کارگر

کارگر

Cuma, 18 Nisan 2025 06:53

Yemen Destan Yazmaya Devam Ediyor

Bazı haddini bilmez art niyetlilerin tezviratlarından dolayı bir hususa açıklık getirmiş olalım ve sonra yazımıza devam edelim. Söz konusu kişilerin iddia ettikleri gibi Ensarullah hareketi İran İslâm Cumhuriyeti'nin vekil gücü değildir. Ensarullah "Direniş Cephesi"nin en aktif bileşenlerinden biridir. İran'ın "Direniş Cephesi"nin bütün bileşenlerini konsolide etmesi; silah, mühimmat vermesi veya silah üretim teknolojisi vermesi bu unsurların "vekil güç" kategorisinde değerlendirilmesini

gerektirmemektedir; bu yanlış bir yaklaşımdır. Çünkü Siyonist işgal çetesine karşı verilen savaş İran'ın ideolojik çıkarlarına, İran'ın yayılmacı politikalarına, İran'ın imperium amacına veya birilerinin "Şiî yayılmacılığı"-Şiî Hilâli" dediği gibi mezhep algısına münhasır bir durum değil.
Bakınız, İslâm Cumhuriyeti'nin varlık sebebi İslâm'a hizmettir, ümmetin mazlumlarına, ümmetin zulme uğrayanlarına yardım etmektir ve mukaddes beldelerimize sahip çıkmaktır.

Bakınız İmâm Humeynî ne buyuruyor? "Biz İslâm'ın İran halkına hizmet etmesini değil, İran halkının İslâm'a hizmet etmesini istiyoruz. İslâm'a hizmet etmeyecek İran'ı ben ne yapayım? Bu devrimi biz İslâm'a hizmet etmek, zulme uğrayan mazlumlara yardım etmek ve mukaddeslerimize sahip çıkmak için yaptık." Bu sözler ilk günden itibaren fiîliyata geçmiş bulunmaktadır.


Bizzat İmâm Humeynî'nin talimatıyla ABD ve Siyonist çete konsoloslukları kapatıldı, ardından "Namus-u Ekber"imiz olan kutsal Filistin topraklarımıza sahip çıkmak için "Devrim Muhafızları Ordusu" bünyesinde "Kudüs Gücü" kuruldu. "Kudüs Gücü"nün konsolide ettiği "Direniş Cephesi" Allah Teâlâ'ya adanarak, sabırla, metanetle ve nice ağır bedeller ödeyerek mücadele vermektedir...


İran İslâm Cumhuriyeti'nin sahadaki varlık sebebi, İslâm'a, mukaddesatımıza, kutsal mekânlarımıza ilişkin bir hizmete mebnidir. Filistin davasına İslâm adına sahip çıkmak beraberinde birçok bedeli ödemeyi de gerektirmektedir. Nitekim İran bunun bedelini ödeyerek yoluna devam etmektedir. İran İslâm Cumhuriyeti devrimin ilk gününden itibaren işgalci İsrail'in hamiliğini yapan ABD ve Batılı ülkelerin hışmına, ambargolarına ve tahmilî savaş (Saddam'ın piyon olarak kullanılıp ABD adına İran'a savaş ilan etmesi ve bu savaşın 8 yıl sürmesi) dahil olmak üzere her türlü entrikalarına maruz kalmış durumdadır.


Sayın okuyucumuz biz bu satırları yazdığımız esnada Devrim Lideri Hamaney'in konumuza ilişkin bir videosu sosyal medyada karşımıza çıktı. Diyor ki: "Birileri ümmetin vahdetini baltalamak adına 'Şiî Hilâli' ifadesini kullanıyor. Bunlar Siyonistlerin 70 küsur yıldan beri milyonlarca Filistinlinin katledilmesini görmüyorlar mı? Biz İslâm Cumhuriyeti olarak bu bayrağı kaldırdık ve 'Direniş Cephesi'ni organize etmekteyiz. Şu bilinsin ki, bizim Filistin halkını desteklememiz taktiksel değil itikadîdir. Bizim ve tüm ümmetin vazifesi mazlum Filistin halkını uğradığı zulüm ve esaretten kurtarmaktır. Bu bizim için imanî vecibedir."


Bu beyanattan sonra biz de sormuş olalım: İran coğrafî anlamda teritoryal alanını genişletmek mi istemektedir, yoksa Filistin meselesine imanî açıdan mı bakmaktadır? Rehberin dediği gibi elbette imanî açıdan bakmaktadır.
Teyit olsun diye ek olarak ifade edecek olursak, Merhum Erbakan Hoca’mızın Filistin davasına ilişkin bir beyanı İran'a yönelik haince dile getirilen sözleri çürütmektedir.

Erbakan Hoca'mız diyor ki: "Filistin meselesi coğrafî değil, imanî bir meseledir." Bu söz bütün ümmet için bağlayıcı olduğu gibi İran İslâm Cumhuriyeti için de öyledir.

Her Müslüman Filistin davasına bu zaviyeden bakmak ödevindedir. İran İslâm Cumhuriyeti mesullerinin de bakışı bu minvâl üzeredir. Onun için "Direniş Cephesi"nin bileşenlerine "vekil güç" diyemeyiz. "Vekil güç" diye tabir edilen unsurlar verdikleri mücadeleyi İran adına vermiyorlar ki "İran'ın vekil güçleri" densin. Bütün bileşenler Filistin davasının aslî unsurdur. Bu yüzden biz diyoruz ki, Yemen halkının mücadelesi İran için değil, mukaddes dinimiz adınadır. Bu bir din savaşıdır, mezhep savaşı hiç değil.

Filistin davasına ilişkin İran'ın da, Yemen'in de güttüğü maksat denizden nehire bütün Filistin topraklarının bağımsızlığına kavuşturulması ve yönetimin Filistin halkına teslim edilmesidir. "Direniş Cephesi"nin bundan başka ne amacı olabilir ki? "Direniş Cephesi"ne her türlü silah ve füzeyi veren, "Direniş Cephesi"ni konsolide eden İran İslâm Cumhuriyeti'nin emperyal bir amacı yok ki, gelip Filistin topraklarına çöksün. Gerek devlet bazında gerek örgüt olarak Filistin davasına destek veren her hareket

kutsal Filistin topraklarının özgürlüğüne kavuşturulmasına mebnidir. Çünkü Filistin denizden nehire "Namus-u Ekber'imiz"dir. Gerek siyasî liderlik açısından, gerek münferiden her Müslüman Filistin davasına bu zaviyeden bakmaktadır. Bu nedenle biz diyoruz ki direniş bütün bileşenleriyle bir tak cephedir.

Bakınız, "Aksa Tufanı"nın başladığı 7 Ekim tarihinden bu yana Filistin davasına fiîlen omuz verip katkı sağlayan Hizbullah’tan sonra Yemen'in mücahid halkını görüyoruz. Bu savaş mücessem anlamda iman ile küfrün savaşıdır. Bu savaşa katkı sağlayanlar, bu savaşa fiîlen omuz veren bütün unsurlar imanı temsil etmektedir. Allah Resûlü 1400 yıl öncesinden, "İman Yemen'dedir" demesi adeta günümüz Yemen'ine işaret etmektedir. Yemen İslâm dünyasının yoksulluk ve sefaletle boğuşan bir bölgesi. Garibanlık had safhada. GSMH'sı son derece düşük bir ekonomik yapıya sahip. Yemen, Ali Abdullah Salih isimli bir diktatör tarafından 32 yıl boyunca baskı ve tahakkümle yönetilen bir ülkeydi. "Arap Baharı" sürecinde Husîler olarak bilinen ve diğer adı Ensarullah olan grubun verdiği devrimsel mücadele sonucu başta başkent Sana olmak üzere ülke yönetiminin büyük bir kısmını ele geçirmiş oldular. Doğal olarak stratejik öneme haiz "Ba'bul Mendeb"in kontrolü de Ensarullah'ın eline geçmiş oldu. Bu gelişmeden en çok büyük şeytan ABD ve Siyonist çete rahatsız olmuştu. Çünkü kendilerine ait veya kendilerine lojistik hizmet veren uluslararası yük transfer gemileri o boğazdan geçiyordu. Doğal olarak "Ba'bül Mendeb"in Ensarullah'ın eline geçmesinden rahatsız olan ABD ve Siyonist çete alelacele kendilerine taşeronluk ve piyonluk yapan Suudi Arabistan'a bir vazife verdiler. Bunun üzerine Suudi Arabistan almış olduğu talimatla yedeğine aldığı 8 Arap ülkesi ile birlikte ortak hareket ederek operasyona start verdiler ve mazlum Yemen halkının üzerine bomba yağdırmaya başladılar. Suudi Arabistan, Yemen'i ABD ve Siyonist çete adına "vekaleten" bombalarken Ensarullah mücahidleri, "El mevtu Amerika, el mevtu İsrail" diye slogan atıyorlardı. Çünkü o saldırılarda aslî faktör ABD ve Siyonist çetedir. Bunu bütün dünya biliyor. O melunca sürdürülen saldırılardan güdülen maksat Ba'bül Mendeb'ten geçiş inisiyatifini (diktatör Ali Abdullah Salih dönemindeki gibi) ABD ve Siyonist çeteye vermek.


Bu bombardıman ve katliamlar 2015 tarihinden 2023'e kadar, yani 8 yıl sürdü. Yemen halkı bu süreçte büyük yıkım ve acılara maruz kaldı fakat geri adım atmadı, direnmeye devam etti. Suudi Arabistan öncülüğünde oluşturulan koalisyon gücü bu 8 yıllık süreçte işlemiş olduğu katliamlardan dolayı günümüzde ve gelecekte lânetle anılmayı fazlasıyla hak etmiş durumdadır. Ensarullah, ABD ortaklığındaki ARAMCO tesislerini vurmaya başlayınca Suud saldırılarına son verip ateşkes yapmak zorunda kaldı...


Suudi Arabistan öylesine alçak ve öylesine melun bir rejim ki, "Aksa Tufanı" sürecinde İran ve Yemen’in fırlattığı füzeleri İsrail'den önce engelleme çabasına girdi. Bu nasıl bir alçaklıktır böyle? Aynı melunluğu Birleşik Arap Emirlikleri ve Ürdün de yapmıştı. Bu aşağılık zalim melunlar zaten "Yüzyılın Anlaşması" ve "Abraham Sözleşmesi" ile Filistin davasına en büyük ihaneti yapmışlardı. Ayet: "Herkes şakilesine göre hareket eder." (İsra: 84) Herkes kendisine yakışanı yapar. Aşağılık soysuz güruh kendilerine yakışanı yapıyor. ABD ve Siyonist çeteye maşa ve piyonluk yapmak onlara yakışıyor. Gazze'de çoluk çocuk, bebek, kadın yaşlı olmak üzere 60 000'in üzerinde insan katledilmiş, 100 000'in üzerinde yaralı ve sakat var, Gazze baştan sona enkaz yığınına dönmüş ama o nesebi gayri sahih aşağılık mahlûkların umurunda değil. Onların derdi, "Filistin topraklarından geriye kalan son parça (Gazze) Siyonist çete tarafından işgal edilsin, böylece Filistin tarihe gömülsün biz de keyfimize bakalım" düşüncesindeler. Bu alçaklar, bu namus yoksunu pespaye rezil Arap rejimleri tarihin en büyük ihaneti içerisindeler. Sadece Arap rejimleri değil birçok Müslüman ülke Siyonist çete ile ticaretlerini bile kesmedi. Onlar da aynı ihanetin içerisindeler. Yemen ise tamamen farklı bir tablo çizmektedir. İmanın mücessem hâli bugün Yemen tarafından sergilenmektedir. Yemen, bugün tarih boyunca unutulmayacak bir destan yazmaktadır. "İzzet ve şeref Allah'ın, Resûlü'nün ve mü'minlerindir." (Münafikun: 8)

İşte bu şerefe erişen Yemenli mü'minlerdir. İzzet ve şeref sahibi olmanın ön koşulu Allah Teâlâ'nın buyruklarına uygun davranış sergilemekten geçmektedir. Bugün bunu "Direniş Cephesi"nin yüz akı Yemen halkı yapmaktadır. Yemen, ABD'nin savaş destroyerlerini, uçak gemilerini, Siyonist çeteye yük taşıyan şilepleri vurması ve başta Tel Aviv, Hayfa ve Aşkelon olmak üzere işgal altındaki şehirlere füze fırlatması; öte yandan Ben Goriyon Havalimanı'nı ve stratejik öneme haiz askerî tesisleri vurması sonucu Siyonist işgalcileri sığınaklarda yaşamaya mahkum etmesi izzet değilde nedir?

Açık yüreklilikle ifade edecek olursak 57 Müslüman ülke içerisinde Gazze Cihadı'nda "Direniş Cephesi"ne en büyük katkıyı veren Yemen'in yiğit halkını görüyoruz. Siz istediğiniz kadar silah verin, füze verin onu kullanacak iman dolu yürek yoksa hiçbir mesafe kat edemez, hiçbir başarı elde edemezsiniz. İşte bu yiğit insanlar Allah Teâlâ'ya adanmış yürekleriyle

destan yazıyor ve yazmaya devam ediyor...

Hazım Koral

Suudi Arabistan Savunma Bakanı Halid bin Selman Al Suud, üst düzey bir heyetin başında geldiği Tahran’da İran Genelkurmay Başkanı tarafından resmi törenle karşılandı.

Suudi Savunma Bakanı Halid bin Selman Al Suud, bu ziyaret sırasında Genelkurmay Başkanının yanı sıra ülkenin üst düzey siyasi ve güvenlik yetkilileriyle de görüşmeler gerçekleştirecek.

 İran ve Suudi Arabistan’ın üst düzey savunma yetkilileri arasında yapılacak bu görüşmenin ana başlıklarını, savunma ilişkilerinin geliştirilmesi, bölgede barış ve istikrarın güçlendirilmesine yönelik bölgesel iş birliği ile terörle mücadele konuları oluşturuyor.

Ayrıca, geçen yıl Suudi Arabistan Genelkurmay Başkanının Tahran'ı Tümgeneral Bakıri'nin daveti üzerine ziyareti ve Halid bin Selman’ın bu ziyaretinin Suudi Arabistan’dan İran’a yapılan ikinci üst düzey savunma yetkilisi ziyareti oldu. 

İmam Hamanei, Suudi Arabistan Savunma Bakanı'nı Kabul Etti
 
 İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei, bugün öğlenden sonra Suudi Arabistan Savunma Bakanı Halid bin Selman Al-Suud’u kabul etti.
Suudi Bakan Suudi Arabistan Kralı'nın mesajını İmam Hamanei'ye iletti.

İmam Hamanei, "İran İslam Cumhuriyeti ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkilerin her iki ülke açısından da faydalı olacağına ve iki ülkenin birbirini tamamlayabileceğine inanıyoruz" dedi.

İki ülke arasındaki ilişkilerin genişlemesine karşı düşmanların olduğunu vurgulayan İmam Hamanei, "Bunun üstesinden gelinmesi gerekiyor ve biz buna hazırız." ifadesini kullandı.

İmam Hamanei İran'ın kaydettiği bazı ilerlemelere değinerek, "İslam Cumhuriyeti, bu alanlarda Suudi Arabistan'a yardım etmeye hazırdır" dedi.

İslam İnkılabı Lideri, bölgedeki kardeşlerin birbirlerine yardım etmeleri ve işbirliği yapmalarının, başkalarına güvenmekten çok daha hayırlı olduğunu vurguladı

 

 İran Cumhurbaşkanı Mesut Pezeşkiyan, Suudi Arabistan Savunma Bakanı Halid bin Selman Al-Suud ile Tahran'da görüştü.


İslam ülkelerinin birliğinin, bölgede barış, güvenlik ve sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın sağlanması için gerekli bir şart olduğunu vurgulayan Cumhurbaşkanı, Pezeşkiyan, "Bereketli topraklarda, kıbleleri, kitapları ve dinleri aynı olan milletlerin, çatışma ve yoksulluk içinde olması üzücüdür. Bu durum İslam ümmetine yakışmıyor" dedi.

Pezeşkiyan "İslam ülkelerinin liderleri ortak bir iradeyle diğer toplumlar için ilham verici bir birlikte yaşama, refah ve ilerleme modeli ortaya koyabilirler. İran, Suudi Arabistan ile ilişkilerini her alanda geliştirmeye ve ikili iş birliğini diğer İslam ülkelerine yaymaya tamamen hazırdır." İfadesini kullandı.

Gazze'deki son gelişmelere değinen Pezeşkiyan" İslam ülkeleri birlik içinde olursa İsrail'in böyle suçlar işlemeye gücü olmaz" şeklinde konuştu.

Pezeşkiyan ayrıca Suudu Arabistan'ı kardeş ülke olarak gördüklerini belirtti.

Suudi Savunma Bakanı da Suudi liderlerin en kısa zamanda İran'ı ziyaret etmek istediklerini açıkladı.

Suudi Bakan "Gazze ve Filistin'deki gelişmeler konusunda İran ve Suudi Arabistan'ın pozisyonları örtüşüyor. Siyonist rejimin Gazze, Batı Şeria, Lübnan ve Suriye'deki eylemleri, rejimin bölgedeki boşlukları istismar etme çabasını ortaya koymaktadır" değerlendirmesinde bulundu.

.

Nehc'ül-Belâğa'nın ibadet anlayışı nedir? Nehc'ül Belâğa'nın ibadete yaklaşımı ârifâne bir yaklaşımdır. İslâm dünyasındaki ârifane ibadet anlayışı ve uygulamalarının ilham kaynağı, Kur'an-ı Kerim ve Resulullah'ın (s.a.a) sünnetinden sonra Hz. Ali'nin (a.s) buyrukları ve ârifane ibadetleridir. Bilindiği üzere İslâm edebiyatının ister Arapça'da olsun, ister Farsça'da yüce yönlerinden biri, insanın yüce Allah ile âbidane ve âşıkane ilişkiler kurmasıdır. Bu alanda nazım ve nesir şeklinde ortaya konulan hitabe, dua, temsil ve kinayelerdeki övülmeye değer ince ve zarif düşünceler, gerçekten insanı hayrete düşürmektedir.

İslâm'ın düşüncelerde derinlik, genişlik, incelik ve güzellik açısından meydana getirdiği ilerleme, İslâm ülkelerinde İslâm öncesi var olan düşüncelerle karşılaştırmak suretiyle anlaşılabilir. İslâm dini, puta, insana veya ateşe tapan ve kısır görüşlülüklerinden dolayı kendi elleriyle yaptıkları putu ma'bud edinen ya da yüce Allah'ı bir insanın babası seviyesine indiren ve bazen babayla oğlu bir bilen veya Ahura Mezda'yı resmen cisimleştirip putunu her tarafa yerleştiren insan kitlelerinden en soyut manaları, en in-ce düşünceleri ve en yüce kavramları idrak eden insanlar meydana getirdi. Nasıl oldu da birden bire düşünceler alt-üst oldu, man-tıklar değişti, fikirler yüceldi, duygular incelip göklere çıktı ve değerler bambaşka oldu?!

"Muallaka-i Seb'a" [Yedi Askı=İslâm'dan önceki Arap şairlerinin beğenilip de Kâbe duvarına asılmış ünlü kasideleri] ve "Nehc'ül-Belâğa" birbirini izleyen iki döneme ait iki şaheserdir. Her ikisi de fesahat ve Belâgat numunesidir; fakat içerik açısından yerden göğe kadar fark var aralarında. Birincisi atların vasfı, mızrak, deve, gece baskını, göz, kaş, birbirini sevme, kişilere övgü ve hicivlerle doludur, ötekisi ise en yüce insanî mefhumlarla. Şimdi Nehc'ül-Belâğa'nın ibadet anlayışının açıklığa kavuşması için Hz. Ali'nin (a.s) buyruklarından birkaç örnek verelim. Sözümüze insanların ibadete farklı yaklaşımları konusuyla başlayalım. Özgür İnsanların İbadeti "Bir bölük halk sevap için Allah'a ibadet eder; bu ibadet, tâcirlerin ibadetidir. Bir bölük de Allah'a korkudan ibadet eder, bu da kölelerin ibadetidir. Bir bölükse, Allah'a şükretmek için ibadet eder; işte hür kişilerin ibadeti budur."1

"Eğer Allah kendisine karşı gelmelerine karşılık insanları korkutmasaydı, yine de nimetinin şükrünü yerine getirmek için ona itaat etmek farz olurdu."2

"Allah'ım! Ben cehennemden korktuğum veya cennetine tamah ettiğim için sana ibadet etmiyorum; ben seni ibadete layık gördüğüm için sana ibadet etmekteyim."3

Allah'ı Anmak

İbadetin ahlâkî ve toplumsal etkilerinin sırrı bir şeyde gizlidir: Allah'ı anmak ve O'ndan başkasını hatırdan silmek. Kur'an-ı Kerim bir yerde ibadetin eğitimdeki etkisi ve ruhu güçlendirmedeki yönüne işaret ederek; "Doğrusu namaz insanı çirkinlik ve kötülüklerden men eder." buyurmaktadır. Başka bir yerde ise; "Namazı, beni anmak için ikâme et (dosdoğru kıl)." buyurarak, namaz kılan ve Allah'ı anan bir kimsenin, alîm ve basîr (bilen ve gören) bir zatın kendisini daima gözetlediğini hatırlayacağına ve kendisinin O'na bir kul olduğunu hiçbir zaman unutmayacağına işaret etmektedir.

İbadetin hedefi olan Allah'ı anmak, gönüllere parlaklık, sefa verir ve kalbi ilâhî kudret ve sırların tecelli, görünme yeri olmaya hazırlar. Hz. Ali (a.s), ibadetin ruhu olan Allah'ı anma hakkında şöyle buyurur: "Yüce ve her türlü eksiklikten münezzeh olan Allah, zikri kalplerin cilası kılmıştır. Zayıf gören gözler Allah'ı zikirle görmeye başlamış, ağır duyan kulaklar onunla iyi duymuş ve itaatsizlikten sonra onunla itaat etmeye başlamıştır.

Tarihin bütün dönemlerinde Allah'ın, fikirlerine ve akıllarına hitap ettiği, sırf Allah rızası için yaşayan kullar daima olagelmiştir.4

Bu sözlerde Allah'ı anmanın, kalplerdeki hayret verici etkisi açıklanmakta; kalbin ilham alma ve Allah'la konuşma yeteneği kazandığı belirtilmektedir.

1- Nehc'ül-Belâğa, kısa sözler: 237.

2- Nehc'ül-Belâğa, kısa sözler: 290.

3- Bihar'ul-Envar, c.41, b.101 ve s. 14 biraz farkla.

4- Nehc'ül-Belâğa, hutbe: 220.

Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Irakç,i Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Kremlin Sarayı'nda görüştü.


Irakçi, bu görüşmede İslam İnkılabı Lideri İmam Hamanei'nin yazılı mesajını Putin'e iletti.

Görüşmede ayrıca ikili ilişkiler ve bölgedeki son gelişmeler ele alındı.

Putin, İran İslam Devrimi Lideri'ne selam ve sağlık dileklerini iletirken, İran ile Rusya arasındaki stratejik ortaklığın önemine vurgu yaptı.

Putin, iki ülkenin çıkarlarına hizmet etmek, barış ve istikrarı korumak ve güçlendirmek amacıyla, bölgesel ve uluslararası konularda iş birliği ve koordinasyonun yanı sıra iki ülke arasındaki bağların güçlendirilmesi gerektiğini değerlendirdi.

 

Imam Hamanei'nin Putin'e Mesajının İçeriği Açıklandı

İran Dışişleri Bakanı Moskova'ya ulaştığında, İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei'nin Rusya Devlet Başkanı'na gönderdiği mesaja değinerek mesajın içeriğine işaret etti.

Rus yetkililerle görüşmek ve istişarelerde bulunmak üzere Moskova'ya giden İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, ülkeye varışında gazetecilere yaptığı açıklamada, bu seyahatin hedeflerine ilişkin olarak: ‘Birkaç farklı hedef var. Bu, Dini Lider'in Rusya Devlet Başkanı'na yazılı bir mesajını iletmek için önceden planlanmış bir seyahatti ve aynı zamanda son gelişmeler ve yürütülen dolaylı müzakerelerle aynı zamana denk geldi’ ifadelerini kullandı.

Arakçi şunları da ekledi: Nükleer meseleler hakkında Rusya'daki dostlarımızla her zaman yakın istişare halinde olduk. Geçmişten bugüne hem Rusya hem de Çin ile yakın görüş alışverişinde bulunduk, pozisyonumuzu ayarlamaya çalıştık. Şimdi Rus yetkililerle tutumlarımızı konuşmak için en uygun zaman.

Arakçi: ‘İkili ilişkilerimiz, her görüşmemizde konuştuğumuz çeşitli konuları kapsıyor. Mevcut ve inşallah hayata geçirilecek ekonomik ve siyasi projelerin takibini yapacağız’ ifadelerini kullandı.

Arakçi: ‘Bu seyahatte ayrıca Batı Asya bölgesi, İsrail rejiminin devam eden suçları, bölgede var olan tehditler ve Ukrayna meselesi ele alınacak ve incelenecek’ dedi.

İran Dışişleri Bakanı, Rusya Devlet Duması'nın İran-Rusya Stratejik Ortaklık Anlaşması'nı onaylaması hakkında şunları söyledi: Bu çok önemli bir anlaşma. İlişkilerimizin seviyesini artıracaktır. İlişkilerimiz her zaman stratejik olmuştur ve stratejiktir, bu anlaşmayla birlikte düzenli ve örgütlü bir yapıya kavuşacaktır. Rusya yasama meclislerinde aşama aşama ilerlemiş olmasından ve İran'da da ilerliyor olmasından mutluluk duyuyoruz.

Arakçi ayrıca şunları belirtti: Bu anlaşmanın önemli bir göstergesi, ilişkilerimize uzun vadeli stratejik bir bakış açısı sunması ve iki ülke arasındaki işbirliğine uzun vadeli bir perspektif sağlamasıdır. Bu sayede bu ilişkilerin hiçbir unsurdan etkilenmemesi sağlanıyor. Ortaya çıkan konuları kendi aramızda konuşuyoruz ama bizim Rusya ile ilişkilerimize bakışımız uzun vadelidir.

Imam Hamanei'nin Rusya Devlet Başkanı'na gönderdiği mesajın içeriğine değinen Arakçi şunları söyledi: Pek tabii bu mesajda önemli uluslararası ve bölgesel gelişmelere ve ikili görüşmelere yer verilmektedir.

Hamanei'nin Rusya Devlet Başkanı'na gönderdiği mesaja değinerek mesajın içeriğine işaret etti.

Rus yetkililerle görüşmek ve istişarelerde bulunmak üzere Moskova'ya giden İran Dışişleri Bakanı Seyyid Abbas Arakçi, ülkeye varışında gazetecilere yaptığı açıklamada, bu seyahatin hedeflerine ilişkin olarak: ‘Birkaç farklı hedef var. Bu, Dini Lider'in Rusya Devlet Başkanı'na yazılı bir mesajını iletmek için önceden planlanmış bir seyahatti ve aynı zamanda son gelişmeler ve yürütülen dolaylı müzakerelerle aynı zamana denk geldi’ ifadelerini kullandı.

Arakçi şunları da ekledi: Nükleer meseleler hakkında Rusya'daki dostlarımızla her zaman yakın istişare halinde olduk. Geçmişten bugüne hem Rusya hem de Çin ile yakın görüş alışverişinde bulunduk, pozisyonumuzu ayarlamaya çalıştık. Şimdi Rus yetkililerle tutumlarımızı konuşmak için en uygun zaman.

Arakçi: ‘İkili ilişkilerimiz, her görüşmemizde konuştuğumuz çeşitli konuları kapsıyor. Mevcut ve inşallah hayata geçirilecek ekonomik ve siyasi projelerin takibini yapacağız’ ifadelerini kullandı.

Arakçi: ‘Bu seyahatte ayrıca Batı Asya bölgesi, İsrail rejiminin devam eden suçları, bölgede var olan tehditler ve Ukrayna meselesi ele alınacak ve incelenecek’ dedi.

İran Dışişleri Bakanı, Rusya Devlet Duması'nın İran-Rusya Stratejik Ortaklık Anlaşması'nı onaylaması hakkında şunları söyledi: Bu çok önemli bir anlaşma. İlişkilerimizin seviyesini artıracaktır. İlişkilerimiz her zaman stratejik olmuştur ve stratejiktir, bu anlaşmayla birlikte düzenli ve örgütlü bir yapıya kavuşacaktır. Rusya yasama meclislerinde aşama aşama ilerlemiş olmasından ve İran'da da ilerliyor olmasından mutluluk duyuyoruz.

Arakçi ayrıca şunları belirtti: Bu anlaşmanın önemli bir göstergesi, ilişkilerimize uzun vadeli stratejik bir bakış açısı sunması ve iki ülke arasındaki işbirliğine uzun vadeli bir perspektif sağlamasıdır. Bu sayede bu ilişkilerin hiçbir unsurdan etkilenmemesi sağlanıyor. Ortaya çıkan konuları kendi aramızda konuşuyoruz ama bizim Rusya ile ilişkilerimize bakışımız uzun vadelidir.

Ayetullah Hamanei'nin Rusya Devlet Başkanı'na gönderdiği mesajın içeriğine değinen Arakçi şunları söyledi: Pek tabii bu mesajda önemli uluslararası ve bölgesel gelişmelere ve ikili görüşmelere yer verilmektedir.

Çocuk katili İsrail, yerinden edilmiş sivillerin barındığı çadırlara saldırı düzenledi.


Abluka altındaki Gazze’de sivilleri hedef almayı sürdüren Siyonist İsrail, katliamlarına bir yenisini daha ekledi. 

Çocuk katili İsrail ordusu Gazze Şeridi'ndeki El-Mevasi bölgesinde yerinden edilmiş sivillerin barındığı çadırlara saldırı düzenledi. 

Saldırıda aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu en az 10 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi de yaralandı.

 

Gazze Hükümeti: Gazze’de durum insani çöküş aşamasına girdi

Gazze Hükümeti Medya Ofisi, uluslararası toplumun Gazze halkına yönelik Siyonist suçlara karşı sessiz kalmasını sert bir dille eleştirerek işgal rejiminin kalan gıda merkezlerini kasıtlı olarak bombaladığı, Gazze'de insani durumun tamamen çöktüğü, sivillerin açlıktan öldüğünü belirtti.
Tesnim Haber Ajansı - Gazze Şeridi'ndeki Hükümet Medya Ofisi, Şeridin kritik durumuyla ilgili yaptığı  yeni açıklamasında şunları duyurdu: Siyonist düşmanın özellikle bir buçuk aydan fazla süredir geçiş noktalarını tamamen kapatması ve insani yardımların tamamen ve kasıtlı olarak kesilmesinin ardından sivillere karşı uyguladığı sistematik kuşatma ve kıtlık politikası nedeniyle Gazze Şeridi'ndeki insani durum tam bir çöküş aşamasına girmiştir.

Gazze Hükümeti Medya Ofisi şöyle devam etti: Gazze Şeridi şu anda gerçek bir insani felaket ve açık bir kıtlık yaşıyor. Açlık, özellikle ciddi yetersiz beslenme sorunu yaşayan ve asgari sağlık hizmetlerinden mahrum kalan bir milyondan fazla çocuğun hayatını doğrudan tehdit ediyor.

‘Gazze'de gıda dağıtım merkezlerindeki uzun kuyruklar artık sıradan ve acı verici bir durum haline geldi’ diyen Medya Ofisi şöyle devam etti: Siyonist düşmanın, açlığı sivillere karşı bir savaş aracı olarak kullanma amacıyla gıda ve hizmet merkezlerini hizmet dışı bırakma yönündeki sistematik planının bir parçası olarak işgalciler tarafından 37'den fazla yardım dağıtım merkezi ve 28 gıda deposu hedef alındı.

Bu açıklamada şu ifadeler yer aldı: Bugün Gazze Şeridi'nde yaşananlar geçici bir kriz değil, büyük bir savaş suçuna dönüşen organize bir açlık suçudur. Bu işgalci rejimin, uluslararası toplumun, özellikle de bu suçlara siyasi ve askeri destek veren ABD, Fransa, İngiltere, Almanya ve diğer ülkelerin işbirliği ve sessizliğiyle Gazze'deki savunmasız sivillere karşı işlediği bir suçtur. Uluslararası toplum ve tüm bu ülkeler, Gazze'de 2 milyon 400 binden fazla Filistinlinin başına gelen felaketin suç ortağıdır.

Gazze Şeridi Hükümet Medya Ofisi şunları kaydetti: İşgalciler, Gazze Şeridi'ne insani yardım ve yakıt geçişini engellemeye devam ediyor ve yardım ve yakıt yüklü binlerce tır sınır kapılarında bırakılıyor. Bu acımasız abluka Gazze'de hayatın her alanını etkilerken, Gazze Şeridi'nde 2 milyon 400 bini aşkın insanın yaşadığı insani felaket her geçen gün daha da ağırlaşıyor.

Gazze hükümet ofisi şöyle devam etti: Gazze'deki hizmet ve insani yardım tesisleri tamamen çökmenin eşiğinde, hastaneler çok sınırlı kapasiteyle, ilaç ve yakıt olmadan çalışıyor ve önümüzdeki iki hafta içinde tüm hastaneler yakıt sıkıntısı nedeniyle hizmet dışı kalacak. Yakıt ve un sıkıntısı nedeniyle fırınlar da faaliyetlerini durdurdu. Yakıt sıkıntısı ve elektrik kesintileri de su arıtma tesisinin arızalanmasına neden oldu. Bu durum devam ettikçe, açlık, sağlık hizmetlerinin yetersizliği ve hastalıkların yayılmasıyla birlikte Gazze'de her an Filistinlilerin kitlesel ölüm riskiyle karşı karşıya kalacağı konusunda uyarıyoruz.

Bu açıklamanın sonunda şu ifadeler yer aldı: Gazze Şeridi'ndeki savunmasız sivillere yönelik Siyonist soykırım ve etnik temizlik suçlarının durdurulması için ciddi uluslararası adımlar atılmalı ve uluslararası toplum işgalci rejime bu haksız kuşatmayı sona erdirmesi için baskı yapmalıdır. Uluslararası toplumun bu suçlar karşısında sessiz kalması suçlara ortak olmak anlamına gelmektedir.

Cuma, 11 Nisan 2025 06:35

Hoşgörülü Olmak

“Sertliği ve şiddeti, biraz yumuşaklık ve müsamahayla karıştır.”

 Yüce Gönüllülük

Yüce gönüllülük, ruhen ve fikren geniş bir kapasiteye, tahammüle ve çokça sabra sahip olmak anlamındadır. Bu, işlevsel ve başarılı bir yönetimin temel şart ve etkenlerinden biridir. Yüce gönüllülüğe ve yeterli kapasiteye sahip olmayan bir müdür, kurumun işlerini doğru ve mantıklı biçimde idare edemez ve kurumu amaçlanan hedefe doğru götüremez. Bir yapıyı, istenilen şekilde idare edecek kişinin tahammüle, kapasiteye ve yeteri kadar sabra sahip olması gerekir. Kapasitesiz, dar görüşlü ve tahammülsüz olmaktan kaçınmalıdır. Emirü’l-Muminin Ali (a.s) yüce gönüllülüğü, işlerin idaresi için gerekli olan vesilelerden biri sayarak şöyle buyuruyor:

“İdare (yönetim) vesilesi ve aracı yüce gönüllülüktür.”[1]

Kurumlar her zaman sorunlarla, zorluklarla ve muhtelif meselelerle yüz yüzedirler. Bu yüzden müdürler, bunları bertaraf etmek için doğru ve mantıklı şekilde hareket etmek zorundadırlar. Sorunlar ve zorluklar karşısında da ancak becerikli, sabırlı ve dayanıklı kimseler mantıklı bir çözüm bulabilirler. İşte bu sıfatlar, genel şekilde kendisine yüce gönüllülük dediğimiz şeydir. Şu noktayı da zikretmemiz gerekir ki kişinin yönetim alanı ne kadar geniş olursa o kadar fazla yüce gönüllülüğe, kapasiteye ve sabra ihtiyacı vardır. Hz. Ali (a.s) çalışanlarına yüce gönüllülüğe, yüksek bir kapasiteye ve sabra sahip olmalarını tembihler ve onlara halkın ihtiyaçlarına teveccüh göstermelerini tavsiye ederdi. Sabır ve tahammülle onların istek ve ihtiyaçlarını gidermeye çalışmalarını, bu alanda da kesinlikle kendilerini, halktan alacaklı görmemelerini, aksine onların hizmetçisi olduklarını kabul ederek, hilim ile halka daha fazla hizmet etmeye çabalamalarını buyururdu. Emirü’l-Muminin Ali (a.s) sadece çalışanlarına yüce gönüllülüğü tavsiye etmekle kalmazdı, kendisi onlardan daha fazla hoşgörü ve sabra sahipti. İslam toplumunun idaresini üstlendiği zaman da halkın geneline, hatta kendisine muhalif olanlara bile yüce gönüllülük, geniş görüşlülük, sevgi, hilim ve sabır gösterir; her türlü dar görüşlülük, kapasitesizlik ve tahammülsüzlükten kaçınırdı.

* * *

Yumuşaklık ve Hoşgörü

Kurumun başarıya ulaşması, müdürler ve çalışanlar arasında, samimi bir bağın kurulmasıyla mümkün olur. Bu bağ, çalışanların birbirine destek olmasını sağlamalıdır. Başka hiçbir etken, yumuşaklık ve hoşgörü gibi, müdürler ve çalışanlar arasında derin bir bağ oluşturamaz ve onların uyumunu garantileyemez. Müdürler, mülayimlikten başka bir yolla kendileri ve çalışanlar arasındaki mesafeyi kaldıramazlar, onların kalplerinin derinliklerine nüfuz edemezler ve onları kendi yanlarına çekemezler. Allah Teâlâ, bu mühim noktayı Peygamberine (s.a.a) hatırlatarak şöyle buyurmuştur:

“Allah’ın rahmetiyle onlara karşı yumuşak davrandın, yoksa kaba ve katı yürekli olsaydın mutlaka yanından ayrılıp giderlerdi.”[2]

Emiru’l-Muminin (a.s) yumuşaklık ve hoşgörüyü kendi hükümet ve yönetiminin temeline oturtmuştu. Çalışanlarına da her zaman toplumun idaresinde ve halkla ilişkilerde yumuşaklık ve hoşgörü esasını, ölçü edinmelerini ve mümkün olduğunca sert davranmaktan kaçınmalarını tavsiye ediyordu. Çalışanlarından birine yazdığı bir mektupta şöyle buyuruyor:

“Yumuşak davranmanın daha iyi olduğu yerde yumuşak davran ama sert davranılmadığında işlerin ilerlemediği yerde sert davran. (Tevazu) Kolunu kanadını halkın üzerine ger ve güler yüzle karşılarına çık. Onlara yumuşak huylu davranmayı adet edin.”[3]

Hz. Ali’nin (a.s) yönetim anlayışında, yumuşaklık ve hoşgörünün özel bir konumu vardır. Öyle ki sert davranmanın gerektiği durumlarda bile yumuşaklık ve hoşgörüye teveccüh edilmesini zaruri görmüş ve böyle durumlarda bile hoşgörüden gaflet edilmemesi gerektiğini tembihlemiştir. İmam, aynı çalışanına şöyle buyurmuştur:

“Sertliği ve şiddeti, biraz yumuşaklık ve müsamahayla karıştır.”[4]

Yumuşaklık ve hoşgörü, kurum müdürleri ve çalışanları arasında sağlam bir bağ ve derin bir dostluk kurulmasını sağlamaktadır. Böyle bir durumda çalışanlar, müdürlerle samimi bir işbirliğine girmekte ve bu yolla kurumun hedeflerinin gerçekleşmesini sağlamaktadırlar. Müdürlerin, kurumun hedeflerine ulaşmak için çalışanları kendileriyle işbirliğine teşvik etmeleri, yumuşaklık ve hoşgörü siyasetini benimsemeleri zaruridir. Kurumun başarısını garantilemek ve hedeflerini gerçekleştirmek için işlerini merhamet ve yumuşaklık üzerine kurmalıdırlar. Müdürler, çalışanlarla samimi ilişkilerin kurulduğu, muhabbet temeline dayalı bir siyaset uygulayarak onların kalplerine nüfuz etmeyi başarabilirler. Bu onların, müdürün beklentilerine ve isteklerine daha iyi cevap verebilmelerini sağlar. Aynı şekilde, yumuşaklık ve muhabbet üslubunun seçilmesi, muhalefetin ve gerilimin önünü alır ve var olan muhalefeti ve gerilimi de azaltır. Hz. Ali (a.s) muhabbet ve yumuşaklığın zaruretini Malik’e hatırlatarak şöyle buyuruyor:

“Reayaya karşı kalbini rahmet, muhabbet ve lütuf ile doldur. Vahşi bir hayvan gibi olup da onları yemeyi ganimet sayma.”[5]
Ehlader
- - - - - - - - - - -

[1] A.g.e., 176. Hikmet.

[2] Âl-i İmran/159.

[3] Nehcu’l-Belağa, 46. Mektup.

[4] A.g.e.

[5] A.g.e., 53. Mektup.

  Yanıltıcı bir lider, bir ülkeyi kolaylıkla uçurumun dibine sürükleyebilir. Foreign Policy dergisi, Trump’ın politikalarını incelediği bir raporunda bu cümleye yer verdi.


Trump’ın dış politika ve ekonomi alanındaki eylemleri — özellikle ABD’nin geleneksel müttefikleri ve rakiplerinden yapılan ithalata ağır gümrük vergileri uygulama kararı — finansal piyasalarda tarihi bir çöküşe ve ekonomik büyüme beklentilerinin zayıflamasına neden oldu. Wall Street borsasının bu kararlara anında tepki vermesi, ABD borsa tarihinde en büyük iki günlük düşüşün kaydedilmesine yol açtı ve yatırımcılar ile uzmanlar arasında büyük bir durgunluk korkusunu tetikledi.

Bir haftanın ardından, hem muhaliflerinden hem de kendi destekçilerinden ağır baskı gören Trump, aniden geri adım attı. 90 günlük bir duraklama ve bu sürede Çin hariç 57 ticaret ortağı ülkeye karşı %10 oranında düşürülmüş karşılıklı bir gümrük tarifesi uygulamaya başladı.

Harvard Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Profesörü Stephen Walt, Trump’ın kararlarını analiz ettiği yazısında, bu politikaların ekonomik bir krize yanıt olmadığını, aksine “kendi kendine atılmış bir kurşun” olduğunu ve nihayetinde milyonlarca Amerikalıyı daha da yoksullaştıracağını vurguluyor.

Walt’a göre bu yaklaşımın jeopolitik sonuçları da göz ardı edilemez; çünkü bazı ülkeler karşılık olarak kendi tarifelerini devreye sokmuş durumda ve küresel bir durgunluk riski artmış bulunuyor. Henüz doğrudan yanıt vermemiş ülkeler ise açıkça ABD pazarına bağımlılıklarını azaltmak ve diğer güçlerle yeni ticari iş birlikleri geliştirmek peşinde.

Trump’ın 79 Günlük Başkanlığında Ekonomiye Ağır Darbeler

 Trump’ın ticaret politikaları, ABD’nin kendi siyasi yapısı içinde bile ciddi eleştirilere yol açtı. Temsilciler Meclisi’nin Ticaret Komitesi kıdemli Demokratı Richard Neal, bu yaklaşımı eleştirerek şöyle dedi:
“Washington’da şimdi, Cumhuriyetçi Partinin geleneksel çizgisinin tersine, serbest ticarete müdahaleyi savunan yeni bir ‘gümrük vergisi yanlısı Cumhuriyetçiler’ akımı oluşuyor.”
 

Neal’a göre Trump, göreve geldiğinde ABD ekonomisi zaten iyi durumdaydı; düşük işsizlik oranı, %2.9’a yakın büyüme ve önceki dört yılda yaratılmış milyonlarca yeni iş.

Ancak yalnızca başkanlığının ilk 79 gününde, ekonomik temellere ciddi ve muhtemelen kalıcı zararlar verdi. Neal, son on yılların en yüksek gümrük tarifelerinin, Amerikan hanelerine yılda ortalama 3.800 dolarlık ek maliyet getirdiği uyarısında bulundu.

Trump’ı Destekleyen Milyarderlerde Artan Memnuniyetsizlik

Trump’ın politikalarına olan güvenin azalmasının önemli işaretlerinden biri de, onu güçlü şekilde destekleyen mali çevrelerin yavaş yavaş ondan uzaklaşması oldu. Bu baskılar, Trump’ı gümrük politikalarından — en azından 90 günlüğüne — geri adım atmaya zorladı.

Ünlü girişimci Elon Musk, Avrupa Birliği’ne karşı açıklanan tarifelere tepki göstererek açıkça serbest ve tarifesiz ticareti savundu ve bu politikalara karşı olduğunu dile getirdi.

Musk ile Trump arasındaki gümrük savaşı anlaşmazlığı kamuoyuna yansıdıktan iki gün sonra, Amerikalı milyarder ve Pershing Square adlı yatırım şirketinin kurucusu Bill Ackman da Trump’ın ekonomik ve ticari liderlerin desteğini kaybetmekte olduğunu söyledi. Ackman’a göre “bu, insanların Trump’a oy verirken istedikleri bir şey değildi.”

Ackman, Trump’ın ticaret savaşlarını sürdürmekten vazgeçmesi gerektiğini düşünüyor.

Piyasaların Geleceği Konusunda Uyarılar

Endişeler yalnızca akademisyenler ve özel yatırımcılarla sınırlı değil. Amerika’nın en büyük bankası JPMorgan’ın CEO’su Jamie Dimon, Fox News Business kanalına verdiği röportajda uyarıda bulundu: Mevcut sürecin devam etmesi ve ticaret görüşmelerinde ilerleme sağlanamaması halinde durum daha da kötüleşebilir.

Dimon, önümüzdeki 60 gün içinde şirketlerin mali raporlarında tarifelerin etkisinin görüleceğini ve bunun finans piyasaları üzerinde yeni bir baskı oluşturacağını vurguladı.

Bu Amerikalı yatırımcı, daha önce de tarifeler nedeniyle fiyat artışları ve durgunluk ihtimali konusunda uyarılarda bulunmuştu.

Pahalı Bir Kararın Maliyetleri

Trump’ın, Cumhuriyetçi Parti'nin geleneksel kurallarına ve ekonomik uzmanların önerilerine ters düşen ticaret politikaları, kısa vadede yalnızca finansal piyasalarda istikrarsızlığa yol açmakla kalmadı, aynı zamanda Amerika’nın uluslararası iş birliği rotasını da zora soktu.

Trump, bu eylemlerinin amacını iç üretimi desteklemek ve istihdamı Amerika’ya geri kazandırmak olarak açıklasa da, gerçekte bu politikalar Amerikalı aileler üzerinde ekonomik baskıyı artırmakla kalmıyor, ABD’nin küresel ekonomik ve siyasi konumunu da kötüleştiriyor.

Ekonomistler ve iş dünyası liderleri, Trump’ın gümrük politikalarının sürmesinin daha geniş kapsamlı bir durgunluk yaratabileceği görüşünde. Bu tür bir durgunluğu telafi etmek ise yıllar sürebilir ve oldukça hassas ekonomik planlama gerektirir.

Trump muhtemelen hiçbir zaman diğer ülkelerin vereceği karşılıkları veya kendi destekçilerinden göreceği muhalefeti hesaba katmamıştı. Şimdi ise herkesin merak ettiği şey şu: Bu 90 günlük duraklamanın ardından, Trump tarifeye dayalı politikalarına devam edecek mi?

 Siyonist İsrail ordusunun Gazze Şeridi'ndeki Han Yunus şehrinde bulunan bir eve düzenlediği saldırıda 3’ü çocuk en az 8 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi yaralandı.


Gazze’de sivillere yönelik katliamlarını hız kesmeden sürdüren Siyonist İsrail ordusu, bu kez Han Yunus şehrinin Şeyh Nasır mahallesinde bulunan bir evi hedef aldı. Filistin basınında yer alan haberlere göre, Farra ailesinin evine gerçekleştirilen saldırıda 3’ü çocuk en az 8 kişi şehit oldu, çok sayıda kişi de yaralandı. Saldırı sonrasında yaşanan dehşet anları amatör kameralara yansırken, işgalci İsrail ordusundan saldırının amacına dair açıklama yapılmadı.

Filistin Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan son açıklamada 7 Ekim 2023’ten bu yana devam eden soykırımcı İsrail saldırılarında en az 50 bin 886 Filistinlinin şehit olduğu, yaralı sayısının ise 115 bin 875’e ulaştığı bildirilmişti. Gazze'deki Hükümet Medya Ofisi de enkaz altında kaybolan yüzlerce kişinin öldüğünün varsayıldığını belirterek ölü sayısının en az 61 bin 700 olduğunu duyurmuştu.

 

Katliama Devam; Siyonistler Yeni Silahlar Kullanıyor!
Gazze Şeridi Sağlık Bakanlığı'ndan bir yetkili, Filistinli çocuklar arasında çeşitli hastalıkların yayıldığını ve burada yaşayanları hedef alan yeni silahların kullanıldığını bildirdi.

Gazze Sağlık Bakanlığı'na bağlı Sahra Hastaneleri Departmanı Müdürü Mervan el-Hamas, şunları söyledi:
'Bu şeritteki çocuklar, tedavi imkânı olmayan çeşitli hastalıklarla boğuşuyor.

Gazze'de çocuklarda güvenli su ve yeterli beslenme eksikliği nedeniyle ishal ve hepatit hastalıklarının yaygınlaştığına şahit oluyoruz.

Rast'ta yer alan habere göre hastanelere kaldırılan yaralıların büyük çoğunluğunun vücudu tamamen yanmış durumda. Siyonist rejim Filistinlileri hedef almak için yeni silahlar kullanıyor.

İşgalci Siyonist güçler

Siyonist İsrail’in her türlü çalışmalarına ev sahipliği yapan Aliyev rejimi, Türkiye-İsrail arasındaki gerilimden rahatsız. Cumhurbaşkanı Aliyen arabulucu olmaya hazır olduğunu açıkladı.


Gazze’de gerçekleşen soykırıma rağmen İsrail’e başta petrol olmak üzere her türlü ihtiyacı karşılayan Bakü yönelimi İslam dünyasına yönelik ihanetini sürdürürken, son zamanlarda Türkiye ile İsrail arasındaki gerilimi gidermek için yoğun lobi çalışmalarını sürdürüyor.

Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Türkiye ve İsrail ilişkileri ile ilgili konuşurken, Türkiye'yi kardeş ve müttefik ülke olarak, İsrail'i de dost ülke olarak nitelendirdi. Aliyev,  "Bu iki ülke arasındaki anlaşmazlıklardan rahatsızız. Azerbaycan, Türkiye ile İsrail arasında ilk uzlaşmaya arabuluculuk yaptı. İlk kriz döneminde iki ülkenin tutumlarının birbirine yakınlaştırılmasında aktif rol oynadık. Bunlar kapalı kapılar arkasında yapılıyordu ve bunu duyurmadık" dedi.

Aliyev, Bakü'deki ADA Üniversitesi'nde düzenlenen ve 44 ülkeden 80'den fazla uzmanın katıldığı "Yeni Dünya Düzenine Doğru" başlıklı uluslararası forumda konuşma yaptı ve katılımcıların sorularını yanıtladı.

Aliyev, Türkiye ile İsrail ilişkileri hususundaki soruyu yanıtlayarak, her iki ülkenin Azerbaycan'ın yakın dostu olduğunu söyledi.

Türkiye ile Azerbaycan'ın 2021'de Şuşa Beyannamesi'ni imzalayarak ilişkilerini resmen müttefiklik düzeyine çıkardığını hatırlatan Aliyev, şöyle devam etti:

"İsrail de Azerbaycan için dost ülkedir ve bu dostluk uzun yıllar boyunca çeşitli zor durumlarda kendini göstermiştir. Dolayısıyla bu iki ülke arasındaki anlaşmazlıklardan rahatsızız. Azerbaycan, Türkiye ile İsrail arasında ilk uzlaşmaya arabuluculuk yaptı. İlk kriz döneminde iki ülkenin tutumlarının birbirine yakınlaştırılmasında aktif rol oynadık. Bunlar kapalı kapılar arkasında yapılıyordu ve bunu duyurmadık. O zaman kardeşimiz ve müttefikimiz Türkiye ile dost ülkemiz İsrail arasındaki ilişkiler yeniden kurulmalıydı"

Aliyev, şimdi yeni dejavu ile karşı karşıya olduklarını söyleyerek, sözlerini şöyle tamamladı:

"Yardımcı olmamız için elimizden geleni yapacağız. Şimdiki aşamada bundan fazlasını söylemem doğru olmaz. Türkiye ile İsrail arasındaki ilk arabuluculuğumuzda açıklama yapmadık. Bugün de benzer süreçler devam ediyor. Sürecin normalleşmesini ümit ediyoruz. (Türkiye ile İsrail) İlişkilerinin kötü olması sadece kendileri için değil, bizim için de dünya için de kötüdür. Bu süreç (Türkiye-İsrail ilişkilerinin normalleşmesi) durmamalıdır ve Azerbaycan, burada arabuluculuk yapmak için elinden geleni yapıyor"

Ermenistan'la yürütülen barış sürecine değinen Aliyev, Ermenistan'ın bugüne kadar yürüttüğü politikaların Güney Kafkasya'nın gelişimine engel oluşturduğunu ifade etti.

Aliyev, Gürcistan ile Azerbaycan'ın enerji, ulaşım, yatırım ve diğer alanlarda her iki ülkeye avantajlar sağlayan işbirliği geliştirdiğini, Ermenistan'ın ise işgal ve saldırılar sonucu kendisini tüm bunlardan mahrum bıraktığını ve transit ülkeye dönüşemediğini kaydetti.

Rusya ile Ukrayna arasında devam eden savaşa da işaret eden Aliyev, Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü ve egemenliğini desteklediklerini ve destekleyeceklerini bildirdi.

Aliyev, Azerbaycan'ın da bir zamanlar işgal mağduru olduğunu ve durumu tam anladıklarını söyleyerek, şöyle konuştu:

"Kime sorsanız, 'savaş bitsin' der. Fakat asıl soru, 'bu nasıl olmalıdır' şeklinde olmalıdır. Ateşkesler hiçbir zaman savaşları bitirmiyor. Bu geçici bir şeydir. Ukrayna, uluslararası tanınmış topraklarını barış anlaşması sayesinde kaybedecekse bu gerçekçi olmaz. 'Savaşı bitirelim' demek kulağa hoş geliyor. Fakat sonra ne olacak, bunu iyi düşünmek gerekiyor. Rusya ile Ukrayna arasında yakın gelecekte barış sağlanması gerçekçi gözükmüyor. Rusya işgal ettiği toprakları ilhak etti. Onlar bundan nasıl vazgeçecek? Ukrayna, dünya tarafından tanınmış topraklarından nasıl vazgeçecek? Maalesef, savaşlar taraflardan birinin kapitülasyon imzaladığında bitiyor"

Ülkesinin ABD ile ilişkilerine değinen Aliyev, eski ABD Başkanı Joe Biden yönetiminin açık şekilde Ermenistan'dan yana tavır aldığını, bu dönemde iki ülke ilişkilerinin kriz ilişkileri olarak nitelendirilebileceğini söyledi.

TDT'nin önemli küresel aktöre dönüşmesi için çalışmalıyız

Azerbaycan'ın Türk devletleriyle ilişkilerinden de bahseden Aliyev, şunları aktardı:

"Türk Devletleri Teşkilatı (TDT) kapsamındaki işbirliği, ülkemizin dış politikasının başlıca önceliğidir. Bizi tarih, etnik kökler, dillerimizin, kültürlerimizin benzerliği birleştiriyor. TDT'nin daha güçlü olmasını ve sonuç odaklı faaliyet göstermesini arzu ediyoruz. Azerbaycan bunun için her zaman elinden geleni yapmıştır. TDT'nin önemli küresel aktöre dönüşmesi için çalışmalıyız. Bunun için büyük potansiyel mevcuttur. Sesimizin daha güçlü çıkmasını ve (TDT’nin) daha aktif olmasını istiyoruz"

Aliyev, TDT ülkelerinin askeri potansiyeline de dikkati çekerek, "Türk ordusu, Avrupa'nın en güçlü ordusudur. Azerbaycan ordusu da kendi yeteneklerini ortaya koydu. Biz, küresel merkeze dönüşmeliyiz. Bazı örgütlerde iç çekişmeler ve güvensizlik var. Avrupa Birliği (AB) ve NATO'yu buna örnek gösterebiliriz. (TDT) Biz en azından Avrasya'da kabul edilen kararlarda söz sahibi olmalıyız" ifadelerini kullandı.

AB'nin Gürcistan'a baskı yaptığını dile getiren Aliyev, "Gürcistan'ın iç işleri Gürcistanlıların konusudur, Brüksel'de oturan AB diplomatlarının değil" dedi.

Aliyev, Güney Kafkasya'daki sorunların bölge ülkeleri tarafından çözülmesi gerektiğini vurgulayarak, hiçbir arabulucuya gerek duymadıklarını kaydetti.

Azerbaycan'ın İran'la ilişkilerinden bahseden Aliyev, "Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan bu ay Azerbaycan'ı ziyaret edecek. Bu, ikili ilişkiler açısından önemli ziyaret olacak. Tüm komşularımızla, aynı zamanda İran'la iyi ilişkiler içerisinde bulunmak istiyoruz" diye konuştu. (AA)

Siyonist rejim son haftalarda Lübnan'ın güneyine yönelik saldırılarını artırarak, bunu Beyrut'un banliyölerine kadar genişletti. Öte yandan rejimin Lübnan'daki terör saldırıları son günlerde artış gösteriyor.


İsrail'in Lübnan'da başlattığı yeni terör operasyonunda, Hamas'ın askeri kanadı Kassam Tugayları Komutanı Hasan Ferhat’ın kendisinin ve ailesinin yaşadığı binaya İsrail ordusunun düzenlediği insansız hava aracı saldırısında şehit düştü.

Haber kaynakları, işgal rejimi ordusunun daireyi iki füzeyle hedef aldığını, Hasan Ferhat ile çocukları Hamza ve Huneyn'in saldırı anında şehit olduğunu belirtti. Bu saldırı sonucunda büyük bir yangın çıktı.

Bu, Lübnan ile İsrail rejimi arasında Kasım 2024'te imzalanan ve Siyonistlerin hiçbir zaman uymadığı ve sürekli ihlal ettiği ateşkes anlaşmasının yürürlüğe girmesinden bu yana İsrail rejiminin Sayda içinde gerçekleştirdiği ikinci terör saldırısı. 17 Şubat 2025'te, İzzeddin el-Kassam Tugayları'nın bir diğer komutanı Muhammed Şahin, Sayda kentinin kuzey girişinde İsrail ordusunun düzenlediği insansız hava aracı saldırısında şehit düşmüştü.

Siyonist rejimin Lübnan'daki suikastlarının perde arkası

Siyonist rejimin Sayda'ya düzenlediği terör saldırısı, Lübnan'da tırmanan güvenlik ve siyasi gerginliğin yaşandığı bir dönemde gerçekleşiyor. Siyasi açıdan saldırı, ABD'nin Ortadoğu'daki yardımcı temsilcisi Morgan Ortagus'un ziyaretiyle aynı zamana denk geldi ve bilgi sahibi kaynaklar, Washington temsilcisinin Hizbullah'ın silahsızlandırılması konusunda Lübnan yetkililerine önerileri olduğunu söyledi.

Güvenlik düzeyinde ise Siyonist rejim, son günlerde Lübnan'a yönelik saldırılarını artırarak, Beyrut'un banliyölerinde birbirine yakın iki saldırı gerçekleştirdi. Son saldırıda, Hizbullah'ın önde gelen liderlerinden Hasan Ali Bedir, üç kişiyle birlikte şehit düştü, yedi kişi de yaralandı.

Dolayısıyla Siyonist rejimin terör politikası ve sistematik gerginlik tırmandırma politikasıyla kırmızı çizgileri aşmaya çalıştığı ve Lübnan'ı yeniden büyük bir savaşa girmekle tehdit ettiği gayet açıktır. Bu, Lübnan’ın siyasi düzeyde oldukça ihtiyatlı davrandığı ve İsrail saldırganlığına ve Amerikan dayatmalarına karşı ciddi ve kararlı bir tavır almakta şimdiye kadar başarısız olduğu bir durumdur.

Bu bağlamda tanınmış siyasi analist İbrahim Haydar, el-Cezire'ye verdiği röportajda şunları söyledi: Bugün Lübnan'da yaşananlar, tehlikeli olasılıklar sunan yeni bir aşamayı temsil ediyor ve bu olasılıkların ateşkes anlaşması açısından önemli sonuçları olacak; özellikle hem Lübnan'da hem de Siyonist rejimin saldırılarını yeniden başlattığı ve Gazze'yi tümüyle yok etme ve tüm sakinlerini yerinden etme niyetini açıkça ortaya koyduğu Gazze'de.

Bu analist şunları ekledi: İsrail rejiminin 28 Mart'ta Beyrut'un güney banliyöleri ile Litani Hattı'nın kuzey bölgelerini hedef alan saldırıları, ardından 1 Nisan'da Hasan Bedir'in Beyrut banliyölerine yönelik suikastı, ardından Sayda'ya düzenlenen terör saldırısı ve bir Hamas komutanının suikasta uğraması, ateşkes sağlandıktan sonra rejimin tüm kırmızı çizgileri aşma niyetinde olduğunu gösteriyor. Siyonist rejim, ateşkes anlaşmasını değiştirerek ve yeni şartlar koyarak, ayrıca kendisine Lübnan'ın çeşitli bölgelerine saldırma izni ve yeşil ışığı veren ABD'nin desteğini kullanarak yeni bir gerçeklik dayatmaya çalışıyor.

ABD ve İsrail'in Lübnan'ı normalleşme tuzağına çekme çabaları artıyor

Siyonist rejimin Lübnan'a yönelik saldırganlığını sürdürmesi, Siyonist rejimin ABD hükümetinin desteğiyle hazırladığı bir komplo planının varlığına da işaret ediyor. Bu planın amacı, İsrail ordusunun Lübnan'ın güneyindeki beş noktayı işgalini sağlamlaştırarak Lübnan üzerindeki baskıyı artırmak, Hizbullah'ı silahsızlandırmak ve Tel Aviv koşullarını dayatmadan ülkenin yıkıma uğramış bölgesinde herhangi bir yeniden yapılanmaya gidilmesini engellemektir.

İbrahim Haydar şöyle dedi: Siyonist rejim sadece Lübnan'daki Hizbullah ve Hamas'ı hedef almıyor; Aksine, bölgedeki gerginliği daha da tırmandırmayı ve çatışmaları yaymayı amaçlıyor. Rejimin ayrıca Suriye'nin güneyinde Şam kapıları yakınındaki stratejik bölgeleri işgal etme yönünde büyük bir planı var.

Bu analist şunları söyledi: Hizbullah'ın silahsızlandırılması için Lübnan hükümetini sorumlu tutan ABD Ortadoğu Temsilcisi Yardımcısı Morgan Ortagus'un açıklamaları, Amerika'nın bugün Lübnan'da izlediği yolu yansıtıyor. Yani Lübnan'a baskı yaparak Siyonist rejimle doğrudan müzakere etmesini ve Hizbullah'ı tamamen silahsızlandırmasını sağlamayı hedefliyor.

Siyonistlerin stratejik çıkmazı ve terör politikası

Filistinli analist ve siyasi uzma Muhammed ebu Leyli de işgal rejiminin Lübnan'daki saldırganlıklarının ve terör saldırılarının, direnişin gölgesinden bile korkan bu rejimin stratejik çıkmazını yansıttığı görüşünde: ‘Bu suikastlar aynı zamanda Siyonist rejimin tüm kırmızı çizgileri aştığını, Batı ve Amerika'nın kendi amaçlarına ulaşmak için diğer ülkelerin egemenliklerinin ihlal edilmesine açıkça destek verdiğini göstermektedir.’

Bu Filistinli analist şunları vurguladı: Ama bu yıkıcı ve terörist politikalar, direnişi zayıflatmak yerine, onun meşruiyetini, gücünü, varlığını, istikrarını ve bütünlüğünü artırmaktadır. İşgalci rejim bu suikastlarla başta direniş olmak üzere birçok kesime bölgedeki direniş gruplarına karşı yeni bir güvenlik denklemi dayatmaya çalıştığı mesajını vermeye çalışıyor.

Muhammed ebu Leyli şunları ekledi: Ama direniş, önderlerinin şehit düşmesiyle zayıflamadığını, aksine daha da güçlendiğini, daha da kenetlendiğini kanıtladı. Düşman, suikastlerle direniş projesini durduracağına inanıyor. Ancak tecrübeler bunun aksini kanıtlamış durumda ve direniş şehitlerinin kanının özgürlüğe giden yolu açtığını ve Filistinlilerin davalarına olan bağlılığını derinleştirdiğini gösteriyor.

 tesnim