کارگر

کارگر

Çarşamba, 02 May 2012 05:01

Anadolu Aleviliği Masalı

Ülkemizdeki Ehli Beyt dostları Alevilik konusunda belli kavramlara açıklık kazandıramadıklarından dolayı sıkıntı içerisinde kalmışlardır. Dahası bazı karanlık güçler gerçeklerden korktukları için kavramları birbirine karıştırma yoluna gitmişler ve kafalarda böylece daha da karışmıştır. İşte ANADOLU ALEVİLİĞİ kavramı da sırf kafa karıştırmak ve gerçekleri Alevi halktan saklamak için ortaya atılmış uydurma bir kavramdır. İslamiyet’in temeli bizim anlayışımıza göre Kur-an ve Ehli Beyt düşüncesine dayanır. Alevi olmak ise bu düşüncenin temelini oluşturur. Hz. Ali taraftarı olmak demek, Hz. Peygamberin taraftarı olmak demektir. Ve O’nun taraftarı olmak ise Allah’ın lütfettiği çizginin tam üzerinde olmak demektir. Alevilik, özel anlamda Hz. Ali ile başlayıp 12. İmamla devam eden İLAHİ BİR YOLDUR.

İlahi yolların belirleyici özelliği ise bu yolun ilkelerinin, kaynağının ilahi olmasıdır. Açıkçası Aleviliğin ilkelerini saptayan Allah’tır ve bu ilkeler Peygamberimiz tarafından insanlığa sunulmuş ve Oniki İmamlarımıza da bu ilkeleri koruma ve yaşatma görevi verilmiştir. İlahi ilkelerin yani hükümlerin KAYNAĞI ALLAH (cc) OLDUĞU İÇİN BU HÜKÜMLERİ KİMSE KAFASINA GÖRE YORUMLAYAMAZ, DEĞİŞTİREMEZ, AÇIKLAYAMAZ. Bu hükümleri açıklayacak olan Allah’ın görevlendirdiği kimselerdir. Bunlar da Peygamberimiz ve On iki imamlarımızdır. İçtihat yolu ise Alimlerin, İslamı pratik yaşama aktarma konusundaki çalışmaları yada hükümleridir. Alevilikle ilgili ilkeler bu nedenle ZAMANA VE MEKANA BAĞLI DEĞİLDİRLER. Her zaman ve her bölgede aynı olmak zorundadır. Dolayısıyla biz ÇİN ALEVİSİYİZ, BİZ JAPON ALEVİSİYİZ, BİZ İTALYAN ALEVİSİYİZ diyerek herkes kendi kafasına ve çıkarına göre bir alevilik anlayışı çıkaramaz. Kaynağı ilahi olmayan düşüncelerde ise durum böyle değildir. Kaynağı insan olan ideolojiler her toplumun kültür, sınır ve bölgesine göre ayrı ayrı aynı başlık altında uygulanabilir, anlaşılabilir ve yaşatılabilir. Örneğin bir sosyalizmi yada kapitalizmi her ülke kendi kültür ve yapısına göre uygulayabilir. Zaten dikkat edilirse pratik yaşamda da böyle olmuştur. Sosyalizmi Çin, Sovyetler, Kübalılar, Yugoslavyalılar kendi özel algıları çevresinde yaşamışlar yada yaşamaya çalışmışlardır. Yine kapitalizmde her bölgeye göre bazı unsurlar hariç olmak üzere farklı uygulanabilmiştir. Yine her ülke Ceza yada ticaret kanunlarına örf ve adetlerinden kaynaklanan farklılıklar koymuştur. Yani kaynağı insan olan yasalarda asıl ideoloji bölgenin yaşam şekillerine göre yeni bir sentez halinde ama temel bazı fonksiyonlarını yitirmeksizin uygulanmaktadır. Alevilik ise kaynağı ilahi olduğu için ancak tek bir şekilde anlaşılabilir. Eğer bir toplum alevi yada başka bir deyişle Müslüman olmak istiyorsa Aleviliğe yada İslam’a aykırı kültüründen vazgeçmek zorundadır. Aykırı olmayan fikir yada kültürler ise tabi ki korunacak ve yaşanacaktır. Örnek verirsek Oniki İmamlarımız dostlarının yetim hakkı yemelerini, içki içmelerini, yalan söylemelerini, harama göz dikmelerini, kumar oynamalarını, hırsızlık yapmalarını vs vs men etmişlerdir. Bu yasakların kaynağı ilahidir. Şimdi birileri çıkıpta bizim toplumumuzda yalan yada hırsızlık iyidir diyemez. Yada bizde içki faydalıdır, töredir diyemez. Diyorsa asıl ideolojiden uzaklaşıyor demektir. İşte ülkemizde Aleviler üzerine oyun oynayan ve Alevileri denetim altına alıp sürüleştirmek ,uyuşturmak isteyen ve başka fikirlere köle, fedai yapmak isteyenler ‘Biz Anadolu Alevisiyiz’ diyerek cahili kültür ve fikirlerini mazlum alevi kitlelerine Alevilik diye sunmaya çalışmaktadırlar. Onların Alevilik diye sundukları şey’in adı Alevilik değil kültürel temelli yaşam biçimleridir. Biz bu Anadolu Aleviliği adı altında sunulan şey’in adına Bektaşilik diyoruz. Bu kültürel sentezden başka bir şey değildir. Anadolu ve anadolu dışındaki uygarlıklar ve şamanlık, Zerdüştlük gibi batıl dinler harmanlanarak kültürel bir sentez biçiminde sunulmakta ve adına da Anadolu Aleviliği denilmektedir. Hz. Ali’nin fikirlerine zıt olan fikirler dahi bu isim altında topluma sunulmaktadır. Alevilik isminin kullanılması taraftar toplama çabasından başka bir şey değildir. Toplum eğer eski kültürlerini yaşatmak istiyorsa tabi ki bu doğal haklarıdır saygı duyarız. Ama kimse kendi kültürel saçmalıklarını yada kültürlerini Hz. Ali’ye yamamaya çalışmasın! İşin içine 12 imamları katmasın. Bu anlamda biz her zaman söyleriz.

 

Eğer cem yapıp saz çalıp semah dönecekseniz tabi ki çalın ve dönün ama bu eski şaman Türklerinin ve de Zerdüşt Kürtlerinin kültürlerini Alevilik diye sunmayın. İşin içine İslam’ı, 12 imamları yada ibadeti karıştırmayın. Bu çelişkileriniz ortaya konduğunda da biz Anadolu alevisiyiz diye uydurma bir kavramı da ortaya atmayın. Anadolu aleviliği; gerçekleri gizlemek için uydurulmuş bir masaldır. Kim bilerek, isteyerek ve bilinçli bir şekilde bu kavramı kullanarak Alevi halka yöneliyorsa bilin ki o kişi muaviyenin yolundadır; muaviyenin isim değiştirmiş halidir. Çünkü kişiler ölür ama fikirleri yaşar. Ve bilin ki Alevilere dost olan kişi anadolu aleviliği kavramını yada uydurmasını asla ve asla kullanmaz. Alevilerin gerçek dostları kültürel olguları alevilere din diye, ibadet diye yutturmaya çalışmaz. Sonuç; İslam ya da Alevilik her türlü etnik yada kültürel kökenin üzerindedir. İslam ya da Alevilik evrensel çağrıdır. Hiç kimse bu çağrıyı bir ırka yada bir toplumun kültürüne endeksleyemez.


Batının 20 Yıllık Bölge Ülkelerini Parçalama Karnesi / Batının Bir Sonraki Hedefleri: Libya ve Mısır

 

Batılıların 1991’den 2011’e kadar Irak ve Sudan olmak üzere iki ülkenin parçalanmasında başarılı tecrübeleri olmuştur. Libya, Mısır ve Sudan’ın tekrar parçalanmasına dönük tehlikeli projeleri de mevcuttur.

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalenin devamında Sykes-Picot Anlaşması çerçevesinde Arap ülkelerini parçalama ve yeni bir coğrafya oluşturma komplolarının yenilgi ile sonuçlanmasından sonra Batının ve Amerika’nın İslam dünyasını parçalamak için hazırladıkları yeni projeleri ele alınmaktadır. Bu projelere göre Batı İslami gruplar arasında iç çatışma yaratmak vesilesiyle İslamcı akımların bölgedeki güçlerini zayıflatma peşindedir. Böylece İslamcı akımlar gerçek düşmanları olan İsrail’den gafil kalacaklardır. Tabii bu programların bölgede nüfuz için yeni süreçlerin başlaması zemininde başka sonuç ve fonksiyonları da olmuştur. Bu sonuçlardan biri bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkelerin varlıklarının devamı için yabancı güçlerin desteğine ihtiyaç duymalarıdır. Bu ihtiyacın, bu ülkelerin servetlerinin yağmalanması ve bunların farklı silahlarla teçhiz edilmeleri gibi başka neticeleri de olacaktır. Bu da servetleri yok olmaya yüz tutan ve ekonomik anlamda dar boğazda olan büyük ülkelerde yeni iş imkanlarının yaratılması ve önemli bir mali kaynak sağlanması anlamına gelmektedir.


Sömürgeci Güçlerin Arap Dünyası İçin Hazırladıkları Yeni Haritalar

Abdulhüseyin el-Şeyb kaleme aldığı makalesinin bu bölümünde söz konusu projenin örneklerini açıklayarak bu hususta yapılacak ufak bir incelemenin gerekli delillere ulaşmak için yeterli olacağını söylemektedir. Bu konuda araştırma yapan herkes farklı kaynaklardan bu yeni haritalara ulaşabilir. Nitekim internette çok eskiden beri Ortadoğu için hazırlanmış haritalar, projeler ve belgeler mevcuttur. Bunların çoğunu Batılıların oluşturduğu ve Batı başkentlerindeki karar alıcı merkezler ile güçlü ilişkileri olan güvenilir kurumlar ve kaynaklar hazırlamıştır.

 

Bağdat’ın Kuveyt’i İşgalinin Teşviki ve Irak’ın Parçalanması

1991’de Washington’un Saddam aleyhinde planladığı Çöl Fırtınası savaşı vuku buldu. Bu savaşta Beyaz Saray, Saddam Hüseyin’i Kuveyt’e saldırması için tahrik etti ve sonra kendisi sözde bu ülkeyi kurtarmak için harekete geçti. Ardından ülkenin kuzeyinde bugün kendisine Irak Kürdistan’ı dediğimiz bir Kürt devleti kurmak için Irak’ta uçuşa yasak bölge çizdi. Bu devletin şuanda başkanı, hükümeti, parlamentosu, para birimi, bayrağı ve sınırları vardır. Arap ülkeleri bu projeye karşı hiçbir tepki göstermediler. Hatta bir bütün olup kardeş ülke Kuveyt’i kurtarmak için George Bush’un yanında yer aldılar. Hiç kimse bu olayı unutamaz. En fazla unuttuğunu göstermeye çalışır. Hâlbuki o dönemlerde Batılıların verdikleri kimyasal silahlarla Saddam Kürt şehri Halepçe’de çok feci bir katliam yapmıştı.

Bu olayın üzerinden 20 yıl geçmesine, bütün bu tecrübelere ve Irak’ın Amerikalıların eliyle işgal edilip daha sonra Amerikalıların Irak’tan zelil bir şekilde çekilmesine rağmen Kürt bölgesinin merkezi yönetime bağlanması konusu hala gündeme gelmemiştir. Bilakis çatışmalar ve bu iki bölgenin ayrılma hakkındaki sözleri daha da artmış ve Irak’ın üç küçük devlete bölünmesi gündeme gelmiştir. Nitekim şuanda fiili bir şekilde Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti vardır ve güneyde bir Şii devleti ve merkezi bölgede de bir Sünni idare kurulmak istenmektedir.

 

Arap Devrimlerinin Başlamasından Önce Sudan’ın Parçalanması

Geçen yıl Arap devrimlerinin başlamasından sadece bir hafta önce Sudan’ın parçalanma süreci kanuni bir şekilde gerçekleşti ve Sudan’ın güneyi merkezden ayrıldı. Bu süreç, sonucu herkes tarafında bilinen anket sonuçlarına göre ve “geleceği belirleme hakkı” adı altında gerçekleşti. Amerika bütün imkanlarını bu doğrultuda kullanarak Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’i referandumu kabul etmeye mecbur bıraktı. Bu bağlamda Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi de Ömer el-Beşir’e aba altından sopa gösteriyordu. Nihayetinde Amerika burada da istediğini yaptırdı. Böylece Güney Sudan devleti 2011’in ortalarına doğru tesis edilmiş oldu ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde kuzey ahalisi güney bölgesi vatandaşlarının gözünde yabancı sayılmaya başlandı.

Bu olay, Kuzey Irak’ta İsrail’in istihbarat teşkilatının faaliyet ve nüfuzunun artmasına benziyordu. Böylece Güney Sudan her şeyden önde Siyonist rejimi resmi bir şekilde tanıdı ve İsrail yeni kurulan Güney Sudan devletinde büyükelçilik açtı. Bu iki bölgenin bir diğer ortak özelliği ise Batılıların yıllarca ağızlarının suyunun akmasına neden olacak geniş petrol kaynaklarına sahip olmasıdır.

 

Bölge Ülkelerinin Parçalanmasına Karşın Arapların Ölümcül Suskunlukları

Hikâyenin geri kalan kısmı da bellidir. Arap ülkeleri Irak’ta olduğu gibi Sudan’ın parçalanması karşısında da hiçbir tepki göstermediler. Arap devrimlerinden ötürü iç işleriyle meşgul oldukları bahanesini öne sürdüler. Bu konu Arap ülkelerinin bir konuya odaklanarak birkaç cephede hareket edemeyeceklerini bize göstermiştir. Onlar bu hususta güçlerini bile denemeye bile yanaşmamaktadırlar.

 

Batının Ayrışma Talebinin Sonraki Aşaması; Libya

Sudan’ın parçalanmasının üzerinden daha henüz bir yıl geçtikten sonra bugün Libya ciddi bir şekilde parçalanma aşamasına gelmiştir. Bu olay, bu ülkenin diktatörünü deviren halk hareketinin kazanımlarına el koyan, ülkeye istikrarın gelmemesi için ellerinden geldikçe halk arasında silah dağıtan ve Sudan tecrübesini Libya’ya uyarlamak ve bunun savaşa dönüşmesi amacıyla bölgesel ve kabilevi çatışmaların kapısını aralayan Batılıların gözleri önünde gerçekleşecektir.

Libya’nın parçalanma planının ilk aşaması Burka bölgesini hedeflemektedir. Bölgenin politikacı ve kabile reisleri burayı federal ve özerk bir mıntıka ilan ederek “Bölge Yüksek Konsey Başkanlığına” Şeyh Ahmed el-Şerif el-Senusi’yi seçtiler. Bu girişim Libya’nın parçalanma projesinin kanıtıdır. Bu bölge, Milli Konsey tarafından inzivaya itildiği, askeri vb. düzenlemelerde yeterli payı alamadıkları bahanesiyle bağımsızlığını ilan etti. Bölgenin politikacıları ve kabile reisleri eski rejimin bazı yetkililerinin yeni kurulan devlete sızmaya çalıştığını söylüyorlardı. Ayrılıkçıların doğuda Burka, güneyde Fizan ve batıda Trablus bölgelerini kapsayacak federal sisteme geçilmesi için kendilerine has yöntemleri mevcuttur.

 

Batı Neden Libya’yı Parçalamak İstemektedir?

Söz konusu makalenin devamında kabile reislerini bu girişimler için kim teşvik etmektedir, sorusu sorulmakta ve buna şöyle cevap verilmektedir: Kuşkusuz bunlar devrimden sonra ülke yönetimini elinde bulunduran Amerika, Fransa ve İngiltere’dir. Bu ülkeler Libya’nın federal sisteme geçmesini ve ülkenin parçalanmasını istemektedir. Nitekim geniş petrol yataklarına sahip Burka bölgesinin bağımsızlık için başka ülkelerin onayına ihtiyaç duyacak bir yönetime ihtiyacı olacağı göz önünde bulundurulursa, söz konusu ülkelerin neden Libya’da federalizmi istedikleri aşikar olacaktır.

Tabiî ki Batılı ülkeler ilk aşamada bu gelişmeler karşısında hiçbir tepkide bulunmayacaktır. Ancak daha sonraları bunun Libya halkının kendi geleceğini belirlemesi olduğunu söyleyecek ve Sudan’da olduğu gibi bu hareketin desteklenmesi gerektiğini iddia edeceklerdir.

Libya’nın parçalanması hususundaki bir diğer mülahaza da Libya Geçici Konsey Başkanı Mustafa Abdulcelili’nin sert beyanlarını yumuşatmasıydı. O, ilk açıklamalarında Libya’nın parçalanmaması için zora başvurma tehdidinde bulunmuştu. Ancak daha sonra bu ifadelerini yumuşatarak sadece “halkın uyanıklığı ülkenin parçalanma komplolarını başarısız kılacaktır” demekle yetinmiştir. Bu durum, mevcut hadiselerin Abdulcelil’in ve Libya Geçici Konseyinin yetki çalanının dışında olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Batılıların değerlendirmeleri de Libya’nın parçalanma hareketinin başladığı yönündedir.

Fransız gazeteci John Levy, Liberation gazetesinde yayınlanan bu hususta kaleme aldığı araştırmasında “Acaba bu Libya’nın parçalanması için son dönemin ilanı mıdır?” sorusunu sorduktan sonra cevabı Libya’daki Fransız eski diplomatlardan Patrick Haymzadah’e bırakmaktadır. Patrick Libya’nın parçalanmasının kesin olduğunu söylemekte ve buna delil olarak da Bingazi halkının Trablus’un hâkimiyetini kabule yanaşmayacağını ifade etmektedir.

 

Batılıların Libya’yı Parçalama Faaliyetleri İçin Haber Boykotu

Söz konusu araştırmaya göre Libyalılar arasındaki ihtilaf ve ayrılıkların takviye edilmesinin Batı’ya sağlayacağı ekonomik yararlar hakkında o kadar fazla makale ve araştırma mevcut olmasına rağmen Batılı politikacıların Libya’daki faaliyetleri medyaya yansımamakta ve işleri gizli yürütülmektedir. Tabii Fransa Savunma Bakanının bu ülkeyi ziyaret etmesi ve askeri eğitim ile silah satış anlaşmaları imzalaması Batı ekonomisinin Libya halkının musibetlerini nasıl sömürdüğünü göstermiştir. Keza Fransa’nın Libya’da savaş ganimetlerini toplamak istediğini de ortaya koydu. Fransa Libya ile daha fazla anlaşma imzalamak ve Mirage uçaklarını bu ülkeye geri götürmek istemektedir. Bu durum kesinlikle merkezi yönetimden bağımsız olacak her bölge için de geçerli olacaktır. Zira onlar bağımsız devlet icadının alt yapısına ihtiyaç duyacaklar ve silah da bu gerekliliklerden biridir. Ve alımlar da doğaldır ki Libya halkını diktatörün zulmünden kurtardığını iddia edenlerden bu yapılacaktır.

Makalede Libya’nın parçalanması projesinde Burka bölgesinin coğrafik konumuna vurguda bulunulmakta ve şöyle denmektedir: Bölgenin sınır komşuları Sudan ve Mısır’dır. Nitekim Batılılar tarafında Sudan’dan koparılması gündem maddeleri arasında olan Darfur bölgesi de bu bölgeye yakındır. Bununla birlikte Darfur’da merkezi hükümet aleyhinde askeri ve siyasi faaliyet gösteren Adalet ve Eşitlik Hareketinin liderlerinin Libya’da çok güçlü ilişkileri bulunuyor. Bu konu daha önce de Sudan’ın itirazlarına neden olmuştu.

 

Mısır’ın Parçalanması ve Filistinlilerin Buraya Nakli Projesi

Mısır da benzer komplolarla karşı karşıyadır. Burka ahalisi bu istemlerini dillendirdiği sırada yabancı yatırımlar hakkında araştırma yapan Samih Ebu Zeyd ve Eşref el-Aşmavi adlı Mısırlı iki yargıç Mısır İç işleri Bakanlığında yaptıkları basın toplantısında Amerika Merkez Akademisinde Mısır’ı dört küçük ülkeye ayıran haritalar gördüklerini ilan ettiler. Bu haritalara göre Mısır’ın parçalanmasıyla el-Delta, Kanal, Kahire ve Said olmak üzere Mısır’da dört devlet kurulacaktır. Bu açıklamalar insan hakları örtüsü altında gizlenen bazı kurumların mahiyetleri hakkında büyük tartışmalara yol açtı. Mısırlı birçok uzman uzun zamandan bu yana Mısır’ın parçalanma projelerinin mevcudiyetine inanmaktadır. Söz konusu uzmanlar bu hususta Büyük Ortadoğu Projesine işaret ediyorlar. Nitekim bu kişiler, Amerikan kongresinin 1983’te onayladığı proje gereğince, Amerika’nın daha rahat bir şekilde hakimiyet kurmak ve İsrail sultasını sağlamlaştırmak için Arap bölgesinin küçük ülkelere paylaştırmak istendiğini söylemektedirler. Bu iki yargıcın açıklamalarından önce mezkur komplo hakkında bazı makale ve araştırmalar yayınlandıktan sonra, kendisine “Amerikalı Siyonist oryantalist piskopos” adı verilen Bernard Lewis, Arap ülkelerinin küçük devletlere parçalanmalarına değinmiş ve Mısır’ı da dört küçük ülkeye parçalanması gereken ülkelerden biri unvanıyla anmıştır. Mısır’da kurulması planlanan bu ülkeler şunlar olacaktır; doğuda küçük bir İslam devleti, el-Said’te bir Hıristiyan devleti, Mısır’ın güneyinde ve Sudan sınırında başka bir devlet ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri yerleştirmeyi düşündükleri Sina çölünde kurulacak dördüncü bir idare.

 

Acaba Sudan Tekrar Mı Parçalanacak?

Uzmanlar Bernard Lewis planına göre Sudan’ın birincisi güneyde, ikincisi kuzeyde ve üçüncüsünün de batıda olacağı üç ülkeye bölünmesinin kararlaştırıldığını söylemektedirler. Böylece Güney Mısır devleti Darfur bölgesi ile sınır komşusu olacaktır. Nitekim bu iki bölge halkının birbirleriyle çok güçlü ilişkileri vardır. Hatta bu güçlü ilişkilerden ötürü Libya’nın eski rejimi Burka bölgesine yakın Mısır topraklarının Libya’ya ait olduğunu ve Mısırlılara emanet edildiğini bile iddia ediyorlardı.

 

Parçalama Projelerinin İcrası İçin En İyi Vesile Kaostur

Makalenin ikinci bölümünün sonunda, bölgede dikkatli bir şekilde hazırlanmış bir parçalanma sürecinin olduğunu ve şuanda bu ülkelerdeki halk devrimlerinden sonra kaos yaratma vesilesiyle bu projenin devamının icrasına çalışıldığı belirtilmektedir. Projelerini hayata geçirmek ve bu değişimleri kendi lehlerine kontrol altına almak için sürekli fırsat kollayan kimselerin varlığı göz önünde bulundurulursa bu aşama her devrimin ve ülkenin en tehlikeli uğraklarından biridir diyebiliriz.

 

Devam edecek…

Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından Mısır ve İsrail’in ‘dostluğu’ çatırdıyor.İsrail, 1979 barışıyla fesh edilen Güney Birliği’ni yeniden kurararak Mısır sınırına 30 bin asker gönderme kararı aldı

 

Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesinin ardından Mısır, ‘zoraki dostu’ İsrail ile barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana en büyük krizlerinden birini yaşıyor. Müslüman Kardeşler’in iktidara geldiği Mısır’ın barışa sağdık kalmayacağından endişelenen İsrail, 1979 yılındaki Camp David Anlaşması ile fesh edilen Güney Birliği’ni yeniden oluşturma kararı aldı. İngiliz Times gazetesine konuşan İsrailli yetkililere göre Mısır sınırında görev yapacak olan bu birlik üç taburdan oluşacak, toplamda 30 bin asker barındıracak ve yüzlerce tank gönderilecek.

Mısır geçen hafta sınırda bugüne kadarki en büyük tatbikatlardan birini düzenleyerek gözdağı vermişti. Bu tatbikatta İsrail 30 yıl sonra ilk defa “düşman” olarak nitelendirilmişti. Yönetimi geçici olarak devralan Askeri Konsey’in başkanı Mareşal Hüseyin Tantavi ise “Bize saldırmaya kalkan ya da sınırlarımıza gelen herkesin bacaklarını kırarız” tehdidinde bulunmuştu.

Netanyahu’dan barış mesajı

Mısır, İsrail ile barış imzalayan ilk Arap ülkesi olmuştu. İsrail, 1979 yılındaki anlaşmaya uyarak Sina’dan askerlerini çekmişti. Ancak Mübarek yönetiminin devrilmesinin ardından iki ülke ilişkileri giderek gerildi. Geçen yıl Gazzelilere operasyon düzenleyen İsrail askeleri yanlışlıkla bir Mısır polisini öldürünce büyük bir kriz patlak vermişti. Mısırlılar Kahire’deki İsrail büyükelçiliğine saldırmıştı. Mısır geçtiğimiz günlerde barış anlaşmasına aykırı bir adım daha atarak İsrail ile doğalgaz anlaşmasını yırtmıştı.

İsrail Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman iki ülke arasındaki krize işaret ederek “Mısır konusu İran’dan bile daha çok endişe verici” demişti. İsrail ordusunun güçlendirilmesi gerektiğini belirten Lieberman, Güney Birliği’nin yeniden oluşturulması gerektiğini, olası senaryolar için ek fon oluşturulmasını istemişti. Başbakan Binyamin Netanyahu ise gerilimi yatıştırmaya çalışıyor.

Mısır’ın doğalgaz anlaşmasını iptal etmesinin ardından “Kesinti politik değil. Bu aslında Mısır şiketi ile İsrail şirketi arasındaki iş anlaşmazlığı” diyen Netanyahu CNN’e verdiği röportajda da barış anlaşmasının süreceğini umduğunu söyledi.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki hükümetler, 'Arap Baharı' gibi toplum hareketlerine karşı hazırlıklı olmak amacıyla askeri ekipman ve silaha 2015'e kadar toplam 118.2 milyar dolar harcayacak.

El Masah Sermaye tarafından yayınlanan rapora göre, tüm bölge ülkeleri 2010'da silah alımları için 91 milyar dolar harcadı. Fakat bu rakamın, güvenliği artırmak isteyen Arap hükümetlerinin çabalarıyla önümüzdeki 3 sene içerisinde ciddi oranda artmasının beklendiği kaydedildi. 2010'daki toplam harcamaların yarısına yakınını 45.2 milyar dolar ile Suudi Arabistan gerçekleştirdi. Ardından 16.1 milyar dolar ile Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) geldi.

Raporda, Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki askeri harcamaların gayri safi milli gelire oranının diğer bölgelere kıyasla daha yüksek olduğu vurgulandı. Araştırmaya göre, 2001 ve 2010 yılları arasında bu oran yüzde 5.5'i buldu. Küresel ortalama ise yüzde 2.5'ta kaldı. Askeri harcamaların yüzde 83'ü uçak, füze ve zırhlı araçlara yapıldı. Bu harcamalarda ilk sırayı BAE, Cezayir ve Suudi Arabistan aldı. Küresel çapta askeri ekipmana en çok para harcayan ülkeler ise ABD, Hindistan ve Çin oldu.

 

İran İslami İnkılap Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, İşçi Günü arefesinde işçilerle bir araya geldi ve işçilere hitaben konuşmasında; ülkenin belirli hedeflerinin gerçekleşmesi için özellikle ‘siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık ve özgüven’ gerektiğini söyledi.

İran İslami İnkılap Rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, Milli Üretim Yılı ve İşçi Günü arefesinde, ilaç üretim fabrikasını ziyaret ederek ülkenin ilaç üretimi alanındaki son kazanımları yakından inceledi ve bütün ülkedeki işçileri temsil eden binlerce işçiye hitap ederek; ülkenin belirli hedeflerinin gerçekleşmesi için özellikle ‘siyasi bağımsızlık, ekonomik bağımsızlık ve özgüven’ gerektiğini söyledi.

Ekonomik bağımsızlığın şartının, milli üretim olduğunu vurgulayan Ayetullah Hamanei, milli üretimin de ‘gerçeğe, evrensele ve bilimsele’ saygı ile, İran emeğini ve İran sermayesini yaratacağını belirtti.

İlaç fabrikasının değişik bölümlerini ziyaret eden Ayetullah Hamanei, öncelikle şehit işçiler için düzenlenmiş anı mahallini ziyaret etti ve fatiha okuyup, yüksek dereceler niyaz etti.

Daha sonra ilaç fabrikasının steril ortamda ampul ve damla türü ilaç üretiminin yapıldığı bölümü ziyaret edip ,ilaçların üretim, kontrol, paketleme aşamalarının gerçekleştirildiği bölümlerde incelemeler yaptı.

Ayetullah Hamanei’nin bu ziyaretinde, Sağlık Bakanı, İlaç-Tıbbı Eğitim ve Kooperatif Bakanı, Sanayi- Maden ve Ticaret Bakanı, İş ve Sosyal Refah Bakanı da faaliyetleri konusunda sunumlar yaptı.

Ayetullah Hamanei, son yıllardaki düşmanın ekonomi ağırlıklı yoğun komploları hakkındaki uyarılarına işaret ederek, bu büyük komplolarının bugünkü koşullarda daha aşikar hale geldiğini, fakat İran milletinin azimle önündeki engelleri aştığını belirtti ve düşmanların komplolarının üstesinden gelebilmek için işçilere, sermaye sahiplerine, özel ve devlet sektöründeki müdürlerin desteğine gerek olduğunu belirterek, halkın düşmana karşı mücadele azmini yerli ürünler kullanarak sergilemesini istedi.

Özellikle ‘sağlıklı ekonomi, istihdam ve üretim ve yatırım’ konularına önem verip desteklemenin, yasama, yürütme ve yargı gücünün görevlerinden olduğunun altını çizen Ayetullah Hamanei, milli üretimi takviye etme ve de İran emek ve sermayesini destekleme alanında faaliyetlere gerek olduğunu belirtti.

 

 

Darupahş İlaç Fabrikası işçileriyle

‘Zaman Gazetesi’nin varlığı Amerikan ve Siyonist medyasına gerek bırakmıyor’ diyen Büyükelçilik, gazetenin İran’a karşı hasmane tavrının nedenini öğrenmek istediğini, ancak yetkililerinin yanaşmadığını belirtti.

 

İran Ankara Büyükelçiliği’nden Zaman Gazetesi’ne mektup... Elçilikten gönderilen yazıda Zaman’ın varlığının artık Siyonist ve Amerikan medyasının, İran İslam Cumhuriyeti’ni Türkiye’deki karalama faaliyetlerine gerek bırakmadığı yazıldı.

 

Çatışma çıkarma çabası

Büyükelçiliğin Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ya gönderdiği mektupta, Zaman’ın 24 Nisan 2012 tarihli sayısında bir kez daha İran İslam Cumhuriyeti aleyhinde kasıtlı bir yazıya daha yer verildiği belirtilerek, “Söz konusu yazı, gazetenizin İran karşıtı makul olmayan bir yaklaşım içinde olduğunu ve Türk kamuoyunda komşu bir ülkeye karşı kötümser bir atmosfer oluşturarak mezhep ve ırklar arası çatışmayı alevlendirme çabasında olduğunu göstermektedir” denildi.

Medyaya açıklanan ancak basının tamamına yakını tarafından pas geçilen bu mektupta neler mi var?

 

Özetle Zaman Gazetesinin:

* Siyonizm’e uşaklık ettiği beyanı var!

* ABD’nin yörüngesinde yayın yaptığı değerlendirmesi var!

* Mezhepçilik yaptığı ifadesi var!

* İslam’ın içinde fitne çıkarmak istediği yorumu var!

* Müslüman ve komşu bir ülkeye hasımlık yapıldığı görüşü var!

* Siyonist ve ABD basını bile sizin kadar iftira etmiyor feryadı var!

Zaman Gazetesini satın alan sözde mütedeyyinlere bu tabloyu armağan ediyoruz!

Sykes-Picot’tan Yeni Ortadoğu Projesine İslam Dünyası Aleyhindeki Komplolar

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan bir makalede İslam dünyasını parçalamak için Batılıların bir asırdır süren komplolarına değinilerek bunların içinde bulunduğumuz dönemdeki mahiyetleri inceleniyor.

Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında Abdulhüseyin el-Şeyb tarafında kaleme alınan makaleler dizisinde Batılıların 1. Dünya savaşının başlamasından bugüne kadar bölgenin parçalanması için yaptıkları komploları ele alınıyor.

1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğunun Parçalanması .

1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğunun dört asırlık hâkimiyeti sona erdi ve savaşın galipleri tarafında yapılan Sykes-Picot anlaşmasına göre Osmanlı’nın Arap toprakları bölüştürüldü. Böylece birçok ülkeden oluşan yeni bir coğrafya ortaya çıktı ki bugün bile bu ülkelerden hiçbirinin yaşı yüz yılı bulmamaktadır. Sömürgeci Avrupa ülkeleri böylece önceden planlanmış programlar çerçevesinde kurdukları yeni ülkelerin geleceklerini ellerinde tutmaya başladılar. Keza bu ülkelerdeki menfaatlerinin temini için dini, mezhebi, kabilesel ve sınırlarla ilgili çatışmalar yarattılar.

Filistin’in Parçalanması ve İsrail Devletinin Kurulması

1. Dünya Savaşı esnasında 1917 Balfour Beyannamesi imzalanmıştı. Bu beyanname Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını istiyordu ve bu bölgenin doğrudan sömürülmesi konusu, 1947’de Birleşmiş Milletlerin Filistin’i Yahudilerden ve Araplardan oluşan iki devlete bölmek için kaleme aldıkları taslakla istenen aşamaya geldi. Böylece Yahudi devleti 1948’de Avrupalıların ve Amerikalıların onay ve destekleriyle kuruldu. Ancak Filistin Arap devleti bugün bile kurulamamıştır.

Filistin’in Parçalanmasındaki Başarı Arap Dünyasının Parçalanması İçin Giriş Niteliğindedir.

Filistin’in başarılı bir şekilde parçalanması Batılılar için iyi bir tecrübe oldu ve bununla Arapların komplolar karşısındaki güçlerini sınayarak Arapların çok güçsüz olduklarını anladılar. Böylece başka Arap ülkelerinin de parçalanması için ortam oluştu ve bu projelerin başka yerlerde de başarılı bir şekilde uygulanması için fırsatlar doğdu. Örneğin Yemen, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Tabii yirmi yıl önce Yemen tekrar tek devlet oldu.

Sykes-Picot Anlaşmasının Sonu ve Yeni Ortadoğu Projesinin Başlangıcı

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makaleye göre bugün Batı karşıtı yeni güçlerin ortaya çıkması Batılıların menfaatlerini tehlikeye atmış ve bu güçlerin servet ve menfaat hususunda onlara rakip olmaları nedeniyle Sykes-Picot anlaşmasına göre yapılan coğrafik ayrıştırmalar dönemi bitmiştir. Bu anlaşmanın icra olasılığı kalmadığı için onlarca yıl önce Avrupalı ve Amerikalı politikacılar bu konuya eğilerek üniversitelerin yardımı ve onların verdikleri ilmi verilerle bölge için yeni projeler çizdiler. Maalesef bu işin için de çoğu zaman Avrupa’da ve Amerika’da okuyan Arap asıllı öğrencilerin yüksek lisans veya doktora tezlerinden yararlanılmıştır. Batılılar bu araştırmalardan istifade ederek bölge hakkındaki gelecek planlarını yaptılar. Nitekim bu tezlerde Arap ülkelerinin mezhebi, siyasi, dini, kültürel ve toplumsal bütün özellikleri en ince ayrıntılarıyla ele alındığı için farklı ilmi açılardan kader belirleyici kararların alınmasında bunlardan istifade edildi.

El-İntikad bunun abartı olmadığını ve bölgenin parçalanması projesi için ikazda bulunanların karşısında yer alan kimselerin istifade ettikleri komplo teorileriyle de bir ilgisinin olmadığını söylemektedir.

Yeni Ortadoğu terimi bilhassa 11 Eylül’den sonra Amerikalı ve Avrupalı siyasi yetkililerin en çok kullandıkları ıstılahlardan biridir. Bu projenin ayrıntıları hakkında birçok şey söylenmiştir ki Afganistan ve Irak’a yapılan saldırıların ve daha sonra Siyonist rejimin Hizbullah ile giriştiği 33 günlük savaşın bu projenin farklı aşamaları olduğunu görmekteyiz.

Batının Yeni Ortadoğu Projesinin Önündeki Engeller

a- Siyonist Rejimin Zayıflığı ve Varlığını Korumadaki Güçsüzlüğü

Arap dünyasında yeni coğrafyaların icadı ve ayrışma zeminlerinin oluşması için yapılan girişimler incelendiğinde bazı kazanımlarla karşılaşırız. Bunların en önemlisi İsrail’i her mekana saldırabilecek bir güç olmaktan çıkarıp elektronik duvarların arkasına saklanmak zorunda bırakan Hizbullah ve Filistin direniş güçleri karşısında ardı ardına aldığı yenilgilerdir. İsrail bugün varlığını koruyabilmek için etrafını duvarlarla örmek zorunda kalmıştır. Kendi varlığını koruyabilmek için de Batının menfaatlerini savunma rolünden vazgeçmiştir. Tabii bu, İsrail’in kurulduğu günden bugüne dek yaşadığı en kötü değişim sayılmaktadır.

b- Amerika’nın Bölgedeki Yenilgileri ve Yeni Kutupların Ortaya Çıkması

Bu hususta incelenmesi gereken ikinci bir kazanım da Amerika’nın yenilgileridir. Bu yenilgi serisi ilk olarak 2006’da Lübnan’da başladı ve Irak yenilgisi ile devam etti ve büyük bir ihtimalle yakın bir zamanda Afganistan’da da mağlup olacaklar. Bunlara ilave olarak Amerika ve Avrupa’nın İran’ın artan nüfuzu karşısındaki güç kaybını da zikredebiliriz. Keza yeni dünya tek kutuplu bir dünya değildir. Artık çok kutuplu bir dünya düzeni vardır. Amerika ile birlikte Çin ve Rusya gibi güçlü aktörler belirmiştir ve bölgede İran gibi etkili ve büyük başka bir aktör daha vardır.

c- Arap Devrimlerinin Sert Kasırgası ve Batılı Müttefiklerin Düşüşü

Söz konusu makalenin devamında şunlar ifade edilmektedir; Arap dünyası, dünyanın en büyük rekabet alanlarından biridir. Ayrıca, dillendirmemiz gereken bir diğer kazanım ise Tunus ve Mısır’da Amerika’ya bağımlı yönetimlerin halk devrimleriyle düşmesi ve Amerika’nın müttefikleri olan Körfez ülkelerinin de aynı alın yazısına sahip olma ihtimalinin belirmesidir. Bu nedenledir ki Amerikalılar Arap devrimlerinin önünü kesmek, kendi taraftarları olan rejimlerin düşmesine engel olmak ve bu devrimlerden ötürü bölgede Batılıların ve Amerikalıların menfaatlerini tehdit eden unsurlarla mücadele etmek için farklı seçenekler üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.

Batılıların İslamcıların Güçlenmelerinden Duyduğu Kaygı

Batılıların bu devrimlerden kaygı duymalarının nedenleri şunlardır; bu devrimlerle birlikte Amerika’ya muhalif İslamcı akımlar işbaşına geleceklerdir. Bu akımlardan bazıları dış politikadaki tutumlarını açıkça ilan etmemiş ve bunu sonraya bırakmışlardır. Bu da değişim taraftarı olan halkçı bir yapının ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır ki İran buna İslami uyanış demektedir. Bu uyanış doğrudan Amerika ve diğer sömürgeci güçlerden kurtulmayı amaçlayarak Arap ve İslam dünyası için yeni bir gelecek belirleyecektir. Bu, devrimcilerin sıklıkla dile getirdikleri bir söylemdir. Bu söylemden ötürü Mısır ve Tunus parlamentolarında daha çok İslamcı adaylar milletvekili oldular. Bu, değişim peşinde olan her ülkenin teveccüh ettiği ideal bir şeydir.

Arap Devrimleri Amerika İçin Bir Sürprizdi

El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalede bu olayların meydana geliş zamanının Amerikalılar için sürpriz olduğu yazılmaktadır. Ancak bu devrimlerin gerçekleşeceği öngörüsü Amerika’daki düşünsel projelerde vardı. Bu yüzden bu devrimlere karşı koyma ve buna benzer durumlar için önceden hazırlanmış reçeteleri bulunmaktaydı. Nitekim daha önce Amerika’da ve Avrupa’da bu devrimlerin olacağı öngörüsünde bulunan insanlar vardı. Bu yüzden Batı ve Siyonistlerin menfaatleri için bu devrimlerden kaynaklanabilecek tehlikenin engellenmesi amacıyla kompleks düşünceler tarihi araştırmaları ile istihbarat raporları incelendi.

Bölge Dengelerinde İslamcıların Silinmesi İçin Tefrika Yaratma Politikaları

İslamcı akımların güçlenmesini hiçbir şekilde kabul etmeyen İsrail, Amerika ve Avrupalı karar mercileri, stratejik tehlike olmamaları ve Amerika, İsrail ve Avrupa’nın nüfuzunu tehdit etmemeleri için güç peşinde olan her İslamcı akımın içinde tefrika yaratma ve onları iç çekişmelerle meşgul etme kararı aldılar.

Tabii bu yeni bir şey değil, eskiden beri kullanılan bir yöntemdir ve bugün sadece zamanın gereksinimlerinden ötürü sadece isim ve formu değişmiştir. Eskiden buna “böl ve yönet” politikası deniliyordu. Bugün bu politikadan farklı isimler altında istifade edilmektedir. Yaratılacak bu tefrika başka ülkelerde etki alanının artmasına neden olmasa bile başkalarından gelecek tehlikeleri ortadan kaldıracak veya asgari seviyeye düşürecektir.

 

Devam edecek…

"Sıfır sorun" politikasının öncesi ile sonrasının farkı şu: Önce TR, komşuları kendine tehdit görürdü. Şimdi komşular TR'yi tehdit görüyor.

Irak işgal edilmesin diyenler "Saddamcı/Baasçı" ithamıyla suçlanıyordu. Şimdi onlar Suriye işgal edilmesin diyenlere "Esadçı/Baasçı" diyor.

ABD ve NATO Irak'ı işgal etmesin diye canlarını dişlerine takanlar şimdi neden Suriye işgal edilsin diye feryadü figan halinde?

NATO kampanyasına katılanların ne yaptıklarının bilincinde olduklarını, "siz de Rusyacısınız/Çincisiniz" zavallı savunmasından anlayın.

Türkiye'de 7 bin yabancı öğrenci varmış. Sadece Ezher'de 38, Kum'da ise 42 bin. Ankara bu kurumların dikkatini çekmeliymiş! Gülencilik:))

Erdoğan'ın "Irak'ta Şii liderler de Maliki'den şikayetçi" derken kasdettiği bir tek kişi var: ABD-Suudi ajanı Allavi. Onunla yakın dostlar!

Irak parlamentosu güvenlik ve savunma komisyonu üyesi Hüseyin Ali: Allavi, Arabistan-Amerika projesinin icrasıdır.

Iraklı uzman Muhammed Sadık el-Hüseyni: Fitne üçgeni (Türkiye, Katar, Arabistan) Irak'ta etnik ve mezhebi savaşı tutuşturmanın peşinde.

Suriye milletvekili Muhammed Zehir Ganum: Türkiye, Arabistan ve Katar Annan planının başarısız olması için binbir şeytanlık peşinde!

Kazak uzman Kadir Melikov: Türkiye, ABD'nin Ortaasya'daki truva atı. Ankara bölge halklarında Rusya karşıtı psikoloji oluşturmaya çalışıyor.

Birleşik Arap Emirlikleri'nde reformcu partinin lideri tutuklanmış. Sultanlar, zaten emperyalizme entegre olmuşken reforma gerek duymuyor.

Erdoğan/Davutoğlu maceraperestliğine AK Parti seçmeninin bile sadece %13'ü destek veriyor. Erdoğan'ın milli iradeye saygısı var mı?

Ortadoğu uzmanı Mazin Selim: Şam'da İran kültür müsteşarlığının yakınında patlayan ses bombaları, Annan planını başarısız göstermek için.

"Milli iradeye kasdedenler cevabını alacak" buyurmuş Erdoğan! Milli irade bölgesel kardeşliğimize kasdetmenin karşısında, haydi ver hesabı!

Muhafazakar tek parti rejimi, istikbalini siyonizm/vahhabizm ile kader birliğine bağladı. Bölgesel kardeşliğimizin üzerine balyozla yürüyor.

Suudi vahhabizmi ile İsrail siyonizmi, Gazze'ye de, Lübnan'a da birlikte saldırdı. Suriye'ye de birlikte saldırıyor. Ankara bunlarla dost.

Bölgemize yabancı İsrail'in siyonizmi ile Suudi vahhabizmi madalyonun iki yüzü gibidir. O yüzden bütün saldırıları birlikte yapıyorlar.

Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi ağır silahlarla bir yıldır Suriye halkına saldırıyor, Suriye ise teslim olmuyor.

Suriye'de tabii ki devrim var, Suudi vahhabizminin/selefizminin ağır fitne saldırılarına rağmen toplumsal barışın korunması büyük devrimdir.

Suudi diktatörlüğünün vahhabizmi/selefizmi, Suriye'yi emperyalizme teslim etmek için var gücüyle saldırıyor. Suriye halkı buna direniyor.

İsrail siyonizmle, Suudi diktatörlüğü vahhabizm/selefizmle yayılıyor, Bahreyn'i işgal edip değişim iradesinin üzerine kurşun yağdırıyor.

İsrail Filistin için ne manaya geliyorsa, Suudi diktatörlüğü de Bahreyn için o anlama geliyor. Bahreyn, Suudi vahhabizminin Filistin'idir

Bahreyn'de F1, kanla sulanmış pistte, diktatörlüğün kıydığı canların mukaddes bedenleri üzerinde patinaj şovu yaptı.

Bahreyn'de diktatörlüğü normalleştirme teşebbüsü olarak F1 festivali, kapitalizm-emperyalizm ensestizminin pespaye numunesi oldu.

Bağdat "iç işlerimize karışma" diyor, Ankara cevap veriyor: "Ama İran'ı karıştırtıyorsun, ABD işgal ederken iyiydi!" Dışpolitikamız budur!

Bizim Bush'umuz Erdoğan'ın yanında Y. Yakış gibi kurallı davranma terbiyesi almış bir hariciyeci olmalı. Neocon Davutoğlu gerçeklikten koptu.

Küresel kapitalizme entegrasyon projesi "Arap baharı"nın başında muhafazakar Ankara var. "İslami uyanış"ın mimarı ise Hamenei.

Davutoğlu ve ashabı (neoconlar) Türkiye'nin en büyük derdidir. Bush misali Erdoğan ve neoconlar, bize Amerikan felaketini yaşatmaya azimli.

Müslüman halkın "İslami uyanış"ı, emperyalizme ve yeni sömürgeciliğe direnmenin adıdır. Kapitalizmi ve diktatörlüğü imha savaşıdır.

"Arap baharı" Müslüman beldeleri liberal demokrasilerin yeni sömürgeciliğine boyun eğdirmenin renkli denemeleridir.

"Arap baharı" Suriye'yi emperyalizme peşkeş çeker, Filistin'i İsrail'e satar, Lübnan'ı 're-conquista' diyarına dönüştürür.

"Arap baharı" milletin milyar dolarıyla Suud'a sığınan Tunus diktatörünü geri alamaz, Gazze'yi özgürleştirecek Refah sınır kapısını yıkamaz.

Hiç merak etmiyor musunuz? Ankara neden 21 Türk'ün öldürülmesini soruşturmadı? Neden TSK helikopterinin düşürülmesi dosyası kapandı?

Aralık 2011'de NATO bombardımanında 21 Türk öldürüldüğünde Ankara tek kelime etmemişti. Kabil'de düşen helikopter aynı grubun işi olabilir.

Benim haberim olmadı, Irak meclis başkanı Nuceyfi "tedavi amacıyla" Türkiye'ye gelmiş. Ankara her yolu deniyor, işe yaramayacağını bilse!

Amerikalı şirketler ihalelerden uzaklaştırıldıkça Ankara haykırıyor. ABD Irak'tan dışlandıkça Milat gazetesi veryansın ediyor.

Muhafazakar iktidarın başının Irak'a hakaretamiz sözleri, Washington'un sözcülüğüdür. Ankara'nın kendine ait bir tek kelimesi bile yok.

14 Şubat 2010'da yanında milyarlarca dolarla kaçıp Suud diktatörlüğüne sığınan Tunus diktatörünü geri almaya uğraşmayan Tunus devrimi!

28 Şubat da, Suriye kampanyası da, İran ve Irak karşıtlığı da Likudniklerin operasyonu. Gülencilik o nedenle aktif biçimde işin içinde.

28 Şubat, Milliyet'in manşetindeki örtbas amaçlı itiraftan anlaşıldığı gibi Likudniklerin işiydi ve Gülen'in desteği bu nedenle idi.

Komünizmle mücadele kökenli Gülen'in Likudniklerle buluşması da normal, milli mücadele kökenliler ve tekfircilerle ortak hareket etmesi de.

Komünizmle mücadele derneği kökenli Gülen'in milli mücadele kökenliler ve selefilerle İran karşıtlığında buluşmasında şaşacak bir şey var mı

Milli mücadele kökenli C. Özkaya (Pınar çevresi) İran'ı ABD ile gizliden iş yürütmekle suçlarken selefi Şii nefretinden başka ne serdediyor?

Milli mücadele kökenli Haksöz'ün başı H. Türkmen'in, İran ve Suriye'ye yalan haberle saldırarak yürüttüğü kampanyada şaşacak ne var?

Milli mücalede kökenli muhafazakarların iktidarın çevresinde ve en önde İran, Suriye, Irak, Hizbullah karşıtlığı yapması ilginç değil mi?

Milat'ta müstemleke aile Suudilere ima bile olmaması Akit'in fotokopisi tekfir ve nefret organının karanlık ve kirli emelini ele vermiyor mu

Türkiye, Davutoğlu'nun başında olduğu neo-conlardan kurtulmadığı sürece uçurumun kenarında durmaya devam edecek.

Bugün'e manşet olan Gülenci Bülent Aras'ın bütün söylediklerini 2007'de ABD sefiri için yaptığı İran memuriyetini akılda tutarak okuyun.

BDP'lilerin Amerika'ya gidişinden böylesine heyecanlanan Taraf, artık sütre kullanmıyor. Bu da iyi bir gelişme:)

82 Hama katliamı madem açık dosya neden onun failini Suriye'nin müstakbel lideri olarak yedekte tutan Atlantik dünyasına siteminiz bile yok?

Yaşar Yakış 82'deki Hama katliamını unutmuyormuş. Madem öyle neden onun birinci derecede faili Rıfat Esed'in yargılanması için çağrınız yok?

Henri Barkey, Likudnik lobinin büro şefi. Gülenciliğin Amerikasını o temsil ediyor. Erdoğan'ın Amerikası ile kavgası derin.

Milliyet'in cahil lobicisi parçalansa da, Gülenciliğin "NATO'suz darbe" kampanyasına lojistik koştursa da nafile, 28 Şubat NATO'lu darbedir.

Suriye'nin güvenlik siyasetinin egemenliğinden çıkıp reform siyasetine dönmesine engel olmaya çalışan Gülencilik ve diğerlerinin amacı ne?

Gülencilik, IHH, tekfirciler (selefi/vahhabi), radikal örgütler acaba neden Suriye'de güvenlik siyasetini güçlendiren kampanya yürütüyor?

Suriye krizinde kirli kader birliği yapmış Gülencilik, IHH, tekfir ve nefret fırkası, radikal islamcı örgütler ortak akıbete sürükleniyor.

IHH yönetimindekiler karanlık işlerinin hiç ortaya çıkmayacağını varsayarken nasıl olsa Türkiye'de hep NATO iktidarı olacağına mı güveniyor?

IHH'nın başının İran'da hiç rağbet görmediğini ve orada İranlılara isyancıları durdurma vaadinin ise acaip karşılandığını biliyor musunuz?

IHH'nın aracılığının İran medyasında hiç yer bulmadığını, "Türkiye makamları"nın mühendisleri iade ettiğinin yazıldığını biliyor musunuz?

Teröristlerin kaçırdığı İranlı mühendislerin burnu bile kanamadan iade edilmesinde IHH'nın ne aradığını neden kimse sorgulamıyor?

Gerçeklerin ortaya çıkmaması için Milletvekillerinin Suriye'ye gitmesine karşı çıkan iktidar, engellemek için onları ölümle tehdit ediyor!

"Milletvekillerinin başına bir şey gelirse" cümlesini silahlı tedhişi destekleyen muhafazakar iktidar söylüyorsa bunu bir tek anlamı vardır!

İlginç bir test önereceğim: "Esadçı mısın/Baasçı mısın?" sorusunu sorana "Ne münasebet, tabii ki NATO'cuyum" deyin. Tepki almıyorsunuz:)

Muhafazakar tek parti rejimi Türkiye'yi tali, dolayısıyla, dolayımıyla, talimatlı, bağlı, bağımlı işlev gören bir ülke ne hale getirdi!

Türkiye'nin İsrailifikasyonu, maraza çıkararak bir şeyler koparma çabası olduğu kadar, kapı dışında tutulmaya da razı olmaktır. Razı oldular

"Türkiye'nin İsrailifikasyonu"ndan bahsederken sadece maraza çıkarıp istediğini alma taktiğini kasdetmedim, dışarıda tutulma da var bu işte.

Suriye krizinde Şam istemediği için Türkiye gözlemci bile olamadı. Tamamen olayın dışında bırakıldı. Pohpohlanmayla teselli buluyorlar.

Erdoğan/Davutoğlu, kabul etmekte güçlük çekiyorlar ama gerçek şu: Suriye krizinde onlara verilen hammaliye rolünün dışına çıkamazlar.

Suriye fenalığının bütün hammaliyesini yıktıkları Erdoğan'a kimsenin dönüp fikrini sormaması ve olayın dışında tutması fenalığını arttırıyor

Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de ve Irak'ta fenalıktan başka bir şey istemiyor, fenalık peşinde koşuyor. Acıklı bir durum bu.

Bir fayda sağlamak için fenalığa bulaşan kişi (burada Erdoğan), o faydadan mahrum kalınca fenalıkta derinleşir. Fenalık döngüsü fena şeydir!

Muhafazakar tek parti rejiminin başı, Suriye'de kan dökülmesine ve Irak'ta mezhep savaşı çıkmasına yardımcı olmayı takıntı haline getirdi.

Amerika'nın talimatıyla hareket edilmesindeki utancı millete havale eden bir başbakan! O utanç senin muhterem, sadece senin, milletin değil!

BM gözlemci heyetine alınmayan muhafazakar rejimin başı kendi kendine konuşuyor, öneriler getiriyor. Kimsenin dönüp bakmadığı öneriler!

Irak'ta Şiiler de Maliki'den rahatsızmış! Erdoğan'ın laflarının bir tek kelimesi doğru değil. Irak'ı karıştırmaya uğraşan birinin suçluluğu.

Muhafazakar Ankara en kötü anında Irak'ın yanında olmuşmuş! O en kötü anların yaratıcısı olanların ağzından dökülen sözler ne müraice!

Erdoğan, kendilerinin değil Irak'a girenlerin içişlerine karıştığını söylemiş. Senin desteğinle Irak'a girildi, 1 milyon insan öldürüldü!

Ortadoğu uzmanı, araştırmacı yazar Kenan Çamurcu, Twitter üzerinden gündeme dair yeni açıklamalarda bulundu. Bunlardan bir kısmını sunuyoruz: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Ehl-i Beyt takipçilerine yönelik saldırganlığı İran'da bir Şii Sünni'ye yapsa anında tutuklanır.

Şiafobia saldırganlığına karşı bir İslam mezhebi olarak Caferiliğe canlı kalkan olmam tepkiyle mezhep değiştirmek değildir.

Biz ne demiştik: Tekfirci Gülenciliğin ve muhafazakar rejimin imhaya giriştiği Caferi fıkhına uyup bu İslam mezhebine canlı kalkan oluyorum.

İsrail Güney Lübnan'ı yerle bir ettiğinde oraya yardım için toplanan parayı IHH kuzeyde Hizbullah düşmanlarına dağıttı!

Maliki'yi devirmek için girişilen komplolar Türkiye'deki gibi çoğu hayali senaryolar değil. Hergün onlarca insan ölüyor.

Fars Haber Ajansı (HF): Irak'ta güvenlik ve istikrar arttıkça, Irak bölgesel rol oynamaya başladıkça Maliki'yi devirme çabalarında artış var .

Atilla fikri ergun:‏ K.Çamurcu'ya destek: Şiiliği hedef alan, bölgede mezhep çatışmasını körükleyen nefret kampanyası bitene dek muamelatta Caferî fıkhına tabiyim.

Şia nefretini ideolojileştirmiş muhafazakar rejim ve tekfirci Gülencilik, yok etmeye çalıştığı Caferiliğin bendeki dirilişine tanık olsun.

1) SEKA'ya işçi olarak İzmit'e gelen Şafi Kürtler namazı farklı kılıyordu. Hanefi toplumun baskısına karşı canlı kalkan olup Şafii oldum.

2) İmam Rabbani, mensubu kalmadığı için ölmeye yüz tutmuş Hanbeliliği yaşatma amacıyla Hanbeli olmuştu. Aynı gerekçeyle Maliki oldum.

3) Şimdi çok daha vahimi var: Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejim yok etmecesine Şia'ya saldırıyor. Bu saldırıya canlı kalkanım artık.

4) Muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin Şiafobia faaliyetine bu İslam mezhebini hayatımda yaşatarak cevap vereceğim.

Iraklı şii partilerin üst çatısı ulusal ittifak toplantısından malikiye koşulsuz destek çıktı. tayyib beyin bahsettiği şii liderler kim acaba!Tekfirci Gülencilik ve muhafazakar rejimin Şii kardeşlerimize yönelik azgınlaşmış saldırganlığına karşı Caferi fıkhına canlı kalkanım artık.

1) Zaten Emevi sarayında imal edilmiş Sünniliği reddetmiş, Ehl-i Sünnet imamlarımız gibi Ehl-i Beyt sancağı altında toplanmıştık.

2) Şimdi, Ehl-i Beyt sancağı altındaki müminler olarak Şii kardeşlerimize yönelen kin, nefret ve düşmanlığa karşı canlı kalkan olacağız.

İktidarın ve tekfirci Gülenciliğin Şii düşmanlığına tepkili müminleri, nefret kampanyası bitene dek Caferi fıkhına uymaya davet ediyorum.

Türkiye normalleşene ve Şii nefretinden arınana dek Caferi fıkhına tabiyim. Benim elimden gelen budur. Şia düşmanlarına meydan okuyorum!

Mümin kardeşlerimi, muhafazakar rejimin ve tekfirci Gülenciliğin azgın Şiafobia zulmüne meydan okuyacak cesareti göstermeye davet ediyorum.

Tekfirci Gülenciliğin azgın ayrımcılığına ve vahşi Şiafobia faaliyetine cevabım bu: artık bütün ibadetlerimde Caferi fıkhına tabi olacağım!

Tekfirci Gülenciliğin iktidarın himayesinde azgınlaştırdığı Şiafobiaya meydan okuyorum: Bundan böyle ibadetimi Caferi fıkhına göre yapacağım .

Sahte hoşgörü maskesi düşen Gülenciliğin "Şii mezhep faşizmi" başlıklı yazıyla köpürttüğü Şiafobia faaliyetini, Şii nefretini lanetliyorum.

Nefreti tahrik ve teşvik eden, siyonizm ve vahhabizm. Bu iki hançeri sırtımızdan ve böğrümüzden çıkarıp atarsak felah buluruz.

Buradaki eklektik sosyalist dindarın bâtıniliği henüz Kur'an'ın linguistik yapısının "mecaz" olduğu aşamasında. Ama durmayacak, devam edecek .

Eklektik sosyalist dindarlığın örgütü Halkın Mücahitleri'nin tefsirinin buradaki sosyalist dindarınkinden zerre farkı yoktur.

İslam'ın tek meselesini sınıfsal mücadele saymak sosyalist dindarlıktır ve bunun örneğini Halkın Mücahitleri verdi. Tefsirleri bile var.

Eklektik sosyalist dindarlık, taraftar toplamak için medyatik 1 Mayıs eylemi yapacakmış. Bizim görevimiz paradigmatik bâtıla işarettir.

Sosyalist dindarlığı inşa etmeye çabalayan kalemleri okuyun, bâtıni tevillerinin hiçbirinin temeli, kuralı, kriteri yoktur. Tümüyle keyfidir.

Sosyalist dindarlığın kuralsız bâtıni tevilleri İslam'ın Allah inancını bile soyutlaştırıp Budist din anlayışına varıyor. Sekülerleşme budur.

Sosyalist dindarlığın İslam'ı kabul edilebilir hale getirme çabası, liberal dindarlığın çabasının simetrisidir. Biri sağdan, öteki soldan.

İslam'ı ideolojileştiren sosyalist dindarlık onu sekülerleştiriyor. Atlantik medyasının sirk öğesi gördüğü bu fikriyata bayılması bundan.

İran'da kendilerini Şeriati'yi nispet eden sosyalist dindarlar ilk tepkiyi Şeriati'den aldılar. Şeriati onlara İslam'ın din olduğunu anlattı.

Sosyalist dindarların bazı sosyalist yazarların rağbetine maruz kalmaları, o yazarların kendilerinin dindar simetrisini aşina bulmalarından.

Bizim sosyalist dindarlar daha yolun çok başında. Halkın Mücahitleri (İran’da yönetime karşı mücadele eden halkın münafıkları örgütü, İran’ın PKK’sı) macerasını iyi bilen biri olarak akıbetlerini görebiliyorum.

Eklektik sosyalist dindarlığın bilinen en iyi örneği İran'da doğmuş "Halkın Mücahitleri" örgütü. Buradakilerle aynı macerayı izlediler.

Ali Şeriati'den mülhem olduğunu meşruiyet aracı olarak zikretmesine aldanmamak gerek, sosyalist dindarlıkla Şeriati arasında hiç bağ yoktur.

Sosyalist dindarlık, Kur'an'ın zâhirini ayakbağı gören bir bâtınilik türü. Ayetlere linguistik mecradan çıkartarak mana vermesi bundan.

Eklektik sosyalist dindarlıkla aramızdaki mahiyet farkını göstermek zorundayız. Biz dindarız. Kur'an'ı "das kapital" görmeyiz.

Eklektik "sosyalist dindarlık" "liberal dindarlık"ın zıddıdır ve el birliğiyle İslam'ı sekülerleştirip modernleştirmeye kovalarca su taşıyor .

Sosyalizmden tercüme mücadele diliyle eklektik "sosyalist dindarlık", Atlantik medyasında kolaylıkla yer bulabilmekten hiç mi kuşkulanmıyor?

Emeğin davası İslam'ın içinde özerk bir mücadele alanı değil, tevhid mücadelesinin parçasıdır. Sosyalizmden tercüme tevhid mücadelesi olmaz.

Cumartesi, 28 Nisan 2012 05:52

Türkiye’nin prestiji ve İran

İranlı yetkililer çok önemli bir haberle kameraların karşısında idi.

 

ABD’nin istihbarat uçağını düşürdüklerini geçtiğimiz günlerde uçağın önünde verdikleri pozlarla basına duyuran İranlılar, şimdi de bu uçağın kodlarını çözdüklerini ve aynısını yapacaklarını açıkladılar.

İran’ın, uçağın yazılım kodlarını çözmesi, teknolojide rakipsiz olduğunu her fırsatta dile getiren ABD’den daha ileri olduğunu göstermektedir.

Müslüman bir ülkenin bunu başarması da bizim için ayrı bir gurur kaynağıdır.

Matematik, astronomi, cebir gibi ilimlerin kaynağı İslam âlemidir. Bugün kullanılan harita ilminin temeli Müslümanlara aittir.

Ancak Müslüman âlemi, son dönemde Batının oyunları ile teknikte hep geri kalmıştır. Para verilerek alınan hazır teknolojiler ise eski veya bozuktur.

Hatırlanacaktır, İsrail’den yüksek bir meblağ ile satın aldığımız casus uçakların bozuk çıktığı basına yansımıştı.

Ancak İran kaynaklı haber, demek ki Müslümanlar da teknolojide Batı ile yarışabilir hatta onları geçer dedirtmiştir.

Öte yandan İran televizyonuna demeç veren Lübnanlı Prof. Muhsin Salih, “Türkiye’nin Suriye, Irak ve İran’la olan ilişkilerinde ABD, İsrail ve Batının rolünü düşünmek gerekir” demiştir.

İran, Suriye ve Irak Türkiye’nin komşuları olduğu için bu ülkeler seçilmiş ama Türkiye yüzünü Doğuya dönerse Müslüman âlemin başı olarak yer alacağı koskoca bir dünya onu beklemektedir.

Oysa yüzümüzü Batıya çevirmenin bize zerre faydası görülmemiştir.

Yıllardır, kapısında bekletildiğimiz AB’ye giriş sürecinde yaşadıklarımız ortadadır.

İç işlerimize karışılmasına neden olan talepler bir yana, bu kapıda bekletilme Türkiye’nin uluslararası prestijini de ciddi manada zedelemiştir.

Şimdi de ABD adına ve İsrail yararına, komşular ile tarihi geçmişe dayalı birliktelikler sona erdirilmiştir.

Yetkililerimiz, ABD karşıtı ülkelere “ABD ile aranızı iyi tutun” mesajları götürmektedir.

Bu “taşıyıcı misyonu” ile Türkiye’nin uluslararası prestiji sizce ne noktadadır?

Üstelik İranlı yetkililer de tıpkı Lübnanlı profesör gibi, Türkiye’nin başkaları adına hareket ettiğini her fırsatta dile getirmektedirler.

Öyleyse, Türkiye uluslararası arenada icraatları ile geldiği noktayı iyi değerlendirmelidir.

“Dosta güven düşmana korku salan”, “sömürülen halklar için büyük örnek” olan Türkiye Cumhuriyeti devleti son dönemde hakkında bahsi geçen imajı değiştirmek zorundadır.

Çünkü tarihten gelen misyonu bu değildir.

Türkiye, safını değiştirerek Suriye’nin yanında yer almaya başlarsa eski misyonuna geri dönecektir.

http://www.yenimesaj.com.tr/?artikel,12001355/turkiye-nin-prestiji-ve-iran/prof-dr-haydar-bas