
کارگر
İsveç Başbakanı Tahranda
İsveç Başbakanı Stefan Lövfen, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından resmi törenle karşılandı.İranı ziyaret eden İsveç Başbakanı Stefan Löfven, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani tarafından Tahran’ın Saad Abad sarayında resmi törenle karşılandı.
Resmi karşılama töreninin ardından ikili arasında karşılıklı görüşmeler başladı.
İsveç Başbakanı Stefan Löfven, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin resmi daveti üzere İranlı yetkililerle görüşmek için dün gece İran’a ayak bastı.
Löfven’i havalimanında İran Maden, Ticaret ve Sanayi Bakanı Muhammed Rıza Nematzade karşıladı.
Ruhani:İsveç’in ılımlı politikalarını takdir ediyoruz
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İsveç’in ılımlı politikalarını takdir ederek, nükleer anlaşma öncesi yaptırımlar döneminde bile iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi seviyede olduğunu belirtti.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İsveç Başbakanı’yla gerçekleştirdiği ortak basın toplantısında, iki ülkenin eskilere dayanan ilişkilerine değinerek, “İsveç hem bir gelişmiş Avrupa ülkesi olarak, hem de BMGK geçici üyesi olarak bizim için gayet değerli bir ülkedir” ifadelerinde bulundu.
Ruhani, İsveç’in sahip olduğu ılımlı politikalarına işaret ederek, nükleer anlaşma öncesi yaptırımlar döneminde bile iki ülke arasındaki ilişkilerin iyi seviyede olduğunu belirtti.
İran Cumhurbaşkanı, iki ülke arasındaki ulaşım, doğa, bilgi ve iletişim teknolojisi ve sanayi alanlarındaki ilişkilerin yüksek bir potansiyele sahip olduğunun altını çizerek, şu açıklamalarda bulundu: İki ülke özellikle ihracatın garantiye alınması ve bankacılık alanındaki ilişkilerini yaptırımlar öncesi dönemin seviyesine yükseltmeye kararlıdır.
Hasan Ruhani, bölgesel konular üzerinde de konuştuklarını bildirerek, “Suriye’deki ateşkes ve bu ülkenin devletiyle muhalifleri arasındaki müzakerelerin başarılı sonuca varıp Suriye’de barışın yerleşmesi de iki ülke için önemli konulardan biridir” açıklamasında bulundu.
İran Cumhurbaşkanı son olarak, İsveç Başbakanı ve ona eşlik eden yüksek rütbeli bir heyetin İran’ı ziyaret etmesini iki ülkenin karşılıklı ilişkilerini ciddi anlamda geliştirmeye kararlı olduğunu gösterdiğini kaydetti
Myanmar Ordusu Rohingyalı 1000 Müslüman’ı Öldürdü
Şubat 9, 2017 - 9:03 PM
News Code : 810570
Source : tesnim haber
BriefBirleşmiş Milletler yayınladığı yeni raporunda Myanmar Ordusunun Rohingyalı 1000 Müslümanı öldürdüğünü açıkladı.
Ehlibeyt (a.s) Haber Ajansı ABNA - Birleşmiş Milletler ’in iki yetkilisi öfkeli bir şekilde, Myanmar Ordusunun halka uyguladığı baskı eylemlerinde en az 1000 Rohingyalı Müslümanı öldürdüğünü açıkladı. Bu sayı, daha önce yayınlanan istatistiklerden çok daha fazladır.
Birleşmiş Milletlerin Bangladeş’te iki ayrı ajansında çalışan bu yetkililer, dünyanın Myanmar’ın kuzeybatısındaki Rakhine eyaletindeki krizin büyüklüğünü anlamamasından endişe duyduklarını söyledi.
Adlarının açıklanmasını istemeyen bu iki kişi şunları söyledi: “Şu on yüz kişinin ölümünden bahsediliyor ama bu yetersiz bir istatistiktir. Binlerce kişinin öldürüldüğünü söyleyebiliriz.”
Myanmar Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Zaw Htay daha önce şu ifadelerde bulunmuştu: “Askeri komutanların en son sundukları raporlarda, geçen yıl ekim ayından itibaren Rohinygya’da öldürülen kişilerin sayısının yüz kişiden az olduğu görülmektedir.”
Zaw Htay, Birleşmiş Milletler yetkililerinin açıklamaları ve raporları hakkında şunları söyledi: “Bu rakam bizim istatistiklerimizdeki rakamdan çok fazladır ve bu konuda araştırma yapılmalıdır.”
Birleşmiş Milletler birkaç gün önce Myanmar güvenlik güçlerinin bu ülkedeki Müslüman çocukları tehdit ettiğini, yaraladığını, eziyet ettiğini ve öldürdüğünü açıkladı.
Birleşmiş Milletler konuyla ilgili olarak Myanmar’dan Bangladeş’e kaçan Rohingyalı azınlık ailelerden 200’den fazla kişiyle röportaj gerçekleştirdi.
Bu röportajda bir anne, Birleşmiş Milletler araştırmacılarına beş yaşındaki kızının saldırılar karşısında kendini korumak isterken nasıl öldürüldüğünü anlattı.
Bu anne, bir adamın büyük bir bıçak çıkardığını ve kızının başını kestiğini söyledi.
Yaşanan diğer bir olayda da henüz sekiz aylık bir bebek, beş güvenlik görevlisinin silahlı saldırısında öldürüldü.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği şu ifadelerde bulundu: “Röportaj yaptığımız kişilerin yarısından fazlası, aile mensuplarının öldürüldüğünü söylediler.
101 kadından 52’si, Myanmar güvenlik güçleri tarafından cinsel istismara uğramıştır.”
Bu röportajlara göre Myanmar güvenlik güçleri ya da ordusu Rohingyalı Müslümanlara ait yüzlerce evi, okulu, pazarı, marketi ve mescidi ateşe vermiştir.
Birleşmiş Milletlerin raporunda şu ifadeler yer aldı: “Verilen ifadeler, Myanmar ordusunun evleri bilerek aileler içerdeyken yaktığını doğruluyor ve ordu, Rohingyalıları yanan evlere girmeye zorlamıştır.
Kurbanların çoğu, dayak, işkence ve saldırı altında kalmıştır ve bu cinayetlere sebep olan kişiler onlara, “Sizin için Allah ne yapabilir, biz ne yapabiliriz, göreceğiz” demişlerdir.”
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği komiserlerinden Zeyd Raad El-Hüseyin şu ifadelerde bulundu: “Rohingyalı çocuklara yapılan vahşet tahammül edilebilir gibi değildir. Bu nasıl bir nefrettir ki, annesinin sütü için ağlayan emzikli bir bebeği bıçaklatabilmektedir?
Myanmar yetkililerini ordunun bu eylemlerine bir son vermeye zorlamak için uluslararası toplumdan bütün gücüyle bana katılmalarını istiyorum.”
İnsan Hakları İzleme Örgütü de Myanmar ordu ve polis komutanlarının cezalandırılmasını çünkü bu komutanların kuvvetlerinin Rohingyalı Müslüman kadın ve çocuklara saldırmasına izin verdiğini belirtti.
İnsan Hakları İzleme Örgütü yapılan röportajlar doğrultusunda 13 yaşın altındaki kızların saldırıya ve cinsel istismara uğradığının belgelendiğini ve bu belgelerin Myanmar’dan Bangladeş’e kaçan 69 bin Rohingyalı ile yapılan röportajlardan elde edildiğini söyledi.
İnsan Hakları İzleme Örgütü şunları vurguladı: “Yapılan cinsel istismarın rastgele ya da planlanmadan değil, Rohingyalı Müslümanların dini ve uyruğu nedeniyle planlanmış bir şekilde gerçekleştiği görülmektedir.”
İslam İnkılabı Dünya Müstekbir Düzeninin Temellerini Sarstı
İran İslam İnkılabının otuz sekizinci yıldönümü münasebetiyle Kanada’nın Toronto şehrinde Çağdaş İslam Enstitüsü Müdürü Zafar Bangash, bu önemli olayın başarılarına ve dünya üzerindeki etkisine ve yine başta Amerika olmak üzere dünya müstekbirlerinin İran halkına karşı durmayan düşmanlıklarının nedenlerine değindi.
Zafar Bangash Tesnim Habere verdiği röportajda şunları söyledi:
Tesnim Haber: Sizce geçen 38 yılın ardından İran İslam İnkılabı zaferinin en önemli başarısı nedir?
Zafar Bangash: İran İslam İnkılabının en büyük başarısı, sömürgeciler tarafından dayatılan dünya düzeninden kurtulmanın mümkün olduğunu ve onurlu ve bağımsız bir şekilde yaşanabileceğini dünyaya göstermesidir. Dünyada hiçbir inkılap ya da değişim, İran İslam İnkılabının başarılı olduğu kadar başarılı olamamıştır. İran İslam İnkılabının dünyaya sunduğu başarılı örnek, müstekbirler tarafından dayatılan sistemlerin temellerini sarsmıştır.
Tesnim Haber: Yıllar boyunca, İran’a uyguladığı haksız yaptırımlar, Saddam rejimi ile dayatılan 8 yıllık savaş ve Halkın Mücahitleri terör örgütünü destekleme gibi konularla, Amerika’nın İran halkına karşı düşmanlıklarına şahit olduk. Amerika’nın her hükümeti bu tip düşmanca tavırlarla İran halkının karşısında durmak için bahaneler üretti. İran 300 yıl boyunca hiçbir millete saldırmamasına rağmen, sizce İran’a karşı uzun süredir devam eden bu düşmanlığının nedeni nedir?
Zafar Bangash: İran Şah Rejimi döneminde Amerika’nın sömürdüğü bir ülkeden öte bir şey değildi. Bu ülkenin kaynakları Amerika Birleşik Devletleri’nin ve başta İngiltere olmak üzere Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünün (NATO) menfaatleri yararına sömürülüyordu. Aslında Şah 1954 yılında Amerika ve İngiltere tarafından planlanıp uygulanan darbe ile yeniden iktidara geçmişti. İran İslam İnkılabı Amerika’nın İran’daki bu hegemonyasını sonlandırdı ve tamamen bağımsız bir sistem inşa etti. Amerika emperyalizmine verilen ekonomik, siyasi ve stratejik zarar çok büyüktür. Amerika’nın birbiri ardına gelen hükümetleri bu zararları kabullenememiş, kaybettiklerini telafi etmeye çalışmış ama hiçbir başarı elde edememiştir. Diğer ülkelerde yaptırım, savaş, sabotaj ve yıkım politikası hükümetlere diz çöktürmüştür ama İran İslam Cumhuriyeti’ne değil. Bu konu Amerikalıları daha çok umutsuzluğa düşürmüştür ve bu umutsuzluğun sonucu, onların İran’a karşı bitmeyen düşmanlıkları olmuştur.
Tesnim Haber: İran İslam İnkılabının başarılarından biri, Amerika’nın bölgede ve dünyadaki hegemonyası ve tahakkümü karşısında durmaktır. Bu konuda sizin düşünceleriniz nelerdir?
Zafar Bangash: Hiç şüphesiz, İran’ın Amerika’nın bölgedeki tahakkümü ve hegemonyası karşısında durması, İran İslam İnkılabının en büyük başarılarından biridir. Hiçbir hükümet, ülke ya da rejim, Amerika’nın tahakkümü karşısında duramamıştır. Amerika dünyadaki en büyük askeri güç olmasına ve kuvvetlerini başkalarını kendine itaat ettirmede kullanmasına rağmen, İran İslam Cumhuriyetini teslim olmaya zorlamada yenilgiye uğramıştır. Bu durum açık bir şekilde İran İslam İnkılabının direnişini ve karşı koyma gücünü göstermektedir.
Tesnim Haber: Amerika yetkilileri her ne kadar savaşlarının İran hükümeti ile olduğunu iddia etseler de haksızca uyguladıkları yaptırımlarıyla İran halkını hedef almışlardır. Amerika, insan haklarını ve demokrasiyi desteklediği bahanesiyle İran halkını ilaç ve tıbbi teçhizattan mahrum bırakmıştır ve bunun sonucunda her yıl masum insanlar hayatını kaybetmektedir. Bu yaptırımlar sözde barışçıl Obama Hükümeti boyunca uygulanmış ve Donald Trump’ta yaptırım baskısını aynı şekilde koruma niyetinde olduğunu göstermiştir. Sizce, Amerika halkı özellikle Trump’ın katı eylemlerine şahit olduğu zaman, İran karşısındaki bu adaletsiz süreci görecek mi?
Zafar Bangash: Hiç şüphesiz Amerika halkı, yöneticilerinin herhangi bir sorumluluk hissinden uzak, kendilerine pahalıya patlayacak politikalarda boğulduğunu yavaş yavaş kavranıp anlaşılacaktır. Amerika hükümetlerinin savaşın İran halkına karşı değil, İran hükümetine karşı olduğunu yönündeki iddiaları mutlak bir yalandır. Onlar İslam hükümeti ve halk arasında ihtilaf çıkarmaya çalıştılar ama tam anlamıyla yenildiler. Çünkü çok açıktır ki halk, ihtiyaçları olan ilaçların giriş yasağı konusunda sıkıntı çekmekte ve hayatını kaybetmektedir. Gerçek şu ki, Amerika Rejimi diğer ülkelerin insanlarını umursamamaktadır.
Amerika’nın sözde terörizmle savaşının üzerinden 16 yıl geçmesinin ardından, bu savaşın aslında terörizme karşı değil, İslam’a karşı bir savaş olduğu çok açıktır. Bu savaş dünya çapında en az dört milyon kişinin ölümüne neden olmuştur ve aynı zamanda Amerika ekonomisine de büyük zararlar vermiştir. Ekonomist ve Harvard Üniversitesi profesörlerinden olan Joseph Stiglitz ve Linda By Lms’ın ifadelerine göre 2001 yılında başlayan savaşların Amerika ekonomisine 5 trilyon dolar maliyeti olmuştur. Bu Amerika ekonomisi için büyük bir zarardır ve bunun bedelini halk ödemektedir.
Amerika halkı kendi çıkarlarının tehlikede olduğunu gördüğünde ayaklanacak ve isyan edecektir. Böyle bir olay Amerika gençlerinin savaşmak için çağrıldığı 1960 yılındaki Vietnam savaşına muhalefet konusunda da yaşanmıştı.
Amerika ekonomisi bugün kötü bir durumdadır. Birçok kişi teknolojide yapılan yeniliklerle ve şirketlerin daha fazla kar elde etmek ve daha az maaş ödemek için çalışma alanlarını yurt dışına taşıması nedeniyle işini kaybetmiştir. Bu tip politikaların bedelini ödemek zorunda olan normal vatandaşlardır. Amerika halkı isyan edecektir ve uyanmaktadır. Onlar şu an kârı ve faydası büyük bankaların ve Amerika’nın askeri ve endüstriyel komplekslerinin cebine giden savaşlara girdiklerini anlamışlardır.
Amerika halkının bu anlayışı ve uyanışı, bu ülkenin yetkililerini yıkıcı politikalarını değiştirme konusunda zorlayabilmeleri için daha kapsamlı hale gelmelidir. İran İslam Cumhuriyeti, bu ülkenin cesur halkı ve dünyadaki bütün uyanmış vicdanlar, Amerika’nın hegemonyası, savaşları ve işgalleri karşısındaki direnişine devam etmelidir.
Ruhani:İran milleti ABD’nin cevabını verdi
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Bu gösteriler ABD’li yetkililerin düşüncesiz tavırlarının cavabıdır ve onlara İran milletiyle daha saygılı olmalarını öğretiyor.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, Tahran’daki İslam İnkılabı zafer yıldönümü gösterilerine katılıp gazetecilere konuşarak, milyonlarca İran halkının bu kutlamalara katılmasını takdir edip milletin gösterdiği bu büyük hareketin gölgesinde İnkılab’ın hala tüm gücüyle büyük amaçlarına doğru yönlendiği tüm dünyaya ispatladığını açıkladı.
Ruhani, İran milletinin coşkulu gösterisine işaret ederek, “İran halkı sokaklara dökülerek, İslam İnkılabı, İmam Humeyni’nin yolu ve İnkılap Rehberi’nin yalnız olmadığını tüm dünyaya gösterdi” ifadelerinde bulundu.
İran Cumhurbaşkanı, sözlerine şunları da ekledi: Bu gösteriler ayrıca ABD’li yetkililerin düşüncesiz tavırlarının cavabıdır ve onlara İran milletiyle daha saygılı olmalarını öğretiyor. İran milletinin yolu gayet nettir ve hiç şüphesiz bizi tehdit edenler sergiledikleri kararlarından dolayı pişman olacaklar.
Ruhani:İslam İnkılabı’nın yolunu tüm gücümüzle sürdüreceğiz
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İnkılab’ın 38 yıl önce ortaya çıkardığı değerlere hala bağlı olduklarına değinerek bu yolun tüm gücüyle devam ettiğini açıkladı.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, 38. İslam İnkılabı zafer yıldönemi törenindeki konuşmalarını başlayarak, “İran milleti İslam İnkılabı’nın amaçlarına varmak için birçok lideri ve evladını kaybettiğine rağmen hiç gücenmeden yoluna devam ediyor” ifadelerini kullandı.
Ruhani sözlerine şöyle devam etti: Bizim bugünkü endişemiz gelişmektir: Gelişmenin yanında da maneviyat, adalet, özgürlük ve milli hakimiyet. Kısacası endişemiz Cumhuriyet ve İslamiyetin eksiksiz şekilde uygulanmasıdır. Bu, 38 yıl önce onurumuzla gerçekleştirdiğimiz yolun devamıdır.1979’daki İslam İnkılabı, ülkeyi ABD başta olmak üzere yabancı güçlerin istilasından çıkarıp halkın hakimiyetini sağladı.
İran Cumhurbaşkanı ayrıca, “İslam İnkılabı sonrasında kısa bir sürede İmam Humeyni’nin emriyle referandum yapılıp on ayın ardından da anayasa düzenlendi ve halkımız tüm bu aşamalarda İnkılabı savundu. Hangi inkılabın ilk senesinde millet 5 kez sandıklara gidip tüm yetkililerini seçimle iktidara yükseltebiliyor” açıklamalarında bulundu.
Hasan Ruhani, İslam İnkılabı’nın tüm İran etnikleri ve mezheplerinin birliğiyle gerçekleştiğine işaret ederek, şöyle dedi: Bugünkü genç nesil inkılabı zafere ulaştıran 1979’daki nesilin yolunu devam ettirerek hiçbir zaman pes etmeyecektir.
Trump Amerika’nın Gerçek Yüzünü Gösterdi
Trump’a teşekkür ediyoruz, çünkü bizim zahmetimizi azalttı ve Amerika’nın gerçek yüzünü gösterdi.
İmam Hamenei; İslam İnkılabı sırasında Hava Kuvvetleri komutanlarının İmam Humeyni’ye biat etmelerinin yıldönümü münasebetiyle Hava Kuvvetleri komutanlarını kabul etti.
İmam Hamanei: “Trump Obama’ya minnettar olmalısınız diyor. IŞİD’e ve fitneye verdikleri destekten ve felç edici yaptırımlardan dolayı mı minnettar olmalıyız” dedi.
İmam Hamanei, Amerika’nın yeni Başkanı Donald Trump’ın açıklamalarına değinerek şunları söyledi: “Amerika isteklerine ulaşamadı ve hiçbir düşman İran’ı felç edemez.”
İmam Hamanei’nin hava kuvvetleri komutanları ve personelleriyle gerçekleştirdiği görüşmeden önemli başlıklar:
“Amerika’nın yeni Başkanı Obama’ya minnettar olmamız gerektiğini söylüyor! IŞİD ve 2009 yılında İran’da ve daha önce ve sonrasında Irak ve Suriye’deki fitne ateşini açık bir şekilde desteklediği için mi? İran’a karşı hayatı felç eden yaptırımları uygulayan Obama’ydı. Ama isteğine ulaşamadı ve İran halkını zor durumda bırakamadı.
Trump benden korkmalısınız diyor! Hayır asla! Halk bu sözlerin cevabını 22 Behmen’de (11 Şubat) İnkılabın yıl dönümünde verecek. İran halkının tehditler karşısında nasıl bir tutum sergilediğini gösterecektir.
Trump’a minnettarız! Amerika’nın gerçek yüzünü gösterip bizim işimizi kolaylaştırdığı için.
Bizim otuz yılı aşkın süredir Amerika’nın toplumsal, ahlaki, ekonomik ve siyasi sistemindeki bozukluklara dair söylediğimiz şeyleri Trump seçimlerden sonra açık bir şekilde ortaya çıkardı.
Şimdi de beş yaşındaki bir çocuğu kandırıyormuş gibi söz ve eylemleriyle Amerika’daki insan hakları gerçeğinin ne durumda olduğunu gözler önüne sermektedir.
Allah’a güvenip akılcı davranmanın sonucu Rabbimizin yardımıysa maddiyat ve şeytana güvenmenin sonucu da seraptan başka bir şey değildir.”
İmam Hamanei, ABD’nin yeni başkanının söyledikleri ve yaptıklarının 38 yıl öncesinde İran’ın dünya kamuoyuna açıkladığı ABD sisteminin bozukluklarını ortaya çıkardığını belirterek, İran milletinin İslam İnkılabı’nın zafer yıldönümü 10 Şubat’ta tüm bunların cevabını vereceğini ifade etti.
İnkılap Rehberi, 1979’daki Hava Kuvvetleri’nin İmam Humeyni’yle yaptığı tarihi biata işaret ederek, “Hava Kuvvetleri Şah’a en yakın organlardan biriydi ancak diktatör rejim buradan en büyük darbeyi aldı” açıklamasında bulundu.
İmam Hamanei, ABD Başkanı’nın İran’ın Obama’ya teşekkür etmesi gerektiğine ilişkin sözlerine ilişkin şunları söyledi: “Hiçbir şekilde onlara teşekkür etmeyiz. Çünkü İran milletini ve İslami düzeni felç etmek için ağır yaptırımlar uguladılar. Ancak peşinde oldukları amaca ulaşamadılar. İran’a karşı hiçbir düşman da bunu başaramayacaktır.
Neden eski hükümetinize teşekkür etmeliyiz? İran’a karşı uyguladığı yaptırımlardan dolayı mı? IŞİD belasını oluşturduğu için mi? Suriye ve Irak’ı ateşe verdiği için mi? Veya özel mektuplarda gösterdiği dostluğa ters gerçek dünyada ülkemize karşı fitneleri savunan iki yüzlülüğü ve yalancılığından dolayı mı?”
İmam Hamanei, ABD Başkanı’nın İranlıların kendisinden korkması gerektiğine ilişkin sözlerine hakkında; “İranlılar kimseden korkmuyor ve bunu İslam İnkılabı zafer yıldönümü gösterilerine katılarak açık şekilde ispatlayacaktır” dedi.
İmam Hamanei sözlerinin devamında şunları söyledi: “Elbette biz yeni Başkan’a teşekkür ediyoruz çünkü ABD’nin gerçek yüzünü açığa çıkararak, İran’ın 38 yıldır ABD’nin siyasi, ekonomik, ahlaki ve toplumsal bozukluğuyla ilgili dile getirdiği gerçekleri ispatlamış oldu.”
İmam Hamanei sözlerinin sonunda şunları söyledi: “Eskilerin genç nesli önemli başarılara imza attığı gibi şimdiki gençler de bu emaneti koruyup İslami İnkılabı’nın parlak amaçlarına ulaşmasını sağlayacaktır.”
İran yapımı ilk araştrıma gemisi başarıyla suya indirildi
İran Savunma Bakanlığı, İran yapımı araştırma amaçlı ilk oşinografik gemisinin başarıyla suya indirildiğini açıkladı.İran Savunma Bakanlığı, İran yapımı ilk oşinografik gemisinin Ulusal Oşinografi ve Atmosfer Bilimleri Enstitüsü’ne teslim edildikten sonra başarıyla suya indirildiğini duyurdu.
İran’ın ilk “Fars Körfezi Kaşifi” adlı araştrıma gemisine ilişkin İran Savunma Bakanlığı, bu geminin İran Savunma Bakanlığı’na bağlı Denizcilik Örgütü’nün çalışkan uzmanları tarafından üretildiğini ve resmi olarak Bender-i Abbas limanında suya indirildiğini aktardı.
Denizcilik Teşkilatı Başkanı Emir Restegari “Fars Körfezi Kaşifi” isimli araştrıma gemisinin teslim töreninde yaptığı konuşmada, İslam İnkılabı'nın zafer yıldönümü kutlamalarını tebrik ederek, “İmam Humeyni (ra) anısına ve İnkılap Rehberi’nin buyrukları doğrultusunda Savunma Bakanlığı’nın yetenekli ve yapıcı uzmanları ülkenin ilk oşinografik gemisini dünya standartları çerçevesinde tasarlayıp üretti” açıklamalarında bulundu.
Denizcilik Teşkilatı Başkanı, söz konusu geminin Direniş ekonomisinin başlıca simgesi olduğunu kaydederek, “Düşmanların İran’a karşı uyguladıkları yaptırımlarına rağmen böyle bir gemi ülkede üretildi” şeklinde konuştu.
Amerika’dan İran’a Yeni Yaptırım
ABD Hazine Bakanlığı, hafta içinde balistik füze denemesi yapan İran’a yönelik yeni yaptırımlar uygulanacağını açıkladı.
Donald Trump yönetimi İran’ın balistik füze programına katkı sağladıkları iddiası ile bazıları Birleşik Arap Emirlikleri, Lübnan ve Çin gibi ülkeler başta olmak üzere 12 tüzel ile 13 özel kişiye ekonomik yaptırım uygulama kararı aldı.
ABD Hazine Bakanlığı’nca yaptırım kararı alınan şirketler arasında İran Devrim Muhafızları ile bağlantısı olduğu iddia edilen Lübnan’daki 4 adet şirket de bulunuyor.
Açıklamada “Hazine Bakanlığı Hizbullah ile çalışan İran Devrim Muhafızları’nın bir destek ağını belirledi. Bunlar arasında İran Devrim Muhafızları yetkilisi Deghan İbrahimi ve yardımcıları Muhammed Abdülamir Farhat ve Yahya El Hacc ve Lübnan’daki bazı şirketler bulunuyor” dedi.
Çarşamba günü de ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn İran’ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi anlaşmalarını ihlal ettiğini iddia etti.
İran İslam Cumhuriyeti, gerçekleşen balistik füze denemesini, füzenin nükleer başlık taşımayacak şekilde tasarlandığı gerekçesi ile, BMGK 2231 sayılı kararnamesi ve Bercam nükleer anlaşmasının ihlali olmadığını savunuyor.
Zarif’ten Trump’a Cevap: Tehditlerin İran İçin Hiçbir Etkisi Yoktur
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ABD Başkanı Trump’ın İran’ı tehdit ettiği tweetlere karşılık olarak yayınladığı ilk mesajda; "Tehditlerin İran için hiçbir etkisi yoktur, çünkü biz emniyetimizi halkımızdan alıyoruz. Hiçbir zaman bir savaş başlatan olamayacağız ama sadece kendi savunma araçlarımıza güveniriz" ifadeleri kullanıldı.
Zarif ikinci paylaşımda ise; "Silahlarımızı meşru müdafaa haricinde hiç kimseye karşı kullanmayacağız. Bakalım bize bu suçlamaları yöneltenler de aynı açıklamayı yapabilir mi?" dedi.
Tuğgeneral Emir Ali Hacizade:Hiçbir yabancı güç bizi tehdit edemez
Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Birimi Komutanı, nükleer bilim ve füze alanındaki gelişmelerin İran’ın milli güvenliğiyle alakalı olduğunu anlatarak, eğer düşman bu konuda bir hata yaparsa gürültülü füzelerinin hedefi olacağını açıkladı.İran Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Birimi Komutanı Tuğgeneral Emir Ali Hacizade, “Vilayet Sahası Savunucuları” tatbikatının zirvesinde, bu tatbikatın 35 bin kilometrekare genişliğe sahip bir çölde gerçekleştiğini açıkladı.
General Hacizade, tamamen İran yapımı sistemler ve techizatların kullanıldığını bu tatbikatın en önemli özelliklerinden biri olduğuna değinerek, “Allah’ın yardımı ve İslami İran evlatlarının çabasıyla düşmanların uyguladığı askeri savunma alanındaki yaptırımlar ortadan kaybolmuştur” ifadelerini kullandı.
General Hacizade, ayrıca bu tatbikatta ilk kez uçaktan ateşlenen bombalar radar sistemlerimiz tarafından başarıyla takip edildiğini belirtti.
Devrim Muhafızları Ordusu Hava-Uzay Birimi Komutanı, bazı ABD’li yetkililerin İran’ı tehdit etmelerinin boş laf olduğuna işaret ederek, şu açıklamalarda bulundu: Kendi silahlı kuvvetlerimizn gücüne ilişkin sahip olduğum bilgilere göre İran’a karşı hiçbir tehdit etkili değil. Biz kendi olanaklarımıza dayanarak hiçbir zaman düşmana bağlı kalamadık. Nükleer bilim ve füze alanındaki gelişmeler bizim milli güvenliğimizle alakalıdır ve eğer düşman bu konuda bir hata yaparsa gürültülü füzelerimizin hedefi olacaktır.
Küreselleşme ve Din
Son 30 yıllık dönemde etnik ve dinsel yapılanmaların güçlenip yayıldığını görüyoruz. Dünyayı tanımayan, örgütlenme birikimi olmayan, mali kaynaktan yoksun geri ve eğitimsiz kimi gruplar; 1980’lerden sonra birden bire ekonomik ve siyasi gücü yüksek küresel örgütler haline geldi.
Din Üzerinden Siyaset
Küreselleşme uygulamalarının tekelci şirket çıkarlarına dayandığı ve bu uygulamaların büyük devlet politikalarının stratejik öncelikleri olduğu; bugün herkesin gördüğü somut bir gerçektir. Kolay görülebilecek bir başka gerçek ise, küresel politikaların gelişip güç kazanmasıyla, feodal kalıntıların ve dinsel yapıların yozlaşarak güçlenmesidir.
Din, dil, mezhep, etnik köken ayrımları; uluslararası boyutu olan örgütlenmelerle hemen tüm azgelişmiş ülkelerde politik eylemlere dönüşmektedir. Etnik ve dinsel örgütlenmenin, ulusal varlık üzerinde baskı oluşturacak kadar güçlenmesi, tarihsel gelişime ve toplumsal ilerlemeye uygun düşmese de yayılmasını sürdürüyor.
Etnik ve dinsel ayrılıkların siyasallaşması, kendiliğinden ortaya çıkan doğal bir olgu değildir. Yaratılması ve ayakta tutulması, mali ve siyasi güce dayanan tasarlanmış uygulamalardır. Bu nedenle gücü ve varlığı yapaydır. Kökleri sömürgeciliğe ve 20.yüzyıl emperyalizmine dayanan, şimdi küreselleşme adıyla yeni bir olguymuş gibi ileri sürülerek yaygınlaştırılan bu uygulama, büyük devlet politikalarının doğal sonucudur. Azgelişmiş ülkelerin, güçsüzleştirilerek parçalanmalarında etkili bir araç olarak kullanılmaktadır.
Sömürgecilikten Emperyalizme
“Böl ve yönet” anlayışına dayalı bu politika, inanç ayrılıklarını; sömürgecilikten emperyalizme, bölgesel çatışmalardan dünya savaşlarına dek dörtyüz yıldır sürekli bir biçimde kullanmıştır. Aynı anlayış, bugün akçalı (mali) ve teknolojik olanakların itici gücüyle, amacı değişmeden sürmektedir. “Dinin” siyasileşmesi, doğrudan ve kesin olarak küreselleşme politikalarına bağlı olan bir gelişmedir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ABD öncülüğünde geliştirilen Yeni Dünya Düzeni politikaları tüm Müslüman ülkelerde uygulandı. ABD tarafından geliştirilen bu kuramagöre: komünizme karşı, İslam ve İslam ülkeleri kullanılacak ve Sovyetler Birliği Çin’den Yunanistan’a dek uzanan bir güvenlik kuşağı ile sarılacaktı.
Yarım yüzyıla yakın uygulanan bu kuram, kuşak içinde yer alan İslam ülkelerinde, dinsel ya da etnik ayrılıkları dirençli siyasi hareketler durumuna getirdi. Sovyetler Birliği’nin dağılması, İran, Irak ve Afganistan’daki gelişmeler ve ikiz kuleler olayı bile Yeşil Kuşak anlayışını değiştirmedi.
Dinden Teröre
Kurulup geliştirilen kimi dinsel örgütlenmeler, yönetim dışına çıkıp terör kümeleri oluşturdu. Bunlara karşı başka dinsel ya da etnik kümeler kullanıldı; “dinin”siyasallaştırılmasından vazgeçilmedi; vazgeçilmesi de olası değildi. Çünkü bu politikayı oluşturan nedenler siyasi değil, ekonomikti. “Dinin” siyasallaştırılmasının arkasında yatan temel neden, uluslararası şirket etkinlikleri ve bu etkinlikleri düzenleyen emperyalist politikalardı.
1980’lerden sonra dünyanın tümünü kapsayan, doğal olarak Müslüman ülkeleri de içine alan, yeni bir politik söylem ve bu söyleme uygun uygulamalar geliştirildi; küreselleşme sözleri bu dönemde yaygınlık kazandı.
Ulus Devletin Güçsüzleştirilmesi
Küreselleşme, insanlara yeni ve ileri bir dünya düzeninin habercisi olarak sunuldu ancak toplum yaşamında ortaya çıkan somut sonuç, toplum yaşamının çok hızlı bir biçimde ortaçağ geleneklerine doğru kayması oldu. Ekonomik yetmezlik ve ulusal çözülme içine giren azgelişmiş ülkelerde, paranın yaptırım gücü yüksek politik bir güç durumuna gelmesi, ona sahip olanlara, toplumsal yaşamın her alanına dilediği biçimi verme olanağını sağlamaktadır.
Etnik ayrılıkların yayılıp güçlenmesiyle, örgütlü “dinsel” yapılanmaların sayı ve etkilerinin artması, uluslararası sermayenin mali gücüne dayanılarak gerçekleştirildi. Bu tür gelişmelerin temelinde, ulusal ya da sınıfsal nitelikli demokratik örgütlenme biçiminin güçsüzleşmesi, ulus devlet işleyişinin çözülmesi ve geleneksel partilerin etkisizleşmesi yer almaktadır. Günümüzün yaşanan gerçeği, siyasi partilerin, toplumsal gelişime uyum gösteren atılımları gerçekleştirecek demokratik bir yapıya kavuşmaları değil, inanç temeli üzerinde siyaset yapan kuruluşlar durumuna gelmeleridir. Bugün,“dinsel” ya da etnik yapılar partileşirken; partiler, inanç temelinde siyaset yapan yapılar durumuna gelmektedir.
Ayırımcılık ve İnanç Bozulması
Günümüzde yaşanmakta olan inanç bozulmasının nedenleri tekelci şirket çıkarlarının yön verdiği küresel ilişkilerin içinde bulunmaktadır. Demokrasi sorunu olarak ileri sürülüp saldırgan bir politikaya dönüştürülen etnik ayrımcılık ya da dinsel düzen arayışı, birçok insanın sandığı gibi, demokrasinin ya da insan haklarının sınırları içine giren bir çaba değildir. Küçülme politikaları izleyen, bu nedenle ülkeleri parçalamaya yönelen uluslar arası şirket çıkarlarıyla uyum gösteren, ekonomik kaynaklı, küresel bir politikadır.
Ekonomik temeli olmayan politik yapılanma var olamaz. Bilinen bir gerçektir ki, her politik açılım temsil etmeye çalıştığı gücün çıkarlarını savunur. Geniş kapsamlı mali ve politik destekle güncelleştirilip küresel bir boyut kazandırılan etnik ve dinsel yapılanmaların, uluslararası şirket çıkarlarıyla, ekonomik anlamda nasıl örtüşme içinde olduğunun açık bir biçimde ortaya konulması gerekir.
Uluslararası Şirketlerin Gereksinimi
Etnik ve dinsel yapılanmaların, azgelişmiş ülkelere yönelik büyük devlet politikalarında temel stratejik öğe durumuna gelmesinin, uluslararası şirketlerin küresel çıkarlarıyla doğrudan ilişkisi vardır. Bu ilişkiyi gerçek boyutuyla kavramak için; uluslararası şirketler arasında 1980’lerden sonra yoğunlaşan “küçülme” eğilimlerinin, şirketler ve ülkeler üzerinde yaptığı etkiyi incelemek gerekecektir. Bu yapıldığında, etnik ve dinsel yapılanmalarla tekelci şirket çıkarları arasındaki ilginç ilişki kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
Küreselleşme ideologlarından John Naisbitt, Global Paradox adlı kitabında şunları söylemektedir: “Büyük şirketlerin özerk ve küçük birimlere bölünerek daha iyi çalışabileceklerini görüyoruz. Aynı durum ülkeler için de geçerli. Tek bir dünya durumuna gelmemizle birlikte parçalar küçülüyor ve şirketler için iyi işliyorlar… Din, kültür, dil ve etnik köken, insanlarda ait olma duygusunu güçlendiriyor. Yeni toplumlar bu bağlardan yaratılacak… Bu bağları korumak için gelişen yeni küresel eğilim zamanla tüm toplumları aynı davranış standartlarına ulaştıracak. Bu standarda uymayanlar uluslararası topluluğun sorgusuna uğrayacaklardır”.1
Burada söylenen, bölünme ve parçalanmayı amaçlayan, yaptırım gücü yüksek ve güce dayanan küresel bir politikadır. Büyük güçlerin kararlı birlikteliğiyle uygulanan bu politika, sonuçlarını kısa bir sürede vermiş ve yalnızca 1990-2000 yılları arasındaki on yılda 25 yeni ülke ortaya çıkmıştır.
“Yerelleşmenin” Anlamı
Ulusların küçülmesi, yalnızca topraklarının küçülmesiyle sınırlı değildir. Ulus-devletin temelini oluşturan merkezi yönetim yetkilerinin yerelleştirilmesi, ulusal pazarın sınır değişikliğine gerek kalmadan küçültülmesi anlamına gelir.
Ulusal ekonominin yok olması, ulusal varlığın yok olması demektir. Azgelişmiş ülkeleri sömürge durumuna getiren ve yönetim bozulmasıyla başlayan bu süreç, yerelleşmeyi yaygınlaştırmış; etnik ve dinsel yapıların siyasallaşmasını gündeme getirmiştir.
Etnik ve Dinsel Ayrılığın İşlevi
Etnik ve dinsel ayrılıklar, küçülme projesinin mimarlarına, düşüncelerini uygulamaları için hazır bir ortam sunar. Bu nedenle, çözülme sürecine girmiş olan etnik ve dinsel yapıların canlandırılması gerekir.
Kurulmak istenen “yeni” düzenin gerçekleştirilmesi, para ve politikanın etkili gücü ve bağlayıcı uluslararası anlaşmalarla sağlanır. Gereksinim duyulan birikim, uzun yıllara dayanan bağımlılık ilişkileri ile yaratılmıştır.
Yerellikten Küreselliğe
Geçmişte gerçekten yerel olan ve ülkelerin inanç kimliğini oluşturan kümelerin, yerel bir “cemaat” olmaktan çıkarak küresel bir güç konumuna gelmesi, günümüzde büyük devlet politikalarının önemli bir parçası haline gelmiştir. Etnik ve dinsel yapılanmaların, ekonomik ve siyasi gücü yüksek küresel imparatorluklar durumuna gelebilmesinin nedeni budur.
Büyük devletlerin etnik ve dinsel ayrımları siyasi araç olarak kullanmaları yeni değildir. Yeni olan, bu işin haber alma birimlerinin ilgi alanından çıkarılarak yasal düzlemlere taşınmış olmasıdır. ABD Temsilciler Meclisi, Mayıs 1998’de 41’e karşı 375 oyla kabul ettiği ve adına Uluslararası Dini Özgürlükler Yasası dediği bir yasayla; sanki varmış gibi, dinsel inançlara baskı uygulayan ülkelere yaptırım uygulanmasını kabul etmiştir.2
ABD yönetimi ayrıca, Pentagon’un istek ve önerileriyle Virginia’da bir İslam ve Sosyal Bilimler Yüksek Okulu açmıştır. 2 Eylül 1999’da ilk mezunlarını veren “Yüksek Okul”un mezuniyet töreni, hükümet yetkililerinden büyükelçilere dek uzanan geniş yelpazeli bir katılımla gerçekleştirildi.3 Bu katılım, Amerika Birleşik Devletleri’nin “Müslümanlık İşleri”çalışmalarına verdiği önemin! gösterisiydi.
Emperyalizmin Din Siyaseti
ABD bugün, “Müslümanlık İşlerine” önem veren ülkelerin başında gelmektedir, ancak bu “önem” ne bugüne özgüdür ne de ABD ile sınırlıdır. 20.Yüzyılın başlarında Almanya, Türkiye üzerindeki etkisini arttırmak için İslam Dinini yoğun olarak kullanmıştı.
Osmanlı topraklarındaki cami ve pazar yerlerinde; Alman İmparatoru Wilhelm’in gizlice İslam Dinini seçtiği, kılık değiştirerek Mekke’ye hacca gittiği ve ismini Hacı Wilhelm Muhammet olarak değiştirdiğine yönelik söylentiler yayıldı. Almanlara yakın birtakım “din bilginleri”, Kur’ân’da Wilhelm’in müminleri kafir boyunduruğundan kurtarmak için, Allah tarafından görevlendirildiğini gösteren esrarengiz “ayetler” bile buldu.4
DİPNOTLAR
1-“Global Paradoks” J.Naisbitt, Sabah Kit., 1994, sf. 24-14
2 –“Global Paradoks” J.Naisbitt, Sabah Kit., 1994, sf. 5
3- a.g.e. sf. 5
4-“New Perspectives Quarterly (NPQ)” 2.C, Sa.5; ak. Hıdır Göktaş-Metin Gölbay, “Soğuk Savaştan Sıcak Barışa”Alan Y. 1994, sf. 40
Mehdi FerecTürkiye'de Caferi/Azeri kanalları neden kapatıldı?
2016 yılının 20 Aralık gününde devlet televizyonu TRT'de Pelin Çiftin sunduğu "Gündem Ötesi" programında milyonlarca Ehl-i Beyt (as) takipçisinin dini-itikadi değerleri ve duyguları çiğnendi. Program zamanı Şii akidesinde olmayan katılımcıların Caferi mezhebi konusunda yaptıkları yanlış ve kışkırtıcı sözleri mezhepler arası nifak çekirdeği yaratmıştır. O zaman Türkiye kamuoyunun birçok kesimi gibi, On4 Tv ve Kanal 12 yönetimi de buna itiraz etmiş ve olayı kınayan açıklamalarda bulunmuşlardı.
Bilindiği gibi, Türkiye'de "teröre destek ve ulusal çıkarlara aykırı faaliyet" iddiası ile ülkenin iki Şii kanalı 23 Ocak 2017 tarihli resmi gazetede yayınlanan KHK ile kapatıldı. Şu anda ülkede 1955 TV kanalı faaliyet gösteriyor ki, onlardan sadece bu iki kanal Caferi mezhebine bağlı yayınlar gerçekleştiriyordu. Son değerlendirme hesaplamalarında ise bu kadar kanal arasında Tv On4 112'ci yere, Kanal 12 ise 118'ci izlenme seviyesine kadar yükselmişlerdi. Şimdi birçok kişiyi düşündüren soru şu: Türkiye'nin bu iki Şii kökenli televizyon kanalı neden kapandı?
Hatırlarsanız, bundan yaklaşık 2 ay önce yine Türkiye'de yayın yapan Batı Asya'daki sorunları ve İslam dünyasını gündeme getiren Kudüs TV'de aynı şekilde, aynı suçla ve aynı kararla beklenmedik bir şekilde kapatılmıştı. Nasıl o tv'nin kapatılma gerekçesi anlaşılmaz ise aynı şekilde bu iki kanalın da kapatılması anlaşılır değil. "Neden anlaşılır değil" sorusunu ise şöyle cevaplandırabiliriz.
1- Kudüs TV'nin kapatılma olayında olduğu gibi, bu iki kanal da "teröre destek ve ulusal çıkarlara aykırı faaliyet" iddiası adı altında kapatıldı. Herkes biliyor ki, bu iki kanal hiçbir yayınında bu iddialara ilişkin yayın yapmamıştır. Hatta bunun aksine hakkında iddialar olan her iki kanal da yayın politikasında, yayınlarında ve idari açıdan Türkiye hükumetinin terörle mücadele siyasetine destek verip, bu mücadelede Türkiye hükumetinin yanında durmuştur. Her iki kanal da sadece Fethullah Gülen grubu tarafından yapılan "15 Temmuz" darbe girişimi tarihine kadar geçen süre içerisinde hükümletin Suriye politikasına karşı olan bir yayın politikası izledi ve "15 Temmuz" darbe girişiminden sonra ise Türkiye yönetiminin Suriye politikası değişince bu kanallar eleştirilerini olumlu anlamda en aza indirmiş oldu. Dolayısıyla, hükumet yıllarca devam eden yanlış Suriye politikasından geri dönünce, televizyonların hükümletin yanlış dış politikasını eleştirmesi de en alt seviyeye indi. Bunu her iki kanalı izleyenler çok iyi bilir. Eminim ki, Türkiye devleti ve hükumeti de bunu iyi biliyor ve görüyor.
2- Kanal 12'nin "teröre destek" iddialarına maruz kalması ise trajikomik ayrı bir durumdur. Birincisi, bu kanal "Sesli Düşünceler" hariç, hiçbir siyasi içerikli yayın yapmıyor. "Sesli Düşünceler" programı ise yarı-siyasi içerikli bir analiz programı olup, ülke gündemini yakından takip eden gazeteci K. Alcan tarafından sunulmaktadır. Onun da ne geçmiş hayatında, ne de mevcut faaliyetlerinde herhangi bir teröre destek veya çağrı izine rastlamak kesinlikle mümkün değildir. Kanal 12'nin yayın programında ve verilen yayınlarda haber, gündem, analiz veya herhangi siyasi içerikli yayın faaliyeti mevcut değildir. O zaman bu nasıl olabilir? Ya da bu kanal nasıl olur da böyle bir suç ve iddia ile karşı karşıya kalabilir?
3- Kanal On4 TV'ye gelince, evet, bu kanal yeterince siyasi, askeri, ekonomik, siyasi ve diğer basın ve medya konularında içerik olarak evrensel yayınlar yapan bir televizyondur. Belirttiğimiz gibi, kanalın yayın politikasına dikkat edildiğinde bu tv'nin Türkiye devletinin terörle mücadele siyasetinde her zaman hem devletin, hem de hükumetin yanında yer aldığı apaçık ortadadır. Bu destek Türkiye'nin ister PKK terör örgütü ile, isterse de "15 Temmuz" darbe girişiminden bu yana daha da azgınlaşan FETÖ terör örgütü ile mücadelede açıkça ortaya çıktı. Özellikle FETÖ ile mücadelede kanalın yayımlamış olduğu haber, Anahaber, gündem, yorum ve diğer programlarla birlikte On4'ün yayınladığı "FETÖ terör örgünün Azerbaycan ayağı" ve "Kalkışma" gibi belgesel filmlerinin gösterildiğine şahit olduk. Ayrıca, televizyonda haftada 1 gün yayımlanan "Medya Yorumu", haftada 5 gün yayımlanan "Okuyorum" gibi güncel haber ve analiz programlarının neredeyse tüm zamanında terörle mücadele konuşularak, sürekli milli çıkarların teminine çağrı yapılıyordu.
4- 2016 yılının 20 Aralık gününde devlet televizyonu TRT'de Pelin Çiftin sunduğu "Gündem Ötesi" programında milyonlarca Ehl-i Beyt (as) takipçisinin dini-itikadi değerleri ve duyguları çiğnendi. Program zamanı Şii akidesinde olmayan katılımcıların Caferi mezhebi konusunda yaptıkları yanlış ve kışkırtıcı sözleri mezhepler arası nifak çekirdeği yaratmıştır. O zaman Türkiye kamuoyunun birçok kesimi gibi, On4 Tv ve Kanal 12 yönetimi de buna itiraz etmiş ve olayı kınayan açıklamalarda bulunmuşlardı. Yapılan açıklamalarda bu yayına itiraz edilmiş ve sunucunun yaptığı mezhep fitnesine ve kışkırtıcı yayınlar nedeniyle cezalandırılması talep edilmişti. On4 Tv bu konuda haber ve özel programlar ("Medyayorumu") yayınladı. Fakat maalesef ne TRT ne de bu fitne yayınlarına sebep olan sunucu kadın hakkında uyarıcı veya cezai bir işlem yapılmadı. Bu olaydan yaklaşık 1 ay sonra ise fitne çıkaranlar cezalandırılmadığı gibi, yapılan adaletsizlik sonucu On4 Tv ve Kanal 12'nin kendisi kapatıldı. Özetle, bu iki kanalın yayın politikalarında ve faaliyetlerinde teröre destek olarak kabul edilecek herhangi bir söz ve faaliyet görülmemiştir. Televizyonların yayınlarında terörle mücadeleye engel olacak ve ulusal çıkarlara darbe vuracak herhangi bir küçük belirti dahi bulmak mümkün değil. Kudüs TV'de aynı bu şekilde olmuştu ve daha sonra da yeniden açılmıştı. Yapılan bu işlerin Türkiye devletinin kararı olduğunu düşünmüyorum. Bu olaylar gösteriyor ki, Türkiye polisi, medyası, yargı ve diğer kurumlarının bünyesinde halen Fethullahçılar var ve devlet kademesinde de bu terör örgütünün önceden yerleştirilmiş adamları halen mevcut olduğu görülüyor. Aksi takdirde, Fethullahçılarla mücadele adı altında (Türkiye'de şu anda terörle mücadele denilince, ilk akla gelen Fethullahçılarla mücadeledir) terörist Fethullah Gülen'in Türkiye'de kesinlikle görmek istemediği televizyon kanalları kapatılmazdı.
Görünen o ki, Fethullahçılara bağlı olan kara ve gizli merkezler hala etkilerini devam ettiriyor. Buna rağmen, yine de sağlıklı bir düşüncenin ve sonunda da vahdetin galip geleceğine ve bu iki kanalın da açılarak yayınlarına devam edeceğine inanıyorum.
--
Karabağ ve Kudüs'ü UNUTMA!
Mehdi Ferec
İran’ın Füze Denemesi ABD’yi Kudurttu!
Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn, Tahran yönetiminin balistik füze denemesinin hem bölgeye hem de ABD’ye tehdit teşkil ettiğini vurgulayarak, ‘Bugün itibariyle İran’ı resmen uyarıyoruz.’ dedi.
ABD’nin İran’ın testiyle ilgili BM Güvenlik Konseyi’ni toplantıya çağırmasının ardından ABD’nin BM Daimi Temsilcisi Nikki Haley, “İran’ın orta büyüklükte bir füze testi yaptığını doğruladık. Bu kesinlikle kabul edilemez. ABD naif değildir” demişti. Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Michael Flynn ise Haley’in tepkisini bir adım daha ileriye götürüp Tahran yönetiminin balistik füze denemesinin hem bölgeye hem de ABD’ye tehdit teşkil ettiğini söylerken, “Bugün itibariyle İran’ı resmen uyarıyoruz” dedi. Flynn, bu uyarının ne olduğuna dair ise bir açıklama yapmadı.
Önceki gün Beyaz Saray’da düzenlenen basın toplantısında konuşan Ulusal Güvenlik Danışmanı Flynn, Donald Trump yönetiminin İran’ın son dönemdeki eylemlerinden hoşnut olmadığını belirtti. Tahran’ı hem balistik füze denemesi hem de Yemen’de İran destekli Husilerin bir Suudi gemisine saldırısı sebebiyle suçlayan Flynn, “Bunlar, İran’ın Ortadoğu’daki istikrarsızlaştırıcı eylemlerini uluslararası kamuoyuna açıkça gösteriyor” ifadelerini kullandı.
‘İRAN MİNNETTAR OLMALIYDI’
Flynn, “Obama yönetimi Tahran’ın kötü niyetli adımlarına gereken cevabı vermekte başarısız olmuştur. Trump yönetimi ise İran’ın, Ortadoğu’da ve bölgenin ötesinde güvenlik, refah ve istikrarı tehlikeye atan, aynı zamanda Amerikalıların hayatlarını riske atan bu eylemlerini kınıyor” ifadelerini kullandı. Donald Trump, dün sabah Twitter’dan İran’ı hedef almaya devam etti. Trump, “İran, balistik bir füze ateşlediği için resmen uyarıldı. ABD’nin onlarla yaptığı berbat anlaşma için minettar olmalıydılar. ABD, yardımlarına koşup 150 milyar dolarlık hayat kurtaran anlaşmayı yapmadan önce İran artık sonuna gelmiş ve çökmeye hazırdı” ifadelerini kullandı.
TAHRAN: TEHDİT İŞLEMEZ
İran ise test edilen füzelerin nükleer başlık taşımaya uygun olmadığını ve bu nedenden dolayı 2015’de yapılan nükleer anlaşmayı ihlal etmediklerini açıkladı. BMGK’nın 2231 sayılı kararında İran’ın, nükleer başlık taşıyabilecek balistik füze denemesi yapması yasaklanmıştı. İran Savunma Bakanı Hüseyin Dehgan, füze testinin savunmaya yönelik olduğunu söylerken, “Kimse bizim kararımızı etkileyemez” dedi. Tahran’dan daha sert bir tepki ise İmam Hamenei’nin baş danışmanı Ali Ekber Velayeti’den geldi. Velayeti: , “Deneyimsiz birinin İran’ı tehdit etmesi ilk kez olmuyor. Amerikan hükümeti, İran’ı tehdit etmenin işe yaramadığını anlayacak. İran’ın kendisini savunmak için hiçbir ülkenin iznine ihtiyacı yok” ifadelerini kullandı.
ABD Başkanı Donald Trump, “İran Ateşle Oynuyor”
Trump, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “İran ateşle oynuyor. Obama’nın ‘kibarlığını’ takdir etmeli. Ben Obama gibi kibar olmayacağım!” ifadelerini kullandı.
Trump daha önce basın mensuplarının ‘İran’a askeri müdahaleyi düşünüyor musunuz?’ şeklindeki sorusuna ‘masadaki her seçeneği değerlendiriyoruz’ cevabını vermişti.
ZARİF: İRAN TEHDİTLERDEN ETKİLENMEZ
Trump’ın bu açıklamasından sadece 20 dakika sonra ise İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Twitter’dan iki mesaj paylaştı.
Zarif’in yer aldığı 2 dakikalık bir videoya yer verilen ilk mesajda, “İran, güvenliğini halkından sağladığı için tehditlerden etkilenmez. Hiçbir zaman bir savaş yaratmayacağız ama sadece kendi savunma araçlarımıza güveniriz” ifadeleri kullanıldı.
İkinci paylaşımda ise “Silahlarımızı meşru müdafaa haricinde hiç kimseye karşı kullanmayacağız. Bakalım bize bu suçlamaları yöneltenler de aynı açıklamayı yapabilir mi?” denildi.
ABD, İran’a yeni yaptırımları uygulayacak
Füze denemesi gerekçesiyle ABD’nin İran’a karşı yeni yaptırımları uygulayacağı açıklandı.Kimliklerinin açıklanması istemeyen kaynaklar İran’ın son günlerde gerçekleştirdiği füze denemesi nedeniyle ABD’nin bu ülkeye karşı yeni yaptırımlar uygulayacağını belirtti.
Alınan son bilgiye göre, İran’a karşı uygulanacağı öngörülen bu yaptırımların nükleer anlaşmayı ihlal etmeyeceği iddia edildi.
Son günlerde İran İslam Cumuriyeti’nin gerçekleştirdiği füze denemesi dünyada birçok tartışmaya yol açmıştır.
İranlı yetkililer füzelerinin nükleer başlıklı olmadığını ve dolayısıyla da bunun tamamen barışçıl olduğunu bildirmelerine rağmen ABD’li yetkililer mesnetsiz iddialarla İran’ı nükleer anlaşmayı ihlal etmekle suçluyorlar.
Kasımi:Füze denemesi İran’ın doğal hakkıdır
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran’ın füze geliştirme programlarının savunma amaçlı olup nükleer silah taşıma kapasitesine sahip olmadığı için BM’nin 2231 kararnamesi kapsamına girmediğini açıkladı.İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Beharam Kasımi, İran’ın gerçekleştirdiği her türlü balistik füze denemesinin uluslararası taahhütler çerçevesinde yapıldığını belirtti.
Kasımi ayrıca, “İran’ın füze geliştirme programlarının savunma amaçlı olup nükleer silah taşıma kapasitesine sahip olmadığı için BM’nin 2231 kararnamesi kapsamına girmiyor. Böylece füze denemeleri İran’ın doğal hakkı olarak, uluslararası kurumların yetkisi dışındadır” açıklamalarında bulundu.
Kasımi, sözlerine şöyle devam etti: İran İslam Cumhuriyeti, 2231 kararnamesini hiçbir zaman kabul etmiyor ve bunu da 14 maddelik bir duyuruda açıklamaıştı. Tüm bunlara rağmen balistik füze denemesi bu kararnameye bile aykırı olmadığı için bu konuda bazı ülkelerin öne sürdüğü siyasi görüşleri kınıyoruz. Ülkemizin çağdaş tarihine baktığımızda İran’ın hiçbir ülkeye saldırmadığının yanısıra kendisi bile dünya güçlerinin desteklediği saldırgan ülkelerin açtığı haksız savaşlara maruz kalmıştır.
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü son olarak, “Görünüşe göre ABD yetkilileri, son zamanlarda yaptıkları vize kısıtlama politikasının beraberinde getirdiği uluslararası baskıları azaltmak ve Amerika’nın nükleer anlaşmaya bağlı kalmamasını gizlemek amacıyla bahane aramaktadır, ancak 2231 karanmesi buna izin vermeyecektir” ifadelerini kullandı.