کارگر

کارگر

Perşembe, 17 May 2012 12:24

Pazar Gününün Duası

 

بِسْمِ اللهِ الَّذى لا اَرْجُو اِلاّ فَضْلَهُ وَلا اَخْشى اِلاّ عَدْلَهُ وَلا اَعْتَمِدُ اِلاّ قَوْلَهُ وَلا اُمْسِكُ اِلاّ بِحَبْلِهِ بِكَ اَسْتَجيرُ يا ذَا الْعَفْوِ وَ الرِّضْوانِ مِنَ الظُّلْمِ وَالْعُدْوانِ وَمِنْ غِيَرِ الزَّمانِ وَتَواتُرِ الاَْحْزانِ وَطَوارِقِ الْحَدَثانِ وَمِنِ انْقِضآءِ الْمُدَّةِ قَبْلَ التَّاَهُّبِ وَ الْعُدَّةِ وَاِيّاكَ اَسْتَرْشِدُ لِما فيهِ الصَّلاحُ وَالاْصْلاحُ وَبِكَ اَسْتَعينُ فيما يَقْتَرِنُ بِهِ النَّجاحُ وَالاِْنْجاحُ وَاِيّاكَ اَرْغَبُ فى لِباسِ الْعافِيَةِ وَتَمامِها وَشُمُولِ السَّلامَةِ وَدَوامِها وَاَعُوذُ بِكَ يا رَبِّ مِنْ هَمَزاتِ الشَّياطينِ وَاَحْتَرِزُ بِسُلْطانِكَ مِنْ جَوْرِ السَّلاطينِ فَتَقَبَّلْ ما كانَ مِنْ صَلاتى وَصَوْمى وَاجْعَلْ غَدى وَما بَعْدَهُ اَفْضَلَ مِنْ ساعَتى وَيَوْمى وَاَعِزَّنى فى عَشيرَتي وَقَوْمى وَاحْفَظْنى فى يَقْظَتى وَنَوْمى فَانْتَ اللهُ خَيْرٌ حافِظاً وَاَنْتَ اَرْحَمُ الرّاحِمينَ اَللّـهُمَّ اِنّى اَبْرَأ اِلَيْكَ فى يَوْمى هذا وَما بَعْدَهُ مِنَ الاْحادِ مِنَ الشِّرْكِ وَالاِْلْحادِ وَاُخْلِصُ لَكَ دُعائى تَعَرُّضاً لِلاِْجابَةِ وَاُقيمُ عَلى طاعَتِكَ رَجاءً لِلاِثابَةِ فَصَلِّ عَلى مُحَمَّد خَيْرِ خَلْقِكَ الدّاعى اِلى حَقِّكَ وَاَعِزَّنى بِعِزِّكَ الَّذى لا يُضامُ وَاحْفَظْنى بِعَيْنِكَ الَّتى لا تَنامُ وَاخْتِمْ بِالاِنْقِطاعِ اِلَيْكَ اَمْرى وَ بِالْمَغْفِرَةِ عُمْرى اِنَّكَ اَنْتَ الْغَفُورُ الرَّحيمُ .

 

Pazar Gününün Duasının tercumesi

 

“Allahın adıyla; ben yalnız O’nun fazl ve rahmetini ümit ediyorum; yalnız O’nun adaletinden korkuyorum; yalnız O’nun sözüne itimat ediyorum; yalnız O’nun ipine sarılıyorum. Ey af ve rıza sahibi Allah; zulüm ve düşmanlıktan, zamanın değişiminden, ardı ardına gelen kederlerden, gece ve gündüzün afet ve felaketlerinden ahret için hazırlıklı olmadan ve azık toplamadan tükenen ömürden sana sığınıyorum. Sadece senden, beni içerisinde salah ve ıslah olan şeylere yönlendirmeni istiyorum. Zafer ve galibiyetin birleşmesinde (başarı ve iyi sonuç elde etmek için) senden yardım diliyorum. Yalnız senden beni, tamamen sağlık ve afiyet giysisine büründürmeni ve daima sağlıklı kılmanı istiyorum. Ey Rabbim! Şeytanların vesveselerinden sana sığınıyorum. Sultanların zulmünden senin saltanatına sığınıyorum. O halde namaz ve orucumu kabul buyur. Yarınımı ve öbür günümü bu saatten ve bugünümden daha hayırlı kıl. Beni ailem ve kabilem arasında aziz eyle. Uykuda ve uyanıklığımda beni (fenalıklardan) koru. Zira sen en iyi koruyan ve sen merhametlilerin en merhametlisi. Allah’ım; ben bu Pazar gününde ve gelecek Pazar günlerinde şirk ve küfürden sana sığınıyorum. Duamın icabete erişmesi için ihlâsla dua ediyorum. Sevap kazanmak ümidiyle itaatine duruyorum. O halde yaratıkların en üstünü olan ve halkı senin hakkına (marifet ve tevhidine) davet eden Muhammed’e salât eyle. Eksilmeyen izzetinle beni aziz kıl. Uyumayan gözlerinle beni koru. İşimi, başkalarından kopup sana yönelmekle sonuçlandır. Ömrümün mağfiretinle sona erdir. Şüphesiz sen çok bağışlayan ve merhamet edensin.”

Perşembe, 17 May 2012 12:18

Cumartesi Gününün Duası

 

بِسْمِ اللهِ كَلِمَةُ الْمُعْتَصِمينَ وَمَقالَةُ الْمُتَحَرِّزينَ وَاَعُوذُ بِاللهِ تَعالى مِنْ جَوْرِ الْجائِرينَ وَكَيْدِ الْحاسِدينَ وَبَغْيِ الظّالِمينَ وَاَحْمَدُهُ فَوْقَ حَمْدِ الْحامِدينَ اَللّـهُمَّ اَنْتَ الْواحِدُ بِلا شَريكِ وَالْمَلِكُ بِلا تَمْليك لا تُضادُّ فى حُكْمِكَ وَلا تُنازَعُ فى مُلْكِكَ أَسْأَلُكَ اَنْ تُصَلِّيَ عَلى مُحَمَّد عَبْدِكَ وَرَسُولِكَ وَاَنْ تُوزِعَنى مِنْ شُكْرِ نُعْماكَ ما تَبْلُغُ بى غايَةَ رِضاكَ وَاَنْ تُعينَنى عَلى طاعَتِكَ وَلُزُومِ عِبادَتِكَ وَاسْتِحْقاقِ مَثُوبَتِكَ بِلُطْفِ عِنايَتِكَ وَتَرْحَمَني بِصَدّى عَنْ مَعاصيكَ ما اَحْيَيْتَنى وَتُوَفِّقَنى لِما يَنْفَعُني ما اَبْقَيْتَني وَاَنْ تَشْرَحَ بِكِتابِكَ صَدْري وَتَحُطَّ بِتِلاوَتِهِ وِزْري وَتَمْنَحَنِيَ السَّلامَةَ فى دينى وَنَفْسى وَلا تُوحِشَ بى اَهْلَ اُنْسي وَتُتِمَّ اِحْسانَكَ فيما بَقِىَ مِنْ عُمْرى كَما اَحْسَنْتَ فيما مَضى مِنْهُ يا اَرْحَمَ الرّاحِمينَ .

 

“Allah’ın adıyla başlıyorum. Allah’ın adı, sığınanların kelimesidir (onların dilinden düşmez), korunanların sözüdür. Zorbaların zorbalığından, hasetçilerin hilesinden ve zalimlerin azgınlığından Allah’a sığınıyorum. Allah’ım; sensin ortağı olmayan yegâne ve hiç kimse mülk sahibi etmeksizin melik (sultan, padişah) olan. Hükmüne muhalefet edilmez ve mülkünde (saltanatında) münakaşa yapılmaz. (Allah’ım!) senden, kulun ve elçin olan Hz. Muhammed’e salât etmeni, beni hoşnutluğunun nihayetine ulaştıracak nimetlerinin şükrünü yerine getirmeğe muvaffak kılmanı, itaatinde bulunmak, kulluğunda durmak ve lütuf ve inayetinle katındaki sevaba layık olmak için bana yardımda bulunmanı, hayat verdiğin sürece sana isyan etmekten beni alıkoyarak bana merhamette bulunmanı, yaşattığın müddetçe faydama olan şeye beni muvaffak etmeni, kitabınla göğsümü genişletmeni, onu okumakla günahımı dökmeni, dinim ve nefsimde esenlik bağışlamanı, benimle dost arkadaş olanları benden ürkütmemeni ve geçmiş ömrümde bana ihsanda bulunduğun gibi, geriye kalan ömrümde de ihsanını hakkımda tamamlamanı senden diliyorum; ey merhametlilerin en merhametlisi.”

 

 

Hz. Ali’nin (a.s) ziyareti

اَلسَّلامُ عَلَى الشَّجَرَةِ النَّبَوِيَّةِ وَالدَّوْحَةِ الْهاشِمِيَّةِ المُضيئَةِ المُثْمِرَةِ بِالنَّبُوَّةِ الْمُونِقَةِ بِالاِْمامَةِ وَعَلى ضَجيعَيْكَ آدَمَ وَنُوح عليهما السلام، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَعَلى اَهْلِ بَيْتِكَ الطَّيِّبينَ الطّاهِرينَ، اَلسَّلامُ عَلَيْكَ وَ عَلَى الْمَلائِكَةِ الُْمحْدِقينَ بِكَ وَالْحافّينَ بِقَبْرِكَ يا مَوْلايَ يا اَميرَ الْمُوْمِنينَ هذا يَوْمُ الاَْحَدِ وَهُوَ يَوْمُكَ وَبِاسْمِكَ وَاَنَا ضَيْفُكَ فيهِ وَ جارُكَ فَاَضِفْنى يا مَوْلاىَ وَاَجِرْنى فَاِنَّكَ كَريمٌ تُحِبُّ الضِّيافَةَ وَ مَأْمُورٌ بِالاِْجارَةِ فَافْعَلْ ما رَغِبْتُ اِلَيْكَ فيهِ وَرَجَوْتُهُ مِنْكَ بِمَنْزِلَتِكَ وَ آلِ بَيْتِكَ عِنْدَاللهِ وَمَنْزِلَتِهِ عِنْدَكُمْ وَبِحَقِّ ابْنِ عَمِّكَ رَسُولِ اللهِ صلى الله عليه وآله وسلم وَعَلَيْهِمْ اَجْمَعينَ .

 

Hz. Fatıma-ı Zehra’nın (s.a) Ziyareti

اَلسَّلامُ عَلَيْكِ يا مُمْتَحَنَةُ امْتَحَنَكِ الَّذى خَلَقَكِ فَوَجَدَكِ لِمَا امْتَحَنَكِ صابِرَةً اَنَا لَكِ مُصَدِّقٌ صابِرٌ عَلى ما اَتى بِهِ اَبُوكِ وَوَصِيُّهُ صَلَواتُ اللهِ عَلَيْهِما وَاَنَا أَسْأَلُكِ اِنْ كُنْتُ صَدَّقْتُكِ إلاّ اَلْحَقْتِنى بِتَصْديقى لَهُما لِتُسَرَّ نَفْسى فَاشْهَدى اَنّى ظاهِرٌ بِوَلايَتِكِ وَوَلايَةِ آلِ بَيْتِكِ صَلَواتُ اللهِ عَلَيْهِمْ اَجْمَعينَ .

 

Hz. Fatıma-ı Zehra’nın (s.a) Başka Bir Ziyareti

 

اَلسَّلامُ عَلَيْكِ يا مُمْتَحَنَةُ اِمْتَحَنَكِ الَّذى خَلَقَكِ قَبْلَ اَنْ يَخْلُقَكِ وَكُنْتِ لِما امْتَحَنَكِ بِه صابِرَةً وَنَحْنُ لَكِ اَولِياءُ مُصَدِّقُونَ وَلِكُلِّ ما اَتى بِهِ اَبُوكِ صلى الله عليه وآله وسلم وَاَتى بِهِ وَصِيُّهُ عليه السلام مُسَلِّمُونَ وَ نَحْنُ نَسْأَلُكَ اَللّـهُمَّ اِذْ كُنّا مُصَدِّقينَ لَهُمْ اَنْ تُلْحِقَنا بِتَصْديقِنا بِالدَّرَجَةِ الْعالِيَةِ لِنُبَشِّرَ اَنْفُسَنا بِاَنّا قَدْ طَهُرْنا بِوَلايَتِهِمْ عليهم السلام

 

Hz. Ali’nin (a.s) ziyareti

 

Selam olsun nübüvvet şeceresine, Haşim oğullarının nübüvvet nurlu ve meyveli ve imametle süslü ağacına; selam seninle yan yana yatan Âdem ve Nuh aleyhimasselama; selam olsun sana ve tertemiz Ehl-i Beyt’ine. Selam olsun sana ve etrafını saran, kabrini çevreleyen meleklere. Ey Mevla’m, ey Emirulmüminin! Bu Pazar günü sana aittir; senin ismini taşır. Ben ise bugünde senin misafirinim, komşunum. O halde beni misafirliğine kabul et; ey Mevla’m ve bana sığınak ver. Gerçekten sen cömert ve misafirperverliği seviyorsun; Allah tarafından insanlara- sığınak vermeye emredilmişsin. O halde bugünde sana rağbet ettiğim ve senden ümit ettiğim şeyi yerine getir; senin ve Ehl-i Beyt’inin Allah katındaki makam ve mevkiiniz hürmetine ve o’nun da sizin yanınızdaki makam ve mevkisi hürmetine ve amcan oğlu Resulullah’ın –Allah’ın salât ve selamı onun ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun- hakkı hürmetine.”

 

Hz. Fatıma-ı Zehra’nın (s.a) Ziyareti

“selam olsun sana ey imtihan edilmiş; seni yaratan sen imtihan etti ve seni imtihan ettiği şeyde sabırlı buldu. Ben senin yüce makamını tasdik ediyorum, babanın ve vasisinin Allah’ın selamı onların üzerine olsun getirdiği şeye sabrediyorum. Ben senden diliyorum ki, ben senin makam ve mevkiini- tasdik ettiysem sen de bu tasdikim vesilesiyle beni o ikisine ulaştır ki gönlüm sevinsin ve şahit ol ki ben seni ve senin Ehl-i Beyt’inin-Allah’ın salâtı onların hepsinin üzerine olsun- velayetine açıkça itiraf ediyorum.”

 

Hz. Fatıma-ı Zehra’nın (s.a) Başka Bir Ziyareti

“selam olsun sana ey kendisini yaratan –Allah’ın- yaratmadan önce imtihan ettiği ve imtihan ettiği şeye sabırlı olan müntehine (imtihan edilen)! Bizler senin dostun ve seni tasdik edicileriz; babana –Allah’ın salât ve selamı ona ve Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun- ve onun vasisine-Allah’ın selamı onun üzerine olsun- gelen şeye teslim olmuşlarız. Allah’ım! Biz onları tasdik ettiysek, kendimize onların- Allah’ın selamın onların üzerine olsun- velayetiyle temizlendiğimizi müjdelemek için senden bizi tasdikimiz vesilesiyle yüce bir dereceye ulaştırmanı diliyoruz.”

 

Cumartesi Günü Peygamber Efendimizin Ziyaret Günü

 

اَشْهَدُ اَنْ لا اِلـهَ إلاّ اللهُ وَحْدَهُ لا شَريكَ لَهُ وَاَشْهَدُ اَنَّكَ رَسُولُهُ وَاَنَّكَ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللهِ وَاَشْهَدُ اَنَّكَ قَدْ بَلَّغْتَ رِسالاتِ رَبِّكَ وَنَصَحْتَ لاُِمَّتِكَ وَجاهَدْتَ فى سَبيلِ اللهِ بِالْحِكْمَةِ وَالمَوْعِظَةِ الْحَسَنَةِ وَاَدَّيْتَ الَّذى عَلَيْكَ مِنَ الْحَقِّ وَاَنَّكَ قَدْ رَؤُفْتَ بِالْمُؤْمِنينَ وَغَلَظْتَ عَلَى الْكافِرينَ وَعَبَدْتَ اللهَ مُخْلِصاً حَتّى أتاكَ اليَقينُ فَبَلَغَ اللهُ بِكَ اشَرَفَ مَحَلِّ الْمُكَرَّمينَ اَلْحَمْدُ للهِِ الَّذِي اسْتَنْقَذَنا بِكَ مِنَ الشِّرْكِ وَالضَّلالِ اَللّـهُمَّ صَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ وَاجْعَلْ صَلَواتِكَ وَصَلَواتِ مَلائِكَتِكَ الْمُقَرَّبينَ وَاَنْبِيائِكَ الْمـُرْسَلينَ وَعِبادِكَ الصّالِحينَ وَاَهْلِ السَّماواتِ وَالاَْرَضينَ وَمَنْ سَبَّحَ لَكَ يا رَبَّ الْعالَمينَ مِنَ الاَْوَّلينَ وَالاخِرينَ عَلى مُحَمَّد عَبْدِكَ وَرَسُوِلِكَ وَنَبِيِّكَ وَاَمينِكَ وَنَجِيبِكَ وَحَبيبِكَ وَصَفِيِّكَ وَ صَفْوَتِكَ وَخاصَّتِكَ وَخالِصَتِكَ وَخِيَرَتِكَ مِنْ خَلْقِكَ وَاَعْطِهِ الْفَضْلَ وَالْفَضيلَةَ وَالْوَسيلَةَ وَالدَّرَجَةَ الرَّفيعَةَ وَابْعَثْهُ مَقاماً مَحَمْوُداً يَغْبِطُهُ بِهِ الاَْوَّلُونَ وَالاخِرُونَ اَللّـهُمَّ اِنَّكَ قُلْتَ وَلَوْ اَنَّهُمْ اِذْ ظَلَمُوا اَنْفُسَهُمْ جاؤوكَ فَاسْتَغْفَرُوا اللهَ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمُ الرَّسُولُ لَوَجَدُوا اللهَ تَوّاباً رَحيماً اِلـهى فَقَدْ اَتَيْتُ نَبِيَّكَ مُسْتَغْفِراً تائِباً مِنْ ذُنُوبى فَصَلِّ عَلى مُحَمَّد وَآلِهِ وَ اْغِفْرها لي، يا سَيِّدَنا اَتَوَجَّهُ بِكَ وَبِاَهْلِ بَيْتِكَ اِلَى اللهِ تَعالى رَبِّكَ وَرَبّى لِيَغْفِرَ لى ثمّ قل ثلاثاً : اِنّا للهِِ وَاِنّا اِلَيْهِ راجِعُونَ ثمّ قل : اُصِبْنا بِكَ يا حَبيبَ قُلُوبِنا فَما اَعْظَمَ الْمُصيبَةَ بِكَ حيَْثُ انْقَطَعَ عَنّا الْوَحْيُ وَحَيْثُ فَقَدْناكَ فَاِنّا للهِِ وَاِنّا اِلَيْهِ راجِعُونَ يا سَيِّدَنا يا رَسُولَ اللهِ صَلَواتُ اللهِ عَلَيْكَ وَعَلى آلِ بَيْتِكَ الطّاهِرينَ هذا يَوْمُ السَّبْتِ وَهُوَ يَوْمُكَ وَاَنَا فيهِ ضَيْفُكَ وَجارُكَ فَاَضِفْنى وَاجِرْنى فَاِنَّكَ كَريمٌ تُحِبُّ الضِّيافَةَ وَمَأْمُورٌ بِالاِْجارَةِ فَاَضِفْني وَأحْسِنْ ضِيافَتى وَاَجِرْنا وَاَحْسِنْ اِجارَتَنا بِمَنْزِلَةِ اللهِ عِنْدَكَ وَعِنْدَ آلِ بَيْتِكَ وَبِمَنْزِلَتِهِمْ عِنْدَهُ وَبِما اسْتَوْدَعَكُمْ مِنْ عِلْمِهِ فَاِنَّهُ اَكْرَمُ الاَْكْرَمينَ .

 

Şahadet ederim ki Allah’tan; başka ilah yoktur; tektir; ortağı yoktur. Şahadet ederim ki sen onun elçisisin ve sen Muhammed b. Abdullah’sın. Şahadet ederim ki sen Rabbi’nin elçiliklerini ulaştırdın ve kendi ümmetine nasihatte bulundun; Allah yolunda hikmet ve güzel nasihatle cihadı ettin; üzerindeki hakkı eda ettin. Gerçekten sen müminlere karşı şefkatli, kâfirlere karşı ise sert ve katıydın. Ölüm gelip seni yakalayıncaya kadar sen ihlâsla Allah’a ibadet ettin; böylece Allah da seni kendilerine ikram edilenlerin en yüce mevkisine çıkardı. Senin vasıtanla bizi şirk ve delaletten kurtaran Allah’a hamd olsun. Allah’ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle; kendi rahmetlerini, meleklerinin, peygamberlerinin, elçilerinin, Salih kullarının, gökyüzü ve yeryüzündeki varlıkların ve ey âlemlerin rab’i, evvelkilerden sonrakilere kadar sana tespih edenlerin salât ve selamı kulun, elçin, peygamberin, eminin, seçtiğin, habipin, aradığın, beğenip çıkardığın, kendine has ve halis kıldığın ve yarattıkların arasından seçtiğin Muhammed’e kıl; ona fazilet, üstünlük, vesile ve yüce derece ver ve onun evvellerden sonrakilere herkesin gıpta edeceği beğenilmiş bir makama yükselt. Allah’ım; sen dedin ki: “eğer onlar kendi nefislerine zülüm ettiklerinde sana gelip de Allah’tan bağışlama dileseler ve elçinde onlar için bağışlanma dilese, Allah’ı tövbeyi kabul eden ve şefkatli bulurlar.” İlahi! Gerçekten ben bağışlanma dileyerek ve günahımdan tövbe ederek seni peygamberine geldim; o halde Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle ve günahlarımı bağışla. Efendim! Senin ve Ehl-i Beyt’inin vasıtasıyla günahlarımı bağışlaması için senin ve benim rabbim olan Allah’a yöneldim. Sizden dolayı musibete uğradık ey kalbimizin sevgilisi; pek de büyük bir musibete; senin ayrılığınla bizden vahi kesildi. Şimdi seni kaybettiğimize göre inna lillah ve inna ileyhi raciun (biz Allah için ve biz o’na dönücüleriz). Efendimiz ya Resulullah! Allah’ın rahmeti senin ve tertemiz Ehl-i Beyt’inin üzerine olsun. Bu cumartesi günü sana ait bir gündür ve ben ise bugünde senin misafirinim, senin komşunum. O halde beni misafirliğine kabul et ve bana sığınak ver. Gerçekten sen cömert ve misafirperversin; -Allah tarafından insanlara- sığınak vermeye emredilmişsin. O halde beni misafir et ve güzel bir şekilde ağırla. Bize iyi bir şekilde sığınak ver; Allah’ın senin ve Ehl-i Beyt’inin Allah tarafından insanlara- sığınak vermeye emredilmişsin Allah’ın size verdiği ilmin hakkı için; gerçekten o cömertlerin en cömerdidir.”

Selam olsun sana ey Allah’ın resulü; Allah’ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun. Selam olsun sana ey Muhammed b. Abdullah; selam olsun sana ey Allah’ın seçtiklerinin en üstünü; selam olsun sana ey Allah’ın habipi; selam olsun sana Allah’ın seçtiği; selam olsun sana ey Allah’ın emini; şahadet ederim ki sen Allah’ın resulüsün; şahadet ederim ki sen Abdullah oğlu Muhammed’sin; şahadet ederim ki sen gerçekten ümmetine nasihatte bulundun, Rabbi’nin yolunda cihad ettin ve yakin (ölüm) gelip seni buluncaya kadar o’na ibadet ettin; o halde Allah, ümmetinden dolayı bir peygamberini mükâfatlandırdığı en üstün mükâfatla seni mükâfatlandırsın ey Allah’ın elçisi. Allah’ım! Muhammed ve Ehl-i Beyt’ine rahmet eyle. İbrahim ve İbrahim oğullarına ettiğin rahmetin en üstünüyle; gerçekten sen övgüye layık yücesin.

İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei bugün Hz. Fatıma selamullahi aleyhanın kutlu veladeti ve Kadın Günü münasebetiyle Tahran'daki İmam Humeyni Huseyniyesi'nde yaptığı konuşmada bugünün Kadın Günü olarak anılmasından herkes ve özellikle de İran'lı kadınların önemli dersler çıkartmaları gerektiğini hatırlatarak, müslüman kadınların kendilerini takva, iffet, bilim, cesaret, direniş, sağlıklı bir çocuk terbiyesi ve aileye önem verme gibi özelliklerle donatması gerektiğini vurguladı.

Günümüz kadınlarının Hz. Fatıma'yı kendilerine örnek edinmelerini öğütleyen İmam Hamenei şöyle konuştu: 'Maddi dünyanın yalancı modellerinin tam tersine bu büyük kadın ve pak imamlarımızın hayatı ve söylemleri insanlara doğru yol ve yaşama biçimini göstermekte ve insanları bu çizgiyi katetmeye çağırmaktadır.'

İnkılap Rehberi daha sonra İran'lı müslüman kadınların meşrutiyetten İslam İnkılabı'nın zaferine kadar diktatörlük aleyhinde sürdürdükleri mücadeleye değinerek şunları söyledi: 'Kadınların sosyal görevlerini yerine getirebilmeleri için tesettürlerini terketmeleri gerektiğini söyleyen Batı'lı propagandalara rağmen, İran'lı kadınların çeşitli sosyal ve siyasal alanlardaki etkin katılımı, kadınların tesettürleriyle birlikte sosyal görevlerini yerine getirebileceğini göstermiş olup, bunun en somut örneği şehidlerimizin muhterem anneleridir.'

İslam İnkılabı Rehberi, düşmanın, sahip olduğumuz zaaf noktalarından yararlanmak peşinde koştuğunu ve insanın her an zarara açık olduğunu kaydederek konuşmasını şöyle sürdürdü: 'Hepimiz davranışlarımıza dikkat etmek zorundayız. Kimi teşhir biçimleri, takvasızlık, kötü örtünme ve iffetsizlik toplum ahlakı ve siyaseti açısından tahripkar bir rol oynamaktadır ve bu bağlamda özellikle de kadınların daha da dikkatli olmaları gerekir. Hicab ve tesettür, kadının şahsiyet ve vakarını sergiler ve onun toplumdaki saygınlığının artmasına yol açar. Bu yüzden örtünme konusuna bakışı nedeniyle İslam'a teşekkür edilmesi gerekir.'

İmam Hamenei konuşmasının bir başka bölümünde de Ehli Beyt'i tanımanın Allah'ın büyük bir lütfu olduğunu belirterek şöyle konuştu: 'Ehli Beyt'in manevi erdemlerini tanıtmak, toplumda uygun modeller oluşturmak anlamına gelir. Eğer bu hareket toplumda halis niyetlerle gerçekleştirilirse, etkili ve yüce bir eylem gerçekleştirilmiş demektir.'

İnkılap Rehberi konuşmasının sonunda İran toplumunun yüksek düzeydeki anlayış, bilinç ve sağduyusuna işaretle İslami İran'ın günümüzde sahip olduğu kudretin, tamamen maddeye dayalı günümüz dünyasındaki çeşitli alanlarda bir güneş gibi parladığını ifade etti.

İran'da 2010 yılında nükleer fizikçi Mesud Ali Muhammedi'ye suikast düzenlemek ve Mossad ajanı olmakla suçlanan Mecid Cemali Faşi idam edildi.

İran devlet televizyonu, 2010 yılında nükleer fizikçiyi öldüren ve İsrail gizli servisi Mossad ajanı olmakla suçlanan 24 yaşındaki Mecid Cemali Faşi'nin başkent Tahran'da asılarak idam edildiğini duyurdu.

Cemali Faşi, suçunu kabul etmiş ve pişman olduğunu açıklamıştı. Faşi geçen yıl Ağustos ayında idama mahkum edilmişti.

Tahran Üniversitesi fizik profesörü Mesud Ali Muhammedi, 2010 yılı Ocak ayında işe gitmek üzere ayrıldığı evininin önünde düzenlenen bombalı saldırıda hayatını kaybetmişti.

İran İslami Şura Meclisi Başkanı, Bahreyn’i kendine mal etmek isteyen Suudi Arabistan’ın bu girişimine tepki göstererek, Bahreyn’in Suudi Arabistan için kolay bir lokma olmadığını söyledi.

MHA parlamento muhabirinin bildirdiğine göre, bugün yapılan meclisin açık oturumunda Suudi Arabistan’ın Bahreyn’i kendine mal etmesi girişimine itiraz eden Zahidan milletvekili Hüseyinali Şehriyari, 1961’e kadar İran’ın bir eyaleti olan ve Şah’ın hainliği ve dönemin milli şura meclisinin onayladığı kara lekeli kararla Bahreyn’in bağımsızlığına kavuştuğunu söyledi.

Zahidan milletvekili,”Bahreyn’de cereyan eden hadiselerde İran’ın taraf olma hakkı olduğunu, ama Suudi Arabistan’ın değil”dedi.

Hüseyinali Şehriyari, Al-i Halife ve Al-i Suud’un komploları ile mücadele etmek gerektiğinin altını çizdi.

İslami Şura Meclisi Başkanı Ali Laricani ise bu sözlere yanıt olarak Bahreyn’in Suudi Arabistan için kolay bir lokma olmadığını söyleyerek bu gibi girişimlerin bölgeyi krize sürükleyeceğini belirtti.

Bir çağrımız var…

Bu çağrımız, tüm hacılarımıza, hocalarımıza, ulu hocalarımıza, "ben Ehl-i Sünnetim" iddiasındaki tüm kardeşlerimize…

Bir araya gelip istişare edelim, kaynaklarımızı ortaya koyup tartışalım ve öz nefsimizle baş başa kaldığımızda başımızı iki elimizin arasına alıp derin derin tefekkür edelim, muhasebe yapalım…

On dört asırdan beri ezan-ı Muhammedi okunan İslam beldelerini haçlı-siyonist işgalcilerin kullanımına açmak, açılması için yardımcı olmak, onlara "gelin" diye çağrıda bulunmak hangi Ehli Sünnet kaynağı tarafından onaylanmaktadır?

Elimizi vicdanımıza koyalım ve kendi kendimize soralım; İslam coğrafyasını hallaç pamuğu gibi atma, darmadağın etme ve içinde yaşayan Müslümanların kanlarını ve canlarını ve dahi ırz ve namuslarını heder etme türünden hain ve sinsi planlarına dahil olmak hangi kitabımızca, kaynağımızca onaylanmaktadır?

Tepeden tırnağa, her şeyle haçlı dünyasının emrine ve hizmetine amade olmak suretiyle Müslümanlara "hizmet" edilebileceği fetvasını hangi kaynağımızda gördünüz?

Bin yıldan beri Müslüman Türk milletinin vatanı olan, bu gün üzerinde yaşayandan daha çok altında şehidi bulunan Anadolu coğrafyasını parsel parsel dönüm dönüm, dağ dağ, yayla yayla haçlı sermayesine satmanın caiz olduğuna dair bir fetva veren Ehl-i Sünnet kaynağı bilen var mı?

Bin yıldan beri Tevhid inancının bayraktarlığını yapmış olan Türk milletinin çocuklarını "düşmanını sevici, haça ve haçlıya muhabbet besleyen" tarzda yetiştirmek hangi kaynağımızca desteklenmektedir?

Haçlı-siyonist işgal planlarının içinde yer almak, onlara kuyruk olmak, onların hedeflerine ulaşmaları için hem kavli hem de fiili dualar da bulunmak, Ehl-i Sünnet inancıyla izah edilebilir mi?

Yedi yüz lira asgari ücrete talim eden milyonların olduğu bir ülkenin yüzlerce milyon lirasını komşu kardeş ülkeleri yakıp-yıkmaya azmetmiş teröristlere harcamanın fetvasını her hangi bir Ehl-i Sünnet kaynağında göstere bilir misiniz?

Haçlı-siyonist işgal şebekelerinin lehine ve fakat komşu kardeş ülkelerin aleyhine olmak üzere topraklarımızı kullandırmanın, füzeler yerleştirmenin fetvası hangi kaynakta yer almaktadır?

Bütün bu ve benzeri soruların cevabı yoksa, ey ulu hocalar niçin konuşmuyorsunuz, niçin gerçekleri gizliyorsunuz?

Böyle bir Ehl-i Sünnet inancı var mı?

Bu hal düpedüz ehli zillet olmak değil midir?

Susarak, Ehl-i Sünnet'in ehli zillete dönüşmesine onay vermiş olmuyor musunuz?

Peki, yarın bunun hesabını nasıl vereceksiniz?

Aziz Karaca

 

Kur’ân’ın mukaddes oluşu ve itibarı açısından tahrifinin mümkün olmayışının yanında, Şiîler nezdinde bu konu büyük bir önem taşımaktadır. Şiîler Kur’ân’ın tahrif olmadığı konusunda en sağlam inanca sahiptirler ve günümüzde nuranî Kur’ân’ın bayraktarlığını yapıp İslam ve Kur’ân’ı ciddi bir şekilde savunmaktadırlar. Şiî âlimlerinin, alçak Salman Rüştü’nün Şeytan ayetleri ismindeki yazmış olduğu kitap karşısındaki tavırları buna apaçık bir delildir. Ne yazık ki bir takım art niyetli, fitneci kişiler Kur’ân’ın tahrif edildiği yalanını Şia’ya nispet vermeleri geçmişten günümüze kadar gelmiş ve bazı Ehlisünnet kardeşlerimizde bu inancın Şia’nın inançlarından biri olduğu düşüncesini oluşturmuştur. Gerçekte asılsız bir iftira olan Kur’ân’ın tahrif konusu Şia’nın nurlu yüzünü karalamaya yönelik bir çalışma olup Müslümanlar arasında oluşan vahdeti baltalamaya yönelik bir girişimdir.

 

TAHRİF

Tahrifin Sözlük Anlamı

“h-r-f” kökenli tahrif kelimesi kenar, taraf, yön, cihet, bir şeyin etrafı kenarı manasınadır. Bir şeyi tahrif etmek ise; asıl olması gereken yerden çıkarıp, yanlış yöne yönlendirmektir.[1] Kur’ân’ı Kerim şöyle buyuruyor:

“İnsanlardan kimi Allah'a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki: Kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa çehresi değişir (dinden yüz çevirir). O, dünyasını da, ahiretini de kaybetmiştir. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.”[2]

Zamahşeri bu ayetin tefsirinde şöyle der: “Yani; kenarda durmuş, din meydanının ortasına gelmiyorlar. Kur’ân bu şekil kuşkulu, ikilem içinde bulunan insanları ordunun kenarından hareket edip, menfaatleri olduğunda, ganimet, zafer esnasında orduya katılıp, aksi takdirde savaş meydanından kaçıp bir köşeye saklananlara benzetmektedir.”[3]

Bir kelimede harflerin yerini veya bir harfi değiştirme, bozma, değiştirme. Bir ibaretin anlamını değiştirme. İlâhî kitaplar üerinde herhangi bir kelimenin bile bile değiştirilmesine tahrif denir.

Râğıb el-İsfahani, el-Müfredat kitabında şöyle der:

“Bir kelimeyi tahrif etmek, o kelimeyi iki farklı anlam ve mana verebilecek şekilde söylemektir.”[4]

Yukarıdaki tanım, kelime yapısı üzerinde gerçekleşen tahriften ziyade manadaki değişikliğe işaret etmektedir.

Kelamın tahrifi ise; “Kelamı iki manaya yorabilme ihtimali vermek. öyle ki kelam için akla gelebilecek en son manayı vermektir. Bu çeşit tahrif manevi tahriftir. Zira kelimenin harflerinde, zahirinde hiçbir değişiklik yapmadan gerçekleşen tahriftir. Kur’ân’ı Kerim aşağıdaki ayette bu manaya işaret etmektedir:

“Yahudilerin bir bölümü, kelimeleri (Allah’ın sözlerini) asıl manalarından saptırırlar.”[5]

Bu ayet, Yahudilerin, kelimelerin zahirini korumalarına rağmen, onları asıl manalarından uzaklaştırıp başka manalara yorumladıklarını bildirmektedir.

Kur’ân-ı Kerim’de buna benzer tabir dört defa tekrar edilmiştir. Bunların hepsi Kur’ân’ın manevi tahrifine işarettir.

Allah (c.c) şöyle buyurmaktadır:

“kelimeleri yerlerinden değiştirirler…”[6]

Diğer bir ayette şöyle buyurmuştur:

“…Hâlbuki bunlardan bir grup vardı ki, Allah'ın kelâmını işitirlerdi de sonra ona akılları yattığı halde bile bile onu tahrif ederlerdi.”[7]

 

Tahrifin Istılah ve Terim Anlamı

Terim ve ıstılahtaki ‘tahrif’ sözlükteki tahrifin aksine; “Kelimenin manasının değiştirilmesi” demektir. Terimdeki tahrif lafzın tahrifi için, sözlükte tahrif ise manevi tahrif için kullanılır. Buna göre Kur’ân’da geçen tahrifler lügat açısından başka bir tahrifi kapsamamaktadır. Fakat Kur’ân’ın tahrifi konusunda lafzı ve ıstılahî tahrifi ele alacağız.

İslâm dinine göre birkaç çeşit tahrif vardır: Kelimenin bazı harflerini yanlış telaffuz ederek ona başka mana vermek, bir hadis veya ayete tefsir yoluyla değişik mana vermek, metinler arasında bile bile değişiklik yaparak Kur’ânı-ı Kerim ve Hadis-i Şerif'lerde mevcut olmayan bir kelimeyi metinlere eklemek suretiyle varmış gibi göstermek.

Ayrıca Kur’ân’ın tahrifine inananları iki ayrı sınıfa ayırmak mümkündür; birinci grup; Kur’ân’ın bütün ayetlerinde tahrif olabileceği ihtimali vermişlerdir, ikinci grup ise Kur’ân’ın sadece bazı ayetlerinde tahrif olma ihtimali vermişlerdir. Ancak İslam dünyasında âlimlerin kahır çoğunluğu Kur’ân’da hiçbir şekilde tahrif olmadığına inanmaktadırlar.

Tahrifin lügat ve ıstılah manalarını açıkladıktan sonra asıl konumuz olan Kur’ân tahrifini inceleyeceğiz. Önce Kur’ân hakkında iddia edilen tahrif çeşitlerini ele alacağız.

 

Kuran Tahrifinin Kısımları

1- Kur’ân’ın Manevi Tahrifi

Yüce Allah Âl-i İmrân suresinin yedinci ayetinde müteşabih ayetler hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Sana Kitab'ı indiren O'dur. Onun (Kur'an'ın) bazı ayetleri muhkemdir ki, bunlar Kitab'ın esasıdır. Diğerleri de müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve onu tevil etmek için ondaki müteşâbih ayetlerin peşine düşerler…”[8]

Bu ayet açık bir şekilde bazı fitneci insanların batıl bir şekilde te’vîl yapmak için müteşabih ayetleri kendilerince yorumlamaya çalıştıklarını bildirmektedir.

Kur’ân’da manevi tahrifin oluşu açısından hiçbir şüphe yoktur. Zira “Rey ile Kur´an´ı Tefsir Etmek” buna en açık bir delildir ve bu tür tahrif defalarca gerçekleşmiştir.

Tarih boyunca kelamî mektepler ve fırkalar oluşmuştur. Bu oluşumların temeli ise Kur’ân ayetlerinin yanlış bir şekilde yorumlanıp tefsir edilmesine dayanmaktadır. Bunlara Müfevvize ve Mücesseme fırkalarını örnek gösterebiliriz.

Rivayetlerde bu tahriflerin gerçekleştiğine işaret ettiği gibi bu gibi tahrifleri yapanlar da şiddetle kınanmıştır.

İmam Bakır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Kur’ân’ın onlar tarafından arkaya atılmasının alameti, onların harflerini saklayıp, koruyup, hudut ve sınırlarını tahrif etmeleridir. Onlar Kur’ân’ı anlattıkları halde ona uymuyorlardı. Cahiller onların Kur’ân’ın hafızları olduklarını görüp seviniyorlardı, âlimler ise Kur’ân’a uymayıp onun sınırlarını riayet etmedikleri için üzülüyorlardı.”[9]

2- Kur’ân’ın Lafzı Tahrifi

Kur’ân’ın lafzı tahrifinden; görünen zahiri kelimeleri üzerinde yapılan tahrif kastedilmektedir.

Kur’ân’ın lafzı tahrifinin kısımları vardır:

a- Kur’ân’a Bir Şeylerin Eklenmesi:

Müslümanlar arasında hiç kimse Kur’ân’a bir şeyin eklenmesi yani fazlalaştırılması konusunda tahrifin olduğunu iddia etmemiştir. Bu görüş Şiî ve Sünni mezhepler tarafından inkâr ve reddedilmiştir. Bu konu hakkında aklî delil de bulunmaktadır; Tarih boyunca Müslümanlar Kur’ân’ın hıfz edilip, öğrenilmesi ve kıraâti konusunda son derece özen göstermişlerdir. Bundan dolayı Kur’ân’ın nazil olan bütün ayetleri Müslümanlar tarafından bilinen ve herkesin aşina olduğu bir durumdu. Buna göre Kur’ân’a bir kelime eklenseydi bütün Müslümanlar tarafından bilinip reddedilirdi. Bunun yanında Kur’ân’ı Kerim’in eşsiz belagat ve fesahati de böyle bir şeyin gerçekleşmesine en büyük engeldir. En büyük belagat ve fesahat sahibi insanlar bile Kur’ân karşısında boyun eğmekten başka bir çare bulamamışlardır. Böyle bir durumda eğer Kur’ân’a bir şey eklenmiş olduğunu farz edersek nasıl olurda Müslümanların ve belağat ve fesahat bilen insanların gözünden kaçtığını düşünebiliriz?

b- Kur’ân’dan Bir Şeylerin Eksiltilmesi:

Kur’ân’ın lafzı tahrifi olarak bilinen ikinci kısım, asıl bahsi geçen ve tartışılan konudur ki; Kur’ân’dan kelimenin, cümlenin veya ayetin eksiltilmesi ile ilgilidir. Yani Kur’ân’dan bir şeylerin eksiltilmesi meselesidir. Şiî ekolu bu şekil tahrifi de kesin bir şekilde reddetmektedir.

Bu tür bir tahrifin olduğu, sadece bazı zayıf rivayetlerde yer almıştır. Bu rivayetler, genelde Ehlisünnet yoluyla zikredilmiş ve bazen de Şîa kanalıyla nakledilmiştir.

Bu rivayetler, parmakla sayılacak kadar azdır ve bazı Şiî veya Sünni muhaddislerinin dışında herkes tarafından reddedilmektedir.

Bu konuyu ileride daha geniş bir şekilde inceleyeceğiz.

c- Surelerin Veya Ayetlerin Yer Değiştirmesi:

Eğer Kur’ân’da surelerin ve ayetlerin yerlerinin değiştirilmesini tahrif olarak kabul edecek olursak, bu şekil tahrifin gerçekleştiğini herkes kabul etmektedir. Zira Kur’ân-ı Kerim’in surelerinin bugünkü şekilde sıralanması surelerin nazil olduğu şekilde olmadığı herkes tarafından bilinmektedir.

Elbette bilinmelidir ki bu şekilde değişiklikler Kur’ân’ın korunmasına, itibarına, tahrifin olmayışına zarar vermemektedir. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; Kura’ın tahrif edilip edilmemesi sadece lafzı tahrif de Kur’ân’dan bir şeylerin eksiltilip eksiltilmemesi ile ilgilidir ve bütün tartışmalarda bu alanda yapılmaktadır.

d- Kelimelerin Yer Değiştirmesi:

Bir kelimenin kaldırılarak başka bir kelimenin yerine bırakılmasına denir. Bazen kaldırılan ve bırakılan kelimeler aynı manayı taşır bazen de aynı manayı taşımaz. İbni- Mesud bu şekil değişikliği aynı manayı ve mecazi manayı taşıyan kelimeler için sakıncası olmadığını kabul etmiştir. Ona göre önemli olan mananın korunmasıdır, lafızların farklı olması çokta önemli değildir. Örneğin “âlim” yerine “hâkim” kelimesinin okunmasının sakıncası yoktur.

Fakat bu çeşit değişikliği de Kur’ân hakkında kabul edilemez. “İlahi vahiy”de böyle bir değişiklik söz konusu olamaz. Zira Kur’ân’ın mucizelerinden birisi de kelimelerinden kaynaklanmaktadır. Buna göre Kur’ân için bu gibi değişiklikler düşünülemez.[10]

e- Kırâatlerin Farklılığı:

Yani Kur’ân’dan her hangi bir kelimenin Müslümanlar arasında bilinenden farklı bir şekilde kıraât edilmesidir. Bu çeşit kıraâtleri de doğru değildir. Çünkü Kur’ân bir tanedir ve bir olan Allah tarafından gönderilmiştir. İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Şüphesiz Kur’ân bir tanedir ve bir olan Allah tarafından gönderilmiştir.”[11]

f- Lehçe ve Söyleyiş Tarzında Farklılık:

Arap kabileleri arasında harflerin veya kelimelerin söylenişinde farklı lehçelere sahip olmalarına denir. Dolayısıyla Kur’ân’ı da kendi lehçelerine göre telaffuz etmişlerdir.

Lehçe kelimenin yapısında ve manasında değişiklik yapmayacak şekilde olursa sakıncası yoktur. Fakat lehçe, kelimenin manasını değiştirip, edebî kuralları çiğnerse, Kur’ân’ın bu şekil kıraâti sakıncalıdır. Çünkü Allah-u Teala şöyle buyuruyor:

“Korunsunlar diye, pürüzsüz Arapça bir Kur'an indirdik”[12]

Hakeza lehçe farklılığı Kur’ân’ın manasının değişmesine neden oluyorsa kesinlikle caiz değildir. Kasıtlı olarak yapılan bu gibi değişikliklerde büyük günahtır. Kur’ân-ı Kerim’de Yahudilerin böyle yaptığını görmekteyiz.

“Yahudilerden bir kısmı kelimeleri yerlerinden değiştirirler, dillerini eğerek, bükerek ve dine saldırarak (Peygambere karşı) «İşittik ve karşı geldik», «dinle, dinlemez olası», «râinâ» derler. Eğer onlar «İşittik, itaat ettik, dinle ve bizi gözet» deselerdi şüphesiz kendileri için daha hayırlı ve daha doğru olacaktı; fakat küfürleri (gerçeği kabul etmemeleri) sebebiyle Allah onları lânetlemiştir. Artık pek az inanırlar.”[13]

Başka bir ayette şöyle buyurur:

“Ey iman edenler! «Râinâ» demeyin, «unzurnâ» deyin. (Söylenenleri) dinleyin. Kâfirler için elem verici bir azap vardır.”[14]

Kuran’ın Tahrif Olmadığına Deliller

Müslümanlar arasında usul ve füru konularda ihtilaf olmasına rağmen Kur’ân’ın tahrif edilmeyişi konusunda hemfikirdirler. Şia’nın Âhbarî (aşırı radikalleri) ve Ehlisünnetin Haşeviyye fırkası ve bir grup âlim yeterli bir araştırma yapmadan bazı hadislerin zahirine dayanarak, Kur’ân’dan bir şeylerin eksildiğine inanmışlardır. Fakat bilinen, kabul edilen ve meşhur olan Şiî ve Ehlisünnet âlimleri Kur’ân’ın tahrif edildiğini kabul etmedikleridir. Bugün elimizde bulunan Kur’ân Peygamber efendimize nazil olan Kur’ân’dır.

Şeyh Müfit’ten sonra İmamiyyenin (12 İmam Şiileri) reisi olarak bilinen fakih, müfessir, kelamcı, edip ve şair Ebû-l Kasım Ali b. Hüseyin Musevi Seyit Murtaza Âlamü’l-Hüda (436 h.k) şöyle der:

“Kur’ân’ın sahih bir şekilde nakledildiğine inanmak, şehirleri, büyük olayları, meşhur ve aşikâr Arap kitaplarını bilmeye benzer. Zira Kur’ân’ın nakledilip hıfz edilmesine gösterilen hassasiyet ve verilen önem hiçbir şey için geçerli değildir. Kur’ân nübüvvetin mucizesi, şeriat ve dinî ahkâmların kaynağıdır. İslam âlimleri onun korunması, hıfz edilmesi konusunda son derece gayret göstermişlerdir. Hatta Kur’ân konusunda alamet, kıraât ve harfler konusunda bütün ihtilafları öğrenmişlerdir. Durum böyle iken nasıl olurda Kur’ân tahrif olmuş olabilir!?”[15]

İleride Şiî âlimlerinin bu konu hakkında ki görüşlerini çok geniş bir şekilde nakledeceğiz.

Kur’an’ın Tahrif Olmadığına Dair Deliller

1- Kur’ân

a- Kur’ân-ı Kerim’de bir çok ayet Kur’ân’ın tahrif olmadığına dalalet etmektedir. Örneğin:

“Hiç şüphe yok ki, Kur'ân'ı biz indirdik, elbette onu yine biz koruyacağız.”[16]

(Şia alimi) Allâme Tabatabaî (r.a) bu ayet hakkında şöyle der:

“Kur’ân hayat dolu ebedî bir zikirdir. Yok olmak, eksilmek ve fazlalaştırılmaktan korunmuştur. Kur’ân’ın muhtevasında herhangi bir değişikliğin meydana gelmesi sonucu, hakikatleri ve ilahî maarifi açıklayıcı olma özelliğini kaybetmesi ve böylece Allah’ın zikri olmaktan çıkması mümkün değildir. Bu ayet, Kur’ân-ı Kerim’in zikir olduğunu ve nazil olduktan sonra çeşitli tahriflerden sonsuza dek korunacağını bildirmektedir..”[17]

(Sünni alimi) Zemahşerî, bu ayet hakkında şöyle der:

“Geçmiş kitapların aksine, Kur’ân’ı tahrif olmaktan koruyan Allah’ın kendisidir. Yüce Allah’ın, Kur’ân’ı tüm değişim ve tahriflerden koruması ve buna özel bir önem vermesi, Kur’ân’ın bir mucize olduğunu gösterir. Aksi takdirde, Allah kelâmı olmayan sözlerde eksilme ve fazlalık olduğu gibi, Kur’ân’da da eksilme ve fazlalıklar meydana gelirdi.”[18]

(Şia alimi) Ayetullah Hoî (r.a) ise, bu konuda şöyle der:

“Bu ayet, Kur’ân’ın tüm tahriflerden korunduğunu ve hainlerin pis elleriyle Kur’ân’da herhangi bir değişikliği ve tahrifi meydana getiremediklerini ve hiçbir fitnecinin oyuncağı olamayacağını vurguluyor.”[19]

(Sünni alimi) Fahr-i Râzî, bu ayeti açıklarken şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız.”[20]

(Şia alimi) Feyz-i Kaşanî şöyle diyor:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme, fazlalaşma ve değiştirilme tahrifinden koruyacağız.”[21]

(Şia alimi) Ebû Ali Tabersî ise şöyle der:

“Yani, biz Kur’ân’ı her çeşit eksilme ve fazlalaşma tahrifinden koruyacağız. Allah (c.c.) Kur’ân’ı nazil ettiği şekilde koruyacağını üstlenmiş, İslam ümmetini bu Kur’ân’ı nesilden nesile aynen aktarmakla görevlendirmiştir; Peygamber’in davetini kabul edenlerin hepsine hücceti tamamlamaları için bu durumun kıyamete dek devam etmesini emretmiştir.”[22]

Yüce Allah başka bir ayetinde verdiği vaadinden dönmeyeceğini bildirmiş ve böylelikle Kur’an’nın tahrif olmayacağını bizlere haber vermiştir:

“Şüphe yok ki Allah, vaadinden dönmez.”[23]

Şimdi bu delil hakkında akla gelebilecek birkaç şüpheyi incelemeye çalışacağız:

Birinci Şüphe: Bu ayet, Kur’ân’ın her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden mahfuz kaldığına dalalet etmez. Kur’ân’ın yalnız bir kısım insanların yanında mahfuz olarak kalması, ayetin geçerliliği için yeterlidir, herkesin yanında mahfuz olması gerekmez. Ayet, böyle bir manayı ifade etmemektedir.

Cevap: Bu ayetin bu manaya geldiğini düşünmek doğru değildir. Zira yüce Allah, Kur’ân’ı evrensel ve tüm insanları doğru yola hidayet etmek amacıyla nazil etmiştir. Dolayısıyla, Kur’ân’ın yalnız bazı şahısların yanında tahriflerden mahfuz kalması, bu amaç için yeterli değildir. Eğer Kur’ân’ı halkı kendi hidayete eriştirmek gayesiyle nazil etmeseydi, onu kendi nezdinde”Levh-i Mahfuz”da[24] koruması yeterli olurdu. Ama Kur’ân’ı hidayet amacıyla indirdiği için onu her zaman, her yerde ve herkesin yanında tüm tahriflerden koruması gerekir.

Ayetullah Hoî bu şüphenin cevabında şöyle diyor:

“Bu ayetteki “zikir”den maksat, Peygamber’e (s.a.a) nazil olan Kur’ân-ı Kerim’dir ve “onu korumak”, onu başkalarının oyuncağı olmaktan ve zayi olmaktan korumak ve bütün insanların o ilahî mesaja ulaşabilmesini mümkün kılmak demektir. Nitekim halk dilinde; “Filan kasidenin her hakkı mahfuzdur.” denildiği zaman, o kasidenin korunmasına rağmen, herkesin ona ulaşabileceği kastedilir.”[25]

İkinci Şüphe: Bazı Müslüman ve Müslüman olmayan ülkelerde basılan Kur’ân’larda bazı ayet ve kelimeler yanlışlıkla eksik veya yerleri değişmiş şekilde basılmaktadır. Acaba bu, bir nevi tahrif değil midir?

Cevap: Bazen matbaa hatasından dolayı Kur’ân nüshasında meydana gelen eksiklikler veya değişikliklerin, Kur’ân’ın Allah tarafından korunmasıyla hiçbir çelişkisi yoktur. Zira böyle yanlışlıklar, Kur’ân’ın yeniden doğru ve hatasız basılmasıyla ortadan kalkar; böylece bu yanlışlıklar düzeltilir. Hakeza birçok İslam ülkesinde Kuran müesseseleri bu gibi hataları önlemek için kurulmuştur. Yayınevlerinin Kur’an basabilmesi için özel kurum ve kuruluşlardan izin almaları gerekir. Bundan dolayı bu gibi hataların devamlılığı veya yaygınlaşması mümkün değildir.

Üçüncü Şüphe: Ünlü Ehli sünnet alimi Fahri Razî şöyle der: “Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair Kur’ân’dan delil getirmek doğru değildir. Zira delil olarak getirilen ayetin kendisi de Kur’ân’a eklenmiş olabilir. Öyleyse mezkûr ayette de tahrif ihtimali olduğuna göre, bunu delil olarak getirmek doğru değildir.”[26]

Cevap: Bütün İslam âlimleri, bu ayetin tahrif olmadığına dair ittifak etmişlerdir. Hiç kimse de bu ayetin tahrif edildiğini iddia etmemiştir. Diğer taraftan, tahrif yapmak isteyen şahsın, ilk önce bu ayeti tahrif etmesi gerekirdi. Çünkü bu ayet, tahrif konusunda kilit bir ayettir ve bu ayeti bu halinden çıkarmadığı müddetçe, yapacağı her türlü tahrif bu ayetle reddedileceği için, faydasız olacaktır. Öyleyse, tahrif yapmak isteyen birinin, böyle bir ifadeyi Kur’ân’a eklemiş olması düşünülemez. Çünkü böyle bir ifadeyi Kur’ân’a eklemekle, kendi tahrifinin önünü almış ve daha sonra tahrifte bulunmak isteyene engel olmuş olur. Herhalde Kur’ân’ı tahrif etmek isteyen, Kur’ân’ın tahrif edilmesinin önüne, böyle bir ifade ekleyerek, set çekmek istemez.

Ayetullah Hoî bu şüphenin cevabında ise şöyle diyor:

“Şayet bu sorunun cevabını “Ehlibeyt” ve onların velayet makamı ve her yönlü rehberliklerini bilmeyip tanımayanlar veremezler. Fakat Onları (Resulullah’ın (s.a.a) vasileri) (a.s) Allah’ın yeryüzünde hüccetleri olarak bilenler için böyle bir şüphe hiçbir zaman söz konusu olmaz. Zira İmamlar (a.s) bu bugün elimizde bulunan Kur’ân’a göre istidlal etmişlerdir. Dostlarının da bu Kur’ân ile istidlal etmelerini tasdik etmişlerdir. Buda gösteriyor ki; şu an elimizde bulunan Kur’ân hüccettir. Bu Kur’ân’a sıkı sıkı sarılmak farzdır ve bu konuda hiçbir şüphe yoktur.”[27]

b- Kur’ân-ı Kerim’in tahrif olmadığına dair diğer bir ayet şudur:

“Kendilerine Kitap geldiğinde onu inkâr edenler (şüphesiz bunun sonucuna katlanacaklardır). Hâlbuki o, eşsiz bir kitaptır. Bâtıl ona, ne önünden gelebilir ne de arkasından. Hakîm ve Hamîd Allah'tan bir indirmedir o.”[28]

Bu ayet, diğer ayet gibi Kur’ân’ın tahrif edilmediğini göstermektedir. Kur’ân’a bâtıl sözün ulaşması veya herhangi değişikliğin meydana gelmesi, bu ilahî deliller ışığında mümkün değildir. Buna göre tahrif, bâtıl sözün en açık numunelerinden olduğuna göre, hiçbir zaman Kur’ân’ın sınırlarından içeriye giremez. Bu konuda Allâme Tabatabaî şöyle der:

“Bâtıl demek, Kur’ân’ın hakikatlerinin tümünün veya bir bölümünün hak olmayan şeylere dönüşmesidir. Veya şeriatın hükümleri ve ahlakî değerlerinin bazılarının uygulanamayacak derecede iptalidir. Bu ayet ise, Kur’ân’da böyle şeylerin oluşmasını kesin bir dille reddediyor.”[29]

Bu ayetlerde de açıkça görüldüğü gibi Kur’ân kendisi için hiçbir tahrifi kabul etmeyip inkâr etmektedir. Arap edebiyatı ile aşina olan kimseler burada ki vurguları ve tekitleri iyi bilmektedirler. Bundan dolayı Kur’an açısından tahrif söz konusu değildir.

2- Hadis

a - Sakaleyn Hadisi:

Sakaleyn hadisi Ehlisünnet ve Şiî tarafından tevâtür haddinde nakledilmiştir.

Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

“Ben aranızda iki değerli emanet bırakıyorum; Biri hidayet ve nur ile dolu olan Allah’ın kitabıdır. Sizler ona sarılın ve amel ediniz. Diğeri ise İtretim, Ehl-i Beytimdir. Sizi Allah’a and veriyorum Ehl-i Beytim’in haklarını koruyunuz, eğer bu ikisine sarılırsanız asla sapıklığa düşmezsiniz, bu ikisi kıyamet günü (Kevser) havuzunun başında benim yanıma gelinceye kadar birbirlerinden ayrılmazlar…[30]

Bu hadisten birkaç önemli nokta vardır:

Birincisi: Peygamber efendimiz Müslümanlar arasında iki büyük emanet olan Allah’ın kitabını ve Ehlibeyt’ini (a.s) bırakmıştır.

İkincisi ise: İnsan bu iki emanete birlikte sıkı sıkı sarıldığında asla sapıklığa düşmeyecektir.

Üçüncü nükte ise; bu iki emanetin Kevser Havuzu başına birlikte gelinceye kadar birbirinden ayrılmamalarıdır.

Bu hadis Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair en açık delillerden birisidir. Çünkü Sakaleyn Hadisi açık bir şekilde Kur’ân’ın kıyamete kadar korunacağını bildirmektedir. Zira eğer Kur’ân’ın tahrifini kabul edecek olursak, artık ona ve Ehlibeyt’e (s.a) sıkı sıkı sarılmanın hiçbir manası kalmayacaktır. Ehlibeyt/İtret, Kur’ân olmadan başlı başına bir hüccet olmayacaktır. İtret’in olduğunu ve Kur’ân’ın tahrif olduğunu düşünecek olursak İtret’in Kur’ân’dan ayrıldığını kabul etmemiz gerekir. Oysa Sakaleyn hadisi açıkça bu ikisini; Kur’ân ve İtret’in birbirinden ayrılmayacağını bildirmektedir.

b-Kur’ân’a Sunulması Hadisi:

Bu hadisler Şiî ve Sünni âlimler kanalıyla Peygamber efendimizden ve mâsum İmamlardan (a.s) nakledilen anlam yönünden mütevatir olan ve ”Kur’ân’a sunulması” gerekenler olarak bilinen hadislerdir:

Müslümanların Hz. Peygamber’den (s.a.a) ve İmamlardan (a.s) ulaşan hadisleri Kur’ân’a sunmaları gerekir. Kur’ân’a uyan hadisleri kabul edip, uymayanları reddetmelidirler.

Bu konuda Hz. Peygamber (s.a.a)’den şu hadis nakledilmiştir:

“Benden sonra sizlere birçok hadis nakledeceklerdir. Benden size ulaşan hadisleri Kur’ân’a sunun; ona uyanı kabul edin, uymayanı reddedin.”[31]

İmam Sadık (a.s) bu konu hakkında şöyle buyurmuştur:

“Her hakkın bir hakikati ve her doğrunun da bir nuru vardır. Sizler, Kur’ân’a uyanını kabul, uymayanını ise reddedin.”[32]

Yine başka bir hadiste İmam Cafer-i Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Kur’ân’a muhalif olan her hadis batıldır.”[33]

Başka bir hadiste ise Ehlibeyt İmamlarının (s.a) şöyle buyurdukları nakledilmiştir:

“Bizden size bir şey ulaştığında Kur’ân’a başvurun, eğer Kur’ân ile çelişmiyorsa kabul edin, amel edin, eğer Kur’ân’la çelişiyorsa o hadisi atın ve reddedin.”[34]

Bütün hadislerin doğru ve yanlış olmasındaki ölçü Kur’ân olduğuna göre, Kur’ân’ın kendisinin tüm tahriflerden korunmuş olması gerekir.

Bu hadislerle iki şekilde istidlâl edilmiştir:

1- Kur’ân, sağlamlığı ve delil olarak başvurulan ana kaynak olduğuna göre hadislerden önceliklidir. Bu yüzden, tüm hadislerin doğru olup olmadığını anlamak için Kur’ân ölçüdür. Eğer Kur’ân tüm tahriflerden korunmamış olmasaydı, hadislerin ona sunulması yersiz ve mantıksız olurdu.[35]

2- Bazı ayetler, Kur’ân’ın tahrif olmadığını açıkça bildirdiği halde, Kur’ân’ın tahrif olduğuna dâir hadislerde elimize ulaşmıştır. Ancak bu hadisler, Kur’ân’ın tahrif olmadığını bildiren ayetlere muhalif olduğu için, Kur’ân’a uymayan hadislerin kenara atılması ve saf dışı bırakılması yönünde Hz. Peygamber (s.a.a) ve masum İmamlar (a.s)’dan nakledilen mütevatir hadisler gereğince, onlara itina edilmemelidir.

Bu konu hakkında Feyz-i Kaşanî şöyle diyor:

“Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s), kendilerinden mütevatir olarak nakledilen rivayetlerde, kendilerine isnat edilen hadislerin onlara ait olup olmadığını anlamamız için, o hadislerin Kur’ân’a sunulmasını emretmişlerdir. “Kur’ân’a uyanı kabul, uymayanı reddedin.” diye buyurmuşlardır. Buna göre, elimizde mevcut olan Kur’ân’ın tahrif edildiğini kabul edersek, hadisleri ona sunmanın ne gibi bir yararı olabilir ki? Bu yüzden, Kur’ân’ın tahrif edildiği yönündeki hadisleri, Kur’ân’a aykırı ve muhalif olduğu için, ret veya te’vîl etmemiz gerekir.”[36]

Kur’ân’ın manaları ve hükümlerine zarar vermeyecek derecedeki eksilme ve tahrifin olabileceği şüphesine karşı verilebilecek cevap ise şudur: Hadislerin Kur’ân’a sunulması hakkındaki rivayetlerin anlamıyla ilgili olarak yapılan açıklamaya dikkat edilirse, bu şüphenin de cevabı anlaşılmış olur. Böyle bir tahrifin münafıklara ve dalâlet ehline hiçbir yararı olmayacağından, kimse böyle bir işe yeltenmez. Ayrıca, Müslümanların, özellikle de âlimlerin, Kur’ân’dan bir noktanın dahi azalmaması ve ona bir noktanın dahi eklenmemesi yönündeki büyük çabaları ve titizlikleri dikkate alınırsa, bu derecedeki tahrifin de mümkün olmadığını herkes takdir edecektir.

c- Ehlibeyt (a.s) Hadislerinde Kur’ân Tahrifinin Reddi:

a- Ehlibeyt İmamlarından (a.s) Kur’ân’ın tahrif olmadığına dair birçok hadis nakledilmiştir ki bunlardan bazıları yukarıda zikredildi. Bu hadislerde Ehlibeyt İmamları (a.s) çok açık ve net bir biçimde Kur’ân’ın tahrifini inkâr etmektedir. Bu rivayetlerden bir kısmını zikrediyoruz:

Sahih bir senetle Ebû Basir’den şöyle nakledilmiştir:

“İmam Sadık (a.s)’a, halkın “Ey inananlar, Allah'a, peygambere ve içinizden emredecek kudret ve liyakate sahip olanlara itaat edin.”[37] ayetinde Allah’ın Ali (a.s) ve Ehlibeyti’nin (a.s) isimlerini niçin zikretmiyor? dediklerini söyledim. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“Peygamber’e (s.a.a) namazda nazil olmuştur. Fakat namazın rekâtları bildirilmemiştir, Kur’ân’da gelmemiştir. Peygamber (s.a.a) (namazları kaç rekât olarak kılacaklarını) açıkladı. Diğer hükümlerde aynı şekildedir...”[38]

İmamın (a.s) sözünden Hz. Ali’nin (a.s) ve diğer imamların (a.s) isimlerinin Kur’ân’da olmadığını imamın şu an Müslümanların elinde olan Kur’ân’ı kabul edip tahrifine inanmadığı anlaşılmaktadır.

b- Sahih bir senetle İmam Bakır’dan (a.s) şöyle buyurduğu nakledilmiştir:

“Kur’ân’ın onlar tarafından arkaya atılmasının alameti, onların harflerini saklayıp, koruyup, hudut ve sınırlarını tahrif etmeleridir. Onlar Kur’ân’ı anlattıkları halde ona uymazlar. Cahiller onların Kur’ân’ın hafızları olduklarını görüp seviniyorlardı, alimler ise Kur’ân’a uymayıp onun sınırlarını riayet etmedikleri için üzülüyorlardı.!”[39]

Bu hadisten anlaşılan şu ki; İnsanlar sadece Kur’ân’ın tefsir ve te’vîlinde yanlış yolları seçmişler. Kur’ân ayetlerini kendi inançlarının teyidi için istedikleri biçimde yorumlamışlardır. Fakat Kur’ân’ın kendisinde hiçbir tahrif olmamıştır.

3- Aklî Delil

Kur’ân insanları hidayet etmek için gönderilmiş yol gösterici bir kitaptır. Ayetlerin buyurduğuna göre insanın bu kitaba başvurup müracaat etmesi kaçınılmazdır. Zira aklında gerektirdiği dini maarifler, İslam’ın genel kanun ve temellerini içerin bir kitabın beşerin hidayeti için gerekli olduğuna kanaat getirmektedir. Bu kitabın beşerin elinde bulunması ve insanların bununla hidayeti bulması gerektiğini akıl tasdik edip kabul etmektedir. Öyleyse Allah’ın insanlara bir kitap gönderip daha sonra bu kitabı da herkesin istediği gibi değiştirmesine izin vermesi hikmetine terstir. Zira Kur’ân halkın hidayeti için gönderilmiş bir kitaptır. İslam dinini de en son din olarak kabul edecek olursak diğer dinler hakkında akla gelebilecek soruların cevabı kendiliğinden anlaşılacaktır.

4- Kur’ân’ın Mucize Oluşu

Kur’ân mucize kitabıdır. Şu ana kadar hiç kimse ona benzer bir ayet getirememiştir. Ayetlerde buna açıkça işaret etmektedir. Allah-u Teala Kur’ân’da insanlara ve cinlere meydan okumuş şöyle buyurmuştur:

“(Ey Muhammed!) De ki: “And olsun eğer insanlar ve cinler bu Kur'ân'ın benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine yardımcı olsalar bile, yine onun bir benzerini meydana getiremeyeceklerdir.”[40]

Diğer bir ayette ise şöyle buyurmuştur:

“Yoksa “onu kendi uydurdu” mu diyorlar? O halde sen de onlara de ki: “Haydi siz de onun gibi uydurulmuş on sûre getirin. Allah'dan başka çağırabileceğiniz kim varsa onları da yardıma çağırın. Eğer doğru söylüyorsanız” (bunu yaparsınız).[41]

Ve yine başka bir ayette de şöyle buyuruyor:

“Onu o (peygamber) uydurdu” mu diyorlar? De ki; “Haydi siz de onun gibi bir sûre getirin ve Allah'dan başka, çağırabileceğiniz kim varsa onu da yardıma çağırın. Eğer sözünüzde sadık iseniz (bunu yapın).”[42]

Bakara suresinde ise yine şöyle buyuruyor: “Eğer kulumuz (Muhammed)e indirdiğimiz (Kur’ân)dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah'tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.”[43]

Eğer Kur’ân tahrif olmuş olsaydı fesahat ve belagat açısından eksiklik olmuş olacak dolayısıyla ona benzer bir ayet veya sure şimdiye kadar getirilmiş olacaktı, oysaki böyle bir şey şimdiye kadar gerçekleşmemiştir ve gerçekleşmeyecektir.

5- Her Namazda Fatihadan Sonra Bir Surenin Okunması

Ehlibeyt İmamları (a.s) günlük beş vakit namazların birinci ve ikinci rekâtlarında fatiha suresinden sonra kâmil bir surenin okunmasını farz bilmişlerdir. Bunun kendisi Ehlibeyt İmamlarının (a.s) Kur’ân’dan her hangi bir şeyin eksilmediğine inandıklarını göstermektedir. Her fatiha’dan sonra bir surenin okunması gerekir, eğer Kur’ân tahrif olmuşsa namazlarımızda sahih olmayacaktır, zira okuduğumuz surenin Kur’ân’a eklenmiş sure olmadığına yakinimiz olamaz. Oysa Ehlibeyt İmamları (a.s) şu an elimizde bulunan Kur’ân’dan kâmil bir surenin okunmasının yeterli olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Kur’ân’ın tahrifine inananlar sözde tahrif olduğu ihtimali verdikleri surenin namazda okunmasının yeterli olabileceğini savunamazlar. Zira yakîni iştigal yakini berâatî gerektirir. Yani; Fatihadan sonra kamil bir surenin okumanın farz olduğunu kesin bilen kimsenin, bu vazifesini kesin bir şekilde yerine getirdiğine yakin etmesi gerekir ki bu da her okunan surenin gerçek tahrif olmayan sure olduğunu kabul ederek gerçekleşir.

6- Kur’ân’ın Tevatür Haddinde Nakledilmesi

Her ne kadar Kur’ân için farklı kırâatlar nakledilmemişse de, Kur’ân’ın metni mütevatir bir hadde elimize ulaşmaşıtır. Yani her nesil bugünkü elimizde olan Kur’an metnini birbirine yüzde yüz güvenceyle nakletmiştir. Öyle ki Kur’an metnine ekleme yapılma ihtimali yoktur. Bunun kendisi de Kur’ân’ın tahrifini çürüten delillerden birisidir.

Devam edecek…

Turgut ATAM

Dipnotlar____________________________________________________________________________________________________________

[1]- Lisanu’l-Arap, İbn-i Menzur, c.3, s.129.

[2] - Hac, 11

[3]- Zamahşerî, Keşşâf, c.2, s.146

[4]- el-Müfredât fî Garîbi'l-Kurân, Râğıb el-İsfahani, Defter-i Neşr-i Kitap, Kum, 1404, s.114.

[5] - Nisa, 46

[6] - Maide, 41

[7] - Bakara, 75

[8] - Âl-i İmrân, 7

[9] -Usul-u Kafi, c.8, s.53, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’ân, s.227

[10] - bkz. Marifet, Muhammed Hadi, et-Temhid fi Ulum'il-Kur’ân, Kum, Neşr'ul-İslâmî Müessesesi, c.1, s.289.

[11]- Usul-u Kafi, c.2, s.630, hadis. 12 ve 13.

[12]- Zümer, 28

[13]- Nisa, 46

[14]- Bakara, 104

[15]- ez-Zahire fi ilmi’l-Kelam, s. 361.

[16]- Hicr, 9

[17]- el-Mizan tefsiri, mezkur ayet

[18] el-Keşşâf Tefsiri, c. 3, s. 572.

[19]- el-Beyân Tefsiri, s. 226.

[20]- el-Kebir Tefsiri, c. 19, s. 160 ve 161.

[21]- Tefsir-i Sâfî, c.1, s.33-34, ve c. 1, s. 898, Vâfî, c.2, s.1778

[22]- Mecmaü’l-Beyân, c.1, s. 898. Katâde, bu ayet hakkında şöyle der: “Şeytan hiçbir bâtıl sözü Kur’ân’a ekleyemez ve hiçbir hak sözü ondan eksiltemez.”

[23]- Ra’d, 31

[24]- Allah’ın ezelî ilminin, kâinatta olmuş ve olacak şeylerin yazılı olduğu levha.

[25] - el-Beyân Tefsiri, s. 227 ve 228

[26]- Tefsir-i Kebir, c.19, s.161

[27]- el-Beyân Tefsiri, s.228

[28]- Fussilet, 41 ve 42.

[29]- el-Mizan Tefsiri, c. 17, s. 398

[30]- Müsned-i Ahmed, c.3, s.14-17, c.4, s.367-371, Sünen-i Kubra, c.2, s.148, c.7, s.30 ve c.10, s.114, el-Müstedrek, c.3, s.148Kenzü’l-Ummal, c.1, s.185-188, h.943-955 ve c.172-173, h.870-876, Sünen-i Dâremî, c. 2, s. 431-432. Daha geniş bilgi için bkn. el-Gadir, Sekaleyn Hadisi.

[31]- Vesailü’ş-Şia, c.27, s.124; Sünen-i Dare Kutni, Ali b. ÖmerDaru Kutni, c.4, s.133-134; Tarih'i Dimeşk, İbni Esakir, c.55, s.77.

[32] - Usul-u Kafi, c.1, s.9.

[33]- Vesailü’ş-Şîa, c.18, bab.9, h.10.

[34]- Vesailü’ş-Şîa, c.18, bab.9, hadis.19,29,ve 35

[35]- İlk üç hadisin kaynağı, es-Sahih-i min Sireti’n-Nebî, c. 1, s. 30, Usûl’ül-Hanefiyye, s. 43’den naklen; Vesâil’üş-Şiâ, c.18, s. 78-79, el-Kâfî, el-Mehâsin, el-Emâlî ve Abdurrazzak’ın Musannef’inden naklen; Tehzib-i Tarih-i Dimaşk, c. 15, s. 134; el-Burhan Tefsiri, c. 1, s. 28 ve et-Tibyan Tefsiri, c. 2, s. 28.

[36]- Tefsir-i Sâfi c. 1, s. 51.

[37]- Nisa, 59

[38]- Usul-u Kafi, c.1, s.286

[39]- Usul-u Kafi, c.8, s.53, el-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’ân, s.227

[40]- İsra, 88

[41]- Hud, 13

[42]- Yunus, 38

[43]- Bakara, 23

Boko Haram terör örgütü, Nijerya’nın önde gelen seçkin Şii alimlerinden Hacı Muhammed Ali’nin evine saldırdı. Hacı Muhammed Ali açılan ateş sonucu şehit oldu. Hacı Muhammed Ali’nin cenazesi Müslümanların kontrolünde olan hastanelerden birine kaldırıldı.

 

Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun” Nijerya’nın önde gelen Şii alimlerden olan Hacı Muhammed Ali, Cuma günü, Vehhabi- Selefilere bağlı terör örgütü Boko Haram tarafından Kanu kentinde uğradığı silahlı saldırı sonucu şehit oldu.

Görgü tanıklarının bildirdiğine göre Boko Haram terör örgütü, Hacı Muhammed Ali’nin evine saldırarak birkaç dakikalık tacizin ardından açtıkları ateş sonucu bu Şii alimini şehit ettiler. Hacı Muhammed Ali’nin cenazesi Müslümanların kontrolünde olan hastanelerden birine kaldırıldı.

Öte yandan Nijerya güvenlik güçleri dün (Cumartesi günü) Boko Haram terör örgütünün ele başlarından olan Süleyman Muhammed’i Kanu kentinde göz altına aldı.

Nijerya polis sözcüsünün açıklamasına göre Süleyman Muhammed tutuklandıktan sonra Nijerya’nın başkenti Abuja’ya götürüldü. Teröristin evine yapılan baskında evinde çok sayıda patlayıcı yapımında kullanılan malzemeler, askeri mühimmat ve el yapımı bombalar ele geçirildi.

El Kaide bağlantılı selefi terör örgütü Boko Haram, şu ana kadar çok sayıda eylemde bulunarak eylemlerin sorumluğunu üstlendi. Şu ana kadar Nijerya’da bir çok kilisenin patlatılmasını üstlendi.

2002 yılında kurulan radikal selefi terör örgütü Boko Haram, 2011 yılında Nijerya'da, 450'den fazla kişinin hayatını kaybetmesine neden oldu. 2012 yılında ise şu ana kadar Nijerya genelinde 180 kişiyi terörist saldırılarla katletti.

Şehide Allah’tan rahmet diliyoruz.