کارگر

کارگر

  Mehr Haber Ajansı'na konuşan Gazzeli araştırmacı-gazeteci Mohammed Abu Taqiya, "Dünya Kudüs Günü, İsrail'e Filistin'in yalnız olmadığını gösterir".


İslam Devrimi zaferinden önce Filistin meselesi sadece bir Arap-Filistin meselesinden ibaretti. Ama İslam Devrim Zaferi sonrası İmam Humeyni tarafından mübarek Ramazan ayının son cuması Dünya Kudüs Günü olarak adlandırılması Filistin Meselesine İslam- Filistin boyutunu kazandırdı. Yani Filistin sadece Arap ülkelerinin meselesi değil aynı zamanda tüm İslam ülkelerinin meselesidir.

Bugün Dünya Kudüs Günün münasbeti ile Gazzeli araştırmacı-gazeteci Mohammed Abu Taqiya i bir röportaj yaptı:

1- Gazze savaşının başlamasıyla birlikte sadece Müslümanların değil, aynı zamanda gayrimüslim toplumların da uyanışına tanık olduk. Ama sadece Gazze savaşında değil, aynı zamanda Filistin ve Kudüs'e yönelik zulüm konusunda insan vicdanının da uyanık olması lazım. Dünya Kudüs Günü yürüyüşünün düzenlenmesinin bu konuda nasıl bir etkisi olabilir?

Evet; aslında Gazze'nin maruz kaldığı soykırım savaşında dünyada bir çok insanın uyanışına sebep oldu. Gazze, Filistin'in yüzde birini temsil eden bir parçasıdır. Evet Gazze Filistin'in direniş kaynağıdır. Hatta dünyadaki direnişin kaynağıdır. Ama yine de Filistin'in tarihi davasını bir bütün olarak unutmamamız gerekiyor. Aksa Tufanı Operasyonu’nun nedeni Mesci-di Aksa'ya yapılan ve dayanılmaz hale gelen işgaller ve tehditlerdir. Diğer taraftan da Filistin topraklarına yapılan işgal ve yerleşim alanlarının yapılmasıdır. Bir milyona aşkın işgalcinin Batı Şeria'da bulunması böyle bir operasyonun gerçekleşmesine neden oldu. Ayrıca hapishanedeki esirler ve bu esirlerin idam ile karşı karşıya kalması da söz konusuydu. En önemlisi Filistin'i hakkına kavuşturmak için bir Aksa Tufanı Operasyonu yapıldı. Evet Dünyada milyonlarca insan Gazze'deki olaylardan dolayı üzgün. Ama bunların somut hale getirilmesi önemlidir. Ama bütün bunları sadece bir günde gündeme getirmek yanlıştır. Bütün Müslümanları hedef alan siyonist rejimi bir gün ile durduramazsınız. Tüm halkların ve Hükümetlerin İsrail’e karşı kapsamlı çalışması lazım.

2- Sizce Dünya Kudüs Günü, Arap ve İslam ülkelerini büyük sorumluluklar yerine getirmeye motive etmeyi başardı mı?

Kudüs için uluslararası özel bir günün olması ve Dünya Kudüs Günü olarak adlandırılması çok önemli. Zira bunlar farkındalık yaratıyor. Ama yine de hatırlatmak gerekiyor düşman bir gün değil her gün, her dakika ve her saniye Kudüs'e karşı çalışıyor. Onun için evet böyle bir gün Müslümanlar için bir duraktır ve bu konuyu yenileme ve sıcak tutma konusunda yardımcı olacaktır. Ama ihtiyaç olan şudur: Her günü bir Kudüs günü olarak görmek gerekiyor. İşgalcilere yaptırım şeklinde somut bir adım atılması gerekiyor.

3- Bir Gazzeli ve bir Filistinli olarak Gazze halkının Dünya Kudüs Günü ile ilgili düşüncesini anlatır mısınız?

Evet bir Filistinli gazeteci olarak söylüyorum, böyle bir özel bir günün Filistinliler için adlandırılması Filistin halkı için anlamlıdır. Özellikle soykırımın geri dönmesi ile birlikte böyle bir etkinliğin yapılması önemlidir. Çünkü işgalciler şunu Filistinlilere söylemek istiyorlar: yalnızsınız. Biz sizi yok edersek yarın sizin yokluğunuzu fark edecek bir İslam Dünyası yok. Bunu dayatmaya ve halkımızın azimlerini kırmaya çalışıyorlar.

Ve böyle bir gün Filistinlilerin yalnız olmadıklarını gösteriyor. Yine de söylemek ve tekrar etmek gerekiyor işgalcilerin gösterdiği vahşetler ve söykırımlar ki sadece Filistin değil Irak, İran, Lübnan'ı ve hatta Mısır'ı da hedef almaya çalışıyorlar bu nedenle daha fazla somut adım atmak gerektiriyor.

Filistin mücadelesine destek olacak bir ümmet görmek isteriz. Biz 18 aydır bir soykırımdan bahsediyoruz. Gazze halkı alamadıkları sağlık hizmetlerı ve imkan olmadığı için enkaz altında can verdiler. Artık bunlar Müslümanlar için bir utanç. Müslümanlar bu kanserle mücadele etmek için bir araya gelmelidir.

Cuma, 28 Mart 2025 06:22

Dünya Kudüs Günü

İslam İnkılabı Lideri İmam Humeyni, İslam İnkılabı zaferinden birkaç saat sonra İsrail elçiliğinin ele geçirilmesinin emrini verdi. Bu emir üzerine devrimci Müslümanlar bir kaç saat içerisinde İsrail'in elçiliğini 11 Şubat 1979’a ele geçirildi. 

“İsrail Elçilik binası Filistin halkına hediye edildi”

İslam devrimcileri tarafından duvarlara pankart asıldı. Pankartın üzerinde şöyle yazıyordu: ''Bu bina İran halkının Filistin halkına hediyesidir'' Devrimciler, gasıp Siyonist İsrail elçiliğinin tabelasını, ''Filistin Elçiliği'' olarak değiştirdi. İslam İnkılabı ilk günden beri gasıp Siyonist rejimi ile olan düşmanlığını ve mazlum Filistin halkının yanında olduğunu ilan etti.

Daha sonra İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni, bir süre sonra Ramazan ayının son cumasını Dünya Kudüs Günü ilan etti.

“Dünya Müslümanları gasıp devletin ağzının payını vermek amacıyla birleşmeliler”

İmam Humeyni 7 Ağustos 1979’da Dünya Müslümanlarına şu hitapta bulunmuştu: ''Ben uzun yıllar boyunca gasıp İsrail tehlikesini Müslümanlara hatırlatıp durdum; bugünlerde Filistinli bacı ve kardeşlerimize karşı saldırılarını artırmış durumda. Bilhassa Güney Lübnan'da; Filistinli savaşçıları ortadan kaldırabilmek için evleri teker teker bombalıyorlar. Ben bütün Müslüman devletler ve dünya Müslümanlarından bu gasıp ve destekleyicilerinin ağzının payını verme amacıyla birleşmelerini istiyorum. Keza bütün dünya Müslümanlarına; Filistin halkı için kader belirleyici olabilecek olan ve Kadir günlerinden de sayılan mübarek Ramazan ayının son Cuma gününü ‘Kudüs Günü’ olarak seçip bu günü Müslüman Filistin halkının kanuni haklarını destekleme konusunda dünya Müslümanlarının milletlerarası dayanışma günü olarak belli program ve merasimlerle geçirmeyi öneriyorum. Allah Teâlâ'dan Müslümanları küfür ehline galip kılmasını dilerim.''

Böylece Ramazan ayının son cuması Uluslararası Dünya Kudüs Günü olarak duyarlı Müslümanlar tarafından, vazifelerini eda etmek için sokaklarda ve meydanlarda Filistin halkının yanında olduklarını göstermek amacıyla ve onların kanuni haklarını savunmak adına yürüyüşler yapılmaya başlandı.

İmam Humeyni'nin bu önemli ve tarihi çıkışı, evvela Filistin meselesini yaşatmak ve Müslümanların ve İslam ülkelerinin dikkatini Siyonizm tehlikesine çekmek ve ikinci olarak da bazı Arap rejimlerin uzlaşmacı ihanetlerine karşı İslami onur ve basireti yansıtmak açısından önemliydi. Gerçekte İmam Humeyni’nin Dünya Kudüs Günü'nü ilan etmesi ve bu ilanın diğer birçok İslam ülkesi tarafından benimsenmesi, Filistin'i bir anda İslam dünyasının en önemli meselesi haline getirdi.

Çocuk katili İsrail'in Gazze'ye hava saldırıları yine başladı.


Siyonist İsrail'in Gazze'nin çeşitli bölgelerine yeni hava saldırıları düzenlediği bildirildi.

Yerel Filistin kaynakları, İsrail savaş uçaklarının hava saldırılarıyla Gazze'nin güneydoğusunu hedef aldığını bildirdi.

Gazze'nin merkezindeki El-Muğrefe kasabası çevresi de İsrail savaş uçaklarının hava saldırılarının hedefi oldu.

İsrail savaş uçakları ayrıca Gazze Şeridi'nin kuzeyinde bulunan Beyt Lahiya'daki bir konut binasını bombaladı.

Gazze Şeridi'nin güneyinde yer alan Han Yunus'un kuzeydoğusundaki El-Karare bölgesi de İsrail savaş uçaklarının hedef aldığı bir diğer bölge oldu.

 

Son 10 Günün Bilançosu! 855 Filistinli Şehit Düştü
 İşgalci İsrail'in abluka altındaki Gazze'nin çeşitli bölgelerine düzenlediği saldırılarda 855 Filistinlinin şehit olduğu açıklandı.


Siyonist İsrail'in 18 Mart'tan bu yana Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerine düzenlediği saldırılarda 855 Filistinlinin şehit olduğunu Gazze Şeridi Sağlık Bakanlığı, duyurdu.

 

 

Gazze’ye Bomba Yağdı; Hamas Sözcüsü ve 26 Kişi Şehit Oldu!
İsrail rejiminin düzenlediği saldırılarda Hamas sözcüsü Abdüllatif el-Kanu'nun şehit düştüğünü bildirdi.


El Cezire'nin haberine göre, Siyonist İsrail rejiminin Çarşamba günü Gazze Şeridi'nin çeşitli bölgelerine düzenlediği saldırılarda en az 26 kişi şehit oldu.

Gazze'deki hastanelerde tıbbi ekipman ve ilaç sıkıntısı nedeniyle durum kritik, yaralıların çoğu ölüm riskiyle karşı karşıya.

Yerel kaynaklar, Siyonist İsrail'in Gazze Şeridi'nin kuzeyindeki Cebaliye kentine düzenlediği saldırıda Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas sözcüsü Abdüllatif el-Kanu'nun şehit düştüğünü bildirdi.

 İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, ABD’lilerin, İran'a karşı tehditlerle hiçbir yere varamayacaklarını bilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Düşmanlar, İran halkına karşı bir kötülük yaparlarsa, sert bir şekilde karşılık alacaklardır dedi.


İmam Hamanei, Nevruz Bayramı münasebetiyle bugün İmam Humeyni (r.a) Hüseyniyesi’nde İran halkının farklı kesimlerinden binlerce kişiyle hükümet yetkililerini kabul etti.

İmam Hamanei’nin bu görüşmede yaptığı konuşmadan öne çıkanlar:

- Geçtiğimiz yıl yaşanan olaylarda İranlı ve Lübnanlıların büyük ve değerli şahsiyetler kaybedildi ve bu bizim için bir trajediydi. Geçtiğimiz yıl acı doğal olaylar da yaşadık; Tabas'taki maden kazasında 50'den fazla kişi hayatını kaybetti ve bu acı bir olaydı.

- Hak ile batıl arasındaki mücadelede zafer hakka aittir, ancak hak tarafı bedel öder. Hiç şüpheniz olmasın ki bu direnişlerin sonu düşmanın ve şeytani ve yozlaşmış Siyonist rejimin yenilgisidir.

- 1403 yılının bu acı olaylarında İran milletinin manevi gücü, sabrı, duruşu ve cesareti ortaya çıkmıştır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkın coşkusu ve hazırlığı dikkat çekiciydi. Şehit Heniyye'nin  ve diğer şehitlerin cenaze töreninde ve Lübnan ile Filistin'deki olaylara karşı yaklaşımında, İran halkı manevi gücünü gösterdi ve bunların zirvesi 11 Şubat yürüyüşüydü.

- İran halkı, kendini dünyaya tanıttı. Biz de kendimizi tanımalıyız. Bütün bunlar, ekonomik sıkıntıların halkı kuşattığı bir dönemde oldu. Bizim halkımız, tüm bu zorluklara rağmen meydana geldi. Düşmanlarımız, İran halkının İslami düzene ne kadar bağlı olduğunu görmek zorunda kaldılar.

- Birkaç yıldır üretim meselesini tekrarlıyorum çünkü üretim, halkın geçim ve ülke ekonomisinin iyileşmesinde anahtar bir faktördür.

- Halk ve hükümet yılın sloganına dikkat etmelidir.

- Herkes, bir üretim yapabilecek paraya sahipse, bunu mutlaka yapmalıdır.

- Amerikalılar, İran'a karşı tehditlerle hiçbir yere varamayacaklarını bilmelidir.

- Düşmanlar, İran halkına karşı bir kötülük yaparlarsa, sert bir şekilde karşılık alacaklardır.

- Amerikalı ve Avrupalı politikacılar büyük bir hata yapıyorlar, bölgedeki direniş merkezlerini "İran'ın vekil güçleri" olarak adlandırıyorlar; peki, vekil ne demek? İran'ın vekile ihtiyacı yok.

- Filistin'in işgalinin başlangıcından itibaren bu konuya karşı çıkan ülkelerden biri Yemen hükümetiydi.

- Filistin'i savunan herkesi destekliyoruz; tehdit edenler bilsinler ki, biz asla çatışmayı başlatmadık ama biri kötülük yapmak isterse, sert darbeler alacaktır/mehr

Cuma, 21 Mart 2025 14:55

Bir Gazze var bir de Yemen!

Yemen'deki Husiler, İsrail'in Tel Aviv kentindeki Ben Gurion Uluslararası Havalimanı ve Kızıldeniz'deki ABD'nin uçak gemisini hedef aldıklarını bildirdi.


Ensarullah, Siyonist İsrail'in başkenti Tel Aviv kentinin güneyindeki bir askeri hedefi hipersonik balistik füzeyle bombaladığını ve operasyonun 'başarıyla amacına ulaştığını' duyurdu.

Ensarullah Hareketi askeri sözcüsü Yahya Seri, “Ensarullah’ın silahlı kuvvetlerine bağlı füze güçleri, işgal altındaki Yafa mahallesinin güneyinde İsrailli düşmanın askeri bir hedefine Filistin-2 hipersonik füzesiyle saldırarak askeri bir operasyonu başarıyla gerçekleştirdi” dedi.

Yahya Seri ayrıca, bunun son 24 saat içinde Yemen topraklarından Siyonist İsrail topraklarına yapılan ikinci roket saldırısı olduğunu vurguladı.

Ensrullah daha önce de Gazze Şeridi'nde operasyonlarını sürdüren İsrail'e karşı askeri eylemlerini yeniden başlatmıştı.

ABD'nin Yemen'e hava saldırıları

Husiler, 7 Mart'ta yaptığı açıklamada, İsrail'e Gazze'ye yardımların girişine izin vermesi için 4 gün süre verdiğini aksi takdirde İsrail'e karşı deniz operasyonlarını yeniden başlatacağını belirtmişti.

ABD Başkanı Donald Trump, Truth Social platformu hesabından 15 Mart'ta yaptığı açıklamada, orduya Yemen'deki Husilere karşı "büyük bir saldırı" başlatma talimatı verdiğini duyurmuştu.

Husilerin lideri Abdulmelik el-Husi de ABD'ye ait uçak ve savaş gemilerinin Husilerin hedefi olacağını belirterek, saldırılar sürdürdüğü sürece deniz seferlerindeki engellemelerin Washington'ı da kapsayacağını söylemişti.

Husiler, ABD ile İngiltere'nin başkent Sana'nın da arasında yer aldığı bazı kentlere düzenlediği hava saldırılarında en az 53 kişinin şehit olduğunu, 107 kişinin de yaralandığını açıklamıştı.(Ajanslar)
 

 Gazze'deki Sağlık Bakanlığı, Siyonist İsrail'in 18 Mart Salı gününden bu yana Gazze Şeridi'ne düzenlediği saldırılarda şehit olanların sayısının 240 artarak en az 710'a yükseldiğini duyurdu.
Gazze'deki Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Halil Dakran, yaptığı açıklamada, İsrail'in Gazze Şeridi'ne salı gününden bu yana devam eden saldırılarında şu ana kadar hastanelere 710 şehit, 900'den fazla da yaralı getirildiğini belirtti.

Dakran, İsrail'in saldırılarında yaralanan çok sayıda kişinin ablukanın yol açtığı temel ekipman ve ilaç eksikliği nedeniyle acil tıbbi yardım sağlanamaması sonucu hayatını kaybettiğini vurguladı.

Filistinli yetkili ayrıca, yaralıların yüzde 70'inin çocuk ve kadınlardan oluştuğunu ve çoğunun durumunun ağır olduğunu aktardı.

 

Trump'tan 'Skandal' Gazze Kararı; Beyaz Saray’dan Açıklama

 Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, ABD Başkanı Donald Trump'ın, İsrail'in Gazze'ye saldırılarına ve ateşkes müzakerelerini saldırılar altında yürütme kararına desteğinin tam olduğunu belirtti.

Leavitt, Gazze'deki ateşkesin İsrail'in saldırılarıyla bozulmasına rağmen ateşkesin sürmemesinden "Hamas'ın sorumlu olduğunu" savunurken, tüm esirlerin serbest bırakılması çağrısını yineledi.

   ABD yönetimi uluslararası anlaşmalardan çekilme veya sözünden dönme konusunda rekor sahibi olarak değerlendirilebilir. ABD, çıkarları tek taraflı olarak güvence altına alındığı takdirde uluslararası anlaşmalara bağlı kalır.


Uluslararası ilişkilerde müzakere ve anlaşma, iki veya daha fazla tarafın, başka çıkarlar elde etmek karşılığında kendi çıkarlarının bir kısmından vazgeçtikleri bir sözleşmedir. Ancak ABD, doğasında var olan zorbalık ve baskı nedeniyle, karşı tarafa hiçbir şey vermeden istediği her şeyi elde etme peşindedir.

Oyun teorisinde "sıfır toplamlı oyun" olarak adlandırılan anlaşma modelini benimseyen ABD diğer ülkelerle anlaşmaya zorlandığında kağıt üzerinde taviz verir, ancak bir süre sonra yükümlülüklerini yerine getirmez veya en sonunda anlaşmadan tamamen çekilir.

Sıfır toplamlı model: Bu modelde, taraflardan birinin kazancı doğrudan bir diğerinin kaybı anlamına gelmektedir.

Bu yazıda, yalnızca 21. yüzyılda ABD'nin çekildiği veya taahhütlerini yerine getirmediği bazı anlaşmalar veya antlaşmaları inceleniyor. ABD'nin çekildiği veya taahhütlerini ihlal ettiği tüm anlaşmaları tek bir maddeye sığdırmak mümkün olmayacaktır.

Açık Semalar Anlaşması (2020)
ABD, 2020 yılında Açık Semalar Antlaşması'ndan çekildi. Bu antlaşma, 1992 yılında Rusya ile ABD ve NATO ittifakı olan ülkeler arasındaki güven duygusunu güçlendirmesi amacıyla İsveç’in Helsinki şehrinde imzalanmıştır. Antlaşma içerisindeki ülkeler birbirlerinin hava sahasına silahsız uçuş yapabilmektedirler. Kasım 2000'de Rusya parlamentosu tarafından onaylanmasını müteakip 2 Ocak 2001 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Anlaşma taraflara birbirlerinin toprakları üzerinde gözlem amaçlı silahsız uçuş hakkı tanımaktadır. Taraf devletler uçuş yaptıkları ülkelerin topraklarının tamamındaki kuvvet tertiplenmelerini ve askeri aktivitelerini gözlemleyebilmekte ve önceden anlaşma kapsamında belirlenmiş çözünürlükte olması kaydıyla fotoğraflar çekebilmektedir. Anlaşma kapsamında devletler tek başına, diğer devletlerle veya üzerinde uçuş yapılan devletle müşterek uçuşlar gerçekleştirebilir.

2014 yılında ABD Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Mike Rogers, dönemin ABD Başkanı Barack Obama'ya, ABD hava sahasında yeni Rus uçaklarının kullanılması hakkının reddedilmesi çağrısında bulunmuştu.

Bu tür açıklamalar Rus gözlem uçuşlarının sürdürülmesinin bir bakıma kendi çıkarlarına zarar vereceğini düşünen Amerikalı askeri uzmanları ve yetkilileri tarafından defalarca dile getirildi.

Örneğin, Mart 2016'da Savunma İstihbarat Örgütü direktörü General Vincent Stewart, "Bu antlaşma, Rusya için kritik altyapımız, üslerimiz ve limanlarımız hakkında inanılmaz ve önemli bilgiler toplamasını sağlayacak." dedi.

Dolayısıyla "Rus tarafının gözetleme isteğinin artması" iddiası, ABD'nin Açık Semalar Antlaşması'ndan çekilmesinin gerekçesi olarak değerlendirilebilir. Aslında ABD'li yetkililerin açıklamalarını teknik ve siyasi olmak üzere iki kategoriye ayırmak mümkün.

Geri çekilmenin temel nedenleri arasında Washington'un Ruslara daha fazla bilgi verilmesini istemediği yönündeki teknik açıklamalar yer alıyor. Siyasi iddiaları da ABD'nin anlaşmadan çekilmesi için zemin hazırlayan bir senaryodur. Amerikan yetkililerinin Rus tarafının ihlalini duyurmadaki aceleciliği ve anlaşmadan çekilme konusunda ısrarcı olmaları Washington'ın önceden tasarlanmış çabalarını yansıtmaktadır.

Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması (2019)
Amerika Birleşik Devletleri 2019 yılında Soğuk Savaş döneminin en önemli anlaşmalarından biri olan Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) çekildi.

Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler (Intermediate Nuclear Forces [INF]) Anlaşması 1987 yılında, ABD ve Sovyetler Birliği’nin 500 ila 5 bin 500 kilometre menzilli, karadan fırlatılan nükleer başlıklı ve konvansiyonel balistik ve seyir (kruz) füzelerini ortadan kaldırmalarını öngörmüş, bunun için de yerinde doğrulama denetimleri getirmişti. Bu anlaşma ile süper güçler ilk kez, nükleer silahların sayısını azaltma konusunda anlaşmışlardı. 1970’lerin ortasında Sovyetler Birliği SS-20 adlı, birden fazla başlık taşıyabilen orta menzilli füzeler konuşlandırmış ve Avrupa sahasında stratejik üstünlük elde etmişti. Buna karşılık bir çift aşamalı karar alan NATO, hem Sovyetler Birliği’ni silahların kontrolü müzakerelerine teşvik etmiş hem de Avrupa’ya, onu karşı tarafın stratejik üstünlüğüne karşı eşit hale getirecek orta menzilli nükleer başlıklı füzeler yerleştirmişti.

Washington’un kararına tepki gösteren Rusya Savunma Bakanı, ABD'nin çekilme nedeninin Çin ve Rusya'nın askeri gücünü artırması olduğunu, ABD'nin anlaşmayı kendi lehine görmediğini söylemişti.

BM İnsan Hakları Konseyi (2018/2025)
ABD, 2018 yılında Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Konseyi'nden çekildi.

İnsan hakları alanında faaliyette bulunan başlıca BM kuruluşu olan İHK, insan haklarının ve temel özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi ile insan hakları ihlallerinin incelenmesi bakımından önemli ve etkin bir forum oluşturmaktadır.

O dönemde ABD'nin BM Daimi Temsilcisi Büyükelçi Nikki Haley, Konsey'i "iki yüzlü ve kendisine hizmet eden bir kuruluş" olmakla suçladı.

Haley ayrıca Konsey'in "İsrail'e karşı kronik bir önyargısı olduğunu" iddia etti.

ABD Başkanı Donald Trump, göreve gelir gelmez ülkesini BM İnsan Hakları Konseyi’nden geri çeken başkanlık kararnamesini imzaladı.

ABD yönetimi, konseyin Siyonist rejim aleyhine yayınladığı İsrail karşıtı raporlar gerkçesiyle çekilme kararı aldığını bildirdi.

Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması NAFTA (2018)

NAFTA Antlaşması ABD, Kanada ve Meksika devlet başkanları Bush, Mulroney ve Salinas tarafından 12 Ağustos 1992'de Washington'da imzalanmıştır. Kuzey Amerika Serbest Ticaret Anlaşması (NAFTA), ABD, Meksika ve Kanada arasında dört yılı aşkın müzakereler sonucunda imzalanarak 1 Ocak 1994 tarihinde yürürlüğe girmiştir.

Donald Trump başkanlık yaptığı ilk dönemde ülkesini zarara uğrattığı gerekçesiyle anlaşmadan çekilebileceğini duyurmuştu. Kanada ve Meksika ile ticarette büyük açık veren NAFTA Trump tarafından "tarihin en kötü ticaret anlaşmalarından biri” olarak tanımlıyordu.

1994'ten bu yana yürürlükte olan ve Trump'ın talebiyle Ağustos 2017'de yeniden müzakereye açılan NAFTA, yaklaşık 1,5 yıl süren sert pazarlıkların ardından önemli değişikliklere uğramıştı.

Washington'dan gelen talep sonrası USMCA olarak adlandırılan yeni anlaşma, ABD Başkanı Trump, Kanada Başbakanı Justin Trudeau ve eski Meksika Devlet Başkanı Enrique Pena Nieto tarafından Kasım 2018'de Arjantin'deki G20 Zirvesi'nde imzalanmıştı.

Trudeau dahil olmak üzere birçok kişi tarafından "Yeni NAFTA" veya "NAFTA 2.0" şeklinde nitelenen anlaşma, bütün taraf ülkelerin parlamentolarınca onaylanması halinde yürürlüğe girebilecek.

İran Nükleer Anlaşması: Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP)
İran'ın nükleer faaliyetleri konusundaki Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan nükleer anlaşmanın ilki, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya) ile Almanya ve İran arasında imzalanmıştı.

Donald Trump'ın 2018'de ülkesini tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesinin ardından İran'a yönelik ekonomik yaptırımlar tekrar uygulamaya konulmuştu. Bunun üzerine Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerine aşamalı olarak geri dönmüştü.

Elbette bu anlaşma Trump'ın çekilmesinden önce bile İran'a herhangi bir ekonomik fayda sağlamıyordu. Trump'tan önceki Barack Obama yönetimi nükleer anlaşmayı sadece Amerikan tarafına yarar sağlayacağı şekilde ayarlamıştı.

Nisan 2017'de dönemin ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Kongre'deki bir duruşmada İran'ın anlaşmadan toplam faydasının yalnızca 3 milyar dolar olduğunu söyledi. İran Merkez Bankası Başkanlığı görevini yürüten Veliyullah Seyf de aynı yıl Bloomberg'e verdiği röportajda İran'ın KOEP anlaşmasından "neredeyse hiçbir şey" kazanmadığını itiraf etmişti.

Ancak Donald Trump, anlaşmanın Amerika için yeterli olmadığını, İran'ın bölgesel ve füze faaliyetlerinin de bunlara dahil edilmesi gerektiğini düşünüyordu.

İran'la 1955 Tarihli Dostluk Anlaşması (2018)

Trump yönetimi, Washington'un Tahran'la 1955'te imzaladığı 'Dostluk, Ekonomik Münasebetler ve Konsolosluk Hukuku' anlaşmasını iptal ettiğini açıkladı.

Bu hamle, Trump yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilip yaptırımları yürürlüğe sokmasıyla ilgili Tahran'ın yaptığı başvuru hakkında Birleşmiş Milletler'e (BM) bağlı Lahey Uluslararası Adalet Divanı'nın kararını vermesinin hemen ardından geldi.

Aynı yıl Tahran, ABD'ye, İran Merkez Bankası'ndaki yaklaşık iki milyar dolarlık varlığa el koyması nedeniyle dava açtı.

Daha önce Lahey Mahkemesi, ABD'nin anlaşma şartlarına uymadığını ve İran'ın tazminat almaya hak kazandığını açıklamıştı.

UNESCO (2017)

ABD yönetimi, 2017 yılında İsrail karşıtı tutumu nedeniyle Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü'nden (UNESCO) çekileceğini duyurmuştu. 2018 yılında ABD, UNESCO'dan çekilme kararı aldığını bildirdi.

ABD Dışişleri Bakanlığı, konuyla ilgili yazılı açıklama yaparak, UNESCO'dan "İsrail karşıtı tutumu" ve "yapısal reform ihtiyacı" nedeniyle ayrıldığını belirtti. Bu adım, birçok ülke ve uluslararası örgütün ABD'yi yükümlülüklerini yerine getirmeyen bir ülke olarak görmesine yol açtı. Bu durum, küresel çapta Amerika'ya olan güveni azalttı.

Paris İklim Anlaşması (2017)

ABD'nin 2017'de Paris Anlaşması'ndan çekilmesi, Donald Trump yönetiminin en çok tartışılan kararlarından biriydi. Trump, Paris Anlaşması'nın ABD ekonomisine zarar vereceğini ve kömür, petrol ve gaz gibi sektörlerde iş kayıplarına yol açacağını savundu. Anlaşmanın diğer ülkelerin (Çin ve Hindistan gibi) yararına tasarlandığını ileri sürdü.

ABD, Trans Pasifik Ticaret Ortaklığı’ndan (TPP) Çıktı

ABD, Avrupa ile yürütülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı (TTIP) müzakerelerini askıya aldı.

Trump, seçim kampanyasında vaadettiği üzere, Asya-Pasifik bölgesinde toplam 12 ülkenin dahil olduğu TPP anlaşmasından ABD'nin çekilmesi için bir başkanlık emri imzaladı.

Ocak 2017'de Trump, TPP'in "Kötü bir anlaşma" olduğunu ifade ederek, ABD'nin TPP'den ayrılması konusunda, "Bunu uzun süredir konuşuyorduk. Az önce gerçekleştirdiğimiz icraat Amerikalı işçiler için önemli" ifadesini kullandı.

TPP anlaşması ABD'nin eski başkanı Barack Obama tarafından iki yıl boyunca müzakere edilmiş, ancak ABD Kongresi tarafından onaylanmamıştı.

Libya 2011

Libya ve Kaddafi'nin nükleer programı, ABD'nin güvenilmez olduğunu ortaya sergiledi. Muammer Kaddafi, nükleer programlarına olan ilgisi nedeniyle yoğun diplomatik baskı altındaydı ve kendisine ABD ve Batılı müttefikleri tarafından çok sayıda yaptırım uygulandı. Bir yandan yaptırımlar, diğer yandan diplomatik baskılar uyguladı ve aynı zamanda bu ülkenin adı terör eylemlerine destek veren ülkeler listesine eklendi.

ABD, zaman zaman Libya hava sahasını ihlal ederek, mümkün olan her şekilde hava saldırılarıyla Kaddafi'nin bulunduğu yeri hedef almayı amaçlıyordu. Libya'ya yönelik baskıların başladığı 1979 yılından, iki ülke arasında resmi görüşmelerin başladığı 2001 yılına kadar Libya çeşitli yaptırımlara tabi tutuldu. Batı ile Libya arasında ilk ön görüşmeler 2001 yılında başlamış, 2003 yılında ise ABD'nin Irak'la girdiği savaşın da etkisiyle görüşmeler daha ciddi bir boyuta taşınmıştır.

O dönem Kaddafi, Amerikalıların tüm taleplerini kabul etmişti. Libya'nın nükleer cihazlarını imha edip başka bir ülkeye taşıması sırasında Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) müfettişlerine tam ve sınırsız erişim hakkı tanımasını, aynı zamanda araştırma ve üretim de dahil olmak üzere tüm nükleer faaliyetleri durdurmasını talep etmişlerdi.

Nükleer programı nedeniyle baskı altında olan Libya, en sonunda Batı'ya nükleer programı konusunda bilgi vermek zorunda kalırken, ülkedeki El Kaide örgütü ile mücadelede Amerikalılarla tam işbirliği yapmak zorunda kaldı.

Amerika'nın tüm taleplerini yerine getiren Libya için bir dizi yaptırım kaldırıldı. Ancak CIA direktörü ve ABD'nin İsrail büyükelçisi, Libya'ya yönelik BM Güvenlik Konseyi yaptırımlarının kaldırılmasına şiddetle karşı çıktı ve bu ülkeye karşı her gün yeni suçlamalarda bulundu.

ABD ile yakınlaşmasından bir yıl sonra (2004) Libya, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması'nı imzaladı. Ardından ABD'li ve İngiliz müfettişler silahları imha etmek üzere ülkeye girdi. O dönemde Libya kaynaklarına göre, Batı tarafına ülkenin altyapısı, stratejik ve hassas noktalarına dair bilgilere erişim verildi. Bunun yerine İngiltere, 2006 yılında Libya ile "Ortak Barış ve Güvenlik Mektubu" adı altında bir askeri anlaşma imzaladı ve Libya'ya saldırı olması halinde İngiltere'nin Libya'ya destek vermeyi taahhüt etti.

Amerikalılar iyi niyetlerini kanıtlamak için Libya ile ekonomik ve tabii ki petrol işbirliği anlaşmaları imzaladılar. Ancak bu anlaşmalar henüz tam anlamıyla uygulanmamışken Batı'nın vaatlerini yerine getirmemesi başladı. Sadece beş yıl sonra, ABD, uzun zamandır müttefiki olan İngiltere ile birlikte, artan halk protestoları nedeniyle Libya'ya hava saldırısı başlattı! Daha önce Libya'ya başka bir ülkenin askeri saldırısı halinde ülkeyi savunacağını taahhüt eden İngiltere, koalisyon veya NATO güçleri adı altında Libya'ya düzenlenen saldırıya bizzat katılmıştı. İngiliz dış politika yetkilileri aynı zamanda daha da ileri giderek, kriz sürdüğü sürece Libya'da kalacaklarını açıkladılar. Kaddafi böylece her şeyini kaybetti.

Anti Balistik Füze Anlaşması (2002)

Washington yönetimi, Haziran 2002'de Anti Balistik Füze Anlaşması’ndan (ABM) çekildiğini Rusya’ya resmen bildirdi.

ABD'nin bu anlaşmadan çekilmesi, uluslararası diplomasi ve silah kontrolü alanında en çok tartışılan icraatlarından biri oldu. ABD ile Sovyetler Birliği arasında 1972 yılında imzalanan anlaşma, silahlanma yarışının tırmanmasını ve stratejik istikrara yönelik tehditleri önlemek amacıyla füze savunma sistemlerinin sınırlandırılmasını amaçlıyordu.

ABD, anlaşmanın füze savunma sistemlerinin geliştirilmesini engellediğini ve Kuzey Kore ve İran gibi ülkelerden gelebilecek füze tehditlerine karşı gerekli olduğunu ileri sürdü. ABD, Soğuk Savaş'tan sonra dünyanın değiştiğine ve farklı savunma tepkileri gerektiren yeni tehditlerin ortaya çıktığına inanıyordu.

Uluslararası hukuk açısından bakıldığında, ABD'nin Anti Balistik Füze Anlaşması'ndan çekilmesi, anlaşmanın kendi başına ihlali anlamına gelmiyordu; zira anlaşma, gönüllü çekilmeye olanak sağlayan bir mekanizmayı öngörüyordu. ABM Anlaşması'nın 15. maddesine göre, taraflardan her biri altı ay önceden bildirimde bulunmak suretiyle anlaşmadan çekilebiliyordu. ABD de bu süreci takip etti ve Aralık 2001'de anlaşmadan çekileceğini bildirdi.

Ancak bu girişim siyasi ve ahlaki açıdan işbirliği ruhunun ve stratejik istikrara olan bağlılığın ihlali olarak görüldü. Rusya dâhil pek çok ülke ve analist, bu hamleyi stratejik dengelere yönelik bir tehdit ve silahlanma yarışının tırmanması olarak değerlendirdi.

Kuzey Kore ile Nükleer Anlaşma (2002)

"Anlaşmalı Çerçeve" olarak bilinen nükleer anlaşma, 21 Ekim 1994'te dönemin ABD Başkanı Bill Clinton yönetimi ile Kuzey Kore arasında imzalandı. Bu anlaşma ABD Senatosu tarafından onaylanmadığı için bir antlaşma olarak değerlendirilmedi.

Bu belgenin imzalanmasının ardından ABD içinde belgeye karşı muhalefet başladı. "Anlaşmalı Çerçeve"yi  "haydut bir rejime" karşı bir taviz olarak gören hem Temsilciler Meclisi hem de Kongre, anlaşmanın uygulanmasını giderek zorlaştıran yasalar ve kararlar çıkarmaya başladılar. Pyongyang'a karşı toplam 52 yasa tasarısı sunuldu, bunlardan 52'si yasalaştı.

Kongre'nin kararları, Amerika'nın vaat edilen yakıtını teslim etme taahhüdünün sık sık gecikmelere yol açmasına neden olmuştu ve bu durum Kuzey Kore'yi öfkelendirmişti.

Ayrıca Bill Clinton yönetimi, Kuzey Kore'ye yönelik yaptırımların kaldırılması da dahil olmak üzere diğer taahhütlerini yerine getirme konusunda neredeyse hiçbir adım atmadı. Anlaşmalı Çerçeve hükümlerine göre ABD'nin Kuzey Kore'ye iki nükleer santral teslim etmesi gerektiriyordu, Clinton yönetiminin sonlarına doğru ilk santralin altyapısının betonu bile dökülmemişti.

2000 yılındaki seçim kampanyası sırasında George W. Bush, Kuzey Kore ile anlaşmayı iptal edeceğini vaad etti. İktidara geldiğinde, Clinton'ın Kuzey Kore'yi çökertmek için verdiği sözün henüz gerçekleşmemiş olması nedeniyle, Kuzey Kore'ye anlaşmadan çekilmesi yönünde baskı yapmaya çalıştı.

Birkaç ay sonra Bush, ABD istihbarat teşkilatlarının Kuzey Kore'nin gizli bir uranyum zenginleştirme programı yürüttüğünü ve bu nedenle nükleer anlaşmayı ihlal ettiğini gösteren kanıtlara sahip olduğunu duyurdu. Buna göre Washington'un bu anlaşmaya bağlı kalmayacağını duyurdu.

"Anlaşmalı Çerçeve" olarak bilinen nükleer anlaşma nihayet 2002 yılında çöktü.

 


tesnim

  Yemen Ensarullah Hareketi, ABD ile İngiltere'nin başkent San’a'ya düzenlediği hava saldırılarının karşılıksız kalmayacağını duyurdu.


Ensarullah’ın Siyasi Bürosundan yapılan yazılı açıklamada, ABD ve İngiltere'nin başkent San’a'daki yerleşim bölgelerini hedef almalarının hain bir saldırı ve tam teşekküllü bir savaş suçu olduğu belirtildi.

Açıklamada, sivillerin hedef alınmasının, kendisine karşı çıkan halklara ve ülkelere yönelik Amerikan terörizminin bir başka kanıtı olduğu belirtildi.

Saldırıların, Yemen'in Filistin halkına yönelik destekleyici tutumu dolayısıyla düzenlendiği aktarılan açıklamada, bu durumun Yemen'i Filistin'e destek vermekten ve Gazze'ye destek görevini yerine getirmekten alıkoymayacağına işaret edildi.

Açıklamada, bu saldırıların karşılıksız kalmayacağı ve Husilerin silahlı kuvvetlerinin tırmanışa tırmanışla karşılık vermeye hazır olduğu ifade edildi.

Ensarullah Hareketi Sözcüsü Muhammed Abdusselam da X platformundan yaptığı açıklamada, ABD'nin Yemen'e yönelik saldırılarının bağımsız bir devlete karşı açık bir saldırı olduğunu ve İsrail'in Gazze'ye yönelik haksız kuşatmasını sürdürmesini teşvik ettiğini belirtti.

Abdusselam, ABD Başkanı Donald Trump'ın Babu'l Mendeb Boğazı'nda uluslararası seyrüseferin tehdit altında olduğu yönündeki iddialarının uluslararası kamuoyunu yanıltıcı ve asılsız olduğunu vurguladı.

Abdusselam, Ensarullah’ın Gazze'ye destek amacıyla Kızıldeniz ve çevresinde ilan ettiği seyrüsefer yasağının, Filistin direnişi ile İsrail arasındaki ateşkes anlaşmasına uygun olarak Gazze halkına insani yardım ulaştırılıncaya kadar İsrail nakliyesiyle sınırlı olduğunu ve yasağın, arabuluculara dört günlük bir süre verilmesinin ardından geldiğini kaydetti.

Abdusselam, "Kızıldeniz'deki uluslararası seyrüsefer Yemen tarafından güvende kalacaktır ve Amerikan saldırıları Kızıldeniz'in militarizasyonuna geri dönüştür ve bölgedeki uluslararası seyrüsefer için gerçek tehdit budur." ifadesini kullandı.

 

ABD’den Yemen’e Hava Saldırısı
 
 Yemen Sağlık Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, ABD'nin Yemen'in San’a şehrine düzenlendiği saldırılarda en az dokuz sivilin yaşamını yitirdiği, dokuz kişinin de yaralandığı bildirildi.
Yemen Sağlık Bakanlığı Sözcüsü Anis al-Asbahi, “ABD'nin başkent Sana'daki sivil hedeflere yönelik bir dizi hava saldırısında dokuz sivil öldü ve dokuz sivil yaralandı” şeklinde açıklamada bulundu.

Daha önce Al Hadath TV kanalı San’a’nın yoğun füze saldırılarına maruz kaldığını bildirmişti.

 

Teröristlerin ittifakı Suriye’yi işgale hazırlıyor…HTŞ ile YPG/SDG terör örgütleri sözde liderleri Colani ile Mazlum Abdi arasında yapılan anlaşmanın nihai hedefi vadedilmiş topraklar (Arz-ı mev'ud)!


Teröristlerin ittifakı Suriye’yi işgale hazırlıyor…HTŞ ile YPG/SDG terör örgütleri sözde liderleri Colani ile Mazlum Abdi arasında yapılan anlaşmanın nihai hedefi vadedilmiş topraklar (Arz-ı mev'ud)! Anlaşma göstermelik bir 'cambaza bak cambaza!" gösterisi mi?

Anlaşma şöyle algılandı;

"Bakın gördünüz mü, Suriye’de YPG/SDG Bölgesi diye bir durum artık söz konusu değil! YPG ve SDG tamamıyla Suriye yönetiminin emrine geçti!"

Algı böyle de gerçek böyle mi, peki?

Bunun cevabı anlaşmanın 4. maddesinde gizli ve saklı!

Ne diyor 4. madde? Bakalım;

"Madde 4) Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da dahil olmak üzere, devlet yönetimine entegrasyonu."

Bu maddeye baktığımızda sanki;

-Sanki, Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumlar Suriye yönetimine girdi gibi bir algı var!

-Sanki, Suriye’nin kuzeydoğusundaki sınır kapıları Suriye yönetimine girdi gibi bir algı var!

-Sanki, Suriye’nin kuzeydoğusundaki havaalanları Suriye yönetimine girdi gibi bir algı var!

-Sanki, Suriye’nin kuzeydoğusundaki petrol ve gaz sahaları Suriye yönetimine girdi gibi bir algı var!

Bunların hiçbiri doğru değil!

Sadece göstermelik bir 'cambaza bak cambaza!" gösterisi yapılmakta...

4. maddedeki en kritik kavram " entegrasyon" kavramıdır!

Anlaşma şunu söylemiyor; Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da dahil olmak üzere, devlet yönetimine teslim edilmiştir!"

"Entegrasyonu yapılacaktır!" deniliyor!

Entegrasyonun ne anlama geldiğine bakacak olursak;

Entegrasyon kavramı,Türk Dil Kurumuna göre, "uyum ve bir araya gelebilme", bütünleşme olarak açıklanmaktadır.

Yani bir nevi Kuzey Irak'tan sonra Suriye'de de yeni bir Kürt Yönetimi yapılandırılmak istenmektedir...

Bundan sonraki hedefin ise Siyonizm'in bir amacı olan Vadedilmiş Topraklar (Arz-ı Mev'ud) olduğu dile getiriliyor...

Bu arada yeni görenler için o 8 maddeyi de burada zikredelim;

Tüm Suriyelilerin, dini veya etnik kökenlerine bakılmaksızın, liyakat temelinde temsil edilme ve siyasi katılım haklarını güvence altına almak.
 Kürt topluluğunu, Suriye'nin ayrılmaz bir parçası olarak tanımak ve anayasal haklarını garanti altına almak.
Tüm Suriye topraklarında ateşkes sağlanması.
 Suriye’nin kuzeydoğusundaki tüm sivil ve askeri kurumların, sınır kapıları, havaalanları, petrol ve gaz sahaları da dahil olmak üzere, devlet yönetimine entegrasyonu.
Tüm yerinden edilmiş Suriyelilerin, devlet koruması altında kendi memleketlerine geri dönmelerinin sağlanması.
Suriye’nin, Esad’ın artıkları ve güvenlik ile birliğine yönelik tüm tehditlere karşı mücadeleye destek verilmesi.
Bölünme çağrılarını, nefret söylemlerini ve anlaşmazlık çıkarma girişimlerini reddetmek.
Anlaşmanın uygulanması için komiteler, yıl sonuna kadar çalışarak anlaşmayı hayata geçirecek.
Miiligazete

 Lübnan'ın El Benna gazetesi, Avrupa İnsan Hakları Örgütleri’nden naklen şu açıklamalarda bulundu: ‘Suriye'nin kıyı kesimindeki katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısını kaydetmeye devam ediyoruz ve bu sayı 10 bin kişiye ulaştı!’ Daha önce ölü sayısı en fazla 2 bin kişi olarak açıklanmıştı!
Merkezi gücünü kaybeden ve çıkarları çatışan dış güçlerin nüfuz alanına giren bir ülkenin yeniden huzura kavuşması zor olacaktır.

Aralık ayı başlarında, Tahrir-i Şam Cephesi liderliğindeki teröristlerin, ABD, İsrail rejimi, Türkiye, Katar ve diğerlerinin doğrudan ve dolaylı desteğiyle Şam'a doğru ilerlediği söylendiğinde, bazıları tek meselenin Beşşar Esad’ı devirmek ve yerine bir kukla getirmek olduğunu düşünüyordu. Ancak durumu daha derinlemesine kavrayanlar, Suriye'yi ele geçirmek üzere olan teröristlerin siyah dosyasının yarattığı kaygının yanı sıra, Suriye topraklarını kendi savaş alanına çevirecek olan yabancıların çıkar çatışmasından da kaygı duyuyorlardı, bu meydanda Suriye halkının canı, malı ve hayatının bir önemi yok.

Suriye'yi yöneten teröristlerin ülkenin kıyı kesiminde gerçekleştirdiği katliamda ne yaşandığı henüz bilinmezken, ölü sayısı artmaya devam ediyor. Ebu Muhammed el-Culani liderliğindeki Şam yönetim koluna bağlı bazı unsurlar, ülkenin eski rejimiyle bağlantılı kişileri takip etme bahanesiyle perşembe gününden bu yana Suriye'nin batısındaki kıyı bölgesinde Alevileri öldürüp katlediyor.

Fransa Parlamentosu'na bağlı bir insan hakları örgütü, Suriye'deki katliamlarda hayatını kaybedenlerin sayısının 10 bine yakın olduğunu açıkladı. . Lübnan’ın el-Benna Gazetesi konuyla ilgili olarak şunları yazdı: ‘Bu insan hakları örgütünün raporu Avrupa'nın tavrındaki değişikliğin ardından geldi. Çünkü Avrupa'nın açıklaması artık yaşananları Beşşar Esad rejiminin kalıntılarının güvenlik güçlerine yönelik bir saldırısı olarak görmüyor ve bunlardan, güvenlik güçlerinin sivillere karşı soğukkanlılıkla gerçekleştirdiği, yarısından fazlasının kadın, çocuk ve yaşlılardan oluştuğu katliamlar olarak bahsediyor.

Bu raporda ayrıca şu ifadeler yer aldı: ‘Amerika’nın açıklamaları Avrupa’nın açıklamalarından daha çok gerçeği yansıtıyordu. Çünkü Avrupa'nın açıklamaları, Suriye’deki yeni rejimi ve Katar ve Türkiye gibi destekçilerini destekleyerek Suriye'de nüfuz sahibi olma yanılgısına kapılmak pahasına aceleci bir açıklama olmaya mahkûmdur.

Bu rapor aynı zamanda, Avrupalıların Amerikalılara kıyasla terör örgütlerinin paralarını aklama olasılıklarının daha yüksek olduğunu gösteriyor. Öte yandan, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi adlı kuruluş, daha önce Şam rejimine bağlı güvenlik unsurlarının Suriye'nin kıyı kesimine düzenlediği saldırıda son sivil kayıplarını açıklamış, Suriye'nin batısında düzenlenen saldırılarda 1383 sivilin öldürüldüğünü bildirmişti ancak gerçek rakam bu sayıdan çok yüksek gibi görünüyor.

Kapsamlı Yangınlar
Haber kaynakları Suriye'nin Lazkiye kırsalında yangın çıktığını bildirdi. Lazkiye ilinde Colani güçlerinin gerçekleştirdiği kanlı katliamın üzerinden birkaç gün geçtikten sonra, haber kaynakları Lazkiye kırsalının çeşitli bölgelerinde yangın çıktığını bildirdi.

Yerel kaynaklar Cuma günü yangınların birçok bölgede çıktığını ancak yangının çıkış sebebinin hava koşulları olmadığını söyledi. Çünkü bu dönemde hava sıcaklığı yangına sebep olacak kadar yüksek olmuyor. Bu kaynaklar, el-Karada’nın dış kesimlerinde yangın çıktığını ve yangının kasıtlı olarak çıkarıldığını söyledi. Ancak faillerin kimliği bilinmiyor. Daha önce teröristlerin korkudan ormana sığınan halkı tuzağa düşürmek amacıyla bölgedeki ormanları ateşe verdiği bildirilmişti.

Güvenlik Konseyi Şiddet Eylemlerini Kınadı
Teröristlerin işlediği katliamlar ve Suriye’yi kan gölüne çevirmeleri herkesin sesini yükseltti. Reuters, Güvenlik Konseyi'nin, Suriye'nin kıyı bölgelerindeki şiddet eylemlerini sert bir dille kınayan ve Şam'daki geçici hükümet yetkililerini, ırk veya dinlerine bakılmaksızın tüm Suriyelileri korumaya çağıran bir bildiriyi kabul ettiğini bildirdi.

Reuters, bazı diplomatlardan naklen şu açıklamalarda bulundu: “Bu açıklama Güvenlik Konseyi tarafından Cuma günü resmen oybirliğiyle onaylandı.”

Apartheid Rejimi İsrail’in İşgali Ve Saldırıları Devam Ediyor
Öte yandan Suriye kaynakları, işgalci Siyonistlerin güney Suriye'deki Kuneytra ilinde askeri hareketliliğinin sürdüğünü bildirdi. Suriye'deki yerel kaynaklar, İsrail güçlerinin sondaj çalışmalarının yürütüldüğü Cabba kasabası çevresine sızdığını bildirdi. İşgalci İsrail ordusuna ait araçların, Suriye'nin güneyinde bulunan Kuneytra kentine bağlı Ayn el-Nuriye köyü ve Kom Muharis beldesi civarına girdiği bildirildi. İşgalci rejime ait araçların Kuneytra kırsalına sızması, işgalci ordunun yoğun saldırıları eşliğinde gerçekleşti. İsrail'in bugüne kadar Suriye'de işgal ettiği alanın, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'da işgal ettiği topraklardan daha büyük olduğu söyleniyor. Medyada ayrıca İsrail hava kuvvetlerinin Şam'daki bir binaya saldırı düzenlediği bildirildi.

Reuters haber ajansı, Suriyeli bir güvenlik kaynağından naklen şu açıklamalarda bulundu: ‘İsrail’in Şam Tepelerindeki saldırısında Filistinli bir şahıs hedef alındı.’ Ancak saatler sonra Filistin İslami Cihat Hareketi, Şam'daki karargâhının hedef alındığı iddiasını yalanladı.

ABD, Türkiye Ve... Teröristleri Aklamaya Devam Ediyor
Amerika, fiili bir adımda daha bulunarak Şam'daki terörist yöneticileri bir kez daha meşrulaştırdı. Reuters'a konuşan konuya yakın üç kaynağın verdiği bilgiye göre Katar, Suriye'nin elektrik sıkıntısını hafifletmek için Ürdün üzerinden Suriye'ye doğalgaz tedarik etmeye hazırlanıyor. Washington, bu hamlenin ardından Katar'a ABD'nin Sezar Yasası kapsamındaki yaptırımlarından muafiyet tanıdı.

Aynı zamanda geçici Suriye Devlet Başkanı da aralarında Dışişleri ve Savunma Bakanları ile MİT Başkanı'nın da bulunduğu Türkiye’den bir heyeti ağırlayarak, Türkiye'nin de teröristleri meşru yönetici olarak tanıtma yolunda ilerlemesini sağladı. Bu arada Avrupa Parlamentosu, Suriye'deki eski rejim tarafından dondurulan varlıkların yeni yönetim tarafından siyasi geçiş ve yeniden yapılanma sürecini desteklemek amacıyla kullanılmasına olanak tanıyan bir yasayı kabul etti. Avrupa Parlamentosu, AB ve üye ülkelerine Suriye'ye yönelik insani yardım çalışmalarını sürdürmeleri çağrısında bulunarak, 5,5 milyon Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan komşu ülkelere mali destek çağrısında bulundu. Elbette Suriye'ye ulaşan paranın ne kadarının özellikle azınlıklara yönelik baskı ve öldürme faaliyetlerinde kullanıldığı tam olarak bilinmiyor.