کارگر

کارگر

 Sayın Başbakan "1332 yıl önce Kerbela'da yaşanan neyse, açık söylüyorum, bugün Suriye'de yaşanan da odur. Mazlum değişik olabilir, zalim değişik olabilir... Ama yaşananlar, yeni birer Kerbela'dır" dedi.

1332 yıl önce vuku bulan Kerbela’nın Yezit’i bellidir. Benzettiğiniz Suriye Kerbela’sının Yezit’i kim Sayın Başbakan? Irak’ta, Libya’da, Afganistan’da Filistin’de Müslüman kanı içmeye doymayan dış güçlerin başındakiler mi? Bunların işbirlikçileri mi? Çağımızın Yezit temsilcileri kimler?

Kerbela’dan, Ehli Beyt’ten bahsedecek en son kişi siz değil misiniz Sayın Başbakan? Hazreti Muhammed’in soyundan gelenleri sürekli dışlayan, ötekileştirmeye çalışan kim Sayın Başbakan?

İnsanları mezheplere ayırmak, çatışmaları körüklemek ve buradan siyasi çıkar elde etmek Müslümanlıkla bağdaşıyor mu?

ABD uşakları ile Hz. Muhammed’in ciğerparesi sevgili torunlarını bir tutmak, Haçlı Seferlerini Peygamberin Ehli Beytine benzetmek gaflet ve dalalettir. Bu ucube bir benzetmedir. Çünkü benzetme yönü çarpıtılmıştır. Aslına benzeyen şudur: dün vahşet ve dehşet saçan Emevi zihniyetinin günümüz temsilcileri bu gün de iş başındalar. Bu gün insanların canlı canlı derilerini yüzenler, binalardan atanlar, kafalarını kesenler, dün Kerbela’da Hz. Hüseyin ve diğer masumların kafalarını kesenlerin zihniyetindedirler.

Dün Kerbela’da dini saltanatı için kullanan Yezit’in zulmü vardı. Bugün de Ortadoğu’da çağdaş haçlı seferlerinin ve uşaklarının zulmü var.

Büyük Ortadoğu Projesi Eşbaşkanı olan Sayın Başbakan’a soruyorum: “Ortadoğu’da akan Müslüman kanında hiç mi payınız yok? Suriye’yi yakan ateşe odun (silah) taşımadınız mı? Afyonkarahisar’daki 25 şehidimizin de bu taşıma ile alakası var mı?

Sayın Başbakan İslamiyet’in ilk yıllarında müşriklerin zulmünden kaçarak Habeş Kıralı Necaşi’ye sığınan Müslümanlarla, emperyalizmin çıkarları uğruna fitne ve fesatla birbirine düşürülen Suriye’den kaçanları aynı görüyor. Sen kim, Necaşi’nin adaleti kim? Sizin şerrinizden Allah’a sığınan bu ülkede ne kadar insan var biliyor musunuz?

Suriye halkını birbirine düşüren ve binlerce masum insanın ölümünde payı olanların Şam’a gidip Emevi camiinde kılacakları namaz, ancak Maun suresinde bahsedilen namaz olur.

Batılı güçlerin taşeronluğunu yapanlar, BOP’un Eşbaşkanı olanlar, Haçlı seferlerine karşı koyan Selahattin Eyyubi’nin mezarını hangi yüzle ziyaret edecekler?

800 yıl önce Selahattin Eyyubi’nin kazandığı zaferin intikamı bugün torunları birbirine düşürülerek alınmak istenmektedir. Bu zulmün sahneye konmasına ortak olanları tarih asla affetmeyecektir.

İHSAN ÖZKES CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ

 

 Başbakan Tayyip Erdoğan'ın başlıca gündemi yine Suriye oldu, Suriye'yi Kerbela'ya benzetti, Şiilleri de bölücülükle suçladı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Suriye’de Esed güçlerinin kendi halkına uyguladığı zulmün, Kerbela’da yaşananla aynı olduğunu söyledi. Erdoğan: “Hz Ömer efendimiz ve Ali efendimiz arasında herhangi bir sıkıntı yoktu. Aynı idealler için mücadele verdiler. Bu günkü yaklaşım niye böyle, bunun üzerinde durmak lazım. Mazlum değişik olabilir ama yaşananlar yeni Kerbela’dır.” dedi.

Türk Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) ve Marmara Üniversitesi tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘Arap Uyanışı ve Ortadoğu’da Barış: Müslüman ve Hristiyan Perspektifler’ konferansının açılışı yapıldı. Açılışı Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, İSAM Başkanı Prof. Dr. M. Akif Aydın, Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez, Mısır Başmüftüsü Şeyh Ali Cuma, Küdüs Rum Ortodoks Patriği III. Theofilos, Kataib Partisi Lideri Lübnan Eski Cumhurbaşkanı Emen Cemayel ve çok sayıda davetli katıldı.

Erdoğan Şiileri ele aldı ve Şiileri İslamı bölmekle suçladı.

“Kerbela hadisesi üzerinden bölünmek, bu bölünmenin ardından da yeni ve çok fazla Kerbela hadisesi üretmek inanın en başta Hz. Hüseyin ve Ehlibeyt'in ruhunu muazzep etmektedir.”

'SURİYE'DEKİ ZULME MEZHEPSEL TAASSUPLA SESSİZ KALMAK ANLAŞILABİLİR DEĞİL'

Konuşmasında Suriye’de Esad yönetiminin kendi halkına gerçekleştirdiği saldırılarına da tepki gösteren Erdoğan, yaşananların İslam tarihinin en acı olaylarından Kerbala ile aynı olduğunu söyledi. Esad güçlerinin kendi halkına en ağır silahlarla uyguladığı katliamı bazı ülkelerin sırf mezhepsel taassup sebebiyle sessiz kalmasını da eleştiren Erdoğan ‘Bu masum çocuklar bizim mezhebimizden, bizim dinimizden değil, öyleyse bakın öldürsünler’ anlayışının kabul edilemeyeceğini vurguladı. "1332 yıl önce Kerbela’da yaşanan neyse, açık söylüyorum bu gün Suriye’de yaşanan da odur." diyen Erdoğan, “Hz Ömer ve Ali efendimiz arasında herhangi bir sıkıntı yoktu. Aynı idealler için mücdaele verdi. Bu günkü yaklaşım niye böyle bunun üzerinde durmak lazım. Mazlum değişik olabilir, zalim değişik olabilir… Ama yaşananlar, yeni birer Kerbela’dır. İnançları, o inancın tüm mensuplarını, hırsla, tamahla, nefsani çıkarlarla, karanlık siyasetle kirletmeye, töhmet altında bırakmaya hiç kimsenin, ama hiç kimsenin hakkı da, hukuku da yoktur. Benim mensubu olduğum din ve bu dinin ana kaynakları, inancına, mezhebine, statüsüne bakmadan, insana insan der, cana can der ve insanı varlıkların en kutsalı olarak görür.” şeklinde konuştu.

Türkiye olarak Suriye, Irak, Lübnan ve diğer ülkelerde hiçbir etnik kökene, dine, mezhebe karşı ön yargılı olmadıklarını belirten Erdoğan şöyle konuştu: “Biz inançları, mezhepleri, etnik kökenleri bir referans olarak kabul edip, insanın insanı öldürmesine ya da zulmetmesine göz yummaktan Allah’a sığınırız. Yüzlerce yıldır yaşanan acı tecrübelerden bugün artık dersler çıkartmak, ibretler almak, tarihin tekerrür etmesini önlemek zorundayız. Çünkü tarihten ibret almak durumundayız.”

İslam içindeki mezhepleri tarihin acı hadiseleri üzerinden okumanın yanıltıcı olduğu gibi, dinler arasındaki münasebetleri de aynı şekilde okumanın yanlış olacağına işaret eden Erdoğan, “ Bugün artık, dinler arasındaki münasebetlere, Haçlı seferleri, Endülüs tecrübesi, dünya savaşları, Filistin meselesi gibi acı olaylar değil; bir arada yaşamaya dair güzel örnekler, birlikte inşa ettiğimiz medeniyetler yön vermelidir. 21’inci Yüzyıl’ın bu ilk yıllarında, herkes, her dini lider, her kanaat önderi, kendi özeleştirisini samimi şekilde yapmalı, hataları ve sevapları ortaya koymalıdır.”ifadelerini kullandı.

Konferansın "ilginç" konukları

 

Erdoğan’ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki gelişmelerle ilgili “dışarıdan yönlendirme yok” sözleri, ister istemez Libya’yı bombalayan NATO uçaklarını ve Suriyeli silahlı grupları topraklarında barındıran, eğiten ve silahlandıran bölge ülkelerini akla getiriyor.

Dahası, İSAM ve Marmara Üniversitesi Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği konferansa katılan bazı isimlerin şeceresine bakıldığında, bu sözlerin sarf edildiği konferansın bile bir müdahale biçimi olduğu izlenimi oluşuyor.

Örneğin toplantının ABD’li katılımcıları arasında yer alan Georgetown Üniversitesi’nden iki isim, John Esposito ve Thomas F. Michel, daha önce bağlı bulundukları üniversitede yapılan “Gülen Hareketinin Alternatif Perspektifleri” başlıklı konferansla gündeme gelmişlerdi. 15-16 Kasım 2008’de gerçekleştirilen konferansta Fethullah Gülen’in sadece Türkiye için değil, dünya için de önemli bir değer olduğu, yaptığı çalışmaların aktarımlarıyla birlikte savunulmuştu. Konferansta konuşan Profesör Esposito, "ılımlı" yerine sıkça “hoşgörülü” olarak nitelediği Gülen’i “yüzyılın en önemli islami hareketinin yürütücüsü” sözleriyle selamlamıştı. Esposito, diğer bir değerlendirmesinde ise Fethullah Gülen’i başka bir liderle kıyaslaması gerekirse bunun ancak Dalay Lama olacağını ifade ediyordu.

Aynı konferansta konuşan yine Georgetown Üniversitesi’nden Thomas F. Michel de Gülen hareketinin “Sovyetler Birliği sonrası eğitimin yeniden inşasında kilit bir oyuncu” olduğunu vurguluyordu. Vatikan'ın eski dinler arası diyalog sekreteri Dr. Michel, daha önce 9 Eylül ve Selçuk Üniversiteleri'nde de ders vermiş bir rahip. bir Katolik okulu olan Georgetown Üniversitesi'nde çalışan Michel ve Esposito’nun, AKP'nin kapatılması gündemdeyken konu üzerine AKP'li Mehmet Şimşek'e konferansa davet etmek, Orhan Pamuk'a fahri doktora unvanı vermek ve Bill Clinton adlı değeri ABD'ye kazandırmak gibi faaliyetleriyle de hatırlanıyor.

"Kardeşler" olmadan olur mu? 

“Arap Uyanışı ve Orta Doğu’da Barış: Müslüman ve Hıristiyan Perspektifler” konferansının bir başka ilginç katılımcısı ise Cambridge Üniversitesi’nden Tarık Ramadan. Ramadan, Müslüman Kardeşler’in kurucusu Hasan el Benna’nın torunu. 1997 yılında yazdığı doktora tezinin konusu da büyükbabası. Ramadan, Müslüman Kardeşler’in ideolojik öncülerinden Mısır doğumlu Katar vatandaşı, El Cezire televizyonu programcısı ve islami bankalara şeriat konusunda danışmanlık hizmeti veren Yusuf el Karadavi’nin “fetvalar”ını topladığı kitabına önsöz yazmasıyla da tanınıyor.

Konferansın önemli “Müslüman Kardeş” katılımcıları arasında yer alan bir diğer isim ise Tunus Müslüman Kardeşler’in ve Ennahda Partisi’nin lideri Raşid Gannuşi.

 

Şiilere pek rağbet yok 

Basın bildirisinde “Arap Uyanışı ve Orta Doğu’da Barış: Müslüman ve Hıristiyan Perspektifler” konferansında şu sorulara yanıt aranacağı belirtiliyor:

“Adalet, özgürlük ve onurlu bir yaşam talep eden bölge halkları, art arda gerçekleştirdikleri devrimlerle bölge tarihinde yeni bir sayfa araladı. Bu yeni dönem, bölgede yeni dinamiklerin, fırsat alanlarının ve tehditlerin de ortaya çıkmasına neden oldu. Konferansta, bu noktalardan yola çıkılarak, şu sorulara yanıtlar aranacak: “Yeni Orta Doğu’da bölgenin kadîm dînî gelenekleri bu süreçte nerede durmaktadır? Yüzlerce yıllık bir arada yaşama kültürü ve dînî çoğulculuk tecrübesi, bölgede adil ve barışçıl bir düzenin inşasına nasıl katkılar sunabilir? Müslüman ve Hristiyan topluluklar ve onların ruhani liderleri, tehditleri fırsata çevirmek için nasıl bir liderlik rolü üstlenebilir? Yeni Orta Doğu’da dînî ve sosyal barışın ve uyumun tesisi için üzerimize düşen görevler nelerdir?”

Böyle bir konferansta Ortadoğu ülkelerinde yaşayan, İslam’ın farklı mezheplerine, özellikle de Şiiliğe mensup olanların da temsil edilmesi beklenebilir. Konferans düzenleyicileri de belli ki bu konuda çaba harcamış, ama çerçeve “bölge halkları, art arda gerçekleştirdikleri devrimlerle bölge tarihinde yeni bir sayfa araladı” şeklinde çizilince, pek geniş bir katılım sağlanamamış anlaşıldığı kadarıyla.

Konferansa Şiileri temsilen Irak’tan Şii Vakıflar Divanı adlı kuruluşun iki temsilcisi ile Lübnan’dan Ali Fadlallah katılmış yalnızca. Yani 139 resmi katılımcı içinde üç kişi…

Az sayıdaki Şii katılımcıdan Lübnanlı Ayetullah Ali Fadlallah’ın temmuz ayında Anadolu Ajansı’na Suriye konusunda şunları söylediğini okumuştuk:

“Rejim tarafından zulme maruz bırakılan Suriye halkının haklı taleplerini destekliyoruz. Lübnan’da Şiilerinin azımsanamayacak bir kısmı Esed rejimine karşı Suriye halkını destekliyor. Mısır, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran'ın Suriye'nin içinde bulunduğu çıkmazdan kurtulmasını sağlamak için uzlaşmaları gerekiyor.”

Bahreyn halkına saldıran Körfez monarşileri AKP ile müttefik El Halife hanedanı da “perspektife” girdi

Konferansın bir diğer ilgi çekici katılımcısı da Bahreyn’deki el Halife hanedanı mensuplarından Şeyh Abdullah bin Halid el Halife. Bahreyn Din İşleri Yüksek Konsey Başkanı olan el Halife, Bahreynlileri Suudi tanklarının altında ezdiren iktidarın önemli figürleri arasında.

2011 yılında, ülkesinde Şiilere ait tarihi camiler buldozerlerle yıkıldığında konuyla ilgili şöyle konuşuyordu Şeyh Abdullah bin Halid: “Onlar cami değil. Onlar yasadışı binalar.”

Suriyeli katılımcılar…

Toplantının Suriyeli katılımcıları da var. İşte onlardan bazıları:

Mouaz Moustapha: ABD’deki Suriye Acil Görev Gücü Siyasi Direktörü

Dr. Zaher Sahloul : Şikago’daki İslami Örgütler Konseyi Başkanı/Suriye-Amerika Tıp Derneği Başkanı

Suhaib Haider : ABD’deki “Özgür Suriye İçin Birlik” adlı STK’nın yönetim kurulu üyesi

Bassel Korkor : “Özgür Suriye İçin Birlik” adlı STK’nın yönetim kurulu üyesi

 

Önemli Şii düşünür ve liderler toplantıya katılmadı.

İran’dan İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei’nin vekili Ali Ekber Velayeti, İran Eski Meclis Başkanı ve İslam İnkılabı Rehberi Yüsek Danışmanı Gulamali Haddad Adil, İran İnsan Hakları Konseyi Başkanı Muhammed Cavad Laricani toplantıya davet edilenler arasındaydı. Fakat bu isimlerden katılan olmadı.

Ayetullah Sistani de vekilini göndermedi

Daha önce hiçbir siyasi liderle görüşmeyi kabul etmemesine rağmen Başbakan Erdoğan’ı kabul ederek tarihi bir görüşme yapan Ayetullah Sistani, bu sefer, davet edilen vekili Kerbela Cuma İmamı Seyit Ahmet Safi’yi toplantıya göndermedi.

Açılışta Başbakan Erdoğan’ın yaptığı konuşmada Şiilerin baskı ve zulüm altında olduğu Bahreyn ve Suudi Arabistan gibi ülkelerden tek kelime etmezken Suriye’deki olaylar üzerinde durması, toplantının hedefinin AK Parti hükümetinin Suriye politikasına destek arama çabaları olarak yorumlandı. Ayetullah Sistani’nin taraflı yapılan hiçbir toplantıya temsilci göndermemesi, önceden bu toplantının detaylarını bildiğini gösteriyor.

Lübnan, Bahreyn, Yemen, Arabistan gibi ülkelerden davet edilen tanınmış Şii lider ve düşünürler de toplantıya katılmayarak Türkiye’ye olan güvenlerinin kalmadığı mesajını verdiler.

Türkiye’nin dış politikası için destek aramayı hedefleyen toplantıya, özellikle İran, Irak ve Lübnanlı Şii lider, akademisyen ve uzmanların katılmaması, Türkiye’nin artık inandırıcılığını yitirdiği değerlendirmelerine neden oldu.

 

Hz. Peygamber (sav), “Kıyamet kopmazdan evvel gece karanlığının parçaları gibi fitneler olacak. (O vakit) kişi mümin olarak sabaha erer de kâfir olarak akşama kavuşur. Mümin olarak akşama erer de, kâfir olarak sabaha kavuşur. Birçok kimseler azıcık bir dünyalık mukabilinde dinlerini satarlar” buyurmuştur.

Resulullah’ın (sav), kıyametin yaklaştığı döneme dair önemli işaretlerinden biri de, savaşların artmasıdır.

“Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdu ki: Müslümanlardan iki grup, arasında savaşmadıkça kıyamet kopmaz. Bunlar aralarında büyük bir savaş yaparlar, fakat davaları birdir.”

Savaşların artacağı devirde, savaşlar İslam dünyası üzerinde yoğunlaşacaktır.

“Nefsim yed-i kudretinde olan Zat-ı Zülcelal’e yemin olsun! İmamınızı öldürmedikçe, kılıçlarınızı birbirinize kullanmadıkça, dünyanıza şerirleriniz varis olmadıkça kıyamet kopmaz.”

Bugün yaşananlar hadisleri doğrulamaktadır.

Müslümanlar arasında aynı dava uğruna yapılacak savaşlardan bahsedilmektedir.

Günümüzde Suriye ile Türkiye’nin arasında yaşanan gelişmeler, aynı dine inanan iki toplum arasında, Kur’an-ı Kerim’de kâfir olduğu beyan edilen topluluklar tarafından ateşlenen bir savaşın ayak sesleridir.

Ve öldürmek de kıyametin zuhuruna yakın zamanın alametlerindendir.

“Resulullah (sav) herc artmadıkça kıyamet kopmayacaktır” buyurmuştur.

Yanındakiler: Herc nedir ya Resulullah (sav) diye sordular.

“Öldürmek! Öldürmek!” buyurmuşlardır.

Hadislerde öldürmenin hatta din kardeşlerini öldüren müminin bir anda kâfir olacağı, kâfirin de bir anda iman edeceği bir dönemde olacağının ikazı vardır.

İnanmak veya dinden çıkmak, ahir zamanda zuhur edecek fitnelerle çok kısa sürede yaşanacaktır.

Bu fitneler, müminlerin dinlerini basit menfaatler karşılığında satmaları ile sonuçlanacaktır.

Terörle sarsılan Türkiye, demokrasi getirilecek bahanesi ile işgal edilmek istenen Suriye ve Ortadoğu’daki diğer İslam ülkeleri bu süreçte ayık olmak zorundadır.

Kur’an-ı Kerim’in ilahi ölçülerine göre dostu ve düşmanı belirlemek, birbirlerimizin hukukuna riayet etmek zorundayız. Ahir zaman fitnelerinden korunabilmek için sorumluluğumuzu bütün detayları ile hayata geçirmemiz şarttır.

Prof. Dr. Haydar Baş 7 Eylül 2012

Cumartesi, 08 Eylül 2012 06:39

Öfke ve nefret!

 Başbakan Erdoğan hem uyarıyor, hem meydan okuyor: "Öfke ve nefret tuzağına düşmeyeceğiz!"

Bir Başbakan'ın ağzından bu kritik zamanda söylenebilecek en iyi sözler bunlar. İnsanların kitleler halinde cinnet yaşadığı zamanlar olur. Böyle zamanlarda öfke seli önünde durmak kolay değil. Herkes bir başkasını şeytanlaştırır, nefret objesi haline getirir. Kitlelerin ne olup bittiğini tam olarak anlayıp sağduyulu hareket etmelerini önlemek için, büyük resmin tek bir karesine odaklanmaları sağlanır. Angajmanları olanlar, medya ve başka mecraları kullanarak, hepimizin tek bir ağaca bakmamıza çalışırlar. Oysa ormanın tamamını içine alan büyük resim öyle değildir.

Sistemli bir biçimde nefretimizi ayağa kaldıracak olaylar vuku bulur. Kızmakta, öfkelenmekte yerden göğe kadar haklıyız. Gözümüzün önünde cereyan eden olaylar, vicdani olarak tahammül gücümüzü aşıyor.

Şu anda bölgenin dört ülkesi nefret ve düşmanlığın diline teslim olmuş durumda. Bölge din, etnik ve mezhep çatışmalarının anaforuna sürükleniyor. En haklı bir davayı en haksız yol ve söylemlerle savunur hale geldik. On binlerce insanın kanı nahak yere akıyor, yaralananlar, sakat kalanların sayısı yüz binlerle ifade ediliyor. Yerlerini terk etmek zorunda kalan, kendi ülkesinde mülteci durumuna düşen veya komşu ülkelere kaçıp canını kurtarmaya çalışanlar milyonlara baliğ oluyor. Siyasilerin yaptığı yanlışlığı o ülkenin Müslüman halkına, ırkına veya mezhebine kolayca fatura edebiliyor, mukabil bir kötülüğü yapma hakkını kendimizde görüyoruz.

Müslümanlar birbirini boğazlıyor, Kur'an-ı Kerim'in Yahudi ve Hıristiyanlara reva görmemizi yasakladığı husumeti ve nefreti Sünniler, Şiiler ve Aleviler; Türkler ve Araplar, Kürtler ve Farslar birbirlerine görüyorlar. Milliyetçilik ve mezhepçilik adeta bilincimizi köreltmiş. Cahiliye vahşeti tam da buydu.

Kim ne derse desin, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) uygulamada. Projenin ana hedefi bütün Ortadoğu'da "İsrail'den daha etkin ve daha güçlü halkı Müslüman bir ülke bırakmamak." Irak'tan başlandı, Suriye üzerinden gidiliyor, sıra İran ve Türkiye'ye gelecek. Bu, siyah, beyaz, sarı inek hikayesidir. Projenin ilk aşaması "yumuşak güç" kullanarak köklü siyasi ve toplumsal değişiklikler sağlamaktı. Colin Powell, 2004 yılında Fas'ta şöyle demişti: "BOP Projesi'ne giren ülkelerdeki değişimi dışarıdan empoze etmeyeceğiz. Bunu ülkelerin sosyal, ekonomik alanda ilerlemeleri ile beraber kendi içinden başlatacağız, siyasi ve ekonomik reformlarını gelişmiş ülkelerle el ele gerçekleştirmelerini sağlayacağız; halklarını cesaretlendireceğiz!" (Yasemin Çongar'ın Wikileaks belgelerinden hareketle yazdığı "Artık Sır Değil" kitabına bakınız.)

"Yumuşak güç"le yürümediği zaman -geç kalmamak için- başvurulacak yöntem "yaratıcı kaos" yoluyla bütün taşları yerinden oynatmak, bölge ülkelerini hallaç pamuğu gibi atmak. Irak'ın başına gelenlere bakın, üç parçaya bölünmekle kalmadı, İslam medeniyetinin ana merkezi darmadağın oldu, altyapısı çöktü, etnik ve mezhep grupları birbirine hasım hale getirildi. Şam ve diğerleri de aynı yolda. Hatırlayalım, Rice açıkça "22 İslam ülkesinde siyasi haritaların ve rejimlerin değişeceği"ni söylemiş, bu ülkelerin arasında Türkiye'yi de saymıştı.

Hiç kuşkusuz söz konusu sınırları biz çizmedik, mevcut rejimleri biz tesis etmedik. Ama kendi irademizle ve ortaklaşa karar vererek yeniden belirleyebilirdik. Parçalanmışlığımız, içine düşürüldüğümüz tuzak bize bu şansı vermiyor. Kişisel kanaatim ve inancım şu ki, 2011'e kadar Türkiye büyük bir şanstı; yazık ki Kürt meselesi ve Suriye olayında Türkiye ve AK Parti hükümeti tuzağa düşürüldü.

Bölge yine bizim dışımızdaki güçler eliyle şekillenecek olursa bundan hiçbir ülke, halk, kavim, mezhep kazançlı çıkmayacak, acı ve kahır dolu yeni bir yüzyıla adım atacağız. Müslüman halklar ve kavimler, yabancı güçlere değil, birbirlerine güvenmeli; aralarındaki anlamsız rekabeti bir kenara bırakıp birlik ve beraberlik içinde hareket etmelidir.

Müslümanlar birbirini boğazlıyor. Denecek ki, Müslümanlık çatışmaları durduramıyor, birleştiremiyor. Hayır bu Müslümanlığın değil, Müslümanların suçu ve günahı. Dinini ciddiye alan Müslümanlar birbiriyle savaşmanın; etnik köken veya mezhep adına husumet besleyip nefret dili üretmenin haram olduğunu bilirler. Bu bilgiye ve bilince sahip olanlara büyük görevler düşüyor: Bu tuzağa düşmeyelim. Vicdan, adalet, kardeşlik, hakkaniyet ve birlikten başka çıkış yolu yok.

Ali Bulaç 06 Eylül 2012, Perşembe

 

Çarşamba, 05 Eylül 2012 04:15

Fatiha Suresinin Tefsiri

Fatiha süresinin yedi[1] ayeti vardır. Cabir Bin Abdullah Ensari’den nakledilen bir rivayette Peygamber şöyle buyuruyor: “Hamd suresi Kur’an surelerinin en iyisidir. ” Eğer bu sure namazda okunmazsa namaz batıldır: “Fatihasız namaz olmaz” Hamd suresi her Müslümana en az günde on defa, farz namazlarda okunması farz olan yegane suredir. İbn-i Abbas şöyle diyor: “Hamd suresi Kur’an’ın esasıdır” Bir hadiste de şöyle yer almıştır: “Eğer bu sureyi yetmiş defa bir ölüye okurlar da ölü dirilirse şaşırmayınız. ”

 Hamd suresinin Fatihat’ul Kitap olarak adlandırılmasından da anlaşıldığı üzere bizzat peygamber zamanında bütün Kur’an bir araya toplatılmış ve bir kitap haline getirilmiştir. Bizzat peygamberin emriyle bu sure Kur’an’ın ilk başına yerleştirilmiştir. Nitekim Sekaleyn hadisinde de Peygamber şöyle buyuruyor: “Sizlere iki değerli emanet bırakıyorum: Allah’ın kitabı ve İtretim. ” Bu hadisten de anlaşıldığı üzere bizzat Peygamber zamanında ilahi ayetler “kitabullah” şeklinde bir araya toplatılmış ve Müslümanlar arasında da bu isimle tanınmıştır. Fatiha suresinin ayetleri Allah, Allah’ın sıfatları, kıyamet, hak yolda yürüme ve hakkı tanıma talebi ile Allah’ın hakimiyet, rububiyet ve rahmaniyetine işaret etmektedir. Ayrıca bu surede Allah’ın dostlarının yolunda yürümeye duyulan ilginin açığa vurulması, sapıklardan ve gazaba uğrayanlardan uzaklığın ilanı vardır.

Hamd suresi bizzat Kur’an gibi şifa kaynağıdır, hem cismani hartalıklara hem de ruhi hastalıklara şifadır. Merhum Allame Emini Hamd Suresinin Tefsiri’nde bu konuda sayısız rivayet nakletmiştir.

Hamd Suresinin Öğrettikleri

1- İnsan “bismillah” ile hamd suresini tilavet edince Allah’tan gayrisinden ümidini kesmektedir.

2- “Rabb’ul-Alemin” ve “Malik-i Yevmiddin” ayetini okuyunca terbiye edilen ve malik olunan bir varlık olduğunu hissediyor, gurur ve bencilliği kenara itiyor.

3- “Alemin” kelimesiyle, kendisiyle bütün bir varlık alemi arasında ilişki kuruyor.

4- “er-Rahman’ir-Rahim” kelimesiyle kendini Allah’ın lütfü gölgesinde görüyor.

5- “Malik-i Yevmiddin” kelimesiyle gelecekle ilgili gafletten uyanıyor.

6- “İyyake na’budu” cümlesiyle rüya ve şöhret düşkünlüğü yok oluyor.

7- “İyyake nastain” kelimesiyle süper güçlerden asla korkmuyor.

8- “Enamte” kelimesiyle nimetlerin bölüştürülmesinin Allah’ın elinde olduğunu ve hiç kimseye kıskançlık duymaması gerektiğini anlıyor. Zira hasetçi insan Allah’ın rızkı bölüştürmesinden ve hakemliğinden razı değildir.

9- “İhdina” cümlesiyle hak ve doğru yolda yürüme talep ediliyor.

10- “Sıratellezine” cümlesiyle hak taraftarlarıyla dayanışmasını ve dostluğunu gösteriyor.

11- “Gayri’l ma’zubi aleyhim vela’z-zallin” cümlesiyle de batıl ile batıl ehlinden beratını ve uzaklığını ilan etmektedir.

Fatiha Suresi

بسم الله الرحمن الرحيم (1)

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2) الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ (3) مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4) إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5) اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ (6) صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ (7)

بسم الله الرحمن الرحيم (1)

1- Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla

Tefsir

Farklı millet ve kavimler arasında adet olduğu üzere insanlar önemli ve değerli işlere saygı ve ilgi duydukları kimselerin adıyla başlarlar. Böylece o iş daha ilk başta o şahısla ilişkilendirilir. Elbette onlar doğru veya yanlış inançları üzere amel ederler. Bazıları putların ve tağutların adıyla, bazıları da Allah’ın adıyla ve Allah dostlarının eliyle işlerini başlatırlar.

Örneğin Hendek savaşında yere ilk kazmayı Peygamber vurmuştur.

“Bismillahirrahmanirrahim” , Allah’ın kitabının başlangıcıdır. “Bismillah” sadece Kur’an’ın başlangıcında değil, aksine bütün semavi kitapların başlangıcında yer almıştır. Bütün nebilerin işlerinin başlangıcı hep “bismillah” olmuştur. Hz. Nuh’un gemisi dev dalgalar arasında yüzerken Nuh dostlarına şöyle dedi: “Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de, durması da Allah’ın adıyladır... ” [2]

Hz. Süleyman da Sebe Melikesi’ni iman ve Allah’a davet edince, ona gönderdiği davetnamesine “Bismillahirramanirrahim” [3] cümlesiyle başladı

Hz. Ali şöyle buyurmuştur: “Bismillah bereket sebebidir. Onu terk etmek ise başarısızlık nedenidir. ”

Hakeza Hz. Ali “bismillah” cümlesini yazan birine şöyle buyurdu: “Bunu çok güzel yaz”

Her işin başlangıcında “Bismillah” demekle emrolunmuşuz. Yemek yerken, evlenirken, bineğe binerken, yolculuğa çıkarken ve bir çok işlerde... Hatta eğer bir hayvan Allah’ın adı anılmadan, zikredilmeden kesilirse eti haramdır. Bunun manası da hedef sahibi ve muvahhid insanların yemeğinin de ilahi bir boyut taşıdığıdır.

Neden her işin başında “bismillah” demekle emrolunmuşuz? Bir fabrikanın tüm ürünlerinin belli bir arması ve amblemi vardır. Perakende veya toptan bir şekilde bütün ürünlerin üzerinde amblem veya işaret vardır. Örneğin porselen fabrikasının küçük veya büyük tüm ürünlerinde o fabrikanın amblemi vardır. Hakeza her ülkenin göklerinde, denizde taşımacılık yapan gemilerde ve resmi makamlarda o ülkeyi temsil eden bir bayrak vardır. Bu amblem ve işaretlerin sebebi hedefin unutulmaması ve yolun kaybedilmemesidir. Allah’ın adı ve zikri de her Müslüman’ın sembolüdür. Bu yüzden hadiste de şöyle yer almıştır: “Bir beyt şiir bile olsa hiçbir işinde “bismillah” kelimesini unutma. ” Hakeza çocuğa ilk defa “bismillah” kelimesini öğreten kimse için de büyük mükafat vadedilmiştir. [4]

“Bismillahirrahmanirrahim” Kur’an’ın bir cüzü ve bağımsız bir ayet midir?

Diğer mezhep imamlarından en az yüz yıllık bir önceliği olan, hepsi de Allah yolunda şahadete erişen ve Kur’an’da da ismet ve temizliği açıkça beyan edilen Peygamberin Ehl-i Beyt’inin inancına göre “Bismillahirrahmanirrahim” bağımsız bir ayettir ve Kur’an’ın bir cüzüdür.

Fahr-u Rrazi Tefsir’inde “besmele”nin surenin bir cüzü olduğu hakkında on altı delil saymıştır. Ahmet bin Hanbel’in Müsned’inde, besmelenin surenin bir cüzü olduğu yer almıştır. [5] Besmeleyi surenin bir cüzü saymayanlara veya onu namazda terk edenlere itiraz edilmiştir. Müstedrek-i Hakim’de şöyle yer almıştır. “Bir gün Muaviye namazda besmeleyi söylemedi, insanlar itiraz ederek şöyle dediler: “Ayeti çaldın mı yoksa unuttun mu?” [6]

Ehl-i Beyt imamları da namazda besmelenin yüksek sesle söylenmesini emretmişlerdir. İmam Bakır (a.s) namazda besmeleyi okumayan veya surenin bir cüzü saymayanlara şöyle buyurmuştur: “Bunlar Kur’an’ın en iyi ayetini çalmışlardır. ” Sünen-i Beyhaki’de bir hadisin zımnında da şöyle yer almıştır: “Neden bazıları besmeleyi surenin bir parçası saymamışlardır. ” [7]

Şehid Mutahhari Hamd suresinin tefsirinde; İbn-i Abbas, Asım, Kesai, İbn-i Ömer, İbn-i Zubeyr, Ata, Tavus, Fahr-u Razi ve Siyuti’nin besmeleyi surenin bir cüzü kabul eden kimselerden olduğunu söylemiştir.

Kurtubi Tefsir’inde İmam Sadık’dan şöyle nakletmektedir: “Bismillah surelerin tacıdır. Yalnızca Beraat (Tevbe) suresi “bismillah” ile başlamamaktadır ve bunun hakkında ise Hz. Ali şöyle demiştir: “Zira besmele rahmet ve eman vermek manasınadır. Dolayısıyla kafir ve müşriklere düşmanlık ilanı, rahmet ile uyum içinde değildir. ” (Bu yüzden rahmet olan besmele, düşmanlık ilanı olan Tevbe suresinde bir araya gelmemiştir. müt. ) [8]

Mesajlar ve Nükteler

1- “Besmele” ilahi renk ve boyanın göstergesi ve bizim tevhidi tutumumuzun beyanıdır.

2- “Besmele” tevhidin sembolü, başka isimler ise küfrün sembolü, Allah’ın adıyla birlikte diğer isimler ise şirkin sembolüdür. [9]

Ne Allah’ın adı yanında başka bir ad anın, ne de Allah’ın adı yerine başka bir adı zikredin. “Yüce Rabb’inin adını tenzih (takdis)et. ” ayetinin manası da yaratıcının isminin münezzeh kılınmasıdır.

3- “Besmele” beka ve devamlılığın sembolüdür. Allah’ın rengini taşımayan her şey fanidir. [10]

4- “Besmele” surelerdeki gerçeklerin hak ve rahmet kaynağından indiğinin işaretidir.

5- “Besmele” Allah’a tevekkül ve aşkın işaretidir.

6- “Besmele” tekebbürden çıkışın ve Allah’ın dergahına acziyet izharının işaretidir.

7- “Besmele” kulluğun ve ubudiyetin ilk adımıdır.

8- “Besmele” şeytanı kovmanın işaretidir. Allah’la birlikte olan kimseye şeytan hiçbir etki yapamaz.

9- “Besmele” işlerin kutsiyet sebebi ve garantileme nedenidir.

10- “Besmele” insanın Allah’ı unutmadığının en açık işaretidir.

11- “Besmele”insanın yegane hedefinin halk, tağutlar cilveler ve hevesler değil; sadece Allah olduğunun işaretidir.

12- “Besmele” insanın sadece Allah’tan yardım dilediğinin ve sadece Allah’ın adıyla hareket ettiğinin işaretidir. Belki de “Bütün Kur’an hamd suresinde, bütün hamd süresi besmelede, bütün besmele “ba” harfinde özetlenmiştir. ” sözünün manası da bütün varlığın yaratılışının, hidayetinin ve dönüşünün Allah’ın yardımıyla gerçekleşmesidir. (Allah daha iyi bilir)

13- “Besmele” insanın işlere başlamada destek, ümit ve rahmete muhtaç olduğunun, aynı zamanda bütün kudretlerin, ümitlerin ve rahmetlerin kaynağının Allah olduğunun işaretidir. Nitekim Allah kelimesinden hemen sonra Rahman ve Rahim kelimeleri kullanılmıştır. Peygamber de kendi risaletine Allah’ın adıyla başlamıştır: “Rabbinin ismiyle oku. ”

İnsanlar da Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla da güven bulmalı, ümitlenmeli ve Allah’ı en kapsamlı adı olan “Allah [11] ismiyle ve rahman ve rahim [12] sıfatıyla zikretmelidir. Her işinde “Bismillahirrahmanirrahim” demelidir. İşlere rahmet lafızlarıyla başlamak, işin temelde lütuf ve ihsana dayandığının işaretidir. Hakeza rahmet kaynağından rahmet dilemenin, yerinde ve gerekli bir iş olduğunun göstergesidir.

الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ (2)

2- “Hamd alemlerin rabbi Allah’a mahsustur. ”

Tefsir

Allah tüm yaratılış aleminin rabbidir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsinin rabbi Allah’tır. “O göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin rabbidir. ” [13] ve “O her şeyin rabbidir” [14] Hz. Ali de şöyle buyuruyor: “Allah canlıların ve cansızların rabbidir. ” Elbette bazen “alemin”den maksad insanlardır. Ama genelde “alem”den maksad yaratıklar, “alemin”den maksad da tüm yaratıklardır. Bu ayetten de anlaşıldığı üzere Allah bütün varlık aleminin rabbidir. Dolayısıyla cahiliye döneminde ve bazı milletler arasında var olan “her şeyin bir tanrısı ve her türün bir rabbi olduğu inancı” batıldır.

Hamd suresinin yanı sıra En’am, Kehf, Sebe ve Fatır surelerinde de “Elhamdülillah” ayeti yer almıştır. Ama Hamd süresinde “rabb’ul-alemin” kelimesinden önce yer almıştır. Allah’ın terbiye ve rablığı onun hidayet yoludur. Allah her şeyi yarattıktan sonra onların terbiye ve rüşt yolunu da belirlemiştir. “Bizim rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da hidayet edendir. ” [15]

Allah bal arısına hangi bitkilerden emmesi gerektiğini, karıncalara kışlık yiyeceklerini nasıl depolamasını öğretmiştir. İnsan bedenini de kanı azaldığında kendiliğinden kan üretecek şekilde yaratmıştır. İşte böyle bir Rab hamd ve övgüye layık bir Rabdır. Hamd övgü ve şükrün karışımıdır. İnsanın özelliklerinden biri de cemal, kemal ve güzellik karşısında övmesi, nimet ve ihsanlar karşısında da şükretmesidir. Allah kemal ve cemali sebebiyle övgüye; ihsan ve nimetler sebebiyle de şükre layıktır. Allah’a şükretmenin kullara teşekkür etmeyle çelişen bir yönü yoktur. Elbette bu da Allah’ın emriyle ve onun gösterdiği çizgide olmalıdır.

“Elhamdülillah” muvahhid insanın içinden gelen ve Allah’a en iyi şükür biçimi olan bir coşkudur. Herkes, her yerde, her dille, her kemal ve güzelliği her ne şekilde överse övsün, gerçekte o ilahi kaynağa hamd etmektedir.

Mesajlar ve Nükteler

1- “Rabb’ul-Alemin” (alemlerin rabbi); yani Allah ile yaratıklarının ilişkisi daimi ve yakın bir ilişkidir.

2- “Rabb’ul-Alemin”; yani bütün bir varlık alemi yegane Allah’ın terbiyesi altındadır.

3- “Rabb’ul-Alemin”; yani bütün varlıklarda bizzat terbiye ve gelişim imkanı vardır.

4- “Elhamdülillahi rabb’il-alemin”den anlaşıldığı üzere alemlerin rabbi sadece Allah’tır; türler rabbi, başka rabler, ruhbanlar ve hahamlar değil.

5- “Rab” kelimesinden anlaşıldığı üzere Allah hem maliktir, hem de her şeyi yöneten. Zira Rab kelimesinin manası sahip olmak ve yönetmektir: “Bilin ki yaratma da emir de O’nun hakkıdır. Âlemlerin rabbi olan Allah yücedir. ” [16]

6- O alemlerin rabbidir. Bütün insanları peygamberlerin kılavuzluğuyla terbiye etmektedir. (teşrii terbiye) Hakeza cansızları bitkileri ve hayvanları da terbiye etmekte, örneğin bir taneye meyve verme aşamasına kadar kat edeceği yolu göstermektedir. (tekvini terbiye)

8- “Rabb’ul-Alemin” her türlü istek ve duanın başlangıcıdır. Hadiste şöyle yer almıştır: “Duadan önce hamd edilmezse o dua nakıstır. ” [17]

9- Müminler Kur’an’ın başlangıcında, her duanın evvelinde Allah’ın dergahına hitaben “Elhamdulillahi rabb’il-alemin” derler. Cennet ehli ise her işin sonunda şöyle der: “... Onların dualarının sonu şudur: Hamd, alemlerin Rabbi Allah’a mahsustur. ”

10- “Elhamdulillahi rabb’il-alemin” ayetinin Allah’a yapılan en iyi şükür olduğu rivayet edilmiştir.

الرَّحْمـنِ الرَّحِيمِ (3)

3- (Allah) Rahman ve Rahim’dir.

Tefsir

Allah kendine rahmeti farz kılmıştır: “... Rabbiniz merhamet etmeyi kendisine yazdı... ” [18] Allah’ın rahmeti her şeyi kapsamıştır. “Rahmetim ise her şeyi kuşatır” [19] Peygamber ve gönderdiği kitap da onun rahmetidir: “Biz seni ancak alemlere rahmet olarak gönderdik. ” [20] Allah’ın terbiyesi de rahmet üzeredir. Cezalandırması da lütfü gereğidir. Kullarının tövbesini kabul etmesi, günahlarını örtmesi ve yanlışlıklarını gidermek için fırsat vermesi de onun rahmetinin tecellisidir.

Mesajlar ve Nükteler

1- Allah’ın terbiyesi de rahmet ve lütfü üzeredir. “rab” kelimesinin yanında “rahman” kelimesi yer almıştır.

2- Talim ve eğitim rahmet ve lütuf esası üzere olduğu gibi “Rahman Kur’an’ı öğretti” [21] , hakeza terbiye ve tezkiye de rahmet ve lütuf üzere olmalıdır: “Alemlerin rabbidir, Rahman ve Rahim’dir. ”

مَـلِكِ يَوْمِ الدِّينِ (4)

4- (Allah) din (ceza) gününün sahibidir.

Tefsir

“Din” kelimesi çeşitli anlamlarda kullanılmıştır.

1- Semavi kanunların tümüne din denmektedir. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Allah nezdinde hak din İslam’dır... ”

2- Amel ve itaat anlamındadır. Nitekim şöyle buyurulmuştur: “Dikkat edin, halis din Allah'ındır. ” [22]

3- Hesap ve ceza anlamındadır. Nitekim bu ayette de hesap ve ceza anlamında kullanılmıştır: “(Allah) din (ceza) gününün sahibidir. ”

“Din günü” Kur’an’da ceza ve mükafatın verildiği Kıyamet günü manasınadır. “İşlerin karşılık göreceği günün zamanını sorarlar” [23] Hakeza o günü tanıtım amacıyla şöyle buyuruyor: “Evet, din gününün ne olduğunu nereden bileceksin? O gün, kimsenin kimseye hiçbir fayda sağlamayacağı bir gündür. O gün buyruk, yalnız Allah'ındır. ” [24]

Allah her şeyin her zaman gerçek maliki olduğu halde, kıyamet günü malikiyetinin apayrı bir cilvesi, zuhuru vardır. Kıyamet günü bütün vasıtalar ve sebepler yok olacaktır: “ve aralarındaki bağlar kopacaktır. ” [25] Nisbetler ve akrabalıklar da ortadan kalkacaktır. “O gün, aralarındaki soy yakınlığı fayda vermez” [26] Mal, servet ve çocukların da bir faydası olmayacaktır: “Kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün” [27] Yakınlar ve dostların da bir faydası dokunmaz. “Yakınlarınız ve çocuklarınız size kıyamet gününde bir fayda veremezler. ” [28] Velhasıl ne dilin özür dileme izni vardır, ne de aklın tedbir fırsatı... Tek yol ve çare o gün yegane hakim olan Allah’ın merhamet ve lütfüdür.

Mesajlar ve Nükteler

1- Gerçi bu ayet bir nevi uyarıdır, ama “Rahman ve Rahim’dir. ” ayetinin yanında yer almakla, müjde ve uyarının yan yana olması gerektiğini hatırlatmaktadır. Bir başka ayette de şöyle buyuruluyor: “Kullarıma benim bağışlayan, merhamet eden olduğumu, azabımın can yakıcı bir azâb olduğunu haber ver. ” [29] Hakeza bir başka ayette kendini şöyle tanıtmaktadır: “Tövbeyi kabul edendir, cezası şiddetlidir” [30]

2- Gerçek malikin sulta ve ihatası da vardır: “De ki: “Mülkün sahibi olan Allah'ım!” [31] Allah’ın malikiyeti, ihata ve saltanatını da kapsamaktadır. Ama itibari malikiyetler malikin sultasından çıkmaktadır ve gerçek sultası altında değildir.

3- Kur’an’ın ilk suresinde Allah’ın malikiyeti ortaya konmaktadır: “Din gününün malikidir.” Kur’an’ın son suresinde de Allah’ın melikiyet, ve sultanlığı beyan edilmektedir: “İnsanların melikidir. ”

5- Allah-u Teala’ya farklı açılardan ibadet edilebilir. Biz sıfatları ve zatının kemalleri (ki Allah’tır), ihsan ve terbiyesi (ki alemlerin Rabbidir. ) ve kudret ve heybeti (ki din gününün sahibidir. ) sebebiyle O’na hamdetmeli ve şükretmeliyiz.

إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ (5)

5- “Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz. ”

Tefsir

Nefsani heva ve heveslerden ibaret olan batıni şirk ortamı ile tağutlar, ruhbanlar ve hahamlardan ibaret olan zahiri şirk ortamına rağmen Allah’a yönelmeli, O’na ibadet etmeli ve sadece O’ndan yardım dilemeliyiz.

Rahman, Rahim, Rab ve malikiyet sıfatlarına teveccüh, Allah'ı insanın zihninde ve kalbinde sevgili kılmakta ve yegane mabut kılmaktadır. Şirk ortamından kaçmak için vahdet ve kudret merkezine sığınmak gerekir. Adeta namaz kılan insan tüm muvahhidler adına şöyle demektedir: "“Allahım ben tek başıma sana layık ibadet etmekten acizim. Ama biz hepimiz senin kulunuz. Ben tek başıma bir değere sahip değilim. Hep birlikte senden yardım diliyoruz. ” O halde namazın temeli cemaatledir. Ama özrü olursa o zaman ferdi olarak da namaz kılmak caizdir.

Hamd suresinin önceki ayetlerinde teorik ve istidlale dayalı tevhit ile tanıştık. Bu ayette de pratik ve ibadi tevhit ile tanışmaktayız. Böylece ibadet, kulluk ve yardım konusunda da Allah’tan gayrisine yönelmemeliyiz. Doğu ve Batı’nın, altın ve gücün, zalim ve tağutların değil, sadece Allah’ın kulu olmalıyız.

İnsanlar akıl hükmünce de sadece Allah’ın kulu olmayı kabullenmelidir. Zira biz insanlar kemal aşığıyız, rüşt ve terbiyeye muhtacız. Allah da bütün kemallerin sahibi ve tüm yaratıkların rabbidir. Rahmet ve sevgiye muhtaçsak, O rahman ve rahimdir. Eğer geleceğimizden endişe ediyorsak, O geleceğin gerçek sahibi ve hükümdarıdır. O halde neden başkalarına gidelim? O halde akıl gereğince de sadece O’na ibadet etmeli ve O’ndan yardım dilemeliyiz.

Mesajlar ve Nükteler

1- Evvela Allah’ın hakkını eda etmek gerekir. Sonra da O’ndan hacet dilemek icab eder. “Sadece sana ibadet eder ve sadece senden yardım dileriz. ”

2- Biz sadece sana kuluz. Hiçbir aracıya, vadelere ve tehditlere teveccüh etmeyiz. O da korku veya tamahtan değil, ibadete layık olduğun için... Ey Allah, Rahman, Rahim ve varlıkların Rabbi/Malik’i, sadece sana kulluk ederiz.

3- Biz sadece senden, o da senin izin verdiğin vesilelerle yardım dileriz. Senden yardım dilemek ve yakınlık için hayali şeylere sığınanlara karşıyız

4- Varlığa hükmeden maddi kanun ve formüller de saygındır. Ama asla madde mahkumu, teslimi ve esiri değiliz. Biz senin iradeni tüm kanunlara hakim sayıyoruz ve tabiat kanunlarının sana mahkum olduğuna inanıyoruz. [32]

5- Gerçi ibadetler bizim içindir, ama ibadet yaparken de senden yardım diliyoruz. “Eğer Allah bizi doğru yola iletmeseydi, biz doğru yolu bulamazdık”

6- Mutlak Mevla’nın karşısında mutlak kulluk içinde olmalıyız, “Ben sadece bir kulum, sen ise mevlasın” huşusu içinde olmalıyız.

7- Ey Allah’ım senden başka hiç kimsem yoktur. “sadece sen” varsın, ama sen benden başka çok şeye sahipsin ve var olan her şey senin kölen ve kulundur. “Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Rahman’a gelecektir. ” [33]

8- Eğer insan sadece sana tapmazsa nefsinin kölesi olmuş demektir. “Kötü duygularını kendine tanrı edineni gördün mü?” [34]

9- Bir kimse gönülden: “Sadece sana ibadet ederiz” derse onun kibirlenmesi ve itaatsizliği söz konusu olamaz.

10- Allah Teala sonsuz nimetleri bize bağışladığı için, biz de en güzel kulluğu ve itaati O’na göstermeliyiz. “Sadece sana kulluk ederiz. ”

11- Kendini iyilerin arasına koy ki ihlas sahipleriyle birlikte : “Sadece sana kulluk ederiz” diyebilesin.

12- “İbadet ederiz” cümlesi namazın cemaatle kılınmasına işaret etmektedir ve hem de Müslümanların hepsinin kardeş ve yoldaş olduklarını beyan etmektedir.

13- “Sadece sana ibadet eder sadece senden yardım dileriz” “Yani ne zorlama ve ne de tefviz” “İbadet ederiz” diyoruz, o halde seçme gücüne sahibiz. “Senden yardım dileriz. ” diyoruz, o halde O’na ihtiyacımız var.

14- Asıl gerçek Allah olduğu için bizim ibadet ve yardım dilememiz bir ayrıntıdır. Nitekim “sadece sana” kelimesi “İbadet ederiz” ve “senden yardım dileriz” kelimesinden önce zikredilmiştir. Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor: “Gördüğüm her şeyde önce Allah’ı gördüm. ”

15- Allah’ın istemesi kulun istemesinden önce gelir. Bu yüzden ibadet O’nun, yardım istemek ise kulun isteği olduğundan ibadet daha önce zikredilmiştir.

16- İbadet yardım dileme aracı olduğu için. “sadece sana ibadet ederiz” cümlesi “sadece senden yardım dileriz” cümlesinden önce gelmiştir.

17- Huzurda olan kul daha erken nasiplenir. Bu yüzden “sadece sana” kelimesiyle kendimizi Allah’ın huzurunda düşünür ve bundan sonra da Allah’tan hidayet isteriz. Hazır olanın duası daha etkilidir.

18- Edebin gereği adım adım yakınlaşmaktır. Evvela, “Allah; Rab, Malik, Rahman ve Rahim’dir” diye beyan ediyoruz, sonra ise “sadece sana” diyoruz...

19- Manevi uçuşun aşamaları, övgü, irtibat ve duadan ibarettir. Bu yüzden Hamd suresinin ilk ayeti övgü ve senadır: “Sadece sana ibadet ederiz. ” cümlesi irtibatı; peşindeki ayetler ise duayı ifade etmektedir.

20- Sevgiliyle konuşmak tatlı olduğu için “sadece senden” kelimesi tekrar edilmiştir.

21- Hamd suresinin başlangıcında Allah’ın sıfatlarıyla tanışıyoruz, ama yavaş yavaş kendisine ulaşıyoruz. “sadece senden”

22- Söz güzelliklerine teveccüh etmek de bir değer ifade etmektedir. “Sadece sana ibadet ederiz” cümlesinden sonra “sadece senden yardım dileriz. ” ayeti yer almıştır ki Hamd suresinin sonuna kadar bir uyum olsun. Aksi taktirde ayetlerin sonu uyumlu olmazdı.

اهدِنَــــا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ (6)

6- “Bizleri doğru yola hidayet et. ”

Tefsir

1- Sırat [35] kelimesi Kur'an’da kırk defadan fazla kullanılmıştır. Doğru yol ve düşünce çizgisinin seçimi insanların şahsiyet göstergesidir.

2- Kur'an’da iki tür hidayet beyan edilmiştir.

a- Tekvini hidayet... Balarısına hangi çiçekleri emmesini ve altı köşeli bir şekilde bal yapması gerektiğini öğretmesi tekvini hidayettir. Hakeza kuşların yaz ve kış göç etmesi gerektiğini öğretmek de tekvini hidayettir. Nitekim Kur'an şöyle buyuruyor: "Bizim Rabbimiz, her şeye hilkatini (varlık ve özelliğini) veren, sonra da doğru yolu gösterendir” dedi. " [36] Bu ayet de tekvini hidayete işaret etmektedir.

b-Teşrii hidayet…Teşrii hidayet de ilahi peygamberlerin kılavuzluğudur.

3- İnsan, hayatında bir çok yolla karşılaşmaktadır ve bunlardan sadece birini seçmek zorundadır.

· Kendi arzu ve isteklerinin yolu

· İnsanların istek ve arzularının yolu.

· Şeytanın vesveseleri

· Tağutların yolu

· Denenmemiş yollar

· Irkçılık duygusuyla takip edilen ataların yolu

· Allah'ın ve dostlarının yolu

Allah'a iman eden bir insan mutlaka Allah'ın ve evliyasının yolunu takip eder. Zira Allah yolunun diğer yollarda olmayan bir takım özellikleri vardır.

· İlahi yol her gün değişen şahsi arzuların, insanların isteklerinin ve tağutların yolunun aksine sabit ve ilahi bir yoldur.

· Allah’ın yolu diğer yolların aksine tek bir yoldur.

· O yolda yürüyen insan güven içinde olur.

· Allah'ın yolu insanı, Allah'ın rızasından ibaret olan bir hedefe ulaştırır; bu yolda asla yenilgi yoktur.

4- Bütün varlık alemi Allah'ın irade ettiği yolda yürür. Allah'ım bizleri de sevdiğin yolda yürüt.

· Doğru yol Allah'ın yoludur: "şüphesiz Rabbim doğru yol üzeredir. "

· Doğru yol enbiyanın yoludur: şüphesiz ki sen de doğru yol üzere olan peygamberlerdensin"

· Doğru yol Allah'a kulluk yoludur: "Bana ibadet edin, doğru yol budur. "

· Doğru yol Allah'a tevekkül yoludur: "Kim Allah'a sarılırsa şüphesiz doğru yola hidayet edilmiştir. "

5- İnsan hem doğru yol seçiminde ve hem de o yolu sürdürmede Allah’tan yardım dilemelidir. Sürekli aydınlığını merkezden alan lamba gibi olmalıdır. Evet yolda olmak önemlidir, ama doğru yolda yürümek ilahi yardım olmaksızın mümkün değildir: "Sadece senden yardım dileriz, bizleri doğru yola hidayet et. "

· Doğru yolda olmak her Müslüman’ın her gün ve her namazda okuduğu yegane duadır. İnsan her an bütün işlerinde (yol, iş, dost, branş seçimi, ahlak ve fikirlerinde) sürekli Allah’tan yardım dilemelidir. Çünkü insan bazen inançlarında doğru düşünür, ama amellerinde ayağı sürçer. Bazen de bunun tam tersi geçerlidir. bazen de genel olarak doğru gider, ama misdaklarda (Extension) yanlışlığa düşer. O halde her an, Allah’tan doğru yol hususunda yardım dilemek zaruridir.

· Doğru yolda olmanın aşamaları vardır. hatta bilfiil Allah yolunda olanların bile hidayet için dua etmesi gerekir. "Doğru yolu bulanlara gelince, Allah onların hidayetlerini artırır. "

· Doğru yol orta yoldur, sol ve sağ yollar sapık yollardır. Nitekim Hz. Ali şöyle buyurmuştur: "sol ve sağ saptırıcıdır, doğru yol orta yoldur. "

6- Doğru yol her türlü ifrat ve tefritten kaçınmadır; aşırılık, inkar, maddecilik, idealizm, pragmatizm, inanç, yardakçılık, hasadet, hesapsız ihsan, cimrilik, ahiretperestlik, dünyaperestlik, haktan gaflet, insanlardan gaflet, helallerin tahrimi, israf, sadece akıl ve sadece duygular yolu değildir. Doğru yol hiç bir sapıklık, ifrat ve tefritin olmadığı bir yoldur. Doğru yolu seçimde Allah’tan yardım dilemek gerekir. Zira bu yolda bir takım tehlikeler vardır. Birisi inançlarında yoldan sapar, diğeri amel ve ahlakta. Birisi bütün işleri Allah’a isnad eder ve adeta insanın hiçbir iradesinin olmadığını savunur. Diğeri ise kendini bütün işlerde özgür, Allah’ın elini ise bağlı görür. Birisi peygamberleri sıradan insanlar ve hatta bazen sihirbaz ve deli diye tanıtır, diğeri ise o peygamberleri Allah kabul eder. Birisi şehitlerin ve imamların kabrini ziyaret etmeyi terk eder, diğeri ağaç ve duvarlarına sarılarak oraya buraya bez bağlar. Birisi asıl gerçek olarak ekonomiyi kabul eder, diğeri ise dünyayı ve hayatı görmezlikten gelir. Birisi yersiz yere kıskançlık yapar, diğeri ise eşini örtüsüz çarşı pazara gönderir. Bu tür davranışlar hidayetin doğru yolundan sapmadır. Allah kendi sağlam dinini doğru yol olarak tanıtmaktadır. [37] Rivayetlerde de Ehl-i Beyt imamları şöyle buyurmuştur: “Doğru yol biziz” Yani doğru ve örnek yolun pratik örnekleri bizleriz. Doğru yolda yürümenin örnekleriyiz. Ehl-i Beyt imamları ilahi önderlerdir. Onlar iş, dinlence, eğitim, beslenme, infak, ihsan, eleştiri, salah, küsme, barış, evlat sevgisi ve benzeri bir çok konuda açıkça görüşlerini belirtmiş ve bizleri her hususta itidal ve orta yolda yürümeye davet etmişlerdir. İsteyenler Usul-i Kafi kitabının “el-İktisad fi’l-İbadat Babı”na müracaat etsinler. Kur’ân ve rivayetlerde de bir çok hususta itidal emredilmiş, ifrat ve tefritten sakındırılmıştır. Aşağıda yer alan hususlara dikkat ediniz.

· “Yiyiniz içiniz ama israf etmeyiniz. ” [38]

· “Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma” [39]

· Onlar, sarf ettikleri zaman ne israf ederler ne de cimrilik, ikisi arasında orta bir yol tutarlar. [40]

· Namaz kılarken sesini yükseltme, gizli de okuma, ikisi ortasında bir yol tut. [41]

· “Valideynize ihsan ediniz” Ama seni Allah yolundan ve itaatinden alı-koyarlarsa “onlara itaat etmeyin. ”

· Peygamber’in de genel bir risaleti vardır. “O nebi ve resuldür. ” Hakeza kendi ailesini de davet etmektedir. “O ehline de namazı emrediyordu. ”

· İslam yaratıcıyla ilgili olarak hem namazı emretmektedir. “namaz kılınız, ” ve hem de insanlarla ilgili olarak da zekatı tavsiye etmektedir. “Zekat veriniz”

· Ne muhabbetler sizi saptırsın, “aleyhinizi de olsa Allah için şahitler olunuz. ” ve ne de düşmanlıklar sizleri adaletten uzaklaştırsın. “... kin sizi tecavüze sevk etmesin... ”

· Müminlerin hem iticiliği vardır, “kafirlere karşı şiddetli” ve hem de çekiciliği vardır. “kendi aralarında merhametli” Hem iman ve kalbi inanç gereklidir, “İman ediniz. ” ve hem de salih amel zaruridir. “Salih işler yapınız. ”

· Zafer için hem dua, gözyaşı ve Allah’tan istemek gereklidir, “nice az topluluklar vardır, ” ve hem de zorluklarda sabır ve direniş gereklidir. “Rabbimiz üzerimize sabır yağdır. ”

· Aşura gecesi İmam Hüseyin de hem dua ediyordu ve hem de kılıcını biliyordu.

· Arefe günü ve bayram gecesi de hacılar dua ederler, ama bayram günü kurban kesilen yerde kanla tanışırlar.

· İslam mülkiyeti kabul etmektedir. “insanlar mallarının hakimidir. ” Ama aynı zamanda başkalarına zarar vermeyi kabul etmemekte ve mülkiyeti sınırlandırmaktadır. “Ne zarar vardır, ne de zarar vermek”

· Kur’an şöyle buyuruyor: “Mal ve çocuklar ziynettir. ” Dolayısıyla bunlara aşırı ilgi göstermeyi çirkin saymaktadır. “ve o mal sevgisine de aşırı derecede düşkündür. ”

· İslam sadece bir boyuta teveccüh eden tek boyutlu bir din değildir. Diğer yönleri de unutmamaktadır. Her işte orta yolu, itidali ve doğru yolu tavsiye etmektedir

صِرَاطَ الَّذِينَ أَنعَمتَ عَلَيهِمْ غَيرِ المَغضُوبِ عَلَيهِمْ وَلاَ الضَّالِّينَ (7

7- Kendilerine nimet ve ikramda bulunduğun kimselerin yoluna; gazaba uğramışların ve sapmışların yoluna değil!

Tefsir

İnsan doğru yola hidayeti dilemenin peşice giderek Allah’tan kendisini ilahi nimete erenlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Allah kendisine nimet verdiklerini örnek olarak Kur’an’da zikretmiştir. Onlar şu kimselerdir: “peygamberler, sıddıklar (doğrular) şehitler ve salihler. ” [42]

İnsan doğru yola hidayeti istedikten sonra Allah’tan kendisini peygamberler, şehitler ve salihlerin yoluna hidayet etmesini dilemektedir. Bu insanların yoluna teveccüh etmek, o yolda yürümeyi arzulamak, ve kendisine bu arzuyu telkin etmek, insanı sapıklıkta ve sapık yollara dalmaktan alıkoymaktadır. Namaz kılan insan bu istekten sonra da Allah’tan gazaba uğrayanlardan ve sapıklardan olmamasını dilemektedir.

Gazaba Uğrayanlar ve Sapıklar Kimlerdir?

Kur’an’da Firavun, Karun, Ebu Leheb gibi şahıslar ile Ad, Semud, İsrailoğulları gibi kavimler de gazaba uğramışlardan sayılmıştır. [43] Biz namazda Allah’tan diliyoruz ki inanç ahlak ve davranışlarımızda ilahi gazaba uğrayan kimseler gibi olmayalım.

Kur’an’da medeniyetleri ve yaşam hikayeleri oldukça fazla zikredilen İsrailoğulları bir zamanlar bütün insanlardan üstün kılınmışlardı. Kur’an onlar hakkında şöyle buyuruyor: “Sizleri alemlere üstün kıldık... ” [44] Ama bu fazilet ve üstünlükten sonra yaptıkları sebebiyle Allah’ın gazabına uğradılar. Nitekim Kur’an şöyle buyurmaktadır: “... Allah’ın gazabına uğradılar... ” [45] Bu kader değişikliği, onların amel değişikliğinden kaynaklanmıştır. Yahudi din adamları Tevrat’ın semavi kanunlarını tahrif ettiler: “Kelimeleri değiştirirler. ” [46] Zengin ve tüccarları da faiz ve haram yiyerek lükse daldılar. “Faiz almaları... ” [47] Halk da cihad ve savaşa davet karşısında rahatlarına düşkünlük ve korku sebebiyle mukaddes topraklara girmekten ve savaş meydanlarına gitmekten çekindiler, “Savaşacak halimiz yok” dediler. Sen ve Rabbin gidin savaşın, biz burda oturacağız. ” [48] İşte bu sapıklıkları karşısında Allah onları izzet ve fazilet zirvesinden, zillet ve aşağılığa düçar kıldı. Biz de her namazda gazaba uğrayanlardan olmamayı diliyoruz. “Gazaba uğrayanlardan değil” Yani ne semavi ayetleri tahrif edenlerden, ne faiz yiyenlerden ve ne de hak yolunda savaşmaktan kaçınanlardan olmayalım. Hakeza sapıklardan da olmayalım. Hak yolu terk edip batıla yönelenlerden de olmayalım. Din ve inançlarda aşırılığa giderek ifrata düşenlerden, kendisinin veya başkalarının heva ve heveslerine uyanlardan da olmayalım. [49]

İnsan Allah’ın nimetine ve lütfüne uğrayanların yolunda olursa sadece sapmamakla kalmaz, zalimlere yar ve yardımcı da olmaz. [50] Namaz kılan insan bu surenin sonunda Allah’ın enbiya, şuheda ve salihlerine, onların gittiği yola karşı bir aşk besler, tarihin sapıklarından ve gazaba uğrayanlardan da uzak durur. Bu da tevella ve teberranın (Allah için dost ve düşmanlığın) en açık kıstası ve örneğidir. [51]

Mesajlar ve Nükteler

1- İnsan terbiyede bir örneğe ihtiyaç duyar. Nebiler, şehitler ve salihler de insani güzellik örnekleridir.

2- Allah’tan insana ulaşan her ne varsa hayırdır. Kötülüğü biz kendimiz vücuda getirmekteyiz. [52]

3- Her namazda gazaba uğrayanlar ve sapıklara nefretini ilan etmek, İslam toplumuna onların sultası ve hakimiyeti karşısında direnç vermektedir. Kur’an şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Allah'ın gazabına uğramış milletin velayetini (hakimiyetini) kabul etmeyin” [53]

4- Sapıklardan nefret etmek, inançlarında aşırılığa düşenlere, heva ve heveslerine uyanlara... nefret ve kinini ilan etmektir.

ABNA.İR

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Hakeza 7 sayısı; göğün katları, haftanın günleri, tavaf sayısı, Merve ve Safa arasında say etmek ve şeytanı taşlama sayısıdır.

[2] Nuh suresi, 41. ayet

[3] Neml suresi, 30. ayet

[4] Tefsir-i Burhan c. 1, s. 43

[5] Müsned-i Ahmed c. 3, s. 177 ve c. 4, s. 85

[6] Müstedrek-i Hakim c. 3, s. 233

[7] Sünen-i Beyhaki c. 2, s. 50

[8] Mecme’ul Beyan ve Fahr-u Razi, ilgili ayetin tefsirinde

[9] Hatta işe başlarken Allah adıyla birlikte Muhammed (s.a.a) adının anılması bile yasaktır. İsbat’ul-Huda c. 7, s. 482

[10] “Allah’ın zatının dışında her şey yok olacaktır. ” Kasas suresi, 88

[11] Kur’an’da Allah için yüz isim zikredilmiştir ki Allah ismi en kapsamlı olanıdır.

[12] “Rahman” Allah’ın özel ismidir. Rahmeti geniş kimse demektir. Başkalarının ya rahmeti yoktur, ya da rahmeti geniş değildir. Ya da dünyevi veya uhrevi bir beklentileri vardır. Bir şey bağışlıyorlarsa bir beklentileri vardır. Ot verirler, süt sağmak için.

[13] Şuara suresi, 24. ayet

[14] Enam suresi, 164. ayet

[15] Taha suresi, 50. ayet

[16] Araf suresi, 55. ayet

[17] Tefsir-u Etyeb’il-Beyan

[18] En’am suresi, 54. ayet

[19] A’raf suresi, 156. ayet

[20] Enbiya suresi, 107. ayet

[21] Rahman suresi, 1-2. ayetler

[22] Zümer suresi, 3. ayet

[23] Zariyat suresi, 12. ayet

[24] İnfitar suresi, 18-19. ayetler

[25] Bakara suresi, 166. ayet

[26] Müminun suresi, 101. ayet

[27] Şuara suresi, 88. ayet

[28] Mümtehine suresi, 3. ayet

[29] Hicr suresi, 49-50. ayetler

[30] Mümin suresi, 3. ayet

[31] Ali imran suresi, 26. ayet

[32] Yaratılış düzeninde çok değerli ve çeşitli sebeplerden istifade etmekteyiz. Ama her iş, sebep ve vesilenin senin elinde olduğunu biliyoruz. Sensin sebep yapan, sensin sebep yıkan, bir şeyi sebep ve vesile karar kılmışsan ve sen onun eserini alabilirsin.

[33] Meryem suresi, 93. ayet

[34] Furkan suresi, 43. ayet

[35] Sırat aynı zamanda bütün insanların üzerinden geçeceği kıyametteki köprünün adıdır.

[36] Taha suresi, 50. ayet

[37] En’am suresi, 161. ayet

[38] A’raf suresi, 31. ayet

[39] İsra suresi, 29. ayet

[40] Furkan suresi, 67. ayet

[41] İsra suresi, 110. ayet

[42] Allah-u Teala Nisa suresi 69 ile Meryem suresi 58. ayette ilahi nimete erdirilen kimseleri zikretmektedir: “Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse, işte onlar Allah'ın nimetine eriştirdiği peygamberlerle, dosdoğru olanlar, şehitler ve iyilerle berâberdirler. ”

[43] Kur’an’da bir çok ayette sapıkların ve gazaba uğrayanların özellikler ve örnekleri zikredilmiştir. Örnek olarak şu ayetlere teveccüh ediniz.

· Allah’a su-i zanda bulunanlar, müşrikler ve kafirler. (Nisa suresi, 116. ayet ve Fetih suresi, 6. ayet)

· İlahi Peygamberleri öldürenler ve ilahi ayetlere küfredenler. (Bakara suresi, 61. ayet)

· Hakka davet karşısında isyan eden Ehl-i Kitap. (Al-i İmran suresi, 110-112. ayetler)

· Cihattan kaçanlar. (Enfal suresi, 16. ayet)

· İmanı küfre değiştirenler ve küfrü kabul edenler (Bakara suresi, 108. ayet ve Nahl suresi, 106. ayet)

· Allah’ın düşmanlarıyla dost olanlar ve onlarla ilişki kuranlar. (Mümtehine suresi, 1. ayet)

[44] Bakara suresi, 47. ayet

[45] Bakara suresi, 61. ayet

[46] Nisa suresi, 46. ayet

[47] Nisa suresi, 161. ayet

[48] Maide suresi, 24. ayet

[49] Kur’an Maide 77. ayette şöyle buyuruyor: “Ey Kitab ehli! Haksız olarak dininizde taşkınlık etmeyin. Daha önce sapıtan, çoğunu saptıran ve doğru yoldan ayrılan bir milletin heveslerine uymayın”

[50] Kasas suresi, 17. ayet

[51] Hamd suresi İslami inançlar mecmuası olduğu halde teberriyi de zikretmektedir.

[52] Kur’an her zaman af ve lütfünü azab ve gazaba tercih etmektedir. Örneğin nimetler hakkında “enamte” (nimet verdiğin) kelimesi kullanılmışken, azab hakkında “gazabtu” (gazab ettiğin) kelimesini kullanmamıştır.

[53] Mümtehine suresi, 13. ayet

Ayetullah Muhsin Kıraati

Seyyid Hasan Nasrullah :İran ve Lübnan Siyonist Rejim’in her türlü saldırısına hazırlıklıdırlar cevap vermekte gecikmeyecekler.

İsrail’in her noktası bizim füzelerimizin menzillerindedir. Askerlerimize “El-Celil’e girmeye hazır olun” emrini verdik.

Siyonist Rejim mutlak bir şerdir.

İlk etapta füzelerin yerini bulup bombalamak ve ardından savaşmak istiyor. Ama füzelerimiz onların ilk hamlesinde hareket etmek üzere ayarlandı. Yani ilk hamlelerinde füzelerimiz milyonlarca siyonisti cehenneme gönderebilir.

Bizim kimyasal silahımız yok. Zaten ihtiyacımız da yok.dinimiz de bu silahları kullanmaya izin vermiyor.

Siyonist rejim şunu iyi bil sin ki; saldırırsa savunmakla yetinmeyeceğiz!

Nasrullah Suriye hakkında şöyle dedi:

Suriye olayı diğer Arap ülkelerinden farklıdır. Olayların yaşandığı ilk hafta Suriye’ye gidip, Beşar Esad ile görüştüm. Eleştirileri kabul edip, değişmeye ve muhaliflerle konuşup uzlaşmaya hazır olduğunu söyledi. Uzlaşmaya yanaşmayan muhaliflerdi.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah'ın bugün yaptığı konuşmasından(Suriye ile alakalı) bazı satır başları 

*) Öncelikle Hizbullah ve İran; Suriye'de reformların yapılmasına destek vermektedir. Beşar Esad ve Suriye hükümeti bunu kabul etti, Fakat Muhalifler bunu kabul etmeyerek terör olaylarına yöneldiler,bu doğru değildir !

*) Suriyeli muhalifler terör olayları ile yıkım ve savaşı seçtiler.

*) Reform konusunda Beşar Esad bizzat isteklidir; fakat muhatap bulamamaktadır.

*) Suriye Devleti Anti emperyalisttir, yıllar boyu bunu kanıtladılar! Tunus, Mısır, Bahreyn Devrimleri halk yanlısıdır. Amerika ve İsrail'e karşıdır. Halkın desteğini almış devrimlerdir. Suriye ile bu devrimleri aynı kefeye koyamayız, Suriye farklıdır.

*) Suriye'ye para ve Asker gönderdiğim konuları asparagastır, Hizbullah Suriye'de diyalogtan başka bir çözümü desteklememektedir. Bu işi aramızda diyalog oluşturarak çözmeliyiz.

*) Şu anda Suriye'de olan karışıklıktan en çok sevinci duyan; Amerika ve İsrail’dir. Direnişin kalelerinden olan Suriye yorgun ve bitkin düşmektedir.

*) Biz aynısını Irak savaşında da söyledik. Saddam ve muhalifler diyaloga otursun dedik dinlemediler, sonuç ortada; Amerikan işgaline zemin hazırlandı.

*) Amerika Suriye'de olayların bitmesini asla istemiyor, böyle devam etmesi kendilerini mutlu eder.

*) Maalesef bazı Amerika-İsrail destekli muhalif gruplar çözümü tıkamakta ve Suriye'yi felakete sürüklemektedir.

 

Çarşamba, 05 Eylül 2012 04:00

"Düşmanın füze kalkanlarını yok ederiz"

İran Hatem-ul Enbiya –s- Karargahı Komutanı General Pilot Ferzad İsmaili düşmanın saldırısı durumunda bölgede konuşlandırdığı tüm füze kalkan sistemlerini imha edeceklerini vurguladı.

FHA'nın haberine göre İran Hava Savunma Günü dolaysıyla bir basın toplantısı düzenleyen Hatem-ul Enbiya –s- Karargahı Komutanı General Pilot İsmaili, İran'ın kendini savunmak için bölge ülkelerine ihtiyacı olmadığını belirtti.

 ABD ve İsrail'in komşu devletlerde ve diğer bazı bölge ülkelerinde konuşlandırılan füze savunma sistemlerine işaret eden General İsmaili bu tür sistemlerin aslında bize saldırmak isteyen ülkelerin kendi güvenliğine tehdit oluşturduğunu kaydetti.

 General İsmaili İran'ın Türkiye'ye veya başka ülkelere saldırma niyetinde olmadığını, çünkü böyle bir kararın İran'ın savunma doktrinine aykırı olduğunu vurguladı. 

Söz konusu füze savunma sistemlerinin aslında psikolojik savaş operasyonlarının bir parçası olduğunu vurgulayan İsmaili, düşmanın saldırısı durumunda bölgede konuşlandırdığı tüm füze kalkan sistemlerini imha edeceklerini vurguladı.

 

 Türkiye'nin Suriye muhalefetiyle ilişkisine işaret eden İslami İran Dışişleri Bakanı, İran ve Türkiye'nin yardımlaşarak muhalefeti Şam ile ön şartsız müzakerelere teşvik etmeleri gerektiğini söyledi.

MHA'nın haberine göre İslami İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi El'alem haber kanalına verdiği demeçte Türkiye'nin Suriyeli muhalifler ile ilişkisi ayrıca İran'ın bazı Suriyeli muhalefet ile olan bağlarının dikkate alındığında, İran ve Türkiye'nin yardımlaşarak muhalefeti Şam ile ön şartsız müzakerelere teşvik etmeleri gerektiğini söyledi.

İran Dışişleri bakanı Ali Ekber Salihi, Suriye konusunda Türkiyeli yetkililer ile sürekli görüşme halinde olduklarını açıklarken, bu krizi, Suriye milleti hakları ve milli egemenliğin korunacak şekilde ayrıca bağımsız ülkelerin içişlerine müdahale edilmemesi ilkesine göre çözümlenebileceğini umut etti.

Ali Ekber Salihi Suriye'de muhalefete silah sağlanmasının kesilmesi gerektiğine vurgu yaparken, uçuşa yasak bölge ilan edilmesinin kesinlikle kabul edilemeyeceğini belirtti.

Salihi sözlerinin devamında Tahran'ın Suriye'de iki taraf arasında ateşkesin sağlanmasını, ölümlerin bir an önce durdurulması ve insani yardım akışının sağlanmasının, böylece Suriye halkının acısını azaltmak istediklerini belirtti.

İran Dışişleri bakanı Ali Ekber Salihi ayrıca İran ve Mısır ilişkilerinin iyileşmesi konusunda iyimser olduğunu, Mısır dışişleri bakanlığında bir çok çalışanının, kendi dostlarından olduğunu, daha önce onlarla teamül içinde olduklarını ve uluslar arası toplumlardan onları tanıdıklarını söyledi. Salihi iki ülke ilişkilerinin tekrar canlanması hakkında da her iki tarafın Mısır ve İran milletlerin çıkarları doğrultusunda, mevcut ilişkileri derinleştirerek güçlendirilmesi gerektiğin ifade etti.

İslami İran dışişleri bakanı Mısır cumhurbaşkanı Muhammed Mursi'nin Tahran oturumunda olumsuz görüşlere sahip olduğuna dair haberler konusunda da, mevcut olaylarla ilgili görüş farklılığının doğal bir olay olduğunu, Mısır cumhurbaşkanının Bağlantısızlar Hareketi tribününden görüşlerini belirttiğini, tüm üye ülkelerin kendi görüşlerini ve onları savunduğunu söyledi.

Salihi, Bahreyn gelişmeleri ile ilgili olarak da Tahran'ın bu ülkede istikrar ve güvenliğin sağlanması gerektiğini, Bahreyn milli hakimiyetini resmen tanıdığını ve diplomatik ilişkilerin hala devam ettiğini ifade etti.

İslami İran dışişleri bakanı Tahran'da Bağlantısızlar Hareketi zirve oturumunun başarılı bir şekilde gerçekleşmesine işaretle, bu toplantının büyük bir siyasi arena olduğunu, Batılıların ise bu toplantının gerçekleşmesini engellemeye çalıştığını veya düzenlenmesi halinde gereken üyelerin katılmasını engellemeye çalıştıklarını ifade ederken; günümüz dünyasının eskisi gibi olmadığını ve gerçeklerin ise hile ile kapatılamayacağını söyledi.

 

Son günlerde basında çıkan İranlı ajanlarla ilgili haberler, idari yetkililerin bile tepkisini çekti. Iğdır valiliği, basının abartılı tutumunu eleştirdi. Ancak dinleyen kim….

Son günlerde gerek yazılı gerekse görsel basında çıkan bu tür provakatif ve spekülasyon haberlerle ilgili olarak İğdır Valiliği bir açıklama yaptı.

IĞDIR Valiliği'nce yapılan açıklamada, İranlı ajanlar konusunda medyada abartılı ve mesnetsiz ifadeler kullanıldığı bildirildi.

İşte valiliğin yaptığı açıklama:

IĞDIR Valiliği tarafından yapılan açıklamada, İranlı ajanlar konusunda medyada abartılı ve mesnetsiz ifadeler kullanıldığı bildirildi.

Iğdır’da 19 Ağustos günü yapılan operasyonda ellerinde dijital veri kaydedici cihazlarla yakalanan 2’si İranlı 3 kişinin tutuklanmasının ardından 28 Ağustos’ta 9 Türk vatandaşına yönelik operasyon yapıldığına işaret eden valilik, basın açıklamasında, ’Yakalanan şahıslarla ilgili olarak basında çıkan haberlerde, gerek mezhep gerekse etnik köken yönüyle bir seçicilik yapıldığına dair gerçek dışı ve abartılı ifadelerin yer aldığı görülmüştür.

Konuyla ilgili yürütülen soruşturma kapsamında şahıslardan elde edilen materyallerin incelenmesi neticesinde devletin güvenliğine ilişkin verileri kullanan kişiler hakkında bilgiler elde edilmiştir. Bilgileri kullandığı tespit edilen 9 Türk vatandaşına yönelik olarak 28 Ağustos’ta eş zamanlı operasyonel çalışma neticesinde yakalanarak gözaltına alınmıştır.

Yakalanan şahıslar 31 Ağustos günü Erzurum Cumhuriyet başsavcılığına çıkarılmış, cumhuriyet başsavcılığındaki sorgusundan sonra 1 şahıs serbest bırakılmış 8 şahıs tutuklanma talebi ile mahkemeye sevk edilmiştir. Şahısların mahkemedeki sorgulamaları sonucunda 7 şahıs tutuklanmış, 1 şahıs serbest bırakılmıştır. Sonuç olarak; basında yer alan haberlerin etnik yapı ve mezhep yönüyle gerçeği yansıtmadığı ve mesnetsiz olduğu hususları kamuoyunun bilgisine sunulur.’ denildi.

Iğdır Şiileri ajan ha! 

Iğdır’da geçen yıl iki İranlı, Askeri, Ticari ve Kamu binaları ile ilgili bilgi topladıkları gerekçesiyle tutuklanır. Yapılan sorgu ve araştırma neticesinde onlarla bağlantılı olarak Ağrı, Van, Kocaeli ve Iğdır’da mukim 9 kişi daha tutuklanıp Adliye’ye sevk edilir. Bu şahıslardan ikisi serbest bırakılırken 7’si tutuklanır… Tam teferruat poliste ve savcılarda saklıdır. Mahiyet nedir bilmiyoruz, Iğdır valiliği veya emniyet, savcılık açıklama yaptıkça kamuoyu da bilgilenecek…

Haberin özü bir kenara bırakılarak; Yalan yazıldı. 

Yalan şu: “ Muhbirler genellikle Iğdır ve çevresinde yaşayan Caferiler’den seçiliyor. Caferilerle İranlılar arasında mezhepsel bir bağ bulunması nedeniyle bu yönde bir tercihte bulunulduğu aktarılıyor. İran'ın, Kum kentine eğitim almaya giden Türkiye vatandaşlarından ajan devşirdiği ifade ediliyor”

Gazetenin yaptığı şu alçaklığa bakın hele: “Muhbirler genellikle Iğdır ve çevresinde yaşayan Caferiler’den seçiliyor. Caferilerle İranlılar arasında mezhepsel bir bağ bulunması nedeniyle bu yönde bir tercihte bulunulduğu aktarılıyor.”

KONU İLE İLGİLİ YAZININ DEVAMI İÇİN TIKLAYINIZ...

http://www.rasthaber.com/yazar_13629_491_igdir-siileri-ajan-ha.html

 

Pazartesi, 03 Eylül 2012 05:00

Endonezya

Güneydoğu Asya'da yer alan dünya'nın en kalabalık Müslüman (200 Milyon) ülkesidir. Hollanda'nın geçmiş sömürgelerinden biridir. 17 Ağustos 1945 yılında bağımsızlığını kazanmıştır.

17.000 adadan oluşan ülke dünyanın en büyük takımada devletidir. Aynı zamanda ASEAN ve İKÖ üyesidir.

Endonezyalı gemiciler milattan sonra birinci yüzyılın başlarında Afrika'nın doğu kıyılarına ticaret seferleri düzenlemiş olabilirler.

Endonezya Güney Doğu Asya’da bir devlet. Endonezya, Ekvator üzerinde Sumatra Adasından, Avustralya’ya kadar uzanan adalar topluluğu üzerinde kurulmuştur. Batı ve güneyden Hint Okyanusu, kuzeyden Güney Çin Denizi, kuzey doğudan Büyük Okyanus ile çevrili, 5’i büyük, 300’ü orta büyüklükte, kalanları çok küçük adacıklar olmak üzere toplam 13.677 adadan müteşekkildir.

17.508 adadan oluşan ülke dünyanın en büyük takımada devletidir. Aynı zamanda D–8, ASEAN ve İKÖ üyesidir.

Komşuları

Papua Yeni Gine, Doğu Timor ve Malezya'dır.

Başkenti Java adasındaki Jakarta şehridir.

Endonezya ismini, şu anki dünyada tanılan ismi altında, Hindistan´ın latince ismi; Indus ve yunancada ada kelimesinin; nesos, birleşiminden almıştır. Şu anki Endonezya topraklarının tamamı yaklasık 450 yıl Hollanda´nın bir sömürgesi olmuştur ve bu devirde Hollanda´da ve diğer Avrupa ülkelerinde bu Yunan - Latin tabiri ile adlandırılmıştır. Ayrıca Endonezya yanardağların patladığı, tsunami ve depremlerin bolca yaşandığı bir ülkedir. Endonezya halkının çoğunluğu Müslümandır. Dünyanın Müslüman devletleri açısından en kalabalık nüfusuna sahiptir. Nüfusun %97'si Müslüman, geri kalanı Hindu ve Hristiyan'dır. Ülkeye içki ve domuz eti sokmak yasaktır, hatta inek eti de yasaklanmıştır, ancak Hindu ve Hristiyan halkların istekleri üzerine getirilebilmektedir. Türkiye ile ilişkileri gelişmiştir.

Tarihi

Endonezya’nın tarihi hakkında bilinen en eski bilgiler, 4-5 bin yıl kadar önce, Malaysia’dan halkın gelip yerleştikleri hakkındadır. Eski çağlardan beri ülkenin üzerinde bulunduğu adaların deniz ticaretinde ehemmiyeti çok büyük olmuştur. Bu sebepten, halk genellikle denizci veya tüccardı. Tarih çağlarında ülke, Çin, Hindistan, İran ve Bizans İmparatorluğunun deniz ticâret yolu idi. Hâlen bu özelliğini muhafaza etmektedir. Eski çağlarda ticâret gemileri buraya uğrar, baharat, reçine ve değerli kereste alırlardı. Ticâretteki bu ehemmiyeti sebebiyle, dünyânın çeşitli yerlerinden Endonezya’ya gelip yerleşen insanlar ülkede yeni fikir ve geleneklerin yerleşmesine sebep olmuşlardı. Bu devirlerde ülkede aşîret idâreleri krallık hâline geldi. Öyle ki her ada ayrı bir krallıktı. Yedinci ve on üçüncü asırlara kadar bölgenin en güçlü krallıkları, Sumatra ve Java krallıkları idi. Güçlü olmalarının bir neticesi olarak da bölge ticâretine hâkimdiler. On ikinci ve on beşinci asırlarda Hindistan ve Malaysia’dan ticâret için buraya gelen Müslüman tâcirler hak din olan İslâmiyetin yayılmasına vesile olmuşlardı. Halk İslâmiyeti hiçbir zorlama olmaksızın kabul edip benimsemişti. Bundan dolayı da İslâmiyet, Endonezya’da süratle yayıldı.

Endonezya Coğrafi Yapısı

Endonezya’nın üzerinde bulunduğu adalardan büyük olan beş tanesi, Sumatra, Borneo, Java, Celebes ve Yeni Gine’dir. Yeni Gine Adasının Endonezya’ya âit olan batı kısmına İrian Barat adı verilir. Borneo Adasının Endonezya’ya âit olan kısmına ise Kalımantan adı verilir. Sumatra, Borneo, Java ve Celebes adalarına Büyük Sonda Adaları; Bali, Lombok, Sumba, Sumbawa, Flores, Timor vb. gibi orta büyüklükteki adalara Küçük Sonda Adaları; Buru, Ceram, Halmehera vb. adalara ise Moluk Adaları ismi verilir. Adalar arasında çeşitli iç denizler mevcuttur. İç denizlerle beraber yüzölçümü yaklaşık 5.000.000 km2 olan Endonezya’nın kara parçalarının toplam yüzölçümü ise 1.919.443 km2dir. İç denizleri, Java, Sunda, Banda, Flores, Celebes ve Moluk denizleridir. Adaları birbirinden ayıran deniz ve boğazların önemli özellikleri derin olmalarıdır.

Endonezya genel yapı îtibâriyle volkanik adalardan müteşekkildir. Çoğu sönmüş vaziyette yaklaşık 150 civarında volkan bulunmaktadır. Ülke Ekvator çizgisi üzerindedir. Büyük adalardan olan Sumatra ülkenin batısında olup, Malakka Boğazı ile Asya kıtasından, kuzey batı, güney doğu doğrultusunda, güney doğuda Sonda Boğazı ile Java Adasından ayrılmıştır. Birmanya’daki sıradağların bir uzantısı Sumatra Adasının batı kıyılarında devam eder. Bu sıradağlar sönmüş ve halen faaliyette bulunan pekçok volkandan müteşekkildir. 3000 m’yi aşan yüksekliklere sâhip bu dağ silsilesinin kuzeyinde geniş ve verimli vâdiler, büyük göller bulunur. Adanın doğu kesimleri, düz ve basık olan ovalıktır. Bataklıklar doğu sahillerinde oldukça geniş yer kaplar. Büyük ırmaklara sâhiptir. Java Adası, Sumatra ile Küçük Sonda adalar dizisinin en batısındaki Bali Adası arasında batı doğu istikametinde yer alır. Yaklaşık 1000 km boyunda ve 200 km eninde olan bu adada ekvatora paralel sıradağlar vardır. Bu sıradağlar, güneye daha yakın olup, üzerinde çok sayıda, bâzıları hâlen tütmekte olan volkanlar mevcuttur. Adanın kuzeyi düz ovalı olmasına rağmen güney kıyıları yüksektir. Güney de deniz dibi fazla kayalık değildir. Bu da gemilerin adanın güney kıyılarına rahatlıkla yaklaşmalarını sağlamaktadır. Bu sebepten limanlar güneyde kuzey kıyılarına nisbeten daha çoktur. Java Adasının doğusunda yer alan orta büyüklükteki adalar topluluğu olan Küçük Sonda Adaları da fizikî yapı îtibâriyle diğer Sumatra ve Java Adalarından pek farklı yapıya sâhip değildir. Topluluğu meydana getiren adaların hepsi volkanik olup, kıyıları düz ovalıktır. İrian Barat denilen Yeni Gine’nin Endonezya’ya âit batı kısımları da fizikî yapı olarak pek fazla değişmez. Bradjamusti Sıradağları, bölgenin ortasında batı doğu doğrultusunda yer alır.

Güney kısmı verimli ovalarla kaplı olan bölgenin kuzeyinde orta kesimlerindekine nazaran daha alçak olan sıradağlar, paralel olarak yer alır. Bu iki dağ silsilesi arada yer alan ova ile birbirinden ayrılır. Her iki sıradağlardan inen çok sayıdaki ırmak tarafından sulanan ova oldukça verimlidir. Yeni Gine Adasının batı kısmı olan bu bölgenin ortasındaki Bradjamusti Sıradağlarında yer alan Carstenz Tepesi 5050 m ile ülkenin de en yüksek noktasıdır. Yeni Gine ve Celebes adaları arasında yer alan pekçok ada ve adacıktan müteşekkil olan Moluk Adaları da dağlıktır.

Kıyıları çok girintili çıkıntılı, aynı oranda kayalık olan adalar gemilerin yanaşmasına müsait olmadığı halde bâzı yerler gemiler için iyi bir barınak vazifesi görmektedirler. Celebes Adası, adanın tam ortasındaki dağların dört farklı yöne açılması ile bir ahtapot görünümü arzetmektedir. Dört yarımadanın arasında kalan üç körfez de derin ve oldukça geniştir. Dağların en yüksek noktası 3840 m ile Latimodjang Tepesidir. Celebes Adası yakınlarında pekçok küçük adacıklar mevcuttur. Endonezya’yı meydana getiren adaların en büyüğü Borneo’dur. Bu ada siyasî bakımdan üç bölgedir. Kuzeyde ve kuzey batıda Malaysia’ya bağlı Sarawak ve Sabah bölgeleri ve bu iki bölge arasında kalan bağımsız Brunei Devleti ile bu bölgelerin dışında kalan, adanın orta ve güney kısmını teşkil eden Endonezya’ya bağlı Kalimantan adı verilen bölgedir. Güney-batı, kuzey doğu istikametinde, Endonezya, Malaysia sınırının bir kısmında dağlar uzanır. Kalan geniş kısımları düz ovalık, kıyı kesimleri ise bataklıktır. Genellikle alçak ve bataklık olan kıyılarında gemilerin yanaşmasına elverişli pekçok körfez vardır.

Önemli akarsuları ülkenin büyük adalarında bulunmaktadır. Sumatra Adasındaki ırmaklar, Musi, Kampar, Rokar ve Hari’dir. İrian Barat bölgesindeki en önemli akarsu ise adanın ortasındaki sıradağlardan çıkıp, kuzeyde Büyük Okyanusa dökülen Mamberamo Irmağıdır. Borneo Adasının Endonezya’ya âit kısmı olan Kalimantan bölgesindeki en önemli akarsuları ise, Kayan, Mahakam, Barito ve Kapuas ırmaklarıdır. Ülkenin en önemli gölleri ise Sumatra Adasının kuzeyinde yer alan Toba Gölü, Celebes Adasındaki Towuti ve Poso gölleri ile Kalimantan bölgesindeki Semajang ve Djempang gölleridir.

Avrupa’nın sömürgecilik zihniyeti, Endonezya’yı 1511 senesinde yakaladı. Bu sene Portekiz Malakka’yı işgal etti. Bundan sonra İspanya, Hollanda ve İngilizler ülkeyi istilâ ettiler. Bu devletler Endonezya’yı sömürmenin yanısıra Hindistan’ı da sömürgelerine katmak için üs olarak kullanmakta idiler. On altıncı asrın sonlarında Hollandalılar, Doğu Hindistan, Java ve Moluk’da kurdukları şirketlerle bölge ticâretini ele geçirdiler. Bunun yanı sıra Cakarta’ya üs kurmalarıyla Hollanda’nın bölgedeki nüfusu arttı. Diğer sömürgeci devletlerin anlaşmaları neticesinde 18. asrın sonlarında Hollanda ülkeyi tam mânâsıyla tek başına ve insafsızca kendi menfaatine kullanmaya başladı. 1900’lü senelerin başlarından îtibâren gün geçtikçe antiemperyalist fikirlerin kuvvetlenmesi sonucu Hollanda sömürgeciliğine karşı, milliyetçilik ve bağımsızlık mücadelesi fiilen başladı. Bu mücâdelenin önde gelen liderlerinden Ahmed Sukarno 1927’de kurulan Milliyetçi Partinin başkanı oldu. Endonezya halkının başlattıkları ve her geçen gün kuvvet kazanan bağımsızlık mücâdelesi karşısında Hollanda endişeye düştü. Halk tamâmen Hollandalı sömürgecilerin menfaatleri doğrultusunda yönetilmekteydi. Milliyetçilik ve bağımsızlık hareketlerini yatıştırmak ve sömürgeciliğini devam ettirmek için Hollanda siyâsî bir oyun olarak yerli halka idârede kısmen iştirak hakkı tanıdı. Bu oyuna kanmayıp tam bir bağımsızlık isteyen halkın mücâdelesi çok kanlı bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Mücâdelenin liderlerinden Ahmed Sukarno ve arkadaşları yakalanarak sürgüne gönderildi. İkinci Dünyâ Savaşında Japonya, Endonezya’yı işgal etti. Siyâsî olarak Japonlar ülke halkının Hollandalılara karşı yaptıkları bağımsızlık mücâdelesini desteklediler. Japonlar, milliyetçilerin hükümet kurmalarına müsaade etti.

17 Ağustos 1945’te Japonların teslim olmalarıyla Endonezya’da Ahmed Sukarno başkanlığında bir hükümet kurularak bağımsızlıklarını îlân ettiler. Hollanda, Endonezya’nın bağımsızlığını tanımadı. Endonezya ve Hollanda arasında bu sebepten başlayan mücâdele, Endonezya’nın zaferiyle neticelendi. Hollanda, “Endonezya, Birleşik Devletleri”‌ni resmen tanımak zorunda kaldı.

1950 senesinde devletin adı “Endonezya Cumhûriyeti”‌ olarak değiştirildi. Ülkenin kurulu olduğu adalardan Yeni Gine Hollandalıların elinde kaldı. Endonezya ancak 1962 senesinde adanın batı kısmını Hollandalılardan kurtardı. Çin ve Rusya bütün antikomünist ülkelerde yaptıkları gibi, genç Endonezya Cumhûriyetini de yıkıcı ve bölücü faaliyetlerle kendi sömürgeleri, peykleri hâline getirmeye çalıştılar. Ülke idâresini ellerine geçirmek için hükümet darbesi girişiminde bulundular. 1965 senesinde vuku bulan bu ayaklanma kanlı bir iç savaşa sebep oldu. 1.000.000 civârında insanın öldüğü iç savaşta komünistler, milliyetçiler ve ordu tarafından bertaraf edildi. Devletin kuruluşundan îtibâren meydana gelen hâdiselerde oldukça yıpranan Ahmed Sukarno iktidarı, 1967’de General Suharto tarafından yapılan hükümet darbesi ile son buldu. Darbe sonunda başa geçen General Suharto daha sonra yapılan seçimleri de kazandı. 1982’de Sebker seçimleri kazandı. 1983’te Suharto dördüncü defa 10 Mart 1988’de beşinci defa başkan seçildi.