کارگر

کارگر

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:27

Hz. Zeyneb'in Vefatı

 Hz. Zeynep (Arapça: حضرت زینب; Zaynab bint Ali), Hz. Muhammed'in (s.a.a) ilk kız torunudur. İmam Ali ve Hz. Fatıma’nın kızıdır. Hicret'in beşinci veya altıncı yılında Medine’de dünyaya gelmiştir. İsmini, Hz. Muhammed koymuş ve kucağına alıp öptükten sonra şöyle buyurmuştur: “Bütün ümmetime tavsiye ediyorum ki bu kızı koruyup saygı göstersinler, hakikaten bu kız Hatice Kübra (s.a) gibidir.”

Hz. Zeynep (s.a) küçüklüğünden itibaren Hz. İmam Hüseyin’e şiddetli ilgi duymaktaydı. Bu şaşırtıcı aşırı sevgiyi gören Hz. Zehra (s.a) bir gün konuyu babası Hz. Resulullah’a (s.a.a) açar ve Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “Ey gözlerimin nuru! Bu kız, Hüseyin ile birlikte Kerbela’ya gidecek ve abisinin dert ve musibetlerine ortak olacaktır.“

Hz. Zeynep (s.a) sabır ve istikamet abidesidir. Kendisi İmam Hüseyin (a.s) ile birlikte Kerbela’da yer almıştır. Kerbela savaşı sonrasında Muharrem’in onunda (Aşura günü) bir grup Ehlibeyt ile birlikte esir düşerek Kufe’ye oradan da Şam’a götürülmüştür. Esareti boyunca öteki esirleri koruyup kollamasının yanı sıra insanları irşat edici aydınlatıcı hutbeler de okumuştur.

Hz. Zeynep (s.a), babası Hz. Ali ve annesi Hz. Fatıma’dan hadisler nakletmiştir. Buna ek olarak, babası Hz. Ali’nin (a.s) hilafeti döneminde Kufe kadınlarına çeşitli konularda özellikle Kur’an tefsiri dersleri vermiş olması, O’nun bilgisini ortaya koymaktadır..

Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) geceleri ibadetle geçirirdi. Yaşamı boyunca hiçbir zaman teheccüd (gece namazını) terk etmemiştir.
Örnek gösterilen bir kişiliğe sahip olan Hz. Zeyneb-i Kübra (s.a) şecaat, fesahat ve belagati ile Kerbela kıyamının kalıcı olmasına neden olmuştur. Tarihi kayıtlara göre hicretin altmış üçünde Şam’da hayatını kaybetmiş ve orada defnedilmiştir.

Hz. Zeyneb (s.a) Seyeddüşuheda hz. İmam Hüseyin’in –as- yanında islamı savunma adına büyük Kerbela faciasına sebep olan sapkın ve gerici akımlar ile her zaman mücadelede etti.
İmam Hüseyin’in –as- şehadeti ardından ehlibetin diğer fertleri ile birlikte esir alınan Hz. Zeyneb (s.a) mantıklı ve coşkulu hutbeleri ile Ümeyye Oğullarının kof ve alçak mahiyetini ifşa etti.

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:21

İmam Ali (a.s)’ın Hayatından Dersler

 İmam Ali (a.s)’ın Hayatından Dersler:Hz. Ali (a.s)’ın Adâleti

 

Hz. Ali (a.s) Beyt-ül Malı halk arasında eşit olarak böler, kimseye bir ayrıcalık tanımazdı. Hz. Ali’nin bu âdilâne duruşu, çıkar çevrelerini rahatsız etmiş ve onların Muaviye’nin yanında yer almasına yol açmıştı.


Bu durumdan endişe duyan Ali dostlarından bazıları, Hazret’in huzuruna varıp: “Siyaseti güçlü kimseleri tercih edip iş başına getirmeniz, işlerin ilerlemesi için daha uygun olur” önerisinde bulundular. Onların bu anlamsız önerisine sinirlenen Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdular:


“Yönetimim altındaki insanlara zulmederek, kendime dostlar edinmemi mi bana öneriyorsunuz? Allah’a ant olsun ki, yer ve gök var olduğu müddetçe ben böyle bir şey yapmam. Eğer mal kendimin bile olsaydı, onu insanlar arasında eşit olarak bölerdim; oysa ki mal Allah’ın malıdır; ve benim bu konuda adâlet dışına çıkmam asla düşünülemez!”


Sonra da şunları eklediler:


“Evet, işi yerinde ve layıkıyla yapmayan bir kimse, kısa bir süre zarfında gönlü bozuk kimselerin sevgisini kazanıp, övgüsüne mazhar olabilir. Fakat kötü bir durumla karşılaşıp, onların yardımına muhtaç olunca, dünya malı ve makamı için kendisini seven kimseler, onu en fazla kınayan kötü dostlardan olurlar.”[1]


Yabis Vadisi Olayı


Ebu Besir diyor ki, Hz. İmam Cafer Sadık (a.s)’a; “Adiyat suresinde geçen Yabis (kumsal çöl) Vadisi olayı ve hicri 8. yılda İslâm ordusunun o vadide gerçekleştirdiği kahramanlık nedir?” diye sorduğumda, İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdular:


“Yabis halkı, on iki bin süvariden oluşan askeri bir güç idi; Hz. Muhammed (s.a.a) ve Hz. Ali (a.s)’a karşı, ölene dek savaşacaklarına dair ahdedip anlaştılar.


Cebrail onların bu antlaşmasını Resulullah’a haber verince, O Hazret ilk önce Ebu Bekr’i, daha sonra da Ömer’i bir orduyla onların üzerine gönderdi. Fakat onlar bir netice elde edemeden geri döndüler.


Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.a) bu kez Hz. Ali’yi, Muhacir ve Ensar’dan oluşan dört bin kişiyle,Yabis Vadisine gönderdi. Hz. Ali (a.s), ordusuyla birlikte Yabis Vadisi’ne doğru hareket etti. İslâm ordusunun Hz. Ali’nin komutasında hareket ettiği, düşmana bildirildi. İki ordu karşılaşınca düşman kuvvetlerinden iki yüz kişilik bir grup, ayrılıp savaş alanına geldi. Hz. Ali (a.s) da bir grup ashabıyla birlikte onlara doğru yürüdü. Karşı karşıya geldiklerinde onlar: “Siz kimsiniz, nereden geliyor ve ne yapmak istiyorsunuz ?” diye sordular.


Hz. Ali (a.s) onlara cevaben:


“Ben Resulullah’ın amcasının oğlu, kardeşi ve elçisi Ebu Talip oğlu Ali’yim. Sizi, Allah’ın birliğine ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine iman etmeye davet ediyorum, eğer iman ederseniz, yarar ve zararda Müslümanlarla ortak olursunuz.” buyurdu.


Onlar, Hz. Ali’nin bu sözüne karşılık:


“Sözlerini duyduk, savaşa hazır ol ve bil ki, seni ve ashabını öldüreceğiz! Bizim vaadimiz yarın sabahtır.” dediler.


Hz. Ali (a.s) da onlara cevaben şöyle buyurdu:


“Yazıklar olsun size, beni ordunuzun çok olmasıyla mı tehdit ediyorsunuz? Bilin ki, biz Allah’tan, meleklerden ve Müslümanlardan sizin aleyhinize yardım alacağız. Yüce Allah’ın gücünden başka bir güç ve kudret yoktur.”


Düşman geri dönüp mevzisini pekiştirdi. Hz. Ali (a.s) da dönüp savaşa hazırlanmaya koyuldu. Hz. Ali (a.s) Müslümanlara, gece vakti bineklerinin teçhizatlarını hazırlamalarını, kuşanmalarını ve sabah erken düşmana saldırmak için hazır bir vaziyette beklemelerini emretti.


Şafak söktüğünde Ali (a.s) ordusuyla birlikte namaz sonrası düşmana saldırıya geçti. Düşman öyle gafil avlandı ki, nereden saldırıya uğradıklarını bile anlayamadılar. İslâm ordusunun takviye birlikleri savaş alanına ulaşmadan, düşmanın bir çoğu öldürülüp esir alındı ve malları ise Müslümanların eline geçti.


Cebrail-i Emin, Hz. Ali ve İslâm ordusunun muzaffer olduğunu Hz. Peygambere haber verdi. Resulullah (s.a.a) minbere çıkıp Allah’a hamd ettikten sonra, Müslümanların düşmana galip geldiğini ve İslâm ordusundan sadece iki kişinin şahâdete eriştiğini halka duyurdu.


Daha sonra Peygamber (s.a.a) ve ashabı Medine’den çıkıp Hz. Ali’yi karşılamaya koştular. Medine’ye bir fersah uzaklıkta Hz. Ali’nin ordusuyla karşılaşıp onlara ‘hoş geldiniz’ dediler. Hz. Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)’i görünce bineğinden aşağı indi; Peygamber (s.a.a) de bineğinden aşağı inip Hz. Ali’nin alnından öptü. İslâm ordusunu karşılamaya gelen Müslümanlar da Hz. Peygamber gibi, Hz. Ali’yi kutlayıp bu fethi tebrik ettiler; düşmandan elde edilen bolca ganimeti ve esirleri görerek daha çok sevindiler.


Bu esnada Cebrail-i Emin gök yüzünden inerek, bu zaferden dolayı “Âdiyât” suresini Resulullah’a indirdi:


“Soluk soluğa koşan atlara and olsun, (tırnaklarıyla) ateş çakıp saçanlara, sabah vakti baskın yapanlara, derken orada tozu dumana katanlara, (düşman) topluluğunun orta yerine kadar dalanlara…”


Peygamber (s.a.a)’in gözlerinden sevinç gözyaşları boşanırken, o meşhur sözü Hz. Ali’ye buyurdular:


“Eğer ümmetimden bir grubun, Hıristiyanların Hz. İsa hakkında dedikleri sözü senin hakkında söylemesinden korkmasaydım, senin hakkında öyle bir söz söylerdim ki, her nereden geçseydin ayağının altındaki toprağı götürür onunla teberrük ederlerdi!” [2]


Resulullah’tan Duymamış İsem Dilsiz Olayım!


Ebu Müslim şöyle diyor:


Bir gün ben, Hasan-ı Basri ve Enes bin Malik, birlikte Ümmü Seleme’nin (Peygamberin zevcesi) evine gittik. Enes evin kapısı önünde oturdu; ve içeri girmedi. Ama benle Hasan-ı Basri içeriye geçtik. Hasan-ı Basri Ümmü Seleme’ye selâm verdi; o da  selâmın cevabını verdi.


Daha sonra Ümmü Seleme: “Evladım sen kimsin?” diye sorunca;


“Ben Hasan-ı Basri’yim” dedi.


Ümmü Seleme: “Ne istiyorsun?”


Hasan-ı Basri: “Senden, Resulullah (s.a.a)’in Ali bin Ebu Talib hakkındaki hadisini öğrenmeye geldim” dedi.


Ümmü Seleme: “Allah’a and olsun ki, şu iki kulağımla Peygamber’den duyduğum bir hadisi sana söyleyeceğim; eğer yalan söylemiş olursam sağır olayım! Bu iki gözümle gördüm; görmemiş isem kör olayım! Kalbime yerleştirmişim, eğer buna tanıklık etmese, Allah kalbimi mühürlesin! Eğer Resulullah (s.a.a)’den duymamış isem dilsiz olayım. Resulullah (s.a.a) Ali bin Ebu Talib’e şöyle buyurdular:


“Ya Ali! Kim kıyamet günü Allah’ın huzurunda hazır olduğu gün senin velayetini inkar ederse, müşrik ve puta tapanların safında yer almış olacaktır.”


Hasan-ı Basri bu hadisi duyunca şöyle dedi:


“Allâh-u Ekber, tanıklık ediyorum ki, gerçekten Ali bin Ebu Talib benim ve bütün müminlerin mevlasıdır.”


Ümmü Seleme’nin evinden dışarı çıktığımızda, Enes bin Malik, Hasan-ı Basri’ye: “Neden tekbir getirdin?” diye sordu. O da sebebini ona açıkladı. Bunun üzerine Peygamber’in hizmetçisi Enes bin Malik şöyle dedi: “Bu Hadisi, Resulullah (s.a.a) üç dört defa buyurmuştur.”[3]


Hz. Ali (a.s) ve Betyt-ül Mal


Zazan şöyle naklediyor:


Hz. Ali (a.s)’ın hilafeti döneminde Beyt-ül Mal’a ait bir çok mal Kufe’ye geliyordu. Hz. Ali (a.s)’ın hizmetçisi Kanber, Beyt-ül Mal’dan bir kaç altın ve gümüş kap İmam (a.s)’ın huzuruna getirip şöyle dedi:


“Bütün ganimetleri taksim ettin, ama kendin için hiçbir şey götürmedin! Bundan dolayı ben bu kapları senin için ayırdım.”


İmam Ali (a.s) bu sözü ondan duyunca kılıcını çekip şöyle buyurdu: “Vay hâline! Evime ateş getirmek mi istiyorsun!”


Daha sonra İmam (a.s) o kapları parça-parça edip, şehrin yöneticilerini çağırarak, halkın arasında eşit bir şekilde bölmeleri için kendilerine verdi.[4]


Hz. Ali ve Öksüzler


Bir gün Hz. Ali (a.s), omzunda su kırbasıyla giden bir kadını gördü. Ona acıdığından, su kırbasını alıp kadının evine kadar götürdü. Sonra durumunun nasıl olduğunu sordu. Kadın şöyle dedi: “Ali bin Ebi Talib, eşimi memuriyete gönderdi; o da o memuriyette öldürüldü; şimdi bir kaç yetim çocukla kala kaldım; onları geçindirmeye de gücüm yok. İhtiyaçtan dolayı halka hizmetçilik etmek mecburiyetindeyim.”


Hz. Ali (a.s) bu sözleri dinledikten sonra evine döndü ve o geceyi sabaha kadar huzursuz bir şekilde geçirdi. Sabahleyin, içi yiyecekle dolu bir sepetle, kadının evine doğru hareket etti. Bu esnada bazıları, Hz. Ali (a.s)’a: ‘Sepeti verin biz götürelim’ diyorlardı. Ama Hz. Ali (a.s) onlara cevaben; “Kıyamet günü benim amellerimi kim omuzlanacak?” diye buyuruyordu.


Nihayet o kadının evine varıp, kapıyı çaldı.


Kadın:  Kim o ?


Hz. Ali:  “Dün sana yardım edip su kırbasını evinize getiren kimseyim, çocuklarına yiyecek getirdim, kapıyı aç!”


Kadın kapıyı açıp şöyle dedi:


Allah senden razı olsun, benimle Ali bin Ebu Talib arasında Allah hükmetsin.


Hz. Ali (a.s) içeri girip kadına şöyle dedi:


“Ekmek mi yapıyorsun yoksa çocuklara mı bakıyorsun?”


Kadın: Ben ekmeği daha güzel yaparım, sen çocuklara bak!


Kadın hamur yaptı; Hz. Ali (a.s) da yanında getirdiği eti kebap yapıp, hurmayla çocuklara yediriyordu. Adeta baba sevgisi ve şefkatiyle lokmaları çocukların ağzına bırakırken her defasında; “Evlatlarım! Eğer Ali sizin hakkınızda kusur etmişse onu helâl edin” buyuruyordu.


Hamur hazır olunca Hz. Ali (a.s) tandırı yakıp yüzünü ateşe yaklaştırarak şöyle diyordu: “Ey Ali! Ateşin tadını (yakıcılığını) tat! İşte bu, öksüz çocuk ve dul kadınların durumundan habersiz olan kimsenin cezasıdır.”


Komşunun hanımı tesadüfen Hz. Ali’yi görüp tanıdı; işte bundan dolayı aceleyle ev sahibi kadının yanına gidip şöyle dedi: “Yazıklar olsun sana! Bu şahıs, Müslümanların önderi ve bu ülkenin yöneticisi Ali bin Ebu Talip’tir.”


Kadıncağız dediği sözlerden utanç duyarak, aceleyle Hz. Ali’nin yanına gelip; “Ey Emir-el Mu’minin! Sana karşı mahcubum, beni affet” dedi.


Hz. Ali (a.s) da cevaben; “Senin ve çocuklarının hakkında kusur ettiğimden dolayı, ben sana karşı mahcubum!”  buyurdular.[5]


Ömer Hz. Ali’den Bahsediyor


Ebu Vail şöyle diyor:


Bir gün Ömer bin Hattab bana; “Yakına gel de Ali’nin şecaat ve yiğitliğini sana anlatayım” dedi. Yanına yaklaşınca şöyle dedi:


“Uhud savaşında kaçmamak için Peygamberle ahitleşmiştik; kaçan doğru yoldan sapmış, ölen ise şehit ve Peygamber de şehit olanın ailesinin sorumlusu ve himayecisi olacaktı. Savaş zamanı aniden, her biri yüz savaşçıya bedel olan yüz şecaatli komutan, grup-grup bize saldırdılar; öyle ki artık biz savaş gücünü kaybettik, perişan bir vaziyette savaş alanından kaçtık. Bu sırada Ali’yi gördüm, güçlü bir aslan gibi yerden biraz kum götürüp yüzümüze serpti ve şöyle dedi:


“Yüzünüz çirkin ve kara olsun! Nereye kaçıyorsunuz?”


Bu sözlere rağmen savaş meydanına dönmedik; bu defa bize saldırdı; elindeki kılıçtan kan damlıyordu; şöyle feryat etti: “Siz biat edip biatinizi bozdunuz. Allah’a and olsun ki, sizler öldürülmeye kafirlerden daha layıksınız.”


Ali’nin gözlerine baktım; sanki iki zeytin meşalesi gibi ateş saçıyordu; veya kanla dolu iki kâse gibiydi. Bize saldırdığı takdirde hepimizi öldüreceğine yakin ettim. Bundan dolayı ben herkesten daha önce ona doğru koşup şöyle dedim: “Ey Eb-el Hasan! Allah aşkına! Allah aşkına! Araplar savaşta bazen kaçıyor, bazen de saldırıyorlar ve yeni saldırı kaçmanın hasarını telafi ediyor.”


Bu sözüm üzerine güya kendisini kontrol etti, yüzünü bizden çevirdi. O zamandan beri, Ali’nin kalbime işleyen o günkü heybetinin korkusunu asla unutamadım!”[6]


Hz. Ali’nin Hz. Fatıma’yı İstemesi


Zehhak bin Mezahim, Hz. Ali’den şöyle naklediyor:


Ashaptan bazıları benim yanıma gelerek şöyle dediler:


Peygamber (s.a.a)’in huzuruna varıp Fatıma hakkında konuşur musun?…


Ben Peygamber (s.a.a)’in huzuruna gittim; beni gördüklerinde gülümseyip şöyle buyurdular: “Buyur ya Ebe’l Hasan! Ne istiyorsun?”


Ben akrabalığımızdan, ilk Müslüman olmamdan ve yanında yer aldığım savaşlardan söz ettim.


Resulullah (s.a.a) buyurdular ki: “Doğru söyledin; söylediğinden bile daha üstünsün.”


Bunun üzerine: “Ya Resulullah! Fatıma’nın bana eş olmasını kabul ediyor musunuz?” diye arz etim.


Resulullah (s.a.a) buyurdular ki:


“Ya Ali! Senden önce de Fatıma’yı istemeğe geldiler; mevzuu Fatıma’ya söylediğimde razı olmadığı yüzünden okunuyordu. Şimdi sen burada bekle, ben tekrar döneceğim.”


Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın yanına gitti. Fatıma (babasını görünce) hemen yerinden kalkıp Hazret’in abasını omzundan aldı; ayakkabısını çıkardı; ayaklarını yıkamak için su getirdi; ve ayaklarını yıkadıktan sonra geçip kendi yerinde oturdu.


Sonra Resulullah (s.a.a) ona şöyle buyurdu:


“Ali bin Ebu Talib öyle bir kimsedir ki, sen onun akrabalık, fazilet ve İslâmiyetinden iyice haberdarsın; ben de Allah’tan istemiştim ki, seni böyle biriyle evlendireyim; şimdi o seni istemek için gelmiştir.”


Bu esnada Fatıma susmuş ve yüzünü geri çevirmemişti. Resulullah (s.a.a) Fatıma’nın yüzünde herhangi bir isteksizlik eseri olmadığını görünce yerinden kalkıp: “Allah-u Ekber! Fatıma’nın susması, onun razı olduğunun nişanesidir.” buyurdular.


Sonra Cebrail Resulullah’a nazil olup şöyle dedi: “Ey Muhammed! Fatıma’yı Ali’yle nikahla! Allah Teala, Fatıma’yı Ali için, Ali’yi de Fatıma için beğenmiştir.”


İşte böylece Peygamber (s.a.a) Fatıma’yı benimle evlendirdi. Sonra Resulullah (s.a.a) benim yanıma gelip elimi tutarak şöyle buyurdular: “Allah’ın adıyla kalk ve şöyle de: “Ala bereketin ve maşaallah’u, la havle illa billahi tevekkeltu aleyhi”


(Bereket üzere, Allah’ın isteği üzerine, güçler ancak Allah iledir, Allah’a tevekkül ettim.) Sonra beni Fatıma’nın yanına götürüp şöyle dediler: “Allah’ım! Bu ikisi, yarattıklarının benim yanımda en sevgili olanlarıdır; onları sev; evlatlarını çok bereketli kıl; kendi tarafından onlara bir muhafız kıl; ben onların her ikisini ve evlatlarını kovulmuş şeytanın şerrinden sana emanet ediyorum.” [7]


----------------------------------
 
[1]– Bihar’ul – Envar, c. 41, s. 111.
[2]– Bihar’ul-Envar, c.21, s.72.
[3]– Bihar’ul – Envar,c. 42,s. 143.
[4]– Bihar’ul-Envar, c.41,s.113.
[5]– Bihar’ul-Envar, c.41,s.52.
[6]– Bihar’ul-Envar, c. 20, s. 53.
[7]- Bihar’ul Envar, c. 43, s. 91.

Perşembe, 16 Ocak 2025 08:12

Hz. Ali'nin (a.s) Viladeti

 Kimlik bilgisi 

Adı : Ali

Künyesi: Ebul Hasan ve Ebu Turab

Lakabı: Emir ul Muminin

Baba adı : Ebu Talib

Anne adı:Fatıma Bint Esed

Doğum yeri:Mekke (Kabe)

Doğum tarihi: Amul filden 30 yıl sonra yani bisetten 10 yıl önce

Peygambere (saa) olan yakınlığı: Amcasının oğlu, Damadı, Kardeşi,Vasisi, Halifesi

Şehadet yılı : Hicretin 40.yılı Ramazan ayının 19.günüŞehadet yeri :Kufe (cami mihrabında)

Şehadet sebebi :İbn Mülcemin secde esnasında zehirli kılıçla darbesi

Çocukluk dönemi

Hz Ali altı yaşına kadar Hz Peygamberin büyüdüğü evde yani babası Hz.Ebutalib"in himayesi altında büyüdü. Ama Mekke"de kuraklık çıkması nedeni ile Hz Ebutalib çocuklarının çokluğu nedeni ile onları büyütmeleri için yakın akrabalarına vermek zorunda kaldı ve Hz. Peygamber çocuklar arasında Hz Ali"yi seçti bu da O Hazretin Ali(as)"a olan sevgisini ve Hz Ali"nin Peygambere olan yakınlığını gösterir.

Hz Ali çocukluk dönemini şöyle nakleder: Çocuktum henüz, o beni bağrına basar, yatağına alırdı;. beni koklardı; lokmayı çiğner, ağzıma verir yedirirdi. Ben de her an, devenin yavrusu",nasıl anasının ardından giderse, onun ardından giderdim; O her gün bana huylarından birini öğretir ve ona uymamı buyururdu. Her yıl Hıra dağına çekilir, kulluğa koyulurdu. Onu ben görürdüm, başkası görmezdi. Ortalama 4 yıl sonra Allah Resulü"ne ilk ayet nazil oldu ve Hz Ali Ona ilk tabi olan kimse idi.O zamanın en zor şartlarında Peygamber"in yanında ve Onun emrinde idi.

Yine İnzar ayeti ismiyle meşhur olan- En yakın aşiretini uyar(1) ayet-i kerimesi nazil olarak Peygamber-i Ekrem yakın akrabalarını uyarmakla görevlendirildiğinde, Hz. Resul akrablarını toplayarak onlara: Sizlerden kim, benim bu görevimde bana yardım etmeye hazırdır ki, benim kardeşim, vasim ve aranızda halifem olsun? buyurduğunda, onların arasından yalnızca Hz. Ali (a.s) ayağa kalkarak imanını ibraz etmiş, buna müteakip Peygamber-i Ekrem de mübarek elini Hz. Ali"nin omuzuna koyarak: Bu benim kardeşim, vasim ve sizin aranızdaki halifemdir; onu dinleyin, ona itaat edin buyurarak o Hazret"in iman etmesini kabul etmiş ve İslam dininin ilk başından itibaren kendinden sonra Hz. Ali"nin geldiğini vurgulamıştır.

Böylece Ali (a.s) Müslümanlar arasında ilk iman getiren ve hayatı boyunca Allah"tan başkasına tapmayan ilk şahsiyet olmakla birlikte, Hz. Resulullah (s.a.a)"dan sonra İslam dininin ikinci şahsiyeti oluvermiştir. (2)

İnzar ayeti ve Kureyşin islama daveti

Muhammed bin Cerir-i Taberi, Hz. Ali (a.s)"ın şöyle buyurduğunu naklediyor Resulullah (s.a.a) beni çağırdı ve şöyle buyurdu: Ya Ali! Allah-u Teala, kendi yakınlarımı inzar etmemi (uyarıp korkutmamı) emretmiştir. Sen bizim için bir yemek yap. Sonra Abdulmuttalib oğullarını, onlarla konuşmam için bir araya topla da iletmekle görevli olduğum şeyi onlara ileteyim.Ben de Resulullah"ın emri üzere onları bir araya topladım, Resulullah (s.a.a) onlara hitaben şöyle buyurdular: Allah-u Teala, sizi O"na davet etmekle beni görevlendirmiştir. Sizlerden hanginiz, aranızda benim kardeşim, vasim ve halifem olmak istiyor? Orada bulunanların hepsi sustular. Onların hepsinden yaşta küçük olmama rağmen; Ya Resulellah, ben senin yardımcın olmak istiyorum dedim. Resulullah (s.a.a) elini benim boynuma koyarak şöyle buyurdu: Bu şahıs, benim sizin aranızdaki kardeşim, vasim ve halifemdir; sözünü dinleyin ve emirlerine uyun.

Hicret

Ali (a.s), Peygamber-i Ekrem"in hicretine kadar devamlı onunla birlikte olmuş, düşmanlarına karşı onu savunmuş, kafirlerin Allah Resulü"nü katletme kararı aldıkları hicret gecesi de Ali (a.s), canını feda etmek pahasına, Peygamber efendimizin yatağında yatmış ve Resul-ü Ekrem bu sayede gizlice evden ayrılarak emniyet içerisinde Medine"ye doğru yola koyulabilmiştir.(3) Hz. Resulullah"ın emniyete kavuşmasından sonra da o Hazret"in vasiyeti üzerine, Peygamber-i Ekrem"in nezdinde emanet olan halkın emanetlerini sahiplerine iade ederek annesini, Resul-ü Ekrem"in sevgili kızı Fatime-i Zehra"yı başka iki kadınla birlikte alıp Medine"ye doğru hareket etmiştir.(4) Resulullah (s.a.a)"in Medine"ye hicretinin peşice, Hz. Ali (a.s) da o şehre gitti. Hicretin ikinci yılında Hz. Fatimet"üz- Zehra ile evlendi. Bir yıl sonra da ilk çocuğu olan İmam Hasan (a.s) dünyaya geldi. Ali (a.s) Peygamber"in vefatında otuz üç yaşındaydı. Tüm dini faziletlere sahip olup, sahabe içerisinde her açıdan en seçkin mevkide olmasına ve Hz. Resulullah (s.a.a)"ın ümmete açıkça: Ben kimin mevlası (efendisi) isem Ali de onun mevlasıdır ve Ali benden sonra her mü"min erkeğin ve mü"me kadının velisidir(5) buyurmasına rağmen o Hazret"in genç olması ve Peygamber"in savaşlarında kafirlerden bir çoğunu öldürüp, onlardan düşman kazanması bahane edilerek hilafetten kenara itildi. Böylece o Hazret"in eli tüm genel olaylardan kesildiğinde evinin bir köşesine çekilerek özel kişileri eğitmeye başladı. Peygamber"in vefatından sonra 25 yıl üç halifenin hilafet zamanı geçti. Üçüncü halife Osman öldürüldüğünde halk Hz. Ali"ye (a.s) biat ederek onu hilafete seçti.

Hilafet

Hz. Ali (a.s) dört yıl dokuz ay süren hilafeti müddetinde Peygamber"in siretine uyup, hilafet"e inkılap ve kıyam ruhu verdi. Toplumda çeşitli ıslahlara baş vurdu. Elbette bu ıslahlar, bir kısım çıkar peşinde koşanların zararına olduğu için sahabeden bazıları, Ümm-ül Mü"minin Ayşe Talha Zübeyr ve Muaviye liderliğinde üçüncü halifenin kanını bahane ederek halifeye karşı çıkıp, çeşitli çirkin olaylara sebebiyet verdiler. O hazret bu fitneleri yatıştırmak için Basra yakınlarında Ayşe, Talha ve Zübeyr ile savaştı ve bu savaş, Cemel savaşı adında maruf oldu. Irak ve Şam sınırlarında Muaviye ile savaştı; bu savaş Sıffın savaşı adını aldı ve bir buçuk yıl devam etti. Nehrevan adıyla maruf olan muharebesinde de Hariciler ile savaştı.

  ABD'nin Kaliforniya eyaletinde başlayan yangınlar 9 gündür devam ediyor. Yetkililer, Los Angeles kenti ve çevresinde günlerdir süren yangınlarda hayatını kaybedenlerin sayısının en az 25 olduğunu açıkladı. Yangının körüklenmesine neden olan rüzgarların şiddetini artırarak devam ettiği bölgede hava koşullarının 'alev hortumlarına' neden olabileceği konusunda halka dikkatli olmaları konusunda çağrıda bulunuldu.


Yangınlarda hayatını kaybeden kişi sayısının 25'e yükseldiğini bildiren yetkililer, 12 binden fazla yapının tahrip olduğunu aktardı. Yangının şiddetli olduğu Palisades ve Eaton bölgelerinde günlerdir devam eden yangının büyük ölçüde kontrol altına alındığı bildirildi.

Ancak Ulusal Hava Durumu Servisi, şiddetli rüzgarlar ve kuru hava koşulları nedeniyle yeni yangınların patlak verebileceğini uyarısında bulundu. Meteorologlar, 10 ila 15 metre yüksekliğe ulaşabilen ve nadir görülen alev hortumlarının oluşarak yangının şiddetini artırabileceğini söylüyor.

7 Ocak sabahında Los Angeles'ın değişik bölgelerinde başlayan yangınlarda şu ana kadar 37 bin dönümden fazla alanın kül olduğu bildiriliyor. Yangın nedeniyle yaklaşık 150 bin işi evlerinden tahliye edildi. Toplam hasarın ve ekonomik kaybın 250 ila 275 milyar dolar olacağı tahmin ediliyor.

Perşembe, 16 Ocak 2025 07:58

Ortak Düşman: Direniş Cephesi

  Allah’ın Adıyla,
Suriye’de Baasçı rejimin yıkılması üzerinden  kırk güne yakın bir zaman geçerken terör çeteleri birliği olarak tanımlayabileceğimiz  HTŞ yönetimine bu süreçte yardımlarını esirgemeyen taraflar hep bir ağızdan ortak bir düşman ilan ettiler: İran merkezli Direniş Cephesi

İsrail, ABD, AB, HTŞ Yönetimi, PKK/PYG/PJAK, Arap Birliği ülkeleri, Türkiye’de yandaş ve fondaş medyanın öncülüğünü yaptığı mezhepçi, Pan Türkist  çevreler için asıl düşman, İran, Hizbullah, Ensarullah ve Haşd-i Şa’bi, yani topyekün Direniş Cephesidir.

Bu tarafımızdan ortaya atılmış bir iddia değil, yukarıda listelediğimiz birlik, ülke, çevre ve örgütlerin doğrudan veya dolaylı olarak yapmış oldukları aleni açıklamalara yüzeysel bir bakış bile bunun bir iddiadan ibaret olmadığını gözler önüne serecektir.

Yukarıda listelediğimiz çevrelerin hepsinin bir araya gelerek böyle bir tavır takındıkları söylenemez, hatta bunların bazılarının bazılarıyla sürtüşme ve hatta çatışma içerisinde olduğu da inkar edilemez. Ama yeri geldiğinde  aralarındaki anlaşmazlıkları bir yana  iterek, öteleyerek İran ve Direniş Cephesine karşı işbirliğine öncelik verdikleri kendi açaıklamalarında açıkca görülmektedir.

Misal olarak bu çevrelerin hiç biri İsrail’in Suriye’deki oldukça stratejik bölgeleri işgal etemsine karşın ciddi bir açıklama yapmadığı ortada. Bağımsız bir ülkenin askeri ve teknolojik alt yapısının işgalci rejim tarafından imha ve tahrip edilerek savunmasız hale getirilmesi  karşısında hepsi suskun.

Halbuki Baasçı Beşar Esad döneminde ve özellikle de İran merkezli Direniş Cephesi güçlerinin Suriye’de bulunduğu 13 yıl içinde İsrail Suriye’de bir tek karış  toprağı işgal edememişti.

Batı sulta sistemi içerisindeki güçlerin İsrail işgalinden rahatsızlık duymaları bir yana memnun oldukları bile söylenebilir. Ama İslamcı geçinen münafık çevreler, Arap Birliği üyesi ülkelerin ve işbaşına getirilen HTŞ(terör çeteleri birliğinin) İsrail’in bu işgal ve imha operasyonları karşısında sus pus olmalar ne anlama geliyor?

Direniş Cephesine karşı kin ve düşmanlıkta sınır tanımayan bu çevrelerin İsrail karşısında  sözbirliği ve işbirliğine girmeleri nasıl yorumlanmalıdır?

 Bunların herbirinin hangi saiklerle Direniş Cephesine düşmanlık ettiklerini tek tek inceleyelim:

İsrail’in Düşmanlığı;
Direniş Cephesi aslında ilk olarak İsrail istila ve işgaline karşı ortaya çıkmıştır. Direniş, adı üzerinde saldırı değil savunmadır, zulme karşı direnmedir. Bölgemizdeki işgale, katliama, sürgüne, kuşatmaya ve ambargoya karşı direnmek ve kendini savunmaktır. İsrail saldırganlığına karşı ilk duruşu İslam İnkılabının İran’da 1979 yılında zaferinden hemen sonra İsrail’in Tahran elçiliğinin kapatılarak Filistin elçiliğine dönüştürülmesiyle başlamış, 1982 yılında Lübnan işgalinde Hizbullah’ın ortaya çıkmasıyla 2000 yılına kadar sıcak çatışmalara dönüşerek İsrail’in Lübnan’ı terketmesiyle devam etmiş, 2006 yılı Temmuz’unda 33 günlük savaşla yeniden  alevlenmiş ve İsrail’e ilk ciddi yenilgisini tattırmış, Aksa Tufanı operasyonuyla zirvesine ulaşarak  günümüze kadar devam edegelmiştir ve hala da devam etmektedir.

1987 yılında Şehid Ahmed Yasin liderliğinde İsrail tarafından işgal edilmiş  topraklarda kurulan HAMAS direniş hareketi de daima İran tarafından her  bakımdan desteklenmiş ve hala da desteklenmektedir.

Aksa Tufanı operasyonuyla birlikte Yemen Ensarullah hareketi de İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı Direniş Cephesine katılmış ve Yemen’e yönelik topyekün kuşatmaya ve had safhaya ulaşmış ekonomik sıkıntılara rağmen Kızıldeniz’i İsrail gemilerine ve İsrail’e mal taşıyan başka ülkeler gemilerine büyük ölçüde  kapatmayı başarmıştır. Ensarullah hükümeti İsrail’in yardımına koşan başta ABD olmak üzere çoğu NATO üyesi ülkelerin yük ve savaş gemilerine karşı da çetin bir savaş sürdürmekte ve bundan dolayı da hemen her gün Batı Sulta sisteminin amansız hava saldırılarına maruz kalmaktadır.

İsrail rejimi de başta ABD olmak üzere Batı sulta sistemininin desteğinde İran eksenli Direniş Cephesine karşı doğrudan askeri saldırı, cinayet, terör, medya  manipülasyonu, ekonomik kuşatma ve yaptırımların sürdürülmesi de dahil hiç bir çabadan geri durmamıştır.

Kısacası İran eksenli Direniş Cephesi ile İsrail arasındaki savaş 45 yıldan beri devam etmektedir ve İsrail’in savaş halindeki İran, Hizbullah, Ensarullah, Hamas ve Haşd-i Şa’bi düşmanlığı doğal karşılanabilir. İsrail terör rejiminin her fırsatta İran ve Direniş Cephesi bileşenlerini baş düşman olarak ilan ettiği, bu cepheye karşı bölgede dostlar edinmeye çalıştığı ve bu doğrultuda Türkiye de dahil birçok halkı müslüman ülkeyle birçok alanda işbirliği içinde olduğu, destek aldığı da gizli kapalı bir şey değil.

 ABD ve Müttefiklerinin Düşmanlığı
ABD ve arkasından sürüklediği AB ve NATO ülkelerinin İran ve Direniş Cephesi düşmanlığı da herkesçe bilinen bir gerçektir. Çünkü Batı sulta sisteminin bölgedeki uğursuz planları karşısında duran tek güç Direniş Cephesidir. ABD Irak ve Suriye’de olduğu gibi bazen çok yönlü askeri müdahale ile; bazen hava saldırılarıyla; bazen ekonomik ve teknolojik yaptırımlarla; bazen bölgede Direniş Cephesine karşı koalisyonlar, birlikler oluşturmak suretiyle; bazen El-Kaide, IŞİD, Nusra, HTŞ ve PKK/YPG/PJAK gibi terör çeteleri oluşturmak suretiyle Direniş Cephesine karşı sert ve yumuşak alanlarda amansız bir savaş sürdürmektedir.

ABD’nin küresel çaptaki rakibi Çin’e karşı uzun soluklu rekabetinde Batı Asya bölgesindeki enerji kaynakları üzerindeki kontrollerini sürdürmek, kendilerine ön karakol olarak gördükleri İsrail terör rejiminin güvenliği sağlamak, uyanmaya başlayan bölge halklarını Direniş Cephesinden uzaklaştırmak, halkı müslüman ülkelere  tahakküm eden rejimleri ve ayrılıkçı etnik grupları Direniş Cephesine karşı örgütlemek, BOP projesini hayata geçirerek bölge ülkelerini parçalamak, İran ile komşusu ülkeler arasında  savaş çıkarmak ve en önemlisi İslam İnkılabının zaferiyle temeli atılan ve Batı Uygarlığına alternatif olarak yeni bir İslam Medeniyetinin oluşmasını engellemektir.

Suriye’ye Çullanan HTŞ’nin Düşmanlığı:
Suriye’de  anti siyonist ve anti emperyalist Baas Partisi rejimini yıkmak için yarım asırdan beri komplo üstüne komplo kuran ABD-İsrail ve İngiltere üçlüsü ve bölgesel müttefikleri nihayet 2024 Aralık ayı başlarında bu amaçlarına ulaştılar. Suriye’ye karşı  uzun yıllar  çeşitli savaş yöntemleri uygulayan bu çevreler sonuçta Pan Arabist Baasçı rejimde etkili olan Esad ailesinin Aleviliğini ön plana çıkardılar. Şia/Alevi düşmanlığı için bölge ülkelerinde ve İslam dünyasının çeşitli bölgelerinde yeterli sayıda mutassıp tekfirci bulmakta zorlanmadılar. Ve nitekim 13-14 yıl boyunca bu mankurlaştırılmış gençlerden oluşturdukları terör çeteleri aracılığıyla tarihin en vahşi cinayetlerine imza attılar ve bu terör çetelerini şimdi Suriye’de işbaşına geçirdiler.

Terör çeteleri birliğinden oluşan HTŞ(Heyet-i Tahrir-i Şam) adını verdikleri hükümet Şam’a çöktüğünden bu yana geçen bir aydan fazla süre içinde ABD, İsrail, AB ve hatta Rusya’ya karşı herhangi bir laf etmezken  oturup durup İran’ı, Hizbullah’ı ve Suriyeli Alevi ve Şiileri suçlayıp durmaktadır. Bu terör çetelerinin geçmişini, ABD ve İsrail ile geçmişte gizli ve açık olarak kurdukları işbirliğinden bilgisi olanlar için bunların Direniş Cephesine yönelik düşmanlıkları garipsenmiyor. Çünkü Emevi zihniyetinden vazgeçmeyen ve bunu iftiharla dile getiren tekfircilerin Şia’ya olan düşmanlığı tarihseldir/genetiktir. Ve zaten başını ABD’nin çektiği Batı Sulta Sistemi  de sırf bu yüzden bu güruhu Direniş Cephesine karşı çıkardı. Bunların İsrail saldırganlığı ve işgaline karşı herhangi bir tepki vermemeleri, ABD ve AB temsilcileri karşısında ezilip büzülmeleri ve PKK/YPG ile uzlaşma yolları aramaları da efendilerinin planlarını uygulama görevlerini unutmadıklarını ortaya koyuyor. HTŞ yönetimi efendilerine olan borcunu ödemek zorundadır ve direniş Cephesine karşı efendilerinin safında yer almak zorundadır.

Arap Birliği Örgütü
Arap Birliği ülkelerinin bir çoğunun Siyonist rejimin varlığını tanıdıkları ve kendilerini rahatlattıkları bir ortamda Direniş cephesinin kalkıp bu acziyet, teslimiyet ve ezilmişliği dile getirerek halkları uyandırmasına tahammül edemiyorlar. Çünkü bu uyanış ve direniş ruhu bu rejimlerin de varlığını tehdit etmektedir. Rahatlarını bozan direniş ekseninin Suriye’de geçici bir yenilgi almasını fırsat bilerek kin ve düşmanlıklarını kusmaktadırlar. İsrail işgali karşısında  dut yemiş bülbüle dönen bu arap ülkeleri İmam Hamanei’nin “ Suriyeli gençler ülkeleri üzerinde sulta kuran ve ülkelerini işgal edenler karşısında sessiz kalmayacaktır” sözünü Suriyenim iç işlerine karışmak olarak görerek sözde tavır  koymaktan çekinmediler.

Türkiye de dahil İslam dünyasındaki nifak ve taassup erbabının Direniş Cephesine yönelik kin ve düşmanlıklarının nedenleri herkesçe bilinmekte olup ayrıntılarına girmeye gerek yoktur.

Hiç kuşkusuz tarih herkesi seçtiği konum ve bulunduğu saftaki dostlarıyla  yaptıkları söz birliği ve işbirliğine göre yargılayacaktır. Ve Kur’an’ın buyurduğu üzere “Allah(cc), müminleri savunacaktır”.

Ziya Türkyılmaz

 Siyonist İsrail ve Hamas arasında Katar'ın başkenti Doha'da, ABD, Mısır ve Katar'ın aracılığıyla yapılan görüşmelerin ardından ateşkes geldi.


ABD Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı James Risch ''Az önce Gazze'de bir ateşkes duyurulduğu konusunda bilgilendirildim. Ancak herkes bu anlaşmayı kutlamadan önce, tabii ki, bunun nasıl uygulanacağını görmek istiyor" dedi.

Ateşkesin ilk aşamasının altı hafta süreceği açıklanırken Hamas'ın 33 İsrailli rehineye karşılık çok daha fazla sayıda Filistinli tutukluyla değiş tokuş etmeyi taahhüt ettiği belirtildi. Kaç tutuklunun serbest bırakılacağı henüz netleşmezken Hamas'ın her canlı rehine için daha fazla tutuklu talep ettiği ifade edildi. Filistinli kaynaklar, serbest bırakılan toplam Filistinli sayısının yaklaşık bin olacağını duyurdu.

Trump Duyurdu: Gazze'de Ateşkes Sağlandı

ABD'nin seçilmiş başkanı Donald Trump, İsrail ile Hamas arasında Gazze'de ateşkes konusunda anlaşmanın sağlandığını açıkladı. Trump, Truth Social adlı sosyal medya platformundaki hesabından yaptığı açıklamada, "Orta Doğu'da esirler konusunda (Gazze'de ateşkes) anlaşma sağlandı. Kısa sürede serbest kalacaklar. Teşekkürler." ifadesini kullandı.

Reuters ajansı "Gazze'de ateşkes onaylandı" ifadelerine yer verirken, Katar merkezli El Cezire de "Hamas ateşkesi onayladı" haberini son dakika duyurdu.

İsrailli yetkili, Gazze ateşkes anlaşmasının 16 Ocak Perşembe günü (yarın) imzalanacağını açıkladı.

Anlaşmaya göre Hamas 33 rehineyi, İsrail 950-1650 arasındaki Filistinli mahkumu serbest bırakacak.

 

Ateşkes Anlaşmasının İçeriğinde Neler Var? İşte Tüm Detaylar…

Filistinli tutsakların serbest bırakılması ve Gazze'deki hastanelerin yeniden inşa edilmesine ilişkin temel şartları da içeren Gazze'deki ateşkes anlaşmasının şartları açıklandı.

-İsrail'in Çekilmesi: İsrail'in Gazze'nin tüm bölgelerinden tamamen çekilmesi ve sınırlarına geri çekilmesi öngörülmektedir. Ayrıca, Refah Sınır Kapısı'nın açılması ve "Netzarim" koridoru ile "Philadelphi" ekseninden kademeli olarak çekilmesi de anlaşmaya dahil edilmiştir.

-Esir Takası: Anlaşması: İsrail’in Gazze'den alıkoyduğu 1000 Filistinli esirin serbest bırakılmasını öngörüyor. Ayrıca, ağır hapis cezaları ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmış yüzlerce esir ile 19 yaş altındaki kadın ve çocuk esirlerin serbest bırakılması da anlaşmada yer almaktadır.

-İç Durum: Anlaşma, Gazze Şeridi’nde tüm yerinden edilmiş kişilerin evlerine geri dönmelerini güvence altına alırken, Gazze'nin her yerine özgürce hareket etme hakkı da tanır. Ayrıca, İsrail uçaklarının günde 8-10 saat Şeridin hava sahasından uzak kalmasını garantiliyor.

-İnsani Durum: Anlaşmada, Gazze'deki tüm hastanelerin yeniden inşa edilmesi, sahra hastanelerinin kurulması ve tıbbi ve cerrahi ekiplerin getirilmesi öngörülmektedir. Ayrıca, yaralıların tedavi için yurt dışına çıkmalarına izin verilecektir.

-Yardım Gönderimi: Anlaşma, Katar Devleti tarafından desteklenen bir "insani protokol" kapsamında günlük 600 yardım kamyonunun girişini ve acil barınma için 200.000 çadır ve 60.000 karavanın girişini içeriyor.

Anlaşmanın Aşamaları:
1. Birinci Aşama: Anlaşmanın ilk aşaması 6 hafta sürecek ve bu aşamada (canlı ve ölü) 33 İsrailli esir teslim edilecek. İkinci ve üçüncü aşamalarda ise, direnişin elinde kalan 66 esir daha müzakere edilecektir.

2. Yedinci Gün: Anlaşmanın doğruladığına göre, işgalcilerin Reşid Caddesi'nden "Netzarim" ekseninin derinliklerine çekilmesinin ardından, Güney Gazze'den yerinden edilmiş kişiler denetimsiz olarak kuzeye geri dönecek ve Gazze halkı Reşid Caddesi üzerinden Gazze'nin kuzeyine ve güneyine doğru hareket özgürlüğüne sahip olacak.

3. Yirmi İkinci Gün: İsrail ordusu "Netzarim" ekseninden "Selahaddin Caddesi"nin doğusuna kadar çekilecek. Bu aşamada, Gazze halkının hareket özgürlüğü sağlanacak.

Trump, Florida'da bulunan yerleşkesi Mar-a-Lago'da düzenlediği basın toplantısında dış gündemine ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

"ERDOĞAN BENİM DOSTUM"

Trump, Suriye'deki yaklaşık 2 bin Amerikan askerini geri çekip çekmeyeceği sorusuna, "Bunu size söylemeyeceğim çünkü bu bir askeri stratejinin parçası. Ancak şunu söyleyebilirim ki bu Türkiye ile ilgili bir durum" yanıtını verdi.

Suriye ile ilgili meselelerde Türkiye'nin önemli bir aktör olduğunu yineleyen Trump, "Cumhurbaşkanı Erdoğan, benim dostum ve saygı duyduğum biri. Onun da bana saygı duyduğunu düşünüyorum." ifadesini kullandı.

"ADAMLARINI GÖNDERDİ VE YÖNETİMİ ELE GEÇİRDİ"

Trump sözlerine şöyle devam etti:

"Üzerine gitmelerini istemediğim kişilerin üstüne gitmedi, henüz. Kürtlerin. Suriye'de olanlara bakarsanız, Rusya zayıfladı, İran zayıfladı ve o çok zeki bir adam ve adamlarını farklı biçimlerde ve farklı isimlerle oraya gönderdi ve onlar da içeri girip yönetimi ele geçirdiler"

TÜRKİYE'NİN SURİYE'DEKİ ETKİSİNE VURGU

Suriye'deki son gelişmeleri nasıl değerlendirdiğiyle ilgili bir soruya yanıt veren Trump, "Suriye’de yaşananlara bakarsanız, Rusya ve İran zayıfladı. Erdoğan çok zeki bir adam; adamlarını oraya farklı biçim ve isimler altında gönderdi. Onlar da gidip orada kontrolü ele geçirdiler.” değerlendirmesini yaptı.

Trump, Suriye'de daha önce DEAŞ'ı yendiğini, yeni savaşlara girmediğini ve olan bazı savaşları bitirdiğini kaydetti.

 İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, 9 Ocak 1978'de (19 Dey 1356 İran yılı) baskıcı Pehlevi rejimine karşı Kum kentinde meydana gelen ayaklanmanın yıldönümü münasebetiyle bugün Kum halkından binlerce kişiyle bir araya geldi.


İmam Hamanei bu görüşmede yaptığı konuşmada şu ifadelerde bulundu: ‘Devrimden sonra, onlarca yıl boyunca Amerikalılar İran meseleleriyle ilgili sıklıkla hatalar yaptılar. Sözlerimin muhatabı çoğunlukla ABD’nin politikalarından korkanlardır.’

Pehlevi Döneminde İran, Amerika’nın Çıkarlarının Güçlü Bir Kalesiydi

İmam Hamanei şunları söyledi: ‘Pehlevi döneminde İran, Amerika’nın çıkarlarının güçlü bir kalesiydi. İnkılap, bu kalenin içinden çıktı. Amerikalılar anlamadılar, aldatıldılar ve gaflete düştüler. Amerika'nın hesaplarında yaptığı hata budur. Devrimden sonra, onlarca yıldır Amerikalılar İran meseleleri konusunda sıklıkla yanıldılar. Sözlerimin muhatabı çoğunlukla Amerika’nın politikalarından korkan kişilerdir.’

Düşmanın Propagandasının Kamuoyunu Etkilemesine İzin Vermeyin

İmam Hamanei açıklamalarına şöyle devam etti: ‘Yazılım programlarının işi yalan yaymak, gerçeklik ile kamuoyunun düşüncesi ve fikri arasına mesafe koymaktır. Siz güçlenirken o sizin zayıfladığınızın haberini yayar. Kendisi zayıflarken de güçlendiğinin haberini yayar. Siz tehdit edilemeyecek bir durumda olursunuz ama o “Seni tehditlerle yok edeceğim” diye haber yayar. Bazı insanlar da bundan etkilenmektedir.

Bugün tebliğ, kültürel, haber ve reklam mekanizmalarınızın, kültür bakanlığımızın, radyo ve televizyonlarımızın, sosyal medya aktivistlerimizin temel ve önemli görevi, düşmanın otoritesine dair yanılsama perdesini yırtmak, düşmanın propagandasının kamuoyunu etkilemesine izin vermemektir. 9 Ocak’ta Kum halkının yaptığı şey buydu.’

Amerika İran'da Başarısız Oldu Ve Bu Başarısızlığı Telafi Etmeye Çalışıyor
İslam İnkılabı Rehberi, bazı kişilerin “İran Avrupalılarla müzakerede bulunup, iletişim kurarken neden Amerika ile iletişim kurmuyor ve müzakerede bulunmuyor” sorusuna yanıt olarak şunları söyledi: ‘Amerika burayı ele geçirmişti ama bu bölge onun pençesinden kurtuldu. Dolayısıyla onun ülkeye ve devrime olan kini deve kinidir ve o kadar kolay elini çekmeyecektir. Amerika İran'da başarısız oldu ve bu başarısızlığı telafi etmeye çalışıyor.’

Ekonomi Yüzde 8 Büyüyebilir
İmam Hamanei konuşmasına şöyle devam etti: ‘Sayın cumhurbaşkanının da ziyaret ettiği son ekonomik aktivistler sergisi yüzde 8 bir ekonomik büyüme sağlanabileceğini gösterdi. Her alanda umutlu olmalıyız. Umut ve beraberinde çaba olmalı.’

Yetkililer Ve Karar Mercileri Amerika Ve Siyonistlerin Talep Ve Pozisyonlarını Dikkate Almamalıdır
İmam Hamanei açıklamalarının devamında, İran Cumhurbaşkanının Siyonist rejime ve Amerika'nın bu rejime verdiği desteğe ilişkin açık ve cesur tutumunu takdir etti ve şu ifadelerde bulundu: ‘Amerika'nın istek ve çıkarlarına önem vermek demokrasiye tehdittir.

Ülkemizin yetkilileri çeşitli konularda karar verirken Amerikalıların mantıksız beklentilerini dinlerlerse, yani onların çıkarlarını göz önünde bulundururlarsa, ülkenin demokrasisini ve cumhuriyetini tehdit etmiş olurlar.’

Siyonist Rejime Karşı Duran Direnişi Her Yerde Destekliyoruz
Direniş yaşıyor, yaşamalı ve her geçen gün güçlenmeli, biz de direnişi, Gazze'deki direnişi, Batı Şeria'daki direnişi, Lübnan'daki direnişi, Yemen'deki direnişi, Siyonist rejimin şeytani hareketine karşı duran ve direnenleri her noktada destekliyoruz.

9 Ocak, İran Tarihinin Ders Almamız Gereken Zirvesidir
9 Ocak 1978 olayının anılması iki açıdan gereklidir. Birincisi, 9 Ocak ülkemiz tarihinin zirvelerinden biridir. Yani gelecekte ülke tarihine kim bakarsa, bu tarihin en önemli anlarından birinin onun vesilesiyle burada toplandığınız gün olduğunu görecektir. Çünkü 9 Ocak, ülkede büyük bir hareketin başladığı gündü ve bu büyük hareket, dünyayı sarsan, dünya siyasi haritasını sarsan büyük bir devrime yol açtı.

9 Ocak’ı anmanın gerekliliğinin ikinci nedeni ise bu günden ders almamız gerektiğidir. Bu olaylar, Allah'ın bu günleri, bunların hepsi öğrenmek içindir. Öğrenelim ve ders alalım.’

ABD’nin Arzu Ettiği İran'ının Nişaneleri; Tam Anlamıyla İtaat, Şiddetli Diktatörlük, Korkunç Sınıf Ayrımı Ve Yolsuzlukta Boğulma
İslam İnkılabı Rehberi sözlerine şöyle devam etti: ‘9 Ocak'tan birkaç gün önce ABD Başkanı Carter Tahran'daydı, resmi bir toplantıda Muhammed Rıza'ya abartılı iltifatlarda bulundu ve şöyle dedi: ‘Bu adam sayesinde İran bugün bir istikrar adasıdır. Yani 1978’de İran, ABD başkanının gözünde arzu edilen bir İran olarak görülüyordu. 1978’de İran nasıldı? Şimdi üç veya dört nişaneye değineceğim.

1-D ış politika açısından Amerika'ya tamamen itaatkardı. ABD’nin istediği rejiminin dış politikasının görevi, tamamen itaatkar olmak, ABD'nin çıkarlarını ve Siyonist rejimin çıkarlarını güvence altına almaktı.

2- İç politika; Rejimin iç politikası, ülkenin şiddetli diktatörlüğünün Yüce İmam’ın (r.a) hareketi hariç, ülkenin herhangi bir noktasında faaliyet gösteren dini hareketler olmak üzere içindeki her türlü hareketi mutlak olarak bastırmaktı.

3- Ülke ekonomisi; O gün ülkenin nüfusu 35 milyon civarındaydı, günde altı milyon varile yakın petrol satıp ihraç ediyorlardı ve buradan elde edilen paralar ülke içinde belli bir sınıfın cebine giriyordu. Ülkedeki sınıf farkı kendisini korkunç bir şekilde gösteriyordu. Ülkenin parası ülkeye harcanmadı, millete harcanmadı, kalkınmaya harcanmadı, doğru yollara harcanmadı. İnsanların yaşam standardı düşüktü.

4- Bilim ve teknoloji; Ülke bilim ve teknolojide dünyanın en geri ülkelerinden biriydi.

5- Kültürel olarak; Yolsuzluk ve rezaletin yayılması, ahlaki ve dini değerlerden uzaklaşılması, Batı kültürünün teşvik edilmesi, ahlaksızlığın ülkede Avrupa ülkelerinden daha fazla teşvik edilmesi, o günkü basınımızda bazılarının kendilerinin de itiraf ettiği gibi, giyim, başörtüsü, haya vb. konularda ülkede kadınların durumu Avrupa ülkelerine göre daha kötüydü.

İran böyleydi. ABD başkanı bunu beğendi ve övdü ve böyle bir İran yarattığı için Muhammed Rıza'yı yüceltiyordu. İran için böyle bir durumu istediler, bunu dilediler, bugün de ülke için bunu diliyorlar. Carter bu isteğini mezara götürdü, bunlar da bu isteklerini mezara götürecekler.’

Muhatabı Olanların En Büyük Ve İlk Hedeflerinden Biri Kalplerdeki Umudu Canlı Tutmak Olmalıdır

İmam Hamanei şu ifadelerde bulundu: ‘Düşmanın gençlerimizin kalplerinden umudu silmek için yapmak istediğinin tam tersi olarak tebliğ ve medya alanında muhatabı olan herkesin en büyük ve ilk hedeflerinden biri, yüreklerde umudu canlandırmak, hayal kırıklığı yaratan sözler söylememek olmalıdır.’

Siyonist İsrail saldırıyla yerinden edilen Gazzelilerin çadırlardaki sıkıntıları bitmek bilmiyor. Yerel kaynaklar, yiyecek bulamayan farelerin yerinden edilen Filistinli mültecilerin çadırlarını bastığını belirtiyor. Bu yüzden Gazze'de fareden bulaşan hastalıklar endişe yarattı.

Siyonist İsrail’in 7 Ekim 2023’te Gazze Şeridi'ne karşı başlattığı savaş ciddi bir insani krize neden oldu. Son günlerde etkili olan soğuk hava dalgası ile artan yağışlar nedeniyle Gazze'deki Filistinlilerin yaşam koşulları daha da zorlaştı. Soğuk hava ve barınak eksikliği Gazze'de yeni doğan bebeklerin ölümüne neden olurken fare sorunu ortaya çıktı.

Fareler Çadırları Bastı

Yerel kaynaklar, yiyecek bulamayan farelerin, yerinden edilen Filistinli mültecilerin çadırlarındaki yatak ve şilteleri kemirdiğini belirtiyor. Bu yüzden Gazze'de fareden bulaşan hastalık endişe yarattı.

Siyonist İsrail, sistematik olarak Gazze Şeridi'ndeki tüm altyapıyı yok etmeye çalışırken, çöpler sokaklarda ve yerleşim yerlerine yakın alanlarda birikiyor. Böylece yerinden edilen Filistinliler arasında çeşitli hastalıklar yaygınlaştı ve fare istilası sorunu da Gazzelilerin acılarını artırdı.

Gazze Şeridi'ndeki 33 yaşındaki Filistinli mülteci Muhammed Ebu Şaban, şunları kaydetti:

Bir gece oğlum uyurken çığlık atarak kalktı ve yüzünde garip bir şeyin yürüdüğünü söyledi ve daha sonra bunun bir fare olduğunu öğrendim. Ertesi sabah çadırın köşelerini kontrol etmeye başladığımda yer altına büyük bir fare yuvası kazıldığını farkettim ve farelerin delikten çıkıp çadırın içine doğru geldiğini görünce şaşırdım.’’

42 yaşındaki Filistinli Hüseyin el-Kalban, Gazze'nin merkezindeki Deyr el-Balah'taki çadırlarının içinde ve çevresinde fareler olduğunu söyledi.

Kalban, "Gece olduğunda çocuklarım fare korkusundan uyuyamıyor, eşim ve ben sürekli çocuk çığlıklarıyla uyanıyoruz. Bizi en çok endişelendiren şey, hastalıkların farelerin aracılığıyla çocuklarımıza geçmesidir; Zira yemek için kullandığımız tabak ve kapların üzerinde birkaç kez fare pisliğini buldum.’’ dedi.

Filistinli vatandaş sözlerine şöyle devam etti:

‘’Fare sorununun sadece çadırımızla ilgili olduğunu sanıyordum; Ancak komşularımızın da aynı dertten muzdarip olduğunu, çadırların içinde ve çevresinde farelerin çok sayıda yuva yaptığını öğrendim.’’

Farelerin Bulaşıcı ve Tehlikeli Hastalıkların Yayılması Konusunda Uyarı

Öte yandan bulaşıcı hastalıklar ve salgın hastalıklar uzmanı veteriner hekim Dr. Saud Al-Şava, Gazze Şeridi'nde farelerin mültecilerin olduğu bölgelerde yayılan farelerin insanların sağlığı için tehlikeli olduğunu kaydetti.

Dr. Saud Al-Şava, bu kemirgenlerin insanlara pek çok hastalığı gıda yoluyla bulaştırdığını ve pisliği yoluyla veba, salmonella bakterileri gibi birçok hastalık ve salgın hastalığa neden olduğunu dile getirdi.

Dr. Saud Al-Şava, ‘’Fareler, insanlar arasında leptospiroz hastalığına (halk arasında ‘geme’ diye bilinen hastalık) neden olur ve hastalık, ciddi solunum yolu enfeksiyonu ve böbrek yetmezliğine yol açabilir.’’ diye konuştu.

İşgalci Rejim Gazze Belediyesinin Faaliyetlerini Durdurdu

Geçtiğimiz günlerde Gazze belediyesi sokaklarda çöplerin birikmesi sonucu fare gibi kemirgenlerin artması nedeniyle ciddi hastalıkların yayılmasının riskleri konusunda uyarıda bulunsa da,  gerçek şu İşgalci rejim, hem belediye ekiplerinin işini engelliyor hem de belediye makinelerini tahrip ediyor.

Siyonistlerin Gazze'de Kaos Yaratmaya Yönelik Tehlikeli Politikası

Öte yandan Cenevre merkezli sivil toplum kuruluşu Avrupa-Akdeniz İnsani Hakları İzleme Örgütü (Euro-Med), İsrail'in soykırım yaptığı Gazze Şeridi'nin kuzeyinde korkunç insan hakları ihlalleri yaşandığını bildirdi. Kurum, İsrail'in Gazze Şeridi'nde kamu düzenini bozmaya, güvenlik ve yargı sistemlerini yok etmeye yönelik tehlikeli bir politika izlediğini belirtti.

Perşembe, 09 Ocak 2025 05:43

Karanlık Çökerken!

 Colani’nin ‘temiz kâğıdı’ alabilmek için eğildiği aktörlerin talepleri Suriye’yi dört ucu bir araya gelmez bir bohçaya dönüştürüyor. Türkiye ve ABD, SDG ile ilgili zıt planlarla geliyor. AB ortaklık için Rus üslerinin kapatılması şartını dayatıyor. Batı bloku İsrail için güvence arıyor. Para kasası Körfez ya da komşular ‘cihatçı devrim’ ihraç edilmeyeceğinden emin olmak istiyor.


Çok eskilerden “Suriye’yi kontrol eden Orta Doğu'ya hükmeder” önermesinin tahrik edici ivmesiyle sanki herkes bu ülkeye üşüşüyor. Suriye herkesin çelişkisine ayna tutuyor.

Sadece çetrefilli jeopolitik konumu değil etnik-mezhebi-dini fay hatları, farklı güçlerin elinde bölünmüş kontrol alanları, iktidarı ele geçiren tekfirci-selefi-cihatçı zümrenin açmazları, vekalet savaşına dahil olmuş ya da doğrudan sahaya inmiş yabancı güçlerin çatışan ajandaları Suriye’nin geleceğine dair fikir yürütmeyi imkânsız hale getiriyor.

HTŞ lideri Ebu Muhammed el Colani’nin ayartıcı pragmatizmi, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yüzünü güldürebilir; Batılı aktörlerin bardağın dolu tarafına bakmasını sağlayabilir; (eski) muhaliflerin demokratik geçiş umudunu canlı tutabilir ama hiçbir grubun tekeline alıp götüremeyeceği kadar ağır, herhangi bir uluslararası aktörün tek başına yoğuramayacağı kadar büyük bir karmaşa var ortada.

 

Muhalif saflarda rejimin çöküşünün yaşattığı coşku birinci aya girerken yerini korkulara bırakıyor. Paçavra edilmiş ülkenin parçaları nasıl bir araya gelecek? Bu nasıl bir toplumsal sözleşmeyle olacak? Üç adımda birbirinin boğazına binecek şahsiyetlerle nasıl yol alınacak? Herkesin üç adım geri basıp bir adım öne çıkarak el sıkıştığı bir durum mucize olur. Bütün bir kumar işte bu mucize üzerine oynanıyor.
Kırmızı bültenle aranan cihatçıların tuğgeneral ve albay rütbeleriyle komutaya yerleştirildiği, Muhaberat’ın El Kaide ve IŞİD kadrolarından gelen bir militana emanet edildiği, İdlib’de zina suçundan bir kadına ölüm cezası veren ve kalabalığın huzurunda bunun infazını sağlayan kişinin adalet bakanı yapıldığı, müfredatı tekfirci-selefi anlayışla tırpanlayan birinin eğitim bakanı olduğu, Şii ve Alevilere lanet okuyan mezhepçi hatiplerin mihraplara geçirildiği bir süreç yaşanıyor. Bir ayın icraatı, Colani’nin Şam’da kapısını çalan yabancı heyetlere verdiği güvenceleri geçersiz kılıyor. Suriye’nin üzerine çökmekte olan kâbusu görmezden gelenler 1 Mart itibariyle kapsamlı bir geçiş hükümetinin kurulacağı vaadine bel bağlıyor. Sanki acil durum garabeti kendiliğinden bitecekmiş gibi…
 

***

 

Batı-Körfez ekseninde HTŞ yönetimini fiilen meşrulaştıran temaslar devam ediyor. Son olarak AB adına Almanya Dışişleri Bakanları Almanya Dışişleri Bakanı Baerbock ve Fransa Dışişleri Bakanı Jean Noel Barrot Şam’ı ziyaret edip Colani’yle görüştü. Amerikalılardan sonra onlar da azınlıklara güvenceler verilmesini ve Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) sisteme entegre edilmesini istedi. Baerbock ayrıyeten Suriye’de sistemin İslamlaşmasını finanse etmeyeceklerini vurguladı. Fransa da eski bir sömürge gücü havasında Hıristiyanlar başta olmak üzere azınlıkların hamisi olduğu görüntüsü verdi. Fransızların bu diyarda geçer akçesi kalmasa da...
HTŞ yönetimini meşrulaştıran bu temaslarla Batı bir havuç-sopa ilişkisi kurmaya çalışıyor. Colani de tanınma, yaptırımların kaldırılması ve mali destek için iyiyi oynamak zorunda. Ama bu tabloda naifliğe yer yok.
 

***

 

Bir tarafta içerde HTŞ’nin gömleğini giyemeyecek kesimler azımsanamayacak kadar fazla.
HTŞ icraat ve operasyonlarıyla korku salarken Colani şimdiye kadar Kürtler, Aleviler, Dürziler, Hıristiyanlar ve din devleti istemeyen Sünnileri teskin edecek bir şey ortaya koyamadı.
Hıristiyanlar diken üstünde; somut bir güvence alabilmiş değiller. Dertlerini Fransız bakana anlattılar.
Alevilerin av olma korkusu sürüyor. Birkaç gün önce Alevi ileri gelenlerinden 50 temsilci, Tartus’ta HTŞ yetkilileriyle 4 saatlik bir toplantı yaptı. Endişelerini ve taleplerini dile getirdi. Ne istediler?
- Önce güvenliğin tesis edilmesi.
- Her bölgenin kendini koruyabilmesi amacıyla yerel koruma komitelerinin etkinleştirilmesi.
-Rejimin adamlarını yakalama adı altında yürütülen saldırıların önlenmesi.
- Zorunlu olarak askeri alınmış ya da yoksulluk, işsizlik ve çaresizlikten güvenlik birimlerinde görev almış insanlara suçlu muamelesi yapılmaması.
- Haksız yere gözaltına alınanların bırakılması.
- Genel af ilan edilmesi.
Eğer istenilen garantiler sağlanırsa aranan suçlular konusunda işbirliği de önerildi.
HTŞ yetkilileri ise doğrudan suça karışmış olanları kapsamayan bir genel af niyetinden söz etti.
Dürziler de adem-i merkeziyetçi bir çözüm bekliyor. Güney vilayeti Süveyde’deki Dürziler merkezden atanan vali ve emniyet müdürünü reddetti. HTŞ’nin herkes yılbaşı eğlencesindeyken baskın yaparcasına gönderdiği emniyet gücü kente sokulmadı. Dürziler vilayet yönetimine kendi seçtikleri isimlerin atanmasını ve güvenliğin yerele bırakılmasını istiyorlar. Çizgileri net: Talepler karşılanmazsa doğrudan ‘federasyon’ talep edilecek; haklar yeni anayasada garanti altına alınıp devlet teşekkül edinceye kadar silah bırakılmayacak.
Kürtler ise nihayet Amerikalıların himayesinde Colani ile görüşebildi. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’ne göre SDG Komutanı Mazlum Abdi geçen pazartesi bir Amerikan helikopteriyle Şam’ın 40 km doğusundaki El-Dumeyr askeri üssüne gitti. Colani ve yeni komuta kademesinden isimlerle masaya oturdu. El Kuds el Arabi’ye göre Kürt tarafı, SDG’nin Suriye ordusuna bir kolordu olarak entegre edilmesi, petrol ve doğalgaz başta olmak üzere ulusal kaynakların belli oranlarla paylaşılması gibi önerileri dile getirdi. Bu temas aynı zamanda Türkiye’nin baskılarını zayıflatmaya dönük bir girişimdi. Tabii hiçbir sonuç çıkmadı, Colani fazla renk vermedi. HTŞ lideri “Kuzeydoğudaki sorun Suriye’ye ait bir meseledir; Suriye dahilinde çözülmelidir” dedi. Temel kurallara dayalı bir çözüm formülüne ulaşmak için iletişime ihtiyaç olduğunu vurguladı. Temel kuralların başında şu geliyor: Federasyon modeli dahil Suriye’yi bölünmeye götürecek hiçbir çözüme izin verilemeyecek.
 

***

 

Colani özerkliğe karşı ama sorunu nasıl çözeceğini söylemiyor. Kuşkusuz evvela Türkiye’nin hassasiyetlerini gözetiyor. Muhtemelen Kürtlere özerklik alanı açılırsa Dürziler ve Alevilere ‘Hayır’ diyemeyeceğini düşünüyor. Ve muhtemelen bir şey demek için birkaç adreste netleşmesi gereken yanıtları bekliyor:
- Türkiye’de İmralı sürecinden çıkacak sonuç Suriye’de çatışmasız bir çözümü mümkün kılacak mı?
- ABD’de Donald Trump göreve gelince Suriye’deki askerleri çekecek mi?
- Türkiye ile ABD SDG’nin geleceğine dair bir noktada buluşabilecek mi?
- Hem Suriyeli grupların hem de HTŞ yönetimine peşinen kredi açan ülkelerin beklediği ulusal konferansta nasıl bir sistem tarifi çıkacak; üniter devlet mi, ademi-i merkeziyetçi yapı mı?
Fakat belirsizlik hali sürerken Kürtlerin pozisyonunu güçlendirmeye dönük bazı hamleler geliyor. Amerikalılar Colani’yle görüşmede havuç-sopa denklemi kurarken Kobani’de de üs niyetine bir binayı karargâha çeviriyor. Türkiye’ye bayrak gösteriyor. Elbette CENTCOM’un aldığı bu tür tedbirler siyasi bir kararla sona erebilir. Şimdilik bu hamle “Şam’da çözüme ulaşıncaya kadar statüko değişmeyecek” mesajı içeriyor.
İsrail de Kürtler için devreye girmiş gözüküyor. 8 Aralık’tan bu yana Suriye’de Hermon Dağı, Kuneytra, Şam Kırsalı ve Dera’da işgali genişleten, 14 yerleşim merkezini içine alacak şekilde tampon bölge kuran, Yermuk havzasıyla birlikte Vahde ve Mantara gibi barajları ele geçirerek su kaynaklarına göz diken İsrail’den söz ediyoruz. Israel Hayom gazetesine göre Dışişleri Bakanı Gideon Saar özerk yönetimin dış ilişkilerinden sorumlu İlham Ahmed’le kapsamlı bir görüşme yaptı. Saar uluslararası alanda meslektaşlarıyla yaptığı tüm görüşmelerde Kürtler hakkındaki endişelerini dile getirdiğini söyledi. Kürtler özellikle İsrail’den Amerikan Kongresi ve Trump’ın ekibini etkilemesini bekliyor. Olası bir çekilme kararının sadece Kürtleri değil ABD ve İsrail’in çıkarlarını da tehlikeye sokacağı mesajıyla lobi yapılıyor. Kongre’nin şu anki tutumu Türkiye’ye özellikle Kobani’ye karşı operasyon konusunda fren yaptırmış durumda.
 

 

Bu arada Trump, Kürtler lehine ses veren bir ismi daha ekibine kattı. Ortadoğu’da özel temsilci yardımcılığına “Kürtler korunmalı” diyen Morgan Ortagus’u atadı. Bütün bunlar rüzgârı Kürtlerden yana döndüren gelişmeler.
Baerbock ve Barrot’nun Şam ziyaretinin Kürtlerin pozisyonunu güçlendirmeye dönük tarafı da vardı. Barrot “Suriye'nin kuzeyinde silahlar susmalı” diyerek Türkiye’yi iğneledi. “Fransa'nın müttefiki olan Kürtler için siyasi çözüm bulunmalı” dedi. Baerbock da “Kürtler için güvenlik garantisi şart” ifadelerini kullandı. Barrot ayrıca Suriye’deyken Mazlum Abdi ile telefonda görüşüp durumu ele aldı. Yine de dinamik bir süreç ve Trump’tan kaynaklı belirsizlik var; henüz hiçbir taraf için hiçbir şey garanti değil.
 

***

 

Colani’nin bagajı dopdolu. Bu da tepesindeki efendi sayısını artırıyor. Koşullu olarak aralanmış batı kapısının kapanmasını göze alamaz. Uluslararası toplumda peşinen oluşan esnekliği korumak zorunda. İşin doğrusu Colani kadar Erdoğan’ın da bu esnekliğin korunmasına ihtiyacı var. Aksi halde tecrit edilen, yaptırım kıskacına alınan ve parya muamelesi gören bir Suriye, Türkiye’nin başına patlayacaktır. Şam’da hezimet iç çatışmaya ve dış müdahalelere davetiye çıkartacaktır.
Amerikalılar hedefledikleri Suriye’de Kürtlere pivot bir rol biçiyor. İsrail de müteşekkir olduğu selefi-cihatçı geçlerin yarınından emin olamadığı için Suriye’de Kürtleri ‘müttefik’ belliyor.
Colani’nin ‘temiz kâğıdı’ alabilmek için eğildiği aktörlerin talepleri Suriye’yi dört ucu bir araya gelmez bir bohçaya dönüştürüyor. Türkiye ve ABD, SDG ile ilgili zıt planlarla geliyor. AB ortaklık için Rus üslerinin kapatılması şartını dayatıyor. Batı bloku İsrail için güvence arıyor. Para kasası Körfez ya da komşular ‘cihatçı devrim’ ihraç edilmeyeceğinden emin olmak istiyor. Katar 2010’da İran ve Rusya’ya takılmış doğalgaz boru hattı projesine dönmeyi umuyor. Ankara askeri üs edinmek ve deniz yetki alanları anlaşması yaparak Doğu Akdeniz’de denklemi lehine çevirmeyi hedefliyor. Kimi komşular “Aman Suriye’nin yeri Arap kalbidir, İranlılar gitti şimdi Türkler Şam’ın efendisi kesilmesin” diyor.
Bu şekilde bohça birbiriyle çatışan ve çakışan taleplerle dolu.
Colani’nin yaptığı hem içeriye hem dışarıya güvenceler vermek. Eli mahkûm. Fakat kilidi açacak anahtar herkesi içine alan bir geçici hükümet, temel hak ve özgürlükleri garanti altına alan bir anayasa, özgür seçimler ve nihai olarak demokratik sisteme geçiştir. Bu yolu açabilmek için evvela Şam’a taşıdığı ya da vilayetlere dağıttığı tekfirci-selefi kadroları tornadan geçirmesi ya da elimine etmesi lazım. Ki bu tür bir iştigal Colani’yi kendi adamlarının gözünde ‘mürted’ yapar. Böyle bir işe girişir mi bilemeyiz ama kolay değil. Beri tarafta Kürtler ve Dürzileri sisteme katmadan coğrafi bütünlüğü sağlayamaz. Alevilere karşı düşmanlık sürerse sahil huzur bulamaz. Çıkış için Şam’ın yeni efendilerinde olmayan bir kuşatıcılık gerekiyor. Farklı bir yoldan ülkeyi toparlamaya kalkışırlarsa bu otoriter bir rejimin inşasını gerektirir ki bunun garanti edeceği tek şey iç savaş ve parçalanmadır. HTŞ’yle Şam’a yürüyenler bir noktadan sonra HTŞ’siz Şam için yeni savaşlara girişmek zorunda kalabilir.
Erdoğan "Suriye'de yeniden bir güneş doğuyor" diye umut pompalıyor. Hava hala karanlık; gecenin ne kadar süreceği de meçhul. Suriye HTŞ’nin elinde kalırsa güneş ebediyen batmış demektir.
 

gazeteduvar