemiştir. Şu anki mevcut gerçekler esasına göre dünyanın hiçbir noktasında dini altyapılara sahip İslam hükümeti göze çarpmamaktadır ve sadece İran İslam Cumhuriyeti, dini görüşe uygun olarak şekillenmiş bir hükümet düzenidir. Bu düzen, halkın son derece sağlam desteğine ve ümmetin rehbere biati gibi büyük bir sermayeye sahiptir.
Bir hükümete tabi olmada akıl sahiplerinin yöntemi
Hatırlatılması gereken önemli bir diğer noktada şudur: Akıl sahiplerinin yöntemine ve dünya halkının örfi bakış açısına uygun olan; bir ülkede hükümet teşkil edildiği ve başkent fertleri ve teşhis ehli, o kurulan bu merkeze tabi olduğu zaman kurulan hükümeti korumaya meyilli diğer şehir ve bölgelerde bu hükümetin korunması doğrultusunda çalışacaklardır.
Bu esas gereği Emirilmüminin (a.s) ile Muaviye arasındaki mektup yazışmalarında Muaviye’nin: Sana tabii olmadığım halde niçin sana itaat edeceğim? Sorusunun karşılığında Hz. Ali (a.s)’nin şöyle buyurduğunu görüyoruz: Sen benden önceki halifeleri Allah Resulü’nün halefi biliyor ve onlara itaatin tüm Müslümanlara vacip olduğunu söylüyordun hâlbuki onlara sadece Medine halkı biat etmişti ve diğer Müslümanların tamamının onlara itaatini vacip kılmıştı o halde senin bana itaat etmen vacipti. Elbette Ali (a.s)’nin bu sözü, önceki üç halifenin meşru olduğunu onaylaması anlamında olmayıp sadece karşı tarafın kabulleri esasına dayanan bir cedel ve münazaradan ibarettir.
Buna binaen İslam’ın, hükümeti herkes için istemesi ve İslam’ı ve dini hükümleri uygulama doğrultusunda zamanı tanıyan adil birinin varlığının İslam hükümetinin asli rüknünü oluşturduğunu, diğer taraftan hali hazırda dünyada İslam Cumhuriyeti dışında İslami görüşe uygun hiçbir hükümetin olmadığını, başka taraftan kendi merkeziyetinde İslam’ı tanıyan salih Müslümanların biat ve onayına sahip yegâne hak hükümet olmasını dikkate alarak, tüm Müslümanların velayeti fakih ekseninde toplanmaları ve İslam medeniyetini yeniden diriltmeye ve Müslümanların izzetini temin etmeye dayanan bu düzene yardım etmeleri zorunludur. Günümüzde dünya çapında birçok İslami gurup ve şahsiyetlerin, İran’ın veliyi emri’ne “Veliyi Emri Müslimin” unvanıyla tabi olup koruduklarına şahidiz ve bu sebeple biz kendi veliyi emrimizi, “Veliyi Emri Müslimin” olarak isimlendirmekteyiz.
Söylemeden geçilmemelidir ki bu isimlendirme bizim mektebi görüşümüzden kaynaklanıp İslam hükümetinin asli projesine uygundur ve İran gibi bir ülke çerçevesinde kanuni esasinin varlığını gerektiren ve diğer ülkelerle ilişkilerin düzenlenmesinde Uluslar Arası kanunlara riayet edilmesini zorunlu kılan, hükümetin ikincil planıyla hiçbir uyuşmazlığı yoktur. Çünkü bu iki uygulama ve planın her ikisi de birbirinin arzında (enleminde) değil, birbirinin boylamındadır (tulündedir); çelişik bir dorum söz konusu değildir.
Soru: İran’da hak hükümetle birlikte eş zamanda bir ya da birkaç hak hükümet daha olsaydı veya gelecekte oluşsaydı, o zaman nasıl bir plan önerilirdi?
Bu sorunun cevabında şöyle denilmesi gerekiyor: Şimdiki şartlarda her ne kadar bu faraziye, dışsal gerçeklerden haber vermemektedir ve sadece zihinsel bir faraziye unvanını taşımaktadır, ama her halükarda böyle bir faraziye de hükümet şekillerinden birisi olarak dikkate alınabilir.
Bize göre zikredilen faraziyede İslam hâkimiyetinin gerçekleşmesinde en güzel yöntem, Federasyon yöntemidir.
Federasyonun anlamı
Zikredilen bu proje ve planın aydınlaması için ilk olarak “Federasyon” ve “Federal Hükümet” kelimelerini açıklayacağız.
Latince bir kelime olan “Federasyon”, “Anlaşma” ve “Muvafakat” anlamına gelir ve bir veya birkaç müstakil devletin, yeni bir devlet oluşturup kendi hâkimiyetlerini yeni hükümete verme konusunda karar alma durumunda federasyon hükümeti ortaya çıkar. Böyle bir birleşmenin ürünü olan hükümet, merkezi ve mahalli olmak üzere iki bölümden oluşur.
Federal hükümette merkezi hükümet; güvenlik, iktisat, dış siyaset ve genel menfaatlerle alakalı temel konularda karar alır. Mahalli ya da federasyonu oluşturan birimlerde ise, bölgesel anlamda önemi olan konular üzerinde durulur.
İslam Federasyonu
Bu mukaddimeyi dikkate alarak, İslam federasyonu, meşru hükümet sahibi ülkelerin katılımıyla ittihadın sağlandığı ve güçlü merkezi devlete ve bağımsız mahalli devletlere sahip olacağı hükümet şeklidir. Merkezi devlet, tüm İslam camiasını mukayese ederek dini ilkeler esasına göre Müslümanların işlerinin çekip çevrilmesi konusunda karar alır ve genel kanunların düzenlenmesiyle tüm birimlerini maddi ve manevi hedefe doğru yönlendirir.
Diğer taraftan federasyona bağlı her bir mahalli ve bölgesel birimler, kendi maslahatlarına riayet etmekle birlikte merkezi hükümetin zaman ve mekânsal durumunu dikkate alarak özel kanun ve düzenleme işleriyle meşgul olurlar. Bunun yanında federasyonun genel kanunlarının uygulanmasına riayet edilerek İslami büyük toplumun ilerlemesi ve hedefine ulaşmasının temin edilmesi doğrultusunda yardım ederler.
Böylelikle hem geniş çapta – yani toplumun tamamı ve İslami ittihat düzeyinde – hem de merkezi hükümete üye ülkelerde İslam’ın hâkimiyeti ve fert ve toplumun hedefleri gerçekleşmiş olur. Bu gidişatın devamı (=federal hükümete sahip olmakla birlikte) İslam’ın temel örneği esasınca cihan şümul hükümetin teşkil edilmesiyle sonuçlanarak her şeyden önce mutluluk sağlamış olur.
Allame Ayetullah Misbah Yezdi
devam edecek