
کارگر
Bakü – Dünya Serbest Güreş Şampiyonası İran milli takımı dünya şampiyonu oldu
İran serbest güreş milli takımı, Bakü'de düzenlenen dünya serbest güreş şampiyonasında şampiyon oldu.
BAkü'de düzenlenen 40. dünya serbest güreş şampiyonası, İran milli takımının dünya şampiyonluğu ile sonuçlandı.
İran milli takımı finalde ev sahibi Azerbaycan takımını de yenerek 5. kez dünya şampiyonu olmayı başardı.
İran serbest güreş milli takımı bundan önce de 1996 İran, 1998 ve 2001 Amerika ve 2006 İran'da düzenlenen dünya kupalarında da şampiyon olmuştu.
Suriyeli Muhalif: ABD’nin İran’ı Vurmasını Diliyorum / Şiiler Kafir…
Türkiye’deki Kilis kampında bulunan takım liderlerinden 240 kişilik bir çetenin lideri 29 yaşındaki Ebu Amin isimli sapkın İran ve Şiilere kin kusarak kimlere uşaklık ettiklerini ortaya koydu.
Russia Today muhabirinin sorularını yanıtlayan zamane Yezitlerinden Ebu Amin şunları söylüyor:
"Ben NATO müdahalesinden yanayım, ama kimsenin bize yardıma gelmeyeceğini, dolayısıyla ölene kadar savaşmak zorunda kalacağımızı düşünüyorum. Bütün dünya bize karşı. Amerika'nın İran'ı bombalamasını diliyorum; Amerika, Avrupa ve Müslümanların Doğu'ya karşı ittifak yapmasını ve onu yenmesini diliyorum. Bununla ilgili bir hadis var. Şiiler Müslüman falan değil, onlar kafir; onlar Yahudi Talmudcular. Şiiler bize Masonlardan ve Siyonistlerden daha fazla zarar verdi. İbn-i Taymiyye'nin Şiiler hakkında yazdıklarına bakın! Amerikalılar Şiilerden daha iyi, Hıristiyanlar da onlardan daha iyi."
Amerika ile savaşımız denizde sonuçlanacak
General Fedevi: Amerika ile savaşımız denizde sonuçlanacak
İslam Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı, “Amerika’nın her hangi bir nedenle İran’a saldırması durumunda bu ülke ile savaşımız denizde sonuçlanacaktır ”dedi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, Tahran Şerif Üniversitesi’nde düzenlenen "2. Hızlı Bot Konferansı"nda konuşma yapan İslam Devrim Muhafızları Komutanı General Ali Fedevi, dünyanın hiçbir ülkesinde İran İslam Cumhuriyeti'ndeki gibi hızlı bot konusuna önem verilmediğini, Amerikalılar bile bu konuda başarılı elde edemediğini ifade etti.
General Fedevi, İran’dan başka dünyanın hiçbir ülkesinde hızlı botlara torpido ve radar yerleştirilmediğini konuşmasına ekledi.
İslam Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı, hızlı bottan bahsedildiğinde uzunluğu 15 ve 20 metre olan botlar olduğunu, 48 metrelik Amerikan gemileri gibi olmadığını hatırlattı.
Genral Fedevi, İran’ın hızlı botları diğer hızlı botlara göre iki kat hız yapabildiğini ve bunu üç kata çıkarmak için çalışmaların devam ettiğini belirtti.
Amerika’nın yalnız 8 hızlı botu olduğuna işaret eden General Ali Fedevi, dünyadaki en iyi ve gelişmiş hızlı botların İran’a ait olduğunun altını çizdi.
İran ve Amerika arasındaki davanın siyasi, ekonomik ve yahut kültürel olmadığının değerlendirmesini yapan Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri Komutanı, bu davanın ‘hak’ ve ‘batıl’ arasında bir dava olduğuna dikkat çekti.
Genral Fedevi, İran’ın askeri alanda ilerlediğinden dolayı ABD bu ülkeye saldırmadığını söyleyerek, “Amerika’nın her hangi bir nedenle İran’a saldırması durumunda bu ülke ile savaşımız denizde sonuçlanacaktır “dedi.
Azerbaycan’da eşcinselliğe özgürlük, hicaba yasak
Azerbaycan hükümeti Mayıs ayında Bakü’de düzenlenecek “Eurovision-2012” yarışmasına katılacak homoseksülleri ağırlamak için var gücüyle hazırlanıyor.
Nüfüsunun %97’sini müslümanların oluşturduğu Azerbaycan ve 2009 yılında İslam Uygarlığının Başkenti seçilen Bakü şehri Mayıs ayında dünya homoseksüellerinin geçit törenine ev sahipliği yapacak.
20 bin homoseksüel Mayıs ayında Azerbaycanın Müslüman evlatlarının gözü önünde Bakü caddeleri ve sokaklarında gövde gösterisi yapacak, bu günü “gurur günü” ilan edecek ve bir müslüman ülkeden dünyaya seslenerek eşcinsellerin haklarını savunacaklar.
Ama aynı müslüman ülkenin evlatları en ilkel dini özgürlüklerinden mahrum bırakılmakta, kadınlarının, kızlarının örtüsüne, hicabına izin verilmemekte ve buna itiraz eden alimleri ve düşünürleri zindanlara tıkılmaktadır.
Topraklarının %20’si işgal altında bulunan, halkın ekonomik sıkıntılar içinde çırpındığı Azerbaycan’a tahakküm eden Aliyev diktatörlüğü, dünya eşcinsellerini toleranslık, özgürlük adına ağırlamaya hazırlanırken, bu ülke halkının namusunu, gayretini, kültürünü, dini değerlerini savunanlar baskı altında tutulmakta, uyduruk suçlarla tutuklanmakta, göstermelik mahkemelerde yargılanarak zindanlara tıkılmaktadır.
Konuyla ilgili olarak değerlendirme yapan yazar Gönül İsmailkızı’nın yazısını aşağıdaki linkten okuyabilirsiniz:
http://rasthaber.com/yazar_8200_729_bakida-eurovision-2012-keciril601c601k.html
"Bölgeyi Parçalamak İçin Bir Asırlık Komplo "
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında Abdulhüseyin el-Şeyb tarafında kaleme alınan makaleler dizisinde Batılıların 1. Dünya savaşının başlamasından bugüne kadar bölgenin parçalanması için yaptıkları komploları ele alınıyor.
Sykes-Picot’tan Yeni Ortadoğu Projesine İslam Dünyası Aleyhindeki Komplolar
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan bir makalede İslam dünyasını parçalamak için Batılıların bir asırdır süren komplolarına değinilerek bunların içinde bulunduğumuz dönemdeki mahiyetleri inceleniyor.
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında Abdulhüseyin el-Şeyb tarafında kaleme alınan makaleler dizisinde Batılıların 1. Dünya savaşının başlamasından bugüne kadar bölgenin parçalanması için yaptıkları komploları ele alınıyor.
1. Dünya Savaşı ve Osmanlı İmparatorluğunun Parçalanması
1. Dünya Savaşı’ndan sonra Osmanlı İmparatorluğunun dört asırlık hâkimiyeti sona erdi ve savaşın galipleri tarafında yapılan Sykes-Picot anlaşmasına göre Osmanlı’nın Arap toprakları bölüştürüldü. Böylece birçok ülkeden oluşan yeni bir coğrafya ortaya çıktı ki bugün bile bu ülkelerden hiçbirinin yaşı yüz yılı bulmamaktadır. Sömürgeci Avrupa ülkeleri böylece önceden planlanmış programlar çerçevesinde kurdukları yeni ülkelerin geleceklerini ellerinde tutmaya başladılar. Keza bu ülkelerdeki menfaatlerinin temini için dini, mezhebi, kabilesel ve sınırlarla ilgili çatışmalar yarattılar.
Filistin’in Parçalanması ve İsrail Devletinin Kurulması
1. Dünya Savaşı esnasında 1917 Balfour Beyannamesi imzalanmıştı. Bu beyanname Filistin’de Yahudi devletinin kurulmasını istiyordu ve bu bölgenin doğrudan sömürülmesi konusu, 1947’de Birleşmiş Milletlerin Filistin’i Yahudilerden ve Araplardan oluşan iki devlete bölmek için kaleme aldıkları taslakla istenen aşamaya geldi. Böylece Yahudi devleti 1948’de Avrupalıların ve Amerikalıların onay ve destekleriyle kuruldu. Ancak Filistin Arap devleti bugün bile kurulamamıştır.
Filistin’in Parçalanmasındaki Başarı Arap Dünyasının Parçalanması İçin Giriş Niteliğindedir
Filistin’in başarılı bir şekilde parçalanması Batılılar için iyi bir tecrübe oldu ve bununla Arapların komplolar karşısındaki güçlerini sınayarak Arapların çok güçsüz olduklarını anladılar. Böylece başka Arap ülkelerinin de parçalanması için ortam oluştu ve bu projelerin başka yerlerde de başarılı bir şekilde uygulanması için fırsatlar doğdu. Örneğin Yemen, kuzey ve güney olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Tabii yirmi yıl önce Yemen tekrar tek devlet oldu.
Sykes-Picot Anlaşmasının Sonu ve Yeni Ortadoğu Projesinin Başlangıcı
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makaleye göre bugün Batı karşıtı yeni güçlerin ortaya çıkması Batılıların menfaatlerini tehlikeye atmış ve bu güçlerin servet ve menfaat hususunda onlara rakip olmaları nedeniyle Sykes-Picot anlaşmasına göre yapılan coğrafik ayrıştırmalar dönemi bitmiştir. Bu anlaşmanın icra olasılığı kalmadığı için onlarca yıl önce Avrupalı ve Amerikalı politikacılar bu konuya eğilerek üniversitelerin yardımı ve onların verdikleri ilmi verilerle bölge için yeni projeler çizdiler. Maalesef bu işin için de çoğu zaman Avrupa’da ve Amerika’da okuyan Arap asıllı öğrencilerin yüksek lisans veya doktora tezlerinden yararlanılmıştır. Batılılar bu araştırmalardan istifade ederek bölge hakkındaki gelecek planlarını yaptılar. Nitekim bu tezlerde Arap ülkelerinin mezhebi, siyasi, dini, kültürel ve toplumsal bütün özellikleri en ince ayrıntılarıyla ele alındığı için farklı ilmi açılardan kader belirleyici kararların alınmasında bunlardan istifade edildi.
El-İntikad bunun abartı olmadığını ve bölgenin parçalanması projesi için ikazda bulunanların karşısında yer alan kimselerin istifade ettikleri komplo teorileriyle de bir ilgisinin olmadığını söylemektedir.
Yeni Ortadoğu terimi bilhassa 11 Eylül’den sonra Amerikalı ve Avrupalı siyasi yetkililerin en çok kullandıkları ıstılahlardan biridir. Bu projenin ayrıntıları hakkında birçok şey söylenmiştir ki Afganistan ve Irak’a yapılan saldırıların ve daha sonra Siyonist rejimin Hizbullah ile giriştiği 33 günlük savaşın bu projenin farklı aşamaları olduğunu görmekteyiz.
Batının Yeni Ortadoğu Projesinin Önündeki Engeller
a- Siyonist Rejimin Zayıflığı ve Varlığını Korumadaki Güçsüzlüğü
Arap dünyasında yeni coğrafyaların icadı ve ayrışma zeminlerinin oluşması için yapılan girişimler incelendiğinde bazı kazanımlarla karşılaşırız. Bunların en önemlisi İsrail’i her mekana saldırabilecek bir güç olmaktan çıkarıp elektronik duvarların arkasına saklanmak zorunda bırakan Hizbullah ve Filistin direniş güçleri karşısında ardı ardına aldığı yenilgilerdir. İsrail bugün varlığını koruyabilmek için etrafını duvarlarla örmek zorunda kalmıştır. Kendi varlığını koruyabilmek için de Batının menfaatlerini savunma rolünden vazgeçmiştir. Tabii bu, İsrail’in kurulduğu günden bugüne dek yaşadığı en kötü değişim sayılmaktadır.
b- Amerika’nın Bölgedeki Yenilgileri ve Yeni Kutupların Ortaya Çıkması
Bu hususta incelenmesi gereken ikinci bir kazanım da Amerika’nın yenilgileridir. Bu yenilgi serisi ilk olarak 2006’da Lübnan’da başladı ve Irak yenilgisi ile devam etti ve büyük bir ihtimalle yakın bir zamanda Afganistan’da da mağlup olacaklar. Bunlara ilave olarak Amerika ve Avrupa’nın İran’ın artan nüfuzu karşısındaki güç kaybını da zikredebiliriz. Keza yeni dünya tek kutuplu bir dünya değildir. Artık çok kutuplu bir dünya düzeni vardır. Amerika ile birlikte Çin ve Rusya gibi güçlü aktörler belirmiştir ve bölgede İran gibi etkili ve büyük başka bir aktör daha vardır.
c- Arap Devrimlerinin Sert Kasırgası ve Batılı Müttefiklerin Düşüşü
Söz konusu makalenin devamında şunlar ifade edilmektedir; Arap dünyası, dünyanın en büyük rekabet alanlarından biridir. Ayrıca, dillendirmemiz gereken bir diğer kazanım ise Tunus ve Mısır’da Amerika’ya bağımlı yönetimlerin halk devrimleriyle düşmesi ve Amerika’nın müttefikleri olan Körfez ülkelerinin de aynı alın yazısına sahip olma ihtimalinin belirmesidir. Bu nedenledir ki Amerikalılar Arap devrimlerinin önünü kesmek, kendi taraftarları olan rejimlerin düşmesine engel olmak ve bu devrimlerden ötürü bölgede Batılıların ve Amerikalıların menfaatlerini tehdit eden unsurlarla mücadele etmek için farklı seçenekler üzerinde çalışmalar yapmaktadırlar.
Batılıların İslamcıların Güçlenmelerinden Duyduğu Kaygı
Batılıların bu devrimlerden kaygı duymalarının nedenleri şunlardır; bu devrimlerle birlikte Amerika’ya muhalif İslamcı akımlar işbaşına geleceklerdir. Bu akımlardan bazıları dış politikadaki tutumlarını açıkça ilan etmemiş ve bunu sonraya bırakmışlardır. Bu da değişim taraftarı olan halkçı bir yapının ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır ki İran buna İslami uyanış demektedir. Bu uyanış doğrudan Amerika ve diğer sömürgeci güçlerden kurtulmayı amaçlayarak Arap ve İslam dünyası için yeni bir gelecek belirleyecektir. Bu, devrimcilerin sıklıkla dile getirdikleri bir söylemdir. Bu söylemden ötürü Mısır ve Tunus parlamentolarında daha çok İslamcı adaylar milletvekili oldular. Bu, değişim peşinde olan her ülkenin teveccüh ettiği ideal bir şeydir.
Arap Devrimleri Amerika İçin Bir Sürprizdi
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalede bu olayların meydana geliş zamanının Amerikalılar için sürpriz olduğu yazılmaktadır. Ancak bu devrimlerin gerçekleşeceği öngörüsü Amerika’daki düşünsel projelerde vardı. Bu yüzden bu devrimlere karşı koyma ve buna benzer durumlar için önceden hazırlanmış reçeteleri bulunmaktaydı. Nitekim daha önce Amerika’da ve Avrupa’da bu devrimlerin olacağı öngörüsünde bulunan insanlar vardı. Bu yüzden Batı ve Siyonistlerin menfaatleri için bu devrimlerden kaynaklanabilecek tehlikenin engellenmesi amacıyla kompleks düşünceler tarihi araştırmaları ile istihbarat raporları incelendi.
Bölge Dengelerinde İslamcıların Silinmesi İçin Tefrika Yaratma Politikaları
İslamcı akımların güçlenmesini hiçbir şekilde kabul etmeyen İsrail, Amerika ve Avrupalı karar mercileri, stratejik tehlike olmamaları ve Amerika, İsrail ve Avrupa’nın nüfuzunu tehdit etmemeleri için güç peşinde olan her İslamcı akımın içinde tefrika yaratma ve onları iç çekişmelerle meşgul etme kararı aldılar.
Tabii bu yeni bir şey değil, eskiden beri kullanılan bir yöntemdir ve bugün sadece zamanın gereksinimlerinden ötürü sadece isim ve formu değişmiştir. Eskiden buna “böl ve yönet” politikası deniliyordu. Bugün bu politikadan farklı isimler altında istifade edilmektedir. Yaratılacak bu tefrika başka ülkelerde etki alanının artmasına neden olmasa bile başkalarından gelecek tehlikeleri ortadan kaldıracak veya asgari seviyeye düşürecektir.
Batının 20 Yıllık Bölge Ülkelerini Parçalama Karnesi / Batının Bir Sonraki Hedefleri: Libya ve Mısır
Batılıların 1991’den 2011’e kadar Irak ve Sudan olmak üzere iki ülkenin parçalanmasında başarılı tecrübeleri olmuştur. Libya, Mısır ve Sudan’ın tekrar parçalanmasına dönük tehlikeli projeleri de mevcuttur.
El-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalenin devamında Sykes-Picot Anlaşması çerçevesinde Arap ülkelerini parçalama ve yeni bir coğrafya oluşturma komplolarının yenilgi ile sonuçlanmasından sonra Batının ve Amerika’nın İslam dünyasını parçalamak için hazırladıkları yeni projeleri ele alınmaktadır. Bu projelere göre Batı İslami gruplar arasında iç çatışma yaratmak vesilesiyle İslamcı akımların bölgedeki güçlerini zayıflatma peşindedir. Böylece İslamcı akımlar gerçek düşmanları olan İsrail’den gafil kalacaklardır. Tabii bu programların bölgede nüfuz için yeni süreçlerin başlaması zemininde başka sonuç ve fonksiyonları da olmuştur. Bu sonuçlardan biri bağımsızlıklarına yeni kavuşmuş ülkelerin varlıklarının devamı için yabancı güçlerin desteğine ihtiyaç duymalarıdır. Bu ihtiyacın, bu ülkelerin servetlerinin yağmalanması ve bunların farklı silahlarla teçhiz edilmeleri gibi başka neticeleri de olacaktır. Bu da servetleri yok olmaya yüz tutan ve ekonomik anlamda dar boğazda olan büyük ülkelerde yeni iş imkanlarının yaratılması ve önemli bir mali kaynak sağlanması anlamına gelmektedir.
Sömürgeci Güçlerin Arap Dünyası İçin Hazırladıkları Yeni Haritalar
Abdulhüseyin el-Şeyb kaleme aldığı makalesinin bu bölümünde söz konusu projenin örneklerini açıklayarak bu hususta yapılacak ufak bir incelemenin gerekli delillere ulaşmak için yeterli olacağını söylemektedir. Bu konuda araştırma yapan herkes farklı kaynaklardan bu yeni haritalara ulaşabilir. Nitekim internette çok eskiden beri Ortadoğu için hazırlanmış haritalar, projeler ve belgeler mevcuttur. Bunların çoğunu Batılıların oluşturduğu ve Batı başkentlerindeki karar alıcı merkezler ile güçlü ilişkileri olan güvenilir kurumlar ve kaynaklar hazırlamıştır.
Bağdat’ın Kuveyt’i İşgalinin Teşviki ve Irak’ın Parçalanması
1991’de Washington’un Saddam aleyhinde planladığı Çöl Fırtınası savaşı vuku buldu. Bu savaşta Beyaz Saray, Saddam Hüseyin’i Kuveyt’e saldırması için tahrik etti ve sonra kendisi sözde bu ülkeyi kurtarmak için harekete geçti. Ardından ülkenin kuzeyinde bugün kendisine Irak Kürdistan’ı dediğimiz bir Kürt devleti kurmak için Irak’ta uçuşa yasak bölge çizdi. Bu devletin şuanda başkanı, hükümeti, parlamentosu, para birimi, bayrağı ve sınırları vardır. Arap ülkeleri bu projeye karşı hiçbir tepki göstermediler. Hatta bir bütün olup kardeş ülke Kuveyt’i kurtarmak için George Bush’un yanında yer aldılar. Hiç kimse bu olayı unutamaz. En fazla unuttuğunu göstermeye çalışır. Hâlbuki o dönemlerde Batılıların verdikleri kimyasal silahlarla Saddam Kürt şehri Halepçe’de çok feci bir katliam yapmıştı.
Bu olayın üzerinden 20 yıl geçmesine, bütün bu tecrübelere ve Irak’ın Amerikalıların eliyle işgal edilip daha sonra Amerikalıların Irak’tan zelil bir şekilde çekilmesine rağmen Kürt bölgesinin merkezi yönetime bağlanması konusu hala gündeme gelmemiştir. Bilakis çatışmalar ve bu iki bölgenin ayrılma hakkındaki sözleri daha da artmış ve Irak’ın üç küçük devlete bölünmesi gündeme gelmiştir. Nitekim şuanda fiili bir şekilde Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti vardır ve güneyde bir Şii devleti ve merkezi bölgede de bir Sünni idare kurulmak istenmektedir.
Arap Devrimlerinin Başlamasından Önce Sudan’ın Parçalanması
Geçen yıl Arap devrimlerinin başlamasından sadece bir hafta önce Sudan’ın parçalanma süreci kanuni bir şekilde gerçekleşti ve Sudan’ın güneyi merkezden ayrıldı. Bu süreç, sonucu herkes tarafında bilinen anket sonuçlarına göre ve “geleceği belirleme hakkı” adı altında gerçekleşti. Amerika bütün imkanlarını bu doğrultuda kullanarak Sudan devlet başkanı Ömer el-Beşir’i referandumu kabul etmeye mecbur bıraktı. Bu bağlamda Uluslararası İnsan Hakları Mahkemesi de Ömer el-Beşir’e aba altından sopa gösteriyordu. Nihayetinde Amerika burada da istediğini yaptırdı. Böylece Güney Sudan devleti 2011’in ortalarına doğru tesis edilmiş oldu ve bir yıl gibi kısa bir süre içinde kuzey ahalisi güney bölgesi vatandaşlarının gözünde yabancı sayılmaya başlandı.
Bu olay, Kuzey Irak’ta İsrail’in istihbarat teşkilatının faaliyet ve nüfuzunun artmasına benziyordu. Böylece Güney Sudan her şeyden önde Siyonist rejimi resmi bir şekilde tanıdı ve İsrail yeni kurulan Güney Sudan devletinde büyükelçilik açtı. Bu iki bölgenin bir diğer ortak özelliği ise Batılıların yıllarca ağızlarının suyunun akmasına neden olacak geniş petrol kaynaklarına sahip olmasıdır.
Bölge Ülkelerinin Parçalanmasına Karşın Arapların Ölümcül Suskunlukları
Hikâyenin geri kalan kısmı da bellidir. Arap ülkeleri Irak’ta olduğu gibi Sudan’ın parçalanması karşısında da hiçbir tepki göstermediler. Arap devrimlerinden ötürü iç işleriyle meşgul oldukları bahanesini öne sürdüler. Bu konu Arap ülkelerinin bir konuya odaklanarak birkaç cephede hareket edemeyeceklerini bize göstermiştir. Onlar bu hususta güçlerini bile denemeye bile yanaşmamaktadırlar.
Batının Ayrışma Talebinin Sonraki Aşaması; Libya
Sudan’ın parçalanmasının üzerinden daha henüz bir yıl geçtikten sonra bugün Libya ciddi bir şekilde parçalanma aşamasına gelmiştir. Bu olay, bu ülkenin diktatörünü deviren halk hareketinin kazanımlarına el koyan, ülkeye istikrarın gelmemesi için ellerinden geldikçe halk arasında silah dağıtan ve Sudan tecrübesini Libya’ya uyarlamak ve bunun savaşa dönüşmesi amacıyla bölgesel ve kabilevi çatışmaların kapısını aralayan Batılıların gözleri önünde gerçekleşecektir.
Libya’nın parçalanma planının ilk aşaması Burka bölgesini hedeflemektedir. Bölgenin politikacı ve kabile reisleri burayı federal ve özerk bir mıntıka ilan ederek “Bölge Yüksek Konsey Başkanlığına” Şeyh Ahmed el-Şerif el-Senusi’yi seçtiler. Bu girişim Libya’nın parçalanma projesinin kanıtıdır. Bu bölge, Milli Konsey tarafından inzivaya itildiği, askeri vb. düzenlemelerde yeterli payı alamadıkları bahanesiyle bağımsızlığını ilan etti. Bölgenin politikacıları ve kabile reisleri eski rejimin bazı yetkililerinin yeni kurulan devlete sızmaya çalıştığını söylüyorlardı. Ayrılıkçıların doğuda Burka, güneyde Fizan ve batıda Trablus bölgelerini kapsayacak federal sisteme geçilmesi için kendilerine has yöntemleri mevcuttur.
Batı Neden Libya’yı Parçalamak İstemektedir?
Söz konusu makalenin devamında kabile reislerini bu girişimler için kim teşvik etmektedir, sorusu sorulmakta ve buna şöyle cevap verilmektedir: Kuşkusuz bunlar devrimden sonra ülke yönetimini elinde bulunduran Amerika, Fransa ve İngiltere’dir. Bu ülkeler Libya’nın federal sisteme geçmesini ve ülkenin parçalanmasını istemektedir. Nitekim geniş petrol yataklarına sahip Burka bölgesinin bağımsızlık için başka ülkelerin onayına ihtiyaç duyacak bir yönetime ihtiyacı olacağı göz önünde bulundurulursa, söz konusu ülkelerin neden Libya’da federalizmi istedikleri aşikar olacaktır.
Tabiî ki Batılı ülkeler ilk aşamada bu gelişmeler karşısında hiçbir tepkide bulunmayacaktır. Ancak daha sonraları bunun Libya halkının kendi geleceğini belirlemesi olduğunu söyleyecek ve Sudan’da olduğu gibi bu hareketin desteklenmesi gerektiğini iddia edeceklerdir.
Libya’nın parçalanması hususundaki bir diğer mülahaza da Libya Geçici Konsey Başkanı Mustafa Abdulcelili’nin sert beyanlarını yumuşatmasıydı. O, ilk açıklamalarında Libya’nın parçalanmaması için zora başvurma tehdidinde bulunmuştu. Ancak daha sonra bu ifadelerini yumuşatarak sadece “halkın uyanıklığı ülkenin parçalanma komplolarını başarısız kılacaktır” demekle yetinmiştir. Bu durum, mevcut hadiselerin Abdulcelil’in ve Libya Geçici Konseyinin yetki çalanının dışında olduğunu ortaya koymaktadır. Nitekim Batılıların değerlendirmeleri de Libya’nın parçalanma hareketinin başladığı yönündedir.
Fransız gazeteci John Levy, Liberation gazetesinde yayınlanan bu hususta kaleme aldığı araştırmasında “Acaba bu Libya’nın parçalanması için son dönemin ilanı mıdır?” sorusunu sorduktan sonra cevabı Libya’daki Fransız eski diplomatlardan Patrick Haymzadah’e bırakmaktadır. Patrick Libya’nın parçalanmasının kesin olduğunu söylemekte ve buna delil olarak da Bingazi halkının Trablus’un hâkimiyetini kabule yanaşmayacağını ifade etmektedir.
Batılıların Libya’yı Parçalama Faaliyetleri İçin Haber Boykotu
Söz konusu araştırmaya göre Libyalılar arasındaki ihtilaf ve ayrılıkların takviye edilmesinin Batı’ya sağlayacağı ekonomik yararlar hakkında o kadar fazla makale ve araştırma mevcut olmasına rağmen Batılı politikacıların Libya’daki faaliyetleri medyaya yansımamakta ve işleri gizli yürütülmektedir. Tabii Fransa Savunma Bakanının bu ülkeyi ziyaret etmesi ve askeri eğitim ile silah satış anlaşmaları imzalaması Batı ekonomisinin Libya halkının musibetlerini nasıl sömürdüğünü göstermiştir. Keza Fransa’nın Libya’da savaş ganimetlerini toplamak istediğini de ortaya koydu. Fransa Libya ile daha fazla anlaşma imzalamak ve Mirage uçaklarını bu ülkeye geri götürmek istemektedir. Bu durum kesinlikle merkezi yönetimden bağımsız olacak her bölge için de geçerli olacaktır. Zira onlar bağımsız devlet icadının alt yapısına ihtiyaç duyacaklar ve silah da bu gerekliliklerden biridir. Ve alımlar da doğaldır ki Libya halkını diktatörün zulmünden kurtardığını iddia edenlerden bu yapılacaktır.
Makalede Libya’nın parçalanması projesinde Burka bölgesinin coğrafik konumuna vurguda bulunulmakta ve şöyle denmektedir: Bölgenin sınır komşuları Sudan ve Mısır’dır. Nitekim Batılılar tarafında Sudan’dan koparılması gündem maddeleri arasında olan Darfur bölgesi de bu bölgeye yakındır. Bununla birlikte Darfur’da merkezi hükümet aleyhinde askeri ve siyasi faaliyet gösteren Adalet ve Eşitlik Hareketinin liderlerinin Libya’da çok güçlü ilişkileri bulunuyor. Bu konu daha önce de Sudan’ın itirazlarına neden olmuştu.
Mısır’ın Parçalanması ve Filistinlilerin Buraya Nakli Projesi
Mısır da benzer komplolarla karşı karşıyadır. Burka ahalisi bu istemlerini dillendirdiği sırada yabancı yatırımlar hakkında araştırma yapan Samih Ebu Zeyd ve Eşref el-Aşmavi adlı Mısırlı iki yargıç Mısır İç işleri Bakanlığında yaptıkları basın toplantısında Amerika Merkez Akademisinde Mısır’ı dört küçük ülkeye ayıran haritalar gördüklerini ilan ettiler. Bu haritalara göre Mısır’ın parçalanmasıyla el-Delta, Kanal, Kahire ve Said olmak üzere Mısır’da dört devlet kurulacaktır. Bu açıklamalar insan hakları örtüsü altında gizlenen bazı kurumların mahiyetleri hakkında büyük tartışmalara yol açtı. Mısırlı birçok uzman uzun zamandan bu yana Mısır’ın parçalanma projelerinin mevcudiyetine inanmaktadır. Söz konusu uzmanlar bu hususta Büyük Ortadoğu Projesine işaret ediyorlar. Nitekim bu kişiler, Amerikan kongresinin 1983’te onayladığı proje gereğince, Amerika’nın daha rahat bir şekilde hakimiyet kurmak ve İsrail sultasını sağlamlaştırmak için Arap bölgesinin küçük ülkelere paylaştırmak istendiğini söylemektedirler. Bu iki yargıcın açıklamalarından önce mezkur komplo hakkında bazı makale ve araştırmalar yayınlandıktan sonra, kendisine “Amerikalı Siyonist oryantalist piskopos” adı verilen Bernard Lewis, Arap ülkelerinin küçük devletlere parçalanmalarına değinmiş ve Mısır’ı da dört küçük ülkeye parçalanması gereken ülkelerden biri unvanıyla anmıştır. Mısır’da kurulması planlanan bu ülkeler şunlar olacaktır; doğuda küçük bir İslam devleti, el-Said’te bir Hıristiyan devleti, Mısır’ın güneyinde ve Sudan sınırında başka bir devlet ve Gazze Şeridi’ndeki Filistinlileri yerleştirmeyi düşündükleri Sina çölünde kurulacak dördüncü bir idare.
Acaba Sudan Tekrar Mı Parçalanacak?
Uzmanlar Bernard Lewis planına göre Sudan’ın birincisi güneyde, ikincisi kuzeyde ve üçüncüsünün de batıda olacağı üç ülkeye bölünmesinin kararlaştırıldığını söylemektedirler. Böylece Güney Mısır devleti Darfur bölgesi ile sınır komşusu olacaktır. Nitekim bu iki bölge halkının birbirleriyle çok güçlü ilişkileri vardır. Hatta bu güçlü ilişkilerden ötürü Libya’nın eski rejimi Burka bölgesine yakın Mısır topraklarının Libya’ya ait olduğunu ve Mısırlılara emanet edildiğini bile iddia ediyorlardı.
Parçalama Projelerinin İcrası İçin En İyi Vesile Kaostur
Makalenin ikinci bölümünün sonunda, bölgede dikkatli bir şekilde hazırlanmış bir parçalanma sürecinin olduğunu ve şuanda bu ülkelerdeki halk devrimlerinden sonra kaos yaratma vesilesiyle bu projenin devamının icrasına çalışıldığı belirtilmektedir. Projelerini hayata geçirmek ve bu değişimleri kendi lehlerine kontrol altına almak için sürekli fırsat kollayan kimselerin varlığı göz önünde bulundurulursa bu aşama her devrimin ve ülkenin en tehlikeli uğraklarından biridir diyebiliriz.
Batının Suriye’yi Düşürme Planları / Arabistan ve Yemen’in 3-4 Parçaya Bölünmesi
Fars Haber Ajansının bildirdiğine göre el-İntikad Haber Ajansında yayınlanan makalenin üçüncü ve son bölümünde Amerika’nın bölge ülkelerini parçalama planları içinde Suriye’deki olaylara değinilmiş ve Suriye’deki hadiselerle Libya’dakiler arasındaki irtibat Libya’nın parçalanması meselesinden sonra incelenmiştir.
Rusya’nın BM temsilcisi Vitaly Churkin’in Suriyeli muhaliflerin devrimden sonra Libya topraklarında eğitim gördüklerini açıklamasından sonra Libya ile Suriye olayları birbirleriyle ilintilendirilmeye başlandı.
Vitaly Churkin, “Kendilerine Suriyeli devrimciler diyen bir grup için Libya’da özel eğitim merkezi kurulduğunu ve bu ülke yetkililerinin de bu merkezi destekledikleri haberlerinin Rusya’ya ulaştığını” söylemişti.
Vitaly Churkin sözlerinin devamında “Suriye yönetimine muhalif kimseler bu merkezde gerekli eğitimi aldıktan sonra çatışmalara katılmak için Suriye’ye gittiklerini ifade ediyorlar” demişti.
Libya Batı’nın Suriye Aleyhindeki Komplolarına Niçin Aracı Oldu?
Vitaly Churkin’in bu önemli açıklamaları Suriye’deki gerçeklerin sadece bir kısmını göstermektedir. Avrupalıların da içlerinde olduğu farklı ülkelerin vatandaşları Beşşar Esed yönetimini düşürmek için çabalamaktadırlar.
Libya, diktatörlük ile Milli Konsey arasındaki aşamada kaybolduğu bu dönemde Batılıların Suriye hakkındaki projelerini icra etmek için en iyi rolü oynayacak durumdadır. Zira bu ülkede yaşanan kaos ve hareket etmeye başlayan parçalanma treni Milli Konseye Şam aleyhindeki faaliyetlerin sorumluluklarından kaçınma imkanı vermektedir. Bu durum Libya’nın yeni hükümetinin nihai bir şekilde iş başına gelip Libya’nın her tarafında hâkimiyetini kuracağı güne kadar geçerli olacaktır.
Bu yüzden Esed’in düşmesi hususunda bir şeyler yapmak isteyen ülkeler için en iyi seçenek Libya’dır. Tabii Arabistan ve Katar gibi ülkeler de açık bir şekilde Suriyeli muhaliflere para ve silah yardımı yapılmasının zaruretini dillendirmektedirler. Farklı haber kaynaklarından elde edilen bilgilere göre Arabistan silahları Suriye devleti aleyhinde kullanılmaları için Ürdün ve diğer ülkelerin topraklarından Suriye’ye intikal ettirilmektedir.
Batılılar Tarafından Suriye’nin Parçalanması Planının Aşamaları
Bütün bu olaylar resmin bütününü göstermektedir. Bazı ülkeler Suriye’deki olayların artarak bunun çatışmalara dönüşmesini ve oluşacak kaos ile Suriye toplumunun içersindeki ayırımı arttırmak istemektedirler. Zaten iç savaş başlarsa artık bunu durdurmak çok zor olacaktır. Özellikle bu savaş din ve mezhep elbisesine bürünür ve Suriye toplumunun farklı yapıları arasındaki güveni ortadan kaldırarak ihtilafları daha da derinleştirirse bunun önünün alınması imkânsız olacaktır. Bütün bu aşamalar Suriye’nin psikolojik parçalanmasıyla beraber bölgesel ve mezhebi ayrışmasını da kendisiyle birlikte getirebilir. Bu Suriye’deki her hareketin alt yapısı sayılmaktadır. Güvenli bölgelerin oluşturulması ve komşu ülkelerde insani yardım koridorları ile mülteciler için kampların kurulması gelecekteki bu parçalama planı için zemin hazırlamaktır. Nitekim bu planlar daha önce Irak ve Sudan’da kullanılmıştır.
Suriye aleyhinde hazırlanan planlar zamanla meselenin Beşşar Esed’i devirmekten öte bir şey olduğu göstermiştir. Hedef bu ülkenin parçalanması ortamını hazırlamak için Suriye’de yönetimi düşürmek, ülkede kaos yaratmak ve iç savaş başlatmaktır. Batılıların ve Arapların hareketleri de bu teoriyi doğrulamaktadır. Batının Suriye’yi parçalama temayüllerini gösteren birçok nişane ve belge vardır. Nitekim bazı politikacılar bunu aleni bir şekilde dile de getirdiler. Bunlardan biri Velid Canbolat’tır. Lübnan’ın el-Ahbar gazetesinin 7 Martta yayınladığı haberinde Velid Canbolat Londra’ya gitmeden önce partisinin yetkililerine yaptığı konuşmada “Beşşar Esed’in artık iş başında kalamayacağını, Suriye devletinin de Sünniler ve Aleviler olmak üzere iki devlete parçalanacağını ve Suriyeli Dürzîlerin Sünnilerin yanında yer alacaklarını” söylemişti.
Fransızların Suriye’yi Parçalamak İçin Yaptıkları Geniş Araştırmalar
Bu, iki ay önce Fransa’da yapılan bir araştırmanın da ulaştığı bir sonuçtur. Bu proje Fransa İstihbarat Araştırma Merkezi ile Uluslararası Terörizm ile Savaş ve Terör Mağdurlarına Yardım Araştırmaları Merkezi tarafından masaya yatırılmıştır. Bu projede yer alan farklı uzmanlardan heyet Suriye’deki olaylar hakkındaki değerlendirmelerini tarafsız olarak yazmak için 3–10 Aralık tarihinde Suriye’ye gitmişti.
Bu heyet Suriye dışındaki farklı muhalif grupların temsilcileri ile yaptıkları görüşmelerin ardından değerlendirmelerini bitirdiler. Söz konusu heyet araştırmaları için Avrupa’daki Ortadoğu uzmanlarıyla, Rusya, Avrupa ve Arap ülkelerindeki birçok Suriye vatandaşı diplomatla, istihbarat örgütleriyle, insani yardım kuruluşları ve uluslararası gazetelerin muhabirleriyle de görüştüler.
Bu araştırmalar şunu gösteriyordu: Suriye’nin Lübnanlaştırılması, Suriye’de mezhebi ve kavmi çatışmaların çıkması ve bütün ülkeyi kapsayan iç savaşın gerçekleşmesi kesin değildir. Ancak uzmanlar muhaliflerin uluslararası müdahalelere ümit bağladıkları için silahlarını bırakmayacaklarına ve Suriye olaylarında üç olası büyük tehlikenin mevcut olduğuna vurgu yaptılar.
Bu araştırmanın işaret ettiği bu üç olasılık şunlardır:
1- Bölünme ve ardından mezhebi ve etnik temizlik. (Dayton Anlaşmasında ve eski Yugoslavya’da vuku bulan olaylar gibi)
2- Sorunu çözmek için Libya örneğinde olduğu gibi azınlıkların ve diğer taifelerin Lübnan’a gönderilmeleri
3- 1989’da Lübnan’da yapılan taifeler anlaşması esas alınarak farklı gruplara dayanan liberal bir sistemin kurulması.
Batılıların Hedefi Beşşar Esed’i Devirmekten Öte Bir Şeydir
Bu araştırmada, Suriye olayları hakkındaki değerlendirmelerde ilginç bir noktaya değinilmiştir; bu stratejilerin yerel, bölgesel ve uluslararası boyutlardaki asli hedefi Suriye’deki Beşşar Esed yönetimini devirmek değildir. Zira bu yönetim yapacağı bazı reformlarla bölgede daha ılımlı bir politika güdebilirdi. Bilakis hedef, Suriye toplumunu ortadan kaldırmaktır.
Bu cümle Beşşar Esed aleyhindeki bölgesel ve uluslararası bütün faaliyetlerin nedenini anlatmaktadır. Bu faaliyetler Beşşar Esed’i devirmenin ötesini amaçlayan girişimlerdir. Suriye devletinin hüviyetinde köklü değişimlere giderek bu ülkenin gücü yok edilmek istenmektedir. Nitekim bu ülke aleyhindeki kapsayıcı bir savaş direniş güçleri ile İsrail arasındaki mücadelenin geleceğini de belirleme özelliğine sahiptir.
Bu araştırma bu projenin Suriye’ye uyarlanmasının zorluklarını da dillendirmekte ve Tunus, Mısır, Libya, Yemen ve Suriye’nin uzun zaman alacak bu değişimlerin farklı aşamaları olduğunu söylemektedir. Bu ülkeler arasında her ne kadar benzer özellikler bulunsa da her birinin kendisine has konumundan ötürü özel planların yapılması gerekmektedir. Suriye’nin tarihi, içtimai, dini ve coğrafik yapısı göz önünde bulundurulduğu zaman bu güçlü ülke için daha fazla faaliyete ihtiyaç duydukları açıktır.
Teoriden Pratiğe Yemen’in 4 Bölgeye Ayrıştırılması
Abdulhüseyin el-Şeyb kaleme aldığı makalesinin devamında şunları söylemektedir: Yukarıda zikredilenler Batılıların bugün bölge için göz önünde bulundurdukları projeleridir. Bu projenin bir bölümünde Yemen’in adı da değişim aşamasında olan 5 ülke arasında zikredilmiştir. Bu ülke dünyanın en yoksul ülkelerinden birine dönüşmüştür ve parçalanmanın sıkıntılarını her şeyi ile hissetmektedir. Her ne kadar devlet ismi almamış olsalar da bugün Yemen dört küçük idareye bölünmüştür ve bir tür federal yapıya sahiptir. Tek farkı merkezi hükümetin şuanda bile Sana’da güçlü bir şekilde varlığını devam ettirmesidir.
Bu arada Güney hareketi ülkenin güneyinin Kuzey Yemen’den ayrılması için çabalamakta ve rejimi bölgelerini ve halklarını fakir bırakmakla ve servet ve kaynaklarını yağmalamakla itham etmektedir. Üstelik Yemen Cumhuriyeti’nin kuruluşunun üzerinden daha 20 yıl bile geçmemiştir. Bu müddet de Yemen’in farklı dini ve kabilevi yönelimlere sahip birleşik bir ülke olması için az bir zamandır. Öte yandan Yemen, daima bölgesel ve uluslararası çekişmelerin yaşandığı bir bölgede yer almaktadır.
Ayrıca el-Kaide’nin İslami emirlik ilan ettiği ve buradaki nüfuzunu her geçen gün arttırdığı Ebyin eyaleti de burada yer almaktadır. Arabistanlı kuvvetlerin doğrudan müdahalede bulundukları Sade bölgesi ise Husilerin kontrolü altındadır. Bu arada geriye sadece farklı gruplar arasında çatışmaların yaşandığı ve herkesin bir noktaya hükmettiği kuzey bölgesi kalmıştır. Yemen’de halk arasında Amerika’nın bu ülkeyi dört küçük devlete parçalayacağı söylemi çok yaygındır. Bu projeyi daha önce ABD eski Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice sunmuştu.
Amerika’nın Yemen’de Kaos Yaratmadaki Hedefleri
Terörist eylemler ve terörü destekleme bahaneleriyle Amerikalılar tarafından aranan Şeyh Abdulmecid el-Zindani ülkenin bölünme tehlikesinin devam ettiğine inanmaktadır. Rice buna yaratıcı kaos adını vererek “Bizler şuanda kaosun başlangıcında yaşamaktayız” demişti.
Şeyh el-Zindani Yemen’in dört küçük ülkeye parçalanmasının Büyük Ortadoğu Projesi bağlamında Amerikan Savunma Bakanlığının planı olduğunu söylemektedir. BOP, İsrail aleyhinde güçlü bir varlık göstermemesi için Arap ülkelerinin parçalanmasını ve zayıflatılmasını öngören bir projedir.
ABD’nin eski Yemen Büyükelçisi Edmund Hall’un açıklamalarından da Yemen’in parçalanma projesinin hayata geçirilmesi için yeşil ışık yakıldığını anlamamız mümkündür. Hall, Hazeral Mevt bölgesine yaptığı bir ziyaretinde bölgenin önde gelen şahısları ve grup başkanları ile yaptığı görüşmede “Hazeral Mevt bölgesinin bir devlet olma yeterliliğine sahip olduğunu” söylemişti.
El-İntikad’ta yayınlanan yazının devamında bu projenin Batılılara getirisi ele alınmakta ve Yemen’in bugünkü özellikleri şu sözlerle açıklanmaktadır; Yemen birleşik bir ülke olup yoğun bir nüfusa sahiptir. Akdeniz’de, Adn Körfezi’nde ve Arap Denizi’nde 2400 kilometrelik bir sahili vardır. Bu ülkenin farklı birçok farklı zenginliği bulunmaktadır ve İslami eğilimleri her şeyden önce gelir. Ülke kabile örflerine ve eyalet sistemine göre yönetilir ve İslam ümmetinin önemli meselelerinin destekleyicisidir. Küresel ve bölgesel arenada daima Amerika ve İsrail projelerinin aksi yönünde etkili tutum takınmaktadır. Bu yüzden Batılılar bölge aleyhindeki yıkıcı projelerinde bu ülkeye güvenilemeyeceğini söylemektedirler.
Arabistan da Batılıların Parçalama Projelerinden Yana Güvende Değildir
Makalede Batılıların Arabistan’ı parçalama planlarına da değinilmekte ve şunlar ifade edilmektedir: “Bu proje Arabistan’ın üç küçük devlete ayrılmasını öngörmektedir. Söz konusu proje 11 Eylül saldırılarından sonra Rand Araştırma Enstitüsü tarafından hazırlanarak Pentagon’a sunulmuştur. Bu proje yayınlandığı zaman büyük tartışmalara neden olmuş ve ardından da ABD Arabistan’ı 11 Eylül saldırılarına karışmakla itham etmişti.
Arabistan’ı parçalamayı öngören bu projeye göre Arabistan’ın petrol yataklarının olduğu doğuda ve el-İhsa’da, Necd bölgesinde ve batıda ayrı devletler kurulacaktır. Ülkenin Batısında kurulması planlanan din devletinin sınırları içinde Mekke ile Medine gibi mukaddes mekânlar da yer alacaktır.
Arabistan’ın parçalanması planını hazırlayanlar arasında yer alan Hudson Akademisinin kurucusu Maks Senger’in Suriye’de de önemli roller ifa etmesi ilginçtir.
Fars News’te yayınlanan bu makale medyasafak için çevrildi.
Azerbaycan rejiminden iğrenç tanıtım faaliyeti!...
Haqyolu.org sitesinde yayınlanan habere göre, Azerbaycan’da birkaç gündür, Aliyev rejimi tarafından 3 ve bazen 4 kişi (1-MİT 2-dini kurumlardan, 3-Cami topluluğundan, 4-Kafkas Müslümanlar İdaresinden) bir çok şehirde dolaşarak, müminlerle, halkla görüşmeler yapıyorlar.
Bu görüşmelerde halka Eurovision’un ve bu sapık yarışmanın Azerbaycan için faydalı, önemli ve büyük bir şans olduğunu anlatıyorlar.
Eurovision öncesi eşcinsellerin yürüyüşünün olacağı haberinin yalan ve sabotaj olduğunu iddia ediyorlar.
Çok ilginçtir ki, eğer eşcinsellerin yürüyüşü olmayacaksa, neden bunu töhmet ve iftira sayanlar sokaklardaki insanlara birer birer anlatmaya çalışıyor. Neden devlet tarafından televizyon veya radyo ile herkese ilan edilmiyor.
Hatırlatalım ki, birkaç gün önce Azerbaycan’ın Tebriz’deki konsolosluğu Tebriz Cuma imamının yanına gelerek mitingi iptal etmesini rica etmişti. Buna karşılık Tebriz Cuma imamı ‘’Eğer Azerbaycan hükümeti resmi şekilde eşcinsellerin yürüyüşünün olmayacağını söylerse, o zaman biz de mitingi iptal ederiz’’ demişti. Fakat resmi açıklama olmadı ve miting de düzenlendi.
Eurovision şarkı yarışması Azerbaycan Cumhuriyeti için 1 milyar dolara mal oluyor
Bu yıl Azerbaycan cumhuriyetinin başkenti Bakü’de yapılacak Eurovision şarkı yarışmasının Azerbaycan hükümetine 1 milyar dolara mal olduğu bildirildi.
Halkın itirazlarına rağmen, 2012 eurovision şarkı yarışmasını düzenlemekte ısrar eden Bakü yönetimi, bu organizasyon için büyük masraflar yaptı. Azerbaycan cumhuriyeti 2011 yılında başlayan yarışma alt yapı çalışmaları için, 320 milyon dolar tutarında dünya bankasında kredi çekti.
Bakü'de yapılan "Gül Bayramı" törenleri sırasında eşcinsellerin bayrağı renklerinde insan taşıyan balonlar da töreni izleyenlerin dikkatini çekti !....
Adın “Ali” ama gözlerin “Muaviye”ye benziyor (1
Herkesin dağarcığındakini ortaya döktüğü bir dönemi yaşıyoruz. İrin kadar tiksindirici bastırılmış mutaassıp duyguların ağızlardan salyalar gibi aktığı, insaf ve vicdanın bu kin kaynayan kalplerden pırını pırtısını toplayıp gittiği bir dönemde, insan kime ne diyeceğini şaşırıyor.
Bizler, İster Şii olsun veya Sünni, hatta Kitap Ehli, tekfirci zihniyete karşıyız. Bu zihniyeti kınayan, lanetleyen duyarlı Müslümanlar olduk ve olmaya da devam edeceğiz.
Çünkü tekfircilik tüm belaların başı, terörizmin, masumları katletmenin, işgalin, kavganın, savaşın ve tüm çirkefliklerin temel unsurudur. Çünkü tekfircilik Batının İslam dünyasına hediye ettiği dini imanı olmayan “Ummu’l Fesat” şirk kılıcıdır.
Zaman gazetesi yazarı sayın Ali Ünal’ın yazısını esefle okuduk. Elindeki kalemiyle İslam dininin sevgi ve kardeşlik namelerini bütün güzelliğiyle insanlığa sunacağına, birilerinin tekfirci ekmeğine yağ sürme çabasında, Şii Müslümanlar ve İran İslam İnkılâbını karalama sevdasında görmek bizi üzdü, yaraladı. Son dönemde aslı astarı olmayan iftiralar ise küçük bardağımızı taşırdı. Büyüklerim için cevap dahi verme düzeyinde olmadığından, büyük imparatorluğun varislerine cılız bedenimi siper etmek, bize kaldı. Bu bir savaş ilanı değil, barışın başlangıcıdır.
Daha giriş bölümünde Ali Ünal bey ithamlarla başlıyor yazısına, 30 yıl geriden alıyor, 13 asır daha geriye gidiyor sonra günümüze geliyor. Yeteri kadar çamur topladığını hissedince de sağa sola savuruyor. Batı emperyalizminin bütün hesaplarını altüst eden, Müslümanların onur abidesi İran İslam İnkılâbı'nın ilk yıllarına giderek çamur atmaya oradan başlıyor:
1982 yılında (30 yıl önce) İran’da 25 İslâm ülkesinden üniversite öğrencileri temsilcilerinin katıldığı bir sempozyuma gözlemci olarak davet edilmiş ve stantlarda sergilenen kitaplar içinde “Hadis tarihi” denilen bir kitap bulmuşmuş. Tabi yayın evine de bakmamış baksa “İmam Humeyni Yayınevi” olurdu herhalde. Sünni değerlerine saldıran bu kitabı hemen emir buyurmuş kaldırmışlar. Bu yüce hareketiyle Şiilerin fitneci komplosunu bertaraf eden ve bizim Sunni aleminin değerlerini koruyan kahramanımız, hızını alamamış bir İranlı diplomatın desteğiyle Pakistanlı Şiilerin de fitneci olduklarını ispat etmiş. Çünkü Pakistanlı Şiiler minberlerinde Sünnilerin aleyhinde konuşmadan minberden inmezlermiş. Daha ne olsun Kitabı bastıran İranlı Şiiler, onaylayan Şii diplomat, dağıtan ise her gün tekfirciler tarafından üçü beşi öldürülen gariban Pakistanlı Şiiler.
İnanın hayran kaldık. Resulullah Efendimizin (s.a.a) nübüvveti bile böyle muhkem kanıtlarla ispat edilmemişti şimdiye kadar. Muaviye gözüyle bakmanın avantajları bu. Yezidi Ümmet-i Muhammedi’nin halifesi olacak kadar pak, Hüseyin’i ailesiyle katledilmeyi hak edecek kadar fitneci görmeniz doğaldır. Sakın kınadığımızı zannetmeyin, hele söz uzun, hemen asabi olmayın!
Bakın Ali bey ne diyor:
1-Şiiler Kuran’ın tahrif olduğuna inanıyor
Tabi bu sözler ona ait değil bu sözler Şiileri Müslüman bilmeyen Vahhabi Müftüsü Şeyh Cibrile ait
(el-Lulu el-Mekki min fetava Şeyh b. Cibril, s.39)
2-Şiiler Sünnilere minberlerden hakaret etmeyi ibadet sayıyorlar
3-12 imam İnancı ve Mehdilik inancı tefrika sebebidir.
4- Şiîlik, öncelikle kendi müsbet değerleri üzerine değil, Sünnîlik karşıtlığı üzerine oturan bir mezheptir ve tarih boyu bu temelden beslenmiştir
5- Dolayısıyla gayrimüslim dünyaya karşı İslâmî bir hareketleri olmamış, sürekli Sünnîlik'le ve Sünnî dünya ile uğraşmışlardır
6- Şiîliğin İran-Pers İmparatorluğu'na son veren Hz. Ömer ve dolayısıyla Sünnîlik'ten nefret sebebi de katmerleşmiştir.
7- Başta Din'de lâkayt Emevîlik nihayet çoğunluğa uyunca Ehl-i Sünnet Cemaati'ne girdi. Başta Din'e sağlam sarılan Şiîlik ise azınlıkta kalmakla nihayet bir kısmı Râfızîliğe dayandı.
En altta Zaman gazetesi yazarı Ali Ünal’ın yazısının linkini vereceğiz.
Müslüman kardeşinin gözüne sokmak için 14 asırlık samanlıkta iğne arayan kardeşim! “Başını şu samanlıktan çıkar düşman kapıya dayandı” desek de sen o kadar dalmışsın ki bu mukaddes ameline, kılın kıpırdamayacak. Kafaya bir kere iğneleri koymuşsun. Dolayısıyla senin bu ısrarına mütekabil sana “o iğnenin bizim değil, kendi gözüne girecek iğne olduğunu hatırlatmak için birkaç rivayet nakletmek bize düştü.
Üsteki iddialarından bir bir başlayalım. Duyarlı bir Müslüman çıkıp şöyle dese ne cevap verirsin?
KURAN’IN TAHRİF OLDUĞUNA ŞİİLER DEĞİL, TAM AKSİNE SUNNİLER İNANIYOR
1. İğne:
"Ömer b. Hattab Kuran’dan recm ayetinin düştüğünü söyleyerek şöyle diyor: "Eğer insanlar Ömer, Kuran'a bir şey ekledi diyecek olmasalardı, ben bizzat kendi elimle recm ayetini yazardım." (bk. Sahih-i Buhari, Kitabul al-ahkam, Babu’ş Şehadet…)
"لو کان ان يقول الناس زاد عمر في کتاب الله لکتبت آية الرجم بيدي ...(صحيح بخاري، کتاب الاحکام، باب الشهادة عنه الحاکم”
Arapça ibaret çok net bir şekilde ikinci halifenin Kuran’ın tahrif olduğuna inandığını gösteriyor. Rivayet Ehli Sünnetin en önemli kitabı olan “Sahih-i Buhari’de gelmiş. Yani Halife Ömer Kuran'ın tahrif edildiğini, çünkü recm ile ilgili bir ayetin olduğunu söylüyor ve bunun tilavet yönünden neshedilmediğine de inanıyor; çünkü bizzat şartların elverişli olması durumunda bunu Kuran’a kaydetmek istediğini, fakat halkın tepkisinden çekindiği için yapamadığını söylüyor.
Size şu an önümde duran ve daha rahat bulabileceğiniz bir rivayet nakledeyim. Ehli Sünnetin 4 hak mezhebinden birinin imamı sayılan ve Ehli Sünnetin ilk rivayet kitabı Malik b. Enes’in “Muvatta’sında” (Parlayan yayınları Konya, 2008 yılı basımı Umut matbaacılık, rivayet 1516, sayfa 671) Said b. Museyyib’den şöyle nakledilir:
Ömer b. Hattab şöyle dedi: “Kalkıp da Allah’ın kitabında recm hükmünü bulamıyoruz diye recm ayetini inkar ederek helak olmaktan sakının çünkü Resulullah recm yaptı, biz de recm yaptık. Canım elinde olana andolsun! Eğer insanlar; Ömer Allah’ın kitabında fazlalık yaptı demeseydi “Evli erkekle evli kadın zina ederlerse, onlar muhakak recmedin” ayetini yazardım! Çünkü biz bunu okuyorduk.” Aynı rivayet (Mustedrek-i Hakim, 4:359, Müsend-i Ahmet: 1:23-29-36-40-50, Tabakat-ı İbn-i Saad: 3:334, Sünen-i Darami: 12, el-İtkan: 3:206) kitaplarında da nakledilmiştir.
روي بطرق متعدّدة أنّ عمر بن الخطاب، قال: "إيّاكم أن تهلكوا عن آية الرجم.. والذي نفسي بيده لولا أن يقول الناس: زاد عمر في كتاب الله لكتبتها: الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتّة، نكالاً من الله، والله عزيز حكيم. فإنّا قد قرأناها". )المستدرك 4: 359 و 360، مسند أحمد 1: 23 و 29 و 36 و 40 و 50، طبقات ابن سعد 3: 334، سنن الدارمي 2: 179, الإتقان 3: 206.(
Kuran’dan düştüğü iddia edilen ayet şu:
الشيخ والشيخة إذا زنيا فارجموهما البتّة
“Evli erkekle evli kadın zina ederlerse, onlar muhakak recmedin”
Ayrıca “el-İtkan”da, Ömer b. Hattab’ın şu an elimizdeki Kuran’da bulunmayan üsteki ayeti eline alarak Zeyd’in yanına gittiği, fakat Zeyd’in kendisinden başka şahit olmadığı için ayeti Kuran’a yazmadığı nakledilir. (El-İtkan, c.3, s.206) Rivayetin orijinali:
وأخرج ابن أشتة في (المصاحف) عن الليث بن سعد، قال: "إنّ عمر أتى إلى زيدٍ بآية الرجم، فلم يكتبها زيد لأنّه كان وحده" )الإتقان 3: 206.(
Aynı kitapta (Muvatta-ı Malik) bu rivayetten bir sonraki rivayet yani 1518. Rivayet sanki seninle bizim olaylara bakış açımızın farkını anlatır nitelikte:
Malik şöyle nakleder:
“Osman b. Affan’a 6 ayda doğum yapmış bir kadın getirildi. O da kadının recmedilmesini istedi. Olayı duyan Ali b. Ebu Talip ona şöyle dedi: Yüce Allah’ın kitabında Ahkaf 95 te “Çocuğun ana karnında taşınması ve sütten kesilmesi 30 aydır” demektedir. Bakara 233 te ise Emzirme süresinin 2 yıl (24 ay) olduğunu söylüyor. 30 aydan 24 ayı çıktığında geriye 6 ay kalır. Dolayısıyla gebelik 6 ay olabilir (Erken doğum yapmış olabilir.) Bunun üzerine Osman kadının arkasından haberci gönderdi. Fakat haberci ulaştığında kadın recmedilmişti.” (Muvatta, Malik b. Enes, Bursa 2008 basımı, tercüme Abdullah Parlıyan, s.672)
İşte seninle bizim aramızdaki fark bu, Ali bey! Senin adın Ali, fakat Muaviye gözüyle bakıyorsun olaylara ve krallığına ters düşen her şeyi kendine has karalama üslubuyla hallederek hem dünyanın hem ahretin anahtarlarını cebine indiriyorsun.
Yine birkaç iğne batıralım gözüne de iğne aramanın pek de hoş olmadığını anlayasın…
Başka bir tahrif rivayeti:
Ayşe’den şöyle nakledilir: “Gerçekten de Ahzab süresi Peygamberin zamanında 200 ayet olarak okunurdu. Oysa şu an ondan elimizde bu olanlar kaldı.” Rağıbın naklettiği ayette 100 olarak gelmiştir. (Muhazırat-ı Rağıb İsfahani, c.2, s.4 ve 434)
رُوي عن عائشة: "أنّ سورة الأحزاب كانت تُقْرأ في زمان النبي (صلى الله عليه وآله وسلم) في مائتي آية، فلم نقدر منها إلاّ على ما هو الآن"1. وفي لفظ الراغب: "مائة آية"2. ) محاضرات الراغب 2: 4 | 434.
Oysa Ahzab süresi 72 ayettir. Dikkat ederseniz elimizde sadece bunlar kaldı, işareti kesin dille tahrifi onaylamaktadır.
Başka bir iğne:
“Ömer’den, Ubey b. Kaab’dan, Akreme’den şöyle nakledilir: “Ahzap süresi Bakaraya yakındı veya daha uzundu ve onda recm ayeti vardı” (İtkan 3:85, Müsendi Ahmet 5:132, Müstedrek 4:359, Süneni Kübra 8:211, Tefsir-i Kurtubi 14:113, Keşşaf 3:518, ed-Durru’l Mensur 6:559, Menahilul İrfan 2:111)
ورُوي عن عمر وأُبي بن كعب وعكرمة مولى ابن عباس: "أنّ سورة الأحزاب كانت تقارب سورة البقرة، أو هي أطول منها، وفيها كانت آية الرجم". )الاتقان 3: 82، مسند أحمد 5: 132، المستدرك 4: 359، السنن الكبرى 8: 211، تفسير القرطبي 14: 113، الكشاف 3: 518، مناهل العرفان 2: 111، الدر المنثور 6: 559.(
Şu rivayetleri sokaktaki bir Ehli Sünnetin önüne koy ve ne anladığını sor! bakalım ne diyecek? Tabi sırf bu tahrif rivayetlerinin altından çıkmak için nash konusunu ortaya atmalarının sebebi de bu zaten.
Yani daha 1. Ve 2. Asırlarda Ehli Sünnet alimleri tahrife inanırken bizim Usul-u Kafi yazılmamıştı bile. Ayrıca hiç kimse Hz. Ali’den günümüze Şiilerin şu anda elimizde buluna Kuran’ın dışında bir Kuran bulundurduklarını da görmemiştir. Mukaddes kitabımız Kuran’ı Kerim’e Şiiler tarafından 5 binden fazla tefsir ve Kuran ilimleri dalında kitaplar yazılmıştır. Sizce tahrif olduğun inandıkları bir kitap için mi bunu yapmışlardır?
Başka bir iğne:
- Ehli-i Sünnet'in önemli kaynaklarından olan Mu'cem-i Tabaranî'de sahih senetle yer alan bir hadise göre Ömer b. Hattab şöyle dedi: "Kur'an bir milyon yirmi altı bin harftir." (Ed-Dürr-ül Mensûr (Suyutî), C.6, s.422, Mecme-üz Zevâid (Heytemî), C.7, s.163, Kenz-ül Ummâl (MuttakîHindî), c.1, s.517, c.1, s.541)
أخرج الطبراني عن عمر بن الخطاب، قال: "القرآن ألف ألف وسبعة وعشرون ألف حرف". بينما القرآن الذي بين أيدينا لا يبلغ ثلث هذا المقدار، قال الذهبي: "تفرّد محمّد بن عبيد بهذا الخبر الباطل"29، ميزان الاعتدال 3: 639
Oysa bu gün elimizde bulunan Kuran'ın harfleri bu rakamın üçte birini bile bulmuyor! Çünkü meşhur Kuran'ın üç yüz bin küsur harf olduğudur. Yani Kuran’ın üçte ikisi yok olmuş.
Aynı rivayeti Zehebî de Mizan-ül İ'tidal kitabında naklederek isyan bayrağı çekip hiçbir yorum peşine koşmadan bu rivayetin kesinlikle “Batıl” olduğunu söylemiştir. Yani bizim alimlerin birçoğu Kuran’ın tahrif olduğuna inanmış ve rivayet de nakletmişler ama ben bu rivayetleri kabul etmiyorum, diyor.
، قال الذهبي: "تفرّد محمّد بن عبيد بهذا الخبر الباطل"29، ميزان الاعتدال 3: 639
Gel de sen bunu Ali beye de! Hala o samanlıkta diğer Müslümanların gözüne batırmak için iğne arıyor.
İğneyi batırıp da ne yapmak istiyor deseniz söyleyeyim:
“İşin arkasında İsrail-Misrail yok, kıskançlık ve bencillik var. İğneyi batırıp kör diyecek, sonra da Cennet hurileri körlere gelmez diyip cennetin bütün hurilerini kendine cariye edecek (Osmanlı refleksi), sonra da bizi cehenneme atıp kurtulacak. Daha ne olsun!
Allah’ın cennetine kendisinden başkasının girmesini istemeyen adamlar böyledir. Sonra yer dolar kendisine yer kalmaz, huriler gider bekâr kalırlar korkusuyla hep yaşarlar. Bunun için de tekfircilik makinesini ürettiler, herkesi cehenneme şutlamak için.”
Nasıl olsa Ali bey bizi cehenneme gönderecek, durun en azıdan birkaç iğne daha gözüne batıralım. Cehennemden oturup, İslam inancının yüce savunucusu Ali beyi Cennette hurilerle seyrederken içimize fazla oturmasın.
Al bir İğne daha!
- Ayşe’den şöyle nakledilir: "Recm ve büyüklerin on defa süt emzirmesi (nin süt kardeşliği oluşturacağı) hususundaki ayetler benim yatağımın altında bulunan bir sayfa üzerinde yazılı idi. Peygamber vefat edince Peygamber'in vefatıyla meşgul olduk da keçi gelip onları yedi." (Bk. Dar-e Kutni, c.4, s.105, İbn-i Mâce, c.1, s.625)
رُوي عن عائشة أنَّها قالت: "نزلت آية الرجم ورضاع الكبير عشراً، ولقد كانت في صحيفة تحت سريري، فلمّا مات رسول الله (صلى الله عليه وآله وسلم) وتشاغلنا بموته دخل داجن فأكلها”.) مسند أحمد 6: 269، المحلّى 11: 235، سنن ابن ماجة 1: 625، الجامع لأحكام القرآن 14: 113(
Şu anda bu iddia edilen ayetler Kuran’ı Kerimde bulunmamaktadır. Nedeni ise bir keçinin yemesi olarak zikredilmiştir. Allah aşkına Kuran’ın tahrif olduğuna bundan daha açık bir rivayet olabilir mi? Yok bu iğne değil kirpiğim gözüme kaçtı, diyenlere diyecek sözümüz yok…
Yazının uzamaması için Arapça orijinallini yazmadan kaynağını vererek birkaç iğne daha takdim edelim:
- Nafî İbn-i Ömer'den nakleder ki: "Hiçbiriniz ben "Kuran'ın tümünü öğrendim" demesin. Çünkü, ne biliyor Kuran'ın bir çoğu kaybolup gitmiştir. Sadece desin ki ben Kuran'dan ortada olan kısmını öğrendim." (bk. El-İtkan (Suyûtî), c.2, s.25)
-Kenz-ül Ummâl'da ve birçok diğer kaynakta benzer bir rivayet Zerr'den şu şekilde nakledilmiştir: Übeyy b. Kab bana şöyle dedi: "Ey Zerr, Ahzap suresini kaç (ayet) olarak okuyorsun?" Ben de "Yetmiş üç" dedim. O zaman şöyle dedi: "Oysa Bakara suresine benziyordu; yada ondan da uzundu!! Biz onda recm ayetini de okuyorduk." Bir nakilde ise şöyle geçer: "O (Ahzap suresinin) sonunda şöyle diyordu: "Evli erkek ve evli kadın zina ettiklerinde, onları elbette recm edin!! Allah'tan bir ceza olarak; ve Allah Aziz ve Hekim'dir!! (Kenz-ül Ummâl, c.2, s.567, Ed-Dürr-ül Mensûr (Suyûtî), c. 5, s180.)
Bu hesaba göre Ahzap suresinden 200'ü aşkın ayet eksilmiştir!!
- Heytemî Mecme-üz Zevâid, kitabında Ebu Musa Eş'arî'den şöyle nakletmektedir: "Berâet (Tevbe) suresine benzer bir sure inmişti ki sonradan kaldırıldı ve ben ondan sadece şu cümleyi ezberledim: "Hiç şüphesiz Allah, bu dini öyle kavimlerle teyid eder ki (bu dinde hiçbir) payları yoktur."Mecme-üz Zevâid (Heytemî), c.5, s.302.
Naklettiği ve sadece “aklıma bunlar kaldı” dediği ayetler de şu anki Kuran’da yoktur.
- Yine aynı kaynakta şöyle nakledilmiştir: Hüzeyfe dedi ki: "Sizin Tevbe suresi diye adlandırdığız, azap suresidir. Oysa siz şimdi bu surede bizim okuduğumuzun ancak dörtte birini okuyorsunuz!! (Yani önceden surede olup da Ashap tarafından okunan ve Tevbe suresinin dörtte üçüne tekabül eden kısım şu anda Kuran'da mevcut değildir!!)" Mecme-üz Zevâid (Heytemî), 7, s.28. Aynı rivayet cüzî bir tabir farkıyla Müstedrek-i Hakim'de de nakledilmiş ve altına şu kayıt düşülmüştür: Bu Buharî ve Müslim'in şartlarına göre sahih hadistir, ama onlar tahric etmemişlerdir.
Benzer bir hadisi Suyûtî Ed-Dürr-ül Mensûr kitabında Ebu Musa Eş'ari'den şöyle nakletmektedir: "(Tabirlerinin) şiddeti açısından Berâet (Tevbe) suresinden daha şiddetli olan bir sure inmişti ki sonra ortadan kaldırıldı ve ben ondan ancak şunu ezberleyebildim: "Şüphesiz Allah yakında bu dini öyle kavimlerle destekleyecek ki onlarından (o dinden) her hangi bir nasipleri yoktur!" Ed-Dürr-ül Mensûr, c.1, s.105.
- Müslim Ebu Esved kanalıyla babasından şöyle nakletmektedir: "Ebu Musa Eş'arî Basaralı Kuran kârîlerine adam göndererek onları yanına çağırttı; bunun üzerine yanına üç yüzden fazla Kur'an kârîsi geldi. Onlara hitaben şöyle dedi: "Sizler Basara ehlinin seçkinlerinden ve karîlerindensiniz. O halde onu okuyun ve üzerinizden uzunca bir zaman geçmesin ki kalpleriniz katılaşsın. Nasıl ki sizden öncekilerin kalpleri katılaştı. Ve biz uzunluk ve şiddet açısından Berâet (Tevbe) suresine benzettiğimiz bir sureyi okuyorduk ki ben onu unuttum; sadece şu cümleyi ondan ezberledim: "Eğer Ademoğlunun iki vadi malı olsa, yine de üçüncü birisinin olmasını da arzular. Ademoğlunun karnını ancak toprak doyurur!!" (Şu anki Kuran’da böyle bir ibaret yoktur) Yine Müsebbihat surelerine (Sebbehe kelimesiyle başlayan surelere) benzeyen bir sure okuyorduk ki ben ondan sadece şu cümleyi ezberledim: "Ey iman edenler, yapmadığınız şeyleri niye söylüyorsunuz ki boynunuzda (aleyhinize) bir şehadet olarak yazılsın ve ondan sorguya çekilesiniz?!" (Sahih-i Müslim (Arapça), c. 3, s.100, Benzer bir rivayet Müsned-i Ahmed b. Hanbel'de cüzî bir farkla Zeyd b. Erkam'dan nakledilmiştir: c.4, s.368)
***
Allah aşkına ne diyelim? Bu rivayetlerden biri bile Ali beyin gözünü kör etmeye yeter artar bile…
Bu gibi hadisler Ehl-i Sünnet kaynaklarında sayılamayacak kadar fazladır. Hem de konu ve iddia edilen ayet itibariyle farklı rivayetlerdir. Bazı Ehl-i Sünnet alimleri tilavet neshi gibi uydurma ve mesnetsiz ve yukarıdaki hadislerle asla bağdaşmayan yorumlarla durumu düzeltmeğe çalışmışlarsa da, basiret sahibi insanlar bilirler ki bu tür hadislerden bir çoğu açıkça tahrifi bildirmekte ve yorumlarla da bağdaşmamaktadır.
ŞİA MEKTEBİNİN SÜTÜNLARI SAYILAN Şİİ ALİM VE MÜCTEHİTLERİN, KURAN-I KERİM KONUSUNDAKİ GÖRÜŞLERİ:
Öte taraftan Şiilerin İslami İlimler Havzasının bulunduğu Kum kentinde Ayetullah Kulpaygani’nin Darul Kuran Müessesesi’nin araştırmalarına göre Şiiler şimdiye kadar tefsir ve Ulum-u Kuran konusunda 5 binden fazla eser yazmışlardır. Bu eserlerin yazarı, tarihi ve isimlerini kitap olarak basılmıştır.
Ayrıca Allah aşkına, 14 asır boyunca hiçbir Şii’nin elinde şu anda okuna Kuran’dan başka bir Kuran gördünüz mü, böyle bir Kuran görülmüş mü?
Bakın Şiiler atılan bu iftiraya, Ehli Sünnetin önemli alimlerinden Şeyh Muhammed Gazali bile nasıl isyan ediyor:
“Vahhabilerden bazılarından ilmi bir mecliste duydum ki şöyle diyorlardı: “Şiilerin bu Kuran’dan ayrı bir Kuran’ları var. O Kuran’da bazı ayetler var ki bizim Kuran’da yok ve bizde olan ayetlerin bazıları da onda yok” bunu duyunca onlara dedim ki: Bu dediğiniz Kuran nerede? Nasıl olur 14 asırdır Şiilerin elinde olduğunu iddia ettiğiniz bu Kuran’ı ne bir insan ne bir cin görmemiştir? Niçin böyle bir iftirayı Şiilere atıyorsunuz? Niçin Kuran konusunda böyle bir iftiraya başvuruyorsunuz?” (Difa ani’l Hakikat ve’ş Şeria, Şia fi memlekti’s Suudiyye, c.2, s.414)
Şeyh Muhammed Ebu Zuhre ise şöyle diyor:
“Fetvalarımızdaki bazı ihtilaflara rağmen Şii kardeşlerimiz Kuran konusunda biz Ehli Sünnetle aynı inanca sahipler” (el-İmam es-Sadık, s.296)
Elbette daha sonraki cevaplarımızda Ehli Sünnetin şu anki inanç ve amel boyutunun temelini atan büyük alimlerin nasıl birbirlerini Kuran konusunda tekfir ettiklerini de nakledeceğiz.
Şimdi gelelim Şia’nın büyük alimlerinin Kuran-ı Kerim konusundaki görüşlerine:
1-Şeyh Saduk (vefat 381): Bizim inancımız Şu anda elimizde buluna ve 114 süreden oluşan Kuran’ın, Yüce Allah’ın indirdiği Kuran olduğudur.
2-Şeyh Müfid (vefat 413): Bizim inancımız Kuran’ı Kerim’den hiçbir şeyin azalmadığı veya izafi olmadığıdır.
3-Seyit Murtaza alemi’l Huda (vefat 436): Kuran-ı Kerim şu anda elimizde olduğu şekilde Resulullah tarafında toplatılmıştır. Nübüvvetin mucizesi, şeriatın hükümlerinin kaynağı, dinin ilim menbası olan Yüce Kitabımız Kuran’ı Kerim her türlü tahriften münezzehtir.
Hatta Ehli Sünnet alimlerinden İbni Hacer, İbni Hazm Endulisi’den Büyük Şii alimi Seyit Murtaza’nın Kuran’ın tahrif olduğuna, ondan bir şey eksildiğine veya ona bir şey izafi edildiğine inananı “Kafir” bildiğini nakleder.
4-Şia’nın Şeyhi, Şeyh Tusi’nin Kuran’ın tahrif olamayacağına dair görüşlerini ise Allah’tan sen de kabul ediyorsun. Şeyh Tusi şöyle der: Yüce Allah’ın kelamında izafi veya noksan asla söz konusu olamaz. Bu konuda ümmetin icması vardır.
Ama senin iddianın tersine, Şeyh Tusi’den asırlar önce de yaşayan büyük Şii alimleri tahrifi reddetmiş hatta bu inanca sahip olanların İslam dairesinden çıkacağını söylemişlerdir. Üste birkaçının adını yazdık. Yani sizin sahih kitaplarınızda Kuran’ın açıkça tahrif edildiğine dair yüzlerce rivayet nakledilirken bizim Şii alimleri bunun Küfür olduğuna dair kitaplar yazıyorlardı.
5-Eminul İslam Tebersi (vefat 548): Mecmeu’l Beyan tefsirinde: Bizim inancımıza göre Kuran’ı Kerim’den ne bir şey eksilmiş ne de ona izafi olmuştur.”
6-Seyit b. Tavus: (664): Kuran’ı Kerim izafi ve noksandan korunmuştur.
7-Allahme Hilli (vefat 877): Kuran’ı Kerim bütün izafi ve noksanlardan münezzehtir. Onda öyle bir fesahat ve üslup vardır ki, hatta Kuran hafızı olmayan bile ona bir şey izafi olsa anlar.”
Şeyh Zeynuddin Beyazi Amuli, Şeyh Fethullah Kaşani, Seyit Nurullah Şuşteri, Feyz Kaşani, Şeyh Bahauddin Amuli, Hür Amuli, Allame Meclisi, Seyit Muhammed Tabatabai, Kaşifu’l Ğıta vd. Şianın büyük alimleri şöyle derler: Kuran bütün izafi ve noksandan münezzehtir. Çünkü:
1-Tahrif olmadığına icma vardır.
2-Tahrif Kuran’ın mucize oluşuyla uyuşmaz.
3-Kuran’ın tahrif olmayacağına dair gelen ayetler.
4-Sakaleyn hadisi (Resullah’ın “Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Biri Kuran diğeri Ehlibeytim) sözünden Kuran’ı Kerim’in Resulullah zamanında toplandığını anlıyoruz.
5-Bizleri Kuran-ı Kerim’e yönlendiren, onun emirlerine ve yasaklarına uymaya ve onu izlemeye emreden rivayetler.
6-Ehlibeyt İmamlarının varlığı…Vb..
Ali bey sizin sorununuz; Ali muhibbi bir Şii’nin, yalandan adının “Ali” olduğunu söyleyen Muaviye taraftarına verdiği cevapta gizli:
“Adın Ali, fakat gözlerin Muaviye’ye benziyor”
Bunları Ehli Sünnet mektebini aşağılamak veya Ehli Sünnet kardeşlerime hakaret için yazmıyorum. Yazının başında bu sınırı ve düşüncelerimizi yazdık. Her gün bir sofraya oturduğum veya yıllardır can kardeşim olan bu inancın mensuplarına değil, Emevi zihniyetiyle, adını “Ali” koyup “Muaviye” gözüyle samanlıkta iğne arayanlara yazıyorum. “14 asırlık bu samanlıkta arasan herkesin gözüne sokacak iğne bulunur” diyerek, hayatını samanlığa adayanların, dışarı çıkıp kapımıza dayanan gerçek düşmanı görmesini istiyoruz. Bu konuda Şii veya Sünni ayrımı yapmıyoruz. Bu işi yapan Şiilere de en sert cevabı yine biz vermişizdir. "Samanlıkçılığın" yanlış olduğunu anlatmanın başka yolu olsa, asla bu satırları kaleme almazdık.
Gelecek bölümde Usul-u Kafi’de, senin iddia ettiğin tahrif konusunu ele alacağız ve senin saydığın iddiaların tek tek cevabını vereceğiz. Bizler senin gibi bencil değiliz “Tamam iğneler gözümü acıttı” diyince dururuz. Nasıl olsa biz Ali mektebinin öğrencileriyiz. Bize kılıç çekip azizlerimizi öldürenleri bile Cemel’de yendikten sonra affetmiş bir Yiğidin takipçileriyiz biz.
Rahmi Onurşan Rahmani
Hz.FATİMENİN doğumü ve Dünya musluman kadınlar günü
ALLAHin adiğle
Bu gün cumartesi ve cemadi-ussanın 20.günü Hz FATIMAnın dogumü ve Dünya musluman kadınlar günü mübarek olsun . Bugun bu sitenin türkçe bölümümü açiyor ve tüm okuyuculara takdim ediyoruz.
Pentagon'un korkunç Mekke planı basına sızdı !...
Ebrehe'nin çocukları
Amerikan ordusunun subay adaylarına İslâm ile topyekûn savaş dersi verdiği ortaya çıktı. İslâm ile savaş için subay adaylarına askeri okulda gerekirse 'Mekke ve Medine'nin vurulabileceği' öğretiliyor! Subaylara acaba Ebrehe'nin ordusunu attıkları taşlarla helâk eden Ebabil kuşları da öğretiliyor mu?
Pentagon'un geçtiğimiz ay yasaklanan eğitim materyalleri ABD basınına sızdı. İslâm'a karşı topyekûn savaş ilan edilmesi temalı bir eğitim-brifingi bu, skandal notlarda 'siyaseten doğru' bir metin okumayacakları konusunda önceden katılımcılar uyarılıyor. Şimdi Huffington Post, wired.com gibi ABD'nin popüler haber portallarında bu brifingin notları yayınlandı.
Noah Shachtman ile Spencer Ackerman isimli gazetecilerin ele geçirdiği ders içeriğinde şoke edici ifadeler yer alıyor. Wired isimli dergide yayınlanan habere göre Amerikalı komutan 1.4 milyara ulaşan Müslümanlara dikkat çekerek, "Amerika'yı İslâmcı teröristlerden korumak" için Hiroşima'da olduğu gibi atom bombası kullanılarak topyekûn savaşılabileceğini savunuyor.
Amerikan Genelkurmayı'na bağlı Kurmay Akademisi'nde verilen dersin içeriği ilk defa gün yüzüne çıktı. Amerikan askerlerine İslâm düşmanlığını körükleyen derslerin verildiği fakat Savunma Bakanlığı tarafından Nisan ayında ilk kez kabul edilmiş fakat bunların müfredattan kaldırıldığı belirtilmişti. Ancak Savunma Bakanlığı subayların eğitiminde verilen İslâm düşmanlığına dair derslerin içeriği hakkında bilgi vermemişti.
TÜYLER ÜRPERTEN İFADELER
Bu eğitim materyallerinde "İslâmi teröre karşı mücadele etmek için 1.4 milyar Müslümanla 'topyekûn savaş' ilan edilme olasılığı masada olmalı" diyor. Gerekli görüldüğünde "sivil toplulukları haritadan silmek için Hiroşima örneği tekrar gözden geçirilmeli" şeklinde cümleler var. Raporun bir kısmında, "İslami teröristler 1949 Cenova Konvansiyonunu ihlal ettiğinden, Nagasaki ve Hiroşima gibi tarihi örnekler Mekke ve Medine'nin yok edilmesi için bir opsiyon olarak değerlendirebilir" açıklaması dikkat çekiyor. Pentagon bu materyelle ilgili soruşturma başlatmış ancak bu raporu hazırlayan Albay Matthew A. Dooley halen görevde. Aynı albayın Haziran 2011 tarihli benzer bir raporu var, oradaki ana fikir, "Ilımlı İslâm diye bir şey olamayacağını artık anlamış bulunuyoruz" idi.
MEKKE VE MEDİNE'YE ATOM BOMBASI!
Virginia eyaletinde bulunan okulda Yarbay Matthew A. Dooley tarafından verilen derslerin içeriği son yıllarda Batı dünyasında artan İslâm düşmanlığının tipik örneklerinden. İslâm'ı 'barbarlıkla' itham eden Dooley, derslerinde yine Müslümanları 'dönüştürebilmek' için 4 aşamalı bir de savaş planı öneriyor. İslâm'ı 'sapkın din' kategorisine almayı öneren Dooley, Suudi Arabistan'ı da 'aç bırakmak' gerektiğini savunuyor. Hızını alamayan Dooley, Hiroşima, Nagazaki'deki saldırıların Mekke ve Medine'de tekrarlanmasını istiyor.
Savaş dönemlerinde sivilleri koruyan uluslararası hukuk antlaşmasının artık geçerli olmadığını ileri süren Dooley, Müslümanların hepsini "El Kaide gibi fanatik ve tehlikeli" olarak nitelendiriyor. Müslümanların doğasında şiddetin var olduğunu öne süren Yarbay Dooley, tüm Batı'nın İslâm'a karşı savaşma fikrinin ise çok mümkün olmadığı görüşünde. Dooley, "Batı dünyasını İslâm ile topyekûn savaş kararına ikna için yapabileceğimiz çok şey yok" diye sızlanıyor. Dooley'in bazı İslâm düşmanlarını da derslerine davet ederek propaganda yaptırdığı öğrenildi. Pentagon'un komuta katı "nefret suçu olarak algılanabilecek materyellerin yasaklanması" yönünde direktif vermiş. Bu durumda "böyle bir söylemde rapor hazırlayan albay tek başına mı hareket eder?" diye bir soru akla geliyor.
Wired.com dergisi söz konusu raporun akıl almaz bölümlerinin altını çizmiş, biz de yayınlıyoruz. Resmen ve alenen "Mecca Medina destruction" diye bir tabiri görmesek, bu kadarı da olmaz derdik. Skandalın ortaya çıkması üzerine ordu içerisinde kapsamlı soruşturma başlatıldığı belirtildi. Dooley'in dersleri iptal edilirken benzer derslerin başka askeri eğitim kurumlarında verilip verilmediği de araştırılıyor.
m.gazete
Bilardo, Tavla, İskambil Kağıdı... oynamak Caiz midir?
Toplumun birçok alanında yaygın olan ve bazı eğitim merkezlerinde bile bulunan bilardo hakkında müçtehitlerin görüşü nedir?
Tavla oyunun hükmü nedir?
İskambil kâğıdı ile oynamak caiz midir?
Bilardo, Tavla, İskambil Kağıdı... oynamak Caiz midir?
İSKAMBİL KÂĞIDI
İskambil Kâğıdı İle Oynamanın Hükmü Nedir?
İmam Humeyni, Ayetullah Tebrizi, Ayetullah Hameney, Ayetullah Safi, Ayetullah Vahid Horasani ve Ayetullah Nuri Hemadani: Kumar aleti ile oynamak, bir şey üzerine şart konmasa dahi haramdır. [1]
Ayetullah Fazıl Lenkerani: Eğer kumar aleti olmaktan çıktığına dair yakin edilirse, onunla oynamasının bir sakıncası yoktur. [2]
Ayetullah Behçet ve Ayetullah Mekarim Şirazi: Eğer kumar aleti olmaktan çıktığına dair yakin edilirse, bir şey üzerine şart koyarak oynanması haramdır ve bir şey üzerine şart konmadan oynanması ise farz ihtiyat gereği caiz değildir. [3]
Ayetullah Sistani: Bir şey üzerine şart koyarak oynanması haramdır ve bir şey üzerine şart konmadan oynanması ise eğer bulunduğu şehirde kumar aleti olmaktan çıkmışsa farz ihtiyat gereği caiz değildir. [4]
TAVLA
Tavla oyunun hükmü nedir?
Ayetullah Sistani, Ayetullah Safi ve Ayetullah Nuri Hemadani: Haramdır. [5]
İmam Humeyni, Ayetullah Hameney, Ayetullah Tebrizi, Ayetullah Mekarim Şirazi ve Ayetullah Fazıl Lenkerani: Eğer kumar aleti sayılıyorsa, bir şey üzerine şart konmasa dahi onunla oynamak haramdır. [6]
Ayetullah Behçet ve Ayetullah Vahid Horasani: Eğer bir şey üzerine şart konularak olursa haramdır ve bir şey üzerine şart konmazsa farz ihtiyat gereği caiz değildir. [7]
BİLARDO
Toplumun birçok alanında yaygın olan ve bazı eğitim merkezlerinde bulunan bilardo hakkındaki müçtehitlerin görüşü nedir?
İmam Humeyni, Ayetullah Tebrizi, Ayetullah Hameney, Ayetullah Safi, Ayetullah Fazıl Lenkerani, Ayetullah Mekarim Şirazi ve Ayetullah Nuri Hemadani: Eğer örf arasında kumar aleti olarak tanınıyorsa, üzerine bir şey şart konmasa dahi onunla oynanması caiz değildir. [8]
Ayetullah Vahid Horasani: Eğer örf arasında kumar aleti olarak tanınıyorsa, üzerine bir şey şart konursa, haramdır ve eğer üzerine bir şey şart konmasa dahi farz ihtiyat gereği onunla oynamak caiz değildir. [9]
Ayetullah Sistani: Eğer bulunduğu bölgenin örfü arasında kumar aleti olarak tanınıyorsa, üzerine bir şey şart konursa, haramdır ve eğer üzerine bir şey şart konmasa dahi farz ihtiyat gereği onunla oynamak caiz değildir. [10]
Ayetullah Behçet: Bilardo oyunu caiz değildir. [11]
BİLGİSAYAR OYUNU
Bilgisayarda tek başına kumar aletleri ile oynamanın hükmü nedir?
Bütün müçtehitler (Ayetullah Behçet ve Ayetullah Sistani hariç): Karşı taraf ister insan olsun isterse de bilgisayar, kumar aletleri ile oynamak caiz değildir. [12]
Ayetullah Behçet ve Ayetullah Sistani: Farz ihtiyat gereği caiz değildir. [13]
Birçok parkta, mağazalarda ve umumi yerlerde bazı bilgisayar oyunları vardır; bu cihazların içine belli bir miktar para atılmakta ve bu oyunun sonunda bir şeyler kazanılması veya kazanılmaması da mümkün olmaktadır. Acaba bu gibi oyunlara kumar mı denmektedir?
Bütün müçtehitler: Evet, kumardır ve onunla oynamak caiz değildir. [14]
BİR ŞEY ÜZERİNE ŞART KOYMAK
Acaba içinde bir şey üzerine şart konularak kazanma veya kaybetme olan her oyun haram mıdır?
Bütün müçtehitler: İçinde bir şey üzerine şart konularak kazanma ve kaybetme olan her oyunun oynanması haramdır; ama okçuluk ve at yarışı bu hükmün dışındadır. [15]
FUTBOL OYUNUNDA BİR ŞEY ÜZERİNE ŞART KOYMAK
Bazen futbol oyununda bir miktar para üzerine şart konulmaktadır ve kazanan takım o parayı alarak yiyecek bir şeyler almakta ve karşı takımla beraber yemektedirler. Acaba bu iş haram mıdır?
Bütün müçtehitler: Bu iş, kumar sayılmaktadır ve haramdır; ama eğer oyundan sonra o parayı kendi rızalıkları ile verirlerse sakıncası yoktur. [16]
ABNA.İR
dipnotlar_______________________________________________________________________________________________________
[1] Ayetullah Safi, Camiu'l Ahkâm, c. 1, s. 1045; İmam Humeyni, Fıkhi Sorular, c. 2, (Haram Kazançlar), s. 18; Ayetullah Hameney, Soru ve Cevap, s. 1116; Ayetullah Nuri Hemedani, Fıkhi Sorular, c. 1, s. 59 ve 560; Ayetullah Vahid Horasani, Minhacu's Salihin, c. 3, m. 19; Ayetullah Tebrizi, Fıkhi Sorular, s. 981.
[2] Ayetullah Fazıl Lenkerani, Camiu'l Mesail, c. 2, s. 951.
[3] Ayetullah Mekarim Şirazi, Fıkhi Sorular, c. 1, s. 541 ve 544; Ayetullah Behçet, Tevzihu'l Mesail, (Çeşitli Konular), s. 9.
[4] Ayetullah Sistani, www.sistani.org , s. 9.
[5] Ayetullah Sistani, www.sistani.org , (Kumar); Ayetullah Nuri Hemedani, Fıkhi Sorular, c. 2, s. 560; Ayetullah Safi'nin Kalemi.
[6] İmam Humeyni, Fıkhi Sorular, c. 2, (Haram Kazançlar), s. 15; Ayetullah Tebrizi, Fıkhi Sorular, s. 982; Ayetullah Mekarim Şirazi, Fıkhi Sorular, c. 2, s. 733; Ayetullah Hameney, Soru ve Cevap, s. 1125; Ayetullah Fazıl Lenkerani, Camiu'l Mesail, c. 2, s. 939.
[7] Ayetullah Behçet, Tevzihu'l Mesail, (Çeşitli Konular), s. 9; Ayetullah Vahid Horasani, Minhacu's Salihin, c. 3, m. 19.
[8] İmam Humeyni, Fıkhi Sorular, c. 2, (Haram Kazançlar), s. 15; Ayetullah Hameney, Soru ve Cevap, s. 1116, 1119 ve 1125; Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin Resmi Sitesi, Kumar, s. 47; Ayetullah Mekarim Şirazi, Fıkhi Sorular, c. 1, s. 540 ve c. 2, s. 733; Ayetullah Tebrizi'nin Resmi Sitesi; Ayetullah Safi, Camiu'l Ahkâm, c. 1, s. 1041; Ayetullah Nuri Hemedani'nin Kalemi.
[9] Ayetullah Vahid Horasani, Minhacu's Salihin, c. 3, m. 19.
[10] Ayetullah Sistani, www.sistani.org , (Kumar), s. 2.
[11] Ayetullah Behçet'in Kalemi.
[12] Ayetullah Fazıl Lenkerani'nin Resmi Sitesi, Kumar Hükümleri, s. 50; Ayetullah Hameney, Soru ve Cevap, c. 5, s. 1156; Ayetullah Safi, Camiu'l Ahkâm, c. 1, s. 1043; Ayetullah Mekarim Şirazi, Fıkhi Sorular, c. 2, s. 734; Ayetullah Nuri Hemedani, Fıkhi Sorular, c. 1, s. 559; Ayetullah Tebrizi, Sıratu'n Necat, c. 5, s. 1154; İmam Humeyni ve Ayetullah Vahid Horasani'nin Kalemleri.
[13] Ayetullah Sistani, www.sistani.org , (Kumar), s. 1; Ayetullah Behçet'in Kalemi.
[14] Bütün Taklit Merceilerinin Kalemleri.
[15] İmam Humeyni, Fıkhi Sorular, c. 2, (Haram Kazançlar), s. 17; Ayetullah Hameney, Soru ve Cevap, s. 1123; Ayetullah Sistani, Minhacu's Salihin, c. 2, m. 22; Ayetullah Vahid Horasani, Minhacu's Salihin, c. 3, m. 19; Ayetullah Fazıl Lenkerani, Camiu'l Mesail, c. 1, s. 953; Ayetullah Safi, Camiu'l Ahkâm, c. 1, s. 1039; Ayetullah Mekarim Şirazi, Fıkhi Sorular, c. 2, s. 728; Ayetullah Tebrizi, Fıkhi Sorular, s. 992; Ayetullah Behçet ve Ayetullah Nuri Hemedani'nin Kalemleri.
[16] Ayetullah Sistani, www.sistani.org , (Şart Koymak), s. 1; Bütün Taklit Merceilerinin Kalemleri.