
کارگر
Kaos (1)
10 Haziran’da IŞİD, Saddam’ın adamları ve bazı Sünni aşiretlerin militanları Musul’u ele geçirdi. Olayın 20. gününde ve Irak’ın her tarafında çatışmalar sürerken insanlarımız bu konuya da alıştı, alıştırıldı. Tıpkı Irak’ta bir milyon, Suriye’de 150 bin ve tüm coğrafyamızda yüz binlerce insanın ölümüne alıştırıldığı gibi. Peki Batı ne yapıyor? Eğleniyor. Musul işgalinin ilk saat ve günlerinde […]
10 Haziran’da IŞİD, Saddam’ın adamları ve bazı Sünni aşiretlerin militanları Musul’u ele geçirdi.
Olayın 20. gününde ve Irak’ın her tarafında çatışmalar sürerken insanlarımız bu konuya da alıştı, alıştırıldı. Tıpkı Irak’ta bir milyon, Suriye’de 150 bin ve tüm coğrafyamızda yüz binlerce insanın ölümüne alıştırıldığı gibi.
Peki Batı ne yapıyor?
Eğleniyor.
Musul işgalinin ilk saat ve günlerinde herkesten bir tepki duyduk. Amerikalılar Bağdat’a askeri danışmanlar bile gönderdi. Kerry ve İngiliz Hague koşa koşa Bağdat ve Erbil’e gittiler. Mesut Barzani her ikisine ‘ Biz kendi işimize bakarız. Kerkük artık bizim ve bağımsızlık hakkımızdır’dedi.
ABD ve İngiltere’nin bölgesel müttefiki Türkiye, Katar, Suudi Arabistan ve diğer Sünni ülkeler IŞİD ve yandaşı güçlerin Şii Maliki karıştı ayaklanmasına destek verdiler veriyorlar.
Irak ile ilgili bunlar yaşanırken 22 Haziran’da CBS televizyonuna konuşan Obama herkesi şaşırtacak bir açıklama yaptı ve mealen ” Suriye’deki ılımlı muhalefet dandik bir muhalefettir ve bunlar Esad’ı asla yenemez. Biz de üç yıldır bir fantezi olarak onlarla oyalandık” dedi.
Obama’nın bu sözleri Suriyeli ılımlı muhaliflerin temsilcisi Suriye Ulusal Koalisyon (SUK) yöneticilerini çok kızdırdı. Ortak demeçlerinde ‘ ABD her zaman olduğu gibi yine bizi sattı’ vurgusu vardı. SUK’a destek veren Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan ise Obama’yı kızdırmamak için sessiz kalmayı tercih ettiler.
Bazılarını aptal yerine koymayı ve onlarla alay etmeyi bir gelenek haline getiren ABD bir kez daha klasik numarasını yaptı. Ilımlı muhalefeti dandik bulan Obama bu açıklamasından 4 gün sonra Senato’ya gidip bu muhalefet için 500 milyon dolar istedi. Bir gün sonra Kerry, Cidde’de SUK Başkanı Carba ile buluşup ‘ IŞİD’e karşı savaşın’ dedi. Dedi ama SUK’ta kıyamet kopuyordu. SUK’un Başbakanı Ahmet Toama ÖSO Yüksek Askeri Konsey başkan ve üyelerini yolsuzluklarla suçlayıp görevden aldı. Yani adamlar savaşmayın çalıyordu .
Carba ise bu karara karşı çıktı. Kavga devam ediyor.
Bu muhalefete ‘dandik’ diyen Obama haklı ama aynı Obama bu muhalefet ile Suriye, Irak ve bölgeyi karıştırmaya kararlı görünüyor.
Hem de dolaylı IŞİD’e destek vererek.
İkiyüzlülük emperyalizmin genetik karakteridir.
Senato’nun onayı ile büyük bölümü İslamcı olan ılımlılara 500 milyon dolarlık maddi ve askeri yardım edecek olan Obama bu yardımın büyük bölümünün IŞİD’e gideceğini de bilir.
Çünkü IŞİD Suriye ve Irak’ta en güçlü, militan ve gaddar bir örgüt. Bu örgüt militanları Aralık’tan bu yana başta Nusra olmak üzere diğer örgütlerle savaşıyor ve silahlarına el koyuyor.
Özetle Obama’nın ılımlılara ‘vereceğim dediği’ 500 milyon doların 400 milyonu kesin IŞİD’e gider. Geri kalanı da SUK yöneticilerinin cebine.
Garibanlar İstanbul, Londra, Paris , Berlin, Doha ve güzel şehirlerde demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyorlar!!!
ABD ve müttefikleri adına…
Irak’ı perişan eden ABD …
Bu da yetmedi bir kez daha perişan etmeyi planlayan ABD.
Her şeyi İsrail için yapan ABD.
İsrail hapishanelerinde binlerce Filistinlinin katılımı ile haftalardır süren açlık grevleri var ama umursayan yok.
İsrail Batı Şeria’da aralarında 21 vekilin bulunduğu yüzlerce Filistinliyi tutukluyor ama tepki gösteren yok.
Gazze ve Batı Şeria’da İsrail askerleri operasyon yapıp Filistinlileri öldürüyor ve yaralıyor ama haber yapan yok.
‘Oneminute’ diyen ise hiç yok!
ABD ile Batılı ve bölgesel işbirlikçilerinin IŞİD yaygarası palavra.
Irak’taki IŞİD’i Suriye ve dünya çapında IŞİD yapan aynı ülkelerdir.
Bugün Irak’ta yaşanan olayların tümü çok önceden planlanmış ve zamanı gelince uygulanmaya konulmuştur.
Amaç Irak, Suriye ve bölgenin bir çok ülkesini bölmek ve gerektiğinde bu ülke ve halkları birbirine kırdırmak.
Malzeme bol : Müslümanlar, Hıristiyanlar, Şiiler, Sünniler, Aleviler, Dürziler, Araplar, Türkler, Kürtler, Acemler, Süryaniler, Ermeniler ve diğerleri…
Ve Türkiye tüm bu denklemlerin içinde en tehlikeli bir biçimde politika uyguluyor.
Türkiye ‘Arap Baharı’ tezgahı öncesinde bu coğrafyanın tüm ülke ve halkaları tarafından saygı gören bir ülke idi. Kanlı ‘Bahar’ ile Arap ve Müslüman âleminin yeni sultanı olabileceğini hayal edip politika uygulayan Erdoğan bugün artık Katar hariç hiçbir Arap ülkesinde kabul görmüyor. ‘Komşular ile sıfır politika’ diyerek bölge ülkeleri ile dostluk ilişkileri geliştiren Davutoğulu’nun ise bölgede hiçbir dostu kalmamış ama iki yeni komşu edinmiştir:
Kürdistan ve Sünnistan.
Ortak payda : Petrol, su ve kan !
Hüsnü Mahalli
Ramazan Ayının Faziletleri
Merhum Şeyh Sadûk, muteber bir senet ile İmam Rıza’dan (a.s), o da babalarından, onlar da Hz. Emirü’l-Muminin Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmişlerdir, buyurdu:
Hz. Resulullah (s.a.a) bir gün bize hutbe okuyarak şöyle buyurdu:
“Ey insanlar, Allah’ın ayı bereket, rahmet ve mağfiret ile size doğru gelmekte; öyle bir ay ki Allah katında en üstün aydır. Onun günleri, en faziletli günler, geceleri, en faziletli geceler ve saatleri, en faziletli saatlerdir. Bu ayda siz, Allah’ın ziyafetine davet edilmiş ve Allah’ın değer verdiği kimselerden sayılmışsınız. Nefesleriniz bu ayda tesbih (zikir) ve uykunuz ibadet sayılır. Amelleriniz kabul ve dualarınız icabet edilir. O hâlde doğru niyetler ve temiz kalplerle Allah’tan isteyin ki sizi bu ayın orucunu tutmaya ve kendi kitabını (Kur’ân’ı) okumaya muvaffak eylesin; zira hiç şüphesiz gerçek bedbaht (kimseler), bu yüce ayda Allah’ın mağfiretinden mahrum kalan kimselerdir.
Bu ayda açlık ve susuzluğunuzla kıyamet gününün açlık ve susuzluğunu hatırlayın. Fakir ve düşkünlerinize sadaka verin. Büyüklerinize saygılı ve küçüklerinize karşı şefkatli olun; yakınlarınıza sılayı rahim yapın; dilinizi koruyun gözlerinizi haram olan şeylere yumun ve kulaklarınızı haram olan şeylere tıkayın; halkın yetimlerine şefkatli davranın ki sizin yetimlerinize de şefkatli davranılsın; günahlarınız-dan Allah’a tövbe edin. Ve namaz vakitleri en faziletli vakitlerdir; o vakitlerde Allah, kullarına rahmet gözüyle bakar; O’nunla münacat ettiklerinde cevap verir; O’nu çağırdıklarında lebbeyk der ve O’na dua ettiklerinde icabet eder.
Ey insanlar, canlarınız amellerinizin elinde rehindir. Onları istiğfar dileyerek kurtarın; sırtlarınız vizr u vebaliniz ile ağırlaşmıştır; uzun secdelerinizle onları hafifletmeye çalışın. Şunu bilin ki hiç şüphesiz, şanı yüce Allah, namaz kılan ve secde edenleri azap etmemeğe, insanlar Rabbü’l-Alemin’in huzurunda durup (hesap verecekleri) sıra-da onları korkutmamaya dair kendi izzetine ant içmiştir. Ey insanlar kim bu ayda mümin bir oruçluya iftar yemeği verirse, Allah katında bir köle azat etmenin sevabını alır ve geçmiş günahlarının bağışlanmasına vesile olur.”
“Ya Resulallah, hepimizin buna gücü yetmiyor!” denilince, Resulullah (s.a.a) şöyle buyurdu:
“Bir yarım hurmayla da olsa cehennem ateşinden korunmaya çalışın. Bir içim suyla da olsa cehennem ateşinden korunmaya çalışın. Zira Allah-u Teâlâ bu azı yapan kimseye de aynı mükâfatı verir, eğer ondan fazlasına gücü yetmez ise.
Ey insanlar, içinizden kim bu ayda ahlakını güzelleştirirse, bu, ayakların kaydığı günde sırattan (rahatlıkla) geçmesini sağlar.
Kim bu ayda, eli altında olanlara (hizmetçilerine, ailesine, çoluk çocuğuna ve…) kolaylık sağlar ve yüklerini hafifletirse, Allah da onun hesabını hafifletir. Kim bu ayda (başkalarına karşı yapabileceği) şer ve kötülüklerinin önünü alırsa, Allah da onu, kendisini mülakat edeceği günde, ona karşı gazabının önünü alır. Kim bu ayda, bir yetime değer verir, ona ikram ederse, Allah da kıyamette ona değer verir, merhamet eder. Bu ayda yakınlarına sılayı rahimde bulunan kimseyi Allah, kendisini mülakat edeceği günde rahmetine kavuşturur, akrabalarıyla ilişkisini kesen kimseyi de Allah kıyamet gününde kendi rahmetinden mahrum kılar.
Bu ayda, müstehap bir namaz kılanın Allah, cehennem ateşinden kurtuluşunu yazar. Kim bu ayda, farz bir namazı kılarsa, diğer aylarda kıldığı yetmiş farzın sevabını almış olur. Kim bu ayda, bana çok salât u selam ederse, terazilerin hafif olacağı günde Allah onun (amel) terazisini ağırlaştırır. Bu ayda Kur’ân’dan bir ayet okuyan kimse, diğer aylarda bir Kur’ân hatmetmenin sevabını alır.
Ey insanlar, cennetin kapıları bu ayda açıktır; Rabbinizden isteyin ki, onları yüzünüze kapatmasın. Cehennem kapıları ise kapalıdır; Rabbinizden dileyin ki, onları sizin yüzünüze açmasın. Şeytanlar da bu ayda bağlanmışlardır; Rabbinizden dileyin ki onları size musallat etmesin…”
Yine Merhum Şeyh Saduk’un nakline göre Resulullah (s.a.a) Ramazan ayı girdiğinde ellerinde bulunan bütün esirleri azat eder ve her sâile bağışta bulunurdu. Mefâtihü’l-Cinân kitabının yazarı Merhum Şeyh Abbas Kummî şöyle devam ediyor:
Ramazan ayı, âlemlerin Rabbi Allah-u Teâlâ’nın ayıdır ve ayların en faziletlisi ve en üstünüdür. Öyle bir aydır ki sema kapıları, cennet kapıları ve Allah’ın rahmet kapıları onda açılır ve cehennem kapıları kapanır; bu ayda, öyle bir gece vardır ki, onda Allah’a yapılan ibadet, bin ayda yapılandan daha hayırlıdır. O hâlde bu mübarek ayda gafletten kaçın ve gece gündüzlerini nasıl değerlendireceğine, kendini ve uzuvlarını, Allah’ın masiyet ve günahından nasıl koruyacağına dikkat et. Sakın gecelerini uykuyla, gündüzlerini ise Hakk’ın zikrinden gafil olarak geçirme. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Ramazan ayının her günü, iftar vaktinde Allah bir milyon insanı cehennem ateşinden azat eder. (Ramazanın) cuma gecesi ve gündüzü olduğunda ise, bütün ramazanda azat olanların sayısı kadar insan azaptan kurtulur.”
O hâlde ey aziz, sakın ramazan ayı geçip de bir günahı bile kalan kimselerden, istiğfar ve duadan mahrum sayılan günahkârlardan olma. Zira İmam Sadıktan (a.s.) şöyle rivayet edilmiştir:
“Ramazan ayında bağışlanmayan kimse, artık gelecek Ramazana kadar bağışlanmaz; Arafat çölünde bulunmaya muvaffak olup da (orada istiğfar ve tövbe eden) kimseler hariç.”
Evet, nefsini Allah’ın haram ettiği şeylere bulaşmaktan ve haram şeylerle iftar etmekten koru ve İmam Sadık’ın (a.s) şu tavsiyelerine amel etmeyi ihmal etme; buyuruyor ki:
“Oruçlu olduğun zaman, kulağın, gözün, tüylerin, derin ve bütün uzuvların da (günahlara ve hatta mekruhlara karşı) oruç tutsun.”
Yine buyuruyor ki: “Oruçlu olduğun gün ile oruçlu olmadığın gün aynı olmasın.”
Bir başka hadisinde de şöyle buyuruyor:
“Oruç, sadece yemek ve içmeye karşı değildir. Oruç tuttuğunuz vakit, dillerinizi yalandan koruyun ve gözlerinizi Allah’ın haram kıldığı şeylere kapayın, birbirinizle çekişmeyin, birbirinize haset etmeyin, birbirinizin aleyhine (yalan yere, hatta doğru yere) ant içmeyin, birbirinize sövmeyin-küfürleşmeyin.
Birbirinize zulmetmekten, akılsız davranışlarda bulunmaktan ve eziyet etmekten kaçının; Allah’ın zikrinden ve namazdan gaflet etmeyin; susmayı (boş yere konuşmamayı), sabır ve doğruluğu, kötü insanlardan kaçınmayı, kendinize düstur edinin; batıl sözlerden, yalan, iftira, düşmanlık, kötü zanda bulunmak, gıybet, söz taşımak gibi (kötü amellerden) kaçının.
Her an ahirete meyleden ve kurtuluş günlerinizi (Hz. Mehdi’nin -a.s- zuhurunu) ve Allah’ın vaat ettiklerini gerçekleştirmesini bekleyen ve Allah’ın likasına hazırlanan kimselerden olun. Sukûnet, vakar, (Allah’a karşı) huşu ve huzûyu elden bırakmayın ve Allah karşısında, efendisinden korktuğu halde onun şefkatine ümit bağlayan ve ona karşı kendisini zelil ve hakir gören köleler gibi olun.
Ey oruçlu olan! Kalbin ayıplardan, batının habasetten, cismin kir ve pislikten temizlensin. Allah’tan gayri her şeyden berî olup, velâyeti Allah’a halis kılmaya çalış ve Allah’ın nehyettiği şeylerden, gizlide ve aşikârda oruçlu ol (onlardan kaçın). Gizli ve aşikârda Allah’tan korkup oruç günlerinde kendi nefsini O’na (Allah’a) hediye et. Kalbini, tamamıyla O’na ayır ve nefsini Allah’ın emir ve nehiylerini yerine getirmeye ada.
Bütün bu zikrettiklerimden hangisini eksik edersen, orucunda da o kadar eksiklik meydana getirmiş olursun. Babam (a.s) şöyle söylemiştir: ‘Resulullah (s.a.a), oruçlu bir kadının, cariyesine küfür ettiğini görünce, bir miktar yemek isteyerek kadına, ‘Hadi ye!’ buyurdu. Kadın, ‘Ben oruçluyum ya Resulullah!’ deyince, Resulullah (s.a.a), ‘Cariyene küfür ettiğin halde nasıl oruçlu olabilirsin?!’ diye buyurdu.
Oruç sadece yememek ve içmemek değildir. Allah orucu aslında yemek ve içmek dışında olan fiilî ve sözlü kötülüklerden uzak durmak için engelleyici bir vesile olsun diye emretmiştir.
Evet, ne azdır oruç tutanlar; ne çoktur aç kalanlar!”
Emirü’l-Müminin Hz. Ali (a.s) da şöyle buyurmuştur:
“Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan, susuzluktan başka bir şey nasip alamaz ve nice gece ibadete duranlar vardır ki yorgunluktan başka bir nasibi olmaz. Ne güzeldir akıllıların uykusu ve oruç tutmaları (onların uykusu ahmakların orucu ve gece ibadetlerinden daha hayırlıdır)!
Cabir b. Yezid, İmam Muhammed Bâkır’dan (a.s) şöyle rivayet etmiştir:
Resulullah (s.a.a), Cabir b. Abdullah’a şöyle buyurdu:
“Ey Cabir, işte bu ramazan ayıdır; kim bu ayın gündüzünü oruç tutup gecesinin bir miktarını ibadetle geçirir, midesini ve cinsel organını haramdan korur ve diline hâkim olursa (onları haram ve boş şeylerden korursa), ramazandan çıktığı gibi günahlarından da çıkar.”
Cabir: “Ya Resulullah, ne güzeldir bu hadis!” deyince, Resul-i Ekrem (s.a.a) de: ‘Ne de zordur bu şartlar!’ buyurdu.”
Rehberin Bakış Açısıyla İmam Humeyni
Hiç şüphesiz, İmam gerçekleştirdiği devrim ile öz Muhammedi İslam`ı çağımızda ihya etti.
Bismillahirrahmanirrahim
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةً
Öncelikle düşünce ve eylemleriyle tarihin seyrini değiştiren ve çağımızda insan-ı kamilin somut bir örneği olan, İmam Ruhullah el Musavi el Humeyni`yi büyük bir saygı, sevgi, özlem ve rahmetle anıyoruz.Kendisinden sonra bırakmış olduğu Velayet-i Fakih emanetinedeburada bağlılığımızı ilan ediyoruz.
Hiç şüphesiz, İmam gerçekleştirdiği devrim ile öz Muhammedi İslam`ı çağımızda ihya etti. Ve müslümanlara izzet, özgüven ve yeni bir islami anlayış kazandırdı.
Şehid Muhammed Bakır Es Sadr’ın deyimiyle, İmam Humeyni İslam`ı hakim kılmakla, bütün Peygamberler`(a.s)in arzusunu gerçekleştirdi.
O bizi gerçek anlamda karanlıktan nura çıkardı. Dini olsun, siyasi olsun her alanda bakış açılarımızı değiştirdi. Tek kelimeyle bizim basiret gözümüzü açtı.
Onun için, biz müslümanlar, özellikle Velayet taraftarları, İmam Humeyni’ye çok şey borçluyuz.
Tarihe iz bırakanlar,bazıları insanlara sundukları hizmetler ve yeniliklerle anılır, bazıları ise yapmış oldukları zulüm, baskı ve katliamla isimlerini tarihin karanlık sayfalarına yazdırmışlardır.
İnsanlığa hizmet etmeyle, adlarını tarihe kaydeden şahsiyetlere baktımızda, bu şahsiyetlerin getirdiklerine veya yeniliklerine baktığımızda, sundukları hizmet ve yeniliğin sadece belli alanlarda olduğunu görmekteyiz.
Örneğin bazıları fikir ve düşünce alanında, bazıları ahlak, maneviyat ve irfan alanında, bazıları fıkıh alanında bazıları da siyaset ve mücadele alanında, uzman olup yenilikler getirmişlerdir.
Fakat asrımıza ve hatta geleceğe damgasını vurmuş ve vuracak ve gerçekleştirdiği inkılabla, tarihin seyrini değiştiren İmam Humeyni` (r.a)e baktığımızda, çağdaş insan toplumunun ihtiyaç duyduğu alanların hepsinde fikir ve düşünce sahibi bir şahsiyet olduğunu görmekteyiz. İmam diğer şahsiyetler gibi, tek yönlü değil, çok yönlü mümtaz karizmatik bir kişiliğe ve kimliğe sahipti.
İmam dünyada olabilir kidaha fazla siyasi kimliği ve devrimci ruhuyla tanınıyor, ancak İmam bunun yanı sıra bir fakih, bir filozof, bir abid, bir zahid, bir arif, bir Kur’an müfessiri ve İslami bir önder idi.
İmam kendisini yüce İslam dinine adamış, bağımsızlık, özgürlük, hak ve adalet uğrunda hayatı boyunca mücadele etmiş ilahi aşkla yanıp tutuşan büyük bir lider idi.
İmam Humeyni gibi yüce bir şahsiyeti hakkıyla tanımak ve hakkıyla övmek bizim gibi sıradan insanları aşar diye düşünüyorum.
Onun için lafı fazla uzatmadan İmam`ın en yakın ve gerçek yanı olan İmam Hameney`in bakış açısıyla İmam`ın şahsiyetini tanımaya çalışsak daha yerinde olacağına inanıyorum.
İmam Hameney İmam (r.a)’ın vefatından birinci yıldönümünde irad ettiği beyanatında İmam Humeyni`nin şahsiyetini şöyle tanımlıyor:
’’Büyük Önderve İmamımız`ın şahsiyeti, hakikaten ilahi Peygamberler ve Masum İmamlar`(a.s)dan sonra hiç bir kimseyle mukayese edilemez. O Allah’ın bize bir emaneti, Allah’ın bizim üzerimizdeki hücceti ve ilahi azamet ve büyüklüğünün nişanesidir. İnsanlar O`nu gördüğünde, dinin büyük şahsiyetlerinin azametine inanırdı. Biz Peygamber (s.a.a)’ın azamet ve büyüklüğünü, Emir-ül Mü`minin’in, Seyyidiş Şüheda`nın, İmam Sadık’ın ve diğer İmamlar`ın azamet büyüklüğünü doğru tasavvur bile etmekten aciziz. Bizim zihnimiz bu yüce şahsiyetlerin azamet ve büyüklüğünü tasavvur edecek kapasitede değildir. Ancak aziz İmamgibi bir şahsiyeti insan bütün yönleriyle müşahede ettiğinde, O`nun güçlü bir imanı, kamil aklı, hikmet sahibi oluşu, sabrı, metaneti, hilmi, doğruluğu ve samimiyeti, fedakarlığı, tezkiyesi, zühdü, takva ve Allah korkusu, Allah için yapılan ihlaslı kulluğu ve bu sıfatlara sahip yüce bir şahsiyetin Velayet güneşleri karşısında tevazu göstermesi, ve kendisini onların karşısında bir zerre olarak görmesi, işte o zaman insan Peygamberler ve Masum İmamlar`ın azamet ve büyüklüğü ne derecede olduğunu anlar.
Tarihin seyrini değiştiren İmam Humeyni (r.a)’ın başarısının sırrı nedir?
İmam Hameney, İmam Humeyni (r.a)’ın başarısının sırrını herşeyden önce O`nun Allah ile olan irtibatında görmektedir.
’’İmam Humeyni Allah ile olan sıkı irtibatından ötürü, dünyada böylesi bir büyük hareket gerçekleştirdi. Bugün O`nun aramızda olmadığı bir zamanda, O`nun yüce şahsiyeti hakkında itiraf ve övgüler yağmaktadır. Bütün dünya O`nun kitleleri harekete geçirerek gerçekleştirdiği İnkılab’ın azameti için itiraf etmektedir. Benim inancıma göre ihlas, Allah’a yönelme ve bağlılık O`nun başarısının sırrıdır.
O إِيَّاكَ نَسْتَعِينُ ‘yalnız senden yardım dileriz’ manasını kendi amelinde mücessem kıldı. Allah’ın sonsuz okyanusuyla bağlantı kuran birisine hiç kimse üstün gelemez.’’
İmam Hameney, ilahi şahsiyetlerin tarihte kalıcı bir iz bırakmalarının ana sebebini, Onların Allah’la olan irtibatları ve Allah için mücadeleve çalışmalarına bağlamaktadır. Seyyid Ali Hameney şöyle buyuruyor:
’’İmam Humeyni’nin manevi gücünün sırrı ve Onun her geçen gün artan azamet ve etkileyiciliğinin sırrı O`nun bütün işlerde yalnızca Allah’ı görmesi ve O`nun yolunda mücadele etmesindendir. Allah da Kur’an-ı Kerim’de vaad ettiği gibi hep O`nun yanındaydı. (Eğer siz Allah'a (dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder. 47/7 ) ...İmam’ın iç huzuru dik duruşunun sebebi, O`nun her lahzada özellikle ülkenin hassas dönemlerinde ve hatta Rabbine kavuştuğu lahzada Allah ile olan bu irtibat ve bağlılığı müşahede etmekteyiz.’’
İmam Hameney, İmam Humeyni’nin ilahi yardıma tam bir imanı Onun başarısının en önemli etkenlerinden saymaktadır.
’’Kur’an’i bir hakikat esasına göre, kim Allah’a (dinine) yardım ederse, Allah da ona büyük bir ölçüde yardım eder. İmam bu ilahi kanuna tam bir imanla, Allah dinin hakimiyeti için durmadan mücadele etti. Allah da buna karşılık Ona mücizevi bir kıyamla İslam’a dayalı bir nizam kurmasında yardım diledi.’’
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney, İmam’ın başarısının bir diğer etkenini O`nun halktan kendinisaymasındanbilmektedir.
’’İmam siyaset sahnesine girdi, halk arasında idi, kendi ilkelerini halka açıklardı, halkı kendisinin sahip olduğu aydın ve bilinçli imana kavuşturdu. Halkın iman ve motivasyonunu ve İslami öğretileri Hakk ve hakikat lehine çevirdi. Diğerleri bu zor aşamayı geçemedi ve geçemezdiler de, fakat İmam bunu başardı. İran milleti bu ilkeye iman etti ve bu yolda mücadele etti. Neticede bütün engellere ve düşmanlıklara rağmen İslam nizamı zafere ulaştı ve her geçen gün güçlenerek kök saldı. İslam’ın yeniden hayata hakim kılma ve İslam Ümmeti’ni müstekbir güçlerden kurtarma düşüncesi İran coğrafyasıyla sınırlı kalmadı.’’
’’Aziz ve değerli İmam’ızın çalışma kural ve ilkeleri iki şeyde özetlenebilir: İslam ve halk. İmam’ın halkı esas alması da İslam’a dayanmaktadır. İslam, milletlerin hak ve hukukuna, milletlerin görüşlerinin önemine ve onların etkileyici rolüne vurgu yapmaktadır. Bundan dolayı İmam kendi çalışmalarını İslam ve halk eksenli karar kıldı. İslam’ın azamet ve büyüklüğünü halkın azamet ve büyüklüğü, İslam’ın iktidar ve gücünü, halkın iktidar ve gücü, İslam’ın başarısını halkın başarısı olarak görüyordu.’’
İmam Hameney açısından İmam Humeyni (r.a)’ın başarısının etkenlerinden bir diğeri ise ‘İmam’ın siyasi ekolü’dür.
’’İmam’ın başarlı olmasında en belirleyici etkenlerden bir diğeri ise, Onun bir sistem olarak sunduğu ve hakim kıldığı siyasi ekolüdür. İmam’ın sunduğu siyasi ekol insanlığa ve dünyaya yeni bir yol ve yeni bir mesaj sunmaktadır. İmam’ın siyasi ekolünde maneviyat ve siyaset birbirinden ayrı değildir; İmam kendisi de maneviyat, ahlak, irfan ve siyaseti birarada bulunduruyordu.’’
İmam Humeyni (r.a)’ın başarısının en önemli etkenlerinden birisi de hiç şüphesiz O`nun Hüseyin’i bir ruha sahip oluşuydu. İmam Hameney bu konuda şöyle buyurmaktadır:
’’İmam’ın İnkılab`tan sonra on senelik mübarek hayatına baktığımızda O bir an bile, hiç bir alanda düşmanın ağır tehditlerinden dolayı tereddüte düşüp geri adım atmadı. İşte bu Hüseyin’i ruha sahip olmak demektir. Savaş beraberinde zaiyat ve hasar getirir. İmam için bir insanın canı çok değerliydi. Bazen İmam acı çeken birisi için gözyaşı döker veya gözleri dolardı. Biz bu halı defalarca İmam’da müşahede ettik. Şefkatlı ve merhametli bir insandı. Sevgi ve insaniyyet dolu bir kalbe sahipti. Ama şefkat ve merhamet dolu bu kalp düşmanın şehirleri bombalama tehditleri karşısında ayakları kaymadı ve titremedi. Hak yolundan geri adım atmadı. İmam’ın hiç bir şekilde korkutulmayacağını bütün İslam İnkılabı’nın düşmanları bu on sene zarfında anlayıp tecrübe edindiler. Bütün dünya anladı ki, İmam bu parlayan kişiliğiyle siyasi arenadan uzaklaştırılamaz, tehdid, baskı ve yaptırımlarla O`nu yolundan vazgeçiremezler. Bu yüzden İnkılab`a uyum sağlamaktan başka bir çareleri kalmadı.’’
İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamaney, mücadelede basiret ve sabrı İmam Humeyni (r.a)’ın başarısının etkenlerinden saymaktadır. Kendisi bu konu da şöyle buyurmaktadır:
’’Aziz İmam’ı ve yiğit milletimizi başarı kılan şey, basiret ve sabır idi (basiretli bir direniş) idi. Emir-ül Mü`minin Ali (a.s) Nehcul Belağa’da 173. Hutbe’de buyurduğu gibi:
و لايحْملُ هذا الْعلم إلاّ أهْلُ الْبصر و الصّبْر Bu bayrağı ancak sabır ve basiret ehli olan kişiler taşıyabilir. Sebebi de şudur: Bugün mücadele yüzde yüz küfür veya yüzde yüz şirk cephesine karşı değildir ki, mesele açık ve net olsun, saflar birbirinden ayrı olsun. Belki, bugün mücadele nifak ve ikiyüzlülüğe, içi boş sloganlara karşı, mücadele yalan ve aldatmaya karşıdır. Bugün birçok kişi insan haklarından söz ediyor, fakat yalan söylüyorlar. Birçok kişi İslam’dan söz ediyor, ancak yalan söylüyorlar. Butür kişilerin İslam’ı müstekbir güçlerin istek ve arzularına göredir. Bugün bir çok kişi eşitlikten bahseder, fakat yalan söylüyorlar. Bundan dolayı, bu devirdeki mücadele çok zordur. Zor olmanın nedeni, bir taraftan müstekbirleringücünden, diğer taraftan ise, Onların yalan ve iki yüzlü ve güçlü propaganda yapmalarından kaynaklanıyor. Basiretsiz insanlar, çok çabuk aldanıyorlar. Günümüzde de dünyada yüreği yanan fakat aldanmış olan bir çok insan vardır. Bunlar ne düşmanı tanımış ne de saflarını belirtmişlerdir. Değerli İmam İran’da sabır ve direnişle beraber olan halkın basireti sayesinde,bu yolu kat ederek zafere ulaştı. Halkın basiret ve sabırlı olmasında, en çok etkili olan İmam’ın kendisi idi.
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hameney, İmam Humeyni’yi, İran milletinin ve yetkililerin zor anlarda başvurduğu ve sığındığı bir kişi olarak nitelendirmektedir.
’’İnkılab`ın başından beri üstlendiğim görevlerde defalarca İmam Ali (a.s)’ın buyurduğu şu cümlesini hatırlardım:
اذا اشتدّ بناالحراق التجینا برسولاللَّه Savaşlarda işimiz zorlaşınca hemen Resulullah’a sığınırdık.
Emir-ül Mü’minin Ali (a.s)’ın bu cümlesini hatırladığımda, bizim bulunduğumuz dönemde de geçerli olduğunu görürdüm.
Defalarca yetkili kardeşlerle değişik meselelerde görüş alış verişinde bulunurduk,halledemediğimiz meseleyi de sonunda İmam’a götürürdük. O doğru bir bakış, güçlü bir irade ve imanla, ve Allah’a olan emsalsiz bir tevekkülle sorunu hallederdi. Allah şahittir ki, yaşadığım müddetçe bu derecede Allah’a tevekkül ve hüsn-i zanda bulunan birisini ne görmüş ne de duymuşumdur. O sorunları çözer ve düğümleri açardı.’’
İmam Hameney bir konuşmasında İmam Humeyni hakkında şöyle buyurmaktadır: ’’İnşallah Allahu Teala kendi yardım ve hidayet elini müslüman İran milletinden çekmez. İmam 1986 yılında bir defasında bana şöyle buyurdular: Ben memleketin bütün işlerinde gizli bir gücün eli, işi yürüttüğünü görüyorum. İnşallah bu elin bizi terk etmemesi için layık olmaya çalışmalıyız.
İmam Hameney,İmam Humeyni’den şöyle nakletmeye devam eder: Ama zannetmeyelim ki, Allah`ın lütuf ve bereketi her ne yaparsak yapalım sürekli bizimle beraber olur. Hayır böyle değildir. Tam tersine bu gücün eli bazen insanlar layık olmadıkları zaman insanın başına vurur. Eğer biz dikkat etmezsek, ilahi sınırları çiğnersek, vazifemelerimizi kötü bir şekilde yerine getirirsek, veya vazifelerimizi yerine getirmezsek, o zaman bu güç bizden yardım elini çeker. Hatta hal böyle oldu mu, Allah`a sığınırız bu güç bize karşı da işleyebilir. O`nun yolunda hareket ettiğimiz müddetçe Allah bize yardım edecektir.’’
Evet, İmam Humeyni hakkında söylenecek gerçekten çok meseleler vardır. Fakat bizim için önemli olan bu yüce şahsiyeti her alanda örnek almamızdır. Ve hakikaten günümüz dünyası özellikle müslümanlar için bu yüce şahsiyette örnek alınması gereken şeyler vardır. Çünkü İmam yüce İslam dinini güncelleştirdi, canlı bir hale getirdi. İslamı ferdi alandan çıkarıp, toplumsal ve siyasal hale getirerek çağımızın sorunlarına cevap verecek bir konuma getirdi.
Ümit ederim ki, bizler bu yüce şahsiyeti anma merasimleriyle, her şeyden önce kendi iç hayatımızda bir devrim gerçekleştirir ve Allah`ın razı olduğu kişi ve toplumlar haline geliriz.
İbrahim Çakar
Ramazan sohbetleri 1
İmam Hamaneinin Ramazan Dersleri 1
Allah’a kulluk
Bismillahirrahmanirrahim
Dua, Allah’ın huzurunda kulluğu izhar etmektir. Dua, insanda ubudiyyet ruhunu güçlendirir. Allah’ın huzurunda izhar edilen bu ubudiyyet ruhunun güçlenmesi, bütün peygamberlerin çaba, eğitim ve öğretiminin en büyük hedefidir ve insanda bu ruhun güçlenmesi ubudiyyeti diriltmek içindir. İnsani değerlerin ve insanın bireysel ve toplumsal alanda yaptığı hayır amellerin hepsinin kaynağı Allah’a kulluk duygusudur.
Bu ubudiyyet duygusunun karşısında bencillik, insanın kendisini beğenmesi, kendisini üstün görmesi ve kendisine tapması yer alır. İnsandaki enaniyyet/bencillik bütün kötü sıfatların kaynağıdır. Geçmişte ve günümüzdeki bütün savaşların, katliamların, kavgaların, zulümlerin kaynağı insana hakim olan bu kötü huydur. Ubudiyyet bu kötü huyun karşısında olup onu yok etmek içindir.
Enaniyyet Allah’ın karşısında olursa yani insan kendisini Allah’ın karşısında görürse bu insanın tuğyan etmesi demektir. Bu tağut demektir, sadece padişanlar/sistemler tağut değillerdir; her insan kendi içinde bir tağut oluşturmuş olabilir, Allah etmesin bizlerde içimizde bir tağut, bir bencillik putu oluşturmuş olabiliriz. Allah’a isyan etmenin neticesi insanda tuğyan oluşturur.
Bu bencillik, kendini üstün görme, enaniyyet insanların karşısında olursa,yani kendisini diğerlerinden üstün görürse insanların haklarını elinden almak, diğerlerine zulm etmek ile sonuçlanır.
Bu bencillik, tabiata karşı olursa, doğanın tahrib edilmesine, insanın kendi çıkarı için tabiatı istediği gibi kullanmasına yol açar. Tabiati yaşanmaz hale getirir.
Dua, bunların hepsini engellemek içindir, dua ediyorsak huşu ve huzunun sağlanması, insanın dış dünyası karşısında alçakgönüllü olması, bencilliği, kendini beğenmeyi, kendini üstün görme huyunu yok etmek içindir. Böylece insanın tuğyan etmesi, yaşam ortamının tahribi ve diğerlerinin hukukunun ayaklar altına alınması engellenmiş olur. “Dua, ibadetin beynidir”, hadisi bize bunu anlatıyor. İbadetin hikmeti Allah’ın karşısında huşu içinde olmayı, Allah’ın emrine itaat ve teslim olmayı sağlıyor. İnsanın Allah’ın karşısında boğun eğmesi insanların önünde tevazu ve eğilmesi gibi değildir;Allah’ın huzuruda eğilmek mutlak cemalin, mutlak hayrın, mutlak kudretin karşısınde eğilmedir.
Dua nimet ve fırsattır
Dua, ilahi bir nimettir, dua etme fırsatı bir nimettir. Hz. Ali (a.s) öğlu İmam Hasan’a vasiyetinde buyuruyor: “Oğlum bil ki gök ve yerin hazinelerini elinde bulunduran sana dua etme izni vermiş ve kabulüne de kefil olmuş. Sana vermesi için, O’dan istemeni emr etmiş.” Allah ile kul arasındaki bu irtibat ve Allah’tan isteme ve O’nun da vermesi insan ruhunun yücelmesini ve tekamülünü sağlar. Ubudiyyet ruhunun güçlenmesini sağlar. “ Ve Rahim ve Kerim’dir, seninle kendisi arasında perde olacak hiçbirşey koymaz.” Yani ne zaman istesen O’nunla sohbet edebilirsin, ne zaman ondan birşey istesen, ne zaman O’na dua etsen duyar ve cevap verir. Bu insan için en büyük nimettir.
İşte Allah ile bu irtibat ve Allah karşısında kulluk/ubudiyyet duygusu duanın en büyük özelliklerinden ve etkilerindedir. Allah’a dua edilip istendiği zaman O’da icabet eder. Allah’ın cevap vermesi hiç bir şarta bağlı değildir. Bizler amellerimizle duaların icabete ulaşmasını engelliyoruz, bizim kendimiz dualarımıza itina edilmemesine sebep oluyoruz.
İmamlardan nakl edilen me’sur duaların özelliklerinden biri de ilahi maarifi içermesidir. Sahifeyi Seccadiye, Duay-ı Kumeyl, Munacati Şabaniyye, Ebu Hamzayi Somali ve diğer duaların hepsi maaarifle doludur. Bu duaları okuyup anlayanlar, Zatı mukaddes Rabbul alemin ile kalbi irtibat ve bağ kurmanın yanısıra bu dualardan birçok ilahi maarif de öğrenmiş olurlar.
Ben gençlere tavsiye ediyorum; bu duaların tercümelerine bakın. Arefe duası, Ebu Hamzayi Somali duası baştan sona marifet doludur.
Dua, Allah’ı çağırmaktır. İstediğiniz dilde olabilir. İstediğiniz dilede Allah’ı çağırın O’nunla sohbet edin, istediğiniz şeyi O’na söyleyin.
Bazen dua, Allah’tan bir ihtiyacı istemek için değildir, fakat Allah ile sohbet etmektir. Elbette ihtiyaçlar da farklıdır; bazıları O’nun rızasını isterler, bazıları af ve mağfiretini dilerler, bazen ise insan maddi ihtiyaçlarını talep eder, bunların hiçbirisinin sakıncası yoktur. Allah’tan birşey istemek hangi dille olursa olsun iyidir. Ama masumlardan nakl edilen me’sur dualar en güzel maarifi içerir; en güzel kelimelerle ve cümlelerle beyan edilmişlerdir. Bunların kadrini bilmemiz lazım, onların okunması gerekir.
Vesselamu aleykum ve rahmetullahi ve beraketuh
Rasthaber
İran, İslam Medeniyetinin Yeni Merkezi
LÜBNAN, SURİYE, IRAK OLAYLARINDAN SONRA İRAN, BÖLGESEL GÜÇ VE İSLAM MEDENİYETİNİN MERKEZİ OLDUĞUNU İSBAT ETTİ.
İran, İslam Devrimi ile dünyaya bir mesaj verdi. Dini bir devlet kurulabilir ve ulema da bu devleti yönetebilir.
Bu mesaj, başta ABD olmak üzere doğu ve batılı güçleri tedirgin etti. Dinin bu meydan okuyuşu batı değerlerine, modern dünyaya karşı bir duruştu. İnsanlığa huzur veremeyen, insanları AVM ve Medya ile uyutan Batı dünyası, İslam medeniyetinin yeniden doğuşundan tedirgin oldu. Modern batı dünyası, doğu bloku ile mücadele etmekten vaz geçti ve doğu bloku çöktü. Kendini geliştiremeyen ve çökme sınırına gelen, batı emperyalizminin kendini yenileyebilmesi için bir düşmana ihtiyacı var. ABD ve batı dünyası bu düşmanı İslam olarak seçti.ve zaman içerisinde, islam ile mücadele ederek insan ve madde kaybına uğramamak için, bulduğu yeni taktik, dine karşı din modelidir. Yani İslam’ın kendi içinde çatışmasıdır.
ABD ve batı emperyalizmi 1990’lı yılları bu teori üzerinde çalışmakla geçirdi, araştırmalarını olgunlaştırdı ve İslam ile mücadele için, yine eski metotlarına döndüler. Batı emperyalizminin metodu: böl ve parçala, sorun çıkar ve karıştır. İslam ile mücadele etmenin en kolay yolu, yine İslami olduğunu iddia edenler ile o dinin savunucularını savaştırmak değil mi?
Basit fıkhi ihtilaflar veya tarihi birikimler dinselleştirilerek, “dine karşı din” savaşı başlatıldı. Din içerisinde ise en iyi savaş, mezhep savaşı: Şii-Sünni savaşı. ABD ve Batı dünyası medya, üniversite, iletişim, kültür, sanat yoluyla, İslam üzerinde tahakküm kurmaya başladı. İslam dünyasına referans olmaya başladı. İslam ve Müslümanların en büyük düşmanı “Kapitalist Batı Medeniyeti” ve “Siyonist İsrail Terörü” iken, Batı medya aracılığı ile İslam dünyasına mezhep savaşı ve fitne tohumlarını ekti. Çünkü, Batı dünyası bu işi çok iyi biliyor. Yüzlerce yıl mezhep savaşları içinde büyük katliamlar yapan bir tarihe sahipti.
Ali Şeriati’nin dediği gibi, “savaş hakla batıl, İslam ile küfür arasında değil” daha zor olan “dine karşı dinle” savaşılıyordu. Bir yanda hak din ve onun takipçileri varken, diğer yanda pekte habersiz olmadığımız kendini dindar tanıtan, inanıyormuş gibi yaparak dine darbe vurup zarar veren bir kesim var.
İran İslam Devriminden sonra ne mezhep fitnesi ne milliyet fitnesi ve nede Saddam’ın savaş fitnesi İran’a karşı başarılı olamadı. Afganistan’da Ruslar’a karşı desteklenen Taliban ve El-kaide güçleri, eski Hariciler gibi, akılları dillerinin ucunda olan bir kavim. Bağnaz dindarlıkta inat ederken, basiret ve ferasetten uzaklar. Sabahlara kadar ibadet eden, ama şeytanın oyunları görmekten aciz varlıklar. Din için çalışıp zorluklara sabreden ama farklı düşünce veya fıkhi farklılıklar nedeniyle müminleri tekfir edip kesmekten çekinmeyen bir cahili kavim. Yüz yıl önceki Vahhabilik, Suudi-Arabistan’ın yeşil petrol dolarları ile tekrar yeşermeye başladı. İnsanlık ve Batı, İslam’ın barış, hoşgörü ve huzuruna muhtaçken, bu “Tekfirci Terör Militanları” İslam dünyasını ateşe vermekten ve batıyı dinden korkutmak ve uzaklaştırmak dışında bir şey yapmıyor.
Lübnan’da mezhep savaşını başaramayanlar, İsrail’in güvenliği için Suriye’de bu işe soyundular. Suriye devleti ve halkının büyük fedakarlıkları, Hizbullah’ın çabaları ve İran’ın yardımlarıyla bu yangında başarılı olamadılar.
Yerli işbirlikçiler buna daha çok kızdı ve yıllarca Baas Partisi ve Saddam’ın zulmü altında kalan son 40 yılı savaş ve yıkımlarla geçen Irak’a saldırdılar. Irak tamda “eceli gelen köpeğin cami duvarına bevl etmesi” gibi, zamanımızın “cehennem köpekleri” IŞİD, Arap-Kürt-Türkmen-Şii-Sünni-Süryani-Hristiyan Musul’a ihanetle girdi. Barış şehri olan Musul, petrol ve İngiliz siyasetiyle, çile ve ölüm şehri olmaya başlamıştı. Şimdi ise terör merkezi olacak, cehennem köpeklerinin üreme yeri olacak.
Ama nasıl Suriye bu zorlukları aştıysa, fedakar mümin insanlar ve muttaki önderler sayesinde de ırak bu fitne ateşinden kurtulacaktır.1300 yıl önce Süfyan’ın çocukları nasıl İmam Ali ve İmam Hüseyin’i katlettilerse, şimdi yine onların soyu, din görünümü altında müminleri, insanlığı katletmeye devam ediyorlar. Ama az bir topluluk, batıl yoldaki büyük toplulukları yenmeye kadirdir. Tüm fitne ve fesatlara rağmen, batıl örümcek yuvası gibidir, yok olmaya mahkum.
Suriye’de başarılı olamayan bu “Tekfirci Terör”, Irak’ta da başarılı olamayacak. Necefin, Kerbela’nın çocukları bunları geldikleri yere gönderecek veya Ney-neva çölünü bunlara mezar yapacaktır.
Maliki Eşter’in o zaman yapamadığını bugünün Alisi, Hüseyin’i yapacaktır….
Murat Nazlı / Taha Haber
İbn Teymiyye’nin Ehl-i Beyt (a.s.) Düşmanlığı (3)
İbn Teymiye diyor ki: “Ali bin Ebu Talib’i, Abdurrahman b. Mülcem adlı bir harici öldürdü. O, (İbn Mülcem) insanların en âbidlerinden ve ilim ehlinden idi.” (Minhacu’s-Sunne, c. 5, s. 47)
Ali'nin (a.s) Kazavete (Fetva ve Hüküm Verme) Layık Olduğunu İnkâr Etme
İbn Teymiyye Resûlullah'ın (s.a.a.) “Ali, sizin en iyi kazavette bulunanınızdır” hadisi hakkında “Hüküm vermenin gereği, ilim ve dindir. Şu halde bu hadis doğru değildir, senedi yoktur ve bu hadisle istidlal (delillendirme) yapılamaz” demektedir. (Minhacu's-Sunne, c.4, s.138)
Yine bu rivayet hakkında şunu yazmıştır: “Bu doğru olmayan, senedi bulunmayan ve kendisiyle hüküm verilemeyecek bir hadistir. Hiç kimse bu hadisi ne meşhur sünen kitaplarında, ne müsnedlerde ne sahih ve ne de zayıf senetle nakletmiştir. Bunu rivayet eden kimse meşhur bir yalancıdır.” (Minhacu's-Sunne, c. 7, s. 512)
Oysaki Muhammed bin İsmail Buharî, Ehl-i Sünnet'in Kur'an'dan sonra en sahih saydığı kitabında Ömer bin Hattab'ın ağzından şöyle yazıyor: “İbn-i Abbas'ın şöyle dediği nakledilmiştir: Ömer dedi ki, bizim en iyi Kur'an okuyanımız Übey ve en iyi kadımız da Ali'dir.” (Sahihu Buharî, c. 5, s.149) Eğer Muhammed bin İsmail Buharî'nin kitabı, en meşhur kitap ve naklettiği senedler sahih değilse, bu da demektir ki İbn Teymiyye'ye göre Ehl-i Sünnet'in Kur'an'dan sonraki en sahih kitabı değerden yoksundur ve yalancıların rivayetleriyle doludur.
İbn Mülcem'i Savunması
İbn Teymiyye, sadece Emirü'l-Müminin'e (a.s.) aleni düşmanlık yapmakla kalmamış, O'nun şehid edilişini bile savunur mahiyette sözler söylemiştir.
İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne'de şunları yazıyor:
“Ali'yi öldüren kişi, namaz ve oruç ehliydi. Kur'an okuyordu ve Ali'yi öldürmesi Allah'ın ve Peygamberin rızası amacına matuftu ve her ne kadar bu akidesiyle sapmışsa da, bu işi Allah ve Resûlü'nün muhabbetini elde etmek için yaptı.” (c.1, s. 153) Yine diyor ki: “Ali bin Ebu Talib'i, Abdurrahman b. Mülcem adlı bir harici öldürdü. O, (İbn Mülcem) insanların en âbidlerinden ve ilim ehlinden idi.” (Minhacu's-Sunne, c. 5, s. 47)
İbn Teymiyye'nin, İbn Mülcem'i nasıl methettiğini görüyorsunuz! Oysaki yüce Peygamber (s.a.a.) onu insanların en şerlisi olarak ve Semud'un devesini öldürenler cinsinden şeklinde vasfetmiştir.
“Doğru sözlü ve doğruları konuşan Peygamber bana haber verdi ki; başıma darbe yemedikçe ve sakallarım kafamdan akan kanla kızıla boyanmadıkça bu dünyadan göçmeyeceğim. Bu esnada mübarek sakallarını tuttu. Peygamber (s.a.a) buyurdu ki: Ey Ali! Bu ümmetin en şerlisi seni katledecek, tıpkı Semud halkının en şerlisi olan falanca oğlunun Allah'ın devesin katletmesi gibi.” (Müsnedu Ebu Ya'la, c.1, s. 431; Mucemu'l-Kebir, Taberanî, c. 8, s. 38; Kenzu'l-Ummal, Muttaki el-Hindî, c. 13, s 192; Tarihu Medineti Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 543)
“Hz. Emirü'l-Müminin (a.s.) buyuruyor ki: Doğru sözlü ve doğruları konuşan Peygamber bana haber verdi ki, bu ümmetin en şerlisi beni şehadete ulaştıracak.” Heysemî bu konudaki rivayeti naklettikten sonra şöyle yazıyor: Ahmed, Taberani ve Bezzaz onu özet bir şekilde nakletmiştir ve bu hadisin ravilerinin hepsi sikadır. (Mecmeu'z-Zevâid, c. 9, s. 136)
İbn Teymiyye'nin Emirü'l-Müminin'in (a.s.) Savaşları Hakkındaki Görüşleri
İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne 'de şöyle yazıyor:
“Bu rafizîlere şöyle denilse, eğer nasıbîler size deseler ki: ‘Ali Müslümanların kanını helal gördü ve onlarla Allah ve Resûlü'nün izni olmadan kendi saltanatı için savaştı. Zira Resûlullah şöyle buyurdular: ‘Müslümanlara küfretmek fasıklık, onlarla savaş ise küfür sebebidir. Benden sonra ikinci kez kâfir halinize dönmeyin, çünkü sizden bir grubunuz diğer bir grubun boynunu vuracaktır.' Öyleyse bu sebepten dolayı Ali kâfirdir!' Bu durumda sizin deliliniz (rafizîler) onların (nasıbîler) bu delilinden daha güçlü olmayacaktır. Çünkü onların istidlal ettikleri rivayet sahihtir. Ve yine diyorlar ki (nasıbîler) halkı öldürmek fesattır. O halde her kim halkı kendine itaat ettirmek için öldürürse, yeryüzünde bozgun ve fesad çıkarma kastı vardır, bu ise Firavunun durumu gibidir. Allah Teâlâ diyor ki: 'Bu ahiret yurdudur, onu yeryüzünde bozgunculuk ve fesad çıkarmayan kimseler için kıldık ve akıbet muttakilerindir. Şu halde her kim yeryüzünde bozgunculuk ve fesad çıkarırsa, ahirette de ehli saadetten olamayacaktır.' Bu ise Sıddık'ın (Ebu Bekir) mürtedlerle ve zekât vermeyenlerle yaptığı savaş gibi değildir (yani onun savaşı fesad için değildi). Doğrusu Ebu Bekir onlarla sadece Allah ve Resûlü'nün itaati altına almak için savaşmıştır, kendisine itaat ettirmek için değil. Zekât onlara vacipti, dolayısıyla kendisine itaat edilmesi için savaşan kimsenin tersine, onlara zekâtın vacipliğini kabul ettirmek ve kendilerinden zekâtı almak için savaştı.” (c. 4, s. 499-500)
Başka bir yerde de şunu söylüyor: “Ali, kendisine itaat edilmesi, halkın canı ve malında tasarrufta bulunmak için savaşmıştır. Şu halde bu, nasıl olur da din adına savaş olarak adlandırılabilir? Ebu Bekir ise İslam'dan çıkan kimselerle, kendilerine Allah'ın vacip ettiği şeyi terk edenlerle, sadece ve sadece Allah ve Resûlü'ne itaat edilmesi için savaşmıştı. Bu savaşlar (İmam Ali'nin savaşları) din için değildir.” (Minhacu's-Sunne, c. 8, s. 330)
Hâlbuki Hz. Peygamber (s.a.a.), Allah'ın kendisine vermiş olduğu ilimle bütün bu savaşların ileride vuku bulacağını görmüş ve Emirü'l-Müminin'e (a.s.) Nâkısîn, Kâsıtîn ve Mârıkîn ile savaşmasını emretmiştir. Hatta Ayşe ve Zübeyr gibi kimseleri de bu savaşlarda bulunmamaları konusunda uyarmıştı.
Birçok Ehl-i Sünnet uleması bu bağlamda "Haveb'in köpekleri" rivayetini nakletmiştir. İbn Hacer Askalanî, Fethu'l-Bârî kitabında şunları yazmıştır: “İkrime, İbn Abbas'tan nakletmiştir ki, Resûlullah (s.a.a.) hanımlarına hitaben şöyle buyurdu: Sizden hanginiz kıllı bir deveye binecek ve hareket edecek, Haveb'in köpekleri de ona havlayacak? Onun sağındaki solundaki birçok insan öldürülecek ve o ise sonunda kurtulacaktır.” Hadisi naklettikten sonra şöyle ekliyor: "Bezzaz bu rivayeti nakletmiştir ve ravileri itimad edilecek kimselerdir." (c.13, s. 45-46)
İbn Kesir Dimeşkî Selefî, kitabı el-Bidâye ve'n-Nihâye'de şöyle yazmıştır: “Ayşe Haveb'e vardığında oranın köpeklerinin sesini işitti ve dedi ki: Bu seferden vazgeçip dönmekten başka çaremiz yoktur, çünkü Allah Resûlü (s.a.a.) biz hanımlarına şöyle buyurdu: Sizden hanginize Haveb'in köpekleri havlayacaktır? Zübeyr dedi ki: Bu seferden geri dönmen nasıl mümkün olur? Oysaki Allah'ın senin varlığınla insanlar arasında barış yaratması umut ediliyor.”
Hadisi naklettikten sonra ekliyor: “Bu rivayetin senedi, Müslim ve Buharî'nin sıhhat şartlarını taşımaktadır ve sahihtir. Ancak onlar bu hadisi nakletmemiştir.” (İbn Kesir, c. 6, s. 236) Bu olay Ehl-i Sünnet'in birçok kitabında nakledilmiştir, onlardan bazıları: Müsnedu Ahmed, c. 6, s. 52 ve 97; Müstedrek, Hakim Nişaburî, c. 3, s. 120; El Musannef, İbn Ebî Şeybe el-Kufî, c. 8, s. 708; Müsnedu İbn Raheviye, c. 3, s. 892; Müsnedu Ebî Ya'la, c. 8, s. 282; El Fayik fi Ğeribi Ehâdis, Zemahşerî, c. 1, s. 353; Mevaridü'z-Zaman, Heysemî, s. 453; Kenzu'l-Ummal, c. 11, s. 197 ve 334, Siyeru A'lami'l Nubela, Zehebî, c. 2, s.177; Ensabu'l-Eşraf, Belazurî, s.224; Mucemu'l -Buldân, Hemevî, c. 2, s. 314; Tarihu Yakubi, c. 2, s.181; Tarihu Taberî, c. 3, s. 475...
Bu rivayette görüldüğü üzere, Peygamber bu rivayetten haberdar idi ve Ayşe ve taraftarlarını böylesi bir savaşa karşı uyarmıştı. Bu durum bize bu savaşta onların batıl, Emirü'l-Müminin'in ise hak olduğunu göstermektedir. Yine birçok rivayette, Hz. Peygamber'in Zübeyr'i bu savaşa karşı uyardığı, hatta ona zalim dediği nakledilmiştir. Hakim Nişaburî diyor ki: “Harb bin Ebu'l-Esved Dı'li dedi ki, Zübeyr Hz. Ali'ye karşı isyan ettiği zaman, Ali (a.s.) ona hitaben şöyle buyurdu: Allah aşkına söyle, acaba Resûlullah'ın (s.a.a.) sana söylediği şeyi hatırlıyor musun: Sen Ali'yle savaşacak ve ona zulmedeceksin. Zübeyr tam bir utanmazlıkla şöyle cevap verdi: O dediğin şeyden -veya sözden- haberim yok, unutmuşum. Sonra Zübeyr geri döndü.”
Hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: "Harb bin Ebu'l-Esved'in bu hadisi sahihtir." (Müstedrek, c. 3, s. 366) Hakim Nişaburî birkaç hadis naklettikten sonra bu konuda şunları ekliyor: “Emirü'l Müminin'den (a.s.) nakledilen bu hadisler sahihtir, her ne kadar Buharî ve Müslim rivayeti bu senetlerle nakletmemişse de.” (Müstedrek, c. 3, s. 367) Yine şöyle diyor: "Zübeyr'in, Ali'ye ikrar verip onaylaması bu rivayetlerle sınırlı değildir, başka rivayetler de Zübeyr'in ikrar ve itirafını teyit ediyor."
Ali ile Savaş, Allah ve Resûlü ile Savaştır
Birçok Ehl-i Sünnet kaynağında, Allah Resûlü'nün (s.a.a.) Ali (a.s) ile savaşan, tıpkı benimle savaşmış gibidir, dediği rivayet edilmiştir. Ehl-i Sünnet'in altı sahih hadis kitabından biri sayılan İbn-i Mace Sünen'inde şöyle yazmıştır: “Resûlullah İmam Ali'ye, Fatıma'ya, Hasan ve Hüseyin'e şöyle hitap etmiştir: Ben sizin savaştığınız kimseyle savaşırım, sizin sulh ettiğiniz kimseyle de sulh ederim.” (Sünenu İbn Mace, c. 1, s.166, hadis 142; Müstedrek (Hakim) c. 3, s. 149; Zehebî de bu rivayeti Müstedrek'in özetinde zikretmiştir. Aynı şekilde Taberanî, Mu'cemu'l-Evsat, c. 5, s. 182; Mu'cemu Kebir, c. 3, s. 40; Usdu'l-Ğabe, İbn Esir, c. 5, s. 522; el-Bidâye ve'n-Nihâye, İbn Kesir, c. 8, s. 40) Cassas bu hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: “Şu halde her kim onlarla (Ehl-i Beyt ile) savaşırsa, Allah ve Resulü'yle de savaşmıştır demek yersiz olmaz.” (Ahkâmu'l -Kur'an, c. 2, s.508)
İbn-i Teymiyye ve fikirdaşlarının, Ebu Bekir zamanında ona zekât vermek istemeyen Müslümanları kâfir ve mürted kabul etmesi, ama on binlerce Müslümanın canını haksız yere alan ve kanlarını akıtan kimseleri sadece mürted olarak görmemekle kalmayıp müctehid olduklarını ve sevap kazandıklarını söylemesi şaşılacak şeydir! Hem de bu rivayette Ali (a.s.) ile savaşanlar, Allah ve Resûlü'yle savaşmış gibidirler denmesine rağmen. Allah ve Resûlü ile savaşanlar ise Müslümanların icmasıyla kâfirdirler!
Allah Resûlü'nün Emriyle Nâkısîn, Kâsıtîn ve Mârikîn ile Savaş
İbn Teymiyye Minhacu's-Sunne kitabında şöyle diyor: "Ali'nin (a.s.) Cemel ve Sıffın'daki savaşları Allah Resûlü'nün emriyle değil, kendi şahsi görüşüyle yapılmıştı." (c. 4, s. 496)
Oysa ki bir çok Ehl-i Sünnet kitabında yer alan rivayetlerde, Resûlullah'ın (s.a.a.) İmam Ali'ye (a.s) bizzat onlarla savaşması için emir verdiği nakledilmiştir. Hakim Nişaburî bu konuda şunları yazmıştır: "Ebu Eyyub Ensari, Ömer bin Hattab'ın hilafeti döneminde şöyle demiştir: Allah Resûlü (s.a.a.) Ali b. Ebu Talib'e Nakısîn, Kasıtîn ve Marikîn ile savaşmasını emretti." (Müstedrek, c. 3, s.139)
Yine aynı şekilde İbn Kesir Dimeşkî el-Bidâye ve'n-Nihâye'de, İbn Esir Usdu'l-Ğabe'de şunları yazmıştır:
"Ebu Said Hudrî'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Allah Resûlü (s.a.a.) bize nâkisler, kâsitler ve mâriklerle savaşmamız emrini verdi. Dedim ki: Ey Allah'ın Resûlü! Bize savaşmamızı emrettiğin bu güruh kiminle savaşacaklar? Buyurdu ki, Ali b. Ebu Talib ile. Ammar da Ali'yi korurken şehadete ulaşacaktır." ( Usdu'l-Ğabe, c. 4, s. 32; el-Bidâye ve'n-Nihâye, c. 7, s. 339; Menâkıbu Harezmî, s. 190; Tarihu Dimeşk, İbn Asakir, c. 42, s. 471)
Aynı şekilde Hatib Bağdadî şöyle yazıyor:
"Alkame ve Esved naklediyorlar ki Ebu Eyyub, Sıffın Savaşı'ndan döndüğü zaman onu görmeye gittik ve dedik:
'Ey Ebu Eyyub, Allah Teâlâ sana ikramda bulundu ve Muhammed (s.a.a.)senin evine misafir oldu ve devesi senin evinin önünde oturdu. Bütün bunlar diğerlerine nasip olmayan bir makama sahip olmana sebep olmuştu. Ama boynuna kılıcını asıp, Allah'ı birleyen (la ilahe illallah diyen) kimselerle savaşman senden beklenilmeyecek bir şeydir.'
Ebu Eyyub onlara cevaben şu ‘darbul meseli' (atasözü) örnek göstererek dedi ki: 'İnne raide la yukezzib ehleha", 'Kervanın rehberi, kervandakilere yalan söylemez.' (Raid kervanın su işleriyle ilgilenen kişiye denir. Kervandakilere su bulamadım diye yalan söylerse, kendini ve kafiledekileri susuzluktan helak etmiş olur.) Aynı şekilde Yüce Peygamber (s.a.a.) de bize Ali (a.s) ile savaşan üç grup halkla; Nâkisîn, Kâsitîn ve Mârikîn ile savaşmamızı emretti. Nâkisîn, Talha ve Zübeyr'in taraftarlarıydı ve Cemel Savaşı'nın ateşini yakmışlardı, onlarla savaştık. Muaviye ve Amr b. As'ın taraftarları olan Kâsıtîn ile de savaştık. Şimdi ise yollarda bizi bekleyen Mârikînler ile savaşa döndük. Hurmalıklarda ve nehir kenarlarında mevzilenmişler, onlarla savaşacağız. Allah'a yemin olsun ki, şu anda onların nerede olduklarını bilmiyorum, ancak Allah'ın yardımıyla onlarla da savaşacağız!
Ebu Eyyub şöyle dedi: Allah Resûlü'nün Ammar'a şöyle dediğini işittim: 'Ey Ammar! Bağî (günahkâr, hakka isyancı) bir grup seni, hak yolunda olduğun, hakkın da senin yanında olduğu bir halde şehid edecektir. Ey Ammar Yasir! Ne vakit Ali'nin bir yola ve diğerlerinin de başka bir yola adım attığını görsen, sen Ali'nin yolundan git, O'nun takip ettiği yolu izle! Çünkü O seni asla yanlış yola götürmez ve seni Hak yolundan saptırmaz. Ey Ammar! Her kim Ali'yi korumak ve düşmanlarını öldürmek için kılıcını kuşanırsa, Allah Teâlâ kıyamet gününde onun boynuna inciden yapılmış iki gerdanlık asacak ve onu bu ilahi ziynet ile süsleyecektir. Her kim de Ali'nin düşmanlarına yardım etmek ve Ali'yi katletmek için kılıcını kuşanırsa, Allah Teâlâ kıyamet gününde ateşten yapılmış iki gerdanlığı onun boynuna asacaktır.'
Ebu Eyyub'un konuşması burada son bulunca biz onu onaylamak ve teşvik etmek kastıyla şöyle dedik: Evet bu makam senin için yeterlidir ve arzu ediyoruz ki Allah seni taşıdığın böylesi niyetlerinden dolayı rahmetine ve lütfuna kavuştursun." (Tarihu Bağdad, c. 13, s. 188; Tarihu Medineti Dimeşk, c. 42, s. 472)
Devam edecek...
medyasafak.com
Takiyye hakkında bilinmesi gereken her şey
Sözlükte Takiyye / Şia Büyükleri Açısından Takiye / Şeyh Ensari açısından takiye / Şeyh Mufid açısından takiye / Emin-i İslam Tabarsi açısından takiye / Takiye ve Nifak Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar / Takiyenin Caiz Olduğuna Dair Deliller / Kur’ansal Deliller / Hadis İçerikli Deliller / Peygamber Efendimizin Siyer ve Tutumu / İcma / Akli Delil / Şia’nın Takiyeye Yönelmesinin Kök ve Faktörleri / Şeri Hüküm Açısından Takiyenin Taksim Edilmesi / Teklifi Hüküm / Farz Takiye / Müstahap Takiye / Mubah Takiye / Haram Takiye / Vaz’i Hüküm…
RAST HABER - Dini bir terminoloji olan takiyye, akideyi ibraz etme yahut has delillerden dolayı kalbi inancına aykırı olarak bir şey yapmaya denir. Sözlük anlamında takiye, “korumak”, “sakınmak” ve “gizlemek” anlamlarına gelir.[1] İslami kaynaklarda ise, başkalarının zararından kendisini korumak için hakka aykırı olarak ona söz veya eylemle muvafakatini ibraz etmektir.[2] Şeyh Mufid’in[3] ifadesi ile ise dini veya dünyevi zararlardan korunmak için muhalifler karşısında hakkı gizlemek ve ona inandığını saklamaktır.[4] Takiyede, hakkı izhar etmek ve şirk ve batılı gizlemek olan nifakın aksine, müminin kendisine veya başkasına gelebilecek can yahut mali zarardan korkmasından dolayı hakikati izhar etmekten sakınmasıdır.[5] Kur’an ayetleri, hadisler ve akli deliller takiyenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Takiyeyi makul ve haklı kılacak ukalai amaçlardan birisi de takiye eden birey veya toplumların zalimlerin saldırısından korunması, hapis, sürgün, ölüm, mallarına el konulması ve yasal haklarından mahrum kalma gibi tehlikelerden korunmasıdır.
Takiye konusu, hicretin ilk yıllarından itibaren mütedavil fıkhi ve kelami konularındandı. Zira bir taraftan geçmiş İmami âlimlerden bir çoğunun “et-Takiye”[6] adı altında kitaplar telif ettiğini, öte yandan naklolduğuna göre Hariciler gibi bazı fırkaların, takiyenin caiz olduğu görüşüne kail olduklarını görmekteyiz.[7] Ma’mun’un halifeliğindeki mihnet döneminde, tarihçilerin[8] naklettiklerine göre bazı alimler halifenin tehdit ve korkusundan “Kur’an’ın yaratıldığı” tezini görüntüde kabul etmek zorunda kalmaları gibi konular takiyenin uygulandığının örneklerindendir.
Şiaların, öteki İslam Mezheplerinden daha çok takiyeye yöneldikleri meşhur olmuştur. Bu yönelimin nedenini bazı Şia fırkaların batıni unsurlarında ve çeşitli toplumsal, kültürel, ekonomik vb. gibi baskılarda aramak gerekir. Bazı Ehli Sünnet yazarları, takiyeyi Şiaların zaaf noktalarından saymış, Şia ulemaları da bu eleştirilere cevap vermişlerdir.[9]
Sözlükte Takiyye
Lügatçiler tarafından yapılan tanımların toplamından bu sözcük hakkında şöyle denilebilir: takiye sözlükte korumak, sakınmak ve gizlemek anlamındadır.
Firuz Abadi’nin Kamusu’l Muhit Kitabında
Firuz Abadi şöyle demektedir: اتقيت الشيء، وتقيته أتقيه...حذرته Kendimi onun zararından uzak tuttum.[10]
İbn Menzur’un Lisanu’l Arap Kitabında
İbn Menzur Lisanu’l Arap kitabında şöyle demektedir: وقاه الله وقایة و واقیة، ای صانه Birisi Vakahullah… diyorsa onun maksadı “Allah onu korudu”dur. [11]
Cevheri’nin Es-Sihah Kitabında
Cevheri şöyle demektedir: والتقاة: التقيّة(Kur’an’da zikredilen) “tukate” sözcüğü takiye anlamındadır.[12]
Şia Büyükleri Açısından Takiye
Şeyh Ensari
Başkalarının zararından kendisini korumak için hakka aykırı olarak ona söz veya eylemle muvafakatini ibraz etmektir.[13]
Şeyh Mufid
Dini veya dünyevi zararlardan korunmak için muhalifler karşısında hakkı gizlemek ve ona inandığını saklamaktır.[14]
Emin-i İslam Tabarsi
Takiye, can korkusuyla kalbin gizlediği bir şeyi dille izhar etmektir.[15]
Takiye ve Nifak Arasındaki Benzerlik ve Farklılıklar
İkisi arasındaki benzerlik şudur; her ikisinde de insan inanmadığı bir şeyi gizlemektedir, ancak nifakta takiyenin aksine gerçekleşen şey, imanı izhar etmek ve şirk ve batılı gizlemektir. Takiyede ise mümin kendisi veya başkasına yönelik can tehlikesi veya şiddetli mali zarardan korunmak için kalben inandığı bir hakikati gizlemesidir.[16]
Takiyenin Caiz Olduğuna Dair Deliller
Takiyenin caiz olduğuna dair çok sayıda Kur’an ayetleri, Hadisler ve akli deliller zikredilmiştir.
Kur’ansal Deliller
Takiye sözcüğü direk olarak doğrudan Kur’an’da zikredilmemiştir, ama türevleri ve mefhumu bazı ayetlerde zikredilmiştir. İslami kaynaklarda takiyenin caiz olduğuna ve hatta ıstırar durumlarında farz olduğuna delalet eden çok sayıda ayete istinat edilmiştir. [17]
Al-i İmran Suresi, 28. Ayet
لَا يَتَّخِذِ الْمُؤْمِنُونَ الْكَافِرينَ اَوْلِيَاءَ مِنْ دُونِ الْمُؤْمِنينَ وَمَنْ يَفْعَلْ ذٰلِكَ فَلَيْسَ مِنَ اللّٰهِ فى شَیْءٍ اِلَّا اَنْ تَتَّقُوا مِنْهُمْ تُقٰیةً وَيُحَذِّرُكُمُ اللّٰهُ نَفْسَهُ وَاِلَى اللّٰهِ الْمَصيرُ
“Müminler, müminleri bırakıp da kâfirleri dost edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık onun Allah nezdinde hiçbir değeri yoktur. Ancak onlardan korunma gayesiyle takiye etmeniz (sakınmanız) başka. Allah, kendisine karşı (gelmekten) sizi sakındırıyor. Dönüş yalnız Allah'adır.”
Bu ayet tüm Müslümanlara hitap etmektedir. Bu tıpkı, Müminlerin sadrı İslam’da müşriklerin eziyet ve zorluklarıyla karşı karşıya kalıp, onlara itaat etmekten men olunmaları, ancak ıstırar, zorunluluk ve onlardan korku durumlarında, takiyeye amel etmelerinin caiz olmasıyla aynıdır [18] Müfessirler, Şia[19] ve Ehli Sünnet[20]âlimleri bu ayetten takiyenin caiz olduğunu istidlal etmişlerdir.
Nahl Suresi 106. Ayet
مَنْ كَفَرَ بِاللّٰهِ مِنْ بَعْدِ ايمَانِه اِلَّا مَنْ اُكْرِهَ وَقَلْبُهُ مُطْمَئِنٌّ بِالْايمَانِ وَلٰـكِنْ مَنْ شَرَحَ بِالْكُفْرِ صَدْرًا فَعَلَيْهِمْ غَضَبٌ مِنَ اللّٰهِ وَلَهُمْ عَذَابٌ عَظيمٌ ;
“Kim iman ettikten sonra Allah'ı inkâr ederse -kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlanan başka- fakat kim kalbini kâfirliğe açarsa, işte Allah'ın gazabı bunlaradır; onlar için büyük bir azap vardır.”
Bu ayet, Müşriklerin işkencelerinden kurtulmak için Ammar b. Yasir ve (küfür izhar ederek) takiye yapması hakkında nazil olmuştur. Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Ammar’ın bu davranışını onaylayarak bir daha böyle bir durumla karşı karşıya kalması halinde aynı işi bir daha yapması gerektiğini söylemiştir.[21]
Gafir (Mümin) Suresi, 28. Ayet
وَقَالَ رَجُلٌ مُؤْمِنٌ مِنْ اٰلِ فِرْعَوْنَ يَكْتُمُ ايمَانَهُ اَتَقْتُلُونَ رَجُلًا اَنْ يَقُولَ رَبِّىَ اللّٰهُ وَقَدْ جَاءَكُمْ بِالْبَيِّنَاتِ مِنْ رَبِّكُمْ وَاِنْ يَكُ كَاذِبًا فَعَلَيْهِ كَذِبُهُ وَاِنْ يَكُ صَادِقًا يُصِبْكُمْ بَعْضُ الَّذى يَعِدُكُمْ اِنَّ اللّٰهَ لَا يَهْدى مَنْ هُوَ مُسْرِفٌ كَذَّابٌ
“Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöyle dedi: Siz bir adamı «Rabbim Allah'tır» diyor diye öldürecek misiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azâbın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”
Mümin Suresi’nin, 28. Ayeti, Firavun ailesinden olan bir mümin hakkındadır. Firavun taraftarlarından bazıları Hz. Musa’nın öldürülmesini önerdiğinde, Firavun ailesinden olup imanını gizleyen mümin bir adam onları bu tutumlarından vazgeçirmiştir. [22]
Başka Ayetler
Istırar, zorluk ve güçlükle ilgili ayetlerden örneğin Bakara Suresi’nin 173, 185 ve 195. Ayetleri, En’am Suresi’nin 145. Ayeti, Nahl Suresi’nin 115. Ayeti ve Hac Suresi’nin 78. Ayeti; takiyenin has yerlerde caiz veya farz olduğuna delalet edebilir.[23] takiyenin caiz yahut gerekli olduğunu ispat etmek için hadislerde de zikredilen ayetler veya başka ayetlerden yararlanılmıştır. [24]
Hadis İçerikli Deliller
Takiyenin caiz olduğuna çok sayıda hadis delalet etmektedir.[25] Tıpkı takiye, müminlerin en üstün işlerindendir, ümmetin ıslahına neden olur ve din onsuz kâmil olmaz, hadisi.[26] Takiyenin meşru olduğuna ve hatta has durumlarda farz olduğuna vurgu yapan hadislerin[27] yanı sıra ıstırar ve zorunluluk durumlarında takiyenin caiz olduğunu tasrih eden hadisler [28] ve ilk şeri hükümlerin zaruret durumlarında kaldırılacağına delalet eden hadisler -örneğin “ref’ hadisi” ve “la zarar hadisi”[29] gibi- takiyenin ruhsatına delalet eden en önemli delillerdendir.[30] Yalan ve tevriyeyi (Bir anlatım inceliği elde etmek için birden çok anlamı olan bir sözün yakın anlamının değil de uzak anlamının kullanılması sanatı.) has yerlerde caiz kılan deliller, örneğin “kitman”la ilgili hadisler de takiyenin meşruiyetine delalet etmektedir.[31] Bazı fıkhi kaynaklar, ikrahla ilgili hadisleri de takiyenin bazı mısdaklarından saymışlardır. [32]
Peygamber Efendimizin Siyer ve Tutumu
Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.a) Medine’ye muhaceretinden sonra bazı muhacirlerin, Mekke’ye geri dönerek mallarını getirmek için Peygamber efendimizden (s.a.a) müşriklerin rızayetini kazanmak maksadıyla kalbi temayüllerinin aksine bazı sözcükleri kullanmak için izin istedikleri ve Peygamberimizin de bu isteye olumlu yaklaştığı nakledilmiştir.[33] Peygamberimizin ashabından ve tabiinden de farklı yerlerde sözlü veya eylemlerinde takiyeyi kabul ettiğine delalet eden haberler nakledilmiştir. Örneğin İbn Abbas,[34] İbni Mesut,[35]Cabir b. Abdullah Ensari,[36]Ebu Derda[37]ve Said b. Musayyeb gibi. [38]
İcma
Şia kaynaklarında icma, takiyenin delillerinden birisidir.[39]Ehli Sünnet kaynaklarında da bazı durumlarda takiyenin caiz olduğuna dair icmanın olduğu iddia edilmiştir.[40]
Akli Delil
Takiyenin caiz olduğuna dair akli delil, akıl sahiplerinin siyeridir. Şöyle ki akıl sahiplerinin katında her koşul altında zararı defetmek caiz ve hatta zaruri bilinmektedir.[41]Bu delilin dayanağını kabulle, takiye Şialara mahsus olmaktan ve hatta Müslümanlara mahsus olmaktan çıkar. Salihlerin ve peygamberlerin yaşamında takiyenin örnekleri İslami metinlerde yer almıştır. Örneğin Hz. İbrahim’in kâfirlere davranışı, Hz. Yusuf’un Mısır’da kardeşleri ile konuşması, Firavun’unun eşi Asiye binti Mezahim’in gizli ibadetleri; Hz. Musa ve Hz. Harun’un Firavun ile karşı karşıya kalma şekli ve Ashab-ı Kehf’in[42]takiyesi. Mezkur metinlerde bu tarihe tekit edilmesi, takiyenin ıstırar yerlerinde fıtri ve akılsal olduğuna delalet etmektedir.
Müslümanın Müslümana Takiye Etmesi
Her ne kadar bazı ayet ve hadislerde takiye, Müslümanın Kâfire karşı yaptığı takiye olsa da fakihler ve müfessirlerin tasrihi ile takiye bu yerlere mahsus değildir. O yerlerden birisi de Müslümanların birbirine karşı takiye etmesidir.[43]Çok sayıda Ehli Sünnet alimi örneğin Şafii, bir Müslümanının canını korumak için bir başka Müslümana karşı takiye yapabilmesinin meşru olduğunu sarahaten söylemiştir.[44]
Şia’nın Takiyeye Yönelmesinin Kökleri ve Faktörleri
Takiye öğretisinin Şialar arasında nasıl çıktığı ve yayıldığı hakkında şunlar söylenebilir:
1. Bazıları, Şialar arasında batını unsurların bulunmasının takiyenin oluşmasına neden olduğunu söylemişlerdir. Batını öğretilerde, her zahirin gerisinde bir batın yatmaktadır ve dinin hakikat ve batını has bir grup için beyan edilmiştir.
2. Bazıları ise zorlu dışsal etkenlerin Şialar arasında takiyenin oluşmasında etkili olduğunu söylemişlerdir. Tarihi kaynakların tanıklığıyla, Şia mezhebi hayatı boyunca çeşitli yönlerden sosyal, kültürel ve siyasi zorluklar çekerek baskı altında kalmıştır. İmam Hasan’ın (a.s) barış anlaşmasından sonra, Muaviye valilerine Şialara karşı çok sert ve katı davranmalarını emrederek Hz. Ali’ye (a.s) minberlerde lanet okumaları talimatını verdi. Bu tutum Emeviler döneminde az çok Ömer b. Abdulaziz dönemine kadar devam etti.[45]Abbasiler döneminde ise daha farklı formatlarda devam etti. Örneğin Abbasi halifesi Mütevekkil’in Şiaları katledip zindanlara atmasının yanı sıra Şiaların İmam Hüseyin’in (a.s) ziyaretine bile gitmelerini yasaklamış ve İmam Hüseyin’in (a.s) türbesini tahrip etmiştir. İbn Sukkeyt’i İmam Hasan ve İmam Hüseyin’e karşı muhabbetini ibraz ettiği için feci bir şekilde katletmişti.[46]Dolayısıyla, Şia Ehlibeyt İmamları (a.s) kendi ve Şiaların canlarını korumak ve Şia toplumunun dağınıklığını önlemek ve yok olmaması için takiyeyi gerekli bilmişlerdir. İmam Musa Kazım’ın (a.s) emri ile Harun Reşit’in veziri olan Ali b. Yaktin’in takiyesi, bu kategorideki örneklerdendir.[47]
Şeri Hüküm Açısından Takiyenin Taksim Edilmesi
Teklifi Hüküm
Takiye çeşitli yönlerden taksim edilmiştir.[48]Şeyh Mufid, onu hükmüne göre (farz, haram, müstahap) taksim etmiştir. Örneğin can korkusu durumunda onu farz, mali korku durumunda ise onu mubah saymıştır.[49]
Farz Takiye
Takiyenin farz olduğu yerler, hadisler ve fakihlerin fetvalarına göre, ıstırar ve zorunluluğun sıdk ettiği yerlerdir.[50]Fakihler açısından[51]farzın önemli şartı, hadislerin ifadesiyle[52]kendisi, akrabaları veya yakınlarının can veya namus korkusu olduğu yerlerde.
Müstahap Takiye
Şeyh Ensari, müstahap takiyenin mısdakı olarak sair mezhep mensuplarıyla iyi geçinmek ve onlara karşı adabı muaşerete riayet etmek, hastalarını ziyaret etmek, ölülerini teşyi etmek, camilerinde ve namazlarında hazır bulunmak olarak saymıştır.[53]Mütahhir kaynaklarda, bu tür takiyeyi hadislerin[54]tabirine binaen “müdara takiye” olarak adlandırmışlardır. Şöyle ki öteki Müslümanlarla hatta müşriklerle bile iyi geçinerek toleranslı davranarak ileride karşılaşabilecek muhtemel zararlardan korunmak için muhabbetlerini kazanmak.
Mubah Takiye
Şeyh Mufid, mali zarar korkusu olduğu durumlarda takiye etmeyi mubah saymıştır.[55]Fahri Razi de malı korumak için takiyeyi caiz bilmiştir.[56]
Haram Takiye
Fakihler, hadislere istinaden, bazı yerlerde takiyeyi haram bilmişlerdir. Örneğin şeriat açısından riayet edilmesi çok önemli olan ve takiye edilmesiyle dini temellerin yıkılmasına neden olacak farz ve haram hükümlerde. Örneğin: Kur’an’ı mahvetmek, Kabe’yi ortadan kaldırmak ve zorunlu hükümleri nefyetmek veya dinin esaslarını yahut mezhep esaslarını nefyetmek, takiyenin yapılmasıyla kan dökülmesine ve ölümle sonuçlanacağı yerlerde.[57]Şarap içmek, abdestte ayakkabı üzerine mesh etmek ve İmamlardan[58](a.s) hoşlanmadığını ibraz etmek gibi. Bazı fakihler ise, zaruret yerleri dışında takiye etmeyi haram saymışlardır.[59]
Vaz’i Hüküm
Fakihler vaz’i hükümlerde takiye babı altında yapılan ibadetler hakkında şöyle demişlerdir: eğer takiye edilen şey ibadet ise kişinin takiye üzerine yaptığı ameli takiyeyle yaptığı ibadet koşulları bertaraf olduktan sonra yeniden yapması (iade etmesi veya kaza etmesi) gerekli değildir. Başka bir ifadeyle, fakihler, takiye üzerine yapılan ibadetlerin geçerli olduğuna inanmaktadırlar.[60]
KAYNAKLAR
· Kur’an-ı Kerim
· Al-i Kaşifu’l Gıta, Muhammed Muhsin, Eslu’ş Şia ve Usuluha, Alau Al-i Cafer baskısı, Kum, 1415.
· Alusi, Mahmud b. Abdullah, Ruhu’l Maani, Beyrut, Daru İhyau’t Turas el-Arabi,
· İbn Ebu’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, baskı, Muhammed Ebu’l Fazl İbrahim, Kum, 1404.
· İbn Cevzi, el-Muntezem fi Tarihi’l Muluk, baskı, Muhammed Abdulkadir Ata ve Mustafa Abdulkadir Ata, Beyrut, 1412 / 1992.
· Askalani, İbn Hacer, Fethu’l Bari, Şerhi Sahihu’l Buhari, Beyrut, Daru’l Marifet.
· İbn Hazm, el-Muhalla, baskı, Ahmed Muhammed Şakir, Beyrut, Daru’l Celil.
· İbn Hambel, Musnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, Kahire, 1313, Ofset baskısı, Beyrut.
· İbn Hallakan, İbn Menzur, Muhammed Ebu Zuhre, el-İmamu’s Sadık: Hayatuhu ve Asruhu, Arauhu ve Fıkhuhu, Kahire, 1993.
· İbn Menzhur, Muhammed b. Mukerrem, Lisanu’l Arab, c. 15, Daru’l Fikr – Daru Sadır, Beyrut.
· Emin, Muhsin, Nakzu’l Vaş-Şia ev, eş-Şia Beyne’l Hakaik ve’l Evham, Beyrut, 1403 / 1983.
· Emini, Abdulhüseyin, el-Gadir fi’l Kitabi ve’l Sünnet ve’l Edeb, c. 1, Beyrut, 1387 / 1967.
· Ensari, Murtaza b. Muhammed Emin, et-Takiye, Fars Hasun baskısı, Kum, 1412.
· Bahrani, Yusuf b. Ahmed, el-Hadaiku’n Nazire fi Ahkami’l Itre-i Tahire, Kum, 1363 – 1367.
· Buhari Cu’fi, Muhammed b. İsmail, Sahihi Buhari, İstanbul, 1401 / 1981.
· Sa’lebi, Ahmed b. Muhammed, Kısasu’l Enbiyau’l Musemma, Araisu’l Mecalis, Beyrut, el-Mektebetu’s Sakafiye.
· Cessas, Ahmed b. Ali, Kitabu Ahkamu’l Kur’an, İstanbul, 1335 – 1338, Beyrut Ofset baskısı, 1406 – 1986.
· Cevheri, İsmail b. Hammad, es-Sihah: Tacu’l Lügat ve Sihahu’l Arabiyye, c. 6. Muhakkik: Attar, Ahmed Abdul Gafur, Daru’l İlm lilmulabin, Beyrut.
· Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia.
· Halebi, Ali b. İbrahim, es-Siyretu’l Halebiye, Beyrut, 1320, Ofset baskısı.
· Humeyni, Ruhullah, er-Resail, Kum, 1385 ş.
· Humeyni, Ruhullah, el-Mekasibu’l Muharreme, Kum, 1374 ş.
· Subhani, Cafer, el-İnsaf fi Mesailu dam fiha’l Hilaf, Kum, 1381 ş.
· Şubber, Abdullah, el-Usulu’l Asliye ve’l Kavidu’ş Şariyye, Kum, 1404.
· Şerefuddin, Abdulhüseyin, Ecvibe Mesail Carullah, baskı, Abduzehra Yasiri, Kum, 1416 / 1995.
· Şemsu’l Eimme Serehsi, Muhammed b. Ahmed, Kitabu’l Mebsut, Beyrut, 1406 / 1986.
· Şehristani, Muhammed b. Abdulkerim, el-Milel ve’n Nihel, baskı Muhammed Seyyid Kilani, Beyrut, 1406 / 1986.
· Muhammed b. Mekki Şehid-i Evvel, el-Beyan, baskı, Muhammed Hasun, Kum, 1412.
· Muhammed b. Mekki Şehid-i Evvel, el-Kavaid ve’l Fevaid: Fi’l Fıkhi ve’l Usul ve’l Arabiye, baskı, Abdulhadi Hekim, Necef, 1399 / 1979, Kum Ofset baskısı.
· Tabatabai, Tabarsi; Tabari, Tarih-i Tabari, (Beyrut)
· Tabarsi, Fazıl b. Hasan, Mecmeu’l Beyan fi Tefsiru’l Kur’an, Muhakkik ve Muallik: Haşim Resuli ve Fazlullah Yezdi Tabatabai, Nasır Husruv, Tahran, 1372.
· Tusi, Muhammed b. Hasan, et-Tibyan fi Tefsiri’l Kur’an, baskı Ahmed Habib Kuseyr Amuli, Beyrut.
· Tusi, Muhammed b. Hasan, el-Fihrist, baskı Cevad Kayyumi, Kum, 1417.
· Gazali, Muhammed b. Muhammed, İhyau Ulumu’d Din, Beyrut, Daru’n Nudve el-Cedid.
· Fazıl Mikdad, Mikdad b. Abdullah, el-Levami’l İlahiye fi’l Mebahisi’l Kelamiye, Baskı, Muhammed Ali Gazi Tabatabai, Kum, 1380 ş.
· Fahri Razi, Muhammed b. Ömer, et-Tefsiru’l Kebir ev, Mefatihu’l Gayb, Beyrut, 1421 / 2000.
· Firuz Abadi, Muhammed b. Yakup, el-Kamsu’l Muhit, Beyrut, 1407 / 1987.
· Kasımi, Muhammed Cemalettin, Tefsiru’l Kasımi, el-Musamma Mahasinu’t Tevil, baskı Muhammed Fuad Abdulbaki, Beyrut, 1398 / 1978.
· Kurtubi, Muhammed b. Ahmed, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Beyrut, 1405 / 1985.
· Kuleyni, Usul-u Kafi.
· Meclisi, Biharu’l Envar.
· Muhakkik Kereki, Ali b. Hüseyin, Resailu’l Muhakkiku’l Kereki, baskı Muhammed Hasun, c. 2, Risale 8: Risale fi’t Takiye, Kum, 1409.
· Maraği, Ahmed Mustafa, Tefsiru’l Meraği, Beyrut, 1365.
· Muzaffer, Muhammed Rıza, Akaidu’l İmamiye, Kum.
· Mufid, Muhammed b. Muhammed, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibu ve’l Muhtarat, baskı Abbaskuli Savacdi (Vaiz Cerendabi), Tebriz, 1371, Kum Ofset baskısı.
· Mufid, Muhammed b. Muhammed, Tashihu İ’tikadau’l İmamiye, baskı Hüseyin Dergahi, Beyrut, 1414 / 1993.
· Musevi Bocnurdi, Hasan, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, baskı Mehdi Mehrizi, ve Muhammed Hüseyin Dirayeti, Kum 1377 ş.
· Neccaşi, Ahmed b. Ali, Fihrist Esma Musnefi eş-Şiatu’l Muşteher, Ricalu’n Neccaşi, baskı Musa Şubeyri Zencani, Kum 1407.
· Nesefi, Abdullah b. Ahmed, Tefsiru’l Kur’anu’l Celil, El-Musamma bi-Medariku’t Tenzil ve Hakaiku’t Tevil, Beyrut, Daru’l Kitabu’l Arabi.
· Nişaburi, Ali b. Ahmed Vahidi, Esbabu’n Nuzulu’l Ayat, Kahire, 1388 / 1968.
--------------------------------------------------------------------------------
[1]— Firuzabadi, El-Kamusu’l Muhit, “veka” sözcüğü
[2]— Ensari, el-Fakih, s. 37
[3]— Tashih-u İtikadatu’l İmamiye, s. 137
[4]— Başka tanımlar için Bkz. Şemsu’l Eimme Serehsi, c. 24, s. 45; İbn Hacer Askalani, c. 12, s. 279; Ebu Zuhre, s. 188
[5]— Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 185
[6]— Örnek için Bkz. Neccaşi, s. 38, 58, 253, 330, 340, 351, 354, 391, 396; Tusi, el-Fihrist, s. 58, 112
[7]— Şehristani, el-Milel ve’n Nihel, c. 1, s. 124 – 125
[8]— Örneğin Bkz. Tabari, c. 8, s. 631 – 6645
[9]— Örneğin Bkz. Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 184 – 204; Şerefuddin, Ecvibetu’l Mesail Carullah, s. 61 – 66; Muzaffer, Akaidu’l İmamiyye, s. 84 – 86
[10]— Firuz Abadi, el-Kamusu’l Muhit, c. 4, s. 646
[11]— İbn Menzur, Lisanu’l Arab, c. 15, s. 504
[12]— Cevheri, es-Sihah Tacu’l Lugat ve Sihahu’l Arabiye, c. 6, s. 25 – 27
[13]— Ensari, et-Takiye, s. 37
[14]— Mufid, Tashihu İtikadatu’l İmamiye, s. 137
[15]— Tabaresi, Mecmeu’l Beyan fi tefsiri’l Kur’an, c. 2, s. 729
[16]— Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 185
[17]— Örnek olarak Bkz. Fazıl Mikdad, s. 377- 378
[18]— Tusi, Fahri Razi, Nesefi, Suyuti, Tabatabai, ayetin açıklaması
[19]— Örnek olarak Bkz. Tusi, et-Tibyan; Tabatabai, ayetin açıklaması
[20]— Örnek olarak Bkz. Zamahşeri, Alusi, Maraği, Kasimi, ayetin açıklaması
[21]— Vahidi, Nişaburi, s. 190; Zamahşeri, Tabarsi, Kurtubi, ayetin açıklaması
[22]— Bkz. Tusi, Tabarsi, Kurtubi, Suyuti, ayetin açıklaması
[23]— Bkz. Tusi, Tabarsi, Suyuti, ayetin açıklaması
[24]— Bkz. Hurrü Amuli, es-Siyretu’l Halebiye, c. 16, s. 203 – 204, 206, 212 – 214; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 393 – 394, 396, 408, 418, 421, 430, 432
[25]— Bkz. Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 53
[26]— Bkz. Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 217 – 221; Meclisi, Biharu’l Envar, c 72, s. 394, 397 – 398, 423
[27]— Örnek olarak Bkz. İbn Hambel, Müsnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, c. 5, s. 168; Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 218, hadis: 8; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 421, 428
[28]— Örnek olarak Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214 – 218
[29]— Bkz. İbn Hambel, Müsnedu’l İmam Ahmed b. Hambel, c. 1, s. 313, c. 5, s. 327; Kuleyni, el-Kâfi, c. 5, s. 280, 292 – 294; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 5, s. 303
[30]— Kurtubi, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Nahl Suresi, 106. Ayetin açıklaması; Ensari, et-Takiye, s. 40; Emin, Nakzu’l Vaş-Şia, s. 189; Musevi, Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fikhiyye, c. 5, s. 54 – 55
[31]— Bkz. Kuleyni, el-Kâfi, c. 2, s. 221 – 226; Gazali, İhyau Ulumu’d Din, c. 3, s. 137; Emin, Nakzu’l Vaş-Şia, s. 188 – 189
[32]— Örnek olarak, Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 226 – 227
[33]— Bkz. Halebi, es-Siyretu’l Halabiyye, c. 3, s. 51 – 52
[34]— İbn Hacer Askalani, Fethu’l Bari c. 12, s. 279
[35]— İbn Hazm, el-Muhalla, c. 8, s. 336
[36]— Şemsu’l Eimme Serehsi, Kitabu’l Mebsut, c. 24, s. 47
[37]— Buhari Cu’fi, Sahih Buhari, c. 7, s. 102
[38]— Bkz. Emini, el-Kadir fi’l Kitabi ve’s Sünneti ve’l Edeb, c. 1, s. 380
[39]— Örnek olarak Bkz. Muhakkik Kereki, Resaiulu’l Muhakkik el-Kereki, c. 2, s. 51; Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 50
[40]— Örnek olarak Bkz. Kurtubi, el-Camiu’l Ahkamu’l Kur’an, Al-i İmran Suresi, 28. Ayet
[41]—Fazıl Mikdad, El-levamiu’l ilahîye fi’l mebasihu’l kelamiye, s. 377; Emin, Nakzu’l Veş-Şia, s. 182
[42]— Bkz. Sa’lebi, Kısasu’l Enbiya, s. 69, 166; Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 215, 219, 230 – 231; Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 396, 407, 425, 429
[43]— Bkz. Fahri Razi, et-Tefsiru’l Kebir, Al-i İmran Suresi, 28. Ayetin açıklaması ve Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 75
[44]— Subhani, el-İnsaf fi Mesailu dam fiha’l Hilaf, c. 2, s. 330 – 331
[45]— Bkz. İbn Ebu’l Hadid, Şerhi Nehcü’l Belağa, c. 11, s. 43 – 46
[46]— Tabari, Tarihu’t Tabari, c. 9, s. 185; İbn Cevzi, el-Muntezim fi Tarihi’l Muluk ve’l Umem, c. 11, s. 237
[47]— Bkz. Al-i Kaşifu’l Gıta, Eslu’ş Şia ve Usuluha, c. 315 – 316; Emin, Nakzu’l Ve’ş-Şia, s. 198 – 200
[48]— Takiyenin taksimatı konusunda Bkz. Şehid-i Evvel, el-Kavaid ve’l Fevaid, kısm, 2. S. 157 – 158; Humeyni, Er-Resail, c. 2, s. 174 – 175; Ayrıca el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 236
[49]— Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 135 – 136
[50]— Bkz. Mufid, a.g.e ve Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214 ve Şubber, el-Usulu’l Asliyye ve’l Kavaidu’ş Şariyye, s. 321 – 322 ve Humeyni, er-Resail, c. 2, s. 176
[51]— Bkz. Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 96; Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 242 – 244
[52]— Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 203
[53]— Ensari, et-Takiyye, s. 39 – 40
[54]— Örnek olarak Bkz. Meclisi, Biharu’l Envar, c. 72, s. 396, 401, 417 – 418, 438 – 441
[55]— Mufid, Evailu’l Makalat fi’l Mezahibi ve’l Muhtarat, s. 135 – 136
[56]— Fahri Razi, et-Tefsiru’l Kebir, Al-i İmran Suresi, 28. Ayetin açıklaması
[57]- فَاِذا بَلَغَا لدم فَلا تَقیّةdeliline göre
[58]— Mısdaklar konusundaki tartışmalar ve daha geniş açıklamalar için Bkz. Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 215 – 217, 234; Humeyni, el-Mekasibu’l Muharreme, c. 2, s. 225 – 227; yine, er-Resail, c. 2, s. 177 – 184
[59]— Hürrü Amuli, Vesailu’ş Şia, c. 16, s. 214; Şubber, El-Usulu’l Asliyye ve’l Kavaidu’ş Şariyye, s. 321
[60]— Ensari, et-Takiye, s. 43 ve Musevi Bocnurdi, el-Kavaidu’l Fıkhiyye, c. 5, s. 55 – 57 ve Humeyni, er-Resail, c. 2, s. 188 – 191
Bakü'de Gülen'in adamlarına operasyon
Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de Nurcular grubu üye 41 kişi gözaltına alındı.
APA haber ajansının bildirdiğine göre Fethullah grubuna bağlı kişilerin ev ve iş yerlerinden çok miktarda yasak yayınlar ve ses kasetleri ele geçirilmiştir.
Gözaltına alınanların önemli bir kısmının savcılık soruşturması sonrası serbest bırakıldığı, ama bu gruptan 9 kişinin halen gözaltında bulunduğu açıklanmıştır.
Bu kişilere karşı operasyonun Türkiye başbakanı Erdoğan'ın Bakü ziyaretinden kısa bir süre sonra yapılması ise dikkatlerden kaçmamıştır.
Erdoğan Bakü temasları sırasında Gülen cemaatinin bu ülkedeki faaliyetlerinden kaygısını dile getirmişti.
İrib
İran bilim üretmede dünya 16.sı
İslam dünyası bilimler kaynağı-ISC sitesi, İran'ın dünya çapında bilim üretmede 16. sırada yer aldığını duyurdu.
Haber merkezinin bildirdiğine göre İslam dünyası bilimler kaynağı ISC sorumlusu Cafer Mehrdad dün yaptığı açıklamada, İran'ın 2014 yılında bilim üretme alanında 16. sırada yer aldığını söyledi.
Cafer Mehrdad İran'ın 2014'ün başından beri 2 bin 813 makale ile bu seviyeye ulaştığını belirterek, Amerika, Çin, İngiltere, Almanya, Japonya, Fransa, Kanada, İtalya, İspanya ve Hindistan'ın dünyanın ilk 10 bilim ülkesi olduğunu, ardından Avustralya, G. Kore, Hollanda, Brezilya, İsviçre ve Tayvan'ın da 10 ila 15. sırada yer alıklarını ifade etti.
ISC sorumlusu ayrıca söz konusu süreçte İsviçre, Türkiye, İsveç, Belçika, Polonya, Rusya, Danimarka, İskoçya ve Portekiz'in d 17 ila 25. sıralarda olduğunu söyledi.
AKP cenahı cemaati suçlamak için neden Şia'ya saldırıyor?
Allah’ın adıyla…
AKP-Cemaat kavgasında birçok iddianın yanında birçok da suçlama ortaya atıldı. AKP iktidarı süresince birbirlerine omuz vererek büyüyen bu iki yapının suçlamaları da, “içeriden” olması hasebiyle dikkate değerdir.
Ancak suçlamalar birbirlerini kesmemiş olacak ki, birbirlerini, en azından “kerih” bildikleri düşünce, inanç ve ülkeler üzerinden de vurmaya başladılar… Bazen bu suçlamalar tek taraflı ( İsrail dostluğu, ABD güdümlülüğü gibi) bazen de bunlardan her ikisinin de “kerih” gördüğü düşünce, inanç ve ülke üzerinden de olmakta… Bunun en bariz örneği Şia ve İran üzerinden yapılan suçlamalar…
Cemaatin İran ve Şia düşmanlığı belli… Bu konuda kendilerinin de hiçbir çekinceleri yok ve bu düşmanlığı en yüksek perdeden ifade ediyorlar… Hatta öyle ki, ülkemiz için birinci tehlikenin “Acem oyunları” olduğuna herkesi inandırmaya çalışıyorlar.
AKP cenahı ise, zihin altında yuvalanmış bu “kerih inanç sahipleri” konusunda daha temkinli, daha siyaset diline uygun konuşmaya çalışırken, baskın zihin altı düşüncenin de etkisiyle falsolar verebilmekteler…
Burada konumuz Cemaat değil. Çünkü dediğimiz gibi onların Şia ve İran konusunda “düşmanlıkları” gizli değil ve bunu açıkça ifade etmekten de çekinmiyorlar. Ama AKP cenahı, “kuşdili ile” konuşmaya çalışırken, oldukça zor durumlara da düşebiliyor… Seçim öncesi Başbakan Erdoğan’ın Cemaat ve Şia arasında “Takiye” kıyaslaması yaparken, Cemaat suçlamak için sıraladığı olumsuz sıfatlarla ilgili kullandığı üslup, Şia toplumunda infiale sebep olmuştu… Neden Cemaati suçlamak isterken “Şia” gündeme getiriliyor sorusu ise bütün çıplaklığı ile orta yerde duruyor… Cemaati takiye üzerinden vurmak isterken, Şia’nın “takiye inancını da” sorgulamak ve bunu “politik argümanlarla yapmak” politik dilde ne kadar geçerlidir, o ayrı bir konu, ama laikliğe vurgu yapan bir partinin hele de“inançlar” alanında uluorta görüş serdetmesi, bazen onulmaz yaralar açabiliyor…
AKP’nin bu dilin ne kadar sakıncalı olduğunu fark ettiğini ve bunu terk ettiğini düşünüyorduk, ama gördük ki böyle değilmiş… AKP yandaşı olduğunu gizlemeyen ve “yandaş” bir gazetede pervasız yazılar yazan Hilal Kaplan’ın yazısı, yine Cemaat-Şia kıyası üzerine… (1) Yazısında “Şii yayılmacılığından” söz eden ve Şia ile benzer yanların olmasını neredeyse “züll” addederek reddeden Kaplan’ın yazısında da Şia’ya ince göndermeler var… Hilal Kaplan yazısında öyle bir dil kullanmış ki, Cemaat’e mi vurmak istiyor, Şia’yı mı hedef alıyor, belli değil… Mesela şu paragrafa bir bakın:
“İslam Dünyası Şii yayılmacılığı karşısında başını kaldırmış Türkiye'ye bakarken, Filistin'de Nasrallah'ın posterleri indirilip Erdoğan'ın posterleri asılırken, İran'ın ve Hizbullah'ın bayrakları indirilip Türkiye bayrakları asılırken Erdoğan'ın Şii yayılmacılığına çanak tuttuğunu söylemek insafsızlık değilse nedir?”
Sayın Kaplan’ın bu paragrafında bahsettiği “Şii yayılmacılığı” iddiası, tam da Cemaatin “Acem oyunları” diye dikkat çektiği “tehlikenin” başka bir ifadesi değil mi? “İslam Dünyası” Şii yayılmacılığı tehlikesi ile boğuşuyor öyle mi? Ve “En Kahraman AKP” bu tehlikeye karşı İslam Dünyasının umut bağladığı kurtarıcı!... Peki soralım Hilal Hanım’a, Filistin neden Nasrallah’ın posterlerini asmıştı da şimdi indiriyor? İran ve Hizbullah bayrakları neden Filistin semalarında dalgalanıyordu da, o bayraklar indirilip Türk Bayrakları asılıyor? Bütün bunlar “Şii yayılmacılığını” önlemek için mi idi? O zaman önceden bu posterlerin, bu bayrakların varlığı “Şii yayılmacılığına çanak tutmak” olarak mı algılanmalı? Eğer Filistin “Şii yayılmacılığın” yeni farkına vardıysa, o zaman Halit Meşal’in, daha geçenlerde “İran ile ilişkileri yeniden canlandırmak” istemesine ne diyeceğiz? (2) Filistin yeniden “Şii yayılmacılığına” çanak mı tutuyor?
Devam edelim.
Hilal Hanım, AKP’yi affedilmez “İran ve Şia yanlısı” suçundan kurtarmak için çırpınmaya devam ediyor. Kendi tespitleri mi, yazısında ismini zikrettiği “Serhat Sondahhak”’ın “kıyasından” mı aldığı çok da belli olmayan karşılaştırmada da Şia inançları konusunda “inceden” vuruşlarına devam ediyor:
“Gülenciler ise Gülen'in sözlerini, Şia'daki imamlar gibi tartışmasız kabul etmektedir. Ciddi bir itikadi problem teşkil eden 'Cebrail parti kursa, ona oy vermem' demesi gibi sözleri bile tevil edilmekte, Gülen'in her sözü şartsız, sorgusuz şekilde adeta masumiyet makamındaymışçasına kabul edilmektedir.
Takıyye - Tedbir: Şia'ya şüpheyle bakılmasına sebep olan en önemli sebep hiç şüphesiz takıyyedir. Ehli Sünnet'e göre sadece can korkusu ile kafire yapılması gereken takıyye, Şia inancında ise her durumda geçerli olabilir.
Gülen cemaatinin yılladır uyguladığı 'tedbirin' Şia'nın takkıye anlayışından farkı var mıdır? Takıyyenin isminin tedbir diye değiştirilmesi dışında ikisi arasında değişen nedir? Bürokrasideki 'abi'lerin tedbir için içki içtiği, eşlerinin tedbir için tesettürden çıktıkları gibi anlattıkları birçok olay tedbir denilen garabet inancın boyutlarını ortaya koymaktadır. Siyasi olaylara baktığımızda ise 7 Şubat ve 17 Aralık olaylarında Gülencilerin 'Bunların bizimle ilgisi yok' demesi takıyye değil de nedir? “
Takiye-Tedbir benzerliğine geçmeden önce bir konuya değinelim. F.Gülen’in “Cebrail parti kursa ona oy vermem” sözü gerçekten facia bir söz. Ama bizzat AKP mensuplarının Başbakan için benzer söylemleri yok mu? Örnek mi istiyorsunuz? İşte örnekler:
1- AKP Bursa Milletvekili Hüseyin Şahin; “Sayın Başbakanımıza dokunmak bile inanın bence ibadettir. Ben bunu söylüyorum" dememiş miydi? (3)
2- AKP Aydın İl Başkanı İsmail Eser, Başbakan Erdoğan’ı “peygamber” ilan etmemiş miydi? (4)
3- Eski Bakanlardan Egemen Bağış, “Başbakanın doğduğu şehirler bile mübarektir” dememiş miydi? (5)
4- Başbakan’ın bizzat kendisi “rahmetimiz gazabımızı aşacaktır” dememiş miydi? (6)
5- Rize Çayeli Belediye Başkanı “Başbakanın çıkacağı televizyon yere konmaz” demedi mi? (7)
6- AKP Genel Başkan Yardımcısı Süleyman Soylu, Başbakan için “O ilelebet, Türkiye’nin ezeli ve ebedi başkanıdır” demedi mi? (8)
7- AKP Düzce Milletvekili Fevzi Arslan “Allah’ın bütün vasıflarını üzerinde toplayan bir lider var. İşte bunun önünü kesmek istediler” demedi mi? (9)
Başbakan için şiirler yazıp “Tayyip’i üzmek, Allah’ı üzmektir” diyen vatandaşları AKP’yi bağlamayacağından saymıyorum… Yiğit Bulut’un “Başbakan benim Atam’dır” sözünü saymıyorum.
Şimdi yukarıya aldığımız ifadelerin, F.Gülen’in ifadelerinden geri kalır yanı var mı?
Takiye konusuna gelince…
Takiye’nin İslam’da var olan bir tutum olduğu tartışılmaz. Bu konuda Kur’an’da da apaçık ayetler vardır. Mesela;
“Müminler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmesinler. Kim böyle yaparsa, Allah ile hiçbir ilişkisi kalmaz. Ancak kafirlerden gelecek bir tehlikeye karşı (takiyye ederek) onlardan korunmanız icap ediyorsa, o başka.” (Al-i İmran :28)
Hilal Hanım da yazısında takiye’nin Sünnilikte de var olduğunu, ancak sadece “can korkusu” varsa yapılabileceğini söylüyor. Biz burada takiyenin “ilmi” açıklamasına girmeyeceğiz, onu ehline bırakalım. Ama Hilal Hanım’a bazı sorularımız olacak:
1- Yukarıya alıntıladığımız Başbakanı kutsayan ve iman açısından tehlikeli söz ve söylemlere karşı başta kendileri olmak üzere, AKP ya da yandaşlardan bir tepki gelmiş midir? (Burada Erdoğan’ı peygamber ilan eden Aydın il başkanına bizzat başbakan’ın tepkisini ve Düzce Milletvekili Fevzi Aslan’ın “kastımı aştım” açıklamasını hariç tutuyoruz.)
Neden tepki göstermediniz? Bu davranışınız da sizin deyiminizle “takiye” değil midir? Yoksa “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye yaptınız?
2- Fethullah Gülen’in, yazınıza da alıntıladığınız 'Hz. Peygamber temessül buyurdu, rüya değil, Türkiye'nin meselesini filancalara bıraktık biz, bakış bu, şimdi hakkınızda nebinin hüsnü zannı bu…'. Sözü yeni söylenmiş bir söz değildir. Yıllar önce söylenmiştir. Bunun gibi, “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” veya “Ben Cebrail’i çok severim. Kendisi hiç görmediğim, tanımadığım bir melektir… Cebrail parti kursa ona da oy vermem” sözleri de öyle… İyi de sizler o zamanlar neden bu sözlere tepki göstermemiştiniz? Hele “Peygamber Türkçe olimpiyatlarına geldi” sözü çok da eski değil… AKP ile “al gülüm ver gülüm” devam ederken söylenmişti… Bir tepkiniz oldu mu? Neden? Bu da “takiye” değil mi? Yoksa yine “ölüm korkusu” vardı da ondan mı “takiye” yaptınız?
3- Başbakan’ın Mısır Tahrir meydanında yaptığı konuşmada “sizlere laikliği tavsiye ediyorum” sözlerine ne diyorsunuz? Siz mi takiye yapıyorsunuz, yoksa Başbakan mı? Neden?
4- F.Gülen’in “Başörtüsü teferruattır” sözüne bir tepkiniz olmuş muydu? Şimdi değil tabi, aranızın “çok iyi” olduğu dönemde!... Neden sessiz kaldınız da, aranız bozulunca sözün vahametini keşfettiniz?
5- 2006 yılında Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin “Türban, Türkiye’de yüzde 1.5'lik kesim için bir sorun.. Bizim gündemimizde halkın sadece yüzde 1.5′inin gündeminde olan bir konu öncelikli olarak yoktur. Bizim önceliğimiz türban değil işsizliktir..” (10) demişti. Acaba aynı sözü bu gün de söyleyebilir mi? Neden? Acaba o zaman mı “takiye” yapıyorlardı, yoksa şimdi mi?
6- Başbakan’ın yukarıdaki M.Ali Şahin’in sözünün sorulması üzerine söylediği “Ormanı düşünelim, oradaki birkaç ağacı değil. Birkaç ağaç üzerinden hareket edersek yanlış yaparız. Nitekim kamuoyu araştırmalarının neticeleri çok açık, net ortadadır. Yani bunlara bakarak değerlendirmeleri yaparsak Türkiye kazanır, kaybetmez..." (11) sözü için de yukarıdaki soru aynen geçerlidir: O zaman mı “takiye” yapılıyordu, şimdi mi?
7- Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün eşi Hayrünnisa GÜL’ün, başörtüsü ile ilköğretime( o zamanlar 8.sınıfa kadar ilk öğretim sayılıyordu) giden bir kız çocuğu için söylediği "Bu konuda yaşanan bir cehalet varsa ortadan kaldıracağız. İlkokul öğrencisinin kendi isteğiyle başörtüsü takması sözkonusu olamaz. Bu konuda karar verecek yaşa geldiğinde kararını verir" (12) sözü için ne diyorsunuz? Yine aynı konuda zamanın Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu’nun ““İlkokullarımızda özellikle örtülü olarak eğitim görme talebiyle karşılaşmış olmamızı zamanlama açısından manidar buluyorum”ve AKP Milletvekili ve İnsan Hakları Komisyonu başkanı Zafer Üskül’ün “Bu durum devam ederse, çocuğu ailesinin elinden alırız!” (13)sözleri için? Bu sözleri şimdi söyleyebilirler mi? O zaman mı „takiye“ yapılıyordu, şimdi mi?
8- Devletin resmi ajansı Anadolu Ajansı’nın bu haberi ancak diğer haber organlarında çıktıktan bir gün sonra görüp gerekçe olarak da haberdeki bu unsuru muhabirlerin atladığını söylemesi ne idi?... (14)
9- Bülent Arınç’ın, Mavi Marmara olayı için İsrail’e hükümet tarafından ateş püskürtüldüğü bir zamanda, F.Gülen’in „İsrail’den izin alınmalıydı“ sözü üzerine „Hocam söylemişse doğru söylemiş“ şeklinde çark etmesi „ ne anlama geliyordu? Önceki tavrı mı doğruydu, sonraki tavrı mı? Yoksa „takiye“ mi yapıyordu?
10- Başbakan Erdoğan’ın zamanında F.Gülen için dizdiği övgüler ne idi? O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi mi?_
11- AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik’in “Cemaat Hükümeti ele geçirecekmiş. Buna kargalar bile güler” sözü için ne diyorsunuz? (15) O zaman mı takiye yapıyordu, şimdi Cemaate ateş püskürerek mi?
Söylenecek çok söz var. Ama maalesef yine bir köşe yazısının sınırlarını çoktan aştık…Sonuç olarak şunu söyleyelim. AKP’nin ve yandaşlarının bir inanç grubu özelde de Şia için kullandığı üslup oldukça itici… Hele yandaş yazarların!...
Elbette yandaş yazarlar, mesela Hilal Hanım Şia’yı sevmek zorunda değil… Ama ikide bir AKP gibi bir “siyasi partiyi” öveceğim ya da “savunacağım” diye halkın bir kesiminin inancı hakkında böylesine itici ve aşağılayıcı dil kullanılması ne kadar etik?
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
(1) http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/gulen-sia-benzerligi/51254
(2) http://www.internethaber.com/hamas-yonunu-irana-cevirdi-598967h.htm
(3) http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/07/20/basbakana.dokunmak.bile.bence.ibadettir/623516.0/
(4) http://www.izleneo.com/basbakanimiz-bizim-icin-adeta-ikinci-peygamber-gibi/
(5) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22567341.asp
(6) http://www.gazeteport.com.tr/haber/162957/bizim-rahmetimiz-gazabimizi-asacak
(7) http://www.izleneo.com/basbakanin-ciktigi-televizyon-yere-konmaz-sacmaligi/
(8) http://www.sosyalmuhalefet.com/hangisi-soylu/
(9) http://www.timeturk.com/tr/2014/01/16/ak-parti-li-vekil-erdogan-allah-in-butun-vasiflarini-uzerinde-toplayan-bir-lider.html#.U0g75jjNsdU
(10) http://www.haber3.com/akp-turbani-nasil-asil-sorun-yapti-haberi-333439h.htm
(11) http://www.haberturk.com/gundem/haber/5241-erdogandan-sifreli-mesajlar
(12) 8.11.2010, Star Gazetesi, http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html
(13) http://www.hurriyet.com.tr/gundem/16112623.asp
(14) http://www.gazetea24.com/haber/aa-hayrunnisa-gulu-es-gecti_5296.html
(15) http://siyaset.milliyet.com.tr/bu-iddiaya-kargalar-bile guler/siyaset/siyasetdetay/20.02.2012/1505571/default.htm ve http://www.youtube.com/watch?v=pBtt0mj0Syw)
MUHSİN KÜÇÜKER