
کارگر
''Batının sansasyonel haberleri Tahran zirvesini daha önemli kılıyor''
İslami İran'ın BMT daimi temsilcisi, BMT ardından bölge ötesi en büyük teşkilat olan Bağlantısızlar Hareketi Tahran zirve oturumu ile ilgili batı medyasının sansasyonel haberlerinin Tahran oturumu önemini daha da arttırdığını belirtti.
İRNA'nın verdiği habere göre İslami İran BMT daimi temsilcisi Muhammed Hazai, Washington Post gazetesinin Bağlantısızlar Hareketi Tahran zirve toplantısı ile ilgili çirkin baş makalesine tepki olarak, teşkilata üye onlarca ülke liderinin bu toplantıya katılmaya hazır olduklarını belirtmesinin, bu olayın önemi ve Bağlantısızlar Hareketi hedeflerini gerçekleştirmek için üye ülkelerin ciddi iradesinin göstergesi olduğunu ifade etti. Washington Post gazetesi yayınladığı çirkin başmakalesinde Bağlantısızlar Hareketi Tahran zirve oturumunu ' faydasız eğlenceli kulüp' olarak yorumlamıştı. İslami İran BMT daimi temsilcisi Muhammed Hazai, benzer çirkin ve saçma unvanların kullanılmasını, bağlantısılar hareketinin önemini inkara yönelik boş çabalar olduğuna işaretle, bir çok BMT üyesinin de Bağlantısızlar Hareketine üye oldukları dolayısı ile bu hareketin önemi ve ektili rolünün inkar edilemeyeceğini sözlerine ekledi.
Alaeddin Brucerdi : Bağlantısızlar Hareketi zirvesi düşmanın yenilgisi
İran İslami şura meclisi dış siyaset ve milli güvenlik komisyonu başkanı, Bağlantısızlar Hareketi Tahran zirve oturumunun İran'a karşı yaptırımların yenilgisi sayıldığını belirtti.
İran İslami şura meclisi dış siyaset ve milli güvenlik komisyonu başkanı Alaeddin Brucerdi bugün muhabirimize yaptığı açıklamada Amerika'nın İran'a baskı uygulayarak İslam nizamını zayıflatmak için tüm gücünü kullanarak temelsiz bildiriler yayınladığı bir dönemde söz konusu oturumun Tahran'da düzenlenmesinin tüm bu çabaların yenilgisi ve İran'ın uluslar arası alandaki başarısının göstergesi olduğunu belirtti. Brucerdi Bağlantısızlar Hareketi zirve oturumunun Tahran'da düzenlenmesinden Siyonist rejimin şaşkınlık içinde telaşa kapıldığı, BMT genel sekreterinin toplantıya katılmaması için baskı uygulanmasının de bu paniklenmenin belirtisi olduğunu söyledi. İran İslami şura meclisi dış siyaset ve milli güvenlik komisyonu başkanı Alaeddin Brucerdi, Bağlantısızlar Hareketi'nin defalarca İran İslam cumhuriyeti nükleer çalışmalarının barışçıl olduğuna vurgu yapmasının, bu tutum Amerika'nın mantıksız ve yasadışı hareketleri ve girişimlerine karşı önemli bir girişim sayıldığını belirtti.
İmam Hamanei: "Emperyalist güçler İran'ı geri adım atmaya zorluyor"
İmam Hamanei direniş ekonomisinin özelliklerini sayarak, emperyalist güçlerin İran'ı geri adım atmaya zorlamaya çalıştığını söyledi.
İmam Hamanei, önceki perşembe günü sabah Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu'nu kabulünde, hükümetin önemli özelliklerini sıralayarak direniş ekonomisinin ülkede gelişme sürecinin devamı için gerekli olduğunu belirterek emperyalist güçlerin var imkânlarıyla İran'ı geri adım atmaya zorlamaya çalıştıkları ancak İran hükümetinin tüm imkânları kullanarak ilerlemeyi sürdürmek suretiyle düşmanların bu hayallerini suya düşürmesi gerektiğinin altını çizdi.
Yabancıların tüm plan ve hilelerinin hedefe ulaşmadığına değinen İslam inkılâbı rehberi, dünyada dayatıcı güçlerin düşmanlıktan vazgeçmedikleri ve her başarısızlığın ardından yeni kararlar ve girişimler peşine gittikleri dolaysıyla yetkililerin sürekli yeni tedbirler ve yöntemler düşünmesi gerektiğinin altını çizdi.
İmam Hamanei, zaaf noktalarının incelenip giderilmesi gerektiğine değinerek hükümetin önemli özellikleri hususunda: Ülkenin çeşitli bölgelerinde kapsamlı imar projelerinin gerçekleşmesi, ilim ve teknoloji alanındaki önemli gelişmeler, İran'ın dış siyaset ve uluslar arası meselelerle ilgili konumunun gelişmesi, ve hükümetin sade yaşama, israfa kaçan şatafatlı hayattan uzak durması, emperyalizmle mücadele, inkılapçı düşünceyle övünme ve halkla yakın irtibat içinde olmasının hükümetin olumlu ve bereket dolu sonuçlar getiren özellikleri sayıldığını belirtti.
İmam Hamanei , Amerika ile müstekbirlerin son yıllarda İran aleyhine düşmanca girişimlerinin artmasının nedenleri hususunda, İslam cumhuriyetinin ilerlemesi, inkılapçı sloganların canlanması, bölge milletlerinin önemli çaptaki uyanışı ile onların İran'ın bu milletler için model oluşturmasına engel olmak istemesini bu düşmanlıkların dört temel nedeni olduğunu söyledi.
Salihi: İran 'Bağlantısızlar Hareketi Zirvesi'nde çözüm planı sunacak
İran Dışişleri Bakanı Ali Ekber Salihi; İran’ın Suriye'yi destekleyen tutumunun ilkesel bir tutum olduğuna vurgu yaparak, ‘Suriye'nin İsrail'e karşı koymadaki direnişte temel dayanaklardan birini teşkil ettiğini’ söyledi.
İran televizyonunun 3. Kanalında bugün yayınlanan mülakatında Salihi; İran’ın ilkeli politikasının, direnişte temel dayanakları teşkil eden ülkeleri desteklemekten ibaret olduğunu söyledi.
İran’ın önümüzdeki hafta içinde Tahran’da düzenlenmesi beklenen Tarafsız Ülkeler Zirvesinde Suriye'deki krizin çözümü için bir plan tasarısı sunacağını ifade eden Salihi; bu planın karşı koyulması güç olan kabul edilebilir mantık ve realite temellerine dayandığını açıkladı.
Salihi; Suriye muhalefetinden büyük bir bölümün Tahran’da Suriye hükümetiyle diyalogu kabul etiğini belirtirken, Suriye hükümetinin de diyaloga katılmaya hazır olduğunu ilan ettiğine dikkat çekti. Tahran’ın Tarafsız Ülkeler Zirvesi ardından Suriye hükümeti ile muhalefet arasındaki diyalogdan umutlarını ifade eden Salihi; Tahran’ın bu konuda Mısır ile temaslarda bulunduğuna işaret etti.
İran Dışişleri Bakanı Salihi; İslam İşbirliği Örgütünün Suudi Arabistan’ın Mekke Kentinde düzenlediği zirvede Suriye konusunda görüş alışverişinde bulunduklarını ve geçen yıl boyunca yine bu konuda bir çok ülkeyle daimi olarak görüş alışverişinde bulunduklarını söyledi. Aynı zamanda Suriye muhalefetiyle de bağlantılarının bulunduğuna işaret eden Salihi; Suriye'deki sanal krize çözüm bulmak için önlemlerin alınması gereğini belirtti.
Amerika ve Siyonizm İle Yandaşlarının Hareketi Batıldır
Mübarek Ramazan ayının sonunda İran'ın başkenti Tahran ve diğer şehirlerde milyonluk kitlelerin katılımıyla Ramazan Bayramı namazı kılındı ve müslümanlar birbirlerinin bayramlarını kutladılar.
Tahran'daki bayram namazı İslam İnkılabı Rehberi İmam Seyyid Ali Hamenei'nin imametinde eda edildi.
İmam Hamenei namaz hutbesinde İslam dünyasındaki son gelişmelerin göz kamaştırıcı olduğunu belirterek İslam dünyasının gelecekteki çizgisini belirlemekte olan bu gelişmelerin aynı ahenkle süreceğini söyledi.
İnkılap Rehberi, Ramazan ayında oluşturulan manevi, etkili ve kalıcı atmosferin bir ganimet olarak korunmasını öğütlerken, tüm halk kesimleri ve özellikle de genç kuşağın bu ayda elde ettiği nurani birikimi Kur'an'a olan yakınlık ile iç ve dış şeytanlarla mücadeledeki katılımı sayesinde muhafaza etmesi gerektiğini vurguladı.
İmam Hamenei İran milletinin Dünya Kudüs Günü münasebetiyle düzenlediği dev yürüyüşleri 'kutlu bir eylem' olarak niteledi ve 'bu hareket İslam dünyasında büyük etkiler uyandıracaktır' dedi.
İslam İnkılabı Rehberi Kudüs Günü'nde diğer müslüman ulusların İran halkıyla uyum içerisinde hareket ettiğini hatırlatarak şöyle konuştu: 'Bu yıl özellikle uyanış sürecindeki müslüman halklar başta olmak üzere Filistin'i savunmak amacıyla daha yeni kitleler meydana çıktılar. İnşaallah bu yönelişler giderek artacaktır. Kudüs Günü yürüyüşleri İslam ümmetinin damarlarına taze kan katmaktadır. İslam düşmanlarının Filistin meselesini unutulmuşluğa terketme çabaları karşısında Kudüs Günü mitinglerinin gerçekleştirilmesi çok derin anlamlar içermektedir.'
İmam Hamenei konuşmasının sonunda dünyadaki gelişmeleri derinlemesine algılamak ve gelişmelerin analizinde yanılgıya düşmemek zaruretinin altını çizerken şunları söyledi: 'Her nerede Amerika, siyonizm ve zalim rejimlerin şefleri bir hareket başlatmışsa, o hareket ve o yön hiç kuşkusuz yanlış ve batıldır ve bu bağlamda dikkatli davranmak, analizdeki hataları önler.'
''Suriye fitnesi yayılırsa Suriye sınırlarının dışına çıkar!''
Medyaşafak'ın haberine göre Yeni kurulan El Meyadin TV muhabiri Gassan bin Cedu, İran İslam Cumhuriyeti Ulusal Yüksek Güvenlik Konseyi Başkanı Said Celili ile Suriye meselesi ve İran’ın Suriye tavrı üzerine konuştu. Aşağıda bu söyleşiyi okuyacaksınız.
Suriye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Şu anda Suriye’de ciddi bir kriz yaşanıyor. Kimileri olayların diktatörlük karşısında devrimci bir mahiyete sahip olduğunu iddia ederken, kimileri Suriye topraklarında icra edilen küresel komplo teorisi olduğunu söylüyor. İran Suriye’deki gelişmeleri nasıl değerlendiriyor?
Biz, mukavemetin ve mukavemeti himaye eden halk iradesinin desteklenmesi gerektiğine inanıyoruz. Mukavemet birtakım kazanımlara sahip olduysa bu ne sayesinde olmuştur? Özgür halk iradesine dayanmıyor muydu?
Ben Lübnan’a ilk kez İsrail’in Gazze saldırısı döneminde gittim. Bu gezi sırasında, Filistin halkının Gazze şeridinde İsrail’in saldırılarına hedef olurken, Hüsnü Mübarek yönetiminin abluka altındaki Filistin halkına su gönderilmesini dahi engellediğini gördüm ve duydum. Tabii öbür Arap yöneticilerin Mübarek yönetiminden farkı yoktu. O dönemde Suriye güçlü bir biçimde, iftiharla Filistin’i destekledi. Bu, oldukça önemli bir husustur.
Kofi Annan Tahran gezisi sırasında bana Suriye meselesinin çözümü noktasında ne düşündüğümü sordu. Ben de Suriye’de çözümün tek bir kelimede gizlendiğini söyledim: Demokrasi. Suriye halkına geleceklerini ve kaderlerini özgürce belirleme şansı tanınmalıydı. Demokrasiyi sağlamak, askerî saldırılarla ve ülke içine silahlı terörist gruplar göndermekle mümkün olmaz. Demokrasi ancak özgür halk iradesiyle sağlanabilir; egemen güçlerin ve para babalarının istekleriyle olmaz.
Dolayısıyla gerçek ortadadır. Suriye’de halka özgürce irade gösterme hakkı tanınmalıdır. Yaklaşık bir yıl önce farklı platformlarda birçok kez Suriye’de ülke sınırları dışından yapılan yabancı müdahalelerle bir sonuca varılamayacağını, çözümün ülke içinde aranması gerektiğini söyledim. Bütün dünya halkları gibi Suriye halkına da taleplerini ortaya koyma fırsatı verilmelidir. Yaklaşık bir yıldır dört maddelik bir çözüm önerisi sunuyoruz. Birinci madde, çatışmaların ve terörün durdurulması, ikincisi, ulusal müzakere sürecinin başlaması, üçüncüsü de tarafsız özgür seçimlerin yapılması. Suriye halkı yapılacak bu seçimde talebini ortaya koyacaktır. Kofi Annan’a planının güzel bir plan olduğunu ve Suriye’de huzuru ve güvenliği sağlayabileceğini söyledim. Ancak plana bir madde daha eklememiz gerektiğini de vurguladım: Suriye halkına talebini dile getirmesi, kimi istediğini belirlemesi için özgür seçim yapma hakkının tanınması maddesi.
Hâlihazırda Suriye’de terör tırmanışa geçti; şu anda Suriye’de demokrasiden ve ulusal müzakereden söz etmek imkânsız demek istiyorum. Şu an Suriye’de iç savaştan söz ediliyor. Suriye’de rejim ordusuyla bir tarafta, muhalifler de silahlı gruplarla birlikte başka bir tarafta yer alıyor. Ayrıca silahlı gruplara yabancı güçlerin yardım yaptığı da söyleniyor. Suudi Arabistan, Türkiye ve Katar muhaliflere silah sağladıklarını açıklıyorlar. Dolayısıyla şu anda müzakereden söz etmek mümkün görünmüyor. Hal böyleyken İran gelişmelerin neresinde duruyor?
Biz bu konuyu gündeme taşıyoruz. Kofi Annan’la bu konuda da görüştük; kendisine Suriye’de demokrasi isteniyorsa bunun yabancı müdahalelerle ve teröristlere silah ve mühimmat yardımıyla mümkün olamayacağını söyledim. Annan da bana demokrasi istediğini söyledi. Suriye’de çözüm aradıklarını iddia eden bazı ülkeler aslında ülkedeki asıl sorunu oluşturuyorlar. İslam dünyasının, Siyonist düşmana karşı yekvücut karşı koymasını ve İslam ümmetinin sahip olduğu potansiyellerden faydalanmasını istemeyen taraflar, Suriye halkının iradesini ve ülkedeki huzuru hedef aldılar. Neden Suriye halkına bu kadar baskı uygulanıyor? Bu intikamın sebebi ne? Suriye konusunda önemli eksenlerden birinin, hep birlikte Suriye halkının yarasını sarmak ve üzerindeki baskıları azaltmak olduğuna inanıyorum.
Kimi tarafların ve ülkelerin, sizin müzakere ve Suriyelilerin yarasını sarmak gibi sözlerinizle ikna olacaklarını sanmıyorum. Suriye’de yıkıcı bir çatışma var. Kimileri Suriye’de tek bir sesin hâkim olduğunu ve bu sesin rejimi yıkmayı ve Esad’ı devirmeyi haykırdığını söylüyor. Bazı ülkeler müdahalede bulunup muhaliflere silah yardımı yapıyorlar. Esad’ı desteklediğini ilan eden İran bu noktada nasıl bir yol izliyor?
Biz Suriye’nin mukavemetin sağlam kalesi olduğuna inanıyoruz. Bu bakımdan kimse Suriye halkını temsilen konuşamaz. Biz, Suriye’deki iktidara muhalif olan İsrail’in Suriye halkının hayrını ve özgürlüğünü istemediğine inanıyoruz. Bilakis mukavemeti desteklediği için Suriye’den intikam almak istiyor. Suriye devleti ve halkı mukavemeti desteklememiş olsaydı böylesi bir düşmanlığa duçar olmazdı. Dolayısıyla Suriye halkı, ilkeli ve sabit mukavemet tavrı yüzünden bedel ödüyor. Bu bakımdan öncelikle çözüm Suriye içerisinde aranmalı ve kimse Suriye halkının talebini ortaya koyma hakkını gasp etmemelidir.
Neden sorunu çözmek için diplomatik yolları tercih etmediler? Kofi Annan niçin bir adım dahi ilerleyemediğini söyledi? Tarafların, güç merkezlerinin ve sermayedarların kendi çıkarları peşinde oldukları anlaşılmaktadır, başka bir şeyin değil. Amerika açıkça belli hedefleri olduğunu söylüyor. Amerika’ya Suriye’ye yaptırım uygulama ve Suriye halkının temsilciliğini yapma hakkını kim verdi?
Amerika, Suriye’ye karşı, çünkü Suriye mukavemeti, Amerika da İsrail’i destekliyor. Peki, Türkiye ve Fars Körfezi’ndeki kimi Arap ülkeleri niçin Suriye rejimine karşı?
Biz bu konuları Türk kardeşlerimizle konuştuk. Karşılıklı görüşmelerimizde defalarca stratejik hata yapmamaları gerektiğini söyledim. Siyonist düşman ve Amerika’nın emperyalist siyasetlerine karşı var olan İslamî direnişin, mezhebî ve ırkî hassasiyetler yüzünden İslam ümmeti içerisinde ihtilafa dönüşmesine izin verilmemesi gerektiğini ifade ettik. Bu, düşmanların istediği şeydir. Ancak çok yazık ki bazı ülkeler böyle hatalara duçar oldular ve şu anda hatalarının bedelini ödüyorlar.
Söz gelimi Butto, bir zaman, Afganistan bağlamında, terörist grupları Amerika’nın ortaya çıkardığını ve Arabistan’ın mali yardım yaptığını, kendilerinin de teröristleri eğittiklerini ancak sonuç itibariyle bu terörist grupların birer baş belasına dönüştüklerini açıkça söylemişti. Amerika bu bahaneyle, terörizm bahanesiyle bir İslam ülkesine, Afganistan’a saldırdı ve işgal etti. Bu, Pakistanlı kardeşlerimizin duçar olduğu büyük bir hataydı; gerçi sonradan inkâr ettiler. Dolayısıyla eğer bu fitne yayılırsa Suriye sınırlarının dışına çıkar ve başka ülkelere yayılır. Bu yüzden dirayetli ve ihtiyatlı davranmamız gerekir, bilinçli olmalı ve fitneyi bir ülkeden bir başkasına taşımak isteyen sömürgecilere fırsat vermemeliyiz.
Daha önce bu yöntemleri kullanan sömürgeciler bir kez daha bu tecrübeyi tekrarlamak istiyorlar. Bu yüzden onlara böyle bir fırsat verilmemelidir. İslam ülkelerindeki, Türkiye, Irak, Suriye ve İran’daki potansiyelleri kullanmalıyız.
Suriye dışında, Güvenlik Konseyi oturumlarında ve Obama-Putin görüşmesinde Suriye’yi krizden çıkarma çabaları devam ederken, İran, Yemen örneğinde olduğu gibi Esad’ın yönetimden ayrılması ve başka bir hükümet kurulması önerisini kabul eder mi?
Biz, Suriye dışındaki bu faaliyetlerin Suriye’ye silah ve terörist girişinin devam etmesiyle sonuçlanacağına inanıyoruz. Kimse kendi düşüncesini Suriye halkına terörist ve silah ihraç ederek kabullendirme peşinde olmamalıdır. Bu taraflar kendi çıkarlarını düşünüyorlar, Suriye halkının çıkarlarını değil. Fakat biz uluslararası düzeyde diplomatik çözüm yolları aranması gerektiğine inanıyoruz. Böylece bu tür müdahalelerin de önü alınır.
İran, Esad yönetimindeki Suriye’yi stratejik müttefiki olarak görüyor. Esad’ın hükümette kalması talebi İran’ın stratejik talebi mi? Esad’ın devrilmesi İran açısından stratejik bir yenilgi mi olur?
Suriye düşmanları her türlü araca başvurdular. Peki, nasıl oldu da Esad hâlâ yönetimde kalmaya devam etti? Bu, Esad’ın arkasında halk desteği olduğunu göstermez mi? Tabii biz hiç muhalifi yok demiyoruz, ancak genel itibariyle Suriye’de halk iradesi Esad’dan yanadır. Böyle baskılar bölgedeki başka bir ülkeye uygulansaydı çok daha önce devrilirdi. Yetkili makamların ve halkın temsilcisi olarak Beşar Esad, geçmiş yıllarda mukavemetin yılmaz savunucusu olmuştur. Biz, Suriye halkının ne gibi reformlar istediğini ortaya koymalarından yanayız.
İran içerisinde de Suriye’nin iç işlerine karışmakla suçlanıyorsunuz. Devrim Muhafızlarının Suriye’de olduğu, Devrim Muhafızları Ordusu güçlerinin Suriye rejimine ve liderlerine askerî ve güvenlik desteği verdiği iddia ediliyor. Hakkınızda böyle suçlamalar var, bunlara ne diyorsunuz?
İstedikleri kadar suçlasınlar. Onlar böyle asılsız suçlamalarda bulunurlar ancak. Bir yıldır Suriye’de Esad rejimini yıkmak istiyorlar, ama bir yere varamadılar. Suriye konusunda belirleyici olan halk iradesi ve yönetimdir. İran-Suriye ilişkilerini zedelemek için ortaya atılan bu yalanları ve medyatik aldatmacaları kabul etmiyoruz.
Yani siz Devrim Muhafızları Ordusu’nun Suriye’deki varlığını açıkça inkâr ediyorsunuz?
Evet, kesinlikle.
Suriye’de kaçırılan 48 İran vatandaşının devrim muhafızı oldukları söyleniyor. Bu konuda ne diyeceksiniz?
Bu da üzerinde konuşmamız gereken başka bir konu. Bakınız, günümüz dünyasında var olan üzücü şeylerden bir tanesi de masum sivillerin kaçırılmasıdır. Suriye genel olarak ve dinî turizm açısından turistik bir ülkedir; kutsal mekânlara, dinî merkezlere sahip bir ülke. İranlılar genellikle bu kutsal mekânları ziyaret etmek amacıyla Suriye’ye gitmektedirler. Dolayısıyla, İranlı ziyaretçileri pusuda bekleyenler Suriye halkı değil, bu tarz suçları işleyen oradaki terörist gruplardır. Hiçbir akıllı insan böyle bir suça razı olmaz. Bu apaçık bir suçtur ve bu suçu himaye eden taraflar suç ortağıdır.
Muhalifler arası müzakereleri destekliyor musunuz? İran’ın muhalifler arasında, özelikle Müslüman Kardeşler ile Suriye yönetimi arasında diyalog kurmak gibi bir projesi var mı? Böyle bir şeyi destekler mi?
Elbette. Biz Suriye’de tek çözüm yolunun bu olduğunu söylüyoruz. Bir yıl öncesinden beri bu konuda dostlarımızla görüştük, mesaj gönderdik. Silahın ve kan dökücülüğün önüne geçin dedik. Bütün Suriyeli gruplar müzakere masasına otursun ve Suriye’yi tekrar eski huzuruna kavuşturmak için çözüm yolu arasınlar, dedik. Bu, Suriye halkına taleplerini gerçekleştirme fırsatı verir.
Müzakere hâlâ mümkün mü?
Biz hâlâ mümkün olduğuna inanıyoruz. Geç olduğu doğru, ama hâlâ bir şans var.
Müslüman Kardeşler bölgede, özellikle Mısır’da güçlendi. Hüsnü Mübarek döneminde İran-Mısır ilişkileri iyi değildi. Muhammed Mursi’nin işbaşına gelmesiyle İran, Tahran-Kahire ilişkilerinde ciddi bir değişikliğe gitmeyi düşünüyor mu?
Camp David Sözleşmesi’nden sonra biz Kahire ile bütün diplomatik ilişkilerimizi kestik. Bizim açımızdan Hüsnü Mübarek rejimi diktatör bir rejimdi, özellikle de Siyonist düşmanla barış imzaladıktan sonra. Müslüman Kardeşlere gelince; biz dinî bir hareket olarak Müslüman Kardeşleri onlarca yıl öncesinden beri biliyor, saygı duyuyoruz. Biz en başta Mısır halkının iradesine saygılıyız. Mısır halkı İslam medeniyetinde önemli bir yere sahiptir. Mısır halkının seçimi herkes açısından muhteremdir. Mısır halkının belirleyici olma fırsatını yakalamasından dolayı mutluyuz. Bu durumun iki ülke ilişkilerine yeni ufuklar kazandıracağına inanıyoruz.
İran İslam Cumhuriyeti, Mısır Müslüman Kardeşleri ile ikili ilişkiler ve bölgesel ilişkiler bağlamında neler yapabilir? Mısır’ın ve İran’ın dünya sorunlarıyla, ezcümle Suriye sorunuyla ilgili ortak proje ortaya koyması mümkün mü?
Tabii ki, biz de böyle bir düşünceye sahibiz. Birinci dayanak noktamız Mısır, Tunus ve diğer ülkelerde şahit olduğumuz İslamî uyanış hareketidir. İslami uyanış, İslam ülkeleri arasında ortak çalışma alanlarını artıracak önemli bir fırsattır. İran, Irak, Türkiye, Mısır ve Lübnan gibi bölge ülkelerinin birbirlerine yakınlaşmalarının Siyonist düşmanı endişelendirdiğini düşünüyoruz. Bu yüzden de ısrarla işbirliği ve yakınlaşma üzerinde duruyoruz. Böylelikle İslamî ve bölgesel kutup, bölgesel ve küresel gelişmelerde daha etkili olacaktır. Böyle bir kutup oluşursa siyasî ve ekonomik alanda oldukça önemli bir yer tutacaktır.
Aylardır Amerika ve İsrail’in İran’a olası saldırısından söz ediliyor. Ayrıca Amerika’nın Fars Körfezi ülkelerindeki üslerini güçlendirdiği iddia ediliyor. İran kaygılanıyor mu? Veya önümüzdeki aylarda Amerika veya İsrail’in İran’a saldırması ihtimali üzerinde duruyor musunuz?
Bakınız iki mesele var. Güçlü ve muktedir bir güç olarak biz her türlü olası tehdide karşı hazır olmak zorundayız. Biz bütün gücümüzü saldırıları savuşturmak için seferber ediyoruz. Fakat düşmanın bunu düşünebilecek kapasiteden yoksun olduğunu görüyorsunuz. Siyonist düşman Lübnan’da ve Filistin’de art arda tokat yedi. Bu iki zafer Lübnan’da ve bölgede mukavemet tarihinde aydınlık bir sayfa açtı.
Filistin direnişiyle şu andaki ilişkileriniz nasıl?
Çok iyi. Biz Hamas’ın İslam dünyasının önemli potansiyellerinden biri olduğuna inanıyor ve işbirliği yapıyoruz. İsrail, Gazze şeridine saldırdığında her Müslümanın Filistin’deki kahraman direnişi desteklemesini umut ediyorduk. Biz Suriye ile, mukavemet hareketleriyle ve Hamas’la iyi ilişkilere sahibiz. Hamas liderleri bizim gerçek dostlarımızdır.
Rusya, Suriye konusunda tavır değişikliğine gider mi?
İran ve Rusya iki komşu ülke, tarihsel bağları var. Yaptığımız görüşmelerde Rus dostlarımızın, gayrimeşru yöntemlere başvurarak, silahı ve terörizmi destekleyerek hiçbir tarafın kendi isteğini başkasına zorla benimsetme hakkına sahip olmadığının bilincinde oldukları gördük. Onların bu düşünceye ve duyguya sahip olduklarını biliyoruz. Rusya’nın Suriye tavrı konusuna gelince; bugüne kadar herhangi bir değişim olmadı. İlkeli bir tavrı var. Rusya, Suriye’ye silah gönderilmesine ve anti demokratik yöntemlere başvurulmasına karşı.
İran nükleer dosyasına gelirsek, müzakerelerin ilerlemesine engel olan şey ne? İran tam olarak ne istiyor?
Gazetelerde defalarca ifade ettik, asıl mesele İran’ın nükleer enerji elde etme meselesi değil, mesele çok daha başka ve çok açık. İran, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesine İlişkin Anlaşma’yı (NPT) imzalamıştır ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu üyesidir. Uluslararası gözlemcilerin güvenini kazanmıştır. İran bütün kurallara uymuştur. Barışçıl olmayan bir amaçla hiçbir faaliyette bulunmamaktadır. Peki, sorun nerede? Daha önce de defalarca söylediğim gibi onlar bizim böyle bir ileri teknolojiye sahip olmamız istemiyorlar. Bir İngiliz milletvekili bana, sizin böyle bir teknolojiye sahip olmamanız gerekir, dedi. Başka bir platformda sorunun nükleer enerji sorunu olmadığını, asıl sorunun bizim Lübnan’ı ve Filistin’i desteklememiz olduğu ifade ettiler. Onlar bu düşüncelerini açıkça veya dolaylı yoldan defalarca dile getirdiler. Halkımız barışçıl amaçlı nükleer enerji elde etmenin meşru bir hak olduğuna inanıyor. Her ulus nükleer enerji üreten ve kullanan bir ülkeye sahip olma hakkına sahiptir. Biz, İran İslam Cumhuriyeti’nin barışçıl amaçlı nükleer enerji hakkını savunmasının Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na üye bütün ülkelerin haklarını savunmak anlamına geldiğini inanıyoruz. Öte yandan bu, İslam ümmetinin ilerlemesi anlamına da gelmektedir.
Lübnan Hizbullah’ını desteklediğinizi biliyoruz. Hizbullah-İran ilişkilerini geri adım atmanın asla söz konusu olmadığı bir stratejik ilişki sayabilir miyiz?
Ben bu ilişkinin stratejik olmanın ötesinde bir ilişki olduğuna inanıyorum. Köklü ve itikadi bir ilişkidir. Biz zulümle, işgalcilerle ve saldırganlarla mücadele etmemiz gerektiğine kesinkes inanıyoruz. İşgallerine meşruiyet kazandırmak isteyenlerin asla görmezden gelinmemesi gerektiğine inanıyoruz. Bu bakımdan Lübnan mukavemeti ve Filistin direnişi ile stratejik olmanın çok ötesinde ilişkilere sahibiz.
İran Düşmanlığını Körükleyen İslamcılar!
Bismillah
Suriye’de başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmi ile bölgedeki müttefiklerinin gizli ve aşikar desteğinde savaşan rejim muhalifleri ve teror örgütleri karşısında Suriye rejiminin ne kadar daha direneceğini kestirmek zordur. Halk desteği olmasaydı şimdiye kadar bile onlarca ülkenin hücumuna uğramış Suriye gibi bir ülkenin muhalifler karşısında direnmesi imkansızdı.
Suriye rejiminin bunca baskıya daha ne kadar dayanacağı üzerinde bir takım tahminler yürütüle dursun ABD komutanlığında oluşturulan saldırgan cephe karşısında çok az ülke uzun sure direnebilir. Ancak bu çöküş halk desteğini yitirdiği veya muhaliflerin halk desteğini kazandığı anlamını doğurmaz. Hatta muhalifleri olmasa bile bu kadar hassas dengeler üzerine kurulu bir rejimin bunca dış baskı karşısında ayakta kalması mümkün değildir ve aksi gerçekleşirse mücize olur.
Mevcut rejim çökerse sebebi muhaliflerin mevcut rejimden daha meşru, daha haklı ve daha güçlü oldukları için değil, mevcut rejimin küresel egemen güçlerin geniş çaplı, çok yönlü saldırılarına, komplolarına uzun süre dayanabilecek takati yetemiyeceği içindir. Öte yandan birçok açıdan çevredeki kukla rejimlerle kıyaslandığında daha üstün olmakla birlikte Suriye rejimi de ilahi ölçülere vurulduğunda meşruiyet bakımından bölgedeki öteki beşeri sistemlerden farklı değildir.
Suriye’de rejimin dağıtılması orada istikrarlı bir hükümet kurulacağı olarak algılanmamalıdır. Suriye ve doğal olarak bölge Türkiye’de AKP hükümeti ve yandaşlarının beklentilerinin aksine daha derin krizlerle, karışıklıklarla yüz yüze gelecektir. Çünkü kan, katliam ve cinayetle gelenlerin huzur sağlaması ve halka özgürlük, bağımsızlık sunmaları eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü asıl oyun kurucuların Suriye’ye barış, huzur ve özgürlük getirme diye bir kaygıları yoktur. Onlar–İsrail’in varlığı ve güvenliğini korumak olan- kendi planlarını uygulamaya koyacaklardır ve Suriye’de nüfuz alanı kazanmak hayaliyle çırpınan taşeronlar ise argo deyimle havalarını alacak, hayal ettikleri nüfuz alanına asla kavuşamıyacaklardır.
Suriye’de rejimin, uluslararası emperyalizmin güdümündeki güçler karşısındaki direnişi uzadıkça karşı cephedekiler ve onların Türkiye medyasındaki müdafileri de durmadan hırçınlaşmakta, hırçınlaştıkça asabileşmekte, asabileştikçe başarısızlığın suçunu başkalarına, açık bir ifadeyle İran’ın üzerine yıkmak için bir birleriyle yarışmaktadırlar. Hatta bu yönde o kadar aşırı gitmektedirler ki, siyonist rejimin İran aleyhindeki psikolojik savaş haberlerini manşetlerden duyurmaktadırlar.
Burada küresel siyonizmin hizmetindekimedya kuruluşları ve kiralık kalemlere deyinmeye gerek bile yoktur, bunları herkes tanıyor, ve yine Batı emperyalizminin teknolojik üstünlüğü dinine inanan sözde İslamcılara da bir diyeceğimiz olmaz. Onlar Amerikancı İslamın temsilciliğinden rahatsız da değiller zaten. Asıl içler acısı olan İslamcılık iddiasındaki ilkesizler veya kendilerini başkalarından daha ilkeli gören dünün devrimci İslamcıları ve bugünün iktidar yandaşı medya kurluşu ve kalemlerdir. Bunları genel bir kategoriye sokmak gerekirse en uygun tabir sanırım iktidarcı eski İslamcı kalemler deyimi olacaktır.
Bu kalemlerin ortak özelliği İran’a saldırırken AKP hükümetine uzaktan yakından toz kondurmamalarıdır. AKP hükümetinin daha Suriye’de hiç bir çatışma yokken sınıra çadırlar kurarak muhalifleri davet etmesine, NATO’yu Libya’da olduğu gibi Suriye’ye saldırmaya çağırmasına, sınıra kurulan kamplarda muhaliflere silahlı eğitim vermesine, dünyanın çeşitli yanlarındaki Suriyeli muhalifleri örgütlemek için Antalya’da, İstanbul’da ABD, Fransa ve İngiltere ile birlikte uluslararası konferanslar düzenlemesine, Libya ve Somali gibi Afrika ülkelerinden, Afganistan, Pakistan ve Arap ülkelerinden toplanıp getirilen binlerce deneyimli ölüm makinesi El- Kaide teröristlerinin Türkiye üzerinden Suriye içlerine sokulmasına vb nice müdahalelere asla ve ebeda değinmezler. Çünkü bu cenapların mektebinde, hedefe varmak için her yol mubahtır; Kanser tümürü İsrail’in baş destekleyicisi Büyük Şeytan ABD, İngiltere, Fransa ve dünyanın en ilkel rejimleri Suudiler ve Katar emirliği ile işbirliği yapılabilir, yardım alınabilir. Bu küresel şer ekseni uğursuz planlarında başarısız olunca ve Beşar Esad rejimini kısa sürede yıkamadıysa efendilerinin başarısızlığını örtbas edecek bir bahane veya bir günah keçisi bulmaya çalışırlar. Emperyalizmin baş düşmanı (Şii) İran bu iş için biçilmiş kaftandır, nasıl olsa Beşar Esad da Şiiliğin bir kolu Alevi/Nusayri kökenliydi ve Başbakan bile bu ülkeye yönelik aşırı iştahını tevil etmek için Nusayriliği her konuşmasında tekrarlayıp durmuyor muydu!
Bu sahada kalem oynatan kalemler saymakla bitmez, ama tanınmışlarından Mustafa Özcan, Abdurrahman Dilipak, Sedat Laçiner, Ahmet Varol ve Selahattin Eş sayılabilir. İran düşmanlığını yaymakta yarışan bu kalem erbabı arasında biri var ki ötekilerine göre daha dikkat çekmektedir; Selahattin Eş. Niçin mi?
Çünkü Selahattin Eş İslam İnkılabının çeşitli evrelerini merkezinde yakından izlemiş, inkılabın hedeflerini birinci ağızdan dinleme imkanı bulmuş,liderlerinden bazılarıyla yakından tanışmış, düşünceleriyle aşina olmuş, İnkılabın dayandığı inanç temellerini yazılı ve sözlü kaynaklardan öğrenebilmiş ve daha ilginci yıllarca İslam inkılabının hakkaniyetini anlayabildiği ölçüde savunmuş ve genç nesillere bu konuda referans bile olmuş biridir. Şimdi ise Suriye meselesi bahanesiyle İran’a karşı aralıksız kin ve düşmanlık tohumları eken kıtaya katılması ve diğerlerine bu konuda da referans olması bazı kesimlerce anlaşılır gibi değil. Ötekilerin İran karşıtlığı tarihten gelme bir takım reflekslere ve bilgi eksikliğine yorumlansa bile yıllarca İran’da yaşamış biri olarak bu arızalardan, iftiralardan, dar görüşlülükten ve hasetten arınmış olması beklenen Selahattin Eş’in takındığı tavırlar affedilecek gibi değil.
Selahattin Eş gibi İran’ı İslam İnkılabının zaferinden beri takip etme fırsatı bulmuş biri, bazı insani sebepler arkasına gizlenerek İslam İnkılabına ve İran’a acımasızca saldırılarda bulunabiliyorsa bu nimetlerden yoksun İslamcıların neler yapabileceklerini artık varın siz tahmin edin.
S.Eş’in son yazısını birlikte gözden geçirelim:
1- “Suriye Buhranı, nicelerimiz için, herkesin kendi cebhesinden bir turnusol kağıdı rolü de ifâ etti ve etmekte..”
Bu ifadelere katılmamak mümkün değil, gerçekten de Suriye meselesiyle birlikte herkes olaylara hangi meyyar ve kıstaslarla baktığını ortaya koydu. İslam’ın önerdiği meşruiyyet/şer’i olma konusu yeniden gündeme geldi. Daha bir süre öncesine kadar meşrû kabul edilenlerin yerini ben eksenli meşruiyyet anlayışı aldı. Asabiyet temel ilkelere tercih edildi ve bunu örtbas etmek için yavuz hırsız misali karşı taraf suçlanmaya başlandı ve... nihayet saflar netleşmeye başladı. Safların belirlenmesi için Bedir ve Uhud yeterli değildi Sıffıyn’ler gerekirdi ve Suriye günümüzde Sıffıyn rolünü ifa etmektedir. Çünkü hile, hokkabazlık, entrika, riya ve basiretsizlik Bedir’de değil Sıffıyn’de ortaya koyulmuştu. Hizbullah-İsrail savaşında Hizbullah’ın yanında yer almak hüner değil, Suriye fitnesinde Hizbullah’ın yanında yer alanlara ne mutlu. Hizbullah aynı Hizbullah’tır ne ilkelerinden vazgeçmiş ne de düşman karşısında geri adım atmıştır. Hizbullah’ın bağlı olduğu İnkılap da hakeza. Saflarını ayıranlar, inkılap treninden yarı yolda inenler geri dönüş yapmış, indikleri ternin camlarını taş yağmuruna tutmuş ve kendilerine yeni saflar bulmuşlardır. Ama İnkılap treni aynı rotasında İmam’ının kontrolünde sapmadan yoluna devam etmektedir.
2- “Suriye’de siyonist İsrail karşısında varolduğu sanılan Direniş Cebhesi’nin zayıflatılmaması adına, böyle bir çıkmaz’a sürüklenenlerimiz yüzünden, kendi içimizdeki cebheyi darmadağın ettik..”
Suriye’nin direniş cephesinde yer alıp almadığını nasıl tespit edeceğiz? Bunu tespit etmenin en kolay yolu direniş cephesinde bulunanlardan öğrenmek değil midir? Batı emperyalizminin temsilciliği konumundaki İsrail’e karşı son altı yıl içerisinde en çetin mücadeleyi veren Hizbullah ve Hamas’ı destekleyenler kimlerdir? İran ve Suriye’den başkası mıdır? 2006 Lübnan direnişinde Hizbullah’a silahlar yoksa Türkiye, Arabistan ve Katar’dan mı aktarıldı? 2008 Gazze direnişine silahlar yoksa Mısır’ın Mübarek rejimi tarafından mı verildi? Hamas’ın Filistin dışındaki merkez kadrosu Baasçı Suriye rejiminin başkenti Şam’dan başka bir yerde miydi? Hizbullah lideri Hasan Nasrallah daha bir kaç hafta öncesinde ve son Kudüs Günü konuşmasında bu şüphelere cevap mahiyetinde 2006 direnişi sırasında İsrail’e gönderdikleri füzelerin Suriye tarafından verildiğini söylemedi mi? Peki direnişi desteklemek nasıl oluyormuş?! Bugün Suriye hükümetini devirmek için ABD ile işbirliği yapanlar Filistin davasına geçmişte destek olmak bir yana direnişi kırmak için İsrail karşısında ya susmuş veya israil’e yardım etmemişler miydi?
Ama bizimkiler son zamanlarda ayrı bir bahane bulmuşlar; madem Suriye direniş cephesindedir Golan’ı geri almak için niçin harekete geçmiyormuş? Aslında bunun cevabının ne olduğunu başta soruyu yöneltenler olmak üzere bilmeyen yoktur. Bölgenin ve İslam dünyasının en büyük meselesinin askeri-ekonomik ve teknolojik açıdan üstün durumdaki Batı’nın işgalci İsrail’ın yanında olduğunu bilmeyen mi var? Golan tepelerinin ve işgal altındaki Filistin topraklarının geri alınmasının Batı’nın yenilmesi anlamına geldiğini bilmediğinizi mi söylemek istiyorsunuz, yoksa bu gibi demagojilerle zihinleri karıştırmayı mı amaçlıyorsunuz?
3- “Devletlerin maslahat ve menfaatleri bazen tersleşebilir, ama, bu terslikler üzerine, hemen, hem de itiqadî temeller üzerine suçlamalar yapılması, ne kadar sağlıklıdır? Rejimler, liderler gelir geçer, ama, bizi kardeş yapan inancımız ebediyete kadar sürecektir..”
Şimdi adama sormazlar mı bırakın itikadi temeller üzerine suçlamalar yapmayı saldırıya ortam hazırlamak için “Nusayri” kelimesini ağzından düşürmeyen başbakan ve şakşakçıları mı yoksa falanca İran sitesindeki yazının altına yazılan yorumlar mı?! Şimdiye kadar hangi İran’lı yetkilinin ağzından Suriye’deki rejimi Beşar Esad’ın mezhebinden dolayı destekliyoruz ifadesine rastladınız? Ama tezinizi ispatlamak için Muhsin Rızai’den bir dev ve kontrolündeki internet sitesinden büyük bir medya kuruluşu yarattığınız gibi köşede bucakta tanınmamış birinin bir sözünü de zavallıya bir ünvan bularak aktarabilirsiniz, çünkü nasıl olsa önemli olan muhatabı etkilemek değil midir?!
Tabnak sitesinde yayınlanan bir yazı altında hoşlanmadığınız yorumları aktarmak yerine kendi yazınız altında Şia ve İran düşmanlığında bir biriyle yarışan yorumcuların ifadelerine baksanız daha iyi olmaz mı?
4-Selahattin Eş’in yazılarında sık sık eleştirdiği konulardan biri de İran medyasının devlet kontrolünde olmasıdır. İran’da radyo televizyon kurumuyla bazı gazetelerin devletin- hükümetin değil-kontrolünde olduğu gerçektir. Ama medyanın topyekün devlet kontrolünde bulunduğu büyük bir iftiradır. Halihazırda İran’da onlarca gazete ve dergi özgürce bir şekilde bırakın cumhurbaşkanı, meclis başkanı, bakanlar ve diğer yetkililerin icraatlarını ve siyasetlerini şiddetli bir şekilde eleştirmeyi nizamın temel ilkeleri ve anayasa maddelerine kadar her şeyi serbestçe eleştirebilmektedirler. Suriye konusunda bile her gün çok sayıda eleştirel görüş yayınlanmaktadır. Falanca gazetenin Rehberin temsilcisi tarafından yönetildiği gibi kurnazlıklarla İran’da ifade özgürlüğü üzerine şüphe düşüren yazar Türkiye’de ana akım ve yandaş medyanın hükümetin kontrolü dışında hareket ettiğini veya edebileceğini mi iddia ediyor acaba?! Başbakan’ın hükümetin Suriye siyasetini eleştiren muhalif köşe yazarlarını hain kalemler olarak nitelediği üzerinden daha bir kaç hafta geçmemişken İran medyası konusundaki bu ifadeler muhatabı yanıltmak değil midir? İran’da İslam nizamının muhalifi yok değil, hatta fazladır bile, ama aynı muhalifler demek ki bizim iktidarcılar gibi Suriye’de oynanan oyunun farkına varmayacak kadar basiretsiz değillermiş.
5- İran medyasında son sıralarda Türkiye hükümetini Osmanlı’cılıkla suçlama ifadelerine gelince. Bu konu İran medyasından önce Türkiye medyasında aylardan beri tartşılmaktadır. Bu iddiayı icat eden İran’lılar değil bizzat Dışişleri bakanı Ahmet Davudoğlu’dur. “1911 ila 1923 yılları arasında kaybettiğimiz topraklarda 2011 ila 2023 yılları arasında kardeşlerimizle buluşacağız...” cümlesini İran’lılar mı uydurdu ve bu cümlenin Osmanlıcılık yapmaktan başka bir anlamı da var mıdır acaba?!
6- İranlıların Türkiyedeki laik-solcu basının iddialarını tekrar ettikleri iddiasına gelince; sözde İslamcıların gafleti karşısında geçmişte İslam inkılabına en ağır eleştiri ve saldırılarda bulunurken bugün emperyalizmin oyunlarını farkeden laik , ulusalcı ve solcular bu gerçeği görme basireti göstermeleri takdire şayan bir gelişmedir. Bu kesimler hangi saikle olursa olsun başını ABD’nin çektiği Batı müstekbirliği ile bölgenin mürteci ve maceracı rejimlerinin kirli ilişkilerini ortaya koyabiliyorsa bunları yermek yerine takdir etmek gerekmez mi? Bu yeni beklenmedik durum karşısında kimin tavrı daha isabetli ve insanlığın hayrınadır acaba? İslamcılık, ümmetçilik adına Büyük Şeytanın dışişleri bakanıyla kendi deyimleriyle “ortak operasyonel yapı” geliştiren AKP hükümetini destekleyen veya bu komplo karşısında susarak onaylayan İslamcılar mı daha güvenilirdir yoksa bu komplo planlarını ifşa eden ulusalcı, laik ve solcular mı?
7- Bazıları güya inancından dolayı körü körüne savunma yapıyormuş, peki adama sormazlar mı kendiniz hangi saiklerle Suriyede rejim karşıtlarını savunuyorsunuz?! Yoksa siz de ABD gibi demokrasi ve insan hakları namına mı muhalifleri destekliyor ve sizin gibi düşünmediği için İranlı liderler aleyhinde kin ve nefret duygularını hareket geçirmek için yorulmadan yazıp duruyorsunuz? Siz de kesinlikle inanç değerlerinizden dolayı Suriye rejimine karşı savaşanları canu gönülden desteklemekte ve bunu açıkca ilan etmektesiniz. Başkasının da inanç ilkeleri gereği özellikle de fitne dönemlerinde, haklı batılın bir birine benzediği zamanlarda meşru imamının, rehberinin çizgisinde, onun tespitleri doğrultusunda hareket etmesinin yadırganacak ne sakıncası olabilir?
8- Takiyye konusu: Takiyye konusunda da maalesef muğalata yapılmaktadır. Çünkü Şia inancında takiyyenin yeri, zamanı ve sınırları kesin çizgilerle belirlenmiştir. Meslekdaşlarının aksine yazarın bunu bilmemesi mümkün değildir. Buna rağmen İran’lı bir komutanın açıklamaları üzerinde muğalata yaparak inşallah takiyye yapmıyordur gibi dileklerde bulunması da herhalde jurnalistik tekniklerinden olsa gerek. Bu durumda adama sormazlar mı bugün Suriye meselesi bahanesiyle üzerine şüphe düşürmeye çalıştığın değerleri yıllarca önce yoksa takiyyeye sığınarak mı savunuyor ve başkalarına tavsiye ediyordun?!
9- Çarpık İslami anlayış etrafında buluşmaya hayır: Hedefe ulaşmak doğrultusunda her türlü cinayeti, katliamı ve terörü mubah sayan zihniyetle vahdet yapmaktan Allaha sığınırız. AKP hükümetine toz kondurmayan, Suriye siyasetlerini haklı gösteren, ABD ve genel olarak Batı ile kirli ilişkilerini dolaylı olarak meşru göstermeye çalışan zihniyetle bir arada olmaktan Allah’a sığınırız. Masum insanları öldürmekten kaçınmayan teröristlerle işbirliği yapan ve sırf İslami şiar ve sloganları tekrarladıkları için katiller cephesinde ölen Bin Ladinleri ve benzerlerini şehid olarak gören çarpık zihniyeti de kabul edemiyeceğimizi vurgulamak isteriz.
17/08/2012 Y. ZİYA T.YILMAZ
İstanbul ve Ankara Sincan'da Dünya Kudüs Günü merasimleri yapıldı
Ramazan'ın son Cuması ve "müslümanların ilk kıblesi mescid-ul aksa'nın, işgal altında olduğunu, aziz kudüs'ün siyonist pençesinde olduğunun dünya müslümanlarının gündemine yerleştirildiği gün, "Dünya Kudüs günü"…
Her yıl Mübarek Ramazan ayının son Cuması düzenlenmekte olan “Dünya Kudüs Günü” programları başta İran, Avrupa İstanbul, Ankara ve Bursa olmak üzere dünyanın muhtelif bölgelerinde yürüyüşler ve muhtelif etkinlikler düzenleniyor.
İstanbul'daki ilk program Fatih Camii’nde Cuma namazı kılan binlerce Kudüs sevdalısı , Kudüs ve Filistin için yürüyüş yaptı.
İstanbul Fatih Camisinde Cuma namazından sonra toplanan yoğun kalabalık Kahrolsun İsrail,Kahrolsun Amerika,Siyonist İsrail Filistin'den defol, Mescid-ül Aksa onurumuzdur,İstanbul'dan Kudüs'e direnişe bin selam, Kanımız canımız feda olsun Aksa'ya, Siyonist elçilik kapatılsın, Hizbullah'a Hamas'a direnişe bin selam, ABD üsleri kapatılsın, Muhammedin ordusu İsrail'in korkusu gibi İsrail ve Amerika ve Batı aleyhine sloganlar atarak Saraçhane parkına yürüdü.
Yürüyüşe katılan binlerce Kudüs sevdalısı ‘İstanbul'dan Kudüs'deki direnişe bin selam', ' Canımız kanımız feda olsun Kudüs'e 'Her Müslüman bir kova su dökse İsrail'i sel alır ' şeklinde pankartlar açtı. Fatih İtfaiye Parkı’na kadar yürüyen grup burada basın açıklaması yaptı.
Siyonist işgali altındaki Filistin topraklarının özgürlüğü için direnişve mücadele azmi tazelenerek, Kudüs ve Mescid-i Aksa'nin savunulması sorumluluğu ortaya konuldu.
Ş.Muhtar hocanın okuduğu Kur'an-ı Kerim tilavetinin ardından Dünya Kudüs Günü Platformu adına konuşma yapan Akıncılar Derneği Onursal Başkanı Mehmet Şahin Emparyalizme ve Siyonizme karşı dünyanın her tarafında İslami direniş bayraklarının açılacağını söyledi.
Şahin, "Alemlerin Rabbi olan Allah’ımıza hamdolsun. Sevgili peygamberimize ve onun ashabına ve tertemiz ehlibeytine binlerce kez selam olsun. Kudüs günü İslam’ın günüdür. Kudüs günü İslam’ın hayat kazandığı gündür." şeklinde konuştu.
Mehmet Şahin Dünya Kudüs Günü'nü, İmam Humeyni'nin tüm dünya Müslümanlarına hediye ettiği vurguladı; konuşmasında, Kudüs'ün Müslümanların ilk kıblesi olduğunu dile getirerek "Siyonist İşgalci İsrail" şeklinde suçlanan Telaviv yönetiminin, tüneller kazmak ve geçmişe ait anıtları yok ederek yeni yerleşim alanları açmakla Mescidi Aksa'yı yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya getirildiğinin de altını çizdi.
Yapılan konuşmaların ardından bir grup çocuk marş ve ilahiler söylerek katılımcılara duygulu anlar yaşattı.
Marş ve ilahilerden sonra Ehl-i Beyt Alimleri Genel Sekreteri Ş.Kadir Akaras tarafından dua okundu.
Daha sonra ABD ve İsrail bayrakları yakan grup olaysız dağıldı.
RAST HABER
Ve “Sahtekar Adam”a İran’dan tokat gibi cevap!
YENİÇAĞ, ABD elçisi Ricciardone’nin halkla ilişkiler çalışmasının arka yüzünü ortaya koymuştu.
Dürüstsen banka hesabını dondur
Yeniçağ'ın haberine göre,İran’ın Ankara Büyükelçiliği, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ricciardone’nin, “İran’ın Suriye’ye verdiği silahlar PKK’ya gidiyor” açıklamasını yalanladı. Türkiye-İran arasında ihtilaf çıkartılmak istendiği savunulan açıklamada, “Önce terörün banka hesaplarını dondurun” önerisi yer aldı.
Elçi, Türkiye’de ABD’yi aklayamaz
İran’ın PKK ile mücadelede şehit verdiği, ABD’nin ise Türk askerinin başına çuval geçirdiği hatırlatılan açıklamada, “ABD’nin PKK için destekleyici rolü, terör yaratmadaki kara geçmişi, ABD elçisinin ülkesini Türkiye kamuoyu önünde aklayamayacağı kadar açık ve nettir” denildi.
İki yüzlü Ricciardone’ye
İran’dan tokat gibi cevap
İran’ın Ankara Büyükelçiliği, ABD’nin Ankara Büyükelçisi Francis Ricciardone’nin, “İran’ın Suriye’ye verdiği silahlar PKK’ya gidiyor” açıklamasını yalanladı. İran’ın Ankara Büyükelçiliği’nden yapılan yazılı açıklamada, “İran İslam Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği, Amerika’nın Ankara Büyükelçisi’nin İran’ı hedef alan açıklamalarını ve İran’ın terör örgütlerine silah yardımında bulunduğuna dair diğer her türlü iddiaları reddeder” ifadeleri kullanıldı.
“Çuval” olayını hatırlattı
Ricciardone’nin yaptığı açıklamaların Türkiye ve İran arasında ihtilaf çıkarmaya yönelik olduğu savunulan açıklamada, “İran İslam Cumhuriyeti, Batılı’ların PKK’ya yönelik mali yardımlarının kesilmesi ve PKK’nın Batılı ülkelerdeki banka hesaplarının dondurulmasının söz konusu terör örgütü ile mücadelenin pratik yolu olduğu inancındadır” denildi.
Açıklamada, şu görüşlere yer verildi: “ABD’nin terör örgütü PKK ve onlar için Kuzey Irak’ta güvenlik kamplar oluşturulmasındaki destekleyici rolü ve dünyanın çeşitli bölgelerine terör ihraç etmek ve terör yaratmadaki kara geçmişi, ABD elçisinin ülkesini Türkiye kamuoyu önünde aklayamayacağı kadar açık ve nettir. ABD, Irak’ta bulunduğu süre boyunca terör örgütü PKK ile mücadele etmediği gibi bu devletin Türk askerlerine karşı hakaret içeren davranışı da henüz hafızalardan silinmemiştir. Halbuki, İran İslam Cumhuriyeti, bugüne kadar PKK ile mücadelede yüzlerce şehit vermiştir. İran, batılıların PKK’ya yönelik mali yardımlarının kesilmesi ve PKK’nın batılı ülkelerdeki banka hesaplarının dondurulmasının söz konusu terör örgütü ile mücadelenin pratik yolu olduğu inancındadır. Amerika’nın halk iradesine dayalı devletleri devirmek için terör örgütlerini ve satılmış uşakları desteklediği siyaseti herkesçe bilinmekte
''İşgalci siyonist rejimin varlığı insanlığa hakarettir ''
İslami İran cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Tahran'da düzenlenen dünya Kudüs yürüyüşleri kapsamında on binlere hitaben yaptığı konuşmasında, siyonist rejimin Ortadoğu bölgesine hakim olmak istediğini belirterek, siyonist rejimin varlığı bütün insanlığa hakaret olduğu gibi bütün halklara ve şahsiyetleri de tahrib ettiğini söyledi.
İRNA'nın bildirdiğine göre; cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad yaptığı konuşmasında İsrail'in varlığı ve siyonistlere karşı olmak, bütün insanların, insani değerlerin, emperyalist ve sömürgecilerden kurtuluşu olduğunu söyledi. Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, dünya Kudüs gününün insan toplumları ve insanlığın siyonist rejimin pençesinden kurtulma günü olduğunu hatırlatarak, "küçük bir azınlık fasid grub, insanlık karşıtı, ilahi değerler düşmanı kendi arasında organize olarak, bütün insanlığı ve bütün ilahi değerlere karşı olduğunu dile getirdi. Rahmetli imam Humeyni'nin mübarek ramazan ayının son cumasını dünya Kudüs günü olarak ilan ettiğini hatırlatarak, dünya Kudüs gününün, insanın ilahi sorumluğunu yerine getirdiği gün olduğunu söyledi.
Batılı ülkelere hitaben konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, yalnızca bir başlangıç olan Arap baharı devamında Batı ve Amerika baharının da yolda olduğunu söyledi. Ahmedinejad, düşmanlardan gaflet etmenin onların bölgeye yönelik sultasına fırsat tanımak anlamına geldiğini konuşmasına ekledi. Siyonist rejiminin komplolarına karşı uyanık olmanın şart olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, kanser tümörü gibi olan Siyonist rejimin Filistin topraklarında kalması durumda aynı sorunların devam edeceğini belirtti. Filistin’in bir karış toprağında Siyonist rejiminin bulunmasının tehlikeli olduğunu vurgulayan Ahmedinejad, resmi ve kanuni bir devlet olması da imkansız olduğunun altını çizdi
İmam Humeyni Ve Imam Hamanei ve Kudüs Günü
1979 yılında İran'da İslam inkılâbının gerçekleştiği dönemde; Filistin meselesi İslami yönü yitirmiş ve farklı yönlere çekilerek, değişik ideolojilere kapılmıştı. Fakat İslam inkılâbının başarıya ulaşması dünyanın değişik bölgelerindeki Müslümanların yeniden İslami meselede esas kabul etmelerine neden oldu. Dolayısıyla Filistin hareketleri de inkılâptan etkilenerek, mücadelelerinde İslami esaslara tutunduklarını rahatça söyleye biliriz. Ayrıca İran İslam inkılâbı dünya çapında Filistin meselesini Müslümanların en önemli sorunu olarak tanıttı ve İslami öğretiler sayesinde bu sorunun üstesinden gelineceğini açıkladı.
Filistin İslami Cihad hareketinin önderi bu hususta şöyle demektedir: "Filistin halkını, İmam Humeyni'nin gerçekleştirmiş olduğu inkılâp kadar ümitli kılmamıştır. İnkılâbın başarıya ulaşmasıyla Filistin halkı ve biz kendimize geldik, Amerika ve İsrail'i yene bileceğimize inandık."
Imam Humeyni (r.a) Filistin direnişinde iki önemli etkiyi bırakmıştır: Birincisi, direniş ve mücadelenin İslami yöne doğru çekilip, İslami esaslara göre yapılması ve ikinci; dünya Müslümanlarının Filistin sorunun her Müslüman'ın sorunu olduğunu anlayarak, Filistinlilere destek çıkmasıdır. Dolayısıyla hiç şüphesiz İslam inkılâbı ve İran halkının bağımsızlığı ve İslami öğretilerin topluma hâkim olması için vermiş olduğu mücadele Filistinlilere büyük bir ders olmuştur ve onların çok etkilenmelerini sağlamıştır.
İslami Cihad'ın kurucusu ve rehberi şehit Dr. Şikaki, İslam inkılâbının Filistin halkının direnişindeki etkilerini şu şekilde açıklamaktadır: "İslam inkılâbı başarıya ulaşmadan önce biz tam bir ümitsizliğe kapılmış halde, yeis içerisindeydik. Amerika gibi bir süpergüçün desteğini alan Siyonist rejimi hiçbir şekilde yenemeyeceğimiz ve direnişimizin sonun zafer olmayacağını zannediyorduk. İmam Humeyni (r.a) inkılâbını gerçekleştirmekle, Ortadoğu'nun en güçlü ordusuna sahip ve tüm müstekbir devletlerin desteğini alan şahlık rejimini yumruklarla devirmesiyle; ümitli olduk, rüyalarımızın gerçekleşeceğine inandık. Kesin iman ettik ki; inkılâbı ve harekât halindeki bir İslam, şahı devirdiği gibi, şahları, zalimleri ve tağutları da devire bilir, böylece Filistin'de özgürlüğüne kavuşabilir.
İşte bu asaleti ve değeri İmam Humeyni bize vermiştir ve bugün o merhum imamın yerinde bulunan Ayetullah Hamanei de İmam'ın yolunu devam ettirmekte ve bizlere ümit vermektedir. İran ve İran halkına çok teşekkür ediyoruz. Biliyoruz, Filistin mücadelesini ve direnişini desteklediği için ne kadar sorunlarla karşılaşmışlar. Tüm ambargo, iç ve dış politikadaki sorunlar, dünya devletlerinin baskısına rağmen yine de bizim yanımızda yer almışlar."
80'li yılların başına kadar, İslam dinin toplumsal ve siyasi yapısı bilinmemekteydi, insanlar ve uluslar arası arenada din sadece Allah ile kul arasındaki bir bağın adı olarak algılanıyordu. Ama inkılâbın gerçekleşmesiyle, İslam'ın nasıl toplumsal refah ve güveni getirdiği, ezilmiş halklara nasıl özgürlüklerini kazandırdığı tüm dünyada bilindi. Dolayısıyla siyasal İslam batı için en önemli ve onların menfaatlerini tehlikeye sokan başlıca konu oldu. Bu yüzden de İslam inkılâbını yıkmak için her türlü planı yaptılar, her alanda saldırmaya başladılar.
Ortadoğu ve dünyanın değişik bölgelerinde halklar siyasal İslamı araştırıp, kabul edip, pratiğe dökmeye çalıştılar. Sonuçta İslam inkılâbı; İslami direniş harekâtlarının İslami olmayan örgütlerden daha üstün ve etkili olduğunu ispatlamanın yanı sıra, global anlamda diğer iki önemli tesirde de bulunmuştur:
1- Solcu ve milliyetçi örgütlerinde İslami öğretilerden etkilenmeleri ve İslami esaslar ile hareket etmelerini sağladı.
2- İslami pragmatizme yakın olan İslami örgütlerin, siyasi takiyeden kurtularak daha çok pratiksel olmalarını sağladı.
İslam inkılâbı ile 80'li yılların başına kadar tüm İslam coğrafyasında kabul görmeye başlayan laiklik düşüncesinin ve dinin siyasetten ayrı olduğu inancının ne kadar yanlış olduğu anlaşıldı. Müslümanlar İslam dinin siyasetten ayrı olmadığı ve birçok siyasi öğreti-hükmünün bulunduğunun farkına vardırlar.
İran İslam inkılâbının başarıya ulaşmasıyla, hem devletlerin bazında hükümetlerin öz kimlikleri olan İslami yönetime dönmeleri gerektiği fikri sunulmuş oldu ve hem de halklar ve direniş örgütleri kurtuluşun ve bağımsızlığın yalnızca İslam'a sarılmakla kazanıla bileceğini anladılar. Dolayısıyla özellikle de Filistin'de inkılâp sonrası İslami direniş örgütlerinin kurulduğunu, bunların kesinlikle Siyonistler ile müzakereye yanaşmadıklarını gördük.
Ayrıca İslam memleketi denildiği zaman yani halkı Müslüman olan bir devlet olarak bu ismi vermek yanlıştır. İslam memleketi, Allah'ın hükümlerini toplumda icara eden, ilahi şeraiti uygulayan ve her şeyini İslami öğretilere göre şekillendiren devlettir. Bunu günümüzde herkese ameli olarak gösteren de İran İslam inkılâbı olmuştur, böylece İslami Medine-i fazile ütopya olmaktan çıkarak reel hale gelmiştir.
John Esposito, İslam dinin siyasi olması, ekonomi, kültür, sosyal ve politik alanda bu kadar gelişmesinin; sudandan Endonezya'ya kadar Müslümanların direnişe kalmasının en büyük sebebi olarak İran İslam inkılâbını bilmektedir. Ki böylece İslam bir köşeye terk edilmiş İslam olmaktan çıkarak global anlamda en önemli güçlerden biri haline gelmiştir.
İmam Ve Filistin Meselesi
İmam Humeyni'nin (r.a) en önemli düşüncesi ve sürekli üzerinde çalıştığı; Siyonizm ve özellikle İsrail ile mücadele edilmesi gerektiğidir. İmam Humeyni'nin (r.a) kendisine edinmiş olduğu en büyük dert olan Filistin sorunu, inkılâbın başarıya ulaşmasıyla birlikte başlayan bir şey değildir. İnkılâptan 15 yıl önce Filistinli direnişçilerle görüşmüş, maddi-manevi her türlü desteğe hazır olduklarını ilan etmişti. İmam Humeyni (r.a) Filistin sorunun sadece Filistin halkının sorunu olmadığı tüm Müslümanların meselesi olduğunu defalarca beyan etmiştir.
İran'da İslami direnişin devam ettiği günlerde gazetecilerle yapılan bir toplantıda şöyle buyurmuşlardı: "bizim şaha karşı kıyam etmemizin en önemli nedenlerinden biri de onun İsrail'i sınırsız desteklemesidir. Siyonist rejim kurulduğu ilk günden itibaren şah, işgalcilere her türlü yardımı yaptı, Müslümanlar Siyonistlerle savaşırken, o Müslümanların petrolünü çalarak İsrail'e veriyordu. İşte benim de şaha muhalif olmamın nedenlerinden biri budur."
İmam Humeyni (r.a) içte Şaha karşı kıyam etmenin ve direnmeyi en önemli amaç biliyordu, dışta ise Filistin sorunu imam için çok önemliydi. İmam Humeyni'nin (r.a) dış politikadaki esası Filistin'dir. Defalarca şöyle demiştir:
"Siyonist rejimin Müslümanlar tarafından resmen kabul edilmesi, ortak ilişkilerin kurulması ve Siyonistlerin desteklenmesi, Müslümanlar için bir faciadır. Siyonistlerin karşında durmak tüm Müslümanlara ilahi bir farzdır. Siyonistlerle işbirliği yapan Müslüman gözükenlerden Allah'a sığınıyorum."
"Ben Filistinli devlet başkanlarına sesleniyorum, artık İsrail ile müzakereleri bırakın, onlarla görüşmelerini kesin. Bunların zarardan başka hiçbir faydası olmayacaktır. Mazlum Filistin halkının kurtuluşu sadece kendilerine güvenerek, Allah'a dayanarak, silahlı mücadeleye girişmeleri, ölüm pahasına bile olsa İsrail ile savaşmalarındadır. Şunu artık kesin kabul edin, ne batı size yardım edecektir ve ne de doğu, Allah'a iman edip, elinize silahı alarak İsrail ile savaşın."
İmam Humeyni'nin (r.a) konuşmalarını topluca inceleyip, yayınlamış olduğu bildirilere baktığımızda; Kudüs gününün tüm dünya Müslümanlarının ve küresel bir günü olduğunu rahatlıkla anlayabiliriz. İmamın ramazan ayının son cumasını Kudüs günü olarak ilan etmesi, aslında mezhep, fırka ve kavim gözetilmeksizin tüm Müslümanların ortak değeri olduğundan, Müslümanların birliğini sağlam noktasında çok önemlidir. İmam tüm Müslümanların kabul ettiği Filistin sorunu Kudüs günüyle canlı tutmaya çalışmakla vahdeti de oluşturmuştur. Merhum İmam'ın seçmiş olduğu gün de çok önemlidir; zira Ramazan ayını tutan dünya Müslümanları bu ayda dua, nefis tezkiyesi ve ibadet ile tarif edilmez bir maneviyata ulaşmışlardır, dolayısıyla ramazanın son cumasında İslam için bir şeyler yapma isteği onlarda belirmiştir. Böylece imamın sözü çok daha etkili olarak kalplere yerleşmiş, İslam âlemi tarafından kabul görmüştür.
Kudüs günün nasıl bir gün olduğu ve neyi amaçladığını bizzat İmam Humeyni'nin (r.a) sözlerine baktık mı çok daha güzel anlayacağızdır. Merhum imam buyuruyor:
" Benim dünya Müslümanlarından ve İslam devletlerinden istediğim tek şey; işgalci Siyonistlerin ve destek verenlerin biran önce yenilgiye uğramaları için birlik ve beraberlik içinde olmalarıdır. Müslümanlar birleşin. Dünya Müslümanlarını mübarek Ramazan ayının son cuması yani Kadir gecelerinin bulunduğu günleri Kudüs günü olarak kabul etsinler. Bu günde dünya Müslümanları birleşerek bu programla uluslar arası alanda Filistinlilerin kanuni haklarını savunsunlar. Böylece Filistin halkının kaybedilmiş hakları onlara geri kazandırılsın…"
"Kudüs günü global bir gündür ve sadece Kudüs ile sınırlı değildir. Kudüs günü aslında dünyanın tüm ezilmiş halkların kıyam edip bağımsızlıklarını kazanmaları, Amerika ve diğer güçlerin zulmü altında ezilenlerin onlara karşı gelerek haklarını savunmaları gereken bir gündür. Bugünde dünya mustazafları, müstekbirlerin karşısında durmalı ve burunlarını yere sürtmeliler. Kudüs günü münafıklar ile gerçek inançlıların belli olduğu gündür; inanlar bu günde görev ve sorumluluklarının farkına varırlar ve gereğini yaparlar ama münafıklar yani Amerika'nın gölgesi altında olanlar, Siyonistlerle işbirliği yapanlar ve Müslümanların izzetini düşünmeyenler bu günde duyarsızdırlar, hatta engellemeye çalışırlar. Kudüs günü; hepimiz himmetli olması ve Kudüs'ün özgürlüğü için mücadele edilmesi gereken gündür, çabalayalım ki, Kudüs kurtulsun, Lübnan halkı kurtulsun…"
"Kudüs günü sadece Filistinlilere özel bir gün değildir, İslam günüdür. İslam hükümetinin günüdür, tüm Müslüman memleketlerinde İslam bayrağının dalgalanması gereken bir gündür."
"Müslümanlar bugünde yürüyüşler düzenlemeli, feryat etmeli ve sloganlar atmalıdır. Bunların faydasız olduğunu sanmayın, evet sadece ben feryat etsem belki faydasızdır, ama dünya Müslümanları topyekûn haykırdılar mı hiç şüphesiz çok faydalıdır ve etkisini gösterecektir."
Imam Hamanei Ve Filistin Meselesi
Rehber Imam Hamanei'nin; Filistin sorunu karşısında tutumu ve konuşmalarını incelediğimizde sanki karşımızda imam Humeyni'yi (r.a) görmekteyiz ki onun gibi, Müslümanların vahdeti, Filistin ve dünyanın ezilmiş halkları için mücadele etmektedir.
Ayetullah Hamanei, rehberliğe seçildiği ilk günden, günümüze kadar her fırsatta Filistin'in dünya Müslümanları için en önemli ve başıca sorun olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla da Filistin davasını desteklemek, maddi-manevi, kültürel ve politik alanlarda yanlarında yer almak her Müslüman'a farzdır, diye buyurmuştur.
Aynı şekilde, tüm dünya Müslümanlarını, özellikle toplumun önde gelen düşünür ve devlet adamlarını Kudüs meselesi üzerinde durmaya çağırmaktadır. Zira bugün Siyonist rejim, bütün Müslümanların ortak kutsal değeri olan Kudüs'ü Yahudileştirmeye ve orada bulunan Mescidul Aksa'yı da tahrip etmeye çalışmaktadır. Bunun mukabilinde durmak, sesimizi yükseltmek gerekmektedir, sessiz kalmak asla caiz değildir.
İmam Hamanei 1998 yılında Tahran'da şeyh Ahmet Yasin ile yaptığı konuşmada şunları söyledi: "Filistin halkı Müslüman bir halktır, dolayısıyla İslami savununa, İslam'dan bahseden ve Filistin halkının izzetini düşünen kimseler, bu halkın gerçek temsilcileridir. Hedefi İslam olmayan ve Filistin halkını zelil eden kimselerin böyle bir temsilciliğe hakları yoktur."
"İran halkı ve politikacıları şimdiye kadar Filistin'in yanında yer almış ve İsrail'in karşısında durmuştur, bundan sonrada bu konumunu koruyacaktır. Her ne kadar Filistin yanında yer almak uluslararası alanda İran devleti için birçok sorunları beraberinde getirse de, biz İslam için çekilen bu sıkıntıları ilahi bir nimet olarak görmekteyiz. Biz sonuna kadar Filistinli direnişçileri hem politik ve hem de askeri alanda destekleyeceğiz ve ne kadar baskı uygulanırsa uygulansan bundan asla vazgeçmeyiz."