
کارگر
Sahtekar İslamcı basının İran düşmanlığı
İran konusunda son haftalarda yaşanan gelişmelerden vazife çıkaran İslamcı basının İran’a yönelik eleştirinin dozunu giderek artırmakta olduğu görülüyor.
Tayyip Erdoğan’ın geçtiğimiz ay İran’ı ziyareti ve nükleer müzakerelerin yapılacağı yer konusunda iki ülke yöneticileri arasında yaşanan tartışma sonrasında İslamcı basında İran’ın hedef tahtasına oturtulmaya başlandığı görülüyor.
Konuya ilişkin köşe yazılarına genel olarak bakıldığında İran’ın Suriye konusundaki tutumundan başlayan eleştirilerin İran’ın PKK’ye verebileceği olası destekten, nükleer çalışmalarının Türkiye için yaratacağı sıkıntılara kadar çeşitlendiği görülüyor. Güncel meseleleri yeterli bulmayan bazı yazarların ise tarihe başvurarak İran’la sıkıntıların kökenini Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerine kadar indirdikleri görülüyor.
Dumanlı: “İran ile İsrail'in Suriye yönetimine bakışı neredeyse aynı”
Zaman Gazetesi Genel Yayan Yönetmeni Ekrem Dumanlı, 2 Nisan tarihli yazısında İran’ın Suriye meselesindeki tutumunu sert şekilde eleştirirken işi İran’ın tavrıyla İsrail’in tavrı arasında benzerlik kurmaya dek vardırdı:
“İran ile İsrail'in Suriye yönetimine bakışı neredeyse aynı. Biri "Aman bu rejim de düşerse sıkıntı bize sıçrar." diye bakıyor olaylara; öbürü de "Demokrasiye geçilirse ne olur ne olmaz. İsrail karşıtı bir yönetim iş başına gelir ve Esed'i, mumla ararız." diye bakıyor hadiselere.”
Dumanlı yazısının devamında Meseleye İran sempatisiyle bakanların bazı gerçekleri daha iyi görmesi gerektiğini savunarak İran’ın Suriye meselesinde Türkiye'yi oyaladığını, ciddi ve samimi adım atmadığını yazdı.
“Soğuk barış dönemi”
Today's Zaman Genel Yayın Yönetmeni Bülent Keneş Tayyip Erdoğan’ın İran ziyaretinin ardından 1 Nisan’da Zaman’da yayınlanan “İran’la ‘soğuk barış’ dönemi” başlıklı yazısında ziyarette Türkiye ve İran arasındaki sorunlarda somut bir gelişme yaşanmadığını ve ziyaretin iki ülke arasında “soğuk barış” olarak tanımlanabilecek bir sürecin başlangıcı sayılabileceğini iddia etti.
Keneş’ten İran’a sivil katliam suçlaması
Keneş’in, yazısının devamında İran suçlamasını ileri boyutlara taşıdığı görülüyor. İran’ı Suriye’ye siyasi destek vermenin ötesinde suçlayan Keneş, İran özel birliklerinin katliamlarda rol oynadığı iddialarına yazısında yer verdi:
“Neticede Türkiye, Suriye'de halkın arzu ettiği demokratik bir rejimden yana tavır alırken, İran Nusayri/Alevi azınlığa dayalı Esed rejiminin devamı için girişilen sivil katliamlarına her türlü desteği açıktan vermeyi sürdürüyor. Suriye muhalefet kaynakları, Türkiye sınırına yakın bölgelerde bile İran özel birliklerinin Esed güçleri ile birlikte sivil katliamlarında rol oynadığını iddia ediyor.”
İran’la yakınlaşmanın oluşturduğu olumsuz imaja rağmen “karşılıksız İran sevdası”nın Türkiye’ye ne kazandırdığını sorgulayan Keneş, İran’ın PKK’ye doğrudan ya da dolaylı her türlü desteği verebileceği bir konjonktürel zeminin oluşmakta olduğu yorumunda bulundu. Yandaş basının Suriye rejiminin Türkiye’de kamuoyundaki meşruiyetini sarsmak için de PKK’ye destek meselesini sıklıkla kullandığı biliniyor.
İran’ı hedef alan yazılarıyla kimi İslamcıların da tepki gösterdiği Keneş’in son olarak İslamcı yazar Kenan Çamurcu’yla internet üzerinden yaşanan kavgası dikkatleri çekti. Çamurcu’nun Twitter hesabından “tek kelime Farsça bilmeden İran doktorası yazan Bülent Keneş'in tez danışmanını ve hangi heyetin kabul ettiğini bilen varsa söylesin” yazması üzerine sert çıkan Keneş, Çamurcu’ya “Şerefsizlik yapma, adam ol” şeklindeki cevabını e-posta yoluyla gönderdi.
Yenihaber: “İran atom bombası yapmak için bütün gücünü harcıyor.”
Yeni Akit Gazetesi yazarı Asın Yenihaber, 9 Nisan tarihli yazısında İran-Türkiye karşıtlığını işleyerek İran’ın amacının nükleer enerji değil, nükleer silah üretmek olduğunu iddia etti. İddiasıyla emperyalistlerin İran’a dönük saldırılarını meşrulaştıran Yenihaber, yazısında İran’la tarihte yaşanan sıkıntılara değinerek Türkiye ve İran arasında dostluğun mümkün olmadığını kanıtlamaya çalıştı:
“Başbakan Erdoğan, yakın zamanda İran’ı ziyaret etti. Esas konu belli. İran’ın nükleer silah üretme süreci. Elbette İran, dışa karşı nükleer silah değil, nükleer enerji için çalıştığını söylüyor. Hakikatın böyle olmadığını bilmek için İranlı olmak gerekmez. İran atom bombası yapmak için bütün gücünü harcıyor.
Peki, ey mankafa milliyetçiler, İran’ın nükleer silahı olursa, Türkiye’nin onu dengelemek için aynı güce sahip olması gerekmez mi?
Türkler ve İranlılar, Türkiye ve İran tarih boyunca çatıştı. Siz bu çatışmanın bittiğini mi sanıyorsunuz? Osmanlılar, Türk hanedanlı Safevilerle savaştı, Şah İsmail Yavuz’a mağlub olduktan sonra fazla yaşamadı, fakat Türkiye’ye husumet devam etti.”
İran’ın sözüne güvenilemeyeceği 16. yüzyıldan belliymiş
İran karşıtlığına tarihi olayları dayanak yapan başka bir Yeni Akit yazarı Yavuz Bahadıroğlu ise 11 Nisan’daki yazısında kendisine konu olarak Kanuni’nin oğullarıyla yaşadığı taht mücadelelerini seçiyor. Bahadıroğlu Kanuni’nin oğulları Mustafa ve Bayazıd’ın babalarıyla giriştikleri mücadelelerde İran’dan destek aldıklarını ama her defasında siyasi nedenlerle İran Şahı’nın şehzadelere verdiği sözü tutmayarak ikisinin de ölümüne sebep olduğunu yazıyor. Bahadıroğlu, İran Şahı’nın yüzlerce yıl evvel takındığı tutumdan yola çıkarak Erdoğan’ın İranlı yöneticilere hitaben söylediği “sözünüzde durmazsanız itibar kaybedersiniz” sözlerine hak verdiğini gösteriyor.
Köse: “Şii İran İslami harekete destek olmadı”
Yeni Akit yazarı Faruk Köse ise 11 Nisan tarihli yazısında mezhep farklılıklarını kaşıyarak İran’ın resmi mezhebinin Şiilik olmasına odaklanıyor. Sünnilere mesafeli durması nedeniyle İran’ın İslami harekete destek olmadığını belirten Köse İran’ı müdahaleleriyle İslami harekete zarar vermekle suçluyor:
“Bütün bunlara bakıldığında denebilir ki, herhangi bir yerde Şii varlığı varsa, İran’ın müdahalesi sonucu oradaki İslami hareketin başarı kazanma şansı kalmamakta. Yani İran nereye el atsa, oradaki Ehl-i Sünnet varlığı başarısızlığa uğruyor. Üstelik İran, anayasasına da aykırı olarak, tevhid inancı dışındaki Gulat Şii ekollerini desteklemeyi, Ehl-i Sünneti desteklemeye tercih ediyor.”
Torun: “İran nükleer meselesini Suriye konusuna alet ediyor”
Yeni Şafak yazarı Resul Torun, 11 Nisan’daki yazısında nükleer müzakerelerinin yapılacağı yer konusunda yaşanan tartışmalarda İran’ı takiyye ile suçlayadı. Torun ayrıca İran’ı nükleer meselesini Suriye konusuna alet etmekle de suçladı:
“Nükleer meselesini Suriye konusuna alet eden İran da tıpkı Suriye gibi maalesef inandırıcılığını gün geçtikçe yitiriyor.
Nükleer bahanesiyle Suriye'ye olan desteğini ciddi biçimde gündeme getiren İran'ın zulmün yanında yer alması, İran'a sempati duyanları da şoke ediyor.
İran sürekli kaybediyor.”
Esmaül Hüsna isimlerinin açıklaması
“Allah’ın 99 İsmi Var Kim Onları Sayarsa Cennete Girer”
*ET- TAHİR*
Tahir, yani Allah benzerinin olmasından, denginin bulunmasından, zıttının olmasından, örneğinin olmasından, sınırının bulunmasından, zevalden, bir yere gidip gelmekten, yaratılanlara has olan uzunluk, en, bölge, ağırlık, hafiflik, incelik, kalınlık, giriş, çıkış, yapışıklık, ayrılık, koku, yemek, renk, mücessemlik, kabalık, yumuşaklık, sıcaklık, soğukluk, hareket etmek, durmak, birleşmek, ayrılmak, bir yerde bulunup diğer bir yerde bulunmamak gibi özelliklerden münezzehtir...
Çünkü tüm bunların hepsi sonradan oluşturulmuş varlıklardır. Tüm yönleriyle aciz ve zayıftırlar. Bunun kendisi onların bir oluşturanın olduğuna ve bir yapanın yaptığına delâlet eder. O kadir, güçlü ve manalardan münezzehtir. Onlardan hiçbir şey O’na benzemez. Çünkü onların kendileri tüm yönleriyle sonradan bir oluşturan tarafından oluşturulduklarına ve bir yaratan tarafından yaratıldıklarına delâlet eder. Gözlerden gizli olan bu benzer ve denk şeylerin bir yapıcısının olduğuna delâlet etmeleri için farz kıldı. Allah onların tümünden yüce, münezzeh ve uludur.
*EL- ADL*
Adl, yani hak ve adalet üzerine hüküm vermek demektir. Anlamının kapsamlı olmasından mastar olan ismiyle adlandırılmıştır. Ondan maksat âdil olmaktır. Adil insan sözü, eylemi ve hükmünden razı olunan insandır.
*EL- AFV*
Afv, “feul” vezninden olup, af kelimesinden türemiştir. Af, silmek anlamındadır. Bir şey silinir, yok olur ve ortadan kaybolursa “efa eş’şey” denir. Her ne zaman bir şeyi silersem “efavtuhu ene” denir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de bu anlamdadır: “Allah seni affetsin. Onlara niçin izin verdin? (Tövbe, 43)” yani senin onlara izin vermeni Allah senden sildi.
*EL- GAFUR*
Gafur, mağfiret kelimesinden türemiş bir isimdir. Allah gafur ve gaffardır. Kelimenin sözlükteki aslı gizlilik ve kapalılık anlamındadır. Bir şeyi gizlediğin zaman “gafertu eş- Şey’e” söylersin. Yine “haza egferu min haza” dendiğinde, “bu daha kapsayıcıdır” anlamı kastedilmiş olur. Elbise üzerinden yün ve kürk gibi bir şey giyildiğinde “gefru es- sufi ve’l harri” denir. Elbiseyi örttüğünden ona “gafre”, başı örttüğünden dolayı baş koruyucusuna da “miğfer” denir. Gafur’un anlamı ise rahmetiyle kullarını kapsayan kuşatan demektir.
*EL- GANİ*
Gani’nin anlamı, yani O zatıyla başkalarına ihtiyaç duymayan; âlet, araç ve diğer şeylerden yardım almaktan münezzeh demektir. Allah Azze ve Celle dışındaki tüm şeyler zayıflık ve ihtiyaçta eşittirler. Birbirlerine dayanmadan ayakta duramaz ve birbirlerine ihtiyaç duymadan yaşayamazlar.
*EL- GİYAS*
Giyas’ın anlamı “mugisytir” (yani sığınılacak ve yardım eden) mastar olduğundan ve anlamındaki kapsayıcılığından dolayı bu adla adlandırılmıştır.
*EL- FATIR*
Fatır, yaratıcı demektir. “fetere’l halke” denildiğinde yani onları yaratarak, bir şeyleri oluşturma ve icat etmeye başladı demektir. Dolayısıyla O, fatırdır. Yani onların yaratıcısı ve meydana getiricisidir.
*EL- FERD*
Ferd, yani Allah, mahlûkatı olmaksızın ilâhlık ve işlerinde tektir, demektir. İkinci anlamı ise Allah kendisiyle birlikte başka bir varlığın olmadığı yegâne varlıktır.
*EL- FETTAH*
Fettah’ın anlamı hâkim, hükmeden demektir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü de bu anlamdadır: “ve ente hayrul fatihîn. (Sen hükmedenlerin en hayırlısısın.) (A’raf, 89)” Ve yine Allah Azze ve Celle’nin bu sözü de aynı anlamda kullanılmıştır: “huvel fettahul alîm. (O, hükmeden ve bilendir.) (Sebe’, 26)”
*EL- FALİK*
Falik, kelimesi felk kelimesinden türemiştir. Sözlükteki kök anlamı ise “yarmak, ayırmak” anlamındadır. “semi’tu haza min fekli fihi” yani ben bu sözü iki ağzından duydum. Veya “fıstığın kabuğunu açtım o da açıldı.” Denir. Allah Tebareke ve Teâlâ tüm şeyleri yarattı, sonra yarattığı şeylerin tümü birbirinden ayrıldı. Rahmi açtı, hayvan dünyaya ayağını bastı. Tohumu ve çekirdeği yardı, bitkiler ondan dışarı çıktı. Yer açıldı ve yerden çıkması gereken her şey dışarı çıktı. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Yarılıp, çatlayan yere and olsun ki. (Tarık, 12)” onu yardı o da yarıldı. Karanlığı yardı ondan aydınlık çıktı. Göğü yardı, yağmur yağmaya başladı. Denizi Hz. Musa (aleyhi selâm) için yardı, o da yarıldı. Sonra onun her tarafı yüksek bir dağ gibi yükseldi.
*EL- KADİM*
Kadim’in anlamı tüm şeylerden önce olan demektir. Bir şeye öncü olanların vasfında mübalâğa edildiğinde onu “kadim” diye adlandırırlar. Allah, başlangıcı ve sonu olmayan zati itibarîyle kadimdir, ama diğer şeylerin başlangıcı ve sonu vardır. Onlar için başlangıçta bu isim yoktu, dolayısıyla bir yönden ve sonradan oluşturulduklarından kadimdirler. Kadim’in anlamı yani O, öncesiz bir varlık demektir. Allah Azze ve Celle’nin dışındaki varlıklara kadim söylenirse mecazi anlamda söylenmiştir. Çünkü O’nun dışındaki şeyler sonradan oluşturulmuş ve kadim değillerdir.
*EL- MELİK*
Melik mülklerin sahibi, tüm şeylerin maliki demektir. “Melekût” Allah Azze ve Celle’nin mülküdür. Kelimenin sonundaki “te” harfi, “rehebut” ve “rehemut” kelimelerindeki “te” gibi ona izafe olmuştur. Araplar rehebut rehemuttan daha hayırlıdır demişlerdir. Yani korkutmak şefkat göstermekten daha hayırlıdır.
*EL- KUDDUS*
Kuddus’un anlamı temiz, takdis’in anlamı ise temizlemek ve münezzeh demektir. Allah Azze ve Celle’nin meleklerin sözünü burada naklettiği gibi: “Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip duruyoruz. (Bakara, 30)” yani biz seni paklamakta ve mukaddes bilmekteyiz. Burada tesbih ve takdis bir anlamdadır. “hatiretu’l- Kudsi” yani alçaklıklar, hastalıklar, dünyevî dert ve benzeri şeylerden temiz demektir. Denir ki “Kuddus” Allah Azze ve Celle’nin önceki kitaplardaki isimlerindendir.
*EL- KAVİ*
Kavi’nin anlamı açıktır. Allah yardım ve destek olmadan güçlüdür.
*KARİB*
Karib, yani icabet eden ve cevap veren demektir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü bu anlamı teyit etmektedir: “Ben icabet edenim. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. (Bakara, 186)” kelimenin ikinci anlamı ise Allah gönüllerden geçen vesveseleri bilir, Allah’la onlar arasında ne hicap ne de fasıla vardır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü bu anlamı teyit etmektedir: “Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şah damarından daha yakınız. (Kaf, 16)” Dolayısıyla O, teması olmadan yakın, yol ve mesafe olmadan yaratıklarından uzak olandır. Bilâkis O, ayrılık ve ilişiklik olmadan onlarla birlikte, onlara benzerlikte ise onların aksinedir. Aynı şekilde O’na yakınlık, yol ve mesafeleri kat etmekle olmaz, bilâkis Ona yakınlık itaat ve güzel ibadetle olur. Allah Tebareke ve Teâlâ yakındır, yakınlığı aşağı olmakla değil. Çünkü mesafeleri kat etmeden yakın, havayı aşmadan yukarıdır. Nasıl olsun ki çünkü O aşağı ve yukarı var edilmeden, aşağı yukarı nitelendirmeleri olmadan önce vardı.
*EL- KAYYUM*
Kayyum ve kıyam kelimeleri “feyul” ve “feyal” vezninden olup “Kumtu bişşey”in kökündendir. Kişinin kendisi bir şeyi kendi uhdesine alır onun korunmasını, ıslahını ve idaresini üstlenirse bu söz söylenir. Bu kelimenin bir benzerini Araplar şöyle demektedir: “Orada deyyar ve deyyur yoktu.” Yani orada hiçbir varlık yoktu.
*EL- KABIZ*
Kabız kelimesi “kabz” kelimesinden türemiştir ve bir kaç anlamı vardır. Anlamından biri “mülk”tür. Bu anlamda şöyle denir: “falan şahıs benim kabzımdadır, yani benim kontrol ve mülkümdedir.” Ve ayrıca “Bu mal benim mülküm ve kontrolümdedir.” Allah Azze ve Celle’nin şu sözü de aynı anlamdadır: “Yeryüzü kıyamet gününde bütünüyle O’nun elinde tasarrufundadır. (Zümer, 67)” ve bu Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü gibidir: “Sûr'a üflendiği gün de mülk (hükümranlık) O'nundur. (En’am, 73)” ve yine Allah Azze ve Celle’nin bu sözü: “O gün emir yalnızca Allah'ındır. (İnfitar, 19)” ve keza Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü: “Din gününün sahibi. (Fatiha, 4)”
Kelimenin başka bir anlamı ise bir şeyi yok etmek ortadan kaldırmak anlamındadır. Halkın ölüler için söylediği şu sözde olduğu gibi: “Allah kendisine doğru onun canını aldı.” Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de aynı anlamda kullanılmıştır: “Sonra biz güneşi, ona delil kıldık. Sonra onu (uzayan gölgeyi) yavaş yavaş kendimize çektik (kısalttık). (Furkan, 45 ve 46)” çünkü güneşin parmaklarla önü kesilmez. Kuşkusuz Allah Tebareke ve Teala çeken ve bırakandır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü de aynı anlamdadır: “Allah, daraltır ve genişletir ve siz O'na döndürüleceksiniz. (Bakara, 245)” Allah kullarına fazlını açıp genişleten ve verdiği ve himayelerini alıp daraltandır.
Kabzın bir diğer anlamı ellerle tutup kavramaktır. Bu tür tutup, kavramak zikri yüce Allah için söz konusu değildir. Eğer Allah Azze ve Celle’nin buyurduğu daraltma ve genişletme ellerle tutma ve kavrama anlamında olsaydı, bir anda daraltma ve genişletme mümkün olmazdı. Çünkü böyle bir iş imkânsızdır. Halbuki zikri yüce Allah tüm zamanlarda canları alan, rızıkları genişleten ve istediğini yapandır.
*EL- BASİT*
Basit, nimet ve fazilet veren demektir. Allah kullarına fazlını ve ihsanını genişleten ve nimetlerini onlara bahşedendir.
*KAZİYU’L HACAT*
Kazi kelimesi “kaza” kelimesinden türemiş ve Allah Azze ve Celle tarafından üç anlamda kullanılmıştır: bir anlamı hüküm vermek ve zorunlu tutmaktır. “Kadı falan kişi için böyle hüküm verdi.” denildiğinde yani “ona hüküm vererek onu bu işe zorunlu tuttu“ Denmiş olmaktadır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de aynı anlamdadır: “Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi kesin bir şekilde emretti. (İsra, 23)” başka bir anlamı ise “haber vermek” anlamındadır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Biz, Kitap'ta İsrailoğullarına bildirdik… (İsra, 4)” yani bu işi Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlih)’in diliyle onlara haber verdik. Üçüncü anlamı ise “tamamlamak” anlamındadır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı. (Fussilet, 12)” insanların şu sözü de aynı anlamdadır: falan şahıs ondan istediğim şeyi yerine getirerek hacetimi yerine getirdi.
*EL- MECİD*
Mecid, kerim (şerefli) ve aziz (üstün) demektir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Hayır; o (Kitap), ‘mecid” olan bir Kur'an'dır. (Buruc, 21)” yani şerefli ve üstün. “Mecd” kelimesinin sözlükteki anlamı şerefe nail olmaktır. “meccede recule” ve “emcede” aynı maddede iki kelimedir. “emcedehu” yani işlerini şerefli kıldı. Mecid’in ikinci anlamı ise övülmüş yüceltilmiş anlamındadır. “meccedehu halkuhu” yani yaratıkları onu överek ululadı.
*EL- MEVLÂ*
Mevlâ, yani müminlere yardım eden yardımcı demektir. Düşmanlarına karşı onların yardımlarını üstlenerek onlara mükâfat ve keramet vermeyi uhdesine almıştır. Çocukların velisidir. O, onun işlerini düzeltme işini üstlenmiştir. Allah müminlerin velisi, onların Mevlâ ve yaveridir. Mevlâ’nın başka bir anlamı ise “evlâ” anlamındadır. Resulü Ekrem’in (sallallahu aleyhi ve âlih) buradaki şu sözünde olduğu gibi: “men kuntu mevlahu fe aliyyun mevlahu” yani “ben kimin Mevlâ’sı isem Ali’de onun Mevlâ’sıdır.” Resulullah bu sözünü “elestu evlâ bikum minkum bienfusikim” (ben size sizin kendinizden daha evlâ ve lâyık değil miyim?) bu sözünün peşi sıra söylemiştir. Dediler ki: “evet, ey Resulullah!” işte o anda Allah Resulü şöyle buyurdu: “men kuntu mevlahu” (ben kimin Mevlâ’sı isem) yani ben her kime kendisinden daha lâyık ve evlâ isem “fe Aliyyun mevlahu” (Ali’de onun Mevlâ’sıdır) yani Ali de ona kendisinden daha lâyık ve evladır.
*EL- MENNAN*
Mennan, nimet bağışlayan demektir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözünde olduğu gibi: “Artık sen de (istediğine) hesapsızca ver yahut verme. (Sad, 39)” ve yine Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de aynı anlamdadır: “Yaptığın iyiliği çok görerek başa kakma. (Müdessir, 6)”
*EL- MUHİT*
Muhit’in anlamı Allah tüm şeyleri kuşatan ve tüm şeyleri bilen demektir. Her kim tüm şeylerin tamamını elde eder veya ilmi son haddine varırsa gerçekte onu kuşattı demektir. Bu da mananın kapsamının genişliğine delâlet etmektedir. Çünkü hakikatte ihata büyük bir cismin küçük bir cisme tüm yönlerden ihata ve kuşatması demektir evin, evin içindekileri kuşatıp ihata etmesi veya şehir duvarlarının şehre ihatası gibi. Dolayısıyla duvara da içindekileri kuşattığından hait (kuşatıcı) derler.
Kelimenin ikinci anlamı ise şayet zarf olduğundan mensuptur. Anlamı ise sorumlu ve muktedir demektir. Allah Azze ve Celle’nin şu sözündeki gibi: “Çepeçevre kuşatıldıklarını sandılar… (Yunus, 22)” bir topluluk düşmanlarını kuşattığında düşman onların elinden kurtulmaya güç yetiremez. Dolayısıyla onları kuşatma durumuna muhit denir.
*EL - MUBİN*
Mubin, yani Onun hikmeti açık ve aşikârdır. Açıklamaları ve kudretinin izlerinden hikmetini aşikâr etmiştir. “bane”, “ebane” ve “istebane”nin aynı anlamda olduğu söylenmiştir.
*EL- MUKİT*
Mukit, yani koruyan, gözeten demektir. “kadir” anlamında olduğu söylenmiştir.
*EL- MUSAVVİR*
Musavvir “tasvir”den türeyen bir isimdir. Suretlere rahîmlerde istediği gibi şekil verendir. Dolayısıyla O, tüm suretlerin şekil vericisi, rahîmlerdeki şekil verenlerin tümünün yaratıcısı, görülebilen şeyleri kavrayan ve canlardaki mümessilleridir. Allah Tebareke ve Teâlâ suret ve azalarla nitelendirilmez. Hudutlarla ve kısım kısım olmakla tanınmaz. Havanın yayılmasıyla vahimlerle aranmaz. Sadece ayetleriyle tanınır. Alâmet ve delâletlerle sabit olur. Onlarla yakine erilir. Kudreti, azameti, celâli ve büyüklüğüyle nitelendirilir. Çünkü mahlûkları arasında O’nun bir benzeri yoktur ve dengi bulunmamaktadır.
*EL- KERİM*
Kerim’in anlamı aziz demektir. “falan şahıs bana falan şahıstan daha kerimdir” denildiğinde yani ondan daha azizdir anlamındadır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü de aynı anlamdadır: “O, elbette değerli bir Kur’an’dır. (Vakıa, 77)” ve yine Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü: “(Azabı) Tad; çünkü sen, (kendince) üstün, onurluydun. (Duhan, 49)” kelimenin ikinci anlamı ise O, cömert ve bağışlayıcıdır. “reculun kerimun” dendiğinde yani “cömert adam” denmiştir. “kavmun kiramun” dendiğinde yani eli açık bağışlayıcı demektir. “kerim” ve “kerem” “edim” ve “edem” gibidir.
*EL- KEBİR*
Kebir, efendi demektir. Kavmin efendisi ve büyüğüne kebir derler. Kibriya, tekebbür ve büyüklük anlamında bir isimdir.
*EL – KÂFİ*
Kâfi yani kifayet kelimesinden türemiş bir isimdir. Her kim Allah’a dayanır ve tevekkül ederse ona yeter ve onu başkasına havale etmez.
*KÂŞİF EZ- ZUR*
Kâşif, yani açan demektir. Her ne zaman sıkıntı ve zorda kalmış birisi Onu çağırırsa ona cevap verir. Kötülüğü bertaraf edendir. Keşf sözlükte birini kaplayıp kuşatan bir şeyden kurtarmak demektir.
*EL- VETR*
Vetr, bir ve tek anlamındadır. Bir ve tek olan tüm şeylere vetr derler.
*EN- NUR*
Nur’un anlamı nur veren demektir. Allah Azze ve Celle’nin bu sözünde olduğu gibi: “Allah göklerin ve yerin nurudur… (Nur, 35)” yani onlara nur veren, emir veren ve hidayet edendir. İnsanlar maslahatları doğrultusunda Allah’ın aracılığı ile hidayet olurlar. Nur ve ışıkla yollarını buldukları gibi. Bu anlam mecazîdir, çünkü nur, ışıktır ve Allah Azze ve Celle bunlardan yüce, ulu ve münezzehtir. Çünkü nurlar sonradan yaratılan varlıklar, yaratanları da kadim ve öncesizdir. Hiçbir şey O’na benzemez. Yine mecazi olarak Kur’an nur denmiştir. Çünkü insanlar nur (ışık) aracılığıyla yollarını buldukları gibi Kur’an aracılığıyla da dinlerinde hidayet olurlar. “Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve âlih) nur verendir” dendiği zaman bu anlam kast edilmiştir.
*EL- VEHHAB*
Vehhab’ın anlamı meşhurdur. “hibe” kelimesinden türemiştir. Kullarına istediği şeyleri veren ve dilediği şeyleri bahşeden demektir. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de aynı anlamdadır: “Dilediğine kız çocukları, dilediğine de erkek çocukları bahşeder. (Şura, 49)”
*EN- NASIR*
Nasır ve nesir yardım eden anlamdadır. Nusret’in anlamı iyi yardım eden demektir.
*EL- VASİ*
“Vasi” ve “si’e” zengin ve ihtiyaçsız demektir. “falan şahıs kendi gücünden verir” dendiğinde yani ihtiyaçsızlığından vermektedir anlamındadır. “vus’a” yani kişinin varlığı ve gücü olduğu anlamındadır. Ve şöyle denir: “gücün kadar bağışta bulun.”
*EL- VEDUD*
Vedud kelimesi “feul” vezninden olup “meful” anlamındadır. Aynı şekilde “heyub”un “mehib” şeklinde söylendiği gibi. Bu kelimeden maksat sevilen ve mahbup demektir. “feul” vezninden “fail” anlamında olduğu da söylenmiştir. Gafur’un gafir anlamında geldiği gibi. Salih kullarını sever ve onlara muhabbet eder. “vedud” ve “vidad” “meveddet” kelimesinin mastarlarıdır. “falan senin vuddun ve vedikin” dendiğinde yani senin dost ve mahbubun demek istenmiştir.
*EL- HADİ*
Hadi’nin anlamı yani Allah Azze ve Celle onları hakka hidayet eder. Hidayet Allah Azze ve Celle’den üç türlüdür. Birincisi kılavuzluktur. Yani Allah herkesi dinine kılavuzluk etmektedir. İkincisi imandır. İman Allah Azze ve Celle’dan olan hidayettir. Aynı şekilde Allah Azze ve Celle’den nimet olduğu gibi. Üçüncüsü kurtuluştur. Allah Azze ve Celle müminleri ölümlerinden sonra kurtaracağını (hidayet edeceğini) beyan etmiştir. Bu konuda şöyle buyurmuştur: “Allah yolunda öldürülenlere gelince, Allah onların yaptıklarını boşa çıkarmaz. Onları hidayete erdirecek ve durumlarını düzeltip ıslah edecektir. (Muhammed, 4, 5)” öldükten ve öldürüldükten sonra hidayet sadece mükâfat ve kurtuluş anlamındadır. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü de aynı anlamdadır: “İman edip güzel işler yapanlara gelince, imanları sebebiyle Rableri onları hidayete erdirir… (Yunus, 9)” bu kelime kâfirlerin azabı olan sapıklığın karşıtıdır. Allah Azze ve Celle şöyle buyurmuştur: “Allah, zalimleri saptırır. (İbrahim, 27)” yani onları helâk eder ve azap eder. Allah Azze ve Celle’nin buradaki sözü gibi: “Allah onların amellerini boşa çıkarmıştır. (Muhammed, 1)” yani Allah onların amellerini boşa çıkararak, inkârlarından dolayı onların amellerini iptal etmiştir.
*EL- VEFİ*
Vefi, yani Allah anlaşma ve ahdine vefalıdır ve anlaşma ve ahdine vefa edilir. Vefalı adama vefa olundu denir. Seninle olan ahdine vefa etti ile vefa olundun iki ayrı ibarettir.
*EL- VEKİL*
Vekil’in anlamı sorumlu, mesul demektir. Yani bizim korunmamız için uğraş veren demektir. Vekilin bu anlamı kendi aramızda kullandığımız mala vekil olmak anlamındadır. İkinci anlamı ise dayanılan ve sığınak anlamındadır. Tevekkül yani Ona itimat etmek ve ona sığınmak demektir.
*EL- VARİS*
Varis, yani Allah, her kimi bir şeye malik kılmışsa o ölür, ama Allah’ın mülkünde olan şeyler kalır. Allah Tebareke ve Teâlâ’nın dışında onun maliki yoktur.
*EL- BİRR*
Birr, sadık demektir. Falan kişi doğru konuştu ve iyi bir iş yaptı, denir. Falan kişinin yemini doğru çıktı, denir. “eberreallah” dendiğinde yani Allah onu doğrulukla kabul etti.
*EL- BAİS*
Bais, yani Allah kabirde olan her kesi diriltecektir, onlara hayat verecek ve (ölümden sonraki dünyada) baki kalmaları ve mükâfatlar için onları yayacaktır.
*ET- TEVVAB*
Tevvab, yani Allah tövbeleri kabul eder. Kulu ondan vazgeçip tövbe ettiğinde onu bağışlar. Kul, Allah Azze ve Celle’ye tövbe etti dendiğinde yani Allah’a döndü, demektir. Allah ona tövbe etti, dendiğinde yani onun tövbesini kabul etti, demektir. Dolayısıyla Allah ona karşı tevvabtır. “tevb” “tövbe” anlamındadır. Bir kişi bir şeyden utandığında “falan şahıs yaptığı falan şeyden tövbe etti” denir. “yemeğin tövbe yemeği değil” dendiğinde yani ondan utanmaz ve kimse ondan uzak duramaz, anlamındadır.
*EL- CELİL*
Celil efendi demektir. Kavmin efendisine onların efendisi ve büyüğü denir. Allah Celle Celaluhu yani Allah, celalet sahibi ve büyüktür demektir. “falan kişi gözümde celildir.” Dendiğinde, yani gözümde büyüktür, demektir. “ecleltuhu” yani onu büyük saydım.
*EL- CEVAD*
Cevad’ın anlamı iyilik eden, nimet veren ve fazlasıyla bolluk ve ihsanda bulunan demektir. “Cömert kişi çok nimet verir” denir. Cevad (Cömert) adam ve cevad topluluktan maksat cömert ve bağışlayan kişi demektir. Allah Azze ve Celle için cömert denmez, çünkü cömert yumuşaklıktan kaynaklanmaktadır. Eğer toprak ve kâğıt yumuşak olursa cömert toprak, cömert kâğıt denir. İhtiyaçlar anında yumuşak olduğundan cömerde cömert denir.
*EL- HABİR*
Habir, âlim demektir. “hubr” ve “habir” aynı anlamdadır. Hubr’dan maksat bir şeyi bilmek demektir. Eğer “ben bu şeye hubrum” denilirse yani o şeyi biliyorum demektir.
*EL- HALİK*
Halik ve hellak yani mahlûkatı yaratan ve yaratıcı demektir. “halike” ve “halk” aynı anlamdadır. Çoğulu ise “helaik”tir. “hâlk” sözlükte bir şeyi ölçmek anlamındadır. Arap atasözünde şöyle denir: “Ben bir şeyi ölçtüğümde onu keserim, bir şeyi ölçtüğünde onu kesmeyen birisi gibi değil.” İmamlarımızın (aleyhimu’s selâm) buradaki sözünde olduğu gibi: “Kulların fiilleri takdir (düzenleme) ölçüsüne göre yaratılmıştır, tekvin (oluşturma ve icat etme) ölçüsüne göre değil. Hz. İsa’nın (aleyhi selâm) topraktan kuş şeklinde bir şeyi yaratması da takdir (düzenleme) ölçüsüne göre idi, yoksa gerçekte kuşu oluşturup yaratan Allah Azze ve Celle idi.
*HAYRU’N NASİRİN*
Hayru’n nasirin ve hayru’r rahimin’in anlamı yapılan iş hayır ve o hayrın yapılması bollukla sonuçlanırsa mecazi olarak ona “hayır” denir.
*DEYYAN*
Deyyan, yani kullarına nimette bulunan ve amellerinin karşılığında onlara mükâfat veren demektir. Din, mükâfat demektir ve mastar olduğundan çoğul kipinde kullanılmaz. (dane, yedinu ve diynen) denir. Atasözünde şöyle denir: “Mükâfat verdiğin gibi mükâfata erersin.” Şair ise şöyle demiştir:
Civanmert, mükâfat verdiği gibi bir gün mükâfata erecektir. Soğan eken reyhan biçmez ki.
*ŞEKUR*
Şekur ve şakir kelimeleri ‘O kulların amellerini şükür konusu karar kılar’ anlamındadır. Bu anlam mecazidir. Çünkü şükür kelimesi sözlükte ihsanı tanımak anlamındadır. Allah kullarına ihsanda bulunan ve onlara nimet verendir. Ama Allah kendisine itaat edenlere itaatlerinden ötürü mükâfat verdiğinden, mükafat vermesini de mecazi olarak şükür olarak adlandırmıştır. Nimet verenlerin mükâfatına şükür dendiği gibi (iyilikte bulunan birine iyiliğinden ötürü teşekkür dendiği gibi).
*EL- AZİM*
Azim’in anlamı efendi demektir. Bir topluluğun efendisine o topluluğun azimi, büyüğü denir. İkinci anlamı ise Allah, tüm şeylere galebe çaldığından ve onlara kudreti olduğundan azametle nitelendirilir. Dolayısıyla O’nu bu şekilde niteleyene de muazzim yani ululayan denir. Üçüncü anlamı ise Allah azimdir. Çünkü O’nun dışındaki her şey zelil ve aşağıdır, ama O hükümranlığında büyük ve şanında yücedir. Dördüncü anlamı Allah mecid’dir (şerefli, üstün). “Falanca mecdinde azametlidir.” Denir. Azamet büyük iş anlamında mastardır. Azamet “tecebbür”den (büyüklük) kaynaklanmaktadır. Azim’in anlamı iri, uzun, geniş ve ağır demek değildir. Bu anlamların tümü mahlûkların özelliklerinden olup, yapılmış ve sonradan icat edilmiş şeylerin nişanesidir. Dolayısıyla bunların tümü Allah Tebareke ve Teâlâ’nın şanından uzaktır. Hadiste şöyle yer almıştır: “Allah, büyük ve azim mahlûkları yarattığından, büyük arşın rabbi ve yaratıcısı olduğundan azim diye adlandırılmıştır.”
*EL- LÂTİF*
Lâtif’in anlamı Allah kullarına lâtif ve şefkatlidir. Kullarına lütuf ve iyilikte bulunarak onlara nimet verendir. Lütuf, iyilik ve şeref demektir. “falanca şahıs insanlara lâtif, onlara iyilikte bulunur” denir. İkinci anlamı ise ‘O tedbir ve fiillerinde lâtiftir.’ “Falanca şahıs işinde lâtiftir (zariftir).” denir. Hadiste şöyle yer almıştır: “Lâtifin anlamı yani: O’na, Büyük varlıkların yaratıcısı olduğundan azim denildiği gibi lâtif varlıkların yaratıcı olduğundan da lâtif denir.”
*EŞ- ŞAFİ*
Şafi’nin anlamı meşhurdur. “Şifa” kelimesinden alınmış şifa vermek anlamındadır. Allah Azze ve celle Hz. İbrahim’in (aleyhi selâm) olayını anlatırken şöyle buyurmuştur: “Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur. (Şuara, 80)”
Tüm bu güzel isimlerin tamamı doksan dokuz isimdir.
*TEBAREKE*
Tebareke’nin anlamına gelince “bereket” kelimesinden alınmıştır. Allah Azze ve Celle bereket sahibidir. O, bereketin faili, yaratıcısı ve kullarına bereket verendir. Allah çocuk, eş edinmekten ve kendisine ortaklar karar kılmaktan şanı yüce, münezzehtir. Zalimlerin nitelemelerinden uludur, büyüktür. Allah Azze ve Celle’nin buradaki şu sözü için: “Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indiren (Allah) ne yücedir. (Furkan, 1)” şöyle demişlerdir: Allah payidarlığında devamlı, nimetleri kalıcı, zikri kullarına bereket ve nimetlerinin onlara devamlılığına vesiledir. “O, âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan'ı indirendir.” Furkan’dan maksat Kur’an’dır. Allah Azze ve Celle onunla hak ve batılı ayırdığından ona “Furkan” demiştir. Onu indirdiği kulu ise Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi ve âlih)’dır. Kullar onu rab ve ilâh edinmemeleri için “kul” olarak adlandırılmıştır. Aynı şekilde O’nun hakkında aşırıya gidenlerin reddedilmesi içindir. Allah Azze ve Celle, onu âlemleri uyarması, Allah’ın günah ve azabından onları korkutması için Hz. Muhammed’e (sallallahu aleyhi ve âlih) indirmiştir. Âlemlerden maksat insanlardır. “göklerin ve yerin hükümranlığı kendisine ait olan, hiç çocuk edinmeyen…” Hıristiyanların O’nu birlik ve tevhidten çıkarmak için yalan üzerine O’na çocuk edinme nispetini verdikleri gibi. “mülkünde ortağı bulunmayan, her şeyi yaratıp ona bir nizam veren ve mukadderatını tayin edendir.” Yani eşyanın tamamını bildiği bir ölçü üzerine yarattı. Hiç şüphesiz Allah hiçbir şeyi yanlışlıkla, bilmeyerek, rastgele yaratmamıştır, bilâkis tedbirinde doğru olduğunu bildiği, kullarının ıslahının dinde olduğunu ve kullarının adaleti ölçüsüne göre yaratmıştır. Yoksa eğer bizim nitelediğimiz gibi onları bildiği bir ölçü üzerine yaratmamış olsaydı, kuşkusuz yaratılışta fark, zulüm, hikmet ölçülerinden çıkma, doğru tedbirin boşa çıkması, zulüm ve fesat doğardı. Kulların her hangi bir şeyi yapmak için uğraşarak, ölçüsünü bilmeden yaptığı şeylerde olduğu gibi. Bundan maksat, Allah’ın onlar için bir ölçü yaratıp o ölçülerin vasıtasıyla yapacağı şeyleri bilip, ondan sonra eylemlerini yapar anlamında değildir. Çünkü ölçü ve miktarı kullanarak yapmaktan başka çaresi olmayan kişilerde böyle durumlar görülür. Ama Allah her zaman tüm şeyleri bilendir. “Yarattığı şeyleri bir ölçüye göre takdir edendir”den maksat ise yani açıkladığımız gibi onları bildiği miktar ölçüsünde yapar demektir. Eylem ve fiillerini kulları için mukadder etti. Böylelikle işlerin ölçüsünü, yapılma vaktini ve eylemlerin gerçekleştiği yeri onlara tanıtsın ki onlar böylelikle tanımış olsunlar. İşte bu takdir Allah Azze ve Celle tarafından yazılmış, meleklerinin tanıması için yazıp, bildirdiği haberdir. Allah’ın sözü doğruluk haddinden çıkıp yalana ulaşılmaması, dürüstlük sınırından çıkıp hataya düşülmemesi, beyan haddinden çıkıp, aldatma haddine ulaşılmaması için bildirdiği ölçü ve miktarın dışında bulunmaz. Bunun kendisi Allah’ın onu olduğu gibi takdir ederek, sağlamlaştırması ve icat etmesi anlamına gelmektedir. Bundan dolayı sağlam olmuş ve onda noksanlık, fark ve fesat bulunmamaktadır.
Dünya Liselerarası Futsal Şampiyonasında İran birinci oldu
Antalya'da sona eren Dünya Liselerarası Futsal Şampiyonası'nda, erkeklerde İran birinci oldu.
Uluslararası Okul Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen ve 6 gün süren Dünya Liselerarası Futsal Şampiyonası'na 13 ülkeden toplam 156 sporcu katıldı. Şampiyona, bugün Dilek Sabancı Spor Salonu ve Antalya Koleji Spor Salonu'ndaki mücadelelerle sona erdi.
Türkiye, erkeklerde (B) Grubu'nda mücadele etti. Brezilya'yı 7-0, Belçika'yı ve Hollanda'yı 5-1 ve Macaristan'ı 4-0 mağlup ederek grup birinciliğini kazanan Türkiye, yarı finalde (A) Grubu'nu ikinci sırada tamamlayan Fransa ile karşılaştı. Türkiye, bu maçı da 8-1 kazanarak finale yükseldi.
Türkiye, finalde ise (A) Grubu'nu birinci bitiren ve yarı finalde Hollanda'yı 7-2 mağlup eden İran ile Antalya Koleji Spor Salonu'nda karşı karşıya geldi. Mücadelenin ilk yarısı İran'ın 3-1 üstünlüğüyle sona erdi. İkinci yarıda toparlanan Türkiye, 4-2 geriye düştüğü maçta skoru 4-4 yapmayı başardı, ancak son dakikalarda yediği golle rakibine 5-4 mağlup oldu. Bu sonuçla İran birinciliği, Türkiye ikinciliği, Fransa da üçüncülüğü elde etti.
Haddad Adil: ABD ile masaya oturmayacağız
ABD ile hiçbir müzakerelerinin olmayacağını vurgulayan Gulam Ali Haddad Adil, ABD politikacılarının yaptığı bu kadar kötülüklerden sonra onlarla masaya oturmak için bir neden olmadığını belirtti.
TV kanalında konuşan Adil “Amerikalılara bize yönelik uyguladığı tehdit, baskı ve yaptırımlara bakıldığında onlara bizimle masaya oturmaya izin vermemeliyiz. Yalnız nükleer enerji ile ilgili müzakereler ayrı bir konudur” dedi.
İran’ın 5+1 Grubu ile yapacağı müzakerelere değinen Adil “İstanbul müzakereleri öncesi atmosferin önceki turlara göre daha sakin olduğunu ve iki tarafın daha ılımlı bir dil kullandığını düşünüyorum” dedi.
Avrupa’nın aklı başına gelmesini ve dünya için tehdit oluşturmayan yüzde 20 uranyum oranını kabul etmesini umduğunu vurgulayan Adil “bazı ülkeler nükleer silahlara sahipken Avrupa ülkeleri İran konusunda bu iddiaları ortaya atıyor” dedi.
ABD yaptırımları ile avunadursun İran'dan orta Asya ve Çin'e doğalgaz boru hattı
İran, ABD ve AB'nin yaptırımlarına verdiği cevapta şimdi de Tacikistan, Kırgızistan ve Çin'e kadar uzanan doğalgaz boru hattı inşa ediyor.
Konu ile ilgili Trend News'a konuşan İran'ın Tacikistan Büyükelçisi Ali Asger Şiirdust, yeni boru hattının inşaatı ile İran doğalgızını Tacikistan, Kırgızistan ve Çin'e ihraç edeceğini belirtti.
İran ile Tacikistan'ın gelişen ilişkilerine de temas eden Şiirdust, Tacikistan'da da sudan elektrik enerjisi üretmek için büyük bir potansiyel bulunduğunu, çünkü Tacikistan bölgenin en bol suyu olan ülkesi olduğunu ve çok sayıda elektrik santralinin inşaatı için elverişli bir ülke sayıldığını kaydetti.
Şiirdust, bu çerçevede Tacikistan yakın gelecekte bölgenin en büyük elektrik ihraç eden ülkesi haline gelebileceğini vurguladı.
İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ahmedinejad’ın Ebu Musa adası ziyareti yurtiçi bir konu!
İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı, Cumhurbaşkanının Ebu Musa adasına yaptığı ziyareti bir iç konu olarak tanımlayıp “Bu ziyaret Cumhurbaşkanının eyalet gezileri kapsamında yapıldı” dedi.
Dışişleri Bakanlığı Arap ve Afrika işleri Yardımcısı Hüseyin Emirabdüllahiyan Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanının Cumhurbaşkanı Dr Mahmud Ahmedinejad’ın Ebu Musa adasına yaptığı ziyaretiyle ilgili yaptığı açıklamaya tepki gösterirken, Dr Ahmedinejad’ın bu ziyaretini bir iç konu olarak tanımladı ve “Bu ziyaret sayın Cumhurbaşkanımızın normal eyalet gezisi kapsamında gerçekleştirildi” dedi.
Emirabdüllahiyan daha sonra, İran İslam Cumhuriyetinin iki ülke arasındaki ilişkileri geliştirip güçlendirmekteki ciddi azmine değinerek, muhtemel yanlış anlaşılmaların giderilmesi yolunda görüşmelerde bulunmanın taşıdığı önemin altını çizdi.
Cumhurbaşkanı Dr Ahmedinejad’ın Ebu Musa adasına yaptığı ziyaretten kısa bir süre sonra Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı küstahça bir ifadeyle Ahmedinejad’ın bu ziyaretini eleştirerek onu Birleşik Arap Emirliklerin kendi toprakları üzerindeki hakimiyetinin ihlali olarak niteledi.
İran Petrol Bakanı Kasımi: İran benzin ihraç eden ülkelerin arasına katılıyor
İran Petrol Bakanı Rüstem Kasımi, pek yakında İran da benzin ihraç eden ülkelerin arasında yer alacağını açıkladı.
İran'ın güneyinde "Fars Körfezi Yıldızı" rafinerisinin inşa çalışmalarını yakından inceleyen Kasımi, rafinerinin hizmete girmesi ile birlikte İran benzin ihracatına başlayacağını beliritti.
Kasımı, rafinerinin İran'ın en büyük doğalgaz yan ürünleri üreten tesisi olması itibarı ile bu yılın sonuna doğru günde 120 bin varil üretimle hizmete gireceğini kaydetti.
Bu miktarın rafinerinin esas kapasitesinin %50 kadarı olduğunu kaydeden Kasımi, yıl sonunda İran'ın benzin üretimine günde 3 milyon litre eklenmiş olacağını ifade etti.
Ahmedinejad: ABD ve Batı, bölgeye silah satma peşinde
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, Amerika ve Batı'nın bölgede tefrika çıkararak silah satma peşinde olduğunu vurguladı.
FHA- İran'ın güneyine düzenlediği ziyareti sırasında Cask liman kentinde halka hitaben konuşan Ahmedinejad, Batılı devletlerin Doğu blokuna musallat olmak için Afganistan'a çıkarma yaptığını belirtti.
Batı'nın bölgede türlü silah ve teçhizatlarını konuşlandırdığını ve bölgeyi savunma iddiasında bulunduğunu kaydeden Ahmedinejad, Batı'nı amacı bölgede savaş ve tefrika çıkarmak olduğunu kaydetti.
Ahmedinejad Batı'nın bu politikadan amacı ise, silah ve askeri teçhizatını yüklü paralar karşılığında bölge ülkelerine satmaktan ibaret olduğunu vurguladı.
İran, Nükleer programından vazgeçsin, inzivadan çıksın!
İran’la 5+1 Grubu görüşmelerinin eşiğinde Beyaz Saray Sözcüsü müdahaleci bir açıklamayla, İran’ı uluslararası sorumluluğuna bağlı kalıp nükleer programından vazgeçmeye çağırdı.
FHA- Beyaz Saray Sözcüsü Jay Carney, İran’ı nükleer silah üretme planı olmakla suçlarken “İran’ın uranyumu zenginleştirme planlarını durdurup, kendini inzivadan kurtarması lazım” ifadesini kullandı.
Siyonist Haaretz gazetesinin haberine göre, Carney ayrıca bu Cumartesi günü İstanbul’da İran’la 5+1 Grubu arasında başlayacak olan görüşmelere değinerek bir kez daha dünya topluluğunun İran’ın uluslararası sorumluluğuna bağlı kalıp nükleer silah sahibi olmaktan vazgeçmesi gerektiği kararında olduğunu iddia etti.
Beyaz Saray Sözcüsü Carney bu konudu “Bizim tavrımız ve kırmızı çizgimiz İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurması gerektiği yönünde” şeklinde konuştu.
İbrahim Makamı
ibrahim makamı
Mekke’deki önemli işaretlerden birisi, İbrahim makamıdır; zira burası İbrahim’in (a.s) durduğu bir makamdır. İbrahim makamının tefsir ve manası hakkında bazıları tüm haccın İbrahim makamı olduğu görüşündedir. Bir grup İbrahim makamının “Arafe”, Meş’aru’l-Haram” ve “üçlü cemerat” olduğuna inanmaktadır. Bazıları da tüm Mekke hareminin İbrahim makamı sayıldığı görüşünü taşımaktadır. Ama mevcut deliller ve ilgili ayetin zahirini göz önünde bulundurmayla, bilinen İbrahim makamının kastedildiği ve onun Kâbe yakınında bulunan bir nokta olduğu anlaşılmaktadır. Şimdi de İbrahim’in ayak izinin üzerinde bulunduğu özel bir taş orada yer almaktadır ve hacılar tavaf yaptıktan sonra onun ardından gitmekte ve tavaf namazı kılmaktadır. Nakledildiği üzere Hz. İbrahim ve Hz. İsmail (a.s) Kabe’yi inşa ederlerken İbrahim elinin ulaşamadığı bir yere ulaşmak isteyince ayağı altına bir taş koyar ve kendisinin ağırlığı ayak altına yansır ve ayak izi taş üzerinde kalır. Yahut İbrahim, İsmail’e görmeye gidince İsmail’in eşi İbrahim’e şöyle der: Baş ve yüzünde toz ve toprağı almam ve yıkamam için başını aşağı ey. İbrahim sağ ayağını öne atar ve bir taşın üzerine koyar ve ayak izi o taşın üzerinde kalır. Elbette çok açık olduğu üzere bu mesele her ne şekilde gerçekleşmişse, Hz. İbrahim’in mucizelerinden biridir. Bu yüzden eğer bir olağanüstülük gözlemlenirse normal karşılanacaktır.
Mekke ve Mescidü’l-Haram çevresinde Allah’a tapma, tevhit ve maneviyat göstergeleri göze çarpmaktadır. Bu göstergelerin tarih boyunca bunları yıkmak isteyen güçlü düşmanlar karşısında süreklilik ve bekasını koruması bir mucize sayılmaktadır. İbrahim (a.s) gibi büyük bir peygamberden Zemzem, safa, merve, rükün, hatim, siyah taş, hicr-i İsmail gibi eserler kalmıştır ve bunların her biri geçmiş asır ve çağların mücessemleşmiş bir tarihi mesabesindedir. Bu açık göstergelerden birisi, İbrahim makamıdır. Makam iki ayak yerine söylenmektedir.[1] Kâbe’nin inşası veya hac merasiminin yapılması veyahut halkı bu büyük merasimi yapmaya davet etmek için İbrahim’in durduğu yer olması nedeniyle, ona İbrahim makamı denmiştir.[2] İbrahim makamının tefsir ve manası hakkında bir görüş bulunmamaktadır, bilakis değişik ve farklı sözler bulunmaktadır. Bu sözlerin bazılarına işaret ediyoruz.
A. Bazıları baştan sona tüm haccın (tüm amellerinin) İbrahim makamı olduğu görüşündedir.
B. Bir grup, İbrahim makamının haccın tümü olmadığı ve onun sadece Arafe, maş’aru’l-haram ve üç cemerattan ibaret olduğu görüşündedir.
C. Bazıları, tüm Mekke hareminin İbrahim makamı sayıldığı görüşündedir.
D. Her ne kadar zikredilen tüm bu hususlar Hz. İbrahim’in (a.s) özveri ve fedakârlıklarını hatırlatsa da sunduğumuz bu deliller ve ayetin zahirini göz önünde bulundurmayla, İbrahim makamının İbrahim’in bilinen makamı olduğu anlaşılmaktadır ve orası Kâbe yakınlarında bulunan ve şimdi İbrahim’in ayak izinin belirgin olduğu özel bir taştır. Hacılar tavaf yaptıktan sonra oranın yakınına gitmekte ve tavaf namazı kılmaktadır.[3]
[1] İbn. Manzur, Lisanü’l-Arab, c. 12, s. 498.
[2] Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 3, s. 15, Daru’l-Kütübi’l-İslamiye, Tahran, 1374, h.ş, çap-ı evvel, az bir tasarrufla.
[3] Razi, Ebu Abdullah, Fahruddin Muhammed b. Ömer, Miftahü’l-Ğayb, c. 4, s. 44, Dar-ı İhyai’t-Turası’l-Arabi, çap-ı Beyrut, 1420, k, çap-ı sevvom; Mekarim Şirazi, Nasır, Tefsir-i Numune, c. 1, s. 448, bazı eklemeler ve değişiklikler ile.