کارگر

کارگر

1979 İran İslam devrimi, 7 Ocak 1978 ile 11 Şubat 1979 tarihleri ​​arasında farklı sınıflardan halkların katılımıyla gerçekleşen büyük bir siyasi ve toplumsal dönüşümdür.


İslam devrimi veya diğer adıyla İran devrimi olarak da bilinen 1979 devrimi, 7 Ocak 1978 ile 11 Şubat 1979 tarihleri ​​arasında farklı sınıflardan halkların katılımıyla gerçekleşen büyük bir siyasi ve toplumsal dönüşümdür. Bu süre zarfında Pehlevi rejimi devirildi ve İmam Humeyni’nin (r.a) liderliğinde İran İslam Cumhuriyeti'nin kuruluşunun temeli atıldı.

Bu devrim sürecinde İslami düşünce ve şahsiyetlerin beligin yere sahip olduğu için İmam Humeyni (r.a) onu “İslam Devrimi” olarak adlandırdı.

İslamcılığın yanı sıra sosyalizm ve milliyetçilik gibi çeşitli ideolojilerin de devrimin gerçekleşmesinde özel rolü vardı. Bu devrim aynı zamanda Ortadoğu'da İslamcılığı zafere taşıyan ilk devrimdir.

 1978-79 yıllarında büyük kentlerde başlayan ve ülkenin her yerine yayılan ayaklanma, Amerikan emperyalizmi ve Şah despotizmine karşı bir konum taşıyordu

Bu hareketin başlangıcı, İmam Humeyni (r.a) ve diğer din alimlerinin 1962 yılından bu yana şah rejiminin din karşıtı yaklaşımlarına karşı protestoları ile başlamıştır.

15 Hordad Kıyamı (5 Haziran 1963)

İmam Humeyni (r.a) 2 Haziran 1963 Aşura günü Kum'daki Feyziye medresesinde Şah rejimine karşı yaptığı konuşmadan dolayı tutuklandı.

İmam Humeyni'nin tutuklanmasını protesto etmek için başta Kum kenti olmak üzere Tahran ve İran’ın birçok kentinde yürüyüşler düzenlendi.

 Şah rejimi 5 Haziran 1963’teki halk ayaklanmasını kanlı bir şekilde bastırmıştır. Bu olay sırasında birçok insan şehit olmuş, yaralanmış ve hapse atılmıştır. Bu durum toplum nazarında büyük infiale neden olmuş ve halk bu isyandan sonra Şaha karşı daha büyük bir kin ve nefret kusmuştur.

İran halkının 15 Hordad Kıyamı aslında dünya genelinde başlayan İslami uyanışın başlangıç noktasıdır.

İmam Humeyni 5 Haziran 1963 tarihinde Şah rejime karşı siyasi hareketi hassas bir aşamaya getirdi ve 10 yıl aşkın bir süre sürgün gibi ağır şartlara göğüs gerdi.

Kapitülasyon taslağı

Şah rejiminin onayladığı Kapitülasyon taslağı İran’da bulunan Amerikan askerleri ve müsteşarlarına ayrıcalık tanıyarak onları yargı dokunmazlığı verilmesi anlamına geliyordu. Kapitülasyon taslağı devrimi ve devrim konseyinin kurulmasıyla birlikte iptal edildi.

 

İmam Humeyni’nin (r.a) Türkiye’ye sürgün edilmesi

İmam Humeyni’nin (r.a) 4 Kasım 1964 tarihinde İran Şah rejiminin Kapitülasyon taslağına itiraz etmesi sonucunda tekrar tutuklandı. İmam Humeyni tutuklandıktan sonra önce Türkiye’ye ve sonra Necef’e sürgün edildi.

Şah rejiminin Kapitülasyonu onaylamasının ardından İmam Humeyni (r.a) 1964 yılının Kasım ayında bir bildiride söz konusu kararı kınayarak İslam, Kur’ân ve aynı zamanda ülkenin ana yasasına aykırı olduğunu duyurdu.

İmam Humeyni (r.a) söz konusu bildiride başta ABD olmak üzere batılı emperyalist güçlerin İran ve tüm diğer Müslüman milletleri sömüren güçler olduğunu belirterek halkın ve tüm dini âlimlerin bu adım karşısında sessiz kalmaması çağrısında bulundu. 

İmam Humeyni birkaç gün sonra evinde düzenlediği bir toplantıda medrese öğrencileri, akademisyenler ve halkın diğer kitlelerinden oluşan katılımcılara hitap ederek Kapitülasyon kararının nasıl bir anlama geldiğini açıkladı. Konuşmanın gerçekleştiği gece 4 Kasım 1964 tarihinde Kum kentinde yer alan İmam Humeyni’nin evi Pehlevi rejimi komandolarınca kuşatıldı. İmam Humeyni (r.a) Tahran Mihrabad hava alanına aktarıldı ve oradan ordunun hava kuvvetlerine ait bir uçakla Türkiye’ye sürgün edildi. İmam Humeyni (r.a) ilk olarak Ankara'ya, 12 Kasım 1964 tarihinde de sürgününün devamı için Bursa'ya sevk edildi.

İmam Humeyni toplam 11 ay boyunca Türkiye’de kaldı ve bu sürenin çoğunluğunu Bursa’da geçirmiş oldu.

İmam Humeyni’nin (r.a) sürgün edildiği 4 kasım gecesi radyodan halka duyuruldu.

İmam Humeyni’nin (r.a) 4 kasım 1964’te Kapitülasyon taslağına itirazı ve Türkiye’ye sürgün edilmesi İran'daki İslami hareket tarihinde bir dönüm noktası olarak kabul edilmektedir.

İmam Humeyni’nin Türkiye’ye sürgün edilmesinin ardından büyük oğlu Seyyid Mustafa Humeyni Pehlevi rejimi tarafından gözaltına alındı. Rejim İran halkının protestolarını yatıştırmayı hedefleyerek aynı yılın 28 aralık tarihinde Seyyid Mustafa Humeyni’yi serbest bıraktı. Rejimin İstihbarat ve Güvenlik Organizasyonu (SAVAK) kendisine babasını görmesi için Türkiye’ye gitmesi önerisinde bulundu.

Seyyid Mustafa Humeyni ilk başta Bursa’ya babasının yanına gitmeyi kabul etti ancak Kum’daki âlimlerle görüştükten sonra bu karardan vazgeçti. Seyyid Mustafa Humeyni rejimin sessizce onu sürgüne göndermek istediğini sezmişti.

Pehlevi rejimi Seyyid Mustafa’yı babası İmam Humeyni’nin yanına gitmesi için ikna etmekte başarısız oldğunun farkında varınca onu zorla sürgün etmeye karar verdi. Seyyid Mustafa Humeyni 3 Ocak 1965 tarihinde SAVAK tarafından tutuklandı ve aynı gün Türkiye’ye sürgün edildi. Seyyid Mustafa Bursa’ya, babasının yanına gitti.

İmam Humeyni’nin (r.a) Türkiye’den Irak’a Sürgün Edilmesi

5 Ekim 1964 tarihinde İmam Humeyni, oğlu Ayetullah Mustafa Humeyni’yle birlikte ikinci sürgün yeri olan Irak’a gönderildi.  İmam Humeyni, Irak’a gider gitmez Ehlibeyt’in pak ve masum imamlarının türbelerini ziyaret için  Kazımeyn, Samerra ve Kerbela şehirlerine gitti ve bir hafta sonra ise sürgün yeri olan Necef kentine götürüldü.

İmam Humeyni’nin Irak’taki 13 yıllık sürgün hayatında, İran ve Türkiye’de olduğu gibi zahiren direkt baskılar ve kısıtlamalar yoktu; ama, din kisvesine bürünmüş bazı kimselerin iftiraları ve asılsız iddiaları ona büyük bir azap veriyordu. Fakat o, bütün bunları sabır ve metanetle karşılıyor, mücadelesini sürdürüyordu. Ancak, onca sıkıntı ve zorluklar onu Şah rejimine karşı verdiği İslami mücadelede yıldırmadı. O doğru bildiği Hak yolunda ilerlemeyi sürdürdü. İmam Humeyni, Necef kentinde sürgünde bulunduğu dönemde bütün muhalefetlere rağmen 1965 yılında  Şeyh Ensari mescidinde  fıkıh dışındaki dallarda ders vermeye başladı. İmam Humeyni’nin aynı mescidde bu dersi vermesi Paris’e sürgün edilinceye kadar devam etti. İmam’ın dersleri Necef’te ve hatta Irak genelinde, işlediği konular açısından ve derse olan teveccühten dolayı  dikkat çekiciydi. 

İmam Humeyni, Irak’ta bulunduğu süre içinde İran’daki İslami mücadeleciler ile sürekli olarak değişik şekillerde irtibatını korudu. İmam her münasebetle 15 Hordad kıyamının canlı tutulması gerektiğini vurguladı.

İmam, sürgünden sonra da hiçbir zaman mücadeleden el çekmedi ve sürekli olarak yaptığı konuşmalar ve eylemleriyle mücadeleyi canlı tuttu. Milyonların ümit ve ilham kaynağı oldu.

İmam Humeyni 11 Ekim 1967 tarihinde Filistin Fetih Hareketi temsilcisini kabulünde yaptığı konuşmada, İslam dünyası ve Filistin meselesini ele alarak Filistin mücadelesinin bütün İslam alemince desteklenmesi gerektiğini vurguladı ve müslümanların Filistin meselesine  ilgi göstermeleri ve bu yolda görevlerini yapmalarının şer’i bir vazife olduğunu söyledi.

1969 yılının ilk günlerinde Şah rejimi ile Irak rejimi arasında sınır   ihtilafları baş gösterdi.  Irak rejimi, bu ülkede bulunan İran’lıları  çok kötü şartlarda  Irak’tan ihraç etti.  Baas rejimi, İmam Humeyni’nin Şah rejimine olan düşmanlığından yararlanmak için çok fazla çaba gösterdi ama İmam asla Baas rejiminin bu oyununa gelmedi.

İmam Humeyni’nin Necef’te ders vermeye başladığı ilk 4 yılda Necef dini ilimler medreselerinin çehresi tamamen değişti. İmam Humeyni’nin bu hareketi sadece İran’da Şah rejimine karşı mücadele edenleri etkilemedi. İmam’ın bu hareketi İran ve Irak sınırlarını da aşarak Lübnan ve İslam dünyasının diğer bölgelerine de yayıldı. Gerçekte artık İmam’ın hareketi İslami mücadeleciler için bir ilham kaynağına dönüşmüştü.

Seyyid Mustafa Humeyni 47 yaşında 23 Ekim 1977 tarihinde Necef şehrinde hayatını kaybetti. Doktorlar Mustafa Humeyni’nin ölüm sebebi olarak zehirlenme teşhisinde bulunmuştu.

Ancak Şah rejimi ve aynı zamanda dönemin Irak hükümeti ölüm sebebini “kalp krizi” şeklinde bildirdi. Pehlevi rejimi ve SAVAK’ın Mustafa Humeyni’nin ölümünde ciddi bir rol oynadığı konusunda birçok kanıt bulunmaktadır. Dolayısıyla yaygın bir görüşe göre Seyyid Mustafa Humeyni Pehlevi rejimi tarafından şehit edildi.

9 Ocak 1978 Kum protestoları

Bunların yanı sıra 7 Ocak 1978 tarihinde “İran, kırmızı ve siyah sömürü” isimli bir makalenin dönemin “İttila’ât” gazetesinde yayınlaması protesto hareketlerinin oldukça artması ve şiddetlenmesine yol açtı. Söz konusu makalede İmam Humeyni başta olmak üzere din âlimlerine yapılan hakaretler İran halkını oldukça öfkelendirmişti.

 Bu olaylar 9 Ocak 1978 tarihinde Kum kentinde yoğun protestoların düzenlenmesine yol açmıştı. Söz konusu tarihte Şah rejimi memurlarının silahlı ve şiddet dolu eylemlerle protestoları bastırmaya çalışmasıyla birlikte protestolar diğer şehirlere de sıçradı.

Bu tarihten sonra 9 Ocak Kum protestolarında Pehlevi rejimi tarafından öldürülen isimler için yas törenleri düzenlenmeye başlamıştı.  Bunun yanı sıra diğer şehirlerde de düzenlenen protestolarda hayatını kaybedenlerin sayısı gittikçe çoğalmaya başlamıştı. Bunlardan biri de Tebriz idi.

 

18 Şubat 1978; Tebriz Protostoları

18 Şubat 1978 tarihinde Tebriz’de düzenlene protestolarda da birçok kişi hayatını kaybetti. Rejim güçlerinin protestoları bastırmak için doğrudan protestoculara ateş açıp insanları öldürmesi ülkede hakim olan atmosferin bir daha hiç eskisi gibi olmayacağını açık bir şekilde gösteriyordu. İran neredeyse tüm şehirlerinde protestolarda hayatını kaybedenlerin anma törenleri düzenlenmeye başlamıştı.

İmam Humeyni’nin Paris’e sürgün edilmesi

İran ve Irak dışişleri bakanlarının New York’ta yaptıkları görüşmede İmam Humeyni’nin Irak’tan  sürgün edilmesi kararlaştırıldı. 24 Eylül 1979 tarihinde İmam Humeyni’nin evi Baas güçlerince muhasara altına alındı ve bu haberin yayılmasının ardından başta İran olmak üzere Irak ve İslam dünyasının diğer beldelerinde tepkiler yükseldi. 

4 Ekim 1979 tarihinde İmam Humeyni Irak’tan Kuveyt’e gitmek üzere ayrıldı. Ama Kuveyt devleti, Şah rejiminin mesajına binaen İmam’ın kendi topraklarına girmesine izin vermedi. Daha önce İmam’ın Lübnan veya Suriye’ye gideceği söyleniyordu.  Ama İmam oğlu Seyyid Ahmed Humeyni ile meşveret ettikten sonra  Paris’e hicrete karar verdi ve 16 Ekim 1979 tarihinde İmam Paris’e gitti. 

İmam Paris’e gittikten iki gün sonra Paris  etrafındaki küçük bir yerleşim birimi olan Novfel Le Şato’da bir İran’lının evinde ikamet etmeye başladı. Fransa cumhurbaşkanlığının özel güçleri tarafından İmam’a, ikameti boyunca her türlü siyasi faaliyet yasağının olduğu bildirildi. Ama İmam Humeyni de, bu gibi kısıtlamaların  demokrasiden dem vuran bir ülkenin sloganlarını ayaklar altına aldığını ve kendi kanunlarını çiğnemek manasına geldiğini bildirerek sert tepki gösterdi ve gerekirse  başka bir yere gidebileceğinin mesajını verdi.

Şahın İran’dan kaçması

Protestoların şiddetlenmesiyle birlikte Şah Muhammed Rıza Pehlevi 16 Ocak 1978 tarihinde İran’dan kaçtı. Bu haber önce Tahran olmak üzere İran’ın bütün şehirlerinde derhal yayıldı ve halk Şah’ın kaçışını sokaklara çıkarak kutladı.

 Bu süre içerisinde Irak’tan Paris’e giden İmam Humeyni, gönderdiği mesajlar sayesinde İran devrimini yönlendirmeye devam ediyordu.

İmam Humeyni’nin 14 yıllık sürgünden sonra İran’a dönmesi

 Sonuçta İmam Humeyni 1 Şubat 1979 tarihinde uzun bir sürgün döneminin ardından ülkesi İran’a geri dönebildi.

 İmam Humeyni'nin dönüşü ve halk kıyamının yayılması ve Şah'ın İran'dan ayrılmasıyla birlikte halk gösterileri her geçen gün daha yoğun ve kararlı hale geldi ve bağımsızlık, özgürlük, İslam Cumhuriyeti sloganı halkın ana talebi olarak gündeme getirildi.

11 Şubat İslam Devrimi’nin zafer kazanması

Aynı yıl 11 Şubat günü Monarşi dönemi resmen düştü. Böylece İran İslam devrimi zafere ulaşmış oldu.

 İran'da her sene İmam Humeyni'nin Paris'ten dönüş tarihi olan 1 Şubat ile devrimin ilan edildiği 11 Şubat arasındaki 10 gün boyunca çeşitli kutlama etkinlikleri düzenleniyor. Başkent Tahran ve ülkenin diğer kentlerinde 11 Şubat'ta kalabalık törenlerle devrim kutlaması gerçekleştiriliyor.(Mehr)

İran Devrim Muhafızları, ülkenin güney kıyılarında yeni bir yeraltı füze şehri açıkladı. Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, bu şehrin İran’ın askeri kapasitesinin yalnızca küçük bir kısmını temsil ettiğini belirtti.


İran Devrim Muhafızları Deniz Kuvvetleri, bugün ülkenin güney kıyılarında yeni bir yeraltı füze şehrini tanıttı.

Füze şehrinin açılışında konuşan Devrim Muhafızları Komutanı Tümgeneral Hüseyin Selami, bu şehrin İran’ın askeri kapasitesinin yalnızca küçük bir kısmını temsil ettiğini belirtti.

Selami, “Düşman eğer bir hata yaparsa, kendisini ve diğerlerini büyük belaya sokar,” diyerek uyarıda bulundu.

Selami, “Düşman, bu sistemlerle karşı karşıya kalacak ve gerektiğinde hepsi devreye girecek. Bu, Devrim Lideri Seyyid Ali Hamenei’nin talimatları doğrultusunda gerçekleşecek,” ifadelerini kullandı.

Ayrıca, “İran silahlı kuvvetleri, halkı savunmak ve ülkenin kapasitesini artırmak için gece gündüz çalışıyor,” diye ekledi.

Öte yandan, Devrim Muhafızları Liderlik Denetim Sekreteri Hamid Bezmşahi, düzenlediği basın toplantısında, önümüzdeki pazartesi günü İran’da düzenlenecek Malik el-Eşter fuarında yeni füze ve savunma sistemlerinin tanıtılacağını açıkladı.

Bezmşahi, fuarda Devrim Muhafızları’nın koruma mevzilerinin yanı sıra, “ilk kez alüminyum gövdeye sahip devriye ve savaş botları ile yapay zekâ ve kuantum alanındaki başarıların” sergileneceğini belirtti.

Bezmşahi, fuarın iki ana bölümden oluşacağını ifade ederek, “Birinci bölüm İran’ın savunmasına odaklanırken, ikinci bölüm ülkenin gücünü, düşmanla mücadelesini ve halka sunulan hizmetleri kapsayacak,” dedi.

Bunun yanı sıra Devrim Muhafızları’nın İran içinde ve dışında faaliyet gösteren, 200 binden fazla teröristi barındıran gruplarla mücadele ettiğini ve pek çok terör eylemini engellediğini vurguladı.

Bezmşahi, İran kuvvetlerinin operasyonel doktrininin yenilendiğini ve Rusya, Çin, Irak ve Umman ile ortak karma tatbikatların planlandığını belirtti. Ayrıca, savunma ve güvenlik tatbikatlarının da gerçekleştirildiğini sözlerine ekledi.

İran Devrim Muhafızları geçtiğimiz 11 Ocak’ta, Komutan Tümgeneral Hüseyin Selami ve Hava-Uzay Kuvvetleri Komutanı Tümgeneral Amir Ali Hacızade’nin katılımıyla bir yeraltı füze üssünü tanıtmıştı.(YDH)

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Trump'ın Gazze üyelerini göç ettirme hususundaki açıklamalarına tepki gösterdi.


İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Trump'ın Gazze üyelerini göç ettirme hususundaki açıklamalarına tepki olarak " Filistinliler hariç hiçbir grup Gazze geleceği hakkında görüş belirtemez" dedi.  

İran Dışişleri bakanlığı sözcüsü İsmail Bekayi haftalık basın toplantısında gündem maddelerini değerlendirdi.  

İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, muhabirlerin sorularını yanıtlarken Trump'ın Filistinliler ve Gazze hakkındaki son konuşmaları da soruldu. Bakanlık sözcüsü " Kimse Filistinlileri göçe zorlayamaz" diye konuştu.  

İsmail Bekayi cevabının devamında Filistinliler hariç hiçbir grup Gazze geleceği hakkında görüş belirtemez" dedi.  

İsrail Liderleri Yargılanmalı 

Dışişleri bakanlığı sözcüsü Siyonist Rejim'e karşı koalisyon hakkında da konuşarak " Bu süreç Hollanda'nın Lahey kentinde başlayan bir kampanya, 10 ülke bu sürece katılmış durumda. Asıl amaç, Siyonist Rejim'in Gazze'de soykırım yapmaktan sorumlu tutulmamasının önlenmesinden emin olmaktır.  Rejimi cinayetlerini işlemekte destekleyen durum zaten Batı'dan ölümcül silahların gönderilmesiydi.  Biz de bu süreç çerçevesinde Rejim liderlerinin yargılanmasını istiyoruz. Bu süreci destekliyoruz" dedi.

 İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamanei, ABD'nin emperyalizmin ve sömürgeciliğin açık tanımı olduğunu ve küresel finans çevrelerinin kontrolü altında bir hükümet olduğunu belirtti.

 

 İran İslam Devrimi Lideri imam Seyyid Ali Hamanei, Meb’es Bayramı münasebetiyle hükümet yetkilileri ve İslam ülkelerinin Tahran büyükelçileri ile bir araya geldi.Devrimi Lideri imam Hamanei bu görüşmede, Meb'es Bayramını tüm İran halkına, büyük İslam ümmetine ve tüm özgürlük yanlılarına tebrik etti.

imam Hamanei, bu yıl Meb’es Bayramı'nın İran İslam Devrimi’nin yıl dönümüyle aynı zamana denk geldiğini belirterek, "Devrimimizin temelinde Peygamber Efendimiz’in mesajına bağlılık ve onun yolunu takip etme anlayışı vardır. İnşallah bu hareket aynı istikamette devam eder" dedi.

Devrim Lideri imam Hamanei, Meb'es olayının sadece tarihsel bir olay olmadığını, günümüz şartlarında da insanlığa rehberlik edebileceğini ifade ederek, "Meb'es, sürekli bir harekettir ve her dönemde onun bereketlerinden yararlanılabilir. Eğer akıl ve iman doğru kullanılırsa, bireysel ve toplumsal dönüşüm sağlanabilir" diye konuştu.

imam Hamanei, günümüzde küresel güçlerin ülkelerin doğal kaynaklarını, kültürel kimliklerini ve İslami değerlerini hedef aldığını belirterek, "Bugün dünyada güçlü ve şeytani sistemler, milletlerin doğal zenginliklerini ve kültürel kimliklerini yok etmeye çalışıyor. Hepsi aynı derecede değil ama en başta gelen ABD’dir" dedi.

ABD'nin emperyalizmin ve sömürgeciliğin açık tanımı olduğunu ve küresel finans çevrelerinin kontrolü altında bir hükümet olduğunu belirten Ayetullah Hamanei, “Büyük finans kartelleri her gün ulusların kimliğini ve çıkarlarını değiştirip sömürge nüfuzlarını genişletmeye çalışıyorlar. Kuran'a göre size sıkıntı veren her şeyden hoşlanıyorlar” ifadesini kullandı.

imam Hamanei, "ABD Kongresi temsilcilerinin, binlerce çocuğun katilini alkışlamaları ve onu teşvik etmeleri ya da İran'ın 300 yolcusuyla birlikte bir yolcu uçağını düşüren Amerikan gemi kaptanına ödül vermeleri, onların içindeki kötü niyetin ve düşmanlıklarının, diplomatik gülümsemelerin arkasında gizli olan örnekleridir. Bu gerçeklerle karşılaştığımızda gözlerimizi açmalıyız ve Kur'an'ın tabiriyle onlarla gizli bir dostluk peşinde olmamalıyız" ifadelerinde bulundu.

Küresel karşılaşmalarda dikkatli olmanın önemini vurgulayan imam Hamanei, "Kiminle karşı karşıya olduğumuza ve kiminle işbirliği yapıp konuştuğumuza dikkat etmeliyiz" dedi.

imam Hamanei, Gazze'nin zaferine atıfta bulunarak, "Bu küçük bölge, tamamen Amerika'nın desteğine dayanan ve silahlarla donanmış Siyonist rejimi diz çökmeye zorlayabildi." diye konuştu.

Devrim Lideri imam Hamanei, Hizbullah'ın şehit Nasrallah'ı kaybetmesine rağmen direnişini sürdürmesini, günümüz direnişinin parlak örneklerinden biri olarak nitelendirerek, "Dünyada, Seyyid Hasan Nasrallah gibi kaç büyük insan vardır? Böyle bir şahsiyetin kaybıyla dost ve düşmanlar Hizbullah'ın işinin bittiğini düşünürken Hizbullah işin bitmediğini gösterdi ve bazı durumlarda Siyonist rejime karşı daha büyük bir motivasyonla karşı çıktı” dedi.

Hamas Hareketi, örnek bir düzen içinde gerçekleştirilen Siyonist esirlerin teslim operasyonunun dünyayı hayran bıraktığını duyurdu.


Hamas Hareketi yaptığı açıklamada "Hamas Hareketi'nin askeri kanadı Şehit İzzeddin el-Kassam Tugayları ve Filistin direnişi, savaş alanını kontrol etme konusundaki yüksek yeteneklerini bir kez daha kanıtladı. Dünyayı hayrete düşüren örnek bir düzen içinde gerçekleştirilen esir teslim operasyonu, düşmanın cani ordusunun Gazze Şeridi'nde burnunun yere sürtülmesinden sonra gerçekleşti." ifadesine yer verdi.

IRNA’nın haberine göre açıklamada "Bugün yaşananlar, hem savaş alanında hem de Hamas Hareketi Siyasi Büro Başkanı merhum lider Ebu İbrahim'in (Yahya Sinvar) evinin önünde gerçekleştirilen esir değişimi operasyonunun yönetiminde, El-Kassam Tugayları, Filistin İslami Cihad Hareketi'nin askeri kanadı Saraya el Kudüs ve diğer direniş güçlerinin birliğini vurgulamaktadır." ifadesine dikkat çekildi.

Hamas Hareketi ayrıca "Gazze Şeridi'nin güneyindeki Han Yunus kentinde ve kuzeyindeki Cibaliya kampında esir değişimi operasyonuna halkın ve direniş güçlerinin geniş katılımı, Filistin halkının duruşunun ve gücünün ve Filistin direniş gruplarının birliğinin bir teyididir." ifadesinin de altını çizdi.

 

Zafer Sevinci Netanyahu'yu Rahatsız Etti! Filistinli Mahkumların Teslim Sürecini Durdurdu

Netanyahu, Gazze’de İsrailli rehineler serbest bırakılırken yaşanan coşkuya tepki gösterdi. Netanyahu’nun açıklamasından kısa bir süre sonra İsrailli rehinelere karşılık serbest bırakılacak Filistinli mahkumların iade sürecinin durdurulduğu iddia edildi.

Kanal 12’nin haberine göre serbest bırakılmak üzere otobüslere bindirilen Filistinli mahkumlar karar üzerine otobüsten indirildi.

İsrail Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre Netanyahu, Gazze Şeridi’ndeki Han Yunus kentinde İsrailli 2 esir serbest bırakılırken ortaya çıkan görüntüleri “büyük bir ciddiyetle” izlediğini söyledi. 

Netanyahu, “Arabuluculardan bu tür dayanılmaz sahnelerin tekrarlanmayacağından emin olmalarını ve rehinelerimizin güvenliğini garanti etmelerini talep ediyorum” ifadesini kullandı.

Hamas ile İsrail arasındaki esir takasının üçüncü turunda, Gazze’deki 3 İsrailli esir ile 5 Tayland vatandaşı esir, Uluslararası Kızılhaç ekiplerine teslim edilmişti. İsrailli kadın asker esir Agam Berger Gazze Şeridi’ndeki Cibaliya kentinde, Arbel Yehud ve Gadi Moses ile 5 Tayland vatandaşından oluşan 7 esir ise Han Yunus kentinde Kızılhaç ekiplerine teslim edilmişti.

Özellikle Hamas’ın Gazze’de öldürülen lideri Yahya Sinvar’ın Han Yunus’taki evinin bulunduğu bölgedeki yoğun kalabalık dikkati çekmişti. Esirlerin serbest bırakılması sırasında büyük bir coşku ve yaşanmış, esirler teslim edilmeleri sırasında kalabalıkta yürümekte zorlanmıştı.

Bu görüntüleri gerekçe gösteren İsrail’in 3 İsrailli rehineye karşılık serbest bırakması gereken 110 Filistinli mahkûmun teslim sürecini durdurduğu öne sürüldü.

İsrail’in, esir takası sürecinde Hamas’ın gövde gösterisi yapmasından rahatsız olduğu biliniyordu.

Hamas ile İsrail arasındaki esir takasının ilk iki turunda Gazze’deki 7 İsrailli esir ile İsrail hapishanelerindeki 290 Filistinli esir serbest bırakılmıştı. 

İktidar medyası, Türkiye ve İran arasını bozmaya yönelik kışkırtıcı haberlere yoğunlaştı. Son olarak Yeni Şafak gazetesi, bir buçuk yıl önce haberleştirilen bir videoyu yeniden paylaştı.


Türkiye ve İran'ı birbirine düşman olarak göstermek isteyen kışkırtıcı videolar ve eski haberler, medyada son birkaç gündür köpürtülüyor.

Suriye’deki iktidar değişiminin ardından artan İran karşıtlığı, son haftalarda tırmanışa geçti. Geçen hafta birtakım düşünce kuruluşlarının yayımlandığı raporlar, Türkiye ile başta İran olmak üzere bölgedeki dostları arasındaki ayrışmaları öne çıkaran analizler içerdi. Türkiye’nin yerinin, bölgede dostlarıyla ortak bir cephe değil Atlantik’teki işbirlikleri olduğunu ileri süren tezler işlendi.

Yine Anadolu Ajansı'nda çıkan analiz haberlerde de düzenli olarak İran'ı hafife alan saptamalar yapılıyor. Ankara-Tahran arasındaki stratejik dostluğu önemsizleştiren fikirler teorileştiriliyor.

Son birkaç gün de uçak kazasında hayatını yitiren İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin eşi Cemile Alemülhüda’nın, 2023 yılındaki bir konuşması sosyal medya kanallarında yeniden dolaşıma sokuldu. Reisi’nin eşi o videoda, tarihsel değerlendirmeler yapıyor. “Türkler ve İran arasında geçmişten gelen anlaşmazlıklar olduğu" yönünde tespitlerde bulunuyor.

 

14 Haziran 2023 tarihli bu konuşmanın videosu o tarihlerde, Yeni Akit gibi bazı mecralarda “İran Cumhurbaşkanı’nın eşi: Türkler İran’ın daimi düşmanıdır” başlığıyla haberleştirildi.

 

Aradan yaklaşık bir buçuk geçti... Bugün de Yeni Şafak gazetesi, aynı haber için benzer bir başlığı kullandı. Alemülhüda’nın “Türkler tarih boyunca bizim düşmanımızdı. Dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi ve değerlerimizi değiştirmek istediler” ifadelerini öne çıkararak videoyu paylaştı.

Yeni Şafak’ın, Türkiye ve İran arasındaki sorunları, kışkırtıcı paylaşımlarla gündeme taşıdığı biliniyor.(Odatv)

İran'da Hicri Şemsî takvimine göre12 Behmen 1357'ye denk gelen 1 Şubat 1979, İslam Devrimi'nin önderi İmam Humeyni'nin (r.a) yıllar süren sürgünden sonra İran'a dönüş yaptığı gündür.


İmam Humeyni'nin dönüşü ve halk kıyamının yayılması ve Şah'ın İran'dan ayrılmasıyla birlikte halk gösterileri her geçen gün daha yoğun ve kararlı hale geldi ve bağımsızlık, özgürlük, İslam Cumhuriyeti sloganı halkın ana talebi olarak gündeme getirildi. 

İmam Humeyni (r.a) 4 Kasım 1964'ten 1 Şubat 1979'a kadar yani yaklaşık 14 yıl sürgündeydi. Ancak devrimci hareketin güç kazanması ve halkın geniş desteğiyle birlikte, 1979'da Fransa'dan İran'a geri döndü. 1964'te önce Türkiye'ye, bir süre sonra da Irak'a sürgüne gönderildi. Vatandan uzak yıllarının son aylarının Paris'e yakın Nofel Loşato adlı bir köyde geçirdi.

İmam Humeyni'nin dönüşü, milyonlarca kişi tarafından coşkuyla karşılandı. Tahran Havalimanı'nda, halkın büyük bir kalabalık oluşturduğu bu an, devrimin halk desteğiyle ne denli güçlü olduğunu gösteriyordu.

Şah'ın 16 Ocak 1978'de İran'dan ayrılmasından sonra İmam Humeyni (r.a) kısa bir mesajla dünya haber ajanslarına şunları duyurdu: "Şah'ın İran'dan çıkması, 50 yıllık Pehlevi rejiminin cinayet dolu egemendiğinin son bulmasının ilk aşaması olup, İran halkın kahramanca mücadelesi sonucu olmuştur. Bu zaferden dolayı milleti tebrik ediyorum. İlk fırsatta İran'a döneceğim".

 

Devrim uçağının 26 Ocak 1979 günü Fransa'dan İmam Humeyni'yi (r.a) İran'a getirmesi beklenirken, ülkenin havacılık örgütü kötü hava koşulları ve görüş mesafesinin olmaması nedeniyle tüm uçuşların iptal edildiğini duyurdu. Havalimanlarının kapatıldığı ve İmam Humeyni'nin ülkeye girişinin engellendiği haberlerinin ardından halk, gösteri ve yürüyüşlerle hükümetin bu tavrını protesto etti. Tahran'da Mehrabad Havalimanı'na bir grup protestocu yürüdü.

Çeşitli alanlarda halka ateş açmalar bir an için bile durmadı. Haber ajanslarının bildirdiğine göre, şehrin meydanlarından biri başkentte 3 in ölü ile bir savaş alanını andırıyordu. Ettelaat gazetesi, "Tahran'ın batısı ve güneybatısında alevler içinde kaldı" diye yazıyordu.

Havalimanlarının kapatılmasını protesto eden halkın oturma eylemleri ve kanlı gösterilerinin ardından Bahtiyar Hükümeti geri çekildi ve yenilgiyi kabul etti. Bakanla Kurulu, 30 Ocak günü İmam Humeyni'yi taşıyan uçağın Tahran'ın Mehrabad havaalanına sorunsuz bir şekilde ulaşabileceğini duyurdu. Bu haberin duyurulmasıyla birlikte İmam Humeyni'nin 1 Şubat Perşembe günü saat 09:00'da Tahran'da olacağı açıklandı.

1 Şubat 1979'da tarihin en görkemli karşılaması tezahür etti. Bu gün, İran'ın çağdaş tarihinin en kalıcı günlerinden biridir ve halkın coşkusu tarif edilemezdi. Birçok kişi İmam Humeyni'yi karşılama törenine katılmak için Tahran'a gelmişti ve 1 Şubat 1979 tarihinde, tarihin en görkemli karşılaması gerçekleşti ve İmam Tahran'a girdi.

 İmam Humeyni, ulusun mesajını duyduktan sonra Mehrabad Havalimanı'nda bir konuşma yaptı. Önce milletin genci yaşlısı, din adamı ve iş adamı, hakim ve avukatı, işçisi ve çiftçisine, zafer yolunda sebat eden tüm kesimlerine içtenlikle teşekkür etti.

İmam Humeyni (r.a), "Bu zaferin bugüne kadar söz birliğinden dolayı gerçekleştiği için ümmetin bütün sınıflarına teşekkür etmeliyiz. Sözün birliği Müslümanlar, hepsi, sözün birliğidir, dini azınlıkların Müslümanlarla, üniversite ve bilim okulu birliği, din adamlarının ve siyasi fraksiyonun birliği. Bu, zaferin sırrıdır" diye belirtti.

 

İmam Humeyni'nin kısa sürede İslam Devrimi'nin zaferine yol açan dönüşünün en önemli sonuçları arasında geçici bir hükümetin atanması ve Ordu'nun İmam Humeyni'ye biat etmesi dahil olmak üzere iki olay vardır:

4 Şubat'ta Bazergan'ın Başbakanlığı Devrim Konseyi tarafından onaylandı. 7 Şubat'ta ülke çapında en büyük yürüyüş gerçekleşti ve milyonlarca kişi İmam Humeyni'nin seçilmiş hükümetini destekledi.(Mehr)

İran Dışişleri Bakanı Abbas Arakçi, "Tahran, Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklediği gibi, bu ülke halkının desteklediği hükümeti de destekleyecektir." dedi.


Resmi temaslar için Katar'ın başkenti Doha'da bulunan İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, Katar'ın El Cezire televizyonuna verdiği demeçte bölgedeki gelişmeleri değerlendirdi.

Arakçi, Filistin'deki son gelişmelere ilişkin; "İran olarak Gazze Şeridi'ndeki Filistinlilere yardım etmeye hazırız." dedi.

Gazze'deki Filistin direnişini elde ettiği zaferden ve takas anlaşması sonucu Filistinli esirlerin geri dönmesinden dolayı tebrik eden Arakçi, 7 Ekim olayının Filistin davasını yeniden canlandırdığını ve Filistin meselesini bölge ve dünyanın ana gündemine getirdiğini söyledi.

Abbas Arakçi, Suriye konusunda ise "Tahran, Suriye'nin toprak bütünlüğünü desteklediği gibi bu ülke halkının desteklediği hükümeti de destekleyecektir." ifadesini kullandı.

İran Dışişleri Bakanı Arakçi, dün Doha temasları kapsamında Hamas Şura Meclisi Başkanı Muhammed Derviş İsmail ve Hamas Siyasi Büro üyeleri ile Katar’ın başkenti Doha’da bir görüşme gerçekleştirdi. 

Bakan Arakçi resmi temaslarda bulunmak üzere gittiği Doha'da Katar Başbakanı ve Dışişleri Bakanı Muhammed bin Abdurrahman Al Sani ile bir araya geldi.

Arakçi'nin Katarlı yetkililerle yapacağı görüşmede bölgedeki güncel gelişmeler ve ikili ilişkiler ele alınacak.(Ajanslar)

Cumartesi, 01 Şubat 2025 06:52

'Hayalet Komutan' Muhammed Ed-Dayf

 
 HAMAS'ın İsrail'in saldırısıyla şehit olduğunu duyurduğu Muhammed ed-Dayf kimdir? Neden 'Hayalet Komutan' olarak bilinir?


HAMAS'ın silahlı kanadı İzzeddin El-Kassam Tugaylarının Sözcüsü Ebu Ubeyde yaptığı açıklamayla Gazze'de olan komutan Muhammed ed-Dayf'in şehit olduğunu açıkladı.

Peki "Hayalet Komutan" olarak bilinen Muhammed ed-Dayf kimdir?

Yıllardır bilinen bir fotoğrafı olmayan Dayf, Gazze'nin içinde yaşayan ve İzzeddin El-Kassam Tugayları Genelkurmay Başkanı olan kişidir.

Mossad'ın elinde dahi yıllar önceki bir fotoğrafının olmasından dolayı kamuoyunda "Hayalet Komutan" olarak bilinir.

Han Yunus'taki kampta Filistinli bir mülteci ailenin çocuğu olarak 1965'te doğan Dayf, 1987'de henüz yeni kurulma aşamasında olan Filistinli direniş hareketi HAMAS’a katıldı.

İsrail'in 1989'da Gazze'ye düzenlediği yoğun saldırı sırasında gözaltına aldığı Dayf, 16 ay yargılama olmadan İsrail hapishanelerinde tutuldu.

Dayf, serbest kaldıktan sonra HAMAS'ın askeri kanadı İzzeddin Kassam Tugayları bünyesinde İsrail'e karşı çok sayıda silahlı eylem gerçekleştirdi.

Muhammed Dayf, Kassam Tugaylarının kurucuları ve önde gelen liderleri arasında yer alıyor.

MOSSAD'IN ELİNDE YENİ BİR DAYF FOTOĞRAFI YOKTU
Dayf’ın üç fotoğrafı var. Biri çok eski, ikincisi maskeli, üçüncüsü de gölgesinin fotoğrafı. Dünyanın en güçlü istihbaratına sahip olmakla övünen İsrail’in bile elinde Dayf’ın yeni bir fotoğrafı yok.

Ne İsrail istihbaratı (Mossad) ne de askeri istihbarat servisi (Şin Bet), “Yılan Adam” adını verdikleri kişinin kişiliğine dair net bir resme sahip değil.

27 yıl boyunca, onu öldürmeye yönelik pek çok girişim başarısızlıkla sonuçlandı ve doğrulanmamış bilgiler, onun 2003 yılında yaralandığını ve felçli kaldığını, ancak varlığının daha belirgin ve güçlü hale geldiğini gösteriyor.

Mossad, onun "hayatta kalma konusunda olağanüstü bir yeteneğe sahip, gizemlerle çevrili ve dikkat çekmemeye son derece istekli bir hedef" olarak tanımlıyor.

İsrail ordusu, Gazze içinde Dayf'ı hedef alma gerekçesiyle sivillerin hayatını kaybettiği 7 saldırı gerçekleştirdi ancak başarılı olamadı.

İsrail 90'lı yıllardan bu yana, Şeyh Ahmed Yasin (2004), Dr. Abdülaziz Al-Rantisi (2004), Yahya Ayyaş (1996) ve Salah Şahade (2002) dahil olmak üzere birçok HAMAS liderini şehit etti. Ancak Muhammad ed-Dayf kendisini hedef alan suikastlara rağmen hayatta kaldı.

Ocak 2011’de annesi vefat ettiğinde tüm HAMAS liderleri cenaze törenine katıldı. Kendisi geldi mi gelmedi mi bilinmiyor. O dönem kimileri geldiğini ama hiç kimsenin bilmediğini söyledi. Bazıları güvenlik nedeniyle hiç gelmediğini öne sürdü. Bir kısmı da yaşlı bir adam kılığına girerek annesine veda edip gittiğini iddia etti.

 

 

Hamas, şehit olan 16 yöneticinin ismini açıkladı!

Hamas, işgal rejimin Gazze Şeridi'ne yönelik 7 Ekim 2023'te başlattığı saldırılarda hayatını kaybeden 16 Siyasi Büro üyesi ve yöneticisinin isimlerini açıkladı.
Hamas'tan yapılan yazılı açıklamada, açıklanan listede öne çıkan isimlerden Hamas eski Siyasi Büro Başkanları İsmail Heniyye ve Yahya Sinvar'ın yanı sarı Başkan Yardımcısı Salih el-Aruri, Genel Güvenlik Servisi Başkanı Sami Avde ve İdari Büro üyesi Muhammed Ebu Asker de yer aldı.

Açıklamada, listede ayrıca "Ruhi Muşteha, Samih es-Serrac, Mervan İsa, Zekeriya Muammer, Cemile eş-Şanti ve Cevad Ebu Şemale" gibi Siyasi Büro üyelerinin de yer aldığı belirtildi.

Hamas'ın açıklamasında, şehitler arasında "hareketin Yüksek Yargı Konseyi Başkanı Teysir İbrahim ve Şura Konseyi Başkanı Usame el-Muzeyni'nin" de bulunduğu bildirildi.

İşgal saldırılarında yaşamını yitirenlerin arasında işgal altındaki Batı Şeria yöneticilerinden Halid en-Neccar ve Yasin Rebi ile Hamas'ın Lübnan lideri Fethullah Şerif'in de olduğu belirtildi.(Ajanslar)

Cumartesi, 01 Şubat 2025 06:45

Fırat’tan Şam’a Bir Yol Var mı?

İmralı kazanını yeniden kaynatanlar bugünlerde çok asabî. Suriye’nin bunda payı yok mudur? Vardır ama bu sürece ‘zırt’ dedirten nokta bence belirsizliktir. SDG lehine oluşan koşullar, Trump’ın Erdoğan’la el sıkışması halinde hızlıca değişebilir. Trump bütün taraflar için hala en büyük bahis.

Kuzeydoğu Suriye’nin geleceğine dair kurulan birden fazla masa var ve hepsi birbirine bakıyor. Bu bakışmanın getirdiği kilitlenme devam ediyor. Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) arasındaki temaslar belli-belirsiz sürüyor. Şam’da Halk Sarayı’nda oturan Ebu Muhammed el Colani görüşmeleri Türkiye ile işbirliği halinde yürüttüklerini söylüyor. Ankara ise bir yandan İmralı’da Abdullah Öcalan’la bir şeyler pişirmeye çalışırken diğer yandan ABD Başkanı Donald Trump’ın sepetinden ne çıkacak diye bekliyor. Aynı beklenti Kürtler dahil bütün taraflar için geçerli.

Ankara’nın SDG’yi tasfiyeye yönelik azami baskı üretme mekanizmalarında bazı contalar yanmış durumda. Suriye Milli Ordusu’nu (SMO) Tişrin Barajı ve Karakozak Köprüsü’nden Fırat’ın doğusuna geçirme hamleleri sert bir direnişle karşılaştı. Doğrudan Türkiye’nin kara harekâtı seçeneği de Amerikan vetosunu aşamıyor. Yani saha kartı şu koşullarda çalışmıyor.

SDG’yi HTŞ’ye havale etme planı da yeni sınırlarla karşılaşıyor. Colani’nin ‘makul adam’ olma zorunluluğu ve Türkiye dışında pek çok ülkenin devreye girmesi yeni bir denklem doğuruyor. Bu da SDG’yi Şam eliyle halletme seçeneğini zayıflatıyor.

Trump’ın sağı solu belli olmamakla birlikte köşe başlarına oturttuğu adamlar, SDG’yi ortada bırakarak Suriye’den çekilme fikrine karşı.

Fransız ve Amerikalıların Colani’nin karşısına ortak Kürt heyeti çıkarma çabaları da potansiyel olarak bir karşı ağırlık oluşturuyor. Bazı Batılı ülkeler SDG ile HTŞ arasında gizliden gizliye arabuluculuk da yapıyor.

Bütün bunlar Mazlum Abdi’nin Şam’daki pazarlık masasında elini güçlendiren faktörler. İmralı kazanını yeniden kaynatanlar da bugünlerde çok asabî. Suriye’nin bunda payı yok mudur? Vardır ama bu sürece ‘zırt’ dedirten nokta bence belirsizliktir.

***

Bu tür bir ortamda SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin HTŞ lideri Colani ile anlaştıklarını duyurması biraz heyecan yarattı. Abdi, ANHA’ya röportajında “Görüş birliğine vardık” dediği noktaları şöyle sıraladı: Müstakbel Suriye ordusu içinde SDG’nin durumu, toprak bütünlüğü, parçalanmanın reddi, diyaloğun canlandırılması ve siyasi çözüm. “Anlaştık” sözü belirsizliği gideren bir şey mi? Kanaatimce değil.

Abdi’nin sözlerinden hareketle SDG-HTŞ diyaloğunun tutunduğu noktalar şöyle:

- HTŞ ile SDG arasında şimdiye kadar çatışma çıkmadı.

- Rakka, Deyr el Zor ve Halep konusunda askeri koordinasyon var.

- İki taraf da SDG ve HTŞ’yi çatışmaya sürüklemek isteyenlerin farkında.

Abdi, Suriye içinden ve dışından çatışma çıkarmaya çalışanlar olduğunu belirterek “Planlar boşa çıkacak” diyor.

Bunlar tutunma noktaları. Peki kopma noktaları? Henüz hiçbir şeyin karara bağlanmadığını anlıyoruz.

Abdi, "Temel noktalarda farklılık bulunmamaktadır. Suriye’de tek bir ordunun olması ve SDG’nin de bu ordunun parçası olması konusunda anlaştık. Fakat mekanizmasının ne olacağı, nasıl yürütüleceği gibi konularda görüşmeler devam ediyor… Üzerinde biraz anlaşamadığımız konu, bunların ne zaman olacağı konusu…" diyor.

***

 

Zamanlama vurgusu basit bir mesele değil. Colani, Savunma Bakanı’nı atadıktan sonra bütün örgütlerin kendilerini feshedip yeni orduya katılmalarını istedi. Saraydaki toplantıya katılanlar “Tamam” dedi. Bunun istisnaları var. SDG zaten davetli değildi. Süveyde’deki Dürziler de anayasa yazılıp devlet teşkil edinceye kadar silah bırakmayacaklarını duyurdu. HTŞ ile birlikte hareket edip Şam’a ilk giren Dera merkezli bir iki grup da ‘pazarlık’ istiyor.
Anladığımız kadarıyla SDG de orduya entegrasyon için bir formül bulunsa bile tablo netleşmeden o kritik eşiği geçmek istemiyor.
 

Çünkü yanıt bekleyen bazı sorular var:

- Fırat’ın doğusundaki fiili özerk bölge siyasi sürece nasıl dahil edilecek?

- HTŞ’nin vadettiği ulusal konferansa katılım hangi çerçevede olacak? Mesela bireysel olarak mı örgütsel olarak mı? Kürt heyeti olarak mı Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi ya da SDG olarak mı?

- Özerk yönetim ve SDG 1 Mart’ta kurulması hedeflenen geçiş hükümetinde nasıl temsil edilecek?

- Yeni Suriye anayasası hangi temeller üzerinde yazılacak? Şeriata dayalı bir sistem mi yoksa demokratik-laik bir sistem mi?

- Ulusal meclisi belirleyecek seçimler hangi temelde nasıl ve ne zaman yapılacak?

İşte orduya katılım için zamanlama bu soruların yanıtına bağlı olarak önem kazanıyor.

Abdi’nin verdiği bilgilere göre birkaç gün önce HTŞ ile toplantı yapıldı. Karşılıklı talepler sunuldu. Şimdi yanıtlar bekleniyor.

***

SDG’nin blok olarak Suriye ordusuna katılmasına HTŞ’nin yanıtı olumsuzdu. Mekanizma konusundaki uzlaşmazlık sanırım bununla ilgili. HTŞ’nin Savunma Bakanı Murhaf Ebu Kasra birkaç kez ordu içinde farklı statü ya da komuta düzeni olamayacağını belirtti.

Abdi, HTŞ’deki çelişkili açıklamaların baskılardan kaynaklandığını savunarak “Bizim için en önemlisi Sayın Ahmet el Şara’nın (Colani) açıklamalarıdır” diyor. Colani’nin merkeze alınması HTŞ içindeki bozucu faktörleri bertaraf etmeye ya da Ankara’nın etkisini sınırlamaya dönük taktiksel bir yaklaşım da olabilir. Colani’nin Amerikalıların da etki alanında olması SDG’ye kime odaklanacağını gösteriyor.

Nihai statü pazarlığında kritik dönemece girinceye kadar diyalog zeminini güçlendirmek için pratik bazı adımlar da gündemde. Mesela Rakka’nın güneyinde 8 Aralık sonrası SDG’nin eline geçen iki petrol bölgesi HTŞ yönetimine bırakıldı. Bu devir teslim sürecinde Amerikalılar da işin içindeydi. Sonra özerk yönetim, Hol Kampı’nda tutulanların evlerine dönmesi konusunda HTŞ’ye işbirliği önerdi. Irak sınırında Yarubiye (Til Koçer) ve Türkiye sınırında Kamışlı kapılarının açılması için de HTŞ’ye “Sorumluluk senindir” denildi. Daha önce ortamı yumuşatmak için yeni Suriye bayrağı özerk bölgelerde göndere çekilmiş, sınır kapılarının Şam’a devredilmesi önerilmiş ve Kandil bağlantılı yabancı savaşçıların Suriye’den gönderileceği söylenmişti.

HTŞ de bir çözüm taslağıyla yanıt verdi. El Cezire Arapça kanalına göre teklif, Kürtlerin kültürel haklarının tanınmasını, bu konuda anayasal güvence verilmesini, (bireysel olarak) Kürtlerin güvenlik kurumlarına alınmasını ve yerel meclislere geniş yetkiler verilmesini içeriyor.

Middle East Eye da Ankara’daki kaynaklara dayanarak bu teklifin Türkiye’nin istekleriyle uyumlu olduğunu yazdı. Konuya hakim bir Türk kaynağın “Ankara esasen Demokratik Birlik Partisi'nin (PYD) demokratik seçimlere katılan ve Şam'da temsil hakkı kazanan ulusal bir partiye dönüşmesini istiyor" dediği aktarıldı.

Fakat bunlar orta yola işaret etse de SDG’nin taleplerini karşılamıyor. SDG’nin Suriye ordusuna blok halinde entegre edilmesi, mevcut konuşlanma alanlarında kalması ve sınırları kontrol etmesi kritik koşullar arasında yer alıyor ki bunlar, güç yapılanmasında bir muhtariyet anlamına geliyor. Bir diğer kritik koşul petrol sahalarının devrine karşılık gelirden sabit pay verilmesi.

Şam’da Colani ve Kusra ile görüştükten sonra bir yazı kaleme alan El Mecelle Yayın Yönetmeni İbrahim Hamidi’nin aktardığı bilgilere göre ise HTŞ yönetimi şunları talep ediyor:

- SDG’nin feshedilip 70 bin savaşçısının yeni orduya katılması.

- Suriyeli olmayan PKK yöneticilerinin sınır dışı edilmesi ve Türk vatandaşı olanların Ankara'ya teslim edilmesi.

- Ademi merkeziyetçiliğe hayır denilmese de özerk yönetimin feshi.

- Stratejik zenginliklerin Şam'ın kontrolüne bırakılması.

- Türkiye ve Irak sınırlarının yanı sıra cezaevi ve kampların kontrolünün devri.

Abdi’nin “anlaştık” demesine karşın henüz buluşma noktaları oluşmuş gözükmüyor.

***

 

Girişte sözünü ettiğim SDG lehine oluşan koşullar, Trump’ın Erdoğan’la el sıkışması halinde hızlıca değişebilir. Trump bütün taraflar için hala en büyük bahis. İsrail devlet televizyonu KAN 11’e göre Beyaz Saray yetkilileri, İsrailli mevkidaşlarına Trump’ın Suriye’den Amerikan askerini çekme planını iletti. Plan, Tel Aviv’de endişe yarattı. Malum İsrail 8 Aralık sonrası engelsiz bir şekilde Suriye topraklarındaki işgali genişletti. Suriye’de Amerikan varlığı onlara da güç veriyor. Ayrıca SDG’yi gelecekte Suriye’de potansiyel müttefik olarak görme eğilimindeler. Dışişleri Bakanı Yisrael Katz açıkça müttefikler nezdindeki temaslarda SDG’ye desteğin sürmesi konusunu gündeme getirdiklerini söylemişti. KAN 11’in haberi, Başbakan Benyamin Netanyahu’nun 4 Şubat’taki Washington ziyareti öncesi muhatapları dürtme amacı taşıyor olabilir. Trump henüz yol haritası anlamına gelen bir şey söylemedi. Asker çeksin ya da çekmesin önemli olan şu: Trump Kürtlerin özerklik talepleriyle ilgilenecek mi ilgilenmeyecek mi? Bunun için Şam ve Ankara üzerinde kredisini kullanacak mı kullanmayacak mı? Şimdiye kadarki mesajları “Aman bana ne” havasındaydı. Fakat ABD’nin tutumu Türkiye’nin adımlarını şekillendirdiği için bigane kalması mümkün değil.
Biden yönetiminin yürüttüğü temaslar Ankara, Kamışlı ve Şam üçgeninde bir orta yolun bulunması çabasına işaret ediyordu. Bu temasların sonucu Trump’ın önüne de gidecektir. Netanyahu ile Beyaz Saray’daki görüşmede Suriye’nin gündeme gelmemesi mümkün değil. Bu temas trafiğinde yer alanların Reuters’a verdiği bilgiye göre, taraflar kamuoyuna yaptıkları açıklamalardan daha fazla esneklik gösteriyor.
 

Ortada net bir şey olmamakla birlikte şunu söylemek yanlış olmayabilir: Özerklik ya da federasyon çağrışımı yapmayan ademi merkeziyetçilik, tarafları köşeli duruşlarından çıkaran sihirli iki kelime olabilir. Abdi’nin Colani ile anlaştık dediği hususların zemininde de adı konulmamış kısmi muhtariyet unsurları yer alabilir. Ama kesin yanıtlar şu aşamada hiç kimsede yok.

GAZETEDUVAR

Fehim Taştekin