
کارگر
Abdullahiyan: İran Suriye konusunda, Annan Planı'nı desteklemektedir
İran İslam Cumhuriyeti dışişleri bakan yardımcısı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Suriye meselesinin çözümü ile ilgili, İran'ın Annan planını desteklediğini söyledi.
Cenevre'de bugün yapılacak olan Suriye konusunda oturumuna İran'ın davet edilmemesine değinen Abdullahiyan, Suriye sorununun çözümü için en iyi yolun BM Suriye özel temsilcisi Kofi Annan'ın girişimi olan Annan planının hayata geçmesi için destek verilmesi olduğunu belirterek bunun dışında Suriye'nin dikkate alınmadığı toplantıların sorunun çözümü için cevap vermesinin de mantıktan uzak olduğunu söyledi.
Suriye gerçeklerini dikkate almaksızın dışarıdan Suriye hakkında çözüm yolu üretmenin asla mümkün olmayacağını belirten Abdullahiyan, Cenevre oturumunun temelinde, Suriye'de yoğun çabalar sonucu sağlanan Annan planını yenilgiye uğratma hedefinin olduğunu söyledi.
Abdullahiyan, bazı dış güçlerin, Suriye'de buhranın devam etmesi için teröristleri desteklediklerini belirterek, Tahran'ın Suriye halkının destekçisi olduğunu açık bir şekilde ortaya koyduğuna vurgu yaparak, aynı zamanda Beşar Esad'ın reform sürecini de desteklediklerini söyledi.06
Salihi ve Annan, Suriye meselesini görüştü
BM ve Arap Birliği'nin Suriye özel temsilcisi Kofi Annan ve İran dışişleri bakanı Ali Ekber Salihi yaptıkları telefon görüşmesinde, Suriye konusu ele aldılar.
Annan görüşmede bugün Cenevre'de Suriye konusunda yapılması kararlaştırılan toplantıya değinerek, İran'ın Suriye ve bölgede olumlu rolünün olduğunu bildirdi.
Salihi, İran İslam Cumhuriyeti'nin Suriye halkı ve Suriye'de reform süreci konusundaki tutumunun açık olduğunu belirterek, Annan'ın Suriye'de barış ve güvenliği sağlamaya dayalı çabalarını takdir etti ve Suriye'de güvenliğin sağlanması konusunda ümitli olduğunu dile getirdi.
Salihi, Suriye'ye yönelik her türlü dış müdahaleyi ve teröristlerin girişimlerini kınarken, Suriye sorununun siyasi yollarla çözümünün tek çıkış yolu olduğunu ve bunun dışındaki yolların mantıksız olduğunu kaydetti.
Görüşmede tarafların karşılıklı görüşmelerini sürdürmelerine de vurgu yapıldı.
Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın , Abdullah Gül'ü İran'a davet mektubu iletildi
İran İslam Cumhuriyeti cumhurbaşkanı uluslararası işler yardımcısı Ali Saidlu, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile görüşmesinde Cumhurbaşkanı Ahmedinejad'ın İran'a davet mektubunu iletti.
Ali Saidlu, Türkiye cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından kabulünde, ikili ilişkilerin geliştirilmesi yönünde yapılan çalışmalar verdi destekten dolayı teşekkür ederek, cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın, eylül ayında Tahran'da yapılacak Bağlantısızlar hareketi liderler toplantısı için davet mektubunu Abdullah Gül'e teslim etti.
Türkiye cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu kabulde, " İran ve Türkiye dostane ilişkilerinin gelişme gösterdiğini hatırlatarak, iki ülke arasında işbirliğinin geliştirilmesi için her iki ülkede de ciddi bir siyasi irade bulunduğunu ve , İran ve Türkiye arasında tercihli ticaret anlaşmasını sonlandırmak ve önümüzdeki üç yıl içerisinde ticaret hacminin 35 milyar dolara çıkarılması yönündeki ümidlerini dile getirdi.
İran’la İsveç Dışişleri Bakanlarının telefon görüşmesi!
İran Dışişleri Bakanı, İsveçli meslektaşıyla kurduğu telefon temasında, 5+1’in İran’la görüşmelerinden sonuç alabilmek için ciddi olması gerektiğini vurguladı.
Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi dün İsveç meslektaşı Carl Bildt’le telefon temasında, İran’la 5+1 Grubu müzakerelerinin son durumu ve bölgesel diğer konular hakkında görüş alış verişinde bulundu.
Salihi bu görüşmesinde, en son Moskova’da gerçekleştirilen nükleer müzakeresi, İran tarafının sergilediği girişimler ve tarafların uzmanlar oturumunun İstanbul’da düzenlenmesi konusunda mutabık olduklarına değinerek, karşı tarafların bu fırsatı iyi değerlendirmeleri ve görüşmelerinden iyi bir sonuç alabilmek için ciddi olmaları gerektiğini vurguladı.
İsveç Dışişleri Bakanı Carl Bildt de bu telefon görüşmesinde, ileriye dönük müzakerelerin devam ettirilmesinin önemine değinerek, aradaki meselelerin siyasi yollarla çözümlendirlmesi gerektiğinin altını çizdi.
Şaban Ayında Oruç Tutmanın Sevabı
İbn Abbas, sahabeler Şaban ayının faziletlerini kendi aralarında konuşurken Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şaban değerli bir aydır ve benim ayımdır. Arşı taşıyan melekler bu ayı çok büyük saymakta ve hakkını eda etmektedirler. Bu ayda müminlerin rızıkları Ramazan ayından dolayı artmaktadır. Cennet kendisini süsler ve ziynetlenir. Bu ay amel etme ayıdır. Bu aydaki her iyilik yetmiş kat olur. Kötülükler (amel defterinden) silinir ve günahlar bağışlanır…
Bu sırada Hz. Ali (a.s) yerinden kalkarak şöyle arz etti: “Anam babam size feda olsun ey Allah’ın resulü! Bu ayın faziletlerini daha fazla açıklayın ki bu ayda oruç tutmak ve ibadet etme şevkimiz daha da artsın.”
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- İbn Abbas, sahabeler Şaban ayının faziletlerini kendi aralarında konuşurken Hz. Resulü Ekrem’in (s.a.a) şöyle buyurduğunu nakletmiştir: “Şaban değerli bir aydır ve benim ayımdır. Arşı taşıyan melekler bu ayı çok büyük saymakta ve hakkını eda etmektedirler. Bu ayda müminlerin rızıkları Ramazan ayından dolayı artmaktadır. Cennet kendisini süsler ve ziynetlenir. Müminlerin rızıkları bu ayda taksim edildiği için bu aya Şaban ayı denilmiştir. Bu ay amel etme ayıdır. Bu aydaki her iyilik yetmiş kat olur. Kötülükler (amel defterinden) silinir ve günahlar bağışlanır. İyi ameller kabul edilir. Allah Teala, bu ayda kullarından övünür ve arşından oruç tutan ve ibadet eden kullanırına bakar. Arşını taşıyanların karşısında onlardan övünç duyar.”
Bu sırada Hz. Ali bin Ebu Talip (a.s) yerinden kalkarak şöyle buyurdu: “Anam babam size feda olsun ey Allah’ın resulü! Bu ayın faziletlerini daha fazla açıklayın ki bu ayda oruç tutmak ve ibadet etme şevkimiz daha da artsın ve teheccüd ve geceleri ihya etmekle meşgul olalım.”
Bunun üzerine Hz. Resulullah efendimiz (s.a.a) şöyle buyurdu: “Her kim Şaban ayının birinci gününü oruç tutarsa, Allah onun için yetmiş iyilik yazar. Her iyiliğin karşılığı (sevabı) da bir yıllık ibadettir.
Her kim Şaban ayından iki gün oruç tutarsa, yok olmasına sebep olacak günahları bağışlanır.
Her kim Şaban ayından üç gün oruç tutarsa, cennette onun için yetmiş derece yakut ve inci yukarı çıkarılır.
Her kim Şaban ayından dört gün oruç tutarsa, rızkında artış olur.
Her kim Şaban ayından beş gün oruç tutarsa, Allah onun sevgisini halkın kalbinde karar kılar.
Her kim Şaban ayından altı gün oruç tutarsa, Allah Teala ondan yetmiş belayı defeder.
Her kim Şaban ayından yedi gün oruç tutarsa, Allah, iblisten, yardımcılarından, vesveselerinden ve sinsi vesveselerden onu güvende kılar.
Her kim Şaban ayından sekiz gün oruç tutarsa, bu dünyadan Kudüs havuzlarının çeşmelerinden su içmedikçe göçmez.
Her kim Şaban ayından dokuz gün oruç tutarsa, nekir ve münker melekleri sorgu sırasında ona şefkatli ve müşfik davranır.
Her kim Şaban ayından on gün oruç tutarsa, Allah Teala, onun kabrini yetmiş arşında yetmiş arşın genişletir.
Her kim Şaban ayından on bir gün oruç tutarsa, kabrinin üstünde nurdan on bir minare dikilir.
Her kim Şaban ayından on iki gün oruç tutarsa, yetmiş bin melek Sur üflenene kadar her gün onu kabrinde ziyaret eder.
Her kim Şaban ayından on üç gün oruç tutarsa, yedi gök melekleri onun için bağışlanma dilerler.
Her kim Şaban ayından on dört gün oruç tutarsa, dört ayaklı ve vahşi hayvanlara, hatta denizdeki balkılara bile onun için bağışlanma dilemesi ilham edilir.
Her kim Şaban ayından on beş gün oruç tutarsa, aziz ve güçlü Allah ona hitap ederek şöyle buyurur: “İzzetime andolsun ki seni ateşte yakmayacağım.”
Her kim Şaban ayından on altı gün oruç tutarsa, yetmiş ateş denizi onun için söner.
Her kim Şaban ayından on yedi gün oruç tutarsa, tüm ateş denizleri onun yüzüne kapanır.
Her kim Şaban ayından on sekiz gün oruç tutarsa, cennetin tüm kapıları onun yüzüne açılır.
Her kim Şaban ayından on dokuz gün oruç tutarsa, cennette inci ve yakuttan yetmiş bin saray ona verilir.
Her kim Şaban ayından yirmi gün oruç tutarsa, yetmiş bin cennet hurisini onunla evlendirirler.
Her kim Şaban ayından yirmi bir gün oruç tutarsa, melekler ona hoş geldin der ve kanatlarını onun bedeninin üzerine gölge ederler.
Her kim Şaban ayından yirmi iki gün oruç tutarsa, yetmiş bin ince ipekten ve parlak atlastan ona elbise giydirirler.
Her kim Şaban ayından yirmi üç gün oruç tutarsa, kabirden çıktığı zaman onun için bir binek hazırlarlar ve o nurdan olan o bineğe biner ve cennete doğru uçuşa geçer.
Her kim Şaban ayından yirmi dört gün oruç tutarsa, o kişiye tevhit ehlinden yetmiş bin kişiye şefaat etme ikramı verilir.
Her kim Şaban ayından yirmi beş gün oruç tutarsa, ona nifaktan güvende kalma verilir.
Her kim Şaban ayından yirmi altı gün oruç tutarsa, Allah, sırattan geçme imkanını ona tanır.
Her kim Şaban ayından yirmi yedi gün oruç tutarsa, cehennem ateşinden korunma beraatını onun için sadır eder.
Her kim Şaban ayından yirmi sekiz gün oruç tutarsa, nurani ve güleç bir çehreye sahip olur.
Her kim Şaban ayından yirmi dokuz gün oruç tutarsa, en büyük malik olan büyük Allah’ın hoşnutluğunu elde eder.
Her kim Şaban ayından otuz gün oruç tutarsa, Cebrail, arşın önünde ona hitap ederek şöyle der: “Ey insan! Amellerini baştan al ve yeniden başla. Zira geçmişteki tüm günahların bağışlandı. (elbette kul hakkı dışında) bu söz alemlerin Rabbi Allah’ın sözüdür: “Eğer senin günahın göklerdeki yıldızlar, yağmur damlaları, ağaç yaprakları, çöllerdeki kum taneleri, dünyanın günleri kadar da olsa, ben onların tamamını bağışladım ve bunlar Şaban ayında aziz Allah için oruç tutmandan değerli değildir.”
İbn Abbas diyor ki işte bunlar Şaban ayında oruç tutmanın sevabıdır. (Şeyh Saduk, Sevabu’l A’mal ve İkabu’l A’mal, s. 62)
Suriye İhvanul Müslimin: Alevilerin öldürülmesi ve kadınlarına tecavüz helaldir!
Suriye İhvanul Müslim’in hareketi şeyhleri ayrı ayrı yayınladıkları fetvalarla ülkede yaşayan Alevilerin kanlarının dökülmesinin ve Alevi kadınlara tecavüz edilmesinin mubah olduğunu duyurdular!!
Ehlibeyt Haber Ajansı ABNA- Suriyeli Selefi şeyhlerden “Muhammed Bedii Musa” ve İhvanul Müslim’in üyelerinden başka bir şeyh “Özgür Suriye Ordusu”nun bu cemaatin müftü ve şeylerine gönderdikleri mektuplarda ülkede yaşayan Alevilere saldırılması, kadınlarına tecavüz edilmesi, çocuklarının öldürülmesi ve yaşadıkları sükunet yerlerine ve iş merkezlerine saldırılmasının hükmünü sorduklarını açıkladılar.
Şeyh Bedii Musa şöyle devam etti: “İhvanu’l Müslim’in cemaatine mensup şeyh ve müftüler soruda sorulan şeylerin hepsinin helal ve mubah olduğunu açıkladılar ve tekit ettiler ki biz bir bildiri yayınlayarak şunları belirttik: Alevi taifesinin Suriye devletine bağlı olduklarını ve Suriye’deki başka taifelerin onlardan nefret ettiklerini söyledik ve dedik ki onların kanlarının dökülmesi, kadınlarına tecavüz edilmesi, çocuklarının öldürülmesi, sükunet mahallerine saldırılması helaldir. Suriye’de bulunan tüm gruplar onlardan kurtulmak istiyorlar.”
Şeyh Muhammed Bedii Musa, şu anda Suudi Arabistan’da üstatlık yapmaktadır. 1980’den 1990 yıllarına kadar Suriye’nin başkenti Şam’daki “El – Meydan” semtinin şeyhlerinden biri ve Suriye İhvanu’l Müslim’in üyelerindendi. Elbette cemaatin askeri kanadındandı ve o dönemler “Et-Tali’etu’l İslamiye” adıyla anılmaktaydı. Şu anda İhvanul Müsliminin “Konsey Kurulu”nda görev yapmaktadır, ancak adı hiçbir yerde duyurulmamaktadır!!
Cephesi” kan akıtmakta İbni Teymiye’nin fetvalarına göre amel etmektedirler.
İhvanul Müslim’in cemaati, seksenli yıllardan itibaren resmi olarak Vahabiliğin fikir babası ve azılı nasibilerden olan İbni Teymiye’nin fetvalarına amel etmeye başladı. Şu anda da aynı şekilde İbni Teymiye’nin fetvalarına göre amel etmektedir.
Kenan Çamurcu Orta Dünya’da Gündönümü
Birinci büyük savaşın emperyalizmi sırasında adına “Orta Doğu” denilerek paramparça edilen Orta Dünya, ikinci dünya savaşı, soğuk savaş, yeşil kuşak vs. aşamalarında açık hesabı kapatmaya uğraşırken 1979'daki İran İslam devrimi her şeyi altüst etti. İslam devrimi, soğuk savaşı bitirecek zincirleme reaksiyonu başlattığı gibi, Amerikan hegemonisinin taşıyıcı kolonlarını çatlatarak tapulu arazimize kondurulmuş eski binanın ayakta durmasını da imkânsızlaştırdı.
Saddam'ın İslam devrimini yok etmek için tutuşturduğu 1980-89 savaşı, Amerikan hegemonisinin kendini korumayı amaçlayan 1991 savaşı, 2001 Afganistan ve 2003 Irak işgalleri, Lübnan'ı ele geçirmeyi amaçlayan 2005 Sedir Devrimi, İsrail'in hezimetiyle sonuçlanan 33 gün savaşı (2006), Suriye'nin çökertilmesini hedefleyen 2011 saldırısı vs. hepsi, sömürgecilerin “Orta Doğu” adını vererek kurdukları bölgesel Anglo-Frank rejimi İslam devriminin yarattığı sarsıntıdan koruma operasyonlarıydı.
Yeni sömürgeciliğin ülkeleri (onlara “mihver devletler” diyelim) sıraladığımız kronolojinin kesintisiz emelini sürdürerek 2011'de Suriye'ye saldırdı. O nedenle Suriye meselesi zalim-mazlum diyalektiğine oturtularak anlaşılamayacak bir kriz bölgesidir. Çünkü ellerinde gelişmiş ve ağır silahlarla Suriye ordusuna saldıran, bir yıl bile dolmadan 5 bine yakın sivil, asker ve polis öldüren, NATO kampanyalarının ve medyatik yalanların tam desteğini almış bir mazlumluk tarihte pek rastlanılır türden değildir.
Mihver devletlerin 2011 Mart'ında başlattığı Suriye hamlesi boyunca Türkiye'nin neden bu denli görünür olduğunu çokça tartıştık. Ankara'nın Suriye'de bir hükümet darbesi için adeta seferberlik ilan etmesinin sebebini çözemedik. Silahlı isyancılara verilen her türlü lojistik dahil, bir dizi gayri meşru yolla Suriye'ye yönelik örtük savaş yürütülmesinin neden Türkiye'nin boynuna kalmış veya bırakılmış bir yük olduğunu yetkililerin açıklamasını bekledik.
Sorduğumuz soruların cevabını hiçbir zaman alamadık. Bununla da kalınmadı, Türkiye-Suriye geriliminin tırmanması için elden gelen hiçbir tahrik esirgenmedi.
Bugünlerde Türk savaş uçağının, yüksek gerilim zamanlarında tehdit ve tehlike algılamaya hayli müsait bir davranışla Suriye hava sahasına girmesi sonucu Suriyelilerin aşırı tepkisine yol açarak düşürülmesi kriziyle yüz yüzeyiz.
Suriye krizi bugünlerde Suriye karasularını veya hava sahasını ihlal eden şüpheli misyonuyla bir TSK jetinin Suriye güvenlik güçleri tarafından düşürülmesiyle gündemdedir. Başbakan bir yıldır yaptığı gibi yine tehditler savuruyor. Medyadaki sivil generaller ise savaşı çoktan başlattı. Tankları yürütüyor, uçakları uçuruyor, piyadeleri Suriye sınırının şurasından burasından ülkeye sokuyorlar. Şam'a varıp Esad hükümetini deviriyor ve yaptıkları darbe sonrasında İstanbul'da bekleyen kukla hükümete yönetimi devrediyorlar.
Manzara kuşkusuz komiktir, ama trajik komik!
Uçağımızın Suriye tarafından düşürülmesi bir yıldır İsrail nam-ı hesabına Türkiye-Suriye savaşı için çaba gösteren Likudnik muhitleri nasıl da sevindirmiş gözüküyor. 1998'de, 28 Şubat koşullarında ve İsrail'in derin nüfuzu altında Türkiye ve Suriye'yi yine bu şekilde savaşın eşiğine getirmişlerdi. Muhafazakâr çevreler 1998'deki girişimi bir çırpıda “İsrail'e çalışan Ergenekon”a bağlamışken bugün bizzat kendileri aynı girişimi örgütlüyor, taşıyıcısı oluyor ve doğal sonuçlarına vardırmaya çalışıyor. Fakat ilginç olan, 1998'deki Likudnik koronun muhafazakâr iktidar zamanında da yine işbaşında olması ve bir kez daha İsrail'e hayat öpücüğü sayılacak Türkiye-Suriye savaşı için tahriklerine devam etmesidir. 1998'deki denemeyi bir çırpıda Ergenekon'a bağlayan ve İsrail'in çıkarına olduğunu kolayca söyleyiveren muhafazakârların, kendi iktidarları döneminde yaşanan gerilimi meşru görebilmesi, ancak yaşanan zihinsel dönüşüm, başkalaşma, yabancılaşma, çürüme ve yozlaşma ile izah edilebilir.
Suriye'nin Türk savaş uçağını düşürmesi olayı normal koşullarda hızlı bir özür ve tazminat ile telafi edilebilecek bir sorunken başını ABD'nin çektiği Mihver devletlerin yarattığı bugünkü şartlarda neredeyse Türkiye'nin tetikçi olarak kullanılabileceği savaş ihtimaline yol açmış gözüküyor. Ankara, gayri meşru ilan ettiği ve darbeyle devirmeye çalıştığı Suriye hükümeti ile bütün temasını kesmiş durumda Suriye ile yaşanan krizi yönetmeye çalışıyor.
Suriye hükümetine “meşruiyetin bitti” diye haykırdıktan sonra “Suriye tarafıyla koordineli çalışma”dan söz edilmesi nasıl da acıklıdır!
Düşürülen uçağın misyonuyla ve yaşananlarla ilgili onlarca çelişki ve cevapsız soru var. Uçağın neden tam da Suriye sınırının dibinde radar testi yaptığı, neden denizden karaya doğru alçak irtifa ve yüksek hızda dalış halinde olduğu, neden ikinci uçak vurulmadığı halde onun vurulduğu gibi onlarca soru.
Ankara dilediği kadar uçağın misyonunu normal ve standart protokollerin uygulandığı bir test uçuşu olarak göstermeye çalışsın ve hedefin Suriye olmadığını söylesin sormadan edemiyoruz: Doğu Akdeniz'de Türkiye'nin ulusal güvenliğini ilgilendiren dramatik gelişme neydi ki bu çalışma zaman zaman Suriye hava sahasının içine girilerek yürütülüyordu?
Hükümet ısrarla uçağın silahsız olduğunu söylüyor ama zaten Suriye tarafı hiçbir açıklamasında uçağın silahlı olup olmadığından bahsetmedi. Şam, bir yıldır devam eden asimetrik savaş koşullarında casusluk faaliyetlerinin de tehdit olarak algılandığını açıkladı. Ankara, uçağımızın casusluk faaliyeti yapıp yapmadığı konusuna girmedi bile!
Erdoğan hükümeti krizi yönetme kabilinden beyanları sırasında havsalaya sığmaz senaryoları dolaşıma sokmaya çalışıyor: Uçak uluslararası sularda uçuyormuş, füze ile vurulunca 5 mil (veya daha fazla) sürüklenerek Suriye karasularına düşmüş! İktidara ilişik bazı yorumculara göre ise uçağımız üstelik Suriye hava sahasından çıkarken “kalleşçe” arkadan vurulmuş. Yani saatte asgari 1500 km hız yapan uçak o hızla Suriye hava sahasından uzaklaşırken vurulmuş ve vurulduktan sonra tam aksi istikamette 5 mil geriye sürüklenerek Suriye karasularına düşmüş! Bu ve buna benzer acayip senaryoları ortaya atan Ankara, üyesi olduğu NATO'yu toplantıya çağırdığında Suriye'ye karşılık verilmesi yönünde karar çıkarttıramadı. Bu bir yana, NY Times, bazı NATO üyelerinin Türkiye uçağının misyonundan kuşkulu olduklarına dair bir değerlendirme yayınladı. Zaten Ankara'nın da “uçağın düşürülmesinin Esad'ın gidişini hızlandıracağı” yönündeki açıklamaları, meselenin uçağın düşürülmesinden ibaret bir hukuki sorun olarak görülmediğini kanıtlıyor.
Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun üç gün sonra hükümetin tutumunu açıklamak üzere TRT'ye verdiği söyleşide yaptığı açıklamalar ise Ankara'nın gerçek niyetiyle ilgili tereddütlerin artmasından başka bir işe yaramadı. Davutoğlu bu söyleşide pilotların Suriye hava sahasını yanlışlıkla ihlal ettiğini ve uyarıldıktan sonra oradan uzaklaştığını söyledikten sonra uçağın Suriye karasularına düştüğünü kabul etti. Uçağımızın uyarılmadan vurulduğunu da söyledi, uyarıldığı için Suriye hava sahasından çıktığını da. Fakat Davutoğlu, Suriye'de bir yıldır hükümet devirmeye çalışan her türlü silahlı unsurun ve terörist grupların Türkiye'de barındığı ve buradan Suriye topraklarına girip eylem yaptıklarından, uçak krizinin bu koşullarda yaşandığından hiç bahsetmedi. Uçak düşürme olayının gerçekleştiği şartlara hiç değinmeyen Dışişleri Bakanı, hava sahası ihlalini Suriye ile benzer hiçbir durumun yaşanmadığı Yunanistan'la kıyaslayıp durdu. Oysa her sağlıklı insanın aklına bazı sorular gelebilir: Karşılıklı hava sahası ihlalleri yaşansa da Türkiye Yunanistan'da hükümet devirmeye çalışıyor mu? Yunanistan hükümetinin devrilmesi halinde yerini alacak yeni hükümet, emrindeki silahlı unsurlarla ve terörist eylemlere liderlik ederek İstanbul'da faaliyet gösteriyor mu? Yunanistan örneğiyle Suriye örneği birbirine zerre kadar benziyor mu?
Mesele Suriye'nin uçak düşürme eylemini meşrulaştırmak kuşkusuz olamaz. Ama Ankara'nın kökten yanlış politikalarının yol açtığı durumu tespit etmek zorundayız. Suriye'den özür ve tazminat alabilmenin yolu, Ankara'nın terör faaliyetlerine lojistik verme dahil her türlü gayri meşru yolu kullanarak Suriye hükümetini devirme çabasını bırakmasından geçmiyor mu?
Suriye krizinin gösterdiği çıplak gerçek şudur ki, büyük güçler arasında Türkiye yüksek pazarlıkların sürdüğü çok taraflı bir meselede asla kendi başına herhangi bir şey yapabilecek durumda değildir. Bir tarafta Mihver devletler, birinci ve ikinci dünya savaşlarında kurdukları Anglo-Frank bölgesel rejimin devamı için uğraş veriyor. Bölgesel rejimin kendi menfaatlerini azami gerçekleştirebilecekleri yeni biçimine evrilmesi için ardarda girişimlerde bulunuyor. Lübnan'a (Hizbullah'a) ve Filistin'e saldırıyor, İran'a baskı ve yaptırımlar uyguluyor, Irak'ı terörle ve Kürdistan'ı koparıp bağımsızlaştırma tehdidiyle baskı altında tutuyor. Mihver devletlerin nefes aldırmayan bu savaşına karşı İran, Suriye, Irak ve Lübnan'dan oluşan Direniş hattı da Mihver devletlerine göz açtırmıyor, emellerini icra etmesine fırsat tanımıyor. Uluslararası siyasetin seçenekleri arasında tercihini Direniş hattına destek vermekten yana kullanan Rusya ve Çin de aynı bölgede kendi menfaatleri gereği Mihver devletlerin tüm denemelerine karşı koyuyor. Birinci dünya savaşındaki Mihver devletlerin mirasçısı ABD ve diğer batılı güçler karşısında Rusya, İran, Çin, Suriye, Irak ve Lübnan'dan oluşan Müttefik güçlerin hızla hizalandığını açıkça görebiliyoruz. Bu karşılaşmada Mihver devletler, adına “Orta Doğu” dedikleri düzeni korumaya çalışırken Müttefik güçler bu rejimi yıkıp yeni bir bölgesel rejim kurmak istiyor. Mihver devletler bu karşılaşmanın Irak cephesinde kesin bir yenilgi aldı. 2006'daki 33 günlük savaştan başlayarak Lübnan'da tam bir hezimet yaşadı. İran'a yönelik saldırıların hiçbiri sonuç vermedi ve İran eskisinden çok daha güçlenmiş olarak bölgenin tartışmasız birinci kuvvetine dönüştü. Güncel karşılaşma Suriye cephesinde yaşanıyor ve görünen o ki Mihver devletler burada da askeri yenilgiyi çoktan aldı ve hezimeti telafi edecek müzakereler için el güçlendirmeye çalışıyor.
Aslında etrafımızda yaşanan çatışma, gerilim ve savaşlar Anglo-Frank rejimin yıkılması sürecinden başkası değildir ve kelimenin tam anlamıyla bir gündönümü yaşanmaktadır. Türkiye ne yazık ki bu karşılaşmada Mihver devletlerarasında olmayı tercih etmiştir ve sömürgeciliğin kurduğu eski bölgesel rejimi korumaya çalışmaktadır. Bu tam anlamıyla muhafazakârların tragedyasıdır! Yıllarca “batı uygarlığı çöküyor, ne işimiz var içinde” der dururken şimdi çöken uygarlığın içinde onunla beraber batarken acı bir tebessümle bize el sallıyorlar.
Uçak düşürme krizinde Ankara eğer hatanın kendisinde olduğunu belirtip özür ve tazminat talep etseydi Suriye tarafı ve Müttefik güçler, Türkiye'nin Suriye'de darbeyle hükümet devirmeye çalışan NATO kampanyasından çıkmak ve Mihver güçlerin emellerinden ayrılmak istediğini anlayacaklardı. Fakat Ankara tam tersine NATO kampanyasını köpürtme ve Mihver güçleri tahrik ederek gerilimi tırmandırma yolunu seçti, ama mevcut hassas denklemde beklentisinin karşılanmayacağını nedense kavrayamadı. Hâlihazırda Ankara, NATO üyesi dostları tarafından Rusya'nın başını çektiği Müttefik güçler karşısında tam anlamıyla yalnız bırakılmış ve kaderine terk edilmiştir. Bu sebeple olsa gerek, Erdoğan'ın partisinde dış ilişkilerden sorumlu başkan yardımcısı olan Ömer Çelik, birinci dünya savaşını başlatan “sırp milliyetçisi”nin işlevini Türkiye-Suriye savaşı için üstlenmeye hevesle soyundu ve akla hayale sığmayacak tahrikamiz, kışkırtıcı, saldırgan ve dengesiz açıklamalarla fiili durum yaratmaya çalıştı. Arap ve İran dünyasında Ömer Çelik'in kışkırtmaları Türkiye-Suriye gerilimini bir üst aşamaya taşıyan beyanlar olarak not edildi.
Teröre lojistik sağlama dahil her yolu deneyerek Suriye'de bir yıldır hükümet devirmeye uğraşan Ankara, uçak düşürme krizinde içine düştüğü yalnızlığın farkındadır ve “savaşa kışkırtan emeller”e dikkat çekerek pes ettiğini gizlemeye çalışmaktadır. “Bizimkinden farklı bilgi varsa dinlemeye hazırız, hukuk neyse uyarız” tavrı muhafazakar iktidarın mecburen geri adım attığını gösteriyor. Erdoğan'ın destek almak umuduyla Putin'le yaptığı telefon görüşmesinden “olayın aydınlatılması” mesajı çıkması da “araştırma komisyonuna gerek yok, özür bekliyoruz” diyen Ankara'yı hayal kırıklığına uğratmış olmalıdır.
Ankara'nın, bölgesel statükonun devamı için mücadele eden Mihver devletlerin arasında yer alma stratejisinden elde ettiği tek şey bölgesine yabancılaşması, komşularıyla düşman olması, yalnızlaşması ve içine kapanmasıdır. Türkiye'nin bu haline “İsrailifikasyon”, yani “İsrailleşme” adını vermek mümkündür. Muhafazakâr iktidar yalnızlaşıp içine kapandıkça Türkiye'yi kapalı bir rejime sürüklüyor. Suriye krizinde hükümetin politikalarını eleştirenlere Başbakan'ın “vatan haini” ithamıyla hücum etmesi ancak bir kapalı rejimde mümkün olabilir. Öyle anlaşılıyor ki hükümet tek tipleştirmeyi başaramadığı, eleştirel aklı kullanmaktan vazgeçiremediği, devlet aygıtına iliştiremediği, NATO kampanyasına katılmaya ikna edemediği ve Mihver devletlerin emellerine itirazını önleyemediği sosyo-politik kesimlere yönelik psikolojik katliama hazırlanıyor.
Suriye krizi vesilesiyle zaten yeterince aşikâr olan gerçek şudur ki Türkiye'nin temel bir sorunu vardır: Mevcut dışpolitika mimarisi ve onun kurucusu (Davutoğlu)!
Davutoğlu ve onun Amerika'daki neoconların muadili kadrosu, Türkiye'nin en ciddi sorunudur ve bu heyetin Amerika'daki versiyonu Amerika'ya ne yaptıysa bunlar da Türkiye'ye aynı şeyi yapmaktadırlar. Türkiye'nin “kemençe Diplomasisi”nin, her parmak işaretinde yerinden fırlayıp şer işlerde öncülük yapma anlamına geldiği birçok örnekle kanıtlandı. Bu sürdürülebilir bir tercih değildir ve Türkiye acilen, Mihver devletlerin askeri ve siyasi desteğinde bölgesel hegemoni kurma çılgınlığından vazgeçip iç siyasette de, dış siyasette de barış yöntemine dönmelidir.
Beşşar Esed: Suriye, duruşunun bedelini ödüyor
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de terörü destekleyen ülkelerin reformlarla ilgilenmediğini söyledi.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, İran’ın Kanal-4 televizyonuna verdiği özel röportajda ülkesinde yaşanan olaylarda uluslar arası, bölgesel ve yerel faktörlerin etkili olduğunu söyledi.
Uluslar arası faktörlerin emperyalist huyları olan Batılı devletlerle ilgili olduğunu belirten Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, bu devletlerin hala işgal ya da diğer yollarla kendi bakış açılarını dayatma peşinde olduklarını söyledi ve Batılıların İran’ın nükleer programıyla ilgili tutumunu örnek gösterdi.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, bölgesel faktörlerle ilgili olarak bazı bölge ülkelerinin Suriye’nin Filistin, direniş ve Irak konularındaki tutumundan dolayı çıkmaza girdiğini ve ortaya çıkan fırsattan yararlanarak Suriye’nin bölgesel rolünü etkisizleştirmeye çalıştığını ifade etti.
Suriye’de yaşanan olaylarla ilgili olarak iç faktörlere de değinen Cumhurbaşkanı Esed, Suriye’de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi olumlu ve olumsuz yanlar bulunduğunu; ancak sorunların bir kesimin diğer bir kesimi öldürmesine sebep olacak nitelikte olmadığını söyledi ve “Suriye’de de tıpkı diğer ülkelerde olduğu gibi sorunlar vardı; ama içerideki bazı bilinçsiz unsurlar para karşılığında ülkede kargaşa ve huzursuzluk çıkardı” dedi.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de yasadışı unsurların cinayetler işlediğini ve şiddet eylemleri düzenlediğini belirterek bunlar arasında el-Kaide’nin veya el-Kaide benzeri grupların da bulunduğunu söyledi.
Aşırılık yanlılarının başlangıçta sayı bakımından az olduğunu ancak şimdilerde bunların çoğunluğu oluşturduğunu belirten Cumhurbaşkanı Esed, dış müdahalenin yerel etkenler olmadan mümkün olmayacağını vurgulayarak ancak iç etkenlerden bahsederken dışarıdaki duruma da ilgisiz kalınamayacağını ifade etti.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, reformların neden geciktiğine ilişkin bir soruya da “Biz, reform sürecine son derece zorlu şartların bulunduğu 2000 yılında başladık. Yani Filistin intifadasıyla eş zamanlı başladık. Daha sonra 11 Eylül saldırıları oldu, peşinden Afganistan ve Irak işgali, ardından 2006 savaşı, sonrasında ise 2009’da Gazze savaşı yaşandı. Bütün bu gelişmelerde Suriye hep baskı altındaydı.
Biz, reformların başlangıcında ekonomik kalkınmaya yoğunlaştık. Diğer alanlarda da birçok adım attık. Basın reformu da bunlar arasındaydı. Siyasi reformlar yönünde de adımlar attık ancak bunları aşamalı olarak gerçekleştiriyoruz” diye cevap verdi.
Bazı diktatörlüklerin Suriye’deki karışıklıkları desteklediğini belirten Cumhurbaşkanı Esed, “teröristler ve onları destekleyen ülkeler açısından reformların hiçbir önemi yok, onlar sadece kargaşa ve kaos peşindeler” dedi.
Batılıların terörizm konusunda çifte standartlı davrandığına dikkat çeken Cumhurbaşkanı Esed, bazı bölge ülkelerinin ise karar alırken özgür ve bağımsız davranamadıklarını bu durumun bu ülkelerin sergiledikleri tutumlarda kendini gösterdiğini söyledi.
Suriye’nin jeopolitik konumunun önemine dikkat çeken Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’nin sürekli olarak yabancı ülkelerin müdahaleci tutumuyla karşı karşıya kaldığını söyledi ve “Suriye’ye hakim olmak, bölgedeki siyasi kararların önemli bir kısmına hakim olmak demektir. Suriye şu anda direnişten yana duruşunun bedelini ödüyor” dedi.
Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed, Suriye’de Libya modelinin uygulanıp uygulanamayacağına ilişkin bir soruya da Libya’da yaşananların Suriye için bir model olamayacağını belirterek içeriği her ne olursa olsun, söz konusu edilecek her türlü dış modelin reddedileceğini söyledi.
4 milyar dolarlık hava savunma sistemi İran'a karşı mı?
Savunma Sanayi İcra Komitesi'nin 4 Temmuz'da yapılacağı duyurulan ama ertelenen toplantısında 4 milyar dolarlık hava ve füze savunma sistemine onay vermesi bekleniyor. Bugün ise Türkiye'nin Stinger füzelerini Suriye'ye doğru çevirdiği haberleri gündeme geldi.
Türkiyenin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Savunma Bakanı İsmet Yılmaz, Genelkurmay Başkanı Necdet Özel ve Savunma Sanayi Müsteşarı Murat Bayar'dan oluşan Savunma Sanayi İcra Komitesi, 4 Temmuz günü bir araya gelerek Türkiye'nin satın alacağı füze ve savunma sistemlerini onaylaması bekleniyordu. Ancak toplantının ertelendiği bildirildi.
4 milyar dolarlık uzun menzilli anti-füze sistemleri ihalesine ABD'li Raytheon ve Lockheed Martin Patriot ile, AB menşeli Eurosam SAMP/T Aster 30 ile, Rusya'lı Rosoboronexport S-300 ve S-400 füzeleri ile, Çin'li CPMIEC ise HQ-9 ile katılacak. Bazı iddialara göre, Türkiye hava savunma sistemleri ihalesini NATO dışındaki bir ülkeye vermeyecek; ancak Rusya ve Çin'in ihaleye dahil olması, Türkiye'nin "fiyat kırmak" amacıyla yaptığı bir hamle. AB konsorsiyumu Eurosam'ın içerisinde Fransız şirketleri de bulunuyor. Türkiye, Fransa ile askeri ilişkilerini "soykırım" tartışmaları döneminde durdurma kararı almıştı.
Alınacak sistemlerin hedefi Suriye mi?
İhalenin nihai kararının Suriye ile yaşanan uçak düşürme krizi günlerine denk gelmesi dikkat çekiyor. Ancak alınacak anti-füze sistemlerinin Suriye ile ilgili olup olmadığı konusunda şüpheler var.
Türkiye'nin elinde bulunan hava savunma sistemlerinin en yenisi 80'li yıllarda üretimine başlanan Stinger füzeleri. Türkiye'nin bu ihaleyle birlikte hava savunma sistemini güçlendirdiği düşünülebilir. Ancak, ihaledeki sistemler, genel olarak helikopter veya uçak gibi araçlara değil, balistik füzelere karşı kullanılıyor.
Buradaki temel soru, Türkiye'nin anti-balistik füze sistemlerini kime karşı kullanacağı. Balistik füze gücünün, Suriye'den çok İran'a ait bir özellik olduğu biliniyor. Bu durumda Türkiye'nin ihale ile alacağı sistemler, orta vadede İran'a karşı kullanılacak bir silah anlamına geliyor.
Stinger füzeleri Suriye'ye çevrildi
DHA'nın haberine göre, Adana 6’ncı Mekanize Piyade Tümen Komutanı Tümgeneral Sezai Bostancı ile Gaziantep 5’inci Zırhlı Tugay Komutanı Tuğgeneral Kahraman Güneş’in de dün ziyaret edip inceleme yaptığı sınır bölgesine, Gaziantep ve İskenderun’daki 39’uncu Mekanize Tugay Komutanlığı’ndan sevk edilen askeri araçlar ve Stinger füzeleri yerleştirilmeye başlandı. Generallerin inceleme yaptığı 2’nci Hudut Taburu’na bağlı Öncüpınar Sınır Karakolu’na yerleştirilen Stinger füzesinin rampalarının Suriye’ye çevrilmesi dikkat çekti.
WSJ haberine Ankara'dan ilk tepkiler
Türk keşif uçağının Suriye hava sahasında vurulduğunu öne süren Wall Street Journal'ın iddiasına siyasi partilerden ilk tepkiler gelmeye başladı.
MHP GRUP BAŞKAN VEKİLİ ŞANDIR: HÜKÜMET SORULARA YANIT VERMELİ
MHP Grup Başkan Vekili Mehmet Şandır, ABD gazetesinde çıkan haberle ilgili olarak hükümetin toplumun kafasındaki sorulara yanıt vermesini istedi. Hükümetin toplumu doğru bilgilendirmesi gerektiğini söyleyen Şandır, olayın gizliliğini koruduğunu, birçok uluslararası yayında farklı iddialar gündeme geldiğini anımsattı.
Şandır şöyle konuştu:
“Çeşitli rivayetler var. Ama bilinen tek gerçek Türkiye Cumhuriyet’ine ait bir uçak, Suriye tarafından düşürülmüştür. Sebebi de bellidir. Olay, Türkiye-Suriye meselesinden ziyade, küresel güçlerin bölgede güç gösterisidir. Türkiye, bu savaşın yanında olmamalıdır. Türkiye, bölgede barışın, huzurun, işbirliğinin adresi olmalıdır.
Biz MHP olarak bunu milli mesele olarak tanımladık. Hükümeti gerekenleri yapması konusunda destekleyeceğimizi, ifade ettik. Ancak herkesin gündeminde olan sorulara da hükümet yanıt vermelidir. Bunun sorumluluğu hükümete aittir. Toplumu doğru bilgilendirmelidir. Ondan sonra da bu toplumun milli meselesi haline getirilmelidir.”
CHP GRUP BAŞKAN VEKİLİ İNCE: TÜRKİYE TOKAT YEMİŞ BİR ÜLKEDİR
CHP Grup Başkan Vekili Muharrem İnce ise Ortadoğu’da taşeronluğa soyunanların başlarına bunların geleceğini tahmin etmeleri gerektiğini söyledi. Dış politikada Kasımpaşalılığın, kabadayılığın sökmeyeceğini belirtti.
Türkiye’nin geldiği noktanın sorumlusunun AKP, Başbakan Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Davutoğlu olduğunu ileri süren İnce, “Uçağımız düştü, karşılığını veremedik. Pilotlarımız kayıp, pilot elbisesi giyip poz veriyor. Türkiye, onuru kırılmış, incitilmiştir. Türkiye, Ortadoğu’nun jandarması değildir. Eş başkanı değildir. Onuru kırılmış, tokat bir yemiş bir ülkedir. Mahallede sürekli kavga eden şımarık çocukları, babaları gelir kurtarır. Bizim başbakan da şımarık çocuk gibi sürekli kavga ediyor, bakalım onu da Obama’sı gelip kurtaracak mı, göreceğiz” dedi.
hürriyet