
کارگر
Suriye, Bir Başka Fitneye Doğru Mu İlerliyor?
Lübnan’ın güneyinde ateşkesin ilan edilmesinin hemen ardından Tahrir el-Şam’ın Halep’e düzenlediği saldırı, hem bölgesel hem de uluslararası açıdan değerlendirilebilir. Görünüşe göre, Tahrir el-Şam’ın yeniden canlandırılması, NATO’nun Ortadoğu’daki yeni projesi olup, küresel güçler arasındaki rekabetin devamı niteliğindedir.
Terörist grup Tahrir el-Şam, bugün sabah, Siyonist rejim ile Lübnan arasında ateşkesin ilan edilmesinden birkaç saat sonra, Halep’in kuzeyine yönelik büyük bir saldırı başlattı. Bu saldırı, 2016 yılındaki Halep’in kurtarılması operasyonundan sonra Halep kırsalının batısında yaşanan en büyük çatışmalar arasında sayılmaktadır.
Tahrir el-Şam, şu anda Suriye’nin kuzeyinde en önemli tekfirci terörist grup haline gelmiş durumda. Aynı zamanda “Sıkur el-Şam”, “Ceyş el-Şimal”, “Türkistan İslam Partisi”, “Ceyş el-İzza”, “Kata’ib el-Rahman” ve “Ceyş el-Öze” gibi birçok diğer grup bu örgütle ittifak kurmuş ve bugün Halep kırsalındaki operasyonlarda önemli bir rol üstlenmişlerdir.
Tahrir el-Şam, birkaç aydır Halep çevresinde geniş çaplı hareketlilikler başlatmış ve bu bölgedeki terörist varlığına dair yerel ve bölgesel medya organlarında birçok rapor yayımlanmıştır. Bu hareketliliklere karşılık olarak Suriye ordusu, bir ay önce zırhlı birliklerinin bir kısmını kuzey Suriye ve Halep kırsalına sevk etmiştir.
Bunun yanı sıra, Rusya ordusu da Şam yönetimiyle koordineli bir şekilde, bu süreçte Halep çevresindeki Tahrir el-Şam’ın üsleri ve savunma hatlarını bombalamıştır.
Tahrir el-Şam, aslında Suriye El-Kaidesi’nin güncellenmiş bir versiyonudur. Suriye iç savaşı başladığında, bu grup "Cehfet en-Nusra" olarak adlandırılmıştı. El-Kaide etiketinden kurtulmak amacıyla, kendisine "Tahrir el-Şam" adını seçti. Bu grubun lideri Muhammed el-Culani şu anda İdlib'de bulunmaktadır. Tahrir el-Şam, "El-Aksâ Fırtınası" operasyonunun başlatılması ve Hizbullah’ın Siyonist rejime karşı güney Lübnan’da savaşmaya başlamasının ardından, Halep’e geri dönme fırsatının doğduğunu değerlendirmiştir. Çünkü şu anda Hizbullah ve direniş güçleri Güney Lübnan cephesine odaklanmışken, Suriye topraklarında teröristlerin manevra yapabileceği bir ortam oluşmuştur.
Bu saldırı, Halep’e yönelik yapılmışken, Suriye hükümeti, yaklaşık bir yıl önce, Ankara’yla ilişkileri yeniden canlandırmak ve Türkiye’yi terörist gruplarla olan işbirliğinden uzaklaştırmak amacıyla müzakerelere başlamıştı. Tahrir el-Şam, Şam ile Ankara arasındaki bu müzakerelere karşı olan en önemli engeldi. Bu müzakereler Rusya’nın aracılığıyla yürütülüyordu. Bu bağlamda, son altı ayda, İdlib ve Halep kırsalındaki çatışmalar önemli ölçüde artmıştı; ancak Halep şehri bu çatışmalardan bir ölçüde korunmuştu.
Amerika Birleşik Devletleri ve Siyonist rejim açısından, bu terörist hareketlilikleri, direniş eksenine karşı bölgesel bir çatışma başlatma fırsatı olarak değerlendirilebilir. Çünkü en azından, direniş cephesinin, özellikle Suriye’deki gücü, kuzey Suriye’deki çatışma alanlarında harcanmaktadır. Son aylarda, Suriye, NATO’nun Ukrayna ile mücadelesinin yeni bir arenası haline gelmişken, Tahrir el-Şam’ın, Ukrayna istihbarat elemanlarının yardımıyla insansız hava araçlarıyla donatıldığı bildirilmiştir. Ayrıca, üç ay önce, İdlib’de, Ukraynalıların Suriye ordusu ve Rus askeri birliklerine karşı kullanılmak üzere mini insansız hava araçları üretecek atölyeler kurduğu yönünde raporlar bulunmaktadır.
Bu durum, NATO’nun, Rusya ve İran ile olan bölgesel meselelerde Suriye krizine özel bir dikkat gösterdiğini ortaya koymaktadır. Bu arada, Fransa'nın, ABD güçleriyle birlikte Suriye’nin kuzeydoğusunda üslerde bulunduğuna dair raporlar yayımlanmıştır. Bu durum, Suriye krizinin ciddi şekilde yeniden gündeme geldiğini ve bu vesileyle Rusya’ya baskı yapılmaya çalışıldığını göstermektedir.
Daha ilginç olan bir diğer gelişme ise, Orta Asya ülkelerinden gelen güçlerin Suriye’deki terörist gruplara katılımının belirgin bir şekilde arttığıdır. Özellikle, son saldırılarda yer alan ana terörist gruplardan biri, Çin’in Sincan bölgesinden Suriye’ye gönderilen güçlerden oluşan “Türkistan İslam Partisi”dir.
Bu durum, Suriye’deki mevcut satranç tahtasının ne kadar uluslararası gelişmelerle iç içe geçtiğini açıkça göstermektedir. Sonuç olarak, Suriye’deki mevcut gelişmeleri sadece içsel bir perspektiften değerlendirmek mümkün değildir. Görünüşe göre, Halep’teki son gelişmeler, Amerika’nın, Batı Asya’daki jeopolitik ortamda direniş eksenine karşı çok boyutlu mücadelesinin yeni bir aşamasıdır. Bu aşama, Lübnan’ın güneyinde 60 günlük ateşkesin sağlanmasının ardından, direniş ekseninin insan gücünü yeniden kazanması ve güçlerini örgütlemesi için gerekli fırsatın engellenmemesi amacını taşımaktadır.
Not: Analiz Tasnim Haber Ajansından tercüme edilmiştir.
Suriye'nin Kuzeybatısında Büyük Çatışma; Halep'te Neler Oluyor?
El-Nusra Cephesi teröristleri, bugün Siyonist rejim ile Lübnan arasında ateşkesin ilan edilmesiyle aynı anda Halep, Hama ve İdlib çevresinde Suriye ordusuna yönelik büyük bir saldırı başlattılar ve şiddetli çatışmalar yaşanıyor.
El-Nusra Cephesi ve ona bağlı diğer terörist gruplar, bugün sabah saatlerinde Suriye ordusunun mevzilerine saldırarak, bu bölgelerdeki kasaba ve köyleri roketler ve topçularla ateşe tutmuşlardır.
Teröristler, Halep’in batısındaki Nebil Ez-Zehra ve Qaytan el-Cil kasabalarına roketli saldırılar düzenlerken, aynı zamanda İdlib’in güneyi ve Hama’nın batısındaki ön hatlara da ağır saldırılar yapmışlardır.
Sputnik, Senhar, Qaytan el-Cebel, Şeyh Akil ve Şeyh Süleyman bölgelerinde şiddetli çatışmaların sürdüğünü ve bölgedeki kontrol haritasında herhangi bir değişiklik yaşanmadığını bildirdi.
Ayrıca, teröristler 46. Tümen bölgesindeki ön hatları kırmaya çalışmaktadırlar.
Suriye ordusunun topçusu, teröristlerin saldırdığı hatları yoğun ateşe tutarak, Suriye ve Rusya savaş uçakları, teröristlerin lojistik hatlarını, topçu mevzilerini, mühimmat depolarını ve askeri üslerini bombalamışlardır.
Bir saha kaynağı, Sputnik'e verdiği demeçte, Al-Aşa’ib el-Hamra adlı grubun Halep ve İdlib çevresinde birkaç cephede saldırılar düzenlediğini belirterek, Suriye ordusunun karşı taarruzunda onlarca teröristin öldüğünü aktardı. Suriye ordusu, El-Nusra Cephesi’nin Dareh Azze kasabasının kuzeybatısındaki tepelere kurduğu topçu bataryalarını ve cephaneliklerini yoğun ateşe tutmuştur.
Ayrıca, Suriye ordusu, Türkistan İslam Partisi ve Huras el-Din teröristlerinin Cebel el-Zaviyah bölgesindeki İdlib’in güneyindeki merkezlerine de yoğun bombardıman düzenlemiştir.
Şiddetli çatışmalar, Hama’nın batısındaki Sarmaniya, Ferqur, Eş-Şeyh ve Duveir el-Ekrad bölgelerinde ve İdlib’in güneyinde devam etmektedir.
Çatışmalar hala yoğun bir şekilde sürerken, Suriye hava kuvvetleri, teröristlerin ön hatlardaki toplanma merkezlerine yoğun hava saldırıları gerçekleştirmektedir.
Sputnik, Al-Aşa’ib el-Hamra grubunun, El-Nusra Cephesi’nin yan kolu olduğunu ve bu grubun başlarına kırmızı bant taktığını belirtti. Bu grup, Ebu Aliqzan el-Mısri tarafından kuruldu. Al-Aşa’ib el-Hamra, özellikle sivil halkı öldürme ve Suriye askerlerine karşı vahşi katliamlar yapma konusunda tanınmaktadır.
Huras el-Din teröristleri ise daha önce Afganistan, Bosna ve Kafkasya’da savaşmış teröristlerden oluşmaktadır.
Nebih Berri: İsrail'in Planlarını Boşa Çıkardık
Lübnan Parlamento Başkanı, Siyonist rejimin saldırılarının durması ve ateşkesin sağlanmasını, Lübnan halkının direnişi ve fedakarlıkları sonucunda elde edilen bir zafer olarak nitelendirdi.
Lübnan Parlamento Başkanı Nebih Berri, konuşmasına İslam ümmetinin şehidi Seyyid Hasan Nasrallah’ı rahmetle anarak başladı ve "İslami direnişin emanetini bana yükleyen" dediği Nasrallah’ın ruhuna selam gönderdi.
Berri, "Biz, İsrail'in saldırganlık planlarını boşa çıkardık ve yeni bir aşama başlatıyoruz," diyerek, Lübnan halkının ve direnişin kazanımlarına dikkat çekti.
Lübnan Parlamento Başkanı, "Biz, topraklarımızı savunmak için dört binden fazla şehit verdik," diyerek, direnişin ve fedakarlığın büyüklüğünü vurguladı.
Berri, Lübnan halkının mültecileri kucaklayıp onlara yardım elini uzattığına ve bu dayanışmanın ülkenin ihtiyacı olduğu bir dönemde büyük bir öneme sahip olduğuna değindi.
Berri sözlerine devamla, "Bu, Lübnan için en tehlikeli aşamadır, çünkü düşman, tüm Lübnan’ın bileşenlerini tehdit etti. Lübnan’ın birliği için bu an çok yakındı," dedi.
Berri, "Toprağa dökülen değerli kanlar, Lübnan’ı koruyacak ve ülke, istikrar ve caydırıcılık ile bu aşamadan daha güçlü bir şekilde çıkacaktır," ifadelerini kullandı.
Berri, "Tüm mültecilerimizi direniş göstererek ayakta duran, şehitlerin emanetine sahip çıkmak için kendi topraklarına geri dönmeye davet ediyoruz," dedi.
Son olarak, Lübnan’ın direniş kahramanlarını öven Berri, şunları söyledi:
"Direnişçiler, Lübnan topraklarının Siyonist katiller için bir oyun alanı olmasına izin vermediler. Biz, Lübnan halkını ve tarihini tehdit eden, ülkenin en tehlikeli anını geride bırakıyoruz."
ran, Ateşkesi Memnuniyetle Karşıladı
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü İsmail Bekayi, Siyonist rejimin Lübnan'a yönelik saldırganlığının sona ermesini memnuniyetle karşılayarak, İran'ın Lübnan hükümetine, milletine ve direnişine kararlı desteğini vurguladı.
Mehr Haber Ajansı’nın haberine göre Bekayi, İran'ın Gazze ve Lübnan’a yönelik savaşın derhal durdurulması gerektiğine ve İran'ın son 14 ay içinde bu hedefe ulaşmak için kapsamlı diplomatik hareketlerine değinerek, “Siyonist rejimin, ABD ve bazı Avrupa hükümetlerinin kapsamlı desteğiyle işlediği savaş suçları sonucu 60 bin masum insanın şehit oldu, 120 bin kişi yaralandaı ve 3,5 milyondan fazla mazlum Filistin ve Lübnan halkı iyerinden edildi ve bu bölgelerde hayati önem taşıyan çok sayıda altyapı tahrip edildi” dedi.
Bekayi, “Uluslararası Adalet Divanı'nın soykırımı önlemek için çıkardığı geçici emirlere ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Siyonist rejimin liderleri hakkında çıkardığı emrine göre, son 14 aydır savaşa ve soykırıma son verilmesi çağrısında bulunanlar, bugün işgalci rejimin suçlularının yargılanıp cezalandırılmasını bekliyorlar” ifadelerinde bulundu.
Bekayi ayrıca Batı Asya bölgesinde barış ve istikrarın korunması ve saldırgan Siyonist rejime Gazze'ye karşı savaşı durdurması için etkili baskı uygulama konusunda uluslararası toplumun sorumluluğunu da vurguladı.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Lübnan’da ateşkes sağlanmasına yönelik müzakerelerin olumlu sonuçlanmasını memnuniyetle karşılandığını belirtti.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı yaptığı açıklamada; Lübnan’da ateşkes sağlanmasına yönelik müzakerelerin olumlu sonuçlanmasının memnuniyetle karşıladığını belirtti.
“Ateşkesin kalıcı olmasını temenni ediyoruz” denilen açıklamasında, "İsrail’in ateşkese harfiyen uyması ve Lübnan’da yol açtığı zararı tazmin etmesi için uluslararası toplum tarafından baskı kurulmalıdır." ifadelerine yer verildi.
Türkiye'nin Lübnan’da iç barışın tesisi amacıyla gerekli desteği sunmaya hazır olduğu bir kez daha vurgulanırken, "Bu vesileyle, bölgede barış ve istikrarın sağlanması için Gazze’de bir an önce kalıcı ve kapsamlı ateşkes ilan edilmesi ve İsrail’in saldırgan politikalarına son vermesi gerektiğini hatırlatmak isteriz." ifadeleri kullanıldı.
60 Günlük Ateşkes Fısıltıları; Hizbullah’ın Füzeleri Yapacağını Yaptı
Tam da Hizbullah'ın Lübnan'da işgal altındaki topraklara düzenlediği en ağır ve en zarar verici saldırılarından birinden sadece iki gün sonra, Lübnan Hizbullah Hareketi ile apartheid rejimi İsrail arasında 60 günlük ateşkes fısıltısı duyuluyor. Bu “fısıltı” o kadar ciddi ki, siz bu yazıyı okurken ateşkes çoktan başlamış olabilir.
Hizbullah'ın geçen hafta pazar günü (24 Kasım), işgal altındaki topraklara yönelik saldırıları gerçekten benzersizdi. Bu saldırılar kuzeyden Tel Aviv ve Aşdod'a kadar işgal altındaki bölgeleri kapsıyordu ve ciddiyet açısından bakıldığında işgal altındaki bölgeleri 300'den fazla füze ve insansız hava aracının vurduğunu söylemek gerekir.
İbrani gazetelerinden Yediot Aharonot, izin verildikten sonra bu saldırının zararlarının bir kısmına değindi ve şunları yazdı: ‘Oluşan hasarın miktarının on milyonlarca şekel olduğu tahmin ediliyor. Savaşın başlangıcından bu yana geniş alanlarda en yoğun çatışmaların yaşandığı günlerde, onlarca maliye ekibi hasarlı bölgelere akın etti ancak olayların kapsamının geniş olması nedeniyle tazminatın tespiti hâlâ mümkün değil ancak hasarın on milyonlarca şekel olduğu tahmin ediliyor.
İşgal altındaki bölgelerin kuzeyinde 8 binden fazla bina yıkıldı. Bu saldırıların ardından Siyonistler bir anda ateşkes sağlama kararı aldı. Elbette Kiryat Şomana’daki hasarın inanılmaz boyutlara ulaştığını ve yalnızca hasar gören eğitim binalarının yeniden inşasının 4 ay süreceğini belirtmek gerekir. Lübnan sınırındaki Siyonist yerleşim birimlerinde neredeyse hiç sağlam bina bulunmuyor ve evlerin çoğunun yenilenmesi ya da yıkılması gerekiyor.’
ATEŞKES HİZBULLAH’IN SALDIRILARININ MI YOKSA HOCHSTEİN’İN GÖRÜŞMELERİNİN Mİ SONUCU?
Bu bağlamda Arap dünyasının önde gelen analistlerinden olan Rey el-Yevm Gazetesi Başeditörü Abdel Bari Atvan, bu gazetedeki makalesinde şunları yazdı: ‘Ateşkes, Siyonist rejimin Tel Aviv, Hayfa ve Safed'deki askeri ve istihbarat üslerine 340'tan fazla roket ve patlayıcı insansız hava aracının ateşlendiği ve 4 milyondan fazla Siyonist'in barınaklara kaçmasına neden olan Siyonistlerin Kara Pazar günü sonrasında önerilmişti. Bu saldırılar sonucunda Ben Gurion havaalanı kapatılarak işgal altındaki bölgelerde çok sayıda yangın çıktı ve çok sayıda kişi yaralandı. İşgal altındaki bölgelerin kuzeyinde ve Batı Celile (Akka, Nahariya ve Hayfa dahil) ve Doğu Celile (Safad) şehirlerindeki hayat tamamen sekteye uğradı. Öyle ki Hizbullah'ın bir gün ve gecede gerçekleştirdiği operasyonların sayısı 51'e ulaştı ve bu bölgelerdeki tüm okullar kapatıldı.
Sahadaki bu gelişmeler, füzeler ve insansız hava araçları Lübnan ve Gazze'deki savaşın sonunu getirecektir ve yakın zamanda Tel Aviv'i ziyaret eden ABD Temsilcisi Amos Hockstein’in eylemlerinin bu konuda hiçbir etkisi yoktur. Şeyh Naim Kasım açıklamalarında tamamen doğru söylüyordu ve şu ifadelerde bulundu: “Beyrut’un roket yağmuruna tutulması Tel Aviv’in de roket yağmuruna tutulmasını beraberine getirecek ve Hizbullah teslim olmayacaktır.” Hizbullah'ın geçtiğimiz Pazar günü yaptığı saldırılar sonucunda düşmanın çığlığının göklere yükseldiğini görüyoruz.’
ATEŞKES ANLAŞMASININ AYRINTILARI
Lübnan Meclis Başkanı Yardımcısı İlyas Busaab, Pazartesi günü Lübnan ile Siyonist rejim arasındaki olası ateşkes anlaşmasının ayrıntılarına değindi ve Reuters haber ajansına verdiği röportajda şunları söyledi: ‘ABD'nin İsrail ile Lübnan Hizbullah Hareketi arasındaki çatışmayı sona erdirmek amacıyla önerdiği 60 günlük ateşkesin uygulanmasının önünde ciddi bir engel bulunmuyor. 60 gün içinde İsrail ordusu güçleri Güney Lübnan'dan çekilecek ve Lübnan ordusuna bu bölgelerde konuşlanma zamanı verilecektir.’
Öte yandan bazı haber kaynakları, Lübnan güçlerinin yanı sıra Amerikan ve Fransız güvenlik güçlerinin de Güney Lübnan'da konuşlanacağını, İsrail rejiminin bölgeyi terk edeceğini ve Hizbullah'ın da Litani Nehri'nin yukarısına doğru hareket edeceğini belirtiyor.
Lübnan dışişleri bakanı ayrıca ateşkes anlaşmasının Tel Aviv ile kara sınırlarının belirlenmesine yönelik müzakerelere yol açacağını umut ettiğini ifade etti. Hizbullah’ın meclisteki partisinin başkanı, Siyonistlerin ateşkes yolundaki sabotajlarının tekrarlanması konusunda uyarıda bulunarak şunları söyledi: ‘Lübnan'ın egemenliğine saygı duyan ve onu düşman tehditlerinden koruyan her öneriyi görüşüyoruz ve garantimiz ordu, millet ve direnişin denklemidir. İsrail, gözlemcilerin gözü önünde 1701 sayılı Kararı 30 bin kez ihlal etti. Zaten partimiz dolaylı görüşmelerin sonuçlarını bekliyor.’
Öte yandan, Hizbullah'ın bu kararına tüm direniş cephesinin saygı duyduğunu belirtmek gerekir. Bu bağlamda Hamas hareketinin liderlerinden Usame Hamdan, el-Meyadin kanalına verdiği röportajda şunları vurguladı: ‘İşgalciler sahada başaramadıklarını müzakerelerde elde etmeye çalışıyorlar ama böyle bir şey olmayacak.’
Hamdan, Lübnan cephesi hakkında da Pazar günü direnişin 51 operasyonu sırasında yaşananları “Allah'ın şanlı günlerinden biri” olarak nitelendirdi ve şunları vurguladı: ‘Bu, İsrail işgaline karşı Lübnan direnişinin açık bir mesajıdır. Lübnan'da herhangi bir ateşkes ilanı bizi mutlu edecektir, çünkü Hizbullah halkımızın yanındaydı ve büyük fedakarlıklar yaptı.’
Elbette bölge dışında da ateşkes kararı büyük dikkat çekti.
AB Komisyonu Başkanı Josep Borrell, G7 toplantısında yaptığı açıklamada, Siyonist Kabineden hiçbir mazeret ve ek talep olmaksızın Lübnan Hizbullah Hareketiyle ateşkes anlaşmasını kabul etmesini isteyerek, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin işgalci rejimin Başbakanı hakkında verdiği tutuklama emri konusunda Batı'nın çifte standartlarını eleştirdi.
SİYONİSTLERİN ÖFKESİ VE ÇIĞLIĞI
Öte yandan üst düzey bir Siyonist yetkili şunları söyledi: ‘Tel Aviv muhtemelen ABD'nin Lübnan Hizbullah'ıyla ateşkes planını onaylayacak. Netanyahu ve kabinesinin savaşı uzatmasına öfkeli olan işgal altındaki kuzey Filistin'deki yetkililer ve yerleşimciler şunları söyledi: Kuzeydeki İsraillilerin kanı Netanyahu'nun boynunda ve o bu bölgenin güvenliğini sağlayamamışken artık Hizbullah'a teslim olmuş durumda. Örneğin, Kiryat Şomana’nın belediye başkanı Avichai Stern şunları söyledi: Tam zaferden tam teslimiyete nasıl geçtiğimizi anlamıyorum ve neden bitiremeyeceğimiz bir şeye başladık? Biz Hizbullah'ı yenmek ve yok etmek yerine ona oksijen enjekte ettik.’
Elbette bazılarının da farklı görüşleri vardı; Örneğin Siyonist rejim muhalefet lideri Yair Lapid şunları söyledi: ‘Doğru olan, 10 ay önce Lübnan'la bir anlaşmaya varmaktı.’ Tabii bu sözler, yerleşimcilerin şu ifadelerinin ardından gündeme geldi: ‘Her gün sağa sola roketler çarpıyor, dayanma gücümüz kalmadı, belimiz kırıldı, gücümüz tükendi.
Siyonist rejimin eski başbakanı Naftali Bennett, Netanyahu'nun güvenlik kabinesi tarafından onaylanması beklenen Hizbullah ile yapılan ateşkes anlaşmasını sert bir şekilde eleştirdi ve şunları söyledi: ‘Bu anlaşma Hizbullah'ın İsrail'e saldırmasını engelleyemez ve bu anlaşma “tam bir diplomatik güvenlik başarısızlığıdır.” Bennett, açıklamasında Lübnan'da tampon bölge oluşturulmamasını eleştirerek, şunları söyledi: ‘Hizbullah sınır noktalarında örgütler oluşturup bunları Kuzey İsrail’e (İşgal Altındaki Filistin) saldırmak için kullanabilecektir.’
SİYONİST REJİMİN MİLYARLARCA DOLARLIK PROJESİNİN ÇÖKÜŞÜ
İbrani medyası, Hizbullah'ın insansız hava aracı saldırısının Tel Şamim bölgesindeki milyarlarca dolarlık bir projeyi hedef aldığını bildirdi. El-Meyadin konuyla ilgili haberinde şu ifadelerde bulundu: ‘Lübnan yakınındaki sınır bölgeleri yer altı tuzaklarından korkulduğu için boşaltıldı.’
SAVAŞIN TARIM SEKTÖRÜNE VERDİĞİ ZARARLAR
İbrani gazetesi Haaretz bir raporda şunları yazdı: ‘İsrail ordusunun 2023 sonlarında gıda rezervlerinde önemli bir artışa ihtiyacı vardı ancak iş gücü bulmada sorunlar yaşandı, bu faktörler meyve sebze sektöründe krize ve fiyatların artmasına neden oldu.’ İbrani medyası, savaşın devam etmesi sonucu işgal altındaki topraklarda tarım sektöründe kriz yaşandığını, meyve ve sebze fiyatlarının arttığını, çiftçilerin topraklarında çalışacak işçi bulmakta zorlandığını yazdı.
Bir diğer haber ise Siyonist rejim TV kanallarından Kanal 12, Yemen silahlı kuvvetlerinin saldırılarının ardından işgal altındaki topraklarda bulunan el-Hadire'deki “İttifak kauçuk fabrikasının” bu hafta kapatıldığını ve 450 çalışanı işten çıkardığını aktardı.
Japonya'nın “Yokohama Rubber” şirketi 2016 yılından beri bu fabrikanın sahibidir. The Globes daha önce fabrika sahibinin daha ucuz üretim alternatifleri ve daha düşük nakliye maliyetleri aradığını, çünkü üretimin büyük kısmının ihraç edildiğini, maliyetlerin ise savaşın başlangıcından bu yana Yemen silahlı kuvvetlerinin saldırıları nedeniyle arttığını belirtmişti.
Siyonist Rejimi Ateşkese Zorlayan 6 Baskı Faktörü
El-Manar haber sitesinin bir raporunda, Siyonist rejime yönelik çeşitli iç ve dış baskıların ateşkese yol açtığına dikkat çekildi.
El-Manar haber sitesi, Siyonist rejimin Lübnan ile ateşkes anlaşmasını imzalamadan önce, birçok iç ve dış baskıya maruz kaldığını ve raporda bu baskıların bazılarına yer verildiğini bildirdi.
Birinci faktör: Siyonist rejim, Başbakan Binyamin Netanyahu'nun ilan ettiği hedeflere ulaşmakta başarısız oldu. Direniş sadece geri çekilmedi, aksine roket saldırıları devam etti ve işgal altındaki toprakların kuzeyindeki yerleşimciler, evlerine geri dönemedi. Ayrıca Siyonist rejim, Lübnan’da ve bölge genelinde hiçbir siyasi değişiklik gerçekleştiremedi çünkü bu savaşta başarısız oldu.
İkinci faktör: Siyonist rejim, sahada da başarısız oldu. Lübnan’a yönelik kara saldırıları çıkmaza girdi, büyük kayıplar verdi ve askerlerinin ölü ve yaralı sayısı arttı.
Üçüncü faktör: Direnişin roket saldırıları sonucu, Filistin işgali altındaki toprakların kuzeyinden ve merkezi bölgelerinden, Hayfa ve hatta Tel Aviv'den kaçan Siyonist yerleşimcilerin sayısı arttı. Bu durum, daha önce Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah’ın sıkça vurguladığı bir denklem oldu.
Dördüncü faktör: Binyamin Netanyahu, iç siyasette de büyük baskı altındaydı. Bu baskı, hükümetin sağcı ve aşırı milliyetçi üyelerinden ve aynı zamanda muhalefet partilerinden geldi.
Beşinci faktör: Siyonist rejim, Amerika’nın Lübnan’a yönelik ateşkes düzenlemeleri üzerine yaptığı Amos Hochstein aracılığıyla yapılan müzakerelerde başarısız oldu. Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri, bu müzakerelerde, uluslararası 1701 sayılı kararın değiştirilmesi veya Lübnan'a yeni bir gerçeklik dayatılmasının önünü kapattı.
Altıncı faktör: Siyonist hükümet, savaşta elde ettiği askeri başarıların sadece sivil binaların ve ticari yapıların yıkılması olduğunu kabul etti ve maliyetli savaşın devamından kaçınma kararı aldı.
El-Manar, raporunun sonunda, Siyonist rejimin, sahadaki ilerleyişinde, sadece 22 kilometrekarelik bir alana sahip olan El-Khayyam şehrine bile giremediğini vurguladı. İki ay boyunca peş peşe bu şehre saldıran ve geçen bir yıl boyunca işgal altındaki Filistin sınırındaki tüm bölgeleri roketlerle vuran Siyonist rejim, El-Khayyam'da yaşadığı hezimetle, genel olarak Siyonist rejimin ve komutanlarının, ordu liderlerinin ve rejim yöneticilerinin başarısızlıklarını ve yalanlarını gözler önüne serdi.
Kuran'da Çokluğun Anlamı
“Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı.” Tekasür, 1
İslam’da çokluk ve ekseriyete bakış açışı şöyledir; Çokluk düşüncesinin itikat ve şirkteki görünümü: “Ey zindan arkadaşlarım! Çeşitli ilahlar mı daha iyi, yoksa gücüne karşı durulamaz olan bir tek Allah mı?” 1
Yemeklerde çokluk: “Hani siz (verilen nimetlere karşılık): ‘Ey Musa! Bir tek yemekle yetinemeyiz. Bizim için Rabbine dua et de yerin bitirdiği şeylerden; sebzesinden, hıyarından, sarımsağından, mercimeğinden, soğanından bize çıkarsın, dediniz. …’” 2
Ömürde çokluk: “O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.” 3
Meskende çokluk: Kur’an kimilerine serzeniş ederken şöyle buyurur: “Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” 4
Şehvette çokluk: “İslam cinsellik meselesinden evliliği uygun görmüştür ve eşlerin birbirlerinden bu yöndeki istifadesini de kınamamıştır. “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.” 5 Bunların dışındaki birliktelikler ise haddi aşma olarak kabul edilmiştir: “Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” 6
Çokluk sadece cemiyetin çoğunluğu ile ilgili sayımlarda olmaz. Kimi zaman zenginlik ve evlat için de çokluk gündeme getirilir: “Bilin ki dünya hayati ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir…” 7 Bundan dolayı Kur’an malı ve evlatları nedeniyle dünyaya dalmaması hususunda insanı uyarmıştır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa iste onlar ziyana uğrayanlardır.” 8
Hz. Peygamber (s.a.a) Tekasür suresini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Meşru olmayan yollardan mal yığıp toplamak, o malda birikmiş olan vacip hakları ödememek ve kasalarda saklamak tekasürdür.”
--------------------------------------------
1 Yusuf, 39
2 Bakara, 61
3 Hümeze, 2
4 Şuara, 128
5 Muminun, 5-6
6 Muminun, 7
7 Hadid, 20
8 Münafikun, 9
Ömürde çokluk: “O ki, toplamış ve onu sayıp durmuştur.” 3
Meskende çokluk: Kur’an kimilerine serzeniş ederken şöyle buyurur: “Siz her yüksek yere bir alâmet dikerek eğleniyor musunuz? Temelli kalacağınızı umarak sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?” 4
Şehvette çokluk: “İslam cinsellik meselesinden evliliği uygun görmüştür ve eşlerin birbirlerinden bu yöndeki istifadesini de kınamamıştır. “Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; Ancak eşleri ve ellerinin sahip olduğu (cariyeleri) hariç. (Bunlarla ilişkilerden dolayı) kınanmış değillerdir.” 5 Bunların dışındaki birliktelikler ise haddi aşma olarak kabul edilmiştir: “Şu halde, kim bunun ötesine gitmek isterse, işte bunlar, haddi aşan kimselerdir.” 6
Çokluk sadece cemiyetin çoğunluğu ile ilgili sayımlarda olmaz. Kimi zaman zenginlik ve evlat için de çokluk gündeme getirilir: “Bilin ki dünya hayati ancak bir oyun, eğlence, bir süs, aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlât sahibi olma isteğinden ibarettir…” 7 Bundan dolayı Kur’an malı ve evlatları nedeniyle dünyaya dalmaması hususunda insanı uyarmıştır: “Ey iman edenler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah’ı anmaktan alıkoymasın. Kim bunu yaparsa iste onlar ziyana uğrayanlardır.” 8
Hz. Peygamber (s.a.a) Tekasür suresini okuduktan sonra şöyle buyurmuştur: “Meşru olmayan yollardan mal yığıp toplamak, o malda birikmiş olan vacip hakları ödememek ve kasalarda saklamak tekasürdür.”
--------------------------------------------
1 Yusuf, 39
2 Bakara, 61
3 Hümeze, 2
4 Şuara, 128
5 Muminun, 5-6
6 Muminun, 7
7 Hadid, 20
8 Münafikun, 9
İran'dan Tetik Mekanizması Açıklaması: NTP'den Çıkarız
İran Dışişleri Bakanlığı Hukuki İşler ve Uluslararası İlişkilerden Sorumlu Başkan Yardımcısı Kazım Garibabadi konuk olduğu bir devlet televizyonu kanalında gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi.
Uluslararası Ceza Mahkemesinin (UCM) Siyonist İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve eski savaş bakanı Yoav Gallant hakkında tutuklama emri çıkarmasını Filistin halkı için "büyük bir zafer" olarak nitelendiren Garipabadi, "Aslında bu karar ezilen Filistin halkı, Direniş Ekseni ve destekçileri için büyük bir zaferdir, Siyonist rejim ve destekçileri için de bir yenilgidir. Bu açıdan bakıldığında bu karar çok önemlidir." dedi.
Garipabadi, Avrupalıların Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) Yönetim Kurulu'nda İran'a karşı karar çıkarma girişimine tepki göstererek, "Eğer siz (Avrupalılar) böyle bir adım atarsınız. Doğal olarak İran da karşılık verir. Tahran'ın cevabı, İran İslam Cumhuriyeti'nin UAEA ve nükleer programının denetimini sağlamaya çalışan aynı ülkelerin zararına olacaktır." ifadesini kullandı.
Garipabadi sözlerine şöyle devam etti:
"Aslında bu ülkeler Sayın Grossi'nin Tahran'daki sözlerini dinlemediler çünkü siyasi hedefler doğrultusunda hareket ediyorlar. Gördüğünüz üzere, UAEA Başkanı Grossi bir karara ihtiyaç olmadığını söylüyor. O Tahran gezisinin olumlu ve yapıcı olduğunu, İran ile etkileşimlerin ilerlediğini söyledi ama Avrupalılar 'hayır' diyorlar. UAEA müfettişlerinin fiilen erişimi olmadığı, kurumun İran'la sorunları çözülmediği için bir karar çıkarmak zorunda olduklarını ileri sürüyorlar. Yani kendilerini UAEA Başkanı'nın yerine koyuyorlar."
BM Güvenlik Konseyinin 2231 sayılı kararın geçerliliğinin bitimine bir yıldan az süre kaldığını belirten Garipabadi, "Bu konuyu takip eden analistler Avrupalı tarafların İran'ı yükümlülüklerini yerine getirmemekle suçlayıp Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) anlaşmasındaki tetik mekanizmasını işletmeye çalıştıklarını düşünüyorlar." açıklamasında bulundu.
Tetik Mekanizması Devreye Girerse İran NTP’den Çıkacak
İranlı diplomat, "Tetik mekanizmasını İran İslam Cumhuriyeti'ne zarar vereceği düşünülmemelidir. Bu mekanizmayı İran üzerinde sopa gibi tutamamaları gerektiğini Avrupa'ya açıkça söyledik ve ABD'ye de aktarmalarını istedik. Tetik mekanizmasının Batı için de bir tehdittir. Tetik mekanizması devreye girerse İran NTP’den çıkacak.
Şu anda UAEA Yönetim Kurulu kararının tetik mekanizmasıyla sonuçlanıp sonuçlanmayacağını kesin olarak söyleyemeyiz. Vatandaşları endişeye sokmamalıyız. Doğru analizlerimiz olmalı. İran İslam Cumhuriyeti, UAEA Yönetim Kurulu kararına karşı tek bir bildiri ile yetinemez." değerlendirmesinde bulundu.
İran Nükleer Anlaşması Nedir?
Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) olarak adlandırılan İran nükleer anlaşması, 2015 yılında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin 5 daimi üyesi (İngiltere, ABD, Çin, Fransa, Rusya) ile Almanya ve İran arasında imzalanmıştı.
ABD Başkanı Donald Trump'ın 2018'de ülkesini tek taraflı olarak anlaşmadan çekmesinin ardından İran'a yönelik ekonomik yaptırımlar tekrar uygulamaya konulmuştu. Bunun üzerine Tahran yönetimi nükleer faaliyetlerine aşamalı olarak geri dönmüştü.
Tetik Mekanizması Nedir?
“Tetik mekanizması” nükleer anlaşmadaki olası bir ihtilafı çözme mekanizmasıdır. Nükleer anlaşmanın herhangi bir tarafı, taraflardan birinin anlaşmanın taahhütlerini yerine getirmediğine inanıyorsa, anlaşmanın 36. ve 37. maddelerine göre konu, İran dahil tüm tarafların bulunacağı ortak bir komisyona havale edilir.
Rast'ta yer alan habere göre bu iki maddeye göre, Avrupa ülkeleri İran'ı nükleer anlaşmaya uymamakla suçlayıp konuyu KOEP Ortak Komisyonu'na havale ederse, İran'ın şikayetçi tarafın rızasını almak için 30 günü olacaktır. Aksi takdirde dosya birkaç gün sonra Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'ne havale edilir.
BM Güvenlik Konseyi'nin bu dosyayı aldıktan sonra bir ay içinde İran'a yönelik yaptırımların geri getirilmesini oylaması gerekiyor, ancak Batılı ülkeler KOEP müzakerelerinde oylama sürecinin yapısını Çin ve Rusya’nın Batılı ülkelerin görüşünü veto etme olasılığını ortadan kaldıracak şekilde değiştirdiler.
Nasrallah’a İthafen: "Sana Söyleyemediklerimiz"
İslami analiz yazarı Mücahit Gültekin "Sana Söyleyemediklerimiz" isimli Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadetinden sonra konu edilen makalelere yer verdiği yazısında Nasrallah’ın ardından yazılanları ‘kişisel bir ağıt’ olarak niteledi.
Gültekin; ‘Verilen mesajların her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı’ betimlemesiyle Nasrallah’ın kalplerdeki yerine vurgu yaptı.
Sonraki günlerde onun şehadeti hakkında yazılmış pek çok yazı okudum. Bu yazıların pek çoğu bir kalemle tutulmuş bir yastı. Her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı.
Gültekin "Sana Söyleyemediklerimiz" isimli yazısında şu ifadeleri kullandı:
Seyyid Hasan Nasrallah’ın şehadeti pek çok kişi için sadece bir siyasi analiz konusudur: Hizbullah’a bundan sonra ne olacak? Onun yokluğu Lübnan’ı ve bölgeyi nasıl etkileyecek? Hizbullah bu ağır kaybın altından kalkabilecek mi?
Her şeyin önünde-sonunda siyasal ya da ekonomik çıkara bağlandığı bir dünya için bu sorular normaldir.
Ne var ki onun şahsiyetini, mücadelesini ve öğretisini bilenler; onun konuşmalarıyla büyüyenler bu sorulara önem vermemektedir. Bu; analitik, bilişsel ya da stratejik bir mesele değildir. Bunlar belki kaybın manevi anlamını hissedemeyenlerin sorabileceği sorulardır. Onun kişisel öyküsünü bilmeyenlerin; kendini direnişe adamış yoksul ve mahrum insanların onunla arasındaki derin bağı anlayamamış olanların sorabileceği sorulardır.
O sadece “Hizbullah’ın lideri” olarak aramızdan ayrılmamıştır. Onun ölümü sadece bir Müslüman’ın, bir Şii’nin, bir Arap’ın, bir Lübnanlının, siyasal bir liderin ölümü değildir. 28 Eylül günü öğle vakitlerinde Hizbullah’ın resmi açıklaması geldiğinde onun keder, yorgunluk ve zaferlerle dolu hayat hikayesine tanık olmuş direniş dostlarının neler hissettiğini anlamadan Seyyid Hasan Nasrallah’ın nasıl bir kişilik olduğu anlaşılamaz.
Lübnan’dan bir vatandaşın Nasrallah’ın gidişinden sonra yazdıkları onların neler hissettiği hakkında bir fikir veriyor: “Her gece bombalandık, sağa sola koşuyorduk ama bu gece, yerimizde kaldık. Herkes füzenin kendisine isabet etmesini umuyor. Yaşamaya değer hiçbir şey olmadığı için ölümü bekledik. Bu gece yetim kaldık.”[1]
Kendi içinde 15 yıl savaşmış; ideolojik, dini, mezhebi temelde parçalanmış bir toplumun neredeyse tamamını yasa boğan[2] sebep sadece ideolojik, siyasi ya da dini gerekçelerle açıklanamaz.
Aşağıdaki video 28 Eylül günü izlediğim pek çok videodan biri: Nasrallah’ın şehadet haberini ilk duyduğunda bu Hristiyan kadının feryatlarını ne açıklayabilir?
https://x.com/HumaZhr/status/1840293063354110447
Onun mezhebî, dini ve etnik kalıpların çok ötesine geçen kişiliğini bilenler için bunlar şaşırtıcı değildir.
O, İsrail bombalarıyla yıkılan kiliseleri ve zarar gören sinagogları onaran bir liderdir.[3] Bunları yapması için “birlikte yaşama” gibi sonu gelmez felsefi mülahazalara girmesine ya da riyakar liberal klişeleri kullanmasına gerek yoktur. Bunlar propagandası yapılacak politik malzemeler de değildir. Allah’ın adının anıldığı yerlere saygı onun samimiyetinin ve dünya görüşünün gereğidir.
*
Sonraki günlerde onun şehadeti hakkında yazılmış pek çok yazı okudum. Bu yazıların pek çoğu bir makaleden öte kişisel bir ağıt, kalemle tutulmuş bir yastı. Her biri artık ödenmesi mümkün olmayan kişisel bir borcun samimi itiraflarıydı.
8 Ekim’de el-Meyadin’de Kerim Çarara’nın “Sana Söyleyemediklerimiz”[4] başlıklı yazısı, “Hayattayken seninle konuşma şansımız olmadı ama belki bu sözler şimdi sana ulaşabilir. Herhangi biri olabiliriz, kadın ya da erkek, genç ya da yaşlı, Hıristiyan ya da Müslüman, dindar veya şüpheci... Hiç önemli değil.” diye başlıyor ve şöyle devam ediyordu:
“Takip eden yılların senin için zor geçtiğini biliyoruz. İsrail işgali ve onun her yere yerleştirdiği işbirlikçileri, direniş yoldaşlarının ve halkının hapishanede katlanmak zorunda kaldığı işkenceler, hareketin yetenekleri ile İsraillilerinki arasındaki ezici eşitsizlik arasında, bu yolda şehit olan kendi oğlun da dahil olmak üzere, huzurumuz için çok şey feda ettin. Yine de bize özgürlüğü hediye edene kadar güçlü durdun. Üstelik bunu Lübnan halkının bir başarısı olarak nitelendirip bir saniye bile siyasi çıkar için kullanmayı düşünmedin. Hâlâ kalplerimizde ve zihinlerimizde Bint Cubeyl'deki zafer konuşmanın yankılandığını duyarız.”
Çarara, İslam’da en yüce makam olmasına rağmen pek çok direniş dostunun söylemeye dilinin varmadığı ve belki de sadece onların anlayabileceği bir çelişkiye de işaret eder: “İslam'da bir şehidin daha yüksek bir varlık mertebesine yükseldiği ve hâlâ hayatta olduğu bir hakikattir. Ancak pek çok kişi hâlâ sana şehit demeyi kendine yediremiyor.”
Hizbullah hakkındaki araştırmalarıyla tanınan California Üniversitesi’nden Esad Ebu Halil, Nasrallah hakkında yürütülen olağanüstü antipropagandanın kalplerdeki Nasrallah sevgisini engelleyemediğini yazar: “Peygamber ve Nasır döneminden bu yana hiçbir Arap lidere karşı Nasrullah'a karşı yürütülen kadar yoğun bir mücadele verilmedi. Her türlü yönteme ve iftiraya başvurdular. Hakkında dedikodular yaydılar ve gün boyu ona hakaret ettiler. Lübnan'daki Suudi ve BAE yanlısı grup (çoğunlukla gazeteciler ve STK aktivistleri), Batı basınına Hizbullah'ın kendilerini susturduğundan şikâyet ederken, internet sitelerinde ona karşı ağır hakaretler yağdırıyorlardı.”[5]
Halil, buna rağmen Nasrallah’ın yokluğunun doldurulamayacak bir boşluk yarattığını, onun adının Filistin özgürleştiğinde kutsal topraklarda yaşayacağını belirtir. Nasrallah’la görüşme fırsatı da bulan Esad Ebu Halil, Nasrallah’ın kişiliğini şu kelimelerle açıklar: “Zeki”, “alçakgönüllü”, “mükemmel bir dinleyici” ve “nazik bir muhatap”. Ama hepsinden önemlisi Nasrallah’ın onun dürüstlüğüdür: “Verdiği sözü mutlaka tutar… abartılı, içi boş konuşma tarzından uzak dururdu.”
Nitekim EMEL hareketi lideri ve Lübnan Meclis Başkanı Nebih Berri de şöyle demişti: “Ey şehit!...ilk kez sözünü tutmadın ve randevusuz gittin.”
El-Ahbar gazetesinin yayın yönetmeni İbrahim el-Emin şehadet haberinin ardından kaleme aldığı yazıda onu “Hüseyin’in ta kendisi!” olarak tanımladı: “Seyyid Hasan, haksızlık karşısında her devrimci için ebedi bir sembol haline gelmiştir. O, Kudüs ve Filistin'i savunmak için şehit düşmüştür. Tüm nefrete, çarpıtmalara, kine, hayal kırıklıklarına ve cehalete rağmen, hayatının son anına kadar Amerika ve İsrail'e karşı savaşmanın, özgür yaşamak isteyen herkes için kutsal bir görev olduğuna inanmıştır.”
Zülfikar Zahir el-Menar’daki yazısına “Şüphesiz ki o şimdi burada!” diye başlar[6] ve Nasrallah’la halk arasındaki ilişkiyi sade bir şekilde tanımlar: “O halkı sevdi, halk da onu sevdi. Hiçbir koşulda, en zor koşullarda bile halkını ya da banliyölerini terk etmedi...”
Nitekim doğduğu, büyüdüğü, mücadelesini verdiği, yürüyüşlere katıldığı, sloganlar attığı, ümit ve güven verdiği, zaferler müjdelediği mahallede şehid oldu. Bu, onun kendine bir vaadiydi. 2006’daki zafer konuşmasında şöyle demişti: “Ben hayatımı ihanetle değil, şehadetle sonlandırmayı umut ediyorum."[7]
Janna Kadri el-Meyadin’de yayımlanan makalesinde Nasrallah’ın şehadetiyle bıraktığı küresel mirasa vurgu yaptı:
“Seyyid Nasrullah'ın somutlaştırdığı direniş ruhu sadece Lübnan'da değil, emperyalizmin sürdürdüğü sömürü ve baskı sistemlerini parçalamaya çalışan küresel proletaryanın yüreğinde de yaşamaya devam ediyor. Hizbullah'ın mücadelesi münferit bir savaş değildir; insan hayatından ziyade kâra değer veren ve egemenliğini sürdürmek için tüm halkları heba eden bir sisteme karşı küresel direnişin bir parçasıdır.”[8]
Tirinity College’da profesör olan Hintli yazar Vijay Prashad, “İsrail’i Mağlup Eden Adam: Seyyid Hasan Nasrallah” başlıklı yazısında[9] Seyyid Hasan’ın neden hedef alındığını yalın bir şekilde açıkladı: “Nasrallah öldürüldü çünkü Filistin'e verdiği destekten taviz vermiyordu.”
Prashad şöyle devam ediyor: “Diğer tüm Arap liderlerin aksine Nasrallah İsrail'e karşı iki kez savaş açmış ve İsrail'i mağlup etmişti: ilki İsrail'in 2000 yılında Lübnan'dan çekilmek zorunda kalması, ikincisi ise 2006 yılında İsrail'in Hizbullah'ı yok edememesi şeklinde gerçekleşti. İsrail'i mağlup eden adam en sonunda 27 Eylül 2024'te binlerce Lübnanlı yoldaşıyla birlikte öldürüldü.”
Prashad da Kadri gibi onun mirasına değindi. Nasrallah’ı yok etmek mümkün değildi çünkü O geride bir “direniş toplumu” bırakmıştı: “Güney Lübnan ve Bekaa Vadisi'ndeki insanların dünya görüşünü şekillendiren bu direniş toplumudur. Bu insanlar kendilerini İsrail'in Filistin'i işgaline ve İsrail'in Güney Lübnan'daki eylemlerine karşı devam eden mücadeleye adadılar. Hizbullah'ın dayanıklılığının anlamı, Lübnan'ın güney bölgesindeki tünellerde sakladığı binlerce füze değil, işte bu direniş topluluğudur.”
Muhammed Nazzal, 30 Ekim’de el-Ahbar’da yazdığı “Allah Aşkına!” başlıklı yazıda bu mirası beliğ bir şekilde anlatırken bilip de anlatamayanların haline de değinir: "Dünyanın tanıma fırsatı bulamadığı, tanıyanların da bilinmediğine üzüldüğü bir grup var: Allah'ın gerçek halkı. Onlar 'Allah yolunda' olan kimselerdir ve âlemlerden bir karşılık veya minnet istemezler... Onlarla yağmur yağar, onlarla toprak yeşerir, onlarla zafer sağlanır, onlarla azap uzaklaştırılır, onlarla rahmet iner. Dünya onlardan asla mahrum olmayacak!"
*
Seyyid Hasan Nasrallah, son kez 19 Eylül’de seslendi bizlere. Çağrı cihazları terörünün hemen sonrasıydı. Darbe çok ağırdı. Bunu açıklıkla dile getirdi. İsrail’in talebi açıktı: Lübnan cephesinin kapatılması. Verdiği cevabı 27 Eylül gecesi -hepimizin kaygı ve ümit arasında sabahladığı o gece- tekrar dinledim. Şöyle demişti: " Gazze'yi terk etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun!"
Bu onun Filistin’e vaadiydi. Bu onun, kendine olan vaadiydi. Oğlu şehid olduğunda sakin bir şekilde “Bu, oğlumla yalnızca geçici bir ayrılık” demişti. Ayrılık sona erdi. O vaadinden dönmeyenlerin efendisiydi.
Şey Naim Kasım, ilk kez Hizbullah’ın lideri olarak ekranlara çıktığı konuşmada kederle dolu kalbinden hepimizin adına Seyyid Hasan Nasrallah’a şöyle seslendi:
"Sen, muzaffer direnişin sancağı, direnişin aşığı, umut kaynağı, zaferin habercisi, aziz hayata hasret kalanların sevgilisiydin ve öyle kalacaksın."
Dipnotlar:
[1] https://x.com/FiratGedikoglu/status/1840497686300213608
[2] https://ydh.com.tr/d/21601/nasrallah-sehadetiyle-de-lubnan-i-birlestirdi
[3] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah
[4] https://www.ydh.com.tr/d/21849/d/21846/d/21907/ irak-direnisi- abd-yi-alarma-gecirdi
[5] https://ydh.com.tr/d/21756/nasrullah-in-donemi-ve-filistin-e-donus
[6] https://www.almanar.com.lb/12620093, Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22125/o-burada
[7] https://x.com/m_alierdogan/status/1854577032828797326
[8] https://english.almayadeen.net/news/politics/sayyed-nasrallah-s-martyrdom--a-catalyst-for-renewed-resista, yazının Türkçesi: https://ydh.com.tr/d/22148/direnisin-yenilenmesi-icin-bir-katalizor-seyyid-in-sehadeti
[9] https://medyasafak.net/haber/3548/vijay-prashad--israili-maglup-eden-adam--seyyid-hasan-nasrallah
İran: Bugün Tanık Olduğumuz Adaletsizlik Ve Zulümlerin Temelini ABD Ve İngiltere Atmıştır
İran'ın BM nezdindeki temsilcisi, Güvenlik Konseyi'ne yazdığı mektupta ABD ve İngiltere'nin bölge ve Ukrayna hakkında İran'a yönelttikleri ithamları reddetti.
İran'ın BM nezdindeki daimi temsilcisi ve elçisi Emir Said İrevani, BM Güvenlik Konseyi başkanına yazdığı mektupta ABD ve Britanya'nın İran'a yönelttiği ithamlar hakkında bu tür temelsiz iddiaların Siyonist Rejim cinayetlerine bu ülkelerin verdiği destekten sorumluluğun düşmesine neden olamayacağını hatırlattı.
İranlı temsilci yazdığı mektupta "Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, Siyonist İsrail rejiminin cinayetlerinin zeminini hazırlarken kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. İsrail rejimine koşulsuz destekleri, çatışmaların devamına yol açmakta ve Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği koruma misyonunu zayıflatmaktadır" vurgusunda bulundu.
Emir Said İrevani bu mektubunda şu ifadeleri de kullandı: "Bu yazı,18 Kasım 2024 tarihinde Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde " Filistin meselesi dahil Orta Doğu'nun durumu" başlığı altında yapılan açık oturumda, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık temsilcilerinin ortaya koyduğu temelsiz suçlamalara cevaben gönderilmektedir. Bu oturumda, Amerika Birleşik Devletleri temsilcisi, İsrail rejimiyle koordineli olarak, İran’ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayarak, Gazze’deki devam eden soykırım savaşına ve Lübnan’daki savaş suçlarına yönelik ortak suç ortaklıklarını gizlemeye çalışmıştır. İran Cumhuriyeti'ne yöneltilen bu suçlamalar şiddetle reddedilmektedir.
Amerika Birleşik Devletleri, İsrail rejimine verdiği koşulsuz siyasi, askeri ve mali destek aracılığıyla, Gazze, Batı Şeria ve Lübnan'da sivillere yönelik işlenen suçlar ve bölgedeki istikrarsızlıktan doğrudan sorumludur. Sivillerin katledilmesi, Gazze ve Lübnan’daki altyapıların tahrip edilmesi, Amerikan yapımı silahlarla ve Amerika'nın sürekli desteğiyle gerçekleşmektedir. Aynı zamanda, Amerika Birleşik Devletleri'nin BM Güvenlik Konseyi'nde ateşkes kararlarına yönelik defalarca veto kullanması, İsrail rejiminin sorumlu tutulmamasını sağlamıştır. Amerika Birleşik Devletleri, barış ve güvenliği teşvik etmek yerine, Güvenlik Konseyi’ni felç etmiş ve İsrail'e kendisini savunma bahanesiyle saldırılarını sürdürebilmesi için tam bir muafiyet sağlamıştır. Bu durum, Amerika Birleşik Devletleri'nin son olarak ateşkes kararına karşı veto kullanmasıyla açıkça görülmüştür.
Aynı şekilde, Birleşik Krallık Dışişleri Bakanı'nın, İran'ı bölgeyi istikrarsızlaştırmakla suçlayan temelsiz iddialarını da şiddetle reddediyoruz. Bu temelsiz iddialar, Birleşik Krallık'ın bölgedeki istikrarsızlık ve kaos yaratmadaki tarihi ve süreklilik arz eden rolünü gizlemeye yönelik açık bir çabadır. Birleşik Krallık'ın Filistin üzerindeki manda yönetimi sırasında yaptığı sömürgeci baskılar ve Filistin halkını haklarından mahrum bırakmaya yönelik kasıtlı siyasi mühendislik, bugün tanık olduğumuz adaletsizlik ve zulümlerin temelini atmıştır.
Birleşik Krallık, işgalci İsrail rejiminin kurulmasında merkezi bir rol oynamış ve Filistin halkının sürgün edilmesinde, acı çekmesinde ve baskı altına alınmasında doğrudan suç ortağı olmasına neden olmuştur. Bu ayrımcılığın ve toprak gaspının mirası devam etmekte olup, Birleşik Krallık’ın İsrail rejiminin uluslararası hukuku ihlali konusundaki destekleri ve bu rejime ileri düzey silah temin etmesiyle daha da pekişmektedir.
Dolayısıyla, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Krallık, İsrail rejiminin suçlarının zeminini hazırlarken, kendilerini sorumluluktan muaf tutamazlar. İsrail rejimine koşulsuz destekleri, çatışmaların devamına neden olmakta ve Güvenlik Konseyi'nin uluslararası barış ve güvenliği koruma misyonunu zayıflatmaktadır.
Ayrıca, bu iki ülkenin temsilcilerinin, aynı gün yapılan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi oturumunda, "Ukrayna'da uluslararası barış ve güvenliği koruma" başlığı altında İran’ı suçladıkları benzer iddiaları da kesinlikle reddediyoruz. İran'ın Ukrayna’ya yönelik tutumu, net ve değişmezdir.
Gazze’de Beyaz Bez Teslim Bayrağı Çekmek İçin Değil, Şehitleri Kefenlemek İçindir
Topraklarının işgal edilişinden bu yana Filistinliler, özgürlük ve bağımsızlık için tek yolun işgalciye karşı her türlü direnişi göstermek olduğunu anlamışlardır. On yıllar boyunca yaşanan tecrübeler, Filistinlilere, siyonist işgal rejimiyle yapılan müzakerelerin ve barış görüşmelerinin kendilerine bir karış toprak bile geri kazandırmadığını öğretmiştir. Dolayısıyla Filistinliler, teslim olmayarak çok ağır bedeller ödeseler de, stratejik açıdan zafer kazanmakta, Kudüs’ün özgürleştirilmesi ve bağımsız devletlerinin kendi toprakları üzerinde kurulması yolunda ilerlemektedirler.
Filistin halkı, 7 Ekim’den bu yana, yani 14 aydır, Gazze Şeridi’ne yönelik siyonist soykırım saldırılarında 50 binden fazla şehit ve 100 binden fazla yaralı vermiştir. Fakat tüm bu acılara rağmen direnişe yönelik bir eleştiri duymuyoruz, aksine destek görüyoruz. Bunun en güzel örneği, Ümmü Muhammed El-Ağa hanımefendinin işgalciler tarafından öldürülen beş evladını uğurlarken söylediği şu sözüdür: “Şehitlerimizi kefenleyecek beyaz bezimiz var, ama teslim bayrağı çekecek beyaz bezimiz yok.”
Direniş, her bir Gazzelinin gemisi olmaya devam edecek; yaralarının, sevdiklerinin, şehitlerinin, yıkılmış evinin, camisinin, mahallesinin ve denizinin intikamını alacaktır… Ve bu sadece Gazzeliler için değil, her Filistinli için de geçerlidir. Zulüm ve baskıya maruz kalmış, fakat yaşadığı sıkıntılar ne kadar ağır olursa olsun asla teslim olmayan, davasından vazgeçmeyen, hak yolunun fedakarlıklarla dolu olduğunu, zaferin Allah’ın dürüst ve sadık olanlara bir vaadi olduğunu, Tufan’dan sonra vatanımızın üzerine mutlaka yeni bir güneşin doğacağını idrak eden herkesin intikamını alacaktır direniş.
Direniş, bölgedeki ve tüm dünyadaki mazlumların gemisi olmaya devam edecektir; tıpkı Hz. Nuh’un (as) gemisi gibi. O adamların sarsılmaz imanları ve samimi niyetleriyle, kanları ve canları pahasına başlattığı bu savaş, yalnızca Filistin’i, Kudüs’ü ve bölgeyi özgürleştirmekle kalmayacak, tüm yeryüzüne yayılacaktır. Zira ABD dünyanın tek kutbudur ve mazlumların ilk ve son düşmanıdır; herhangi bir meseledeki zulmün kökenine bakarsanız ABD’nin bir parmağını, bir elini, hatta tüm vücudunu bulacaksınız... Filistin’in tufanından sonra dünyamızın her tarafına adalet güneşi doğacaktır elbet. Allah, emrini yerine getirmeye kadirdir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler.
Filistin direnişinin “Aksa Tufanı” operasyonunu gerçekleştirmekle yanlış hesap yaptığı iddiasında bulunanlara şu cevabı veriyorum: Filistinliler, silahlı direnişten barışçıl direniş veya sivil itaatsizlik niteliğindeki halk direnişine kadar birçok mücadele safhasını yaşadılar, hem ülkelerinin içerisinden hem de yurtdışından düşmanla savaştılar, fakat topraklarını özgürleştirmediler, istedikleri zaferi kazanmadılar ve net, tartışmasız bir siyasi başarı elde etmediler. Bununla birlikte bu mücadeleler hep düşmanın direnişi bastırması ve kırmasıyla sonuçlandı diye Filistin halkının verdiği bu mücadelelerde hatalı olduğunu söyleyebilir miyiz? Halkların direnişleri her zaman öncesinde birçok kırılmanın gelmesi gereken, zafer anına yol açan bir dizi yenilenmiş iradeden başka bir şey mi ki? Tarihte bu gerçeğe uymayan bir “işgale karşı direniş” hikâyesi var mı ki?!
Evet, Kutsal Toprakların evlatlarının başlattığı, gelmekte olan Tufan, gaspçı rejimin ve arkasındaki ABD ile zulüm ve küfür güçlerinin sonunun başlangıcıdır. Ümmet tarihinin bu kritik anında, ümmetin her özgür ve onurlu ferdine; Gazze ve Filistin topraklarında kendilerini mukaddesatlarını ve topraklarını savunmaya adayan, onlarla birlikte oturanların şakî olamadığı, ya onurlu bir şekilde yaşamaya ya da şehit olarak ölmeye ve gelecek nesillerine silinmez bir izzet ve onur mirası bırakmaya yemin eden o sadık müminlere destek olma çağrısında bulunuyorum.
Dr. Zahir Elbek
Filistinli Akademisyen ve Gazeteci
Hertaraf.com