
کارگر
Zarif: Tarih yazmak için eşsiz bir fırsata sahibiz
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, "Önümüzdeki üç hafta içerisinde gereksiz nükleer krizi sonlandırmak ve tarih yazmak için eşsiz bir fırsata sahibiz" dedi.
Sosyal paylaşım ağı Youtube'da 5+1 ülkelerine hitaben videolu bir mesaj yayınlayan Dışişleri Bakanı Zarif, yaptırımların İran'a boyun eğdiremeyeceğini ifade etti ve Batılı hükümetleri müzakerelerin son anında imtiyaz kazanma çabası peşinde olmamaları konusunda uyardı.
Zarif, mesajında "Önümüzdeki üç hafta içinde, tarih yazmak için eşsiz bir fırsata sahibiz. İran'ın nükleer programı konusunda kapsamlı bir anlaşma sağlamak ve bizleri son haftalarda Irak'ta meydana gelen korkunç olaylar gibi ortak sorunlara çözüm bulmaktan alı koyan gereksiz nükleer krizi sonlandırmamız için eşsiz bir fırsat.Nükleer mesele 2005 yılında çözüme kavuşturulabilirdi. Ancak o zaman İranlıların baskıya karşı tepki vereceklerini söylediğimde bu dikkate alınmadı. George Bush hükümeti, uranyum zenginleştirmenin durdurulması talebinde ısrar ederek tüm anlaşmayı bozdu. Sonra ki 8 yılda da baskı ve yaptırım yolunu seçtiler'' dedi.
Zarif, '' Yaptırımlar tam anlamıyla sarsıcı ve hatta ölümcüldü. İranlı kanser hastaları kendi bütçeleri ile dahi ilaçlarını temin edemiyorlardı çünkü dünya kanser bankaları İranlı sermayenin transferlerini önlemek için Amerika Birleşik Devletleri Hazine Bakanlığı tarafından baskı altında tutuluyorlardı. Ancak, bilim adamlarımızın öldürülmesi, çevresel felaketlerle sonuçlanma riskine rağmen nükleer tesislerimize yapılan sabotajlar ve sürekli tekrar eden askeri tehditlerin bir işe yaramadığı gibi yaptırımlar da nükleer programımızı durduramadı. Aslında bu girişimlerin tümü ters tepti.Uranyum zenginleştirmenin durdurulması konusundaki ısrar, santrifüj sayımızın 100 katına çıkması yani 200'den daha az sayıda cihazın yaklaşık 20 bine çıkmasıyla sonuçlandı.Amerika yapımı olan araştırma reaktörümüze yakıt satmamaları bizi yakıt üretmek için uranyum zenginleştirme seviyemizi yüzde 3.5'tan yüzde 20'ye çıkarmaya zorladı'' diye konuştu.
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı, ''Kanser hastalarını tıbbi radyo-izotoplardan mahrum bırakmaları bizi ağır su reaktörü inşa etmeye ve bir başlangıç fikrinden çok yakın zamanda faaliyete geçecek tam teçhizatlı komple bir tesis oluşturmaya zorladı.Nükleer tesislerin bombalanması tehditleri bizi etrafındaki dağlarla korunan Fordo tesislerini inşa etmeye zorladı. Batılı hükümetler bu durumu kendi elleriyle meydana getirdiklerini gözetmeksizin itiraz etmeye başladılar.Anlaşma için son tarih olan 20 Temmuza yaklaşırken, bir kez daha son anda imtiyaz elde etme çabalarının 2005 yılında elde ettikleri sonuçlardan daha iyi olmayacağı uyarısını yapmam gerektiğini hissediyorum.Hala İran'ın müzakere masasına oturmasına ambargoların sebep olduğuna inananlara sadece şunu söyleyebilirim; İran geçtiğimiz sekiz yıllık bu baskı sürecinden, aslında 35 yıldaki bu süreçten alnının akıyla çıkmıştır'' ifadesini kullandı.
Zarif, '' İran halkı yaptırımlar karşısında boyun eğmedi, eğmiyor ve eğmeyecek. Mevcut durumu gün geçtikçe kötüleştiren bu döngüden çıkabilmemiz için hala fırsat var. Karşılıklı saygı duymayı deneyin. Sonuç verecektir. Biz iyi veya kötü bir anlaşma değil, uygulanabilir ve kalıcı bir anlaşma sağlanması için çaba gösteriyoruz. Her anlaşma, taraflardan birinin tutumunu dayatmasıyla değil, karşılıklı anlayış sonucunda elde edilmelidir.Biz, kararlı önlemler alarak nükleer programımızın her zaman barışçıl olarak kalacağını garanti etmeye hazırız. İran'ın bomba ürettiği efsanelerine son vermek için hala bir şans var. 250 yıllık hiçbir saldırganlık sabıkası olmayan geçmişimiz bu iddiayı kanıtlamaya yeterlidir.Hükümetim, bu gereksiz krizi 20 Temmuza kadar sonlandırmaya kararlıdır. Meslektaşlarımın da aynı kararlılığa sahip olmalarını umuyorum. Ben Cevad Zarif ve bu da İran'ın mesajıdır"diyerek mesajını tamamladı.
Boko Haram CIA tarafından yönlendirilen ABD maşası çıktı
2014 yılında adından en çok bahsettiren örgütler diye bir sıralama yapılsa, hiç şüphesiz Boko Haram IŞİD ile birlikte bu sıralamanın en üstünde yer alırdı.
Çoğunlukla Nijerya’nın kuzeydoğu eyaletlerinde ve Kamerun’un kuzeyinde gerçekleştirdiği kanlı saldırılar ve kaçırma eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken örgüt hakkında dış basında ve muhtelif İnternet sitesinde çokça şey yazılıp çiziliyor.
Bu yazılarda örgütün kökeni, hedefleri, isminin hangi anlama geldiği, arkasında hangi güçlerin olduğu, uluslararası siyasetin Afrika ayağında nereye denk düştüğü, vb. konular işleniyor.
AYNI SENARYO TEKRARLANIYOR
Ana akım medyanın dışında yer alan Global Research gibi sitelerde yapılan ve Türkiye basınına da konu olan analizlerde, WikiLeaks belgeleri dayanarak gösterilerek Boko Haram’ın ABD’nin Nijerya’yı istikrarsızlaştırma planı kapsamında CIA tarafından yönlendirilen bir örgüt olduğu -ABD’nin Kaddafi’yi devirmek için destek verdiği Libyalı şeriatçı örgütler ve İslami Mağrip el Kaidesi gibi gruplarla Boko Haram’ın ilişkili olduğu da ilave edilerek- iddia ediliyor.
Bu iddianın savunucuları Boko Haram saldırıları sayesinde Nijerya’nın dış müdahaleye açık hale getirildiğini ifade ederken, ABD İstihbarat Konseyinin 2005 yılında Sahra Altı Afrikası’nın geleceğine dair hazırladığı raporunda Nijerya için öngörülenlerin tesadüf olmadığına vurgu yapıyorlar ve AFRICOM’ un (ABD Afrika Komutanlığı) üs talebine uzun süredir direnen Nijerya’nın Boko Haram vasıtasıyla ABD ordusuna muhtaç hale getirileceğini belirtiyorlar.
Aynı senaryonun daha önce Kenya’da, Somali’de, Mali’de ve Uganda’da uygulandığını belirten yorumcular; ABD’nin “terörizmle mücadele” bahanesiyle Afrika kıtasındaki askeri etkinliğini arttırmaya çalıştığını, bu sayede hem enerji kaynaklarının ve onların geçiş yollarının güvenliğini sağlamaya hem de kıtadaki ekonomik ve askeri etkinliği artan Çin’in önünü kesmeye çalıştığını ifade ediyorlar.
Boko Haram’ın bu yılın nisan ayında 200’den fazla kız çocuğunu kaçırması sonrasında sosyal medyada başlatılan – Michelle Obama’nın da destek verdiği- #Kızlarımızı geri getirin kampanyasının benzerinin 2012’de CIA bağlantılı olduğunu iddia ettikleri Invisible Children adlı topluluk tarafından #Kony2012 başlığıyla -Uganda Tanrının Direniş Ordusu Örgütü Lideri Joseph Kony’nin yakalanması talebiyle- gerçekleştirildiğini; ABD ordusunun Kony’yi bulma bahanesiyle Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Uganda, Ruanda, Orta Afrika Cumhuriyeti ve Güney Sudan’a yeşil bereliler olarak bilinen komandolarını gönderdiğini belirten yorumcular, bahsi geçen sosyal medya kampanyalarının ABD’nin işgal öncesi kamuoyu oluşturma çalışmalarının bir parçası olduğunu iddia ediyorlar. Bu iddialara ek olarak, kimileri ise Obama’nın dış politika danışmanlarından Zbigniew Brzezinski’nin (ABD’ nin Sovyetler Birliği’ne karşı geliştirdiği Yeşil Kuşak projesinin mimarı) “İkinci Şans” adlı kitabında ifade ettiği kültürel, dinsel veya etnik özelliklere dayanan mini ve mikro devletlerin ABD çıkarları için daha uygun olduğu görüşünü hatırlatarak, Nijerya’nın 2015 seçimleri öncesinde parçalanmaya çalışıldığını savunuyor .
SÖMÜRGECİLİĞİN MİRASI MI?
Bu yorumların çoğunda Boko Haram’ın ortaya çıkışındaki ve gelişmesindeki ülke içi etkenler ya göz ardı ediliyor ya da değinilip geçilen bir unsur olarak kullanılıyor. Bu grup dışında, “kukla örgüt” tespitlerinden ziyade söz konusu etkenleri analizlerinin merkezine alan yorumcular da bulunuyor. Örneğin, Pan-African News Wire Editörü Abayomi Azikiwe Boko Haram’ın Britanya sömürgeciliğinin Nijerya’yı yönetmek için inşa ettiği ve sonrasında Amerikan emperyalizminin devam ettirdiği bölgesel ayrıma dayanan sistemin ürettiği çatışmaların 2000’li yıllardaki sonucu olduğunu ifade ediyor. BBC News Africa’ da ve Council of Foreign Relations’ta çıkan yazılarda ise, 2002’de kurulan örgütün 2009’a kadar tek tük olan ve Nijerya güvenlik güçlerini hedef alan saldırılarının 2009’dan sonra düzenli olarak artmasında -şimdiye kadar ordu ve polis birlikleriyle yaşanan çatışmalar ve Boko Haram’ın sivillere yönelik saldırılarında 10 binden fazla insan hayatını kaybetti- ve örgütün radikalleşmesinde Nijerya devletinin Boko Haram’a yönelik sert tavrının (Örgüt militanlarının 2009’ da motosiklet kaskı yasağına uymamalarına polisin sert tavrı sonucu başladığı iddia edilen isyana Nijerya ordu birliklerinin müdahalesi sonucu büyük çoğunluğu Boko Haram mensubu veya destekçisi 800’den fazla kişinin hayatını kaybetmesi, yaygın polis şiddeti, Nijerya devletinin Boko Haram ile mücadele için kurduğu Sivil Ortak Görev Gücü’nün militanlara yönelik yargısız infazları, Uluslararası Af Örgütünün raporuna göre 2013 yılının ilk yarısında çoğunluğu örgüt militanı 1000 kişinin askeri gözetimde öldürülmesi gibi etkenlerin) önemli payı olduğu belirtiliyor.
ORDU BOKO HARAM İLİŞKİSİ
Yukarıda yazılanlara ilaveten, örgütün ülkenin kuzey bölgesinin yöneticileri ve hakim sınıfları hatta Nijerya ordusu içerisinden de ciddi destek aldığı –geçtiğimiz günlerde Leadership adlı Nijerya gazetesinde gündeme gelen fakat Nijeryalı yetkililer tarafından yalanlanan bir haberde orduda görevli 10 generalin ve 5 üst düzey askeri yetkilinin Boko Haram’a destek verdikleri gerekçesiyle askeri mahkemede suçlu bulunduğu belirtildi - iddia edilirken, 2011 yılında gerçekleşen seçimlerin sonucunun da Boko Haram’ın artan şiddetinde payı olduğu savunuluyor. Çoğu Kuzey Nijeryalının, Müslüman kökenli Devlet Başkanı Umarı Musa Yar’dua’nın görev süresinin dolmasına iki yıl varken 2010 yılında hastalığı nedeniyle ölmesi sonucu 2011 yılında yapılan devlet başkanlığı seçimleriyle, ülkenin yönetiminde fiilen uygulanan ‘bir kuzeyden bir güneyden’ sisteminin kırıldığını düşündüğünü, bu kesimlerin seçimi kazanan Hıristiyan kökenli Goodluck Jonathan’ı gayri meşru ilan ettiğini ve kuzeyin hakkını gasbetmekle suçladığını belirten yorumcular, Jonathan’ın 2015 yılında yapılacak seçimlerde aday olma konusunda istekli olmasının gerginliği arttırdığını ve Boko Haram’ın bu yıl içinde gerçekleştirdiği kanlı saldırılarda 2015 seçimlerinin önemli payı olduğunu düşünüyorlar.
Yukarıda aktarılanlara ilaveten; Boko Haram’ın kiliselere, eğitim kurumlarına, Hıristiyan sivillere, rakip gördüğü Müslüman din adamlarına yönelik saldırılarının 2011 yılından sonra başlaması, 2000’li yılların başından beri çoğu kuzey eyaletinde şeriat hükümlerinin uygulanmasına ve örgütün ülkenin güneyinde hiçbir gücü olmamasına rağmen amacını Nijerya’nın tamamında şeriata dayalı bir devlet kurmak olarak belirtmesi ve Kamerun’da Çin yatırımlarına yönelik saldırıları, örgütün ülkedeki hakim sınıfların egemenlik mücadelesinin ve emperyalist devletlerin bölgesel rekabetinin aracı olduğu yönündeki iddiaları güçlendiriyor.
Uluslararası toplum IŞİD cinayetlerini kınamalı
Emperyalist güçler tarafından IŞİD’e verilen desteğe işaret eden Tahran Cuma Namazı Hatibi, IŞİD cinayetlerinin uluslararası toplum tarafından kınanması gerektiğini kaydetti.
Bu haftanın Tahran Cuma Namazı Ayetullah Muvahhidi Kirmani’nin imamlığında eda olundu. Ayerullah Muvahhidi Kirmani hutbesinin bir bölümünde IŞİD cinayetlerine işaret ederek, emperyalist dünyası asırlar boyunca İslam ile savaşmaya kalktığını, zira İslam bir tek Allah’a teslim olmaya ve ibadet etmeye vurgu yaptığını, emperyalist dünyası ise bir tek ona teslim olmaya çağrı yaptığını ifade etti.
Bir tek İslam’ın insanlığı savunduğunu dile getiren Tahran Cuma Namazı Hatibi, mazlumu savunmak amacıyla BM Güvenlik Konseyi tarafından zaman zaman çıkarılmak istenilen kararların konseye üye olan caniler ve emperyalist tarafından veto edildiğini hatırlattı.
Ayetullah Muvahhidi Kirmani, emperyalist güçler teröre başvurarak İslam ilerleyişini engellemek istediğini belirterek, bugüne kadar bu ilerlemeyi engellemeye yönelik başvurulan çabaların etkisiz kaldığını, başaramayan emperyalistlerin hiçbir halt edemeyeceğinin altını çizdi.
Tahran Cuma Hatibi, cihat ve direniş kültürü dolaysıyla emperyalistlerin tüm komplolarının suya düştüğünü söyleyerek, emperyalist dünyası kanlı cinayetlerle kendi mezarını kazdığını, dünya çapında terörizm ve şiddetin kınanmakta olduğunu, üç tekbir diyerek ve İslam adına katliam yapan bu caniler tarafından gösterilen şiddetin İslam dışı olduğunu söyledi.
Irak’taki gelişmeler Şii ve Sünni çatışması olmadığının altını çizen Ayetullah Muvahhidi Kirmani, Irak ordusunun ilerleyişinde önemli etkisi olan ve cihat çağrısı yapan Irak dini mercilerine teşekkürlerini dile getirdi.
Demokrasi savunucuları olduklarını iddia eden bazı uluslararası toplum tarafından IŞİD cinayetlerinin kınanmadığını hatırlatan Tahran Cuma Hatibi, IŞİD cinayetleri İslam İşbirliği Teşkilatı, Bağlantısızlar Hareketi, Arap Birliği, BM Genel Kurul, Güvenlik Konseyi ve diğer insan sever kurum ve kuruluşlar tarafından kınanması gerektiğini kaydetti.
Barzani-Carba görüşmesine İran’dan tepki
İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı Emirabdullahiyan, Barzani-Carba görüşmesiyle ilgili olarak “Barzani’nin tavrı bildiğimiz olumlu kişiliğinden uzak, kuşku uyandırıcı” dedi.
İran Dışişleri Bakanlığı Arap-Afrika İşleri Yardımcısı Hüseyin Emirabdullahiyan, Suriye Muhalifleri Koalisyonu Başkanı Ahmet Carba’yla Irak Kürt Bölgesi Başkanı Mesut Barzani arasında geçen görüşmeyle ilgili olarak “Irak’ta tanınmış bir şahsiyet olarak bilinen Mesut Barzani’nin siyasi tavrı, kendisinden bildiğimiz o olumlu kişiliğinden uzak ve kuşku uyandırıcı” dedi.
Emirabdullahiyan ayrıca “Ahmet Carba, bir yandan çökmüş Münafıklar (Halkın Mücahitleri) terör örgütü elebaşısı Meryem Recevi’yle görüşüyor. Diğer yandan da, Mesut Barzani’yle yan yana geliyor. Biz bu siyasi tavrı yakışıksız olarak görüyoruz. Carba, zayıf bir kişiliğe sahip. Münafıklar’ın elebaşısıyla görüşmesiyle de kişiliğini ortaya çıkarmış oldu” şeklinde konuştu.
Emirabdullahiyan daha sonra, İran’la Iraklı Kürtler arasında tarihi ve kardeşçe bir ilişki olduğunun altını çizerek “Kardeşimiz Barzani’yi duygularına hakim olmaya, Suriye’ye karşı fevri davranmaktan kaçınmaya, terörle mücadele konusuna yoğunlaşmaya ve Irak anayasası çerçevesinde bu ülkenin birlik ve bütünlüğünü korumaya davet ediyoruz” dedi.
Ramazan Dersleri 2- Tekebbür
Tekebbür insanın tekamüle ulaşmasını engelleyen en büyük engeldir.
Bismillahirrahmanirrahim
Tekamul yolunda en büyük engel ve en kötü hastalık insanın kendisini üstün, temiz ve prüzsüz görmesidir. İnsanın kendisini diğerlerinden daha güçlü ve daha üstün görmesi bir hastalıktır.
Kur’an’ın çeşitli tabirlerle beyan ettiği, rivayetlerin üzerinde hassasiyetle durduğu ve kaçınmamızı istediği sıfat “tekebbür” ve “insanın kendisini üstün” görmesidir. Bu sıfat, manevi makamlara ulaşmada insanı tehdit eden büyük bir tehlikedir.
Tekebbürün özelliklerinden biri insanın kendisini diğerlerinden üstün görmesidir. Bu çok tehlikeli ve hayret edilecek birşeydir. İnsan, Kur’an ayetlerini okudukça bu sıfat üzerinde ne kadar hassasiyetle durulduğunu görecektir; İsti’la, Uluv, Tekebbür, İstikbar gibi kelimelerle beyan edilmiştir. Allah yolunda hareket eden bir mümin bu sıfatlardan uzak durmalıdır.
Kendisini muktedir görmenin tekebbürle bir farkı yoktur; insan kendisini kudret sahibi, ihtiyaçsız ve mustağnı görürse veya kendisini ilim sahibi görüp herşeyin kendisine sunulması gerektiğini düşünürse, herşeyi kendi ilmi ile ölçerse, kendi ilim hazinesinde olmayanı redederse, kendi ilmini ölçü olarak görürse bu da tekebbürün bir kısmıdır ve çok tehlikelidir. Hatta ibadet, zühd ehli, Allah’a yönelmiş maneviyat peşinde olan insanın işlerinde de tekebbür sözkonusudur; buna “ucb” denir. Ucb tekebbürün kısımlarındandır; kendisini beğenmek, yaptıklarıyla kendisini diğerlerinden üstün görmek tekebbürün bölümlerindendir.
Bizim gibi normal insanlar amiyane tekebbürlere mubtela oluyoruz. Manevi makamlara ulaşma yolunda seyr-u suluk edenler, kendileriden daha üsteki yüksek makamları görünce onlar da bulundukları makam ve dereceye rağmen tekebbür ve nefsinin üstünlüğü gibi hatalara düşebilir. Bu da onlar için bir tehlikedır yani her makamın kendisine göre tehlikeleri vardır.
Bu sıfatı yok etmenin, tekebbürü yok etmenin birinci adımı insanın kendisini muhtaç, fakir, eli boş ve hiçbir şeye sahip olmayan olarak görmesidir. Yani insan sahip olduğu güç, servet, ilim ve bütün olumlu meziyyetlerine rağmen kendisini Allah’ın karşısında gerçekten -laf olsun diye değil- muhtaç, eli boş, küçük ve hakir görmelidir. Böyle olursa bu insanın yüce ruha sahip olduğunun nişanesidir elbette bu makama ulaşmak kolay değildir, çaba gerekir.
Kendi zamanının arif ve velilerinden sayılan merhum Hacce Mirza Cavad Melikiyi Tebrizi, Necef’e ilk gittiği zaman normal bir talebeyken, büyüklerden ve eşraftanmiş gibi davranır ve arkasında bir hizmetçi bulundururmuş. Babası Tebriz’in zenginlerinden olduğundan dolayı ekonomik durumu da gayet iyiyimiş. Pahalı elbiseler giyer, omuzuna da pahalı bir parça atarmış.
İlahi lütüf onu zamanın büyük arifi tevhid, ahlak ve marifet üstadı Molla Hüseyin Goli Hamedani’nin kapısına götürür. Molla Hüseyin Goli Hamedani, Necef’te merce-i taklid, kalp ve mana ehli olanların kıblesi olarak tanınırdı. Mirza Cevadi Melikiyi Tebrizi her zamanki eşraf ve zengin çocukları edasıyle derse katılır, sınıfa girerken Molla Hüseyn Goli Hamedani minberden onun kapıdan girdiğini görür görmez bağırarak “hemen o kapının ağzında (ayakkabıların yanında) otur” der. Miraza Cevadi Melikiyi Tebrizi de hemen orda oturur ama ustadın oraya oturtması kendisine çok dokunur, bunu kendisine hakaret görür. Yine de derslere katılmaya devam eder, bir müddet sonra Molla Hüseyin Goli Hamenadi dersten sonra Mirza Cevadı çağırır ve kendisinden bir şey yapmasını ister, istediği şeyi yapmak eşraf ve zenginlerin yapacağı şey değildir, kendilerine yakıştırmazlar, dışarı çıkar ve yanında bulundurduğu hizmetcisine yaptırır. Ustadının istediği şeyi getirince ustad, ben senin yapmanı istemiştim, hizmetcinin değil.
Arif insanlar birini eğitmek istediklerinde nefsini ayaklar altına almasını, gurur ve kibri yenmesini isterlerdi. Bencilliği, kendini beğenmeyi yok edecek şekilde eğitirlerdi. İnsanı şirke sürükleyen kibirden, bir makam ve mevkiye sahip olduğu duygusundan kurtarıp sırat-ı mustakime yönelterek kemal makamlarına ulaştırırlar. Mirza Cevadi Melikiyi Tebrizi bu gibi ustadların elinde kalp ve mana ehli ariflerden olmuşlardır. Şuan kabri mana ve batin ehlilerinin ziyaretgahı olmuştur.
Öyleyse birinci adım her insanın batinde var olan bencilliği kırmaktır; insan devamlı tezekkür, hatırlatma, nasihat ve riyazetle nefsini kınamaz ve tahkir etmezse nefis güçlenir ve Firavun sıfatlı olur.
Dünyadaki bütün müsibet ve belaların kaynağı bencilliğin başının altından çıkıyor. Bütün zulümler, bütün ayrıcalıklar, bütün savaşlar, katliamların hepsinin kaynağı bu Firavuni sıfatın insanlarda kök salmasındandır. Eğer bu sıfatı dizginlemesek, batinimizde olan bu azgın ata gem vurmasak çok tehlikeli işler yapacaktır. Yalnız kendisine değil diğerlerine de zarar verecektir; insan dış dünyasında etkili olduğu oranda başkalarına zarar verir. Bundan dolayı Kur’an bu gibi insanlara hakkında buyuruyor: “Böbürlenenlere (kendilerini üstün görenlere) cehennemde yer mi yok?”. Zümer/60
Günahlar, bedbahtlıklar ve fesadların hepsi tekebbürden kaynaklanıyor.
Emirelmuminin hz. Ali (a.s) Nehc-ul Belağa’da tekebbür ve bu hastalığı yok etme, tedavi etme yolları hakkında olağanüstü güzel noktaları beyan etmiştir. O hazretten nakl edilen değerli sözlerin yanısıra o hazretin hayatının Allah’a ubudiyetin mazharı olduğuna teveccüh edilmelidir. Bu ubudiyyet ve kulluğun karşıtı kibir, uluv, istila ve istikbardır diyebiliriz. Ubudiyyet, Allah’ın karşısında huzu ve huşuyla durmak ve ilahi ahkamı kabullenip Allah’ın emirlerine teslim olmaktır, diyebiliriz.
Vesselamu aleykum verahmetullahi ve berekatuh
İmam Hamanei
İran, Polonya’yı ikince defa mağlup etti
İran voleybol milli takımı Dünya voleybol ligi karşılaşmalarında Polonya milli takımını ikinci karşılaşmada da üç sıfır yenerek finallere adını yazdırdı. Toplamda 19 puan alan İran voleybol takımı aynı puana sahip İtalya ile birlikte gruptan çıkarken iki maç eksiği ile 11 puana sahip olan Brezilya ve Polonya takımları ise elendiler.
İran voleybol milli takımı Dünya voleybol ligi karşılaşmalarında Polonya milli takımını ikinci karşılaşmada da üç sıfır yenerek finallere adını yazdırdı.
Toplamda 19 puan alan İran voleybol takımı aynı puana sahip İtalya ile birlikte gruptan çıkarken iki maç eksiği ile 11 puana sahip olan Brezilya ve Polonya takımları ise elendiler.
Kaos (2)
ALKAİDE’nin Irak kolu olan Irak İslam Devleti olayların başlaması ile adını IŞİD olarak değiştirdi ve Suriye’de örgütlenmeye başladı.
Dünyanın dört bir yanından Türkiye’ye gelip cihat için Suriye’ye giren on binlerce ruh hastasının büyük bölümü bu örgüte katıldı. Emperyalist ülke ve güçlerin bölge ülkeleri ile birlikte Türkiye, Ürdün ve Lübnan üzerinden Suriye’ye gönderdiği silahların büyük bölümü bu örgüte gitti, gidiyor. Bu gücü ile başta Rakka olmak üzere bazı Suriye şehir, kasaba ve köylerini ele geçiren IŞİD yöresel dengeleri de iyi kullanarak gençleri ve aşiretleri kendi safına kattı, katıyor. Emperyalist ve yandaşı bölgesel ülkelerin desteği ile gücüne güç katan IŞİD benzer Sünni ittifakları Irak’ta başardıktan sonra son saldırısını gerçekleştirdi.
Şimdi ise Suriye ve Irak’ın Sünni bölgeleri ile ilgili kendi devlet haritasını yayınlayıp duruyor. Canı sıkıldığında bu haritanın sınırlarını tüm Suriye, Ürdün ve Lübnan’a kadar genişletiyor. Kuzeyde ise sınırlar Toros’ların eteğinden başlıyor ve Hatay’ı içine alıyor. Kendini ‘en hakiki Müslüman’ olarak tanıtan IŞİD bu harita çalışmaları içinde İslamın baş düşmanı siyonist İsrail ve emperyalist batı ve onların islam düşmanı Müslüman işbirlikçiler için hiç birşey söyleyip yapmıyor. Oysa IŞİD’in lideri Bağdadi önceki gün Peygamber soyundan olduğunu iddia ederek kendini tüm müslümanların halifesi ilan etti. Peki AKP yönetiminde Türkiye ne yapıyor? AKP yönetiminde Türkiye içerde cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili olarak yoğun tartışmalar yaşarken dışarıda anlatmaya çalıştığım tüm kompozisyonların hem merkezinde hem de kenarında duruyor. Merkezinde çünkü Suriye ve Irak’ta olup biten herşeyde Türkiye taraf. Kenarında çünkü bu taraflılığına rağmen orta ve uzun vadede devre dışı bırakılacak ya da sonraki tüm tehlikeli gelişmelerden en çok etkilenen ülke olacak. Örneğin IŞİD Irak ve Suriye topraklarında devletini kurarsa bu devlet Türkiye’ye sınır olacak ve dost ve kardeş IŞİD’çiler İstanbul’a gelip buradan dünyaya dağılacaklar.
Geçen hafta Beyrut’ta intihar saldırısını gerçekleştiren iki Suudi vatandaşın yaptığı gibi. Çünkü hepsi İstanbul üzerinden Suriye’ye oradan da Irak’a gitmişti. Obama ve batılı müttefikleri yakında başlarına bela olacak IŞİD’çilerden kurtulmaya karar vermediği sürece bu konu Türkiye için çok ciddi riskler oluşturacaktır. Çünkü adamlar ruh hastası. Yoksa durduk yerde Türk diplomatlarını esir alırlar mıydı? Geçenlerde Türkiye’yi Fırat konusunda bile uyardılar Onlara göre Ankara Suriye ve Irak’a bırakması gereken suyu bırakmıyor. Yani IŞİD de Şam ve Bağdat gibi Fırat ve Dicle suları konusunda Ankara ile kavga edebilir. Aynı IŞİD bu iki nehir üzerindeki barajları kontrol ederek Iraklıları tehdit ediyor. Bazen ‘suyunuzu keserim’ bazen de ‘ barajları patlatarak boğarım sizleri’ diyor. AKP yönetiminde Türkiye olası su tehdit ve savaşlarını ne kadar ciddiye alıyor bilmiyorum ama olası Sünnistan ve Kürdistan petrolü ile yakından ilgilendiği ortada. Örneğin Mayıs 2013′te Rakka şehrini işgal eden IŞİD buradan elde ettiği petrolü kaçakçılar üzerinden Türkiye’ye satıyordu, satıyor. Aynı Türkiye merkezi Bağdat hükümeti ile kavgalı Mesut Barzani’nin de petrolünü alıyor. Ceyhan’a gelen petrol tankerler ile İsrail’e taşınıyor. Buna karşın İsrail ve Amerikan şirketleri Kıbrıs açıklarında çıkması olası gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınabileneceğini konuşuyor. Tabi AKP’nin Kıbrıs’ta istenilen tüm tavizleri vermesi koşulu ile. Tıpkı Kerkük’te verdiği gibi. Petrol uğruna… Son gelişmeleri fırsat bilen Mesut Barzani Kerkük ve çevresindeki tartışmalı kasaba ve köylerin Kerkük’e bağlandığını ve Kerkük’ün tümü ile peşmergenin kontrolünde olduğunu söyledi. İki gün sonra Başbakan Naçirvan Barzani Ankara’ya geldi ve Kerkük petrolünün geleceğini konuştu. Kerkük Kürdistan’ın bir parçası olursa bu şehirde bulunun petrol Kerkuk-Ceyhan boru hattı üzerinden batıya taşınacak. Buna karşın AKP yönetiminde Türkiye Kerkük ve Musul’daki Türkmenleri unutacak. Tıpkı Sünnistan’ın bir parçası Musul’a bağlı Telafer’deki Şii Türkmenleri unuttuğu gibi. Konuşulacak ve anlatılacak çok şey var. Hepsi rezalet ve çok tehlikeli. AKP yönetiminde Türkiye son üç yılda içerde olduğunun çok daha fazlası ile dış politikada aşırı tehlikeli politikalar uyguluyor. ‘Arap Baharı’ tezgahı ile İslam aleminin lideri olma hayalleri kuran AKP yönetiminde Türkiye’ye kala kala Kürdistan ve IŞİD yönetiminde Sünnistan kaldı. Tabi şimdilik. Çünkü burası Ortadoğu ve batı bu coğrafyanın petrol ve gazını asla Türkiye’ye bırakmaz.
Bırakmaz çünkü Körfez’deki çağdışı, ilkel, bağnaz ve ihanet içindeki kral, emir ve şeyhler kendisine çok daha iyi hizmet veriyor, verecek. Fotoğraf çok net : Önümüzdeki ay ve yılların temel konusu petrol ve su… Sünni-Şii… Her gruptan kan! Üstelik artık tosun gibi bir halifemiz var. Sıra Sultan’da!
Hüsnü Mahalli
IŞİD’in füzeleri var…Türkiye’de menzilinde
Halifelik ilan edip adını “İslam Devleti” olarak değiştiren ve Irak’ın yanısıra Suriye’de de ilerleyen IŞİD’in artık füzeleri de var. Suriye’nin Rakka kentinde, Suriye Ordusu’ndan ele geçirdiği Scud füzeleriyle gövde gösterisi yapan IŞİD militanlarının görüntüleri endişe yarattı. Bin 500 kilometre menzili olan füzeler, Türkiye dahil pek çok Ortadoğu ülkesini tehdit ediyor
Irak ve Suriye’de birçok bölgede kontrolü ele geçirerek ilerleyen ve Türkiye’yle de komşu olan Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütü, pazartesi Suriye’nin Rakka kentinde, Esad’a bağlı ordudan ele geçirdiği Scud füzeleriyle gövde gösterisi yaptı. IŞİD, üç Scud füzesi ve T-55 tankları yollarda gezdirdi. Bazı uzmanlar, bu füzelerin ateşlenebilir durumda olmadığını iddia etti. IŞİD örgütünün, iki gün önce “İslam Devleti (İD)” şeklinde ismini değiştirerek hilafet ilan etmesiyle bölgede şiddetin tırmanmasından korkuluyor. Irak’ın kuzeyinde hızla ilerleyen ve Suriye’nin kuzeyinin bir kısmını da kontrol altında tutan örgüt, lideri Ebu Bekir el Bağdadi’yi “halife” ilan etmişti. İD lideri Bağdadi, hilafet ilanının ardından yayımlanan ilk ses kaydında dün militanlara savaşa devam çağrısı yaptı. Bağdadi, Twitter mesajında, “Müslümanlara karşı yanlışların intikamının alınmasını” istedi.
Bu arada geçen ay militanlarını Irak’a kaydıran İD, Suriye’nin Halep kentinde yeniden saldırılara başladı ve Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) kontrolündeki Boztepe, Samandere ve Bahvarto köylerini üç köyü ele geçirdi. Örgüt Halep’teki Azez, Telrifat ve Mera kasabalarına da gireceğini ilan etti. Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Koalisyonu ise, IŞİD’in “hilafet” ilan etmesini kınadı ve “Bu, Arap halkının diktatörlüğe karşı ayaklanmasını sekteye uğratacaktır” denildi.
Boko Haram, Batı’nın İslamofobi stratejisinin hizmetinde
Boko Haram isyancılarının Nijerya’nın doğusunda, Sambiza ormanlarında yaktığı fitne ateşi, Batı ve siyonist İsrail askerlerinin terörle mücadele bahanesi ile Afrika kıtasının en kalabalık nüfusu olan ve petrol zengini sayılan Nijerya’ya ayak basmasına yol açtı.
Nijerya halkının yarısı Müslümandır. Son günlerde ise bu ülkenin adı sürekli Boko Haram adı ile anılıyor. Boko Haram örgütü yaklaşık iki ay önce Borna eyaletinde yatılı bir okuldan 276 kız öğrenciyi kaçırdı. Örgütü şimdi de Benoe eyaletinde erkek öğrencilerin okuluna saldırı tehdidinde bulundu. Boko Haram örgütü ayrıca Cas kentinde iki bombalı eylemde 118 kişiyi katletti. Gerçi Boko Haram örgütünün kaçırdığı 276 kız öğrenciden bazıları kaçmayı başardı, ancak hala 223 kız öğrenci örgütün elinde rehine olarak bulunuyor. Bu arada örgütün kaçırdığı kızların sayısı da arttığı belirtiliyor. Reuters haber ajansı geçen ay örgütün Borno eyaletinin Gavza bölgesinde de 8 kızı kaçırdığını duyurdu.
Boko Haram örgütünün küstahlığı had safhaya ulaştı, öyle ki Benoe eyaletinde bir erkek lisesi yetkilileri örgütten bir kaç tehdit mektubu aldıklarını açıkladı. Boko Haram örgütünün Hosa dilinde anlamı, Batı tarzı eğitim yasaktır. Örgüt en çok okullara baskın düzenlenmek ve öğrencileri öldürmek veya kaçırmakla biliniyor. Fakat nedense ne Amerika, Fransa ve İngiltere gibi Batılı devletler, ne de BM örgüte ciddi bir tepki gösterdi. Buna karşın Batılı devletlerin ilk tepkisi 276 kız öğrenci kaçırıldıktan hemen değil, 17 gün sonra başladı, çünkü kaçırılan kızların aileleri ve Nijerya halkı Boko Haram örgütüne karşı protesto eylemlerine başladı ve sanal ortamda da kızlarımızı geri verin kampanyası başlattı. Amerika Dışişleri Bakanı John Kerry bu gelişmenin ardından hemen Washington yönetimi olaya el koymaya hazır olduğunu açıkladı. Bu arada kız öğrencilerin kaçırıldığı sıralarda BM güvenlik konseyinin dönem başkanlığını yürüten Nijerya yönetimi bile konuyu konseyde gündeme getirmek için hiç bir adım atmadı.
Oysa Boko Haram örgütü uluslararası ceza mahkemesi tüzüğünün 7. Maddesine göre ve yine örgüt liderinin yayınladığı video mesajlarda kızları Cameron ve Çad’a götürdüklerini ve orada köle olarak sattıklarını veya evlenmeye zorladıklarını açıklamasına göre beşeriyete karşı suç işlemiştir. Bir süre önce ilk kez işgal altındaki Filistin’i ziyaret ederek İslam dünyası ve hatta Nijeryalı Hristiyanların tepkisine neden olan Nijerya Cumhurbaşkanı Good Luck Janatan kızların kaçırıldığı ortaya çıktığı günlerde daha çok Afrika’da düzenlenmesi planlanan dünya ekonomik forumunun sakin bir şekilde geçmesi için çaba harcıyordu.
Nijerya yönetiminin bu tutumu yüzünden olsa gerek, kız öğrencilerinin kaçırılması ve başkent Ebuca’da iki bombalı eylemde sırasıyla 75 ve 19 kişinin hayatını kaybetmesi, sadece bu ülkenin Amerika, İngiltere, Fransa ve Çin’den yardım talebi ile sonuçlandı. Şimdiye kadar Amerika, İngiltere, Fransa ve hatta İspanya ve siyonist İsrail rejimi kaçırılan kızları bulmak için Nijerya’ya istihbarat servislerine bağlı arama ekipleri gönderdi. Geçen ay Paris’te düzenlenen ve Nijerya, Cameron, Çad ve Nijer liderlerinin katıldığı oturumda Fransa Cumhurbaşkanı Oland’ın önerisi üzerine Boko Haram’la mücadele için geniş kapsamlı bir program hazırlanması kararlaştırıldı. Bu oturumdan sonra Nijerya Cumhurbaşkanı Janatan, Boko Haram dosyasını BM güvenlik konseyine göndermeyi kabul etti. Janatan Boko Haram örgütünü Afrika’nın batısının El-kaide’si niteledi ve böylece örgütün yerel isyancı bir grup olamayacağını ortaya koydu.
Bu arada Fransa yönetimi Nijerya’nın güçlü ordusu bulunduğunu açıkladı ve bu yüzden bu ülkeye askeri müdahalede bulunmayacağını belirtti. Oysa Fransa geçtiğimiz yıllarda benzer bahanelerle Fildişi Sahili, Kongo ve Merkezi Afrika ülkelerine müdahale etmişti. Amerika ise Nijerya’ya İHA’larını gönderdi. Amerika yönetimi Nijerya yönetimi kaçırılan kızları bulmakta başarısız olduğunu ileri sürerek bu kararı uyguladı. Uluslararası af örgütü yaptığı araştırmaların ardından Nijerya güvenlik güçleri Boko Haram örgütünün yatılı okula saldırmadan dört saat önce bazı duyumlar aldığını, ancak bu saldırı önlemek için yeterli girişimde bulunmadığını açıkladı, Nijerya savunma bakanlığı ise bu açıklamayı reddetti. Her halükarda Afrika kıtasının ikinci büyük ekonomisi başta Amerika olmak üzere Batılı istihbarat servislerinin raporları ve uydu görüntüleri ile Nijer, Çad ve Cameron arasında kalan ortak bir bölgede yer alan ve mayınlı arazileri bulunan Sambiza ormanlık alanlarına yöneldi.
Bu gelişmenin ardından Nijerya ile Çad’ı bir birine bağlayan köprünün patlaması, Nijer deltasında üç Hollandalının kaçırılması, Borno eyaletinde günün en kalabalık saatlerinde bir siteye düzenlenen baskında 125 kişinin katledilmesi, Borno eyaletinde stratejik bir köprünün havaya uçurulması ve emekli bir subayın eşi ve iki çocuğunun kaçırılması gibi olaylar bir bir yaşandı. Boko Haram örgütü faaliyetlerini 2003 yılında Nijerya’nın kuzeyinde başlarken, sürekli strateji değiştirdiği gözleniyor, çünkü bundan 4 yıl önce örgütün lideri Muhammed Yusuf öldürüldükten sonra örgütün başına geçen Şakao ta o günlerden itibaren kamu binaları, camiler ve kiliselere ve yine yabancı uyruklulara ve bölgesel ve uluslararası kurumların binalarına saldırılarını arttırdı. Örgüt üç yıl önce BM bürosuna intihar saldırısı düzenledi. Şimdi de bombalı eylemler ve adam kaçırma olayları daha büyük ebatta ve daha korkunç boyutlarda devam ediyor. Nijerya acil durum kurumu, Boko Haram örgütünün bu yılından başından beri işlediği cinayetlerden üç milyon insanın etkilendiğini açıkladı. BM mülteciler ajansı da son dört yılda Nijerya’da 470 bin kişi ülke içinde ve 30 bin kişi de komşu ülkelerde mülteci durumuna düştüğünü açıkladı.
Öte yandan son yıllarda Boko Haram örgütü teknolojik açı bir yana sayı, askeri güç ve siyasi nüfuz bakımından da bir hayli güçlendiği gözleniyor. Nijerya medyası bazı siyasi, iktisadi ve etnik grupların Boko Haram örgütü ile işbirliği yaptığını yazdı. Kuşkusuz bu durum örgütü cinayetlerini sürdürmekte daha da cesaretlendiriyor. Her halükarda Nijerya Cumhurbaşkanı Janatan şimdiye kadar Boko Haram örgütünün bölgesel bir terör örgütü olduğunu kabul ettirmeyi başardı. Örgüt ta El-kaide lideri Usame Bin Laden öldürüldüğü günlerden itibaren El-kaide eğilimli tavır sergilemeye başladı ve şimdi Afrika’nın batısında El-kaide’nin bir kanadını oluşturdu. Janatan böylece Boko Haram örgütü ile mücadeleyi Batı ile bölge ülkeleri arasında paylaştırdı ve böylece örgüte karşı yenilgi eleştirilerinden ve örgütün her türlü misilleme ve intikam eyleminden korunmak istedi. Belki de bu yüzden Nijerya yönetimi örgüt lideri Şakao’nun kaçırılan kız öğrencileri tutuklu bulunan örgüt üyeleri ile takas önerisini reddettikten bir gün sonra Amerikan ordusunun bu sürecin başlatılması ile ilgili açıklamasının ardından örgütlü müzakere etmeye hazır olduğunu açıkladı.
Bu konu özellikle Amerika ve diğer Batılı devletlerin Nijerya’nın 6 milyar varil ham petrol rezervlerine göz diktiği düşünüldüğünde daha da önem arz ediyor. Dünyada doğalgaz rezervleri bakımından 9. Sırada yer alan Nijerya ayrıca 1300 ton dolayında uranyum madenleri bulunuyor ve dünyada uranyum ihraç eden ülkelerin arasında üçüncü sırada yer alıyor. Nijerya’da ayrıca taş kömür, altın ve diğer önemli madenler, yabancı yatırımcılara büyük gelirler sağlıyor. Amerika’da Cheney raporu olarak bilinen ve bu ülkenin ihtiyacı olan petrol kaynaklarının güvenliğini içeren enerji milli stratejisine göre son yıllarda Amerika Afrika ülkelerinde bu kaynaklara sahip olan ülkelere iktisadi, teknik ve askeri yardımlarına şahit oluyoruz. Amerika bu yardımları terör ve uyuşturucu madde kaçakçılığı ve yine petrol hırsızlığı ile mücadele bahaneleri ile yapıyor.
Gerçekte Batı’nın Libya’ya yaptığı saldırının amacı da bu ülkenin petrol kaynaklarına musallat olmaktı. Bu arada El-kaide bağlantılı bir örgütlü mücadele bahanesi bir kez daha bu tür tekfirci örgütlerin İslamofobi projesine hizmet ettiklerini ortaya koyuyor. Çünkü Batı yine bu bahane ile nüfusunun yarısı Müslüman olan Nijerya’ya Irak ve Afganistan’a yaptığı gibi çıkarma yaparak bu ülkenin yeraltı zenginliklerinin üstüne konmak istiyor.
“Bölgedeki esas hedef, Şia’yı mücrimleştirerek İran devriminin gücünü yok etmektir”
Lübnan’ın önde gelen Sünni alimlerinden Şeyh Mahir Hammud Cuma hutbesinde İslam’ı düşünsel ve eylemsel boyutta doğru anlamış olan, ancak siyasete sıra gelince hataya düşen “orta yollu İslamcı”lara işaret ederek” bu kimselerin siyasi hataları onları öyle bir noktaya taşıyor ki, Şimon Peres’le dost olabiliyor, Ca’ca’yı cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyebiliyorlar. İşte tüm bunlar, insanların güvenlerinin yok olmasına ve sonuç olarak geleceğe yönelik umutlarının çürümesine yol açıyor” dedi.
Lübnan’ın önde gelen Sünni alimlerinden Şeyh Mahir Hammud cuma hutbesinde İslam’ı düşünsel ve eylemsel boyutta doğru anlamış olan, ancak siyasete sıra gelince hataya düşen “orta yollu İslamcı”lara işaret ederek “Bu kimselerin siyasi hataları onları öyle bir noktaya taşıyor ki, Şimon Peres’le dost olabiliyor, Ca’ca’yı cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyebiliyorlar. İşte tüm bunlar, insanların güvenlerinin yok olmasına ve sonuç olarak geleceğe yönelik umutlarının çürümesine yol açıyor” dedi.
Hutbenin tamamı şu şekilde:
IŞİD, Irak ve Suriye’de İslam devleti kurmak istediğini iddia ediyor. Fakat hedeflerine giderken kullandıkları yöntem öldürmekten öteye geçmiyor. Tarihte bu derecede yalana ve teröre dayanan başka bir fikir görülmemiştir. Üstelik Batı dünyası ve zengin Arap ülkeleri de bu terörü destekliyorlar. Bu ülkeler basında eleştirel söylemleriyle ön plana çıkmakla beraber gerçekte lojistik destek sağlıyor. Nitekim son olarak Amerika’dan bu şekilde bir yardım gönderildi. Ama Amerika bunu orada bulunan orta yollu gruplara yardım için gönderdiğini iddia ederek konuyu geçiştirdi.
Biz Amerika’nın ve diğer ülkelerin yalanlarını reddediyoruz. Yine biz Amerika’nın emirlerini yerine getirip ümmetin malını gasp eden, üstelik sahip oldukları mal varlıklarını eğlenmek için çarçur eden yöneticilere karşı duruyoruz. Ve yine biz ümmeti ve İslam’ı aşama aşama yok etmek için var gücünü harcayan laik zihniyete de karşı geliyoruz.
Diğer yanda, İslam’ı düşünsel ve eylemsel boyutta doğru anlamış olan, ancak siyasete sıra gelince hataya düşen “orta yollu İslamcı”lardan da söz etmek gerekiyor. Bu kimselerin siyasi hataları onları öyle bir noktaya taşıyor ki, Şimon Peres’le dost olabiliyor, Ca’ca’yı cumhurbaşkanı adayı olarak destekleyebiliyorlar. İşte tüm bunlar, insanların güvenlerinin yok olmasına ve sonuç olarak geleceğe yönelik umutlarının çürümesine yol açıyor.
Bir başka tarafta ise İslam devrimi duruyor. Ümmete sahip çıkan, Filistin davasını ve direnişini zihinlerimizde yeniden canlandıran ve sayesinde 70 yıldır Arap devletlerinin başarılı olamadığı zaferlerle Filistin’in dimdik durmasını sağlayan bir devrim… Ama devrim de mezhepçilik ve ırkçılık fitnesinin kıskacında çepeçevre kuşatılıyor. Doğrusu sağlam düşünceye sahip olanlar elbette ki bu planın karşısında durabiliyorlar. Fakat asıl amaç elbette ki Şia’yı bölgede bir numaralı düşman haline getirerek devrimin gücünü yok etmek… Nitekim İsrail de şu an devrime düşmanlık hususunda başı çekiyor.
Vahhabi zihniyetin komplolarını, Amerika’nın sömürüsünü, IŞİD ve tekfircilerin ayrılıkçı yaklaşımlarını görmezden gelerek; ayrıca Şia’nın askeri ve siyasi anlamda ümmet çapında kazandığı zaferlere rağmen, şunu her zaman söyledik: “İlmi bir bakış açısıyla yorumladığımızda Ehli Sünnet’in fıkhı ve tarihinden daha iyi başka bir alternatifinin olması mümkün değildir.”
Ancak Şia’nın yürütmekte olduğu çalışmaların bazı sonuçları elde etmek gayesiyle ortaya konulduğunun bilincinde olmak gerekmektedir. Elde etmek istediği sonuçlardan biri, “Biz, azınlık da olsak, yalanlardan ve ithamlardan uzak bir şekilde bir araya gelip ümmet olmayı başardık. Neden kalabalık bir ümmet haline gelemiyoruz” diyen bir ümmeti güçlendirmek ve öne taşımaktır. Diğer bir ihtimal olarak, bu çalışma en azından “tek bir ümmet” kapsamına dahil olarak “büyük ümmet”in oluşumuna katkı sağlar. Neticede bugün İslam dünyasının içerisinde bulunduğu karanlıklardan kurtulmasına ve İslam adıyla yapılan hataların, mezhepçilik hastalığının önünün alınmasına katkı sağlamayı hedeflemektedir.
Lübnan’da ve İslam dünyasında yaşanan son olayları değerlendirirken Yusuf Suresi 110. Ayeti hatırlamakta fayda görüyorum: “Elçiler, umutlarını kesip, kendilerinin gerçekten yalanlandıklarını sandıklarında onlara yardımımız geldi.”
Tüm bu karanlık ortam aydınlığın habercisi midir? Allah’ın izniyle bu gerçekleşecektir.