کارگر

کارگر

Pazartesi, 23 Nisan 2012 04:41

Pakistan'da Şii katliamı devam ediyor !...

Pakistanlı Şiilerden iki kişi daha şehid edildi...

Pakistan'ın Kuveyte şehri yakınlarında halktan bir grubun kimliği belirsiz kişilerce yaylım ateşine tutulması sonucu Pakistan Hezare camiasına mensup Şiilerden iki kişi şehid düştü.

İRNA ajansının yerel kaynaklara dayanarak verdiği habere göre Pakistan'ın güney batısında yer alan Beluçistan eyaletinde bulunan Kuveyte şehri yakınında halktan bir grubun silahlı teröristlerin saldırısına uğraması olayında iki kişinin ölmesinin yanı sıra üç kişi de yaralandı.

Haber kaynakları Pakistanlı güvenlik güçlerine dayanarak bu saldırı ardından bölgede olaya karıştıklarından kuşkulanılan üç kişinin yakalandığını bildirdiler.

Polis kaynaklar, saldırganların bu kanlı terör saldırısı ardından hemen bölgeden uzaklaşmışlardır.

Polis yetkililer bu saldırının da ülkede kavmiyetçi ve etnik çatışmaların çıkarılması amacıyla gerçekleştiğini belirtiyorlar.

Bu saldırı ardından Kuveyte şehri halkından kalabalık bir grub olayı protesto etmek için caddelere döküldü ve güvenlik güçlerinden, terör saldırıları ile ülke güvenliğini tehdit eden saldırganları en kısa zamanda yakalamalarını ve ciddi önlemler almalarını istediler.

Göstericiler ayrıca araba lastikleri yakarak Beluçistan eyaletinin merkezine giden tüm yolları bir süreliğine kapadılar.

Cumartesi, 21 Nisan 2012 09:31

İSLAM DİNİNİN KADINA BAKIŞI

İslam’da önemli olan, kadınlık veya erkeklik değildir. İslam’da söz konusu olan, insanın insan oluşu, yeteneklerin eğitilmesi ve herkesin, ister kadın, ister erkek olsun, vazifelerini yapmasıdır.

İslam, insanın tekâmülünü hedef edinmiştir. Bu açıdan da kadın ve erkek arasında hiçbir fark yoktur. İslam açısından önemli olan kadınlık veya erkeklik değil, kendini yetiştirme ve Allah’a yakın olmaktır. Kadın ve erkek insanlığın iki temel unsurunu teşkil etmeleri nedeniyle, İslam’da bazen kadından ve bazen de erkekten söz edilmekte; bazı nedenlerden dolayı kadın övülmekte ve bazı nedenlerden dolayı da erkek övülmektedir. Bu iki cins arasında insan olma açısından hiçbir fark yoktur. Nitekim mutlak kemale ve bu yaratılışın hedefine ulaşma noktasında kadın ile erkek arasında hiçbir fark da bulunmamaktadır. Bu doğrultuda erkeğe verilen tüm güçler ve potansiyel kabiliyetler aynen kadına da verilmiştir, cinsiyetin bu hususta bir rolü söz konusu değildir. Evet, yaratılışta bir takım farklılıklar bulunmakta ama bu farklılıklar dediğimiz gibi sadece yaratılış noktasındadır, yoksa kemale ulaşma noktasında değildir.


Kısaca İslam'ın kadın hakkındaki düşüncelerini şöyle sıralaya biliriz:

1. Kadın yüce Allah'ın cemal sıfatının göstergesi, incelik, letafet ve huzurun nişanesidir.

2- Kadının yaratılışı ve varlığının niteliği de tıpkı erkek gibidir. "Şüphesiz biz insanı en güzel bir surette yarattık."

3- Kadın için de salt ilahi ve insani bir ruh takdir edilmiştir. Yüce Allah tarafından kadına ilahi ruh üflenmiş, bu ruh sebebiyle kendisine özel toleranslar tanınmış ve kadın birçok mükemmelliklerin kaynağı olarak yaratılmıştır. Kadının ruhuyla erkeğin ruhu arasında hiçbir fark yoktur. Dolayısıyla kadın da erkekle aynı kimliği taşımaktadır. Kadının cevheri erkeğin zati cevheriyle eşit konumdadır.

4. Kadın erkeğin huzur kaynağı, erkek de kadının güven kaynağı ve onun sorumlusudur.

5. Allah'a yaklaşmak, iyi işlerin sonucunu görmek, suluk yolunda ilerlemek kesinlikle özel bir cinsiyete bağlı değildir.

6. Fıkıhtaki bir takım erkek ve kadın arasındaki farklı hükümler, asla zulüm ve erkeğin üstünlüğünden kaynaklanmamaktadır. Bilakis erkeğin sorumluluğunun fazlalığı ve ailesine yönelik vazifelerinin çokluğundandır.

7- Kadın malikiyet hakkına sahiptir ve beğenilmiş ve meşru işlerde çektiği zahmetlerinin karşılığı bizzat kendi hakkıdır. Kadının malikiyet meselesi ve mülkü olan her şeydeki tasarrufu hiçbir eksiklik ve noksanlık olmaksızın tıpkı erkek gibidir.

8- Kadın bir şehvet aracı değildir. Aksine erkeğin ortağı, türün beka sebebi ve hayatın yarısını teşkil eden bir varlıktır. Kadınla evlenmek temiz bir niyetle olduğunda ibadet, doğru ve salim bir tavırla olduğu takdirde ise insan için ahiret azığı ve ukba hayatının esenliğine sebep olmaktadır. Allah Resulü (s.a.a) kadınlar hakkında şöyle buyurmaktadır: "Cennet annelerin ayakları altındadır."


İslam’da önemli olan, kadınlık veya erkeklik değildir. İslam’da söz konusu olan, insanın insan oluşu, yeteneklerin eğitilmesi ve herkesin, ister kadın, ister erkek olsun, vazifelerini yapmasıdır. Geçmiş ve mevcut mektep ve ideolojiler karşısında İslam'ın kadın hakkındaki görüşünü belirleyen ve ortaya koyan en önemli şey kadın ve erkeği insanlık vazifeleri ve mefhumları açısından eşit kabullenmesidir. İslam, hem kadına ve hem de erkeğe eşit bir gözle bakmaktadır.

İslam’ın toplumsal sistemine göre ise; kadın hem değerli, hem de üstün şahsi özellikleri kendisinde toplayan olmalıdır. Bazı toplumlar kadına değer verdi, ama şahsiyet vermedi, günümüz batı medeniyeti ise şahsiyet verdi ama değerini yok etti. İslam her ikisini de kadına sunmaktadır. Kadın bir taraftan kemalleri kendisinde toplamalı örneğin; bilgi, hüner, güçlü irade, korkusuzluk, yaratıcılık, manevi boyut vb. ruhi ve cismi kemallere sahip olmalıdır. Fakat diğer taraftan da müptezel, ela ayağa düşmüş olmamalıdır.

Kuran-ı Kerim, kadınlara şöyle değer vermiştir: Âdem’le beraber Havva’ya da ağaca yaklaşmamasını buyurmuştur, Sara’da Hz. İbrahim gibi melekleri görmekteydi, Meryem’e cennetten özel yiyecekler geliyordu ve Hz. Fatıma, Kevser ( çok fazla hayırlı) olarak adlandırılmıştır. İnsanlık tarihinin en örnek kadını, Hz. Fatıma’dır. O Peygamberin ev işlerini yapmasını istemesine sevinmekte, ama yeri geldiğinde de tüm tarihin kaderini etkileyecek, dünyanın en bilgin insanlarının bile yapamayacağı türde bir konuşmayı camide yapmaktadır. Ama konuşmasını erkeklerin önüne çıkmadan, perdenin arkasında yapmıştır. Böylece hem kendisinin kadınlık sınırlarını korumakta ve hem de toplumsal olaylara duyarsız kalmamaktadır.

Soru da özellikle İslam dininin kadın hakkındaki görüşleri ve bakış açısı sorulduğundan, şimdi İslam'ın görüşünü sıralayalım. Kadının İslamiyet'teki konumu ve değerini üç boyuttan ele alabiliriz:

A: İnsani Şahsiyet Yönünden

1. Kadın yüce Allah'ın cemal sıfatının göstergesi, incelik, letafet ve huzurun nişanesidir. Her varlık Allah'ın isim ve sıfatlarının bir mazharıdır, çünkü varlık âlemi Allah'ın fiili sıfatlarının ürünüdür, zati sıfatlarının değil. Hz. Ali (a.s) buyuruyor: "Tüm hamdlar kendisini yarattıkları varlıklarla tanıtan Allah'a olsun."[1]Kuran-ı Kerim'e göre kadının yaratılışı, aile ve evlilik kurumunun felsefesi bazı küçük isteklerden çok daha ötedir.

" O’nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de: Kendilerine ısınmanız için, size içinizden eşler yaratması, birbirinize karşı sevgi ve şefkat var etmesidir. Elbette bunda, düşünen kimseler için ibretler vardır."[2]

2. Allah katında insanın hangi ırktan yahut hangi cinsten olduğunun bir önemi yoktur. Allah katında önemli olan, ona kulluk etmektir. Kimin kulluğu daha çok ve bilinçliyse, değerli odur.

" Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınız, takvalı olanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır."[3]

3. Bütün peygamberlerin ve tüm ilahi kitapların muhatapları insanoğludur, davet ettikleri tüm beşer içindir. Burada asla kadın erkek ayrımı yapılmamıştır.

4. Kadının da ulaşması istenilen, yaratılışın gayesi olan sonsuz başarılar, mükemmellikler ve kemaller onun nasıl bir konumda olduğunu gösterir.

"Ey insan! Şüphe yok ki sen Rabbine karşı çaba üstüne çaba göstermektesin; sonunda O'na varacaksın."[4] "Herkes, kazancına bağlıdır."[5] "İnsan, emek ve gayretinin neticesinden başka şey elde edemez."[6]

5. Kim Allah'a kulsa, Allah'a yakındır, ister erkek olsun ister kadın.

"Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua ettiği vakit dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar."[7]

6. Cehennem azabından kurtulup, cennet diyarına yerleşmek gerek, bu bir insanın ulaşa bileceği en büyük güzelliktir ve buna ulaşmak için erkek yahut kadın olma şartı bulunmamaktadır. Tek şart iman ve salih amellerde bulunmaktır.

"Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükâfatlarını, elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz."[8]

7. Fıtratından kim yüz çevirir, gerçekleri inkâr edip, Allah'a düşman kesilirse, ilahi lanet onu kapsayacaktır ve bunda da cinsiyetin önemi yoktur.

"İnkâr edenler ve inkârcı olarak da ölenler var ya, İşte Allah’ın, meleklerinin ve bütün insanların lâneti hep onların üstünedir."[9]

Tüm bu ayetlerden anlaşılan şudur: Allah'ın mükemmellik için yarattığı ve bu yolda ona bir takım sorumluluklar verdiği kimse insandır. İnsanlar içerisinden belli bir cins, ırk yahut renk değildir. Önemli olan aklen ve kalben Allah'a iman edip, farzları yerine getirip haramlardan sakınmaktır. Kim bunu en güzel şekilde yaparsa o üstün ve değerli insandır, ister kadın olsun isterse de erkek.

B: Allah'ı Tanıma Ve İrfani Makamlara Ulaşma Yönünden

1. Allah tüm varlıkların tek ilahıdır, onu tanımak ve ona ulaşmak erkeklerin tekelinde değildir ve marifette kadını kendisine yabancı bilmemektedir. İnsan olan herkes özgür iradesiyle manevi yönden kendisini geliştire bilir ve bu gelişimin formülü şudur: Tanıma, sevgi, itaat, yakınlık. Bu amaca ulaşmak için hem kadınlardan hem de erkeklerden çok kimse adım atmıştır. Kuran bunlardan iki güzel ve iki de ibretlik örnek bize vermektedir:

Birinci güzel örnek küfür ortamında imanlı olmayı başarmış Firavun'un eşi Asiye: "Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti."[10]

İkinci güzel örnek ise cennet hanımlarının efendilerinden Hz. Meryem, Kuran onun hakkında buyuruyor: "Bir de İmran’ın kızı Meryem’i misal getirir. Meryem, iffet ve namusunu korudu. Biz ona Ruhumuzdan üfledik. O da Rabbisinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti ve gönülden itaat edenlerden oldu."[11]

Tüm insanlara yani erkeklere de ibret olsun diye iki kötü kadın örnek verilmiştir, biri Hz. Nuh'un eşi ve diğeri Hz. Lut'un: "Allah, inkâr edenlere, Nuh'un karısı ile Lut'un karısını misal verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah'tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin! denildi."[12]

2. Allah'a ulaşma yolunda en etkili araç duygusal bir kalptir, dolayısıyla bu büyük sermayeyi daha fazla kendilerinde bulunduranlar kadınlardır. "Allah'a ulaşmanın insandan insana değişen başlıca iki yolu bulunmakta; biri düşünce, ikincisi ise zikirdir. Zikir ve Allah'la münacat kalple, sevgiyle ve duyguyla bağlantılıdır, bu bağlamda kadın erkekten daha başarılıdır."[13]

3. Allah Resulü (s.a.a) şöyle buyurmaktadır: " En güzel ilim tevhid ve en güzel ibadette istiğfardır."[14] En üstün bu ilim ve ibadete ulaşmakta kadın ve erkek arasında farkın olmadığı aşikârdır.

Velhasıl tarih boyunca birçok kadının irfan ve Allah'ı tanıma alanında ne kadar önemli makamlara ulaşmış olmaları, İslam'ın bu gibi konularda cinsiyete önem vermediğinin göstergesidir.

 

C: Hukuksal Ve Fıkhi Yönden

Bazılarının İslamiyet'te kadına önem verilmediğini ve erkeklerden farklı olarak kabul edildiğini düşünmelerinin nedeni, büyük ihtimalle bu boyuttan kaynaklanmaktadır. Erkek ile kadın arasında farklı hükümlerin bulunması bu şekilde düşünceye sebebiyet vermiştir. Fakat hükümlerin genel yapısı bilindiği takdirde bu yanlış anlama bertaraf olacaktır. Cinsiyete göre farklılık gösteren İslami hükümler birkaç kısımdır:

1. Ortak hükümler: Namaz, oruç, hac vb.

2. Kadınlara özel hükümler: Aybaşı gibi.

3. Farklılık olarak algılanan hükümler: Kadının miras ve diyede ki payı gibi. Bunun nedenini genel olarak şöyle diyebiliriz:

1. Ailenin geçim sorumluluğu erkeğe aittir, dolayısıyla biraz daha fazla maddi imkânların ona sağlanması gerekmektedir.

2. Nehcü'l-Belağa'da olduğu gibi bir takım rivayetlerde kadının yerilmesi, sadece o dönem ve mekânda yaşan bazı kadınları kapsamaktadır.

3.İslam fıkhında, cihad ve hakimlik gibi bazı hükümlerin kadınların sorumluluğu dışında olması aslında onlar için ilahi bir lütuftur. Zira bu gibi yükümlülükler kadının duygusal ve latif özelliğiyle uyuşmamaktadır.

4. Kadınlar için bazı sınırlandırmalarında konulmasının nedeni toplumsal kötülük yahut gelebilecek tehlikelerin önceden önünün alınması içindir. "Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır."[15]

Velhasıl, İslam'a göre ilahi mükemmelliklere ulaşma ve Allah'a kul olma noktasında kadın ile erkek arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Eğer İslam toplumu kadınlarına, Hz. Fatıma (a.s) ve Hz. Zeynep (a.s) gibi örnek şahsiyetleri ideal kadın olarak benimsetebilir ve bu vesileyle dünyaya etkisini gösterebilecek büyük kadınlar yetiştirebilirse, işte o zaman kadın gerçek makamına ulaşmıştır demektir. Kadın, ilahî sistemin, kadın-erkek ayrımı yapmadan insan için belirlediği ilmî ve manevî kemallere ulaştığı takdirde, daha iyi çocuklar terbiye edebilecek, daha sıcak bir aile ortamı oluşacak, toplumsal gelişim artacak, hayattaki problemler daha kolay çözülecek ve kısacası, kadın ve erkek mutlu olacaktır. Bu hedefe ulaşmak için çalışmak gerekir. Hedef, kadınları başka bir safa çekip, onları erkeklerle düşmanca bir rekabete sokmak değildir. Hedef, kadınların ve erkeklerin doğru bir eğitimden geçerek büyük insanlar olabilmelerini sağlamaktır. İslamî tecrübeler, bu hedefin mümkün olduğunu ispatlamıştır.

Daha Fazla Bilgi İçin Bakınız:

Celal Ve Cemal Aynasında Kadın, Ayetullah Cevadi Amuli.

Hicap, Şehit Murtaza Mutahhari.

İslam'da Kadın Hakları, Şehit Murtaza Mutahhari.

Dipnotlar_____________________________________________________________________________________________________________________________________________________

[1] Nehcü'l-Belağa,Hutbe:108. Ayrıca bakınız: Cevadi Amuli,Celal Ve Cemal Aynasında Kadın.

[2] Rum,21.

[3] Hucurat,13.

[4] İnşikak,6.

[5] Tur,21.

[6] Necm,39.

[7] Bakara,286.

[8] Nahl,97.

[9] Bakara,161.

[10] Tahrim,11.

[11] Tahrim,12.

[12] Tahrim,10.

[13] Celal Ve Cemal Aynasında Kadın.

[14] Usul-u Kâfi, c:2,s:517.

[15] Ahzap,32.

ABD’de 2011 yılında silah satışının büyük artış kaydetmesi üzerine Washington Post gazetesi ülkenin Başkanı Obamayı “yılın adamı” olarak ilan etti.

FHA- Muhabirimizin “Washington Times” gazetesine dayanarak bildirdiğine göre, ABD’de Barack Obama’nın Başkanlık yıllarında silah yapımı sanayisi çok canlandı ve bu dönemde bu sanayi birçok iş alanı oluştururken büyük kârlar da elde etmiş oldu.

ABD’de silah sanayisinin 2008 yılındaki ekonomik etkinliği sadece 19 milyar dolarken, iş alanı oluşturma, vergi ve satış gibi durumları kapsayan bu etki 2011 yılında 31 milyar dolara yükseldi.

Söz konusu yıllarda ayrıca Amerikan silah sanayisinde, iş alanı oluşmasında %30’a yakın bir artış kaydedildi.

Bu gelişmenin sebebi, Amerikan toplumunun Obama hükümetinin uyguladığı sosyal güvenlik politikasından dolayı korku içerisinde yaşaması ve silah alımı ve kullanımı konusunda kısıtlama getirilebileceği ihtimalinden söz edilmesi olarak görülüyor.

 

Haccın Felsefesi / Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması / Haccın Günahları Temizlemesi / Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey / Haccı Terketmenin Akıbeti / Haccı Tatil Etmek / Yetmiş Hacdan Üstün Olan Şey / Gerçek Hacılar Azdır / Hacca Gidenin Edebi / Kendine Dikkat Edenlerin Adabı / İhram Giymenin Adabı / Hac Çeşitleri / Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı / Haremin Hürmeti / Hac Mevsiminde Gaip İmamın Hazır Oluşu

Kur’an:

“ Yoluna gücü yetenlerin o evi (Kabe'yi) haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” [1]

“ İnsanları hacca çağır; yürüyerek veya binekler üstünde uzak yollardan sana gelsinler.” [2]

İmam Ali (a.s), vefat esnasında ettiği vasiyetinde şöyle buyurmuştur: “Allah için, Allah için Rabbinizin evinin hakkını gözetin! Hayatta olduğunuz müddetçe onu boş bırakmayın. Şüphesiz eğer terk edilirse sizlere (ilahi azap hususunda) mühlet verilmez.” [3]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac her zayıfın cihadıdır.” [4]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hacda bir dirhem harcamak (sevap hususunda) bin dirheme eşittir.” [5]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac ve Umre ziyaretçisi Allah’ın misafiridir. Ona hediye olarak mağfiret verir.” [6]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim haccetmek isterse, kendisini buna hazırlasın. Eğer gidemezse bir günah yüzünden gidememiştir.” [7]

İmam Bakır (a.s) veya İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz İbrahim insanları hacca çağırdı ve şöyle dedi: “Ey insanlar! Ben İbrahim Halilullahım! Şüphesiz Allah bu evi haccetmenizi emretmiştir; o halde haccedin.” Kıyamete kadar haccedenler onun sesine icabet etmiş olurlar. Onun çağrısına ilk icabet eden Yemen ehlinden biriydi.” [8]

Haccın Felsefesi

Fazl b. Yunus şöyle diyor: “İbn-i Ebi’l Evca meslektaşlarından bir grupla birlikte İmam Sadık’ın (a.s) yanına geldi ve şöyle dedi: “Ey Eba Abdillah! Şüphesiz meclisler emanettir. Öksürüğü olan öksürmelidir. Konuşmama izin verir misin?”İmam Sadık (a.s) “İstediğini konuş”diye buyurdu. İbn-i Ebi’l Evca şöyle dedi: “Daha ne zamana kadar bu harmanı dövecek, bu taşa sığınacak, bu harç ve kiremitten yükseltilmiş eve tapacak ve ürkmüş deve gibi etrafında koşturup duracaksınız? Her kim bu işi düşünür ve bir değerlendirmesini yapacak olursa bunu hikmet sahibi olmayan düşüncesiz birinin ortaya koyduğunu anlayacaktır. Şüphesiz sen bu işin başı ve zirvesisin. Baban da bu işi tesis eden ve düzenleyen kimsedir. O halde bana cevap ver.”

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Allah her kimi saptırırsa ve kalp gözünü kör ederse hakkı tatsız bulur ve hakkın tatlı tadını asla alamaz. Şeytan dostu olur, onu helaket kaynağına götürür ve artık, asla geri döndürmez. Bu ev Allah’ın kullarını orada hazır bulunmakla, itaatlerini denemek için o ev vasıtası ile ibadete yönlendirdiği bir evdir. Bu yüzden onları onu ululamaya ve ziyaret etmeye teşvik etmiş; Peygamberlerin yeri ve namaz kılanların kıblesi karar kılmıştır. Bu ev Allah’ın rızasından bir dal ve mağfiretine uzanan bir yoldur. Kemal üzere dikilmiş ve azamet merkezi haline gelmiştir.” [9]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccın hedefi Allah-u Teala’nın huzuruna varmak, bir çok sevap elde etmek, tüm günahlardan temizlenmek ve geçmişine tövbe ederek gelecek ile ilgili hayata yeniden başlamaktır. Hakeza mal harcamak, bedeni zorlayarak istek ve lezzetlerden sakındırmaktır... Alemin doğu ve batısında, denizde ve karada, hac eden veya etmeyen, tacir, mal getiren, satan, alan, sanatkar ve fakir olan insanlara bir fayda vermektir. Etrafta ve insanların toplandığı yerlerde bir araya gelen insanların ihtiyacını karşılamak ve kendilerinin olan menfaatlerini elde etmelerini sağlamaktır.” [10]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Münezzeh olan Allah nezdinde hiçbir yer Mes’a’dan (sa’y edilen yerden) daha sevimli değildir. Zira şüphesiz her kibirli zorba orada zelil duruma düşer.” [11]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın Adem’in (a.s) zamanından buyana ilk ve son bütün insanları ne zararı ve ne de faydası olan, görmeyen ve duymayan taşlarla denediğini görmüyor musunuz? O taşları kendine saygın bir ev ve evini de insanlar için kıyam yerikıldı. Sonra onu, yeryüzünün taşı en çok, ot bitmez, dar bir vadide, sarp dağlar arasında, savrulan kumlar içinde, suyu az pınarların ve birbirinden kopuk köylerin bulunduğu bir bölgede kurdu. Orada ne deve, ne at, ne inek ve ne de koyun barınırdı.

Sonra, Adem ve evladına oraya yönelmelerini emretti. Böylece orası seyahatlerin konağı, kervanların durağı oldu. Gönüllerin seyri orayadır. İnsanlar, çölleri aşarak, yükseklerden inerek, geniş yolları, yurtlarını, adalarını bırakarak oraya gelirler. Omuzlarını oynatarak, eziklikle hoşnutluğunu isteyerek lailahe illallah diyerek yürürüler, koşuşurlar. Saçları darmadağın, toz toprak içinde kalırlar, elbiselerini çıkarıp arkalarına atarlar, yaratılışlarındaki güzelliklerden olan saçlarını kestirirler. Bunlar büyük bir deneme, çetin bir imtihan, apaçık bir seçim, güzel bir arıtmadır. Allah, onu rahmetine vasıta, cennetine ulaşmaya sebep kılmıştır.

Allah dileseydi, hürmetli evini büyük yerleşim yerlerine yakın, bahçeler ve nehirler arasında; düz, kolay ve istikrarlı bir yerde; ağacı çok, meyvesi bol, binaları sık, köylerin bitişik ve yakın olduğu bir yerde kurardı. Kızıla çalan buğdayların, yemyeşil çayırların yetiştiği, sulak bir yerde; taze bitkilerin, güzelim suların, bayındır yolların bulunduğu bir mevkide bina ederdi. Böyle yapsaydı imtihanların azlığına karşı mükafatın da az olması gerekirdi. Kabe eğer yeşil zümrüt, kırmızı yakutla süslü, nurlu ışıklar saçan, parıl parıl parıldayan bir bina olarak yapılsaydı, gönüllerdeki şüphe azalır, iblisin kalplerdeki savaşı biter, insanların arasında dalgalanıp duran vesveseler giderilmiş olurdu. Lakin kalplerindeki kibri çıkarsın, yerine ruhlarına huzu ve huzuru yerleştirsin, yüzlerine rahmet kapılarını açsın ve onlara bağışlama araçlarını kolayca versin diye Allah, kullarını çeşitli zorluklarla imtihan etmekte, sorunlarla ibadete davet etmekte ve çeşitli belalara düçar kılmaktadır.” [12]

İmam Sadık (a.s), Hişam b. Hakem’in Haccın ve Kabe’yi tavaf etmenin sebebini sorması üzerine şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz Allah-u Teala yaratıklarını yarattı... ve onlara dinde itaat ve dünyada maslahat hususlarında (bir takım şeyler) emretti ve (bir takım şeyler de) yasakladı. Böylece bir şehirden diğer şehire mal götüren tüccarlar kar etsin, kiraya verenler ve deve sahipleri bir faydaya ulaşsın, Resulullah’ın (s.a.a) eserleri tanınsın, rivayetleri bilinsin, hatırlansın ve unutulmasın diye haccı dünyanın doğusundan ve batısından tüm insanların toplanmasına ve birbirleriyle tanışmasına neden kıldı.” [13]

Eğer her kavim kendi şehri ve memleketiyle yetinseydi yok olurdu ve şehirleri harabeye dönerdi. Gelirler ve faydalar düşer haberler örtülü kalır ve hiç kimse ondan haberdar olmazdı. İşte haccın sebepleri bunlardır.

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah insanlara kıble kıldığı Beyt’ül Haram'ını (Kabe’yi) ziyaret edip haccetmeyi farz kıldı. İnsanlar, (suya koşan susuz) hayvanlar gibi oraya koşuşurlar, güvercin kafilesi gibi oraya sığınırlar. Münezzeh olan Allah Beyt’ül Haram'ı kendi azameti karşısında insanların tevazu ve alçak gönüllülüğüne bir işaret ve izzetini (yüceliğini) kabul için bir gösterge kıldı.” [14]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sürekli haccedin ve ziyaret edin. Şüphesiz sürekli haccı yerine getirmeniz sizden dünyanın tatsızlıklarını ve kıyamet gününün korkularını giderir.” [15]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac kalpleri sakinleştirir.” [16]

İmam Zeyn’ul Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccedin ve Umre yapın ki cisimleriniz sağlıklı kalsın, rızıklarınız genişlesin, imanınız düzelsin. İnsanların ve kendi evinizin masraflarını temin edesiniz.” [17]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer, “Neden hac emredilmiş?”diye sorulacak olursa şöyle cevap verilir: Aziz ve celil olan Allah’ın huzuruna varmak ve artış dilemek için... Ayrıca hacda dini meselelerden haberdar olmak, imamların (a.s) rivayetlerini her tarafa ve her bölgeye ulaştırmak da vardır. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmaktadır: “Her topluluktan bir taifenin dini iyi öğrenmek için göç etmesi gerekmez mi? Ta ki kendi menfaatlerine şahit olsunlar” [18]

Hacc’ın Fakirliği Ortadan Kaldırması

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki defa hacca giderse ölünceye kadar hayır üzere kalır.” [19]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim üç defa hacca giderse ebedi olarak fakirliğe düşmez.” [20]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hac fakirliği yok eder.” [21]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Çok çabuk zengin olmak ve fakirliği gidermek hususunda bu evi ziyaret etmek gibi bir şey görmedim.” [22]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Hac edin ki ihtiyaçsız olasınız.” [23]

İmam Sadık (a.s), “Ben her yıl hacca gitmeye veya kendi ailemden birini kendi paramla hacca göndermeye hazırladım”diyen İshak b. Ammar’a şöyle buyurmuştur: “Bu hususta kesin kararlı mısın?” O, “Evet” deyince de şöyle buyurdu: “Eğer böyle yaparsan servetin çoğalacağına yakin et ve (o zaman) sana zenginliği müjdeliyorum.” [24]

Haccın Günahları Temizlemesi

İmam Zeyn’ul-Abidin (a.s) şöyle buyurmuştur: “Haccın hakkı, bu vesileyle Rabbinin huzuruna varacağını, günahlarından O’na doğru kaçtığını, onunla tövbenin kabul olduğunu ve Allah’ın sana farz kıldığı farzını yerine getirdiğini bilmendir.” [25]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac ve Umre yapmak fakirliği ortadan kaldırır, günahları siler ve cennete girmeye sebep olur.” [26]

Haccın Kamil Olmasına Sebep Olan Şey

Kur’an:

“(Başladığınız) hac ve umreyi Allah için tamamlayın.” [27]

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hacc’ın tamamı İmamla görüşmektir.” [28]

İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “ Sonra kirlerini giderip temizlensinler” ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Maksat imamı görmektir.” [29]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın evini ziyaret için çıktığınızda Haccınızı Resulullah (s.a.a) (ziyareti) ile tamamlayın. Zira bunu terk etmek cefadır ve buna emredilmişsiniz. Haccınızı aziz ve celil olan Allah’ın sizlere hakkını ve ziyaretini gerekli saydığı kabirleri ziyaret ederek tamamlayın ve bu kabirlerin (bereketi ile) rızık taleb edin.” [30]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Sizden birisi haccedince haccını bizi ziyaret etmek ile tamamlasın. Zira bu haccın tamamlanmasındandır.” [31]

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insanlar bu taşlara gelip onları tavaf etmekle, sonra bize gelip velayet ve dostluk izharında bulunmakla ve bize yardımlarını açıklamakla emrolunmuşlardır.” [32]

Haccı Terk etmenin Akıbeti

Kur’an:

“Oraya yol bulabilen insana Allah için Kabe'yi haccetmesi Allah’ın insanlar üzerinde bir hakkıdır.” [33]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Bu ümmetten on kişi yüce olan Allah’a küfretmiştir: ... Geniş imkanlar bulunduğu halde hac etmeden ölen kimse.” [34]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim ölünceye kadar sürekli Hacc’ı ertelerse Allah onu kıyamet günü Yahudi veya Nasrani (Yahudi) olarak haşreder.” [35]

İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim haccı dünya hacetlerinden bir hacet sebebiyle terk ederse hacıları görmediği müddetçe (hacılar hacdan dönmedikçe veya bizzat hacca gitmedikçe) ihtiyacı giderilmez.” [36]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim kendisini engelleyen şiddetli bir fakirlik, hacca tahammül edemeyeceği bir hastalık veya kendisini engelleyen bir sultan olmaksızın hacca gitmediği halde ölürse ister Yahudi veya isterse de Nasrani olarak ölsün.” [37]

 

İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın, “Her kim bu dünyada kör olursa ahirette de kör ve yol açısından daha da sapık olur”ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “Bu kimse haccı erteleyen ve “Bu yıl hacca gideceğim, gelecek yıl gideceğim”diyerek kendisine ölüm gelip çatan kimsedir.” [38]

Haccı Tatil Etmek

Kur’an:

“ Allah, hürmetli ev Kabe'yi, insanların işlerinin düzene girmesi için sebep kıldı.” [39]

İmam Sadık (a.s), kendisine bu hikayecilerden bir grup, “Eğer birisi bir defa hacca giderse ve sonra (yeniden hacca gitmek yerine) sadaka verip sıla-i rahimde bulunursa daha iyi iş yapmıştır”demektedir diyen Abdurrahman’a şöyle buyurmuştur: “Yalan söylüyorlar, eğer halk bunu yapacak olursa bu ev tatil olur. Şüphesiz Allah-u Teala bu evi insanların işinin düzene girmesi için bir sebep kıldı.” [40]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer insanlar hacca gitmeyi tatil edecek olursa ister istesinler, ister istemesinler İmam onları hacca gitmeye zorlamalıdır. Zira bu ev hac ve ziyaret için bina edilmiştir.” [41]

Yetmiş Hacdan Üstün Olan Şey

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz eğer Müslümanlardan bir aileye bakacak, açlığını gidererek, çıplak bedenlerini örtecek ve insanlar arasında yüzünün suyunu koruyacak olursam bu benim için yetmiş defa hacca gitmekten daha sevimlidir.” [42]

Gerçek Hacılar Azdır

Abdurrahman b. Kesir şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile hacca gittim. Bir yoldan geçerken İmam (a.s) dağın başına çıktı ve o yukarıdan insanlara bakarak şöyle buyurdu: “Bağırıp çağıranlar ne çok ve gerçek hacılar ne de azdır!” [43]

Ebu Basir şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile hacda birlikte idim. Tavaf esnasında ona şöyle dedim: “Fedan olayım ey İbn-i Resulillah! Allah bu insanları bağışlayacak mı?”İmam şöyle buyurdu: “Ey Ebu Basir! Gördüğün insanların çoğu domuz ve maymundurlar.”Ben, “onları bana göster”deyince İmam kendi kendine bir şeyler söyledi, elini gözlerime sürdü ve o an onları maymunlar ve domuzlar şeklinde gördüm! Çok korktum, İmam (a.s) yeniden ellerini gözüme sürdü ve ben yeniden onları ilk oldukları haliyle gördüm.” [44]Hacca Gidenin Edebi

Kur’an:

“ Hac bilinen aylardadır. O aylarda hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak, günah sayılan davranışlara yönelmek, kavga etmek yoktur” [45]

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim bu evi ziyaret eder de onda şu üç haslet olmazsa hiç bir değeri yoktur: “Allah-u Teala’ya isyandan alı koyan bir ver’â, öfkesini dizginleyecek bir hilim ve kendisi ile arkadaşlık edene güzel arkadaşlık etmek.” [46]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “İhrama giyince Allah’ın takvasına bürün, Allah’ı çok zikret ve hayır dışında bir şey konuşma. Şüphesiz haccın ve umrenin kemali aziz ve celil olan Allah’ın da buyurduğu gibi insanın dilini sadece hayır üzere koruması ile mümkündür. Nitekim aziz ve celil olan Allah şöyle buyurmuştur: “O aylarda hac farizasını eda eden kimse bilmelidir ki, hacda kadına yaklaşmak yoktur...” [47]

Kendine Dikkat Edenlerin Adabı

Misbah’uş-Şeria’da yer aldığına göre İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac etmek istersen kalbini Allah-u Teala’dan başka her meşguliyetten ve her engelden arındır. İşlerini tümüyle yaratıcına havale et. Tüm hareket ve sükunetlerinde Allah’a tevekkül et, kaza, hüküm ve kaderine teslim ol. Dünyayı rahatlığı ve insanları terket. Boynunda olan insanların haklarını öde. Azığına, bineğine, arkadaşlarına, gücüne, gençliğine ve malına dayanma. Zira bunun sana düşman ve vebal olmasından korkulur. Herkim Allah’ın rızasını iddia eder ve buna rağmen başka bir şeye güvenirse Allah o şeyi ona düşman ve vebal kılar ki kendisinin ve başkasının Allah’ın koruması ve tevfiki olmaksızın bir gücü ve çaresi olmadığını bilsin.

Dönüşü olmayan kimse gibi hazırlıklı bulun, iyi arkadaşlık et, Allah’ın farzlarının ve Resulünün (s.a.a) sünnetlerinin vakitlerine ve sana farz olan edep, sabır, şükür, şefkat, cömertlik ve azığından fedakarlık etmeye tüm vakitlerde riayet et. Sonra günahlarını halis tövbe suyuyla yıka; doğruluk, sefa, huzur ve huşu elbisesini giyin. Seni Allah’ın zikrinden ve itaatinden alı koyan her şeyden kaçın. Allah’ın çağırdığında halis, temiz ve saf bir şekilde aziz ve celil olan Allah’a Lebbeyk de ve O’nun sağlam kulpuna sarıl.

Müslümanlarla Allah’ın evini tavaf ettiğin gibi meleklerle arşın etrafında kalbinle tavaf et. Hervele ederken nefsinin isteklerinden kaçın, tüm güç ve kudretinden el çek. Mina’ya doğru çıkarken gafletten ve sürçmelerinden uzaklaş, sana helal olmayan ve yakışmayan şeyleri temenni etme. Arafat’ta hatalarını itiraf et. Allah ile vahdaniyeti üzere yeniden sözleş. Müzdelife’de güvenle [48] Allah’a yaklaş. Meş’êr dağından yukarı çıkınca ruhunu da yüce aleme gönder. Kurban keserken istek ve ihtirasının boğazını kes. Şeytanı taşlar iken isteklerini, düşüklüğünü, alçaklığını ve kınanmış işlerini taşla. Başını tıraş ederken zahiri ve batıni ayıplarını tıraş et. Hareme girince isteklerine uymak yerine Allah’ın emanına, sığınağına, örtüsüne ve himayetine gir. Ev sahibinin azametine yakin ederek ve onun kudret, azamet ve saltanatını tanıyarak evini ziyaret et. Hacer’ül-Esved’e Allah’ın kısmetine razı olarak ve izzetine boyun eğerek el sür. Veda tavafını yaparken de O’ndan başka her şeye veda et. Sefa’da vakfe durunca ruhunu ve içini Allah ile görüşeceğin gün için temiz kıl. Merve’de mürüvvet sahibi ol, vasıflarını yok bilerek ilahi takvaya bürün. Bu haccında şart koştuğun, Rabbin ile sözleştiğin ve kıyamete kadar kendine farz kıldığın şeyler hususunda mukavemet göster.” [49]

İhram Giymenin Adabı

Malik b. Enes şöyle diyor: “İmam Sadık (a.s) ile bir yıl hacca gittim. Bineği ihram yerinde durunca her ne kadar telbiye (lebbeyk) söylemek istediyse de sesi boğazında kesildi ve neredeyse bineğinden yere düşecek oldu.”Ben şöyle dedim: “Ey İbn-i Resulillah! Lebbeyk demek gerekir.”İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Ey İbn-i Ebi Amir! Nasıl cesaret edip de lebbeyk Allahumme lebbeyk”diyeyim? Zira aziz ve celil olan Allah’ın bana cevap olarak lebbeyk değil, sa’deyk değil!” demesinden (davetimi reddetmesinden) korkuyorum.” [50]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim helal olmayan bir mal kazanır da hacca gider ve lebbeyk derse kendisine “lebbeyk değil, sa’deyk değil”denir. Ama helal olan bir mal ile hacca gider ve lebbeyk derse o zaman da kendisine “lebbeyk ve sa’deyk”denir.” [51]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim haram bir mal ile hacca gider ve “lebbeyk Allahumme lebbeyk”derse Allah da ona şöyle der: “Lebbeyk değil, sa’deyk değil. Haccın reddedilmiştir.” [52]

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz insanlar Allah’ın haremine ve güvenlik bölgesine girmeden önce kalpleri huşu içine girsin, dünya işleri, süsleri ve lezzetlerine gönül vermesin, içinde bulundukları halde ciddi ve gayretli olsun, O’na yönelsin, tüm varlıklarıyla ona teveccüh etsinler diye ihrama girmekle emrolunmuşlardır.” [53]

Hac Çeşitleri

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hac iki çeşittir: Allah için hac ve insanlar için hac. Her kim Allah için hac ederse Allah katındaki sevabı cennettir. Her kim de insanlar için hac ederse kıyamet günü sevabı insanlara kalmıştır.” [54]

İmam Sadık (a.s), Mehdi’nin (a.s) zuhur alametleri hakkında şöyle buyurmuştur: “Allah’tan başkası için hac ve cihadı taleb etmeyi gördün... O halde sakın ve aziz ve celil olan Allah’tan kurtuluş taleb et.” [55]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim aziz ve celil olan Allah’ı ister, riya ve meşhur olma kastı olmaksızın haccederse Allah şüphesiz onu bağışlar.” [56]

Hac Yolunda Ölen Kimsenin Sevabı

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim giderken veya gelirken Mekke yolunda ölürse kıyamet günü büyük korkudan güvende olur.” [57]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim ihramda iken ölürse Allah onu Lebbeyk diyen bir halde diriltir.” [58]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim iki haremden birinde (Mekke veya Medine’de) ölürse Allah onu azabından güvende olan kimseler ile birlikte haşreder. Her kim de iki harem arasında ölürse onun için divan kurulmaz. (hesaba çekilmez)” [59]

Haremin Hürmeti

Kur’an:

“ Kim oraya girerse, güvenlik içinde olur;” [60]

İmam Sadık (a.s), Allah-u Teala’nın “Kim oraya girerse, güvenlik içinde olur” Ayeti hakkında şöyle buyurmuştur: “İnsanlardan her kim Allah’a sığınarak hareme girerse Allah’ın gazabından güvende olur. Oraya giren hayvan ve kuşları da haremden çıkıncaya kadar ürkütmemek ve eziyet etmemek gerekir.” [61]

Hakeza İmam Sadık (a.s) ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: “Eğer bir hırsız Mekke dışında bir yerde hırsızlık veya bir suç işler de Mekke’ye kaçarsa Harem’de olduğu müddetçe tutuklanmamalıdır. Ama pazara gitmesi engellenmeli ve haremden çıkıncaya kadar kendisi ile alış veriş edilmemeli, arkadaşlık yapılmamalıdır. Haremden çıkınca tutuklanmalıdır. Ama o işi haremde yapmışsa onu tutuklamak gerekir.” [62]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Sizden hiç birine Mekke’de silah taşıması helal değildir.” [63]

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Mekke’yi saygın kılan şüphesiz insanlar değildir, orayı Allah saygın kılmıştır. Bu yüzden de saygınlığı kıyamete kadar sürecektir. İnsanlardan Allah’a en çok isyan eden kimse haremde bir insanı öldüren, canına kastetmeyen birini öldüren veya cahiliyye kini üzere birine saldıran kimsedir.” [64]

Ebu Hureyre şöyle diyor: “Allah Mekke’yi Peygamberine fethedince ayağa kalkarak Allah’a hamd-u senada bulundu ve şöyle buyurdu: “Allah Fil ashabına Mekke’ye saldırma hususunda engel oldu; Peygamberini ve müminleri onlara hakim kıldı. Bu şehir günün belli bir vakti bana helal kılındı ve sonra kıyamete kadar haram (saygın) kılındı. Ağaçlarını kesmemek gerekir ve avını ürkütmemek icab eder.” [65]

Dipnotlar__________________________________________________________________________________________________________

[1] Al-i İmran suresi, 97. ayet

[2] Hac suresi, 27. ayet

[3] Nehc’ul-Belağa, 47. Mektup

[4] el-Hisal, 620/10

[5] a.g.e. s. 628/10

[6] a.g.e. 635/10

[7] el-Bihar, 99/9/25

[8] Vesail’uş-Şia, 8/4/4

[9] Emali es-Seduk, 493/4; et-Tevhid, 253/4

[10] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/90/1

[11] el-Bihar, 99/45/34

[12] Nehc’ul-Belağa, 192. Hutbe

[13] İlel’uş-Şerayi’, 405/6

[14] Nehc’ul-Belağa, 1. Hutbe

[15] Emali et-Tusi, 668/1398

[16] a.g.e. 296/582

[17] Sevab’ul-A’mal, 70/3

[18] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/119/1

[19] el-Hisal, 60/81

[20] a.g.e. 117/101

[21] Tuhef’ul-Ukul, 7

[22] Emali et-Tusi, 694/1478

[23] Mehasin, 2/79/1203

[24] Sevab’ul-A’mal, 70/4

[25] el-Hisal, 566/1

[26] Tuhef’ul-Ukul, 149

[27] Bakara suresi, 196. ayet

[28] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/262/29

[29] Nur’us-Sakaleyn, 3/492/97

[30] el-Hisal, 616/10

[31] Uyun-u Ahbar’ir-Rıza, 2/262/28

[32] a.g.e. h. 30

[33] Al-i İmran suresi, 97. ayet

[34] el-Hisal, 451/56

[35] el-Bihar, 77/58/3

[36] Sevab’ul-A’mal, 281/1

[37] a.g.e. 282/2

[38] Tefsir-ul Ayyaşi, 2/305/127

[39] Maide suresi, 97.ayet

[40] İlel’uş-Şerayi’, 452/1

[41] a.g.e.396/1

[42] Sevab’ul-A’mal, 170/13

[43] el-Bihar, 27/181/30 ve 47/79/58, el-Heraic ve'l-Ceraih, 2/827/40, az bir lafız farklılığıyla

[44] a.g.e.

[45] Bakara suresi, 197. ayet

[46] el-Hisal, 148/180

[47] el-Kafi, 4/338/3

[48] el-Bihar, 99/125; Mustedrek’ul-Vesail ve Meheccet’ul-Beyza ve diğer bazı nüshalarda “za zika” yerine “vasika” vardır.

[49] Misbah’uş-Şeria’, 142

[50] el-Hisal, 167/219; İlel’uş-Şerayi’, 235/4

[51] Vesail’uş-Şia, 12/60/3

[52] Durr’ul-Mensur, 2/63

[53] Vesail’uş-Şia, 9/3/4

[54] Sevab’ul-Amal, 74/16

[55] el-Kafi, 8/40/7[56] Sevab’ul-Amal, 74/17

[57] el-Kafi, 4/263/45

[58] el-Bihar, 7/302/56

[59] a.g.e. h. 57

[60] Al-i İmran suresi, 97. ayet

[61] el-Kafi, 4/226/1 ve s. 227/3 ve Vesail’uş-Şia, 9/336; 14. Bölüm

[62] a.g.e.

[63] Sahih-i Muslim, 1356[64] Durr’ul-Mensur, 1/298

[65] a.g.e.

[66] Kemal’ud-Din, 346/33

Cumartesi, 21 Nisan 2012 05:25

Büyük İslam Kadını Hz. Hatice (s.a)

“Ey Peygamber! İnkâr edenlere ve münafıklara karşı cihad et ve onlara karşı sert davran. Onların barınma yeri cehennemdir. Pek de kötü bir dönüş yeridir o. Allah, inkâr edenlere, Nuh'un eşini ve Lut'un eşini örnek olarak verdi. İkisi de kullarımızdan salih olan iki kulumuzun nikâhları altındaydı; ancak onlara ihanet ettiler. Bundan dolayı, onlara, (kocaları) kendilerine Allah'tan gelen hiç bir şeyle yarar sağlayamamıştı. İkisine de, «Ateşe diğer girenlerle birlikte girin» denildi. Allah, iman etmekte olanlara da Firavun'un karısını örnek olarak verdi. Hani demişti ki: «Rabbim! Bana kendi katında, cennette bir ev yap, beni Firavun'dan ve onun yaptıklarından kurtar ve beni o zalimler topluluğundan da kurtar.» İffetini koruyan İmran'ın kızı Meryem'i de (örnek kıldı). Böylece biz de ona kendi ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı.” (Tahrim suresi, 9-12)

Kadınlar, her zaman toplumsal yaşamın temel taşları olmuşlardır. Dolayısıyla, onların fikirleri, düşünceleri, eğilimleri ve istekleri, toplum içinde etki göstererek büyük değişimlere neden olmuştur.

Toplumda değişimlere yol açan bu fikirler ve istekler bazen kadınların kendi elleriyle bazen de kadınların inkar edilemez manevi etkilerden dolayı, çocukları ve eşleri yardımıyla ortaya çıkmıştır.

Bundan dolayı, Kur’an-ı Kerim mümin kadını imanlı bir toplumun temel taşı, kafir kadını da imansız bir toplumun temel taşı olarak tanıtmıştır.

Yukarıdaki ayet-i kerimede, yüce Allah, imanlı insanların örneğini belirtirken iki kadının ismini ve durumunu açıklamıştır. Kafir insanların örneğini belirtirken de iki kadının adını açıklamakla yetinmektedir.

Kadınlar yalnızca toplumsal alanın yarısını oluşturmakla kalmayıp, aynı zamanda ev sorumluluğu ve annelik görevinin gerektirdikleriyle, kamusal alanda, huzur kaynağı bir kuşak da olacaklardır. Çünkü, imanlı bir kadın imanlı bir toplum, kafir bir kadın kafir bir toplum demektir.

Bazen, tarih sayfalarında “ilahi risaleti açıklama” ve “dini tebliğ etme” kıvancının yanısıra dini, düşmanlardan koruma görevinin de kadınlara verildiğini görmekteyiz.

Bu geçitte, iman cilvesi ve direnç kaynağı olan İslam tarihinin en aydın yüzlerinden birisi de “Hazret-i Hatice”dir. O Peygamber’in (s.a.a) risaletinin ilk saatlerinde ona iman ederek ömrünün sonuna kadar bu çizgi üzerinde direnç göstermiştir. Allame Meclisi, Bihar’da şöyle söylemektedir:

“Hatice, İslam’a sadık bir vezir ve Peygamber’in (s.a.a) huzur kaynağı idi.” (Bihar’ul-Envar: c. 22, s. 152 ve c. 16, s. 11, Fatımat’uz-Zehra Behcet’i Kalb’il-Mustafa’dan naklen, s. 126)

Hazret-i Hatice’nin (a.s) Faziletleri

1-Hatice’nin (a.s) Peygamberi (s.a.a) Tanıması

Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimize (s.a.a) evlenme teklifinde bulunarak (Peygamberlikten önce) onun eşi olma onuruna ulaşmıştır. Hazret-i Hatice (a.s) evlenme teklifinin sırrını şöyle açıklamaktadır: “Bana olan akrabalığın, kavmin arasında büyük şeref sahibi olman, emaneti sahibine vermen, güzel ahlaklı ve doğru sözlü olman nedeniyle seninle evlenmek istiyorum.”[1]

Bu sözlerden İslam’ın yüce kadınının Peygamber’e (s.a.a) olan ilgisinin nefsi tutkular ve evlenmeye arzusu nedeniyle kaynaklanmadığı anlaşılmaktadır. Hatice (a.s) Peygamber efendimizin (s.a.a) olağan üstün kişiliğini bilmekteydi. Dolayısıyla Peygamber’in (s.a.a) hedefleri doğrultusunda samimice çaba göstermiştir. O’nun Peygamber’e (s.a.a) olan bağlılığından dolayı yapmış olduğu fedakarlıklar, bütün Kureyş kadınlarının onu terk etmelerine neden olacak bir seviyeye ulaşmıştı. Hatta, hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğumunda hiçbirisi Hatice’nin (a.s) yardımına gelmemişti.[2] Ancak bütün bu baskılar, imanından dolayı ona hiç de ağır gelmiyordu.

 

2-Hazret-i Hatice (a.s) İlk Müslüman Kadındır

“Ey Peygamber hanımları! Siz kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz.”[3]

Bütün tarihçilerin nakline göre, Yüce İslam dinine İman eden ilk Kadın Hazret-i Hatice (a.s)dir. İbn-i Abduved Dur Katade’den şöyle nakletmektedir:

“Allah’a ve Rasulüne (s.a.a) iman eden ilk kişi Hazret-i Hatice (a.s) idi.[4]

İbn-i Abduddur, kendi senediyle babası Ebi Rafi’den şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) pazartesi günü namaz kıldı. Hatice ise o günün son saatlerinde namaz kıldı.”[5]

3-Hazret-i Hatice (a.s) Cennet Kadınlarının En Üstünüdür

İkrime, İbn-i Abbas’dan şöyle nakletmektedir: “Peygamber (s.a.a) yerin üzerine dört çizgi çizerek şöyle buyurdu: Cennetin en üstün kadınları, Huveylid kızı Hatice, Muhammet kızı Fatıma, İmran kızı Meryam ve firavun’un karısı Mezahim kızı Asiye’dir”[6]

İbn-i Esir, kendi senediyle, Enes İbn-i Malik’ten Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Meryem, Asiye, Hatice ve Fatıma, alemin en üstün kadınlarıdır.”[7]

4-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Eşlerinin En Üstünüdür. (Müminlerin Annesi)

“Peygamber’in eşleri, müminlerin annesidirler.”[8]

Şeyh Saduk, İmam Sadık’tan (a.s) şöyle nakletmiştir: “Peygamber (s.a.a) on beş kadınla evlenmiştir ve onların, en üstünü Huveylid kızı Hatice’dir”[9]

5-Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber’in (s.a.a) Çocuklarının Annesidir

Hazret-i Hatice (a.s) Kur’an ayetine göre bütün müminlerin manevi annesi olmasına karşın, vasıtasız, direkt olarak “Peygamber’in (s.a.a) bütün çocuklarının annesi” ünvanına da sahiptir. Tarihçiler şöyle nakletmektedirler: “Maria-i Kıbtiye’den dünyaya gelen İbrahim dışındaki Peygamber’in (s.a.a) çocuklarının hepsi, Hatice’den (a.s) dünyaya gelmişlerdir. Yalnızca bunun kendisi, Hatice’nin (a.s) maneviyetinin yüceliğini, değerinin üstünlüğünü ve önemi artırmaktadır.”

Hazret-i Hatice’nin (a.s) çocukları şunlardır:

“Kasım, Abdullah, Zeyneb, Ümmü Gülsüm ve Fatıma (a.s). Erkek çocukları küçük yaşta ölmüşlerdir. Kız çocukları ise yaşamışlardır.”[10]

Bu yüce kadının erdemlerinin arasında, yalnızca Fatıma’nın (a.s) annesi olması şerefi yeterlidir. Çünkü Hazret-i Fatıma (a.s) Peygamber’den (s.a.a) sonra imamet ve velayet görevini üstlenen kuşağın annesi idi.

Muhaddis Kummi, Muntehel A’mal kitabında, Hazret-i Hatice’den (a.s) şöyle nakletmektedir:

“Fatıma’ya hamile olduğum ilk anlarda, karnımda onun nurunu görmeye başlamıştım”

Buna ilave olarak, Şeyh Saduk, Mufazzal b. Ömer’den İmam Sadık’ın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Hatice-i Kübra (a.s) Fatıma’ya (a.s) hamile olunca Fatıma (a.s) onunla karnındayken konuşuyordu. Onun dostu idi. Ona sabretmesini öğütlüyordu. Hatice (a.s) bu durumu peygamber’den (s.a.a) gizliyordu. Bir gün Peygamber (s.a.a) içeri girdi ve Hatice’nin (a.s) yanında olmayan bir kişiyle sohbet ettiğini duydu. Şöyle buyurdu:

-Ey Hatice, kiminle konuşuyorsun?

Hazret-i Hatice (a.s) şöyle cevap verdi:

-Karnımda olan çocuk benimle konuşuyor.

Sonra Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

-Şimdi Cebrail, bana bu çocuğun kız olduğunu, tertemiz, kutlu ve bereketli bir soy sahibi olacağını haber verdi. Yüce Allah benim soyumu ondan yaratacak, dinin imamları onun soyundan olacaklardır.” Hazret-i Fatıma’nın (a.s) doğum zamanı yaklaşınca, Hatice (a.s) kendisine yardım etmeleri için Kureyş kadınlarına ve Haşim oğullarının kadınlarına birini gönderdi. Ancak onlar cevap olarak şöyle söylediler: “Sen bizim sözümüzü dinlemedin. Abdulmuttalib’in fakir, yoksul ve yetim oğluyla evlendin. Onun için senin evine gelmeyeceğiz.”

Hazret-i Hatice’ye (a.s) onların cevabını söyledikleri zaman çok üzüldü. Ancak, uzun boylu esmer dört kadının yanında hazır olduğunu gördü. Hatice (a.s) onları görünce korktu. Ancak, onlardan biri şöyle dedi: “Ey Hatice (a.s) korkma. Bizi yüce Allah sana yardım etmemiz için gönderdi.

İlk kadın, “Ben Sare, İbrahim’in karısıyım” dedi.

İkinci kadın, “Ben Asiye, Mezahim’in kızıyım” dedi.

Üçüncü kadın, “Ben Meryem, İmran’ın kızıyım” dedi.

Dördüncü kadın, “Ben Külsüm, İran’ın oğlu Musa’nın kız kardeşiyim” dedi.

Cennetlik olan bu dört kadın, on huri ile birlikte Fatıma’nın (a.s) doğumu için Hatice’ye (a.s) yardım ettiler.[11]

6-Hazret-i Hatice’nin (a.s) Ali b. Ebi Talib’e İmanı

Merhum Meclisi, Bihar’ul-Envar’da Hazret-i Haticece’nin (a.s) Ali’ye (a.s) olan ilgisini ve şefkatini şöyle nakletmiştir: “Hatice (a.s) Peygamber (s.a.a) ile evlendikten sonra Ali (a) dünyaya gözlerini açtı. Allah Resulü (s.a.a) Hatice’ye (a.s) Ali’nin (a) sevgisi ve muhabbeti hakkında birşeyler söyledi. Ondan sonra, Ali’ye (a.s) karşı büyük bir ilgi göstermeye başladı. Ali’yi (a.s) hizmetçileri yardımıyla elbise, süs eşyaları ve ihtiyaç malzemeleri gönderiyordu. Bunu gören insanlar şöyle diyorlardı: “Ali, Hatice’ye göre en sevilen kişi ve onun gözünün nurudur.”

Hatice’nin (a.s) hediyeleri, sabah akşam Ebu Talib’in evine yağıyordu.[12]

Bunlara ilave olarak, Hatice (a.s) o zaman bu görevle sorumlu olmamasına rağmen, Ali (a) ve evlatlarının velayetini kabul etmişti.

Merhum Mahallati, Meclisi’den şöyle nakletmektedir: “Birgün Allah Resulü (s.a.a) Hatice’yi (a.s) yanına çağırarak şöyle buyurdu: “Bu Cebrail’dir ve Müslüman olmak için bazı şartların olduğunu söylüyor. İlki; Allah’ın bir olduğunu söylemektir. İkincisi; Peygamber’in risaletini kabul etmektir. Üçüncüsü; Şeriat’ın emirleri ile amel etmek ve ahirete iman etmektir. Dördüncüsü, O’nun çocuklarından olan masum imamlara ve emir sahiplerine uymak, onların düşmanlarından uzak durmaktır. Hazret-i Hatice (a.s) onların hepsini söyleyerek kabul etti.[13]

 

7-Hazret-i Hatice’nin (a.s) İslam’a Yardımı

Tarihçiler Hazret-i Hatice’nin 8s) servetini şöyle açıklamışlardır:

1-Onun ticaret mallarını taşıyan binlerce devesi vardı.

2-Evinin çatısına ipek iplerle yeşil ipekten bir kubbe yapılmıştı. Bu onun zenginliğinin göstergesiydi.

3-Onun hizmetini yerine getiren dörtyüz köle ve cariye[14]

Ebu Cehil ve Ukbe b. Ebi Muit gibi Kureyş’in en zenginlerinin serveti, Hazret-i Hatice’nin mal varlığı karşısında hiç sayılıyordu.

Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) evlendikten sonra, bütün mal varlığını, Allah Resulü’nün (s.a.a) kullanımına sundu.[15]

İslam’ın ilerleyişinin önünü ekonomik ambargo ile önlemeye çalışarak “Allah Resulü’nün yanındakilere, dağılıp gidinceye kadar, infak etmeyin”[16] şeklinde aptalca sözler söyleyen münafıklar karşısında bütün varlığını İslam’ın yayılması için harcadı. Özellikle, Ebu Talib vadisinde ambargo altında yaşadıkları günlerde, Peygamber (s.a.a) ile birlikte olmasının ve ona manevi olarak büyük destek vermesinin yanısıra bütün mal varlığını da İslam’ı savunmak ve Müslümanlar’ı korumak için harcadı.

Gerçekten O’nun, Bakara suresindeki sakınanların ölçütü olduğunu söylemek gerekir.

Onlar (sakınanlar) gayba inanırlar, namazı kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz şeylerden infak ederler.”[17]

“Ey Peygamber, eşlerine şöyle söyle: Eğer şu dünya hayatını ve onun süsünü istiyorsanız, haydi gelin size boşanma bedellerinizi vereyim ve sizi güzellikle serbest bırakayım. Eğer Allah’ı, Resulünü ve ahiret hayatını istiyorsanız, Allah sizin iyileriniz için büyük bir ödül hazırlamıştır.”[18]

“Sizden kim, Allah’a ve Resulüne itaat eder, iyilik yaparsa, ona da ödülünü iki kat olarak veririz. Kendisi için bol ve bereketli bir rızık da hazırlamışızdır.”[19]

Hazret-i Hatice’nin (a.s) Allah Katındaki Makamı

Zürare, Hamran İbn-i Ayen’den, o da Muhammed b. Müslim yoluyla İmam bakır’dan (a.s) şöyle nakletmişlerdir:

Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

Mirac’ta olduğum gece, manevi yokluktan dönüşte Cebrail’e şöyle dedim:

-Ey Cebrail bir ihtiyacın var mı?

Cebrail şöyle cevap verdi:

-Allah’ın ve benim selamımı Hatice’ye (a.s) söylemeni istiyorum.

Peygamber (s.a.a) Cebrail’in haberini Hatice’ye (a.s) ulaştırınca, şöyle cevap verdi:

-Allah selam’dır, selam O’ndandır ve selam O’na dır. Cebrail’e selam olsun.[20]

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Hatice (a.s) vefat ettiği zaman, Fatıma (a.s) Peygamber’in (s.a.a) etrafında dönüyor ve şöyle soruyordu:

-Ey Allah Resulü! Annem nerededir?

Allah Resulü (s.a.a) ona cevap vermedi. Ancak, Fatıma (a.s) sorunun cevabını ısrarla istiyordu. Peygamber (s.a.a) Fatıma’ya nasıl bir cevap vereceğini bilmiyordu. Sonra Cebrail inerek şöyle dedi:

Yüce Allah, Fatıma’ya Allah’ın selamını bildirmeni ve şöyle söylemeni buyuruyor:

Annen, duvarları altın, sütunları kırmızı yakut’tan olan zümrüt bir evdedir. O, Firavun eşi Asiye ile İmran kızı Meryem’in arasındadır. Sonra Fatıma (a.s) şöyle dedi: “Kuşkusuz Allah selamdır. Selam O’ndandır ve selam O’nadır.[21]

Aynı şekilde, Peygamber efendimiz (s.a.a) ölüm döşeğinde iken, Fatıma’nın (a.s) annesinin kıyametteki makamı hakkında soru sorduğu da rivayet edilmiştir. O soru şöyle idi: “Annem Hatice-i Kübra, o gün nerede olacaktır?”

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle cevap verdi: Hatice, dört kapısı cennete açılan bir sarayda olacaktır.”[22]

Sefinet’ul-Bihar’da merhum Muhammdis Kummi şöyle söylemektedir:

“Yüce Allah, Hz. İsa’ya Peygamber efendimizin özelliklerini açıklarken “O’nun soyu “mübareke”den olacaktır” şeklinde vahyederek, Hatice’yi “mübareke” olarak açıklamıştır.

Kenz’ul-Ummal’da şöyle nakledilmektedir: A’raf suresinin 46. ayetinde yer alan “Araf üzerinde herkesi yüzlerinden tanıyan adamlar vardır” hakkında “onlar, Peygamber (s.a.a) Hatice (a.s), Ali (a.s), Fatıma (a.s), Hasan (a.s), Hüseyin (a.s)dir” şeklinde rivayet edilmiştir.

Yine, Ebu Müslim Hulayi, Peygamber’e (s.a.a) “Allah; Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini seçip âlemlere üstün kılmıştır” (Al-i İmran/33) ayeti hakkında sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu: “Ali, Hasan, Hüseyin, Hamza, Cafer, Fatıma ve Hatice’dir”[23]

 

Peygamber Efendimizin (s.a.a) Hz. Hatice’ye (a.s) İlgisi

Hazret-i Hatice (a.s) Peygamber efendimizle (s.a.a) birlikte 24 yıl yaşamıştır.[24] Hatice (a.s) hayatta iken Peygamber (s.a.a) başka bir kadınla evlenmedi, Hatice (a.s) vefat ettikten sonra Hatice’nin (a.s) kabrine inerek oraya yerleştirdi.[25]

Abdullah b. Cafer, Ali’den (a.s) Peygamber’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:

“Ümmetimin kadınlarının en üstünü Hatice’dir. Önceki ümmetlerin en üstün kadını da Meryem idi”[26]

Enes b. Malik’ten Peygamberimize (s.a.a) ne zaman hediye getirilse şöyle buyurduğu nakledilmiştir: “Onu falan kadının evine götürünüz. O kadın, Hatice’nin dostu idi ve Hatice’yi seviyordu.”[27]

Peygamberimizin (s.a.a) eşi Ayşe şöyle söylemiştir: “Peygamber, onu andığı zaman duyduğumda, kurban kestiği zaman onu Hatice’nin dostlarına hediye verdiğinde, Hatice’yi kıskandığım kadar, başka bir kadını kıskanmadım.[28]

Aişe şöyle söylemiştir: “Peygamber (s.a.a) Hatice’yi anmadan ve onu için bağışlanma dilemeden evden dışarı çıkmıyordu. Yine bir gün onu andı. Ben de kıskanarak, şöyle dedim:

-O yaşlı bir kadındı. Allah, size onun yerine ondan daha iyisine verdi.

Peygamber öfkelenerek şöyle buyurdu:

-Hayır! Allah’a yemin ederim ki ondan daha iyisini bana vermemiştir. Hatice gibisi nerededir? O, insanlar beni inkar ettiği zaman, iman etti. O, insanlar beni yalanladığı zaman, doğruladı. O, malıyla bana yardım etti. Yüce Allah kadınların arasında, yanlızca ondan çocuk verdi.

Şöyle nakletmişlerdir: Peygamber (s.a.a) ne zaman Hatice’nin (a.s) adını duysa ağlardı.

Yine şöyle nakledilmiştir:

Bir gün yaşlı bir kadın Peygamber’in (s.a.a) yanına geldi. Peygamber (s.a.a) ona çok şefkatli davrandı. O yaşlı kadın gittikten sonra, Aişe nedenini sorunca Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:

“Bu kadın, Hatice (a.s) zamanında bize gelirdi.”[29]

 

Hazret-i Hatice’nin (a.s) Vefatı

Müslümanlar, Ebu Talib vadisinde üç yıl zor şartlar altında yaşadıktan ve Hazret-i Hatice’nin (a.s) mali yardımları sayesinde kurtulduktan sonra, zorluklar Hazret-i Hatice’nin (a.s) direncini kırarak ömrünü kısalttı. Dolayısıyla, ondan sonra hastalandı.

İlk önce, Peygamber’in (s.a.a) büyük koruyucusu Ebu Talip (r.a) vefat etti. Bazı tarihçilerin nakline göre, üç gün sonra da Hazret-i Hatice (a.s) 65 yaşında vefat ederek, “Hücun” bölgesine defnedildi.

Bu yazının sonunda şu olayında antılması gerekir ki; Hazret-i Hatice (a.s) ölüm döşeğinde iken, Esma Binti Umeys’i yanına çağırarak, kızı Fatıma (a.s) hakkında öğütler vermiştir. Sonra Fatıma’yı (a.s) Peygamber’in (s.a.a) yanına göndererek, şefaatçi olması için, elbiselerinden birini kefen olarak vermesini rica etti. Sonra gözlerini dünyaya kapattı.

Bu olay, Peygamber efendimize (s.a.a) çok ağır gelmişti. Onun için, bir kaç gün evden dışarı çıkmadı ve o yılı “hüzün yılı” olarak adlandırdı.

Ali b. Ebi Talib (a.s) da bu iki büyük insan hakkında şu şiiri söylemiştir:

“Ey gözlerim! Aferin size!

Artık giden o ikisi gibisine bakmayacaksınız.

Büyük derin ırmağa ve kadınların kadınına,

O ilk namaz kılan kişidir.

Yüce Allah’ın arındırdığı ve üstün kıldığı

O seçkin kadına göz yaşı dökünüz.

Bu ikisinin ölümü gündüzümü geceye çevirdi.

Bundan sonra, geceleri

O iki kişinin üzüntüsüyle geçireceğim.

O ikisi, zalimlere karşı

Muhammed’in (s.a.a) dinine yardım ettiler.

Sözlerini yerine getirdiler.[30]

Dipnotlar _____________________________________________________________________________________________________________

[1] Riyahuş Şeriat, c. 2; Bihar’ul-Envar, c. 6

[2] Müntehil Amal, Merhum Muhaddis Kummi

[3] Ahzab suresi, 32. ayet

[4] İbn-i Sad Tabakat’ul-Kübra, c. 8, s. 18; Muhaddisat-i Şia’dan naklen; Yazar: Nehlağurevi Naini

[5] İstiab, c. 2, s. 419, N. 13

[6] Usd’ul Gabe, c. 5, s. 437-İstiab, c. 4, s. 1821, Muhaddisat-i Şia’dan naklen; Yazar, Nehlağurevi Naini

[7] Hısal-i Saduk, 4. bab

[8] Ahzab suresi, 5. ayet

[9] Hısal-i Saduk; 4. bab

[10] Bihar’ul-Envar, c. 22, s. 151; Siret-i İbn-i Hişam, c. 1, s. 190

[11] Müntehel A’mal, Fatıma-i Zehra’nın (a.s) Doğumu Babı

[12] Bihar’ul-Envar, c. 35, s. 43

[13] Riyahuş eş Şeriat, c. 2, s. 209

[14] el-Vekayi ve’l-Havadis, Muhammed Bakır Melbubi, Nasıh ut-Tevarih’ten naklen, s. 13

[15] a.g.e

[16] Münafikun suresi, 7. ayet

[17] Bakara suresi, 3.a yet

[18] Ahzab suresi, 28-29. ayetler

[19] Ahzab suresi, 31. ayet

[20] Bihar’ul-ENvar, c. 18, s. 385

[21] Bihar’ul-Envar, c. 43, Bab-ı Menakıb-i Fatıma (a.s), s. 27

[22] Bihar’ul-Envar, c. 22, Vefatı ve Gaslı (s.a.a), s. 510

[23] Kenz’ul-Ummal

[24] Sefinet’ül-Bihar, c. 1, Bab H., s. 379

[25] Sefinet’ül_Bihar, c. 1, Bab H. S. 380

[26] Müsned-i Ahmet b. Hanbel, Vekayi ve Havadis’ten naklen, Muhammed Bakır Melbubi

[27] Sefinet’ul-Bihar, c. 1, Bab H., s. 380

[28] A.g.e

[29] A.g.e., c. 1, s. 379 ve 381

[30] Divan-i İmam Ali (a.s); Kutbud’din Hasan Beyhaki Nişaburi, s. 360

Cumartesi, 21 Nisan 2012 05:16

Mezhep çatışmaları

Küresel güçlerin Ortadoğu ve İslam dünyası üzerindeki paylaşım mücadeleleri her geçen gün biraz daha açığa çıkarken, bölge içi çatışma potansiyelleri de aktif hale geçiyor.

Irak'ta başlayan mezhep çatışmaları şimdi bütün bölgeye yayılma istidadı gösteriyor.

Belirtmek gerekir ki, çatışmalar sadece iç ihtilaflardan, tarihten gelen olumsuz mirastan kaynaklanmıyor, çatışmalarda uluslararası rekabet alanının Ortadoğu olarak seçilmesi önemli rol oynuyor. Özellikle Anglosakson güçler, İslam dünyasını "entegre edilmemiş boşluk" kabul edip, bölgeyi son bileşenlerine ayırıyor, her bileşeni diğerlerine karşı özerkleştiriyor, ona kendi üzerine kapanmasına yarayacak 'sert kimlik' kazandırıyor, sonra da her unsuru diğerleriyle çatıştırarak düzen vermek istiyorlar. Bölgemiz rengarenk bir bahçe gibidir, tarih boyunca farklı din, mezhep ve kavimlerden müteşekkil olarak büyük devletlerin siyasi ve idari şemsiyesi altında yaşamıştır; siyasi birliğin sağlanamadığı zamanlarda bile din, unsurların birbirleriyle barbarca çatışmalarının önüne geçebilmiştir. Bugün durum farklı, iki önemli sebep çatışma potansiyellerini artırmaya ve aktif hale getirmeye hizmet ediyor: Bunlardan biri, bölge içi farklı unsurların iktidar seçkinleri İslamiyet'i yeni bir toplumsal ve politik düzen kurucu referans görmekte zaaf gösteriyorlar. Diğeri dış güçlerin sonu felakete gidecek çatışmaları planlamada ve uygulamada sahip oldukları başarı katsayısının yüksekliği.

"Yaratıcı kaos" doktrini çerçevesinde sürdürülen mezhep çatışmalarında Amerikalılar başrol oynamaktadırlar. Mayıs-2007 yılında konuşan eski bir Iraklı subayın itirafları dudak uçuklatıyordu. Ajan provokatör şöyle diyordu: "Bir gün Şiilerin yoğun olduğu Azamiye'de bir Şii, ertesi gün Sadr kentinde bir Sünni'yi öldürüyorduk. Bu iş için Amerikalıların kurduğu bir 'kirli işler ekibi' var. Söz konusu ekip özellikle kalabalık pazarlarda bombalı araç patlatma konusunda uzman. Amerikan güçlerinin kullandığı en yaygın bombalı araç planı, Iraklılara ait araçlarda arama yapılırken bomba düzeneği yerleştirme şeklinde oluyor" (Yeni Şafak, 12 Mayıs 2007).

Karşılıklı olarak Sünni ve Şiilerin öldürülmesi, cami, türbe veya pazar yerlerinin kitlesel ölümlere yol açacak şekilde bombalanması belli bir doktrin çerçevesinde yürüyor. CIA'nın eski Ortadoğu bölge şefi Robert Baer'in bu konuda söyledikleri hayli ilginç: "Sünni-Şii savaşını tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım (Sünni-Şii) Müslümanlar birbirlerini öldürsünler" (Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 14 Nisan 2012.)

İşgalden bu yana Irak'ta yaklaşık 1 milyon insan hayatını kaybetti, milyonlarca insan göçmen durumuna düştü veya kendi yurtlarında yer değiştirmek zorunda kaldı, yüz binlerce çocuk yetim, kadın dul. Bugün Irak fiilen üçe bölünüyor, bölünmeyi tetikleyen ana unsur mezhep ve etnik kimliklerin sert çekirdekler şeklinde birbirleriyle çatıştırılmaları. Fakat elbette mezhep ve etnik çatışma Irak'la sınırlı değil, Suriye sorununa bir çözüm bulunamazsa bu ülke de derin bir mezhep ve etnik çatışmanın içine sürüklenecek; bu çatışma Türkiye ve diğer bölge ülkelerini de içine alacak kadar ciddi ve tehdit edici.

Şu veya bu amaçla mezhep ve etnik çatışmaları derinleştirip sürdürenler, bilmeliler ki harap olduktan sonra Basra'yı kim ele geçirirse geçirsin, elinde iktidarını kullanacağı ne toprak kalır ne ahali. 2006'da Sünni ve Şii din adamlarını bir araya getirip "Kur'an-ı Kerim'e, Efendimiz'in hadislerine ve İslam dininin umdelerine dayalı olarak, Irak halkının tüm kesimlerine öldürme, katletme, insanları perişan etme ve insanlık suçlarının zincirleme yapılmasını önleme konusunda 'namus ve şeref sözü' vermeleri için" bir teşebbüs başlatan İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, "Olup biten cinnettir ve bu vahim bir durumdur. Bu cinnet ve bu vahamet İslam tarihinde örneği olmayan bir hadisedir. 14 asırdan bu yana ilk defa böyle bir hadise oluyor. Bunu anlamak fevkalade zordur." diyordu. (Yeni Şafak, 6 Şubat 2007)

Evet, bu bir cinnettir, vahim bir durumdur. Aklı başında, dar siyaset penceresinden bakmayan sorumlu insanların bunu anlama, anlamlandırma ve çözüm yollarını gösterme gibi sorumlulukları var.

Ali Bulaç 19/04/2012

Allah’ın adıyla

 

Mısır müftüsü Ali Cuma’nın dün gerçekleştirdiği Kudüs ziyareti Mısır alimleri tarafından kınandı. Filistinlilere destek olması için Kudüs’e gittiğini ve bu ziyaretinin aynı zamanda kişisel bir ziyaret olduğunu ve Ürdün Kralının misafiri olarak Kudüs’e gittiğini savunan Ali Cuma’nın bu ziyaretinin Gazze’ye yapılması gerekirken neden Kudüs’e yapıldığı Mısır’da tartışma konusu oldu.

Müslüman Kardeşlerin sözcüsü Usame Yasin, bu ziyaretin tam bir felaket olduğunu ve İsrail’e karşı Özgürlük ve Adalet partisinin verdiği savaşa ve cihada karşı yapılmış bir ihanet olduğunu ifade etti. Gazze ablukası sürdüğü sürece de Mısır’ın İsrail ile olan ilişkilerinin asla normal seviyelere inmeyeceğinin de altını çizdi.

Müslüman Kardeşlerin bu açıklamasına mı hayret edelim, yoksa Mısır müftüsünün İsrail devletine Kudüs’ten mavi boncuk dağıtan ziyaretine mi hayret edelim? Müslüman Kardeşler ve Selefiler aylardır yönetimi devraldıklarında İsrail ile anlaşmaların ve ilişkilerin devam edeceğini bütün dünyaya her fırsatta aylardır açıklarken acaba bu İsrail ile ilişkilerin “normalizasyonu” demek değildi de neydi? Amerika’nın bölgedeki hakimiyetine ve oyunlarına destek çıkan ve İsrail’e her fırsatta beyaz güvercinler uçuran Müslüman Kardeşler, kendilerinin siyasi duruşlarına paralel bir duruş sergileyen Mısır müftüsünü günah keçisi yaparak üstünden prim toplamak mide bulandırıcı bir riyakarlık değil de neyin nesidir?

Diğer yandan, Hayrat Şatır’ın, Ebu Süleyman’ın ve Hazim Ebu İsmail’in cumhurbaşkanlığı adaylıklarının iptal edilmesini Müslüman Kardeşler, Mübarek rejiminin kalıntılarının hala daha faal bir şekilde ülke içinde çalıştığının kanıtı olduğunu açıklamışlar.

Şimdi burada da anlamadığım ve komik olan bir başka durum ise, bu 3 adayın adaylıkları kanunlar gereği iptal edildi, Yüksek Seçim Kurulunun keyfine göre iptal edilmedi ki. Hayrat Şatır’ın eskiden hükümlü olması, Ebu İsmail’in annesinin Amerikan vatandaşlığını almış olması, Ömer Ebu Süleymanın da eksik evrak teslim etmesinden dolayı adaylıkları reddedildi. Demokrasinin en geniş kapılarından Mısır siyasetine girmeye çalışan Müslüman Kardeşler şimdi demokrasinin elzemiyetlerine ve mümkün olmayan en ucube durumları sırf Batılılaşmak için mümkünleştirmesine niye tepki veriyorlar? Demokrasi istemiyor muydunuz? Batı’nın kokuşmuş tabldot sistemini hiçbir tadil ve düzenleme yapmadan baş tacı etmediniz mi? Kanun kanundur, resmi anlaşmalar anlaşmadır, biz hepsine her zaman saygılı olacağız, bu anlaşma ve kanunlar İsrail ile bile olsa diyen sizler şimdi neden kanunlar size demoklesin kılıcı gibi işleyince hoşnut olmuyorsunuz?

Bu haberlere mi şaşıralım, yoksa hepsini mide bulandırıcı sahteliğiyle adeta gölgede bırakan ve bizim değerimizi bizlere satmaya çalışan leş yiyicilerin yüzsüzlüğüne mi şaşıralım? Dün Birleşmiş Milletler elçilerinin eşleri Esma Esad’a katliamları durdurması için çağrıda bulunan bir video göndermişler. Bu kokuşmuş zihniyetin tüccarları bu videoyu 60 yıldır hergün onlarca Filistinli kadını ve bebeği hunharca katleden ve işkence eden İsrailli yetkililerin eşlerine neden hiçbir zaman göndermeyi düşünmediler de şimdi insan hakları akıllarına düştü de bizim çöplüğümüzde bize insanlık dersi vermeye çalışıyorlar? Irak’ta yüzlerce insana tecavüz eden ve hunharca öldüren Amerikalı askerlerinin bu vahşetini durdurması için Amerikan başkanına da neden böyle bir video gönderilmedi. Şeytan yüzler şimdi melek mi oldu? İnsan haklarını asırlardır çiğneyenler şimdi insan haklarını savunup Müslümanlara ahlak dersi mi verir oldu? Suriye’de farklı bir şey olmadı. Halkın çoğu yönetimin devrilmesini istemiyor, ordu değil silahlandırdıkları muhalefet ülkeyi kan gölüne çeviriyor. Rusya ve Çin’in destekleri olmasa, İran ve Hizbullah bölgede hazır bir şekilde Amerika’yı bekleyerek bölgenin satılmasına karşı koymasa Suriye kalesi çoktan düşmüştü İsrail ve Amerika’nın eline. Yürüyen kervana saldırmak isteyen kurtlar gibi, saldıramadıkları için her türlü yolları deneyen ve kana bulanmış ellerini temizleyip artık bu katliamları yapmak için, gerekli değişimleri kiralık lejyonlar aracılığıyla oturdukları yerden manipule eden ve kendilerini çok akıllı zanneden bu zavallıları aslında bu kadar şımartan ve bizi aptal yerine koymalarına izin veren yine içimizden birileri! İşte en dayanılmaz olan tarafı da bu, en trajik ve ironik yanı da bu!

Şüphesiz her şey bir yana, Ezher alimi Kardavi’nin desteklediği ve kendi özel adayı olarak gösterdiği ve asla unutmayalım ki şiddetle İsrail’i destekleyeceğini röportajlarda her seferinde beyan eden Abdulmun’im Ebu’l Futuh’a İslami kesimin oylarının kayabilme ihtimali oldukça yüksek.

Bütün bu haberlerin bizim için bir süprizi olmadı..Şatır gider Ebu’l Futuh gelir..değişen sadece isimler..değişmeyen ise rejimler... uzlaşmacı ve iktidar düşkünü siyasetçiler..peşkeş çekilen halklar..

Kaynak:

http://www.aljazeera.net/news/pages/501cb49e-6ff5-4605-aaf5-e13055b84f46?GoogleStatID=1

Çarşamba, 18 Nisan 2012 09:47

İran düşmanlığı nereden çıktı?

Basına bakıyorum, çalakalem gidiyorlar.

Yok efendim, İran Şia imiş.

Ya neydi?..

Yoksa İran, Suriye karışınca mı Şia oldu?..

Var bunda bir terslik...

Haklılık dururken bakmışsınız bazı cemaatler Masonları destekliyor. Veya "Dinler Arası Diyalog" diyerekten Papa'nın kapısına kadar dayanmışlar...

Haçlılar kendilerine uzanan diyalog elinden memnun.

Laiklik denilen İslam karşıtı ideolojiyi sistemleştirmek için masayı tercih etmek elbette ki daha akıllıca. O yüzden, işgallerle bir sonuca varamayacağını anlayan ABD, Mısır'daki Müslüman Kardeşler teşkilatına "birlikte çalışalım" çağrısını yapıyor.

Bu bir laikleştirme projesidir.

Laikleştirme ne işe yarar demeyin.

Müslüman laikleştirilmeden asla sömürülemez.

Ortadoğu'da baş aktör İsrail.

Bize düşen görev, dolaylı da olsa İsrail'in değirmenine su taşımaktan Allah'a(c.c) sığınmaktır. Bakan gözler elbette ki görür.

Libya'dan başlayan karartma operasyonu, bugün Suriye ile İran'a, yarın elbette ki sıra bize gelecek. "Olmaz" diyebileceğimiz garantimiz var mı?

Halkı ayaklandıranlar bekliyorlar daha çok kan döksün ki Suriye halkının bir araya gelme imkanı kalmasın. Öyle olacak nitekim.

Suriye bu kadar kandan sonra bir daha kolayına toparlanamaz, bölünür.

Ortadoğu yeniden bölünme projesi kapsamında.

Ortadoğu bu halde iken İran'ın Şiası ile uğraşmak bize mi düşüyor?

Daha dün, Gazze'ye yapılan hava saldırısını Hizbullah füzelerle karşılayarak İsrail'i ateşkese mecbur etti. Lübnan saldırısında da aynısını gördük.

Demek ki Suriye sahası İsrail için önemli.

Çünkü silahlarla yardımlar bu sahadan geliyor.

İsrail anladı ki Suriye koridoru kapatılmadan Hizbullah'ı durdurmanın imkanı yok.

O halde Esat yönetimi alaşağı edilmeli…

Neresinden bakarsanız bakın, Ortadoğu'daki Arap Baharı denilen zamansız ve de başsız dipsiz ayaklanma Müslüman halkın kısa mesafede yararına olmadı.

Aynı oyun Abdülhamid'e de oynandı.

Tarihe bakın, zamanın aydın geçinenleri Fransa'nın kışkırtması ile "hürriyet" diye tutturmuşlardı, sonrasında ne görelim, altından İsrail çıktı.

Libya üçe bölündü diyorlar...

Kim bilir Suriye kaça bölünecek?

Asıl önemli olan ondan sonrası...

Yedekte Kürtçülükle, Alevicilik var...

Bir Mart Teskeresine iyice dikkat edin...

O teskereye kimler karşı çıktıysa bugün onların çoğunluğu hapiste.

Milletvekili olanlar da Meclis'te değil...

Ama biz biliyoruz ki hapse girenlerin ekseriyeti Amerikancı...

Olsun, kural öyle, kullanırlar yeri geldiğinde siler atarlar.

Benim korktuğum, Türkiye bu hallere düşmesin...

Alet olmayalım, sebep olmayalım, şerik olmayalım, yem olmayalım...

Nusret Çiçek

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.

Çarşamba, 18 Nisan 2012 08:31

İran yine İsrail casusu yakaladı

Devlet televizyonunun haberine göre, İstihbarat Bakanlığı kamuoyuna, "çeşitli operasyonlarda yakalanan, İsrail adına çalışan casus ve teröristler hakkında" açıklama yaptı.

Açıklamada, "İsrail gizli servisi Mossad adına sabotaj ve terör eylemlerinde bulunmayı planlayan, aralarında İranlıların da bulunduğu 15'ten çok casus ve teröristin" yakalandığı belirtildi.

Bu kişilerin, İranlı bilim adamlarına suikast yapmak ve alt yapı tesislerini bombalamakla görevli oldukları kaydedildi.

Açıklamada ayrıca, komşu ülkelerden birinde İran aleyhinde faaliyetlerde bulunan bir Mossad üssünün de belirlendiği ifade edildi.

İstihbarat Bakanlığı, 10 Nisan'daki açıklamasında yakalan bu kişilerle tahrip gücü yüksek bombalar, otomatik silahlar, tabanca, susturucu takılmış silahlar, askeri teçhizat, istihbarat donanımları ve terör eylemlerinde kullanılan diğer araç-gereçlerin ele geçirildiğini bildirmişti.

Tahran yönetimi, son birkaç yıldaki İranlı nükleer bilim adamlarına yönelik suikastlardan İsrail'i sorumlu tutuyor.

Çarşamba, 18 Nisan 2012 08:18

Ayetullah Seyyid Ali Hamaney Namazın Esrarı

Namaz ve dua; İnsanın kendini bulmak ve kendini yetiştirmek için, bütün iyi­lik ve güzelliklerin kaynağı, yaratıcı Allah ile kısa bir sohbet, irtibat ve ondan sürekli feyiz isteme progra­mıdır.

Namaz, dertli, yoğun ve bezgin kalplerin sakinleşti­ri­cisi, teselli vericisi, iç huzur ve ruh aydınlığının esası­dır. Tüm kötülük ve çirkinlikleri reddetmek tüm gü­zellik ve iyilikleri elde etmek için, hile ve riyadan uzak samimi bir halde antlaşma, harekete geçme sebebi, hazırlık ve iradedir.

Neden namaz farzların en önemlisi ve üstünü ola­rak bilindi? Neden namaz dinin temeli ve esası olarak kabul edildi? Neden namaz olmaksızın hiç bir amel ka­bul edilmez? Acaba namazda ne gibi bir olağanüs­tülük gizlidir?

Namazı çeşitli yönleri ve boyutlarıyla araştırabilir ve değerlendirebiliriz. Başlangıçta İslami dünya görü­şünde temel olarak kabul edilen insanın yaratılış hede­fine kısaca işaret etmek gerekir.

İnsanın yaratılmış olduğuna ve bu yaratılışın kud­retli-hikmetli bir güç tarafından gerçekleştiğine inan­mak, onun yaratılmasında bir hedefin olduğu mana­sını ortaya koyar. İşte bu hedefi, nihai noktaya ulaş­mak için belli bir yolu kat ederek gösterilen çaba diye kabul edebiliriz. Yani yolu dikkatli bir plan ve be­lirli vesilelerle kat etmekle ve sonuçta nihai noktaya ulaşmak gerekir. Böylece o he­defe götüren yolu mutlaka tanımalı ve hedefi daima göz önünde tutmalı ki vaat edilen sonuca ulaşılsın.

Bu yolda adım atan birisi kesinlikle müstakim ha­re­ket etmeli, daima hedefi göz önünde bulundurmalı, sap­malar ve yersiz hareketler onu meşgul etmemeli, ha­reketin devamlılığı ve doğru yönelişin korunması için tayin edilmiş olan yol gösterici reh­berin Peygamber’in emirlerine itaatsizlik etmemelidir.

O hedef; insanın sonsuz tekamülü, yükselişi, Al­lah’a dönüşü, insandaki gizli kabiliyetlerin, enerjinin, iyi hasletlerin ortaya çıkarılması ve aynı zamanda bü­tün bunların; kendisine, insanlara, aleme iyilik yapma yolunda harekete geçirilmesidir.

İnsanı hedefine yaklaştıran amelleri işlemek, mana­sız zararlı davranışları terk etmek, insan hayatına anlam kazandırır ve hayatı­nın felsefesi olan bu yolda onu ileriye götü­rür. Aksi halde insanı hedefsiz ve anlamsız bir hayat beklemektedir.

Başka bir deyişle hayatı bir dershane ve laboratuar­ kabul edersek kainatın yaratıcısı-hayat vereni Al­lah’ın kanunları ve formülleri üzerinde amel edildiği zaman insan istenilen iyi neticeye ulaşabilir. Bunun için de bir yandan ilahi sünnetler ve yaratılış kanunları iyice tanı­malı ve hayatımızda tatbik etmeliyiz ve diğer bir yandan da bunu yapabilmek için kendisimizi iyi tanımalı, ihtiyaçlarımızı belirlemeli­yiz.

Bu insanın en büyük mesuliyeti ve görevidir. Öyle bir mesuliyet ki yalnızca onu yerine getirmekle insan bi­linci hareket ederek, başarılı olma gücünü elde ede­cektir. Aksi taktirde insan ya hareketsizdir ve ya bilinçsizdir ve sonuçta ise ister istemez başarılı olamayacak­tır.

Din insana hedef, yön, yol ve vesileyi belirtip açık­laya­rak, ona yolunu kat etmesinde ihtiyaç duyduğu yol azığını verir. Bu yolu kat edenler için yanlarında taşı­maları gereken en önemli azık “Allah’ı hatırlamak”tır.

İnsanın yücelmesi için güçlü kanaat rolünü oynayan istek, ümit ve güven de Allah’ı anmakla gerçekleşir. Allah’ı anmak bir yandan sonsuz güzellik ve kemale bağlanmak anlamına olan hedefi unutmamasını ve yönü kaybetmeksizin sürekli yolcunun kat etmesi gereken yol hakkında uyanık ve hassa olmasını sağlarken diğer yandan güven, neşe ve gönül rahat­lığı verir; onu bunalımdan, insanı boşuna uğraştıran şeylere aldanmaktan veya zorluklara karşı korkuya kapılmaktan korur.

Müslüman fert ve toplum İslam’ın gösterdiği bü­tün peygamberlerin (her türlü zorluklara göğüs gere­rek) davet ettiği yolda azim ve sebatla yürümesi Allah’ı unut­mamalarına bağlıdır. Böylece din çeşitli yollar ve vesilelerle Allah’ı ha­tırlamayı Müslümanların kalbinde daima canlı tutar.

İnsanın her yanını tamamen Allah’ı tanımakla sa­ran, onu kendisine gelmesini sağlayarak uyanık tutan, yön tayin edici bir levha gibi Allah yolunda yürüyenleri şaşırma ve sapmalardan koruyan, onları doğru yoldan ayırmayan, yaşamında bir an bile olsa gaflete düşmesine mani olan, Allah’ı anmakla dop­dolu amellerden birisidir namaz.

İnsan, kendisini saran karmakarışık, oyalayıcı dü­şünce­lerden kurtularak geçen zamanı ve hayatın hede­fini düşünme fırsatını genellikle bulamamaktadır. Gün­düzler geceye dönüyor, yepyeni günler doğuyor, haftalar ve aylar bütün hızıyla geçiyor, ama insan bir türlü hayatın başlangıç ve sonuna dikkatini çekemi­yor, geçen hayatın anlam veya boşluğunu fark edemiyor.

“Namaz” uyandırma zilidir. Gece ve gündüz tüm saat­lerin bir uyarıcısıdır. İnsana düzenli bir program su­narak gecesine ve gündüzüne derin bir anlam kazandırmakta ve insanın ge­çen zamanın hesabını yapmasını sağlamaktadır.

Oyalanma ve bilgisizlik içerisinde zamanın akıp gitme­sinden ve ömrünün boşa geçmesinden habersiz olan insana çağrıda bulunarak ona bir günün geçtiğini ve yeni bir günün başladığını hatırlatmakta, “faaliyete geçmelisin” demektedir. Çünkü öm­rün bir kısmı geçmiş, iyi amel yapma fırsatı elden çıkmıştır. Bu yüzden daha fazla çalışmak, ilerlemek gerek. İnsanın fırsatları kaçırmadan bu büyük hedefe ulaşması gerekir. Hedef büyüktür, fırsatı el­den çıkarmadan ona ulaşması gerekir.

BİR BAŞKA AÇIDAN NAMAZ

Maddi işlerin zorlukları altında sıkışma yüzünden he­defi unutmak doğaldır. Öte yandan hedefe ulaşmak için insanın üstlenmiş olduğu sorumluluğu her gün tekrar göz­den geçirmesi, aşağı yukarı imkansız bir iştir. Bu işin ehli olan birinden duyacak ise daha bir zor, tekrarlamak ise mümkün de­ğil­dir. Bunun yanı sıra insan, mutluluk ve­ren bu İslam mektebinin bütün istek ve ideallerinin tamamını araştırmak için yeterli zamana sahip değildir. Böyle bir fırsat hiç bir zaman ele geçmez. Ama bu mektebin temel ilkeleri kısa ve öz olarak “namaz” da vardır. Onda var olan dü­zenli, hesaplı sözler ve hareketler İslam’ın çizelgesidir.

Namazı, yön veriş ve içerik yönünden farklı olmalarına rağmen, bazı yönlerden ülkelerin milli marşlarına benzetebiliriz.

Her ülke; hedeflerinin, ideolojilerinin ve kabul et­tik­leri hayat tarzının bir özeti olan milli marşını; kendi ilke ve ideolojisini halkının beynine yerleştirmek ve on­ları benimsediği düşünce tarzı üzerinde sağlamlaştırmak için tekrar tek­rar söylenmesini zorunlu sayar. Bu tekrarların sebebi; bu fi­kir tarzının onlarda devam etmesi, bu ülkenin ve he­deflerinin izleyicisi olduklarını bilmeleri içindir. Ülkele­rinin ilke ve hedeflerinin unutulması; o ülke halkının yol­larını değiştirdiği ve ülkelerinin hedeflerinin izleyicisi olmadık­ları anlamına gelir. Tekrarlamalar ise bu cephedeki iş ve hizmetler için hazırlıklı olmalarını sağlar. Aynı zamanda mesu­liyet ve görevle­rini hatırlatır, temel ilkeleri zihinlerinde canlı tutar, onlara cesa­ret ve yapabilirlik gücünü verir ve onları çaba ve girişime ha­zır hale getirir.

Namaz, İslam mektebinin temel ilkelerinin özü, İslam’ı hayata geçirme yo­lu­nun aydınlatıcısı, mesuliyet, yol ve sonuçların gös­tergesidir. Günün başlangıcında, günün yarısında ve ak­şam vaktinde Müslümanları çağırıp ona kolay bir dille kul­luk bilinci ve hedefini anlatarak, manevi bir güçle onu amel etmeye teşvik etmektir. İşte namaz budur ve bu yüzden mümini adım adım, basamak basamak imanın zirvesine ve salih amele yaklaştırır. Onu çok kıymetli bir şahsiyet, iyi bir Müslüman haline getirir. Evet “Namaz mümi­nin yükseliş için merdivenidir” (miracıdır)[1]

İnsanın karşısında ger­çek saadet ve kurtuluşa er­mek için uzun ve zor bir yol vardır. Bu yolu kat ederek ebedi saadete ermeye çalışmak in­sanın var oluş hedefidir. Fakat insanın ayağı­nın altına serilmiş önün­deki tek yol bu değildir. Onun asli yolu üzerinde çok sayıda çıkmazlar, saptırıcı ve tehlikeli yollar bu­lunmaktadır. Öyle­sine aldatıcı ve çe­kicidir ki bu saptırıcı yollar, yolcuların şüp­heye düşüp hata yapmalarını sağlar.

Bu şüphelerden kurtulmak ve doğru yoldan şaş­ma­mak için gerekli olan; devamlı nihai hedef ve gaye olan Allah’a doğru yönelmek ve kat edeceği yolun bir haritasını kendi yanında taşımaktır. Namaz dik­katleri devamlı Allah’a çeken bir etken ve dosdoğru yolun (sı­rat-ı müstakimin) haritasından başka bir şey değildir. Al­lah ile mümin arasında devamlı bir irtibatın temin edil­diği namazda İslam düşüncesinin özü, özet bir şekilde zik­redilir. Bu açıklamadan namazı beş vakte taksim etmenin ne denli önemli olduğu da ortaya çıkmaktadır. Tıpkı be­denin ihtiyacı olan gıdanın belirli zamanlarda bedene verilmesi gibi…

İslam’ın yüce hedeflerini, özellikle içinde barındıran namazda Kuran okumak da farz bir ameldir. Bu durum, namaz kılan kimseyi Kuran’ın bazı kısımlarının içeriği ile tanıştırır. Onu bu içerik üze­rinde tefekkür etmeye ve Kuran’la fikri irtibat kur­maya alıştırır.[2] Aslında namazda mevcut olan bü­tün hareketler, İslam’ın küçük etaptaki bir harita ve görüntüsü­dür.

İslam insanların beden, ruh ve beyinlerini toplum içe­risinde harekete geçirerek -bu üç öğeyi- insanın sa­adeti için çalıştırır. Namaz da insanın amelinde aynı rolü oynar. Namaz halinde bu üç öğe harekete geçe­rek faaliyet halinde olur.

Beden: el, ayak, dil ve eğilme oturma, toprağa ka­panma hareketleriyle…

Beyin: Genel hedef ve vesilelere işaret olan nama­zın söz ve manasını düşünerek İslam’ın dünya görü­şünü baştan başa gözden geçirerek…

Ruh: Allah’ı anmak suretiyle manevi bir gönül ra­hatlı­ğına kavuşarak, kalbi başıboşluk ve hedefsizlikten koruyarak, gönülde Allah korkusu ile huşu tohumunu bes­leyip yetiştirerek…

Her dinde ibadet, o dinin özetidir denilmiştir. İs­lam’da da tamamen bu şekildedir. Söz, içerik ve dav­ranışlarda; ruh ile cismi, madde ile manayı, dünya ile ahireti birleştirmek namazın hususiyetlerindendir. Böy­lece kamil bir namaz kılan Müslüman, bütün ener­jisini kendisini yüceltme yolunda harekete geçirir ve aynı onda tüm beden, fikir ve ruh yeteneklerini bu yolda seferber eder.

Namazı dosdoğru kılan bir kişi bütün kuvveti ile Al­lah’ın yolunda yürüdüğü için tüm şer, fesat ve çö­küş sebeplerini kendinde ve etrafında tesirsiz hale ge­tirir. Kur’an-ı Kerim bir kaç ayetinde ikame-i namazı yani namazı koruyarak, canlı tutarak kılmayı mütedeyyin (dindar) olmanın belirtilerinden saymakta ve birçok ayette namaz kılmanın üzerinde önemle durmak­tadır.

Namazın ikamesi, namaz kılmaktan çok daha önemli bir konudur. Yani namaz kılmak sadece insa­nın kendi üzerine farz olan bir ibadeti yerine getirmesiyle sınırlı bir şey değildir. Bilakis bununla birlikte namazın çağırdığı yöne doğru yola ko­yulması ve başkalarının da bu yola koyulmasını sağ­lamasıdır. Gerçek manada namazın yerine getirilmesi kişi­nin gereken çabayı yaparak hem kendisinin, hem de başkalarının yaşadığı ortamı namazla uyumlu ma­nevi bir ortama dönüştürmesine denir. Bu atmosfer insanı, Allah’ı arama ve Allah’a tapınma eylemine sevk eder. Herkesi namaz hattı ve yönünde harekete geçirir. Mümin bir kişi ve mümin bir toplum namazı ikame ederek ahlaki bozukluk günah ve fesadın kökünü bünyesinde yakar, yok eder. Günah işleme yapısını ve günahın iç ve dış sebeplerini yani nefsani ve toplumsal et­kenlerini tesirsiz hale getirir. Namaz kesinlikle fert ve toplumu çirkin ve beğenilmeyen şeylerden korur.[3] Hayatın karmakarı­şık ve fırtınalı sahnesinde şeytani güçler her fırsatta -tam teçhizatlı olarak- iyi işleri ve iyilik sebeplerini kimde ve nerede olursa olsun yok etmek istemekte­dirler. Bu bağlamda ilk hücum edilecek ve viran oluna­cak kale insanların irade ve azim gücüdür. Çünkü bu dayanıklı koruyucuyu ortadan kaldırmakla; insanın şahsiyet kalesini (topladığı çok kıymetli bilgi ve asalet hazinesini) zapt etmek ve yağmalamak mümkündür.

Allah’ı anmayı telkin ve tekrar ede­rek sınırlı meziyetlere sahip aciz insanın, sınırsız kud­rete sahip Allah ile ilişki kurmasını, O’na dayanmasını sağlayan ve bu yolla onun sonsuz ve sınırsız bir manevi güç elde etmesini sağlayan namaz, insan zaafının en iyi dermanı, irade ve azmin en etkili ilacı olarak değerlendirilmelidir.

Yüce İslam Peygamberi (Allah’ın selamı O’na ve Ehl-i Beyt’ine olsun) İslam’ın zuhurunun eşiğinde, her tarafı kuşatmış olan cehalet karşısında, omuzunda dağlar kadar ağır sorumluluk hissettiği bir dönemde gece yarısı namaz ve zikir ile emrolunuyordu "Ey örtünüp bürünen (Resulüm)! Bi­razı hariç geceleri kalk namazı kıl. Gecenin yarısında, yahut bunu biraz azalt, ya da çoğalt ve Kur’an’ı tane tane oku. Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahiy edeceğiz.”[4]

[1]- Nebevi hadis

[2]- “Şüphesiz insanlara namazda Kur’an okumalarının emrolunması, Kur’an’ın unutulmaması, kaybolmaması ve yıpranmaması içindir. Böylece Kur’an ortadan kalkmaz ve meçhul olmaz.” (Fazl b. Şazan’ın İmam Rıza’dan naklettiği hadis.)

[3]- "(Re­sulüm) Sana vahiy edilen Kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alı-koyar. Allah’ı anmak elbette (ibadetlerin)en büyü­ğüdür. Allah yaptıklarınızı bilir.” Ankebut/45

[4]- Müzemmil/1-5