کارگر

کارگر

BAE, Şam ile Washington arasında arabuluculuk yaparak Beşşar Esad'a, İran'dan ve direniş ekseninden uzaklaşması halinde Sezar yaptırımlarının 20 Aralık'ta uzatılmayacağını vaat etti. Ancak bu vaatlerin gerçekleşmemesi Esad hükümetinin düşmesine neden oldu.
 

8 Aralık 2024, Suriye'nin yakın tarihinde önemli bir gün oldu. 54 yıllık Baas Partisi ve Esad ailesinin Suriye'nin tarihi toprakları üzerindeki siyasi hakimiyetinin ardından, teröristler yalnızca 10 gün içinde Halep, Hama, Humus, Dera ve nihayet Şam’ı ele geçirerek, Londra’da eğitim almış göz doktorunun siyasi kariyerine son verdiler. Şam'ın düşmesiyle birlikte tüm devlet ve askeri merkezler teröristlerin kontrolüne geçti. Suriye Başbakanı ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2254 sayılı kararı doğrultusunda yeni bir anayasa ve Suriye’nin gelecekteki yöneticisini belirlemek için özgür seçimler düzenleneceği vaadinde bulundu.

TASS Devlet Haber Ajansı’nın bildirdiğine göre, Beşşar Esad ve ailesi Moskova’ya giriş yaparak Rusya’dan siyasi sığınma aldı. İsrail Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi ise, Suriye’ye yönelik saldırının başlatılacağını resmen açıklayarak, savaşın Suriye'ye genişlemesi için uygun koşulların oluştuğunu duyurdu. Bu gelişmelerin ardından birçok gözlemci ve uzman şu soruları sormaya başladı: Silahlı muhalifler nasıl oldu da Suriye ordusunun veya halkının en ufak bir direnişiyle karşılaşmadan başkente doğru ilerleyerek Şam’ı ele geçirebildi? Neden tarih tekerrür etmedi ve bu kez Esad iktidarda kalmayı başaramadı?

Esad neden Direniş’ten yardım istemedi?

İdlib vilayetindeki Suriyeli muhaliflerin hareketliliği bir yandan, Suriye ordusunun çeşitli cephelerdeki zayıf durumu diğer yandan, geçen ay İranlı askeri komutanlardan oluşan bir grubun Şam’a giderek bu Arap ülkesindeki gelişmelere dair uyarılarda bulunmasına yol açtı.

Güvenlik birimlerinden elde edilen bilgiler, İdlib’deki teröristlerin geniş çaplı eğitim faaliyetlerine ve saldırı ile savunma amaçlı çeşitli silahlarla donanım çalışmalarına başladığını gösteriyordu. Bu durum, İran’ın danışmanlık birimlerini kuzeybatı Suriye’deki gelişmelere karşı daha hassas hale getirdi ve İdlib çevresinde Direniş’in askeri birimlerini yeniden canlandırma ve güçlendirme arayışına itti. Ancak bu çabanın gerçekleşmesi, Beşşar Esad’ın onayını gerektiriyordu.

Suriye’deki son gelişmeler, ülkenin ekonomik ve sosyal sorunlarının giderek derinleştiğini ve Beşşar Esad hükümetinin bu sorunlarla başa çıkmakta yetersiz kaldığını gözler önüne serdi. İranlı yetkililerin son Suriye ziyaretlerinde, halkın artan hoşnutsuzluğunun ve hükümetin altyapı ile ekonomik krizlere çözüm üretmedeki başarısızlığının boyutları daha da netleşti.

Son aylarda, özellikle Esad’ın geleneksel destekçileri arasında sayılan Süveyda eyaletinde, kıtlık, kamu hizmetlerinin yetersizliği ve yerel para biriminin değer kaybı nedeniyle geniş çaplı protestolar düzenlendi. Bu durumun diğer bölgelerde de benzer şekilde hissedildiği belirtiliyor. Bütün bu faktörler İranlı yetkililerin, “sadık bir müttefik” olarak,  Suriye hükümetinin askeri, ekonomik ve kamuoyu cephelerinde karşılaştığı zorlukları açıklamasına ve  bu zorluklarla başa çıkmanın gerekliliği konusunda uyarıda bulunmalarına neden oldu.

Suriye'nin meşru devlet başkanı, İranlı yetkililere resmi bir yardım talebi göndermek yerine, yeni dostlarından gelen teklifleri değerlendirmeye karar verdi. Zaman akışı bu kararın yanlış olduğunu ve politikacıların Ortadoğu'da hata yapma lüksü olmadığını gösterdi.

İran’dan uzaklaşma ve yeni dostların vaatleri

Ancak Beşşar Esad, İran’ın iyi niyetli uyarılarına rağmen, mevcut sorunların çözümü için herhangi bir adım atamayacağını açıkça belirtti. Ayrıca, terörist grupların geniş çaplı bir savaş başlatacak kapasitede olmadığını ve birbirleriyle çatışmaya gireceklerini iddia etti. Bu yanlış analiz, bilgi eksikliğinden veya iç cephedeki duruma güvenmekten ziyade, İran’ın Suriye üzerindeki etkisini azaltmaya yönelik bir bahane olarak yorumlandı.

BAE, Şam ile Washington arasında arabuluculuk yaparak Beşşar Esad'a, İran'dan ve direniş ekseninden uzaklaşması halinde Sezar yaptırımlarının 20 Aralık'ta uzatılmayacağını ve Suriye’nin “Petro-dolarlara” ve ekonomik projelere ev sahipliği yapacağını vaat etmişti. Ancak bu vaatlerin hiçbiri gerçekleşmedi ve Esad hükümetinin düşmesine neden oldu.

Esad’ın söylemindeki değişim ve İran’ın uyarılarına kayıtsız kalması, diğer bölgesel ve uluslararası aktörlerden gelen cazip vaatlerin etkisini ortaya koydu. Suriye hükümeti, ekonomik sorunları çözmek ve savaş sonrası yeniden yapılanmayı hızlandırmak adına İran’dan uzaklaşarak ABD ve muhafazakâr Sünni ülkelerle yakınlaşma yolunu tercih etti. Görünen o ki, Halep vilayetine yönelik terör hareketinin ilk günlerinde bazı ülkeler Esad hükümetine yardım sözü vermişti ancak bunların hiçbiri 8 Aralık'a kadar gerçekleşmedi.

Reuters’a göre, BAE, Şam ile Washington arasında arabuluculuk yaparak Beşşar Esad'a, İran'dan ve direniş ekseninden uzaklaşması halinde Sezar yaptırımlarının 20 Aralık'ta uzatılmayacağını ve Suriye’nin “Petro-dolarlara” ve ekonomik projelere ev sahipliği yapacağını vaat etmişti. Ancak bu vaatlerin hiçbiri gerçekleşmedi ve Esad hükümetinin düşmesine neden oldu.

Ortadoğu’da hata yapma lüksü yok

Teröristlerin savaş makinesinin İdlib'den harekete geçmesiyle İran İslam Cumhuriyeti, bu kez Beşşar Esad ile en üst düzeyde temasa geçti ve Tahran'ın Şam'a tam destek vermeye hazır olduğunu söyledi. İran'ın bu teklifine yanıt olarak Esad, silahlı muhalefetle savaşın cephesinde kontrolü olmadığını açıkça söyledi ve İran silahlı kuvvetlerinin Suriye savaşına girmesine ilişkin kararı Tahran'a bıraktı! Diğer bir deyişle Suriye'nin meşru devlet başkanı, İranlı yetkililere resmi bir yardım talebi göndermek yerine, yeni dostlarından gelen teklifleri değerlendirmeye karar verdi. Zaman akışı bu kararın yanlış olduğunu ve politikacıların Ortadoğu'da hata yapma lüksü olmadığını gösterdi.

Suriye devlet başkanının "olumsuz cevabına" rağmen İran silahlı kuvvetleri "hazır" durumdaydı ve Şam’dan "yeşil ışık" aldıktan sonra savaş cephelerine hareket etmeleri bekleniyordu. Son saatlerde de Esad'la temasa geçildi ve (belki de) son kez İran'ın Suriye sahasına girmeye ve denklemi Şam lehine değiştirmeye tam hazır olduğundan bahsetti. Sonuçta, Beşşar Esad'ın hazırlıksızlığı, ordunun zayıf performansı ve yaygın halk memnuniyetsizliği, İranlı yetkililerin Suriye'deki gelişmelerle ilgili saatlerce süren istişare ve müzakerelerin ardından “Bu kez İran'ın Beşşar Esad'a askeri yardım yapmasının koşulları mevcut değil! sonucuna varmasına yol açtı.

Sonuç

Suriye'nin direniş ekseni döngüsünden (geçici olarak) çekilmesiyle birlikte bu cephenin farklı tarafları arasındaki bağlantı bazı "ama- eğerlerle" karşı karşıya kaldı. Özellikle Hizbullah savaşçılarına silah sevkiyatı ilgili olarak bu konu giderek daha fazla gündeme geliyor. Bölgedeki güncel gelişmelerin hızı ve ABD, İsrail ve muhafazakar Sünni ülkeler arasındaki koordinasyon, Kuzey Gazze'nin jeopolitiğini ve "güç dengesini" İbrani-Arap-Batı ekseni lehine değiştirmeye yönelik yıllardır plan yapıldığını gösteriyor. Ancak "oyun" henüz bitmedi!/mehr

Salı, 10 Aralık 2024 16:30

Batı Asya’da Yeni Bir Dönem

 
Hem batıl cephesi hem de hak cephesi için Batı Asya bölgesinde yeni bir dönem başlıyor.
Şimdiye kadar gelinen noktayı özetlersek;

1-Direniş cephesinin başarıları;

-Direniş cephesi siyonist rejimin yayılmacı planını engelledi,

-ABD ve emperyal gücün BOP projesini sekteye uğrattı, bu konuda Müslümanları uyandırdı.

-Filistin davasının tek savunucusu rolünde hiçbir beklentisi olmadan fedakarlık yaparak direnişi canlı tuttu.

-Siyonist rejimin gerçek yüzünü dünya halklarına gösterdi.

-Dünya halklarının uyanışını sağlayıp zulme ve katliama karşı seslerini yükseltmelerini sağladı.

-Siyonist cephenin dokunulamaz ve yenilemez tabusunu yıktı.

-Zulme ve sömürüye karşı mücadelede mümin ve mustazaflara cesaret kazandırdı.

-En önemlisi zulme, adaletsizliğe, sömürüye ve işgallere karşı direniş ruhunu ihya etti.

Netice olarak; Ya İran küresel emperyalist/siyonist cephenin en azından Batı Asya kolunu koparıp sakat bırakacaktı, fırsat gelmişken siyonist rejime Gazze ve Lübnan’a dokunamayacak şekilde bir ders verecekti ki, şimdilik bu gerçekleşmedi.

Veya Küresel siyonist güç İran'ın batı Asya coğrafyasındaki kollarını kesip zayıflatacaktı ki, bunu geçici olarak başardı denilebilir. Direniş cephesinin bu başarıları uluslararası sulta sistemi tarafından tahammül edilemezdi elbet ve bunun için her türlü komploya, entrikaya başvurmaktan çekinmediler.

2- Mevcut durumda;

Direniş cephesi, siyonist cepheyi korku ve endişeye sürüklüyorsa hala güçlüdür demektir. Hala caydırıcılık özelliğini koruyorsa gücünden bir şey kaybetmemiştir denilebilir.

Ama siyonist cepheyi korkutamayacak duruma gelirse gücünü kaybetmiş demektir. Her savaşçı zaferlerinden sonra biraz yorgun düşer. Direniş cephesi motivasyonunu koruduğuna göre sadece savaştan yorgun çıkmış olarak tanımlanabilir.

Siyonist cephe sulta sisteminin temsilciliği ve desteğinde işlemiş olduğu katliamları, soykırımı, terör ve işgalleriyle başarılı olduğu görünümü verse de hakikatte yenilen taraftır; batıl cephesi bazen nisbi ve zamansal başarı elde edebilir ama asla mutlak galibiyet elde demez.

Bu zamansal ve nisbi başarılar batıla mühlet, müminlere de ibret ve öze dönüş işaretidir.

Suriye’de direnişin sekteye uğratılması ve direnişe destek veren rejimin devrilmesi; Lübnan ve Filistin/Gazze mücadelesinde onlara yardım ulaştırılamaması yeni sürecin başlangıcıdır.

3- Yeni Aşama

Suriye’de rejimi devirerek adaletli bir devlet kurma iddiasında bulunanlar yanılıyorlar; Suriye’de savaş asla bitmeyecek, daha uzun yıllar sürüp gidecek bir süreç başlıyor.  Çünkü Emperyal koalisyonun uzantıları arasında iktidar, toprak, güç/nüfuz kavgası ve çıkar çatışması başlaması kaçınılmazdır.

Çeşitli tonlardaki selefi kesimler ve laikler bir taraftan, Araplar, Türkmenler ve Kürtler diğer taraftan Suriye ganimetini paylaşmada şiddetli çatışmalar başlatacaklar.

ABD Suriye’de istediğini aldı; Direnişi Suriye güzergahında devre dışı bıraktı,  “Suriye Kürt Devletini“ kurdu ve Esad rejiminin devrilmesiyle de resmileştirdi. Diğer taraftan asıl hedef olan Siyonist rejimin güvenliğini bir süreliğine de olsa sağlamış görünüyor.

4- Yeniden yapılanma

Direniş cephesinin yeniden yapılanması ve zuhur sürecinde atılması gereken atımları sabırla atması gerekir;

- Ülke eksenli değil hedef/ilke eksenli stratejiler belirleme süreci başlatılmalıdır.

- Öze dönüş ve iç temizlik; nerede hata yapıldı, kimler istikamet gösteremedi, zaaf noktalarının tespiti vb.

- Hedef değişmese de yeni strateji ve yeni mücadele yöntemi belirlenmesine ihtiyaç vardır,

- İç yapılanma; Sağlam temeller ve liyakatli kadrolar oluşturulması, sadakat ve fedakarlık ruhunun ihyası, sabır ve sebatla ümitlerin takviye edilmesi.

- Küresel adalet devleti projesinin mukaddimesi, zeminini hazırlama çabaları artırılmalı daha somut ve daha akılcı adımlar atılmalıdır.

Sabahattin Türkyılmaz

Otorite boşluğundan yararlanan İsrail, son 4 gündür yaptığı saldırıda 250'den fazla hedefi vurdu. Başbakan Netanyahu, Golan Tepeleri'ndeki 400 kilometrekarelik bir bölgenin savunma amaçlı 'geçiçi' olarak işgal edileceğini açıkladı.


israil'in son günlerde güneyinden kuzeyine Suriye'yi bombardımana tutması ardından birçok kişi hayatını kaybetti. Savaş uçaklarının 250'den fazla hedefi vurduğu açıklanırken, saldırıların askeri üsler, hava üsleri, havaalanları, gemiler ve mühimmat depolarına gerçekleştirildiği bildirildi.

Kimyasal silah üretimine karıştığı iddia edildiği için yaptırım uygulanan Suriye Araştırma Merkezi'nin ofisi de saldırıya uğradı.

Bunun dışında, İsrail'in tanklar ile de Golan Tepeleri'nde işgale devam ettiği ve Şam'a sadece 20 kilometre uzakta olduğu açıklandı.

Yasa dışı şekilde ihlak ettiği Golan Tepeleri'nde sınırlarını genişleten İsrail, 'çöken Esad hükümetinden kalan grupların Lübnan'a gitmesini engellemek' bahanesi ile son günlerde çok güçlü bir şekilde ülkeye saldırılar gerçekleştiriyor.

Siyonist İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Pazar günü yaptığı açıklamada, İsrail güçlerinin Suriye topraklarındaki yaklaşık 400 kilometrekarelik bir silahsızlandırılmış tampon bölgeyi kontrol altına almaya çalıştığını söyledi.

Golan Tepeleri ile Suriye arasındaki tampon bölge, 1973 Orta Doğu savaşı sonrasında Birleşmiş Milletler tarafından oluşturuldu. O zamandan beri yaklaşık bin 100 kişilik bir BM gücü bu bölgeyi devriye ile koruyor.

İsrail, Şam'a yaklaşıyor. Hava baskınlarıyla da ülkenin tüm askeri altyapısını yerle bir ediyor. Netanyahu, Golan işgalinin 'sonsuza dek' süreceğini söylerken, Tel Aviv de Suriye'nin kuzeydoğusunda bir PKK devleti kurulması için bastırıyor, konu artık her gün İsrailli yetkililerin ağzında.


İsrail, Suriye'yi bombalamaya ve ülkenin içlerine doğru ilerlemeye devam ediyor. Pazartesi günü Şam'a 40 km. mesafede bulunan işgal güçleri gece saatlerinde başkentin yaklaşık 25 km. güneybatısında mevzilendi. Salı sabahı ilerleyişini sürdüren İsrail tankları artık Rif Şam iline bağlı Katana ilçesine üç, başkente de sadece 15 ila 20 km. uzaklıkta. İşgal güçleri bu yeni konumda, Lübnan'ı Suriye'den ayıran Kalamun Dağları boyunca yer alan Suriye askeri üslerine girdi. Ayrıca şu ana kadar stratejik tepeler ve en az dokuz kasaba ele geçirildi. Herhangi bir engelle karşılaşmadan parkta yürür gibi ilerleyen İsrail ordusunun nereden duracağı belirsiz.

'TARİHİN EN BÜYÜK SALDIRILARINDAN'
 
Hava saldırıları da pazartesi akşamı ile salı sabaha karşı kaldığı yerden devam ederek Şam hükümeti düştüğünden beri 300 sortiyi aştı. Suriye'nin askeri hava, kara ve deniz altyapısı çökertildi. İsrail Ordu Radyosu'na konuşan bir güvenlik kaynağı Suriye'ye yapılan hava saldırıları hakkında “Bu, Hava Kuvvetleri tarihindeki en büyük saldırılardan biridir.” dedi. Kamu yayıncısı KAN, “ordunun tanklardan füzelere Suriye ordusundan geriye kalan her şeyi yok etmeye” odaklandığını söyledi. Kanal 12 de “silahlar imha edilince Suriye'de kimin iktidarda olacağının bir önemi kalmayacak.” değerlendirmesinde bulundu.

NE VAR NE YOK İMHA EDİLDİ
Şam'dan Humus'a oradan batıda Lazkiye'ye, Hama'ya, doğuya doğru Rakka'ya ve kuzeyde Kamışlı'ya kadar uzanan hava baskınlarında radarlar, silah depoları, havaalanlarındaki savaş uçakları (Rus MIG ve Sukhoylar), helikopterler, savunma sistemleri ile tanklar imha edildi; askeri üretim tesisleri, lojistik noktaları, araştırma tesisleri, askeri havalimanları ve üslere ağır hasar verildi. İsrail savaş jetleri ve SİHA'lar Suriye'yi bombalarken, aynı kara harekatında olduğu gibi, en ufak bir direnişle karşılaşmadı. İsrail, Suriye'nin tüm askeri altyapısını yok ederek, hem PKK/YPG'yi koruyor hem de devam eden işgalini kolaylaştırıyor, işgal ettiği yerlere yönelik gelecekte bir tehdit oluşması olasılığını ortadan kaldırıyor.

DONANMAYI DA VURDULAR
Reuters, İsrail Hava ve Deniz Kuvvetlerinin birkaç Suriye askeri gemisini ana limanlarında batırdığını, Suriye donanma filosunu yok etmek için gece boyunca büyük çaplı bir operasyon yürüttüğünü bildirdi.İsrail ordusu "Deniz Kuvvetlerine ait füze gemileri, Mina el-Beyda bölgesinde ve Lazkiye limanında deniz-deniz füzesi taşıyan çok sayıda Suriye donanma gemisini imha etti." açıklamasında bulundu.

'SONSUZA DEK GOLAN'DAYIZ'
Binyamin Netanyahu pazartesi akşamı 99 gün sonra bir basın toplantısı düzenledi. “Söz verdiği gibi” Orta Doğu'nun “çehresini değiştirdiğini” öne sürdü. İşgal altındaki Golan Tepeleri'nin “sonsuza dek” İsrail'in “ayrılmaz bir parçası” olacağını iddia etti. Ordu'ya Suriye'deki Hermon Dağı da dahil olmak üzere “tüm erişim noktalarını devralma” talimatı verdiğini kaydetti. İsrail'in güvenliğinin “sadece Golan'ın etekleri değil, tümü kontrol altına alınırsa” sağlanabileceğini savundu. Ayrıca Donald Trump'a 2019'da Golan'ın üçte ikisinin İsrail tarafından ilhakını tanıdığı için teşekkür etti.

İsrail'in "kendisine dayatılan varoluş savaşında" düşmanlarını "adım adım" yendiğini ileri süren Netanyahu, Beşar Esad Suriye'sini "İran'ın kötülük ekseninin merkezi unsuru", "İran terörünün ileri karakolu" ve Hizbullah'a giden silah hattı olarak tanımladı. HTŞ'nin operasyonun başarıya ulaşmasında Tel Aviv'in katkılarını bir kez daha hatırlattı ve "Bizimle işbirliği yapan büyük kazanç elde eder. Bize saldıran büyük kayıp yaşar." diye ekledi.

BÖLÜCÜLÜK BAKANI ÇOK ETKİN
Bir gün önce Suriye'de federal devlet çağrıları yapan ve PKK/PYD'nin koruyuculuğuna soyunan Dışişleri Bakanı Gideon Sa'ar pazartesi akşamı X platformunda şu paylaşımda bulundu: “Avrupa Birliği Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas ile görüştüm. Suriye'deki durumu, oradaki azınlıkların korunmasının önemini ve Suriye'nin geleceğini ele aldık. İran hakkında da konuştuk ve nükleer programının bölge ve dünya için oluşturduğu tehlikeyi vurguladım. İsrail, çalkantılı Orta Doğu'da güç ve istikrarın temel direğidir ve öyle kalacaktır. Kallas'a güvenliğimizi sağlamak üzere attığımız adımları anlattım.”

Sa'ar pazartesi sabahı yaptığı açıklamada da şu şekilde konuşmuştu: “Tüm bölge üzerinde etkili kontrol ve egemenliğe sahip tek bir Suriye devletini düşünmek gerçekçi değil. Mantıklı olan, Suriye’deki azınlıklar için özerklik ve belki de federal yönetim aramaktır.”

'KAHRAMAN'DAN' KÜRT DEVLETİ VURGUSU
İsrail Ordu Radyosu da pazartesi günü emekli Tümgeneral Noam Tibon'ın şu sözlerini aktardı: “İsrail Suriye'de bir Kürt devleti kurmakla ilgileniyor.” İsrail basını, Tümgeneral Tibon'u 7 Ekim 2023'te meydana gelen Aksa Tufanı Operasyonu'na silahlı müdahalede bulunmasından ötürü “kahraman” olarak anıyor.

GOLAN 'EN ÖNEMLİ KALE'
İsrail ordusu salı günü “Birlikler Suriye tampon bölgesinde ve stratejik Hermon Dağı'nda ihtiyaç duyulduğu sürece kalacak.” dedi. İsrailli emekli savaş pilotu Naftali Hazoni, Suriye'nin en yüksek dağı olan ve zirvesi 2 bin 814 metreye ulaşan Hermon Dağı'nın işgalinin ardında yatan stratejik nedenleri anlattı.

Hazoni, dağı “bölgedeki en önemli kale” olarak tanımlıyor ve şöyle devam ediyor: “Geçmişte İsrail radarları önemli bir kör noktadan muzdaripti; Meron Dağı'ndaki konumlarından Hermon Dağı'nın ötesini ve Lübnan'ın bazı bölgelerini göremiyorlardı. İran'ın alçaktan uçan İHA'ları bu zayıflıktan faydalanarak İsrail'e defalarca sızdı.”


FAYDALARI SAYMAKLA BİTMEZ
İsrail'in radarları bu noktadan hem Suriye hem de Lübnan'ın içlerini görebilecek ve alçaktan uçan jet ve İHA'lara karşı erken uyarı sağlayacak. Eski askere göre İsrail istihbaratı da zirveye sensörler yerleştirerek gözetleme yapabilir ve düşman iletişimini engelleyebilir. Hazoni gözlemlerini şöyle sürdürüyor: “Dağlar aynı zamanda İsrail'in özel kuvvetleri ve casusları için de mükemmel bir siper oluşturuyor; artık Suriye'ye daha rahat girebiliyor ve karanlıkta görev yapabiliyorlar.”

Başkentteki Mezzeh üssünde imha edilmiş bir askeri helikopter, 9 Aralık.
Bölgenin ele geçirilmesiyle ayrıca Hizbullah'ın silah tedarik yollarının da kesildiğini kaydeden Hazoni değerlendirmesini şu şekilde noktalıyor: “İster DEAŞ, ister HTŞ, ister İran ya da Hizbullah olsun, bize doğru ilerleyen düşman bir güç artık İsrail'in İHA, füze ve lazer güdümlü bombalarının insafına kalacak.”

Pazartesi, 09 Aralık 2024 19:36

Esad Yönetimi Nasıl 10 Günde Devrildi?

 "Sürpriz saldırı", "sürpriz sonuç"... Dünya kamuoyu, 10 günde yaşananları böyle anıyor. Ancak ayrıntılar, ne saldırının ne de sonucun sürpriz olmadığına işaret ediyor.
 

8 Aralık 2024 tarihi, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmesiyle birlikte, bölge ve dünya açısından bir dönüm noktası oldu.

27 Kasım’da başlayan saldırılar, 10 günde iktidarın devrilmesiyle sonuçlandı.

“Son söz, savaş alanında söylenecek.”

Çok tekrarlandı bu iddia. Özellikle direnenler, sık sık hatırlattı.

Ama Suriye’de son söz, savaş alanında söylenmedi.

Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan 10 günlük savaşın son sözü, henüz savaş başlamadan söylenmişti.

Sahada, askeri olarak ne yaşandı?

Saldırı kimler için sürprizdi? Kimlerin öncesinde haberi vardı?

Heyet Tahrir’uş Şam (HTŞ) bu beklenmedik başarıyı kazanacak noktaya nasıl geldi?

* * *

23 Kasım günü Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara’da bir grup gazeteciyle buluştu. Gündemdeki konu, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye’ye taşındığına dair iddialardı.

Fidan bu iddiayı reddetti. Ardından Suriye konusu açıldı. AKP hükümeti Suriye’yle normalleşme süreci başlatmak istemiş ama çabalar sonuçsuz kalmıştı.

Fidan, önce şu tespiti yaptı: “Bizim saldırganlık veya işgal gibi bir derdimiz yok. Rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan konularla ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor.”

Daha sonra şunları ekledi: “Tabii bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapıcı yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka türden adımları zamanı geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.”

Fidan, önce “Esad yönetimi saldırganlık veya rejim değişikliğine gitmeyeceğimize çok güvendiği için alarma geçmek bir yana harekete geçmiyor” demeye getiriyor, sonra da “başka türden adımlar” bombasını orta yere bırakıyordu.

Bu sözler, HTŞ öncülüğünde Suriye’deki İslamcı grupların saldırısının başlamasından 4 gün önceydi. O günlerde kimse bu ifadelerin üzerinde durmadı.

Bugünden geriye bakıldığında, Fidan’ın sözleri tehdit bile değil, “haberiniz olsun” minvalinde bir uyarı olduğu anlaşılıyor.

Çünkü, iddiaya göre, MİT’in 27 Kasım saldırısına dair önceden haberi vardı.

Üstelik, neredeyse üç ay önceden.

* * *

“Arap Baharı” denilen süreç Suriye’de emperyalizm eliyle bir silahlı müdahaleye dönüştüğünden beri, “Suriye muhalefeti”ni dünyaya pazarlamaya çalışan gazeteciler oldu. Bazıları, birkaç yıldır, özellikle HTŞ konusunda uzmanlaştı.

Üstelik, bir avantajları vardı. El Kaide kökenli HTŞ, El Kaide’den koptuktan sonra, eski şemsiye örgütünün katı tavrının aksine yabancı araştırmacı ve gazetecilere koruma sağlayacağını açıklamıştı. “HTŞ uzmanı” batılılar, İdlib’te birinci elden araştırmada bulunuyor, bilgi topluyor, mülakat yapıyordu.

Bu isimlerden biri, Charles Lister, 3 Aralık’ta, yani silahlı çeteler Halep’i almış ve Hama’ya doğru ilerliyorken, bu “sürpriz saldırı”nın aslında pek de sürpriz olmadığını yazdı.

HTŞ’nin başını çektiği 10 örgüt bir ortak operasyon odası kurmuş ve Halep’e saldırıyı Eylül ayı başında planlamaya başlamıştı. Adı “Saldırganlığı Önleme” konulan operasyon, İdlib’i düzenli olarak vuran, Halep’in batısındaki topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu. Ekim ayının ortasında yapılacaktı.

Lister’ın bu koalisyondaki kaynaklarından aldığı bilgiye göre, plan MİT’e sızdırıldı—ki bu, hem bu yazıda hem de dizimizin ikinci yazısında ayrıntılarıyla ele alacağımız üzere, MİT’in hem operasyon odasındaki diğer örgütlerle hem de HTŞ’yle olan ilişkisi düşünüldüğünde hiç şaşırtıcı değil.

Zaten plan, “mutlak bir gizlilikle” de yürütülmüyordu. Eylül başında kararın alınmasının ardından bu 10 örgütün bulunduğu “Askeri Operasyonlar Kumandanlığı” hem “Saldırganlığı Önleme” operasyonunun sosyal medya kampanyasının hazırlıklarının yapılması için ilgili birimleri hem de HTŞ’nin İdlib’deki “devletimsi” yapısı Kurtuluş Hükümeti’nin Medya Bakanlığı’nı, hatta HTŞ’ye yakın kimi gazetecileri bilgilendirmişti. HTŞ’nin Halep’teki gizli hücreleri de operasyona hazırlanıyordu.

MİT, sürece müdahil oldu. Lister’ın aktardığına göre MİT görevlileri, 10 örgütü kapsayan koalisyonla iki kez İdlib’de, birkaç kez de Türkiye’de bir araya geldi ve operasyon planının ertelenmesini sağladı.

* * *

Kimi başka veriler, İdlib’te Ekim ortası için bir operasyon planlandığından, veya en azından “bir şeylerin pişmekte olduğundan” MİT’ten başka aktörlerin de bilgisi olduğunu düşündürüyor.

14-17 Ekim arasında Himeymim Hava Üssü’nden kalkan Rus uçakları, dört gün boyunca İdlib’i bombaladı. Suriye Ordusu’nun İdlib’deki güçlere karşı ara ara düzenlediği İHA saldırıları, 20 Ekim’den itibaren çok sıklaştı.

Dünya kamuoyu, henüz kopacak yaygaranın kokusunu alamıyordu. Ama sahadaki taraflar, ne ölçüde bildiklerini kestiremesek de, bir şeylerin olacağını biliyordu.

Rusya’nın elindeki bilgilere dair başka ipuçları da var. 27 Kasım’da saldırı başladı, 30 Kasım’da Halep düşmek üzereydi, Suriye devleti ve müttefiklerini destekleyenler şoke olmuş vaziyette niye harekete geçilmediğini sorguluyordu.

Rus devlet ajansı RIA Novosti’nin savaş muhabiri Aleksandr Karçenko, o gün, Rusya’nın Halep’teki birliklerinin niye bir şeyler yapmadığı minvalindeki yakınmalara yanıt verdi. “Oturdular, sessiz kaldılar, saldırıyı püskürtemediler” diyordu:

“Daha bir hafta önce oradaki adamlarımızı ziyaret ettim. Militanların hareketleri ve birikmekte oldukları gereğince kaydedilmiş, hakikati aktaran raporlar üslerine iletilmişti. Rusya’nın sorunu istihbarat görevlileri değil.”

Rusya cephesinde operasyona dair önceden bilgi sahibi olunduğuna dair bir diğer işaret, Türkiye’de ve dünyada hakkında pek konuşulmayan bir Suriyeli muhalif örgüt eliyle ortaya çıktı: Halkın İradesi Partisi.

Aralık 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 2254 Sayılı Kararı benimsedi. Buna göre Suriye devletiyle muhalefetin temsilcileri arasında resmi görüşmeler başlatılacaktı. Muhalefet, çok sayıda örgütün temsilcisinden oluşan “Suriye Müzakere Komisyonu” tarafından temsil edilecekti.

Bu komisyonda bulunan yapılardan biri, “Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu”. Rusya’ya yakın muhalif yapıların oluşturduğu platformun önde gelen unsuru, Suriye Komünist Partisi’nden 2000 yılında kopan bir hizbin 2012’de kurduğu Halkın İradesi Partisi. “Arap Baharı” sürecine destek veren parti, dün Esad yönetiminin yıkılmasının ardından “halkın zaferini kutlayan” bir mesaj yayımladı.

Konumuza dönelim. 27 Kasım günü, yani saldırının başladığı gün, Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu bir basın toplantısı düzenledi ve Moskova’da “muhalefetle rejimin” buluşması çağrısı yaptı. 1 Aralık’ta yayımladıkları bildiride şu ifadelere yer verdiler:

“Biz bu çağrıyı yaptığımız sırada sahadaki son gelişmeler henüz duyulmaya başlanmamıştı, ama belli ölçüde bekleniyordu, aldığımız inisiyatifin sebeplerinden biri de bu gelişmelerdi.”

Bir şeyler pişmekteydi, tarafların haberi vardı, Moskova’da masaya çatal bıçak konuluyordu.

MİT’in haberdar olduğu, Suriye’deki pat durumunu değiştirmesi beklenen bu önemli operasyondan, Türkiye’nin diğer NATO ortaklarının, özellikle de ABD’nin bilgisi olmaması olası görünmüyor.

Nitekim, aksine dair batı basınında son bir haftada çok sayıda haber çıktı. En çarpıcısı, Alastair Crooke’un 2 Aralık’ta söyledikleriydi.

Sözlerin çarpıcı olmasının bir nedeni, Crooke’un kimliği. Crooke eski bir İngiliz diplomat, ancak diplomat kimliği, asıl görevinin paravanıydı. Yaklaşık 30 yıl boyunca İngiliz dış istihbarat servisi MI6’ya hizmet etti. İlk görevlerinden biri, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan teröristlerle, HTŞ’nin öncülü El Kaide’ye silah sağlamaktı. Uzun yıllar Ortadoğu’da çalıştı. Esas görevi, radikal İslamcı örgütlerle batılı devletler arasında köprü kurmaktı. MI6’nın Hamas’la doğrudan temas kuran elemanı olarak, İsrail istihbaratıyla uzun yıllar mesai yaptı.

Crooke’a göre 27 Kasım’da HTŞ öncülüğünde başlatılan operasyonun arkasında NATO ve İsrail vardı. Crooke, operasyon öncesinde hem NATO Genel Sekreteri hem de İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in şefinin Ankara’ya gelerek Türkiye hükümetiyle görüştüğünü, Erdoğan’ın plana onay verdiğini öne sürdü.

soL’un kendi kaynaklarından edindiği bilgiler, Crooke’un çizdiği çerçeveyle uyumlu, ancak bir farkla: Operasyon hazırlık sürecinde Crooke’un eski teşkilatı MI6’nın da aktif rol üstlendiği öne sürülüyor.

Elbette istihbarat örgütlerinin bilgi ve faaliyetlerine dair hakikatin ortaya çıkarılması, hele bu kadar taze bir olayda, pek mümkün değil. Tüm bunların birer iddia veya ipucu niteliğinin ötesine geçmediğini akılda tutmakta fayda var.

Yine de, 10 günlük operasyonda sahada yaşananlar, ancak ortaya konulan çerçeveyle açıklanabilir görünüyor.

* * *

Sahada ne oldu?

10 örgütten oluşan ortak operasyon odası, 27 Kasım Çarşamba günü Halep’e doğru saldırıya geçti. Saldırı, HTŞ’nin eline geçirdiği parçaların montajıyla geliştirdiği “kayser” füzelerinin, Suriye ordusu mevzilerine atılmasıyla başladı. Füzelere, çok sayıda İHA eşlik ediyordu. Bunların önemli bir bölümü, bomba fırlatma kapasitesi olmayan, bizzat kendisini hedefe gidip patlatan “intihar İHA”larıydı.

Bu hamle, HTŞ açısından taktik bir yenilik değildi. Hem 2015’teki ikinci İdlib savaşında hem de 2016’daki güney Halep saldırısında örgüt, patlayıcı dolu kamyonları ordu mevzilerine sürüp patlatarak başarı elde etmişti. Taktik eskiydi, ama kullanılan teknolojiler yeniydi. Son dört yıldır HTŞ, hükmettiği İdlib’te askeri kapasitesini artırmıştı—bu başarıda, yabancı güçlerin desteği elbette önemli rol oynadı. HTŞ’nin öyküsünü, bu ayrıntılarla birlikte, yazı dizimizin yarın yayımlanacak ikinci bölümünde aktaracağız.

Füzeler ve intihar İHA’larına gözetleme İHA’ları ve top atışları eşlik ediyor, birlikler Halep’e doğru saldırıya geçiyordu. Bu arada HTŞ ve ortaklarının önceden Halep’e yerleştirdiği hücreler de harekete geçti. Bunlar üç ila sekiz kişiden oluşan birliklerdi. Halep’in batısındaki arama noktalarına saldırılar düzenleyerek, işgalcilerin girişini kolaylaştırdılar.

* * *

Bu arada, niyeyse ayrıntılarına dair hemen hiç ayrıntı çıkmayan bir diğer gelişme oldu. Suriye ordusu ve askeri istihbaratından üst düzey komutanlar, saldırı haberi karşısında toplandı. Bu toplantıya saldırı düzenlendi, en az altı kişi öldü. Ölenlerden biri, İran İslami Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün uzun yıllardır Suriye’de görev yapan isimlerinden Tuğgeneral Kiyumars Purhaşemi’ydi. İran, birkaç cümleden ibaret açıklamasında saldırıyı “tekfirci teröristlerin” yaptığını söyledi ama hiçbir ayrıntı vermedi. Gazeteci Charles Lister da saldırıyı, üç ila sekiz kişilik uyuyan hücrelerden birinin yaptığını yazdı.

Kent saldırı altındayken, kentin savunmasını yönetecek isimlerin toplandığı, dolayısıyla çok sayıda askerin bulunduğu ve sıkı korunduğu düşünülebilecek bir noktaya dar bir kuvvetle saldırılması, saldırıda altı kişinin ölmesi ve bunlardan birinin İran’ın bölgedeki komutanı olması, olaya dair hemen hiç ayrıntı çıkmaması, soru işaretleri doğuruyor. Sonraki günlerde savaşın gidişatı düşünüldüğünde, Purhaşemi’nin öldürüldüğü saldırının kim tarafından nasıl yapıldığının ortaya çıkarılması, o tarihi 10 günde sahada ne olduğunun anlaşılması bakımından önem taşıyabilir.

* * *

HTŞ ve diğer koalisyon güçleri, ilk 12 saatte Halep’e epey yaklaşmayı başardılar. Hava kararınca, HTŞ’nin bir süredir—acaba kim tarafından?—eğitilmiş ve donatılmış olan 500 kişilik gece muharebe ekibi harekete geçti. Şimdiye dek hava kararınca kısmi ara verilen çatışmalara alışkın Suriye ordusu birlikleri, zaten çok dağınık karşıladıkları ilk saldırının ardından toparlanacak vakti bulamadı.

Ertesi gün, HTŞ ve diğer güçler Halep üzerindeki saldırıyı sürdürürken, kenti Şam’a bağlayan M5 karayolunu da kesmeyi başardı. 29 Kasım’da Halep düştü.

Halep’in düşmesi, şimdiye dek yemeğin kokusunu alamamış herkes tarafından şoke edici hızda yaşanmıştı. Ama asıl şok, HTŞ ve ortaklarının güneye ilerlemeye başlamasıyla yaşandı. Suriye ordusu dağınık bir şekilde geri çekiliyor, hemen hiçbir yerde anlamlı bir direniş ortaya koyamıyordu. Rus uçakları İdlib ve Halep’i bombaladı. Ama HTŞ güçleri, sanki hava saldırısı riski yokmuşçasına Hama’ya da, Humus’a da gündüz gözüyle M5 yolu üzerinde kilometrelerce uzayan askeri konvoylar halinde yaklaşmayı başardı. Suriye ordusunun kimi birlikleri, düzenli olarak çatışma alanlarından uzak durdu. Kimileri, bir süre mevzilerini koruduktan sonra “gelen emirlerin” ardından Şam’a kadar çekildi.

* * *

Savaş boyunca Suriye'nin destekçileri, beklenen desteği bir türlü sunmadı.

Rusya'nın durumunu aktardık. Peki İran? "Şii direniş cephesi"nin ağabeyi bu taarruza hazırlıksız mı yakalanmıştı?

8 Aralık'ta, Esad yönetiminin düştüğünün kesinleşmesinin ardından İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi, katıldığı bir televizyon programında "İran'ın, görülen ve saldırıya hazır eğitimli kuvvetlere ilişkin tüm bilgileri Suriye ordusuna önceden verdiğini" açıkladı.

İranlı bakan şöyle dedi: "İran'ın Suriye'deki askeri varlığı IŞİD'le savaşmak içindi ancak İran'ın hiçbir zaman Beşar Esad için Suriye ordusunun rolünü oynamaması gerekiyordu."

Irakçi, bu ifadeleriyle, yalnızca İran'ın savaşmamasına "Bu Suriyelilerin işi" kılıfı bulmakla kalmıyor, İran'ın Suriye'deki tek düşmanının IŞİD olduğu anlamına çıkan ve böylece HTŞ dahil diğer gruplarla temas zemininin taşlarını döşüyordu.

Esad'ın devrildiği gün, Irak Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, kendilerinin de Suriye'deki hareketlenmelere dair önceden bilgi sahibi olduklarını duyurdu, "operasyon çok iyi planlanmıştı" diyerek, ayrıntılara dahi hakim olduklarını ima etti.

Sonuçta 10 gün boyunca yalnızca Suriye ordusu bir görünüp bir kaybolmuyor, müttefikleri de pek ortalarda gözükmüyordu.

* * *

Savaş, hukuk diliyle söyleyecek olursak, “hayatın olağan akışına uygun” ilerlemiyordu.

Savaşın baş muhatabı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın hali de olağan değildi. Saldırının başladığı gün Esad, Moskova’daydı. Rusya hükümetiyle görüştü. Döndü, 10 gün sonra ailesiyle birlikte yeniden Rusya’ya dönüp siyasi sığınmacı olana kadar bir kez bile Suriye halkına veya uluslararası kamuoyuna seslenmedi.

Kaderini öğrenmiş ve kabullenmiş miydi?

Henüz bilmiyoruz.

Bir büyük anlaşma mı vardı? “Ver Ukrayna’yı al Suriye’yi” diye tokalaşılmış mıydı? Suriye devleti ve ordusunun bir kısmı ikna edilmiş miydi?

Henüz bilmiyoruz.

Kamuoyu için sürpriz olan bu operasyonun, savaşın taraflarınca önceden bilindiğini, son sözün savaş alanında değil, toplantı odalarında söylendiğini anlayabiliyoruz.

Elbette yaşanan sonuçta HTŞ’nin kapasitesi, Esad yönetiminin hata ve sınırları, Türkiye, ABD ve İsrail gibi düşman aktörlerin faaliyetleri, Rusya ve İran gibi ülkelerin kararlarının da büyük etkisi oldu. Bunları ve meselenin başka boyutlarını, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde ele alacağız/sol

Pazartesi, 09 Aralık 2024 19:15

Esad Yönetimi Nasıl 10 Günde Devrildi?

 "Sürpriz saldırı", "sürpriz sonuç"... Dünya kamuoyu, 10 günde yaşananları böyle anıyor. Ancak ayrıntılar, ne saldırının ne de sonucun sürpriz olmadığına işaret ediyor.
 

8 Aralık 2024 tarihi, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin devrilmesiyle birlikte, bölge ve dünya açısından bir dönüm noktası oldu.

27 Kasım’da başlayan saldırılar, 10 günde iktidarın devrilmesiyle sonuçlandı.

“Son söz, savaş alanında söylenecek.”

Çok tekrarlandı bu iddia. Özellikle direnenler, sık sık hatırlattı.

Ama Suriye’de son söz, savaş alanında söylenmedi.

Suriye’de Esad yönetiminin devrilmesiyle sonuçlanan 10 günlük savaşın son sözü, henüz savaş başlamadan söylenmişti.

Sahada, askeri olarak ne yaşandı?

Saldırı kimler için sürprizdi? Kimlerin öncesinde haberi vardı?

Heyet Tahrir’uş Şam (HTŞ) bu beklenmedik başarıyı kazanacak noktaya nasıl geldi?

* * *

23 Kasım günü Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Ankara’da bir grup gazeteciyle buluştu. Gündemdeki konu, Hamas Siyasi Bürosu’nun Türkiye’ye taşındığına dair iddialardı.

Fidan bu iddiayı reddetti. Ardından Suriye konusu açıldı. AKP hükümeti Suriye’yle normalleşme süreci başlatmak istemiş ama çabalar sonuçsuz kalmıştı.

Fidan, önce şu tespiti yaptı: “Bizim saldırganlık veya işgal gibi bir derdimiz yok. Rejim değişikliği gibi bir derdimiz yok. Bunu ortaya koyduğunuz zaman diğer taraf bundan bir alarm vaziyeti üretmiyor. Bölgede geri kalan konularla ilgilenmeye yönelik çalışmalarına devam ediyor.”

Daha sonra şunları ekledi: “Tabii bu çözüm arayışlarının diplomasiyle ve yapıcı yaklaşımla cevap alınamadığı yerde, başka türden adımları zamanı geldiğinde mecburen nasıl atarız ona bakacağız.”

Fidan, önce “Esad yönetimi saldırganlık veya rejim değişikliğine gitmeyeceğimize çok güvendiği için alarma geçmek bir yana harekete geçmiyor” demeye getiriyor, sonra da “başka türden adımlar” bombasını orta yere bırakıyordu.

Bu sözler, HTŞ öncülüğünde Suriye’deki İslamcı grupların saldırısının başlamasından 4 gün önceydi. O günlerde kimse bu ifadelerin üzerinde durmadı.

Bugünden geriye bakıldığında, Fidan’ın sözleri tehdit bile değil, “haberiniz olsun” minvalinde bir uyarı olduğu anlaşılıyor.

Çünkü, iddiaya göre, MİT’in 27 Kasım saldırısına dair önceden haberi vardı.

Üstelik, neredeyse üç ay önceden.

* * *

“Arap Baharı” denilen süreç Suriye’de emperyalizm eliyle bir silahlı müdahaleye dönüştüğünden beri, “Suriye muhalefeti”ni dünyaya pazarlamaya çalışan gazeteciler oldu. Bazıları, birkaç yıldır, özellikle HTŞ konusunda uzmanlaştı.

Üstelik, bir avantajları vardı. El Kaide kökenli HTŞ, El Kaide’den koptuktan sonra, eski şemsiye örgütünün katı tavrının aksine yabancı araştırmacı ve gazetecilere koruma sağlayacağını açıklamıştı. “HTŞ uzmanı” batılılar, İdlib’te birinci elden araştırmada bulunuyor, bilgi topluyor, mülakat yapıyordu.

Bu isimlerden biri, Charles Lister, 3 Aralık’ta, yani silahlı çeteler Halep’i almış ve Hama’ya doğru ilerliyorken, bu “sürpriz saldırı”nın aslında pek de sürpriz olmadığını yazdı.

HTŞ’nin başını çektiği 10 örgüt bir ortak operasyon odası kurmuş ve Halep’e saldırıyı Eylül ayı başında planlamaya başlamıştı. Adı “Saldırganlığı Önleme” konulan operasyon, İdlib’i düzenli olarak vuran, Halep’in batısındaki topçu bataryalarını etkisiz hale getirmeyi amaçlıyordu. Ekim ayının ortasında yapılacaktı.

Lister’ın bu koalisyondaki kaynaklarından aldığı bilgiye göre, plan MİT’e sızdırıldı—ki bu, hem bu yazıda hem de dizimizin ikinci yazısında ayrıntılarıyla ele alacağımız üzere, MİT’in hem operasyon odasındaki diğer örgütlerle hem de HTŞ’yle olan ilişkisi düşünüldüğünde hiç şaşırtıcı değil.

Zaten plan, “mutlak bir gizlilikle” de yürütülmüyordu. Eylül başında kararın alınmasının ardından bu 10 örgütün bulunduğu “Askeri Operasyonlar Kumandanlığı” hem “Saldırganlığı Önleme” operasyonunun sosyal medya kampanyasının hazırlıklarının yapılması için ilgili birimleri hem de HTŞ’nin İdlib’deki “devletimsi” yapısı Kurtuluş Hükümeti’nin Medya Bakanlığı’nı, hatta HTŞ’ye yakın kimi gazetecileri bilgilendirmişti. HTŞ’nin Halep’teki gizli hücreleri de operasyona hazırlanıyordu.

MİT, sürece müdahil oldu. Lister’ın aktardığına göre MİT görevlileri, 10 örgütü kapsayan koalisyonla iki kez İdlib’de, birkaç kez de Türkiye’de bir araya geldi ve operasyon planının ertelenmesini sağladı.

* * *

Kimi başka veriler, İdlib’te Ekim ortası için bir operasyon planlandığından, veya en azından “bir şeylerin pişmekte olduğundan” MİT’ten başka aktörlerin de bilgisi olduğunu düşündürüyor.

14-17 Ekim arasında Himeymim Hava Üssü’nden kalkan Rus uçakları, dört gün boyunca İdlib’i bombaladı. Suriye Ordusu’nun İdlib’deki güçlere karşı ara ara düzenlediği İHA saldırıları, 20 Ekim’den itibaren çok sıklaştı.

Dünya kamuoyu, henüz kopacak yaygaranın kokusunu alamıyordu. Ama sahadaki taraflar, ne ölçüde bildiklerini kestiremesek de, bir şeylerin olacağını biliyordu.

Rusya’nın elindeki bilgilere dair başka ipuçları da var. 27 Kasım’da saldırı başladı, 30 Kasım’da Halep düşmek üzereydi, Suriye devleti ve müttefiklerini destekleyenler şoke olmuş vaziyette niye harekete geçilmediğini sorguluyordu.

Rus devlet ajansı RIA Novosti’nin savaş muhabiri Aleksandr Karçenko, o gün, Rusya’nın Halep’teki birliklerinin niye bir şeyler yapmadığı minvalindeki yakınmalara yanıt verdi. “Oturdular, sessiz kaldılar, saldırıyı püskürtemediler” diyordu:

“Daha bir hafta önce oradaki adamlarımızı ziyaret ettim. Militanların hareketleri ve birikmekte oldukları gereğince kaydedilmiş, hakikati aktaran raporlar üslerine iletilmişti. Rusya’nın sorunu istihbarat görevlileri değil.”

Rusya cephesinde operasyona dair önceden bilgi sahibi olunduğuna dair bir diğer işaret, Türkiye’de ve dünyada hakkında pek konuşulmayan bir Suriyeli muhalif örgüt eliyle ortaya çıktı: Halkın İradesi Partisi.

Aralık 2015’te Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK), 2254 Sayılı Kararı benimsedi. Buna göre Suriye devletiyle muhalefetin temsilcileri arasında resmi görüşmeler başlatılacaktı. Muhalefet, çok sayıda örgütün temsilcisinden oluşan “Suriye Müzakere Komisyonu” tarafından temsil edilecekti.

Bu komisyonda bulunan yapılardan biri, “Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu”. Rusya’ya yakın muhalif yapıların oluşturduğu platformun önde gelen unsuru, Suriye Komünist Partisi’nden 2000 yılında kopan bir hizbin 2012’de kurduğu Halkın İradesi Partisi. “Arap Baharı” sürecine destek veren parti, dün Esad yönetiminin yıkılmasının ardından “halkın zaferini kutlayan” bir mesaj yayımladı.

Konumuza dönelim. 27 Kasım günü, yani saldırının başladığı gün, Suriye Muhalefeti için Moskova Platformu bir basın toplantısı düzenledi ve Moskova’da “muhalefetle rejimin” buluşması çağrısı yaptı. 1 Aralık’ta yayımladıkları bildiride şu ifadelere yer verdiler:

“Biz bu çağrıyı yaptığımız sırada sahadaki son gelişmeler henüz duyulmaya başlanmamıştı, ama belli ölçüde bekleniyordu, aldığımız inisiyatifin sebeplerinden biri de bu gelişmelerdi.”

Bir şeyler pişmekteydi, tarafların haberi vardı, Moskova’da masaya çatal bıçak konuluyordu.

MİT’in haberdar olduğu, Suriye’deki pat durumunu değiştirmesi beklenen bu önemli operasyondan, Türkiye’nin diğer NATO ortaklarının, özellikle de ABD’nin bilgisi olmaması olası görünmüyor.

Nitekim, aksine dair batı basınında son bir haftada çok sayıda haber çıktı. En çarpıcısı, Alastair Crooke’un 2 Aralık’ta söyledikleriydi.

Sözlerin çarpıcı olmasının bir nedeni, Crooke’un kimliği. Crooke eski bir İngiliz diplomat, ancak diplomat kimliği, asıl görevinin paravanıydı. Yaklaşık 30 yıl boyunca İngiliz dış istihbarat servisi MI6’ya hizmet etti. İlk görevlerinden biri, Afganistan’da Sovyetler Birliği’ne karşı savaşan teröristlerle, HTŞ’nin öncülü El Kaide’ye silah sağlamaktı. Uzun yıllar Ortadoğu’da çalıştı. Esas görevi, radikal İslamcı örgütlerle batılı devletler arasında köprü kurmaktı. MI6’nın Hamas’la doğrudan temas kuran elemanı olarak, İsrail istihbaratıyla uzun yıllar mesai yaptı.

Crooke’a göre 27 Kasım’da HTŞ öncülüğünde başlatılan operasyonun arkasında NATO ve İsrail vardı. Crooke, operasyon öncesinde hem NATO Genel Sekreteri hem de İsrail iç istihbarat örgütü Şin Bet’in şefinin Ankara’ya gelerek Türkiye hükümetiyle görüştüğünü, Erdoğan’ın plana onay verdiğini öne sürdü.

soL’un kendi kaynaklarından edindiği bilgiler, Crooke’un çizdiği çerçeveyle uyumlu, ancak bir farkla: Operasyon hazırlık sürecinde Crooke’un eski teşkilatı MI6’nın da aktif rol üstlendiği öne sürülüyor.

Elbette istihbarat örgütlerinin bilgi ve faaliyetlerine dair hakikatin ortaya çıkarılması, hele bu kadar taze bir olayda, pek mümkün değil. Tüm bunların birer iddia veya ipucu niteliğinin ötesine geçmediğini akılda tutmakta fayda var.

Yine de, 10 günlük operasyonda sahada yaşananlar, ancak ortaya konulan çerçeveyle açıklanabilir görünüyor.

* * *

Sahada ne oldu?

10 örgütten oluşan ortak operasyon odası, 27 Kasım Çarşamba günü Halep’e doğru saldırıya geçti. Saldırı, HTŞ’nin eline geçirdiği parçaların montajıyla geliştirdiği “kayser” füzelerinin, Suriye ordusu mevzilerine atılmasıyla başladı. Füzelere, çok sayıda İHA eşlik ediyordu. Bunların önemli bir bölümü, bomba fırlatma kapasitesi olmayan, bizzat kendisini hedefe gidip patlatan “intihar İHA”larıydı.

Bu hamle, HTŞ açısından taktik bir yenilik değildi. Hem 2015’teki ikinci İdlib savaşında hem de 2016’daki güney Halep saldırısında örgüt, patlayıcı dolu kamyonları ordu mevzilerine sürüp patlatarak başarı elde etmişti. Taktik eskiydi, ama kullanılan teknolojiler yeniydi. Son dört yıldır HTŞ, hükmettiği İdlib’te askeri kapasitesini artırmıştı—bu başarıda, yabancı güçlerin desteği elbette önemli rol oynadı. HTŞ’nin öyküsünü, bu ayrıntılarla birlikte, yazı dizimizin yarın yayımlanacak ikinci bölümünde aktaracağız.

Füzeler ve intihar İHA’larına gözetleme İHA’ları ve top atışları eşlik ediyor, birlikler Halep’e doğru saldırıya geçiyordu. Bu arada HTŞ ve ortaklarının önceden Halep’e yerleştirdiği hücreler de harekete geçti. Bunlar üç ila sekiz kişiden oluşan birliklerdi. Halep’in batısındaki arama noktalarına saldırılar düzenleyerek, işgalcilerin girişini kolaylaştırdılar.

* * *

Bu arada, niyeyse ayrıntılarına dair hemen hiç ayrıntı çıkmayan bir diğer gelişme oldu. Suriye ordusu ve askeri istihbaratından üst düzey komutanlar, saldırı haberi karşısında toplandı. Bu toplantıya saldırı düzenlendi, en az altı kişi öldü. Ölenlerden biri, İran İslami Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü’nün uzun yıllardır Suriye’de görev yapan isimlerinden Tuğgeneral Kiyumars Purhaşemi’ydi. İran, birkaç cümleden ibaret açıklamasında saldırıyı “tekfirci teröristlerin” yaptığını söyledi ama hiçbir ayrıntı vermedi. Gazeteci Charles Lister da saldırıyı, üç ila sekiz kişilik uyuyan hücrelerden birinin yaptığını yazdı.

Kent saldırı altındayken, kentin savunmasını yönetecek isimlerin toplandığı, dolayısıyla çok sayıda askerin bulunduğu ve sıkı korunduğu düşünülebilecek bir noktaya dar bir kuvvetle saldırılması, saldırıda altı kişinin ölmesi ve bunlardan birinin İran’ın bölgedeki komutanı olması, olaya dair hemen hiç ayrıntı çıkmaması, soru işaretleri doğuruyor. Sonraki günlerde savaşın gidişatı düşünüldüğünde, Purhaşemi’nin öldürüldüğü saldırının kim tarafından nasıl yapıldığının ortaya çıkarılması, o tarihi 10 günde sahada ne olduğunun anlaşılması bakımından önem taşıyabilir.

* * *

HTŞ ve diğer koalisyon güçleri, ilk 12 saatte Halep’e epey yaklaşmayı başardılar. Hava kararınca, HTŞ’nin bir süredir—acaba kim tarafından?—eğitilmiş ve donatılmış olan 500 kişilik gece muharebe ekibi harekete geçti. Şimdiye dek hava kararınca kısmi ara verilen çatışmalara alışkın Suriye ordusu birlikleri, zaten çok dağınık karşıladıkları ilk saldırının ardından toparlanacak vakti bulamadı.

Ertesi gün, HTŞ ve diğer güçler Halep üzerindeki saldırıyı sürdürürken, kenti Şam’a bağlayan M5 karayolunu da kesmeyi başardı. 29 Kasım’da Halep düştü.

Halep’in düşmesi, şimdiye dek yemeğin kokusunu alamamış herkes tarafından şoke edici hızda yaşanmıştı. Ama asıl şok, HTŞ ve ortaklarının güneye ilerlemeye başlamasıyla yaşandı. Suriye ordusu dağınık bir şekilde geri çekiliyor, hemen hiçbir yerde anlamlı bir direniş ortaya koyamıyordu. Rus uçakları İdlib ve Halep’i bombaladı. Ama HTŞ güçleri, sanki hava saldırısı riski yokmuşçasına Hama’ya da, Humus’a da gündüz gözüyle M5 yolu üzerinde kilometrelerce uzayan askeri konvoylar halinde yaklaşmayı başardı. Suriye ordusunun kimi birlikleri, düzenli olarak çatışma alanlarından uzak durdu. Kimileri, bir süre mevzilerini koruduktan sonra “gelen emirlerin” ardından Şam’a kadar çekildi.

* * *

Savaş boyunca Suriye'nin destekçileri, beklenen desteği bir türlü sunmadı.

Rusya'nın durumunu aktardık. Peki İran? "Şii direniş cephesi"nin ağabeyi bu taarruza hazırlıksız mı yakalanmıştı?

8 Aralık'ta, Esad yönetiminin düştüğünün kesinleşmesinin ardından İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakçi, katıldığı bir televizyon programında "İran'ın, görülen ve saldırıya hazır eğitimli kuvvetlere ilişkin tüm bilgileri Suriye ordusuna önceden verdiğini" açıkladı.

İranlı bakan şöyle dedi: "İran'ın Suriye'deki askeri varlığı IŞİD'le savaşmak içindi ancak İran'ın hiçbir zaman Beşar Esad için Suriye ordusunun rolünü oynamaması gerekiyordu."

Irakçi, bu ifadeleriyle, yalnızca İran'ın savaşmamasına "Bu Suriyelilerin işi" kılıfı bulmakla kalmıyor, İran'ın Suriye'deki tek düşmanının IŞİD olduğu anlamına çıkan ve böylece HTŞ dahil diğer gruplarla temas zemininin taşlarını döşüyordu.

Esad'ın devrildiği gün, Irak Silahlı Kuvvetleri Başkomutanı Sözcüsü Tümgeneral Yahya Resul, kendilerinin de Suriye'deki hareketlenmelere dair önceden bilgi sahibi olduklarını duyurdu, "operasyon çok iyi planlanmıştı" diyerek, ayrıntılara dahi hakim olduklarını ima etti.

Sonuçta 10 gün boyunca yalnızca Suriye ordusu bir görünüp bir kaybolmuyor, müttefikleri de pek ortalarda gözükmüyordu.

* * *

Savaş, hukuk diliyle söyleyecek olursak, “hayatın olağan akışına uygun” ilerlemiyordu.

Savaşın baş muhatabı, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın hali de olağan değildi. Saldırının başladığı gün Esad, Moskova’daydı. Rusya hükümetiyle görüştü. Döndü, 10 gün sonra ailesiyle birlikte yeniden Rusya’ya dönüp siyasi sığınmacı olana kadar bir kez bile Suriye halkına veya uluslararası kamuoyuna seslenmedi.

Kaderini öğrenmiş ve kabullenmiş miydi?

Henüz bilmiyoruz.

Bir büyük anlaşma mı vardı? “Ver Ukrayna’yı al Suriye’yi” diye tokalaşılmış mıydı? Suriye devleti ve ordusunun bir kısmı ikna edilmiş miydi?

Henüz bilmiyoruz.

Kamuoyu için sürpriz olan bu operasyonun, savaşın taraflarınca önceden bilindiğini, son sözün savaş alanında değil, toplantı odalarında söylendiğini anlayabiliyoruz.

Elbette yaşanan sonuçta HTŞ’nin kapasitesi, Esad yönetiminin hata ve sınırları, Türkiye, ABD ve İsrail gibi düşman aktörlerin faaliyetleri, Rusya ve İran gibi ülkelerin kararlarının da büyük etkisi oldu. Bunları ve meselenin başka boyutlarını, yazı dizimizin sonraki bölümlerinde ele alacağız/sol

Pazartesi, 09 Aralık 2024 19:04

Suriye’den Alınacak Dersler

 Allah’ın Adıyla

 SÜNNETULLAH
 
Yeryüzünde hiç bir gelişme Sünnetullah’ın dışında cereyan etmez. Sünnetullah(tüm kainatı kapsayan ilahi kurallar) haklı haksız her kesim için geçerlidir. Plan kuran, hazırlanan, davası için her türlü sıkıntıyı göğüsleyen, sabırla mücadele eden ve ölüme hazır olan ister mümin olsun ister kafir ister münafık oyunun kurallarına göre hareket etmişse haklı veya haksız davası uğrunda başarılı olur. Tarih bu kuralın örnekleriyle doludur. Her başarılı olan haklı değildir elbet. Ama başarının baş faktörü çabadır, ister hak çizgide olsun ister batıl.


 
NATO OPERASYONU
 
Suriye’de olup bitenler de yukarıda kısaca izah etmeğe çalıştığım kuraldan müstesna değildir. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluklarından biri olan ABD ve onun en önemli sulta aracı NATO dünyanın çeşitli bölgeleri için olduğu gibi Batı Asya bölgesi için de durmadan kısa orta ve uzun vadeli komplo planları yapıp durmaktadır. Bölgemizde olup bitenler, bu cümleden olarak Suriye’de öne çıkan durum da NATO’nun başarıya ulaşan şeytani planlarından biridir. Suriye’deki iktidar değişikliği her ne kadar görünürde terör çetelerinin lehine sonuçlanmış olsa da kesinlikle bir NATO operasyonudur, NATO’nun hanesine yazılacaktır.


 
ZAAF
 
Suriye 2011 yılında başlayan iç savaştan beri askeri ve ekonomik bakımdan durmadan zayıfladı, şehirler harabeye döndü, alt yapı tahrip edildi. Yeniden yapılanmak dış yardımları gerektiriyordu. Durmadan artan ekonomik sıkıntılar altında ordu ve halk içinde yönetime destek azalmaya başladı. Bunu fırsat bilen Amerikan müttefiki zengin Suudi ve BAE krallıkları maddi yardım teklifinde bulundu ve bunu (Arap olmayan!) İran ve müttefiklerinin Suriye’den çıkarılması şartına bağladılar. Beşşar Esad açıkca ilan etmese de tereddüt içinde bu teklifi uygulamaya koydu. Ama bunun bir oyun olduğunu ülkeden kaçmadan ancak kısa süre önce farkedebildi.


 
GAFLET
 
Gaflet, sadece Suriye rejiminin değil müttefiklerinin de gafletidir. İdlip iline saldırı konumunda olan Suriye ordusu Halep ilinde savunma hatları bile oluşturmadı. Astana Süreci üyesi ve aynı zamanda NATO üyesi Türkiye hükümetinin terör çetelerini önleme taahhüdüne inandılar ve savunma tedbirleri almaya ihtiyaç bile duymadılar. Suriye’den çok az sayıda müsteşar dışında uzaklaştırılmış İran güçlerinin eksikliği ve Ukrayna savaşına yoğunlaşmış Rusya’nin desteğinden yoksun kalan Suriye ordu birlikleri herhangi bir ciddi direniş göstermeden şehirlerden geri çekilmeye başladı ve sonunda NATO destekli modern silahlarla donatılmış çetelere yenik düştü.


 
DİRENİŞ CEPHESİ
 
Direniş cephesi Suriye’deki iktidar değişikliği ile İsrail’e komşu, Hizbullah’a destek ve ikmal yolu imkanı tanıyan önemli bir müttefikini kaybetmiştir kuşkusuz. Görünürde ABD-İsrail ve bölgedeki müttefikleri zafer kazanmış olsalar da Direniş Ekseni yenilmemiştir, sadece zayıf iradeli bir bileşeninden arınmıştır. Direniş Ekseninin bu yenilgiden bir takım dersler çıkarması gerekir;
a) Müminler sadece ve sadece Allah’a tevekkül etmeli, maslahatı da Allah ekseninde aramalıdır. Allah çizgisinden sapmalar, uzlaşmacı tavırlar zafere ulaştırmaz.


 
b) Bazı maslahatlar için Rusya örneğinde olduğu gibi işbirliği içinde olduğu ülkelere sulta alanları açmamalıdır. Direniş Cephesi sayesinde Akdeniz’e yerleşme imkanı kazanan Rusya’nın kendi planları doğrultusunda hareket ederek Direniş güçlerini yıllardan beri Suriye’nin çeşitli bölgelerinde İsrail/ABD hava saldırılarına karşı yalnız bırakması görmezden gelinemez. Böyle işbirliklerinin varacağı sonuç böyle olur işte.


 
c) Su uyur düşman uyumaz misali düşman gece gündüz komplo planları kurup dururken mücadeleye ara vermek, tembellik, korkaklık, maslahatçılık, müzakerecilik vb zaaflar Direnişin ruhuna aykırıdır. Düşman hangi ad altında olursa olsun bu gafleti kesinlikle kendi lehine çevirir. İmam Ali’nin(as) buyurduğu üzere; ilk saldıran olmayın ama düşman saldırdıktan sonra mutlaka karşılık verin ve peşini asla bırakmayın.


 
SONUÇ OLARAK
 
Suriye’de eğer bir zaferden söz edilecekse bu NATO piyadelerine değil bizzat NATO üçlüsü ABD-İngiltere- İsrail’e aittir, zaman bunu gösterecektir. Pasta peşindeki işbirlikçiler 2011’de olduğu gibi yine nasıl bir oyuna geldiklerini sarhoşlukları geçtikten kısa süre sonra anlayacaklardır.
Suriye konusunda söylenecek daha çok söz var. Ancak şimdilik şu kadarıyla yetinelim ve diyelim ki, gelecek Direniş Cephesinindir. Şeytani cephe güçlendikçe Direniş Cephesi de güçlenecektir. Allah için savaşanlar için yenilginin anlamı yoktur. Allah(cc) vazifesini ifa eden müminlere beklemedikleri yerlerden yeni kapılar açacaktır, inşallah.


 
Ziya Türkyılmaz

ABD Başkanı Biden ve İsrail Başbakanı Netanyahu yaptıkları açıklamalarla Suriye'yi böldüklerini itiraf ettiler.
A

BD Başkanı Joe Biden ve İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad'ın devrilmesi sonrası açıklamalarda bulundular. Biden ve Netanyahu olaylardaki rollerini kabul ettiler.

BIDEN'DAN ORTAKLARLA ÇALIŞMAYA DEVAM VURGUSU
 
Biden, Suriye'deki gelişmelere ilişkin basın tolplantısı düzenledi.

Biden, "Bu rejim, yüz binlerce masum Suriyeliyi vahşete mahkum bıraktı, işkence etti ve öldürdü." ifadesini kullandı.

Biden, "Suriye rejiminin düşmesi, Suriye halkı için tarihi bir fırsattır. Uzun yıllardır acı çeken Suriye halkına daha iyi bir gelecek inşa etme fırsatı sunmaktadır." değerlendirmesinde bulundu.

 

İran Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, bir anlaşmaya ulaşmak için Suriye toplumunun farklı kesimleri arasında diyalog yapılması gerektiğini vurgulayarak, askeri çatışmanın ve şiddetin en kısa sürede sona ermesini temenni etti.

İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Suriye'nin birlik, egemenlik ve toprak bütünlüğünün korunmasının gerekliliğine vurgu yaparak, bu ülkenin geleceğine, siyasi ve hükümet sistemine karar vermesi gereken kişinin Suriye halkı olduğunu açıkladı.

Bir anlaşmaya ulaşmak için Suriye toplumunun farklı kesimleri arasında diyalog yapılması gerektiğini vurgulayan Pezeşkiyan, askeri çatışmanın ve şiddetin en kısa sürede sona ermesini ve Suriye halkının, her türlü şiddetten, endişeden, yıkıcı dış müdahalelerden uzak, sakin bir ortamda kaderini belirlemek için bir karar almasını temenni etti.

Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, durumun istikrara kavuşturulmasına ve bölgenin istikrar ve güvenliğinin korunmasına yardımcı olmak için İran'ın ilgili taraflarla ve Birleşmiş Milletlerle diplomatik istişarelerini sürdürdüğünü vurguladı.

Siyonist rejimin Suriye topraklarına saldırısını şiddetle kınayan Pezeşkiyan, bu ülkedeki tüm iç tarafların yanı sıra bölge ülkelerine, Siyonist rejimin bölge uluslarına karşı yayılmacı ve yasadışı emellerini ilerletmek için yaptığı istismarlara karşı uyanık olmaları çağrısında bulundu.

Perşembe, 28 Kasım 2024 03:27

Terk Edilmiş ve Uzaklaştırılmış Kur’an

 “Peygamber, ‘Ey Rabbim! Kavmim şu Kur’an’ı terk edilmiş bir şey hâline getirdi’ dedi.” Furkan, 30 

Bu ayet-i kerime, Hz. Peygamber’in (s.a.a) şikâyetlerinden birini nakletmektedir. Hz. Peygamber (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildiğinden beddua da etmemiştir.

 

İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur: “Namazda Kur’an ayetlerini okumamızın bir delili de, Kur’an’ın mehcuriyetten (terk edilmekten) çıkarılması içindir.” 1

 

Rivayetlerde şöyle geçmiştir: “Her gün Kur’an’dan 50 ayet kıraat ediniz ve hedefiniz son sureye bir an önce ulaşmak olmamalıdır. Yavaş okuyunuz ve kalbinizi Kur’an tilavetiyle harekete geçiriniz. Gece karanlığında çaresiz kalmış gibi fitneler üzerinize geldiği vakit, Kur’an’a sığının.” 2

 

Bazı büyüklerin Kur’an’ın mehcuriyeti hakkındaki görüşlerini nakletmeyi uygun görüyorum:

 

1 - Molla Sadra ‘Vakıa Suresi’ tefsirinin mukaddimesinde şöyle der: “Birçok hikmet sahibi hekimin kitaplarını mütalaa ettikten sonra kendimi önemli biri gibi görme yanılgısına sahip olduğumu gördüm. Ancak basiretimin biraz açılmasıyla i gerçek ilimler hususunda yetersiz olduğumu anladım. Ömrümün sonlarında Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin (a.s) rivayetlerini daha dikkatli tahkik etmeyi gerekli gördüm. İşlerimin bir esasa dayanmadığına itminanım oldu. Çünkü ömrümün sonuna kadar nurun olduğu yerde değil gölgesinde durmuş

idim. Bu pişmanlığımdan ötürü ateşlendim, kalbim kendini alevin içinde buldu. İlahi rahmet elimden tuttu ve beni Kur’an’ın sırrıyla aşina eyledi. Kur’an üzerinde dakik düşünmeye ve tefsir yapmaya başladım. Vahiy evinin kapısını çaldım. Kapılar ardına kadar açıldı ve perdeler sonuna kadar çekildi. Ve meleklerin bana hitaben şöyle dediklerini duydum: “Cennete vardıklarında oranın kapıları açılır ve cennet bekçileri onlara şöyle der: 3 “…Selâm olsun size! Tertemiz oldunuz. Haydi, ebedî kalmak üzere buraya girin.” 4

 

2 - Feyzi Kaşani şöyle der: “Onca kitap ve risale yazdım, araştırmalar yaptım, ancak onca ilimde derdime çare olacak ve ateşimi söndürecek bir şey bulamadım. Kendimden korktum ve önümde bulunanlardan sıyrılarak Allah’a yöneldim. Allah da beni içsel yollarla Kur’an ve hadise hidayet etti.” 5

 

3 - İmam Humeyni bir konuşmasında ömrünün tamamını Kur’an yolunda geçirmediği için müteessif olduğunu söylemiştir. İlim havzalarına ve üniversitelere, Kur’an’ın ve çeşitli boyutlarının yüksek bir amaçla tüm bölümlerde temel kabul edilmesini tavsiye etmiştir. Böylelikle ömürlerinin sonlarına geldiklerinde gençlik dönemleri için teessüf etmemiş olurlar. 6

 

Ayette geçen ‘mehcura’ kelimesinin kökü olan ‘hicr’ kelimesi; dilin ve kalbin şamil olduğu bedenin amelden uzaklaşmasıdır. 7

 

İnsan ve semavi kitap arasındaki ilişkinin daimi ve her boyutta olması gerekir. Zira ‘hicr’ kelimesi insanın ilişkide olduğu şey hakkında kullanılır. 8

 

Öyleyse Kur’an’ı mehcuriyetten çıkarabilmek için ciddi gayret içinde olmalıyız. Ve Kur’an’ı hayatın tüm boyutlarında, ilmi ve ameli eksene yerleştirmeliyiz. Böylelikle aziz İslam Peygamberi’nin (s.a.a) rızasını kazanmış olabilelim.

 

Kur’an’ı okumamak, Kur’an’dan başka bir şeyi Kur’an’a tercih etmek, O’nu hayatın eksenine yerleştirmemek, üzerinde dikkatlice düşünmemek, başkalarına öğretmemek ve O’nunla amel etmemek, Kur’an’ın mehcuriyetinin mısdaklarındandır. Hatta Kur’an’ı öğrenip de bir kenara bırakan, okumayan ve görmezlikten gelen kimse de Kur’an’ı mahcur etmiş, kendisinden uzaklaştırmış olur. 9

--------------------------------------------

1 Tefsir’u Nuru’l Sakaleyn

2 Tefsir’u Nuru’l Sakaleyn

3 Mukaddime-i Tefsir-u Sure-i Vakia

4 Zumer, 73

5 Risaletu’l İnsaf

6 Sahife-i Nur, c.20, s.20

7 Mufredat-ı Rağib

8 et – Tahkik fi Kelimati’l Kur’an

9 Tefsiru’l Munir