کارگر

کارگر

IŞİD terör örgütünün Irak Kürdistan iklimine saldırmasından önceki gizli kalmış açılar, söz konusu bölgesel yönetim haber kaynakları ve askeri kaynakları tarafından yayımlandı.
 
IŞİD terör örgütünün Musul ile Erbil arasında yer alan Gevir, Hazer, ve Mahmur şehirlerine saldırmasından 10 gün önce Kasım Süleymani Erbil’e yolculuk yaptı ve Mesud Barzani’nin yüksek seviyeli komutanlarının eşliği ile söz konusu bölgelerin savaş cephelerini  inceledi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani söz konusu incelemelerin ardından, aynı gün Mesud Barzani ile görüşerek, savaş cepheleri ile ilgili uyarılarda bulundu.  Kasım Süleymani, Barzani’ye “Savaş cephelerindeki mevcut durum,  IŞİD’in muhtemelen Erbil’e saldıracağını gösteriyor. IŞİD’in ilerlemesi çok zor engellenir’’ demişti.

Süleymani, Barzani ile olan görüşmesinde ayrıca Peşmerge güçlerinin IŞİD’in savaş taktiklerine karşı hiçbir hazırlığı olmadığını vurgulamıştı.

Irak Kürdistan bölgesi medyası tarafından yayımlanan habere göre; birçok askeri kaynağın belirttiği gibi Kasım Süleymani Tahran’a geri döndükten hemen sonra, Irak Kürdistan yönetiminin Tahran’daki temsilcisine ve Irak Kürdistan Demokratik Partisi’nin temsilcisine söz konusu uyarıları tekrarlayarak, Gevir, Hazer ve Mahmur’daki savaş cephelerine düzenin hakim olmadığını ve IŞİD terör örgütünün muhtemelen bu fırsatı Erbil’e saldırmak için kullanacağını söylemişti.

Ancak tüm bu uyarılara rağmen Irak Kürdistan yönetimi ve temsilcileri komutan Süleymani’nin askeri analizlerini önemsemedi ve Erbil’i IŞİD’in saldırabileceğinden çok daha güçlü bir bölge olduğunu düşünmüşlerdi.

7 Ağustos 2014 yılında, IŞİD bu fırsatı değerlendirerek, 3 stratejik eksenden Erbil’e saldırdı ve saldırının sonucunda, Hazer, Gevir ve Mahmur olan 3 önemli bölgeyi kolayca işgal etmeye başladı. Söz konusu saldırı ve Peşmerge’nin çok hızlı bir şekilde yenilmesi Barzani’yi fazlasıyla şaşırttı. Bu şakınlığın üzerine Barzani, Hoşyar Zebari aracılığı ile ABD Dışişleri Bakanı John Kerry ile konuya ilişkin görüştü.

John Kerry aynı gece Barack Obama’ya konuyu iletiyor ancak ABD’nin savaş uçaklarının Erbil’i savunmak için havalanması 2 gün sürüyor ve sonunda 9 Ağustos ABD savaş uçakları operasyon için havalanıyor.

Yayımlanan yeni raporlardaki dikkat çeken bir diğer konu ise, ABD savaş uçaklarının Erbil’i savunmak için havalanmasından 48 saat önce, Kasım Süleymani’nin komutanlığında özel güçlerden oluşan bir birlik, Peşmerge güçleri ile omuz omuza IŞİD’e karşı savaşıyordu. Yayımlanan raporlara göre; söz konusu güçler doğrudan Mesud Barzani’nin isteği üzerine gelmişti.

Hazer, Gevir ve Mahmur’un IŞİD terör örgütünün işgalinden kurtarılması ardından, Mesud Barzani İran Cumhurbaşkanı’na şahsen bir teşekkür mektup yazdı. Mesud Barzani mektupta İran’ın bir kez daha en zor durumda Irak Kürdistan iklimini savunmak için ayağa kalktığını söyleyerek,  İran’a teşekkür etti.

Söz konusu rapora göre; Erbil yetkililerinin John Kerry ve diğer yandan İran yetkilileri ile görüştüğü gece, dönemin Türkiye Başbakanı Ahmet Davutoğlu ile de iletişime geçtiler ancak Türkiye Erbil’in yüksek yetkililerinin yardım çağrısına hiçbir yanıt vermedi.

Raporun devamında yer alan bilgilere göre; Peşmerge güçlerinin IŞİD’e karşı savaşta kolayca yenilmelerinin asıl nedeni, Peşmerge komutanlarının disiplinsiz, hazırlıksız ve aynı zamanda kibirli olmalarındandı. Bu konular IŞİD’in saldırmasından 10 gün önce Süleymani tarafından Mesut Barzani ve Irak Kürdistan temsilcilerine söylenmişti ancak ciddiye alınmamıştı.

8 Ağustos tarihinde Mesud Barzani, Kasım Süleymani’nin askeri analizlerini ciddiye alıyor ve ilk olarak Mahmur ve Gevir komutanlarını değiştiriyor. Aynı günün akşamı Kürdistan terör karşıtı birliği, Peşmerge güçleri ve Kasım Süleymani ile beraber ciddi değişiklikler yaparak, IŞİD terör örgütünün hızlıca ilerlemelerini önlüyor.

9 Ağustos’ta ABD savaş uçakları söz konusu operasyona katılıyor ve IŞİD mevziilerini bombalıyor.

Irak Kürdistan medyası tarafından yayımlanan raporlar, henüz hiçbir resmi kaynak tarafından onaylanmadı ve reddedilmedi.

Çarşamba, 18 Ocak 2017 16:04

Tıpta Türkiye-İran ortaklığı

 Tahran merkezli Ortadoğu'nun en büyük biyoteknolojik ilaç üreticisi CinnaGen'in Kurucu Ortağı ve CEO’su Dr. Ferhat Farşi, Türkiye'de kullanılan ilaçların yüzde 2'sinin biyoteknolojik ilaç olduğuna işaret ederek, "Ancak devletin harcamalarının yüzde 22'si bu ilaçlara gidiyor" dedi.

Ortadoğu'nun en büyük biyoteknolojik ilaç firması CinnaGen, Türkiye'de ilk fabrikasını 2018 yılında Tekirdağ Çerkezköy'de açacak. Merkezi İran'ın başkenti Tahran'da bulunan şirket, yerel ve bölgesel pazarlar için Türkiye’yi yeni üretim ve Ar-Ge üssü olarak belirledi. Biyoteknolojik ilaçların ülkemizde üretilmesi, Türkiye’nin özellikle bu kategoride yurtdışına bağımlı olan endüstrisi açısından da önemli bir gelişme.

Öte yandan dünyada biyoteknolojik ilaçların kullanım oranı yüzde 20’lere ulaşmış durumda ve benzer bir trend Türkiye için de geçerli. İlaç sektörünün yaklaşık yüzde 17’si biyoteknolojik ilaçlardan oluşuyor ve bu ilaçların neredeyse tamamına yakını ithal ediliyor.

2015 yılı verilerine göre Türkiye'de biyoteknolojik ilaçlarda yaklaşık 2.5 milyar liralık ithal ürün kullanımı mevcut. Türkiye’de yatırım yapacak CinnaGen İlaç’ın üretim sürecine geçişiyle birlikte hastaların bu ilaçlara erişimi de kolaylaşmış ve ilaç ithalatı azalmış olacak.

Tıpta Türkiye-İran ortaklığı

İstanbul'da düzenlediği basın toplantısında Türkiye’deki stratejik yol haritalarını açıklayan CinnaGen İlaç Kurucu Ortağı ve CEO’su Dr. Ferhat Farşi, şunları söyledi: "CinnaGen, Made in Turkey (Türkiye'de üretilmiştir) algısının Made in Iran (İran'da üretilmiştir) algısından güçlü olması nedeniyle Türkiye'yi yatırım merkezi olarak seçti. CinaGen, Türkiye-İran ortaklığıyla hayata geçen bir şirket.

İlk ilaçlarımızı bu yıl başka firmalarla yaptığımız anlaşmalar çerçevesinde piyasaya sunacağız. Biyoteknolojik ilaçlar, konvansiyonel ilaçlar ile karşılaştırıldığında zorlu aşamaları içeren bir geliştirme sürecine sahip. Konvansiyonel ilaçlar ile tedavi edilemeyen birçok hastalık için tedavi imkânı vermektedir.”

En büyük sorun yetişmiş insan

İlaç sektöründe en büyük sorunun yetişmiş insan gücü olduğuna işaret eden Farşi, "Türk bilim adamları dünyada önemli firmalarda çalışıyor. Sağlıklı bir yapı kurabilirsek, buraya gelebilirler. Dahası Türkiye'de eczacılar sanayide çalışmak istemiyor. Bunu değiştirmeye çalışıyoruz" dedi.

Biyoteknolojik ilaçlar kanser, MS, sedef, romatizma gibi hastalıkların tedavisinde yoğun olarak kullanılıyor. Türkiye geçen yıl 1 milyar doları biyoteknolojik ilaç olmak üzere 4.7 milyar dolarlık ilaç ithal etti.

Allah’ın adıyla

Bir zamanlar İslam devleti hasretiyle yürekleri yanıp tutuşan inkılabcı müslümanlar, İran İslam cumhuriyetinin zafere ulaşmasıyla bu arzularına kavuştuklarını düşünüyorlardı; İslam ülkesine isteyerek veya zorunlu hicret hazırlıkları başlamış, ailece İslam devletinin gölgesinde yaşama düşüncesi bile son derece mutlu ediyordu.

İslam cumhuriyetini görmeden övgüler yağdırmaya başlarlar; gazetelerde makaleler, dergilerde röportajlar, Cuma sonrası mitinglerin ardı arkası kesilmiyordu. İranlı düşünürlerin kitapları tercüme ediliyor, bir biri ardına kitap evleri açılıyor, hedef kültürel alanda inkılabın mesajını Türkiye’ye aktarmaktı.

Medhiyeler düzüp övgüler yağdırdıkları İslam ülkesinin nasıl olduğunu bilmiyorlardı. Zaten o güne kadar dünyanın hiçbir yerinde bir İslam devleti görmemişlerdi. Ancak hayallerde canlandırılan, arzular yumağından oluşturulmuş bir İslam devleti vardı kafalarda.

Bir İslam devletinde yaşamışlar mıydı? Hayır. Bir İslam modeli ellerinde var mıydı? Hayır. Peygamberin İslam devletini görmüşler miydi? Hayır. Öyleyse görmedikleri, yaşamadıkları bir İslam devletinin neyini onaylıyor ve benimsiyorlardı? İşte asıl mesele buydu; gerçeklerin değil de hayalin peşinden koşmanın neye mal olacağını bilmiyorlardı.

1-Hayal ve Ütopya(Tasarlanmış İdeal Toplum)

Bu devrimci İslamcılar zihinlerinde tasarladıkları arzular yumağından bir İslam devleti kurmuşlardı; hadislerden okuduklarından duydukları Medineyi fazılanın/ideal toplumun özellik ve güzelliklerden, cennet nimetlerinden donaltılmış bir devlet kurmuşlardı hayallerinde.
Kafalarındaki ideal İslam devlet modeli ile birlikte gittikleri İran’da ilk gördükleriyle şok oluyorlar, “Olsun inkılab daha yenidir, bunlar olabilir” diyerek kendilerini avutmaya başlıyorlardı.

Zamanla bazı şeylerin yolunda olmadığını düşünmeye başladılar, “dayatılmış bir savaş vardı İran’a, öyleyse gördükleri normal karşılanabilirdi, vb bahanelerle kendilerini kandırmayı tek seçenek olarak görüyorlardı. Yıllar geçmişti hala kafalarındaki İslam devletini arıyorlardı, kendi hayal güçleriyle oluşturdukları İslam devlet modelinden vazgeçmiyor, kafalarının bir köşesinde duruyordu.

Sekiz yıllık savaş süresince cephelerden eksik olmadılar, bazıları gizli, bazıları aşıkara savaş cephelerine gidiyor, İslam inkılabının korunması için canlarını dahi feda etmeye hazır olduklarını gösteriyorlardı. Kendileriyle konuştuğun zaman sadakat ve samimiyetlerinden şüphe etmezdin.

Arzuladıkları İslam modelini pratikte göremiyorlardı; taşlar yerine oturmuyor, dikilen hayal binasında bir boşluk hemen sırıtıyordu; kendilerini savaş, cephe, mücadele, cihad gibi değerlerin üzerinde saatlerce konuşarak doyurmaya çalışıyorlardı. Sabahlara kadar tahlil ve analiz ederlerdi; bıkmadan yorulmadan konuşuyor, konuştukca daha da çıkmaza giriyorlardı.
Katıldığım bir kaç toplantılarında öyle heyecan verici, insanı coşturucu sözler duydum ki, sanki inkılabı bunlar gerçekleştirmiş, inkılabın gerçek sahipleri bunlar ve gördükleri hataları da yakında düzelteceklerdi.

Bu devrimci İslamcılar, “hayali İslam devletiyle gerçeklerin İslam devletinin” farkını anlayamayacak kadar ütopyacıydılar.

2- Hodmihverlik ( ben eksenlilik)

Bu devrimci İslamcılar kendilerini, bu hayali düşüncelerine öyle kaptırmışlardı ki kendilerinden başkasını beğenmez, kimsenin kendilerinden daha iyi anlayabileceğini kabul etmezlerdi. Görüşlerine yakın birini bulsalar onu kendilerine delil sunarlardı. Kendilerini herşeyin odak noktasına oturtarak kendilerini mihver görüyorlardı, neticede “hodmihverlik” oluşmuştu ruhlarında.

Bu devrimci İslamcıların en tehlikelisi sözde İran İnkılab uzmanı sayılan abilik görevi üstlenmiş kişilerdi ve kendilerine teveccühü bir fırsat bilip kendi İslam anlayışını çaktırmadan empoze ediyorlardı.

Bazıları ise basın yayın organlarında can siperane çalışıyorlardı; gece gündüz demeden basın yayın aracılığıyla tebliğ ediyor inkılabın mesajını dünyaya çeşitli dillerde duyurma mücadelesi veriyorlardı.

Kendilerine bazı gerçekler anlatılmaya çalışılsa da anlamakta zorlanıyorlardı, kafalarındaki ütopyanın uçup gitmesinden, hayallerinin yıkılmasından korkuyorlardı. İslam inkılabının her şeyini toz pembe gösteren bazı inkılabcı kesimın tavır ve davranışları bunların bu düşüncelerinin tuzu biberi oluyordu.

Hz.Ali (as) hükümetinin gerçekleştiğini gördüklerinde hemen biata yönelip hz.Ali’nin (as) yanında yer alıyorlar ve Muaviye’ye karşı savaşa koşuyorlar. Hz. Ali (as) hükümetinin adalet yüzü kendilerine gösterilince, haricilerin yolunu tutmaktan çekinmezler bu tip devrimci, ütopyacı müslümanlar.

Çünkü kendilerini hak ölçüsü görüyor, İslam devletinin doğruluğunu da kafalarındaki hayaller ülkesi ile tatbik etmeye çalışıyorlardı.

İmamHumeyni’nın barış beyannamesini kabul etmesiyle sesler yükseliyor, mırıldanmalar itiraza dönüşüyor. hz. Ali’ye (as) Sıffeyn mütarekesini dayatanlar hz. Ali’yi (as) neden barışı kabul ettin diye tekfir edip hariciler adında.sapık bir grup olarak ortaya çıkarıyorlardı.
Savaş sonrası teker teker dökülmeye başlıyor bu İslam devleti arzusuyla yanıp tutuşanlar, neden mi? Meğer bunlar, İslam devletinin kendi kafalarındaki gibi olması gerektiğini düşünüyor, dünyanın neresinde olursa olsun kafalarındaki ütopyacı modele uymayan devletin İslami olmadığını söylemeye başlıyorlardı.

Yıllarca Allah için az da zahmetlere katlanmadılar yani; inkılabı tanımak isteyenlere kendi kafalarındaki İslam devleti modelini anlattılar, inkılabçı olmak isteyenleri vazgeçirdiler, İslam cumhuriyetine ziyarete gelenleri donanmış bir zıddı inkılab olarak geri gönderdiler.
İslam Cumhuriyeti’nin dayandığı ilkeleri, Şia’yı tanımak isteyen Sünni müslümanları Şia’ya düşman yapıp salıverdiler. Araziye uymak için kendilerini Şia gösterip kendi İslam/inkılab anlayışlarını bir Şia’nın ağzından söyleniyormuş imajı verdiler. Şia mektebini seçmek isteyenlere engel olup İmam’ın bizlerden böyle birşey istemediğini hatta muhalif olduğunu empoze ederek insanları ikileme sürüklediler.

3- İmam “Sünnilerin Şii olmasını istemiyor ve buna karşıdır” zihniyetinin tahripleri

Ne yaptığının farkında olmayan bu sözde devrimci İslamcılar her yeni dönemde bir yol tutuyor; hariciler gibi renkten renge bürünüyorlar; ne istikrarlı bir yolları var, ne belli bir hedefleri. Ne bir önderleri var, ne de yarenleri. Tek yapabildikler iş kafa karıştırmak, kavramlar kargaşası içinde hakikati boğmaktı. “Şii olduk” diyor İmam Caferi Sadık’a benzerlikleri yok, dostlarıyla bir araya gelince Hanefi fıkhını savunuyor ona göre amel ediyorlardı. Ne Cafer-i Sadık ile sadakati yakalayabildiler, ne de Hanefi ile hanif yolunu bulabildiler.

Şartlara göre mezhebi görünüm sergiliyorlar, bunu da erdemmiş gibi savunuyorlardı. Kendilerini mezhepler üstü görüyor ve yeni bir yol çıkararak mezhebi takıntıları olmadıklarını göstermeye çalışıyorlar. Bu mezhebsizlik görüşlerine de İmam Humeyni’den (r.a) delil getirmeye çalışıyorlar; “İmam kimsenin mezhep değiştirmesini istemiyor, İmam buna karşıdır”.

Bu devrimci İslamcılar, bir şey duymuşlar ama nasıl olduğunu kavrayamamışlardı, kapasite meselesi iste.

İmam, İslami vahdetin manasını açıklarken, “İslami vahdet, Sünninin Şia , Şiinin de Sünni olması değildir, bir kimsenin kendi mezhebini bırakıp başka bir mezhebi seçmesi değildir. İslami vahdet, herkesin hendi inancını koruyarak müştereklerde bir olmasıdır”. İmam’ın diğer bir görüşü ise “mezhepcilik politikası güdülmemesi” ve “mezhep yaylımcılığı politikasına” karşı oluşudur. Bu iki düşüncenin neresinden bu devrimci İslamcıların çıkardığı mana anlaşılıyor? Aslı astarı olmayan “La Şiiye- la sünniye, vahdeti İslamiyye” sloganını Osman’ın gömleği yapıp hem Şiiye, hem de Sünniye darbe vurmaktan çekinmezler çünkü hayali İslam devlet anlayışlarının yanına bir de hayali mezhep modeli çıkarıyorlar. Halbuki vahdet her iki kesimi reddetmekle değil her iki kesimin gerçekliğini kabul etmekle mümkündür.

4- Türkiye-İran savaşının çıkmasından korkuyorlarmış

Bu sözde devrimci müslümanlar yıllarca Türkiye tağut rejimdir diye mücadele verdiler. Her türlü propaganda ve tabliğatı yaptılar. Hatta bunun için en iyi yerin o zamanlar İslam Cumhuriyeti olduğuna inandıkları İran olduğunu düşünüp hicret edenler bile olmuştu. Şimdi ise İran’dan kaçıp geri dönünce tekrar kaset başa sardı; İran aleyhine propagandaya başlıyorlar.

İran’ın Suriye konusunda haksız olduğunu, Türkiye’nin ise Suriye hakkında doğru siyaset takip ettiğini düşündüklerinden, sanki savaş ihtimali varmış da(!) İran ile Türkiye arasında savaş çıkmasından korkuyorlarmış. Geldikleri nokta; dün yıkmak istedikleri laik sisteme daha yakın hissediyorlar kendilerini. Daha adil davranıyormuş bölgesel meselelerde. Daha anti emperyalistmiş. Daha anti siyonistmiş ve…

Son gelinen nokta ise Şiiler aleyhine probaganda başlatıp İslam Cumhuriyetinin Ortadoğu’da takip ettiği siyasetin doğruluğunu gölgelemek ve halkların uyanışını engellemekdir.
İran üzerinden Şiiliği karalama, Şiilik üzerinden İran’ı yıpratmayı düşünüyorlar.

Abdullah Özgür

Halep cephesinde savaşan Suriye Ordusu askerleri Halep’in doğusunun tekfirci teröristlerin elinden kurtarılması operasyonuyla ilgili bilinmeyenleri anlattı.

Yaklaşık 4 yıldır Halep cephesinde teröristlerle mücadele eden Suriye Ordusu askerleri Tesnim Haber Ajansı’na verdikleri röportajda; savaş günleriyle ilgili anılarını paylaştı.

Askerlerden biri şunları söyledi: “Biz 4 yıldan beri buradayız. Teröristlerle bizim aramızda çatışma olan noktaların her birinde patlamalar yaşanmaktadır. Silahlı kişiler, bize ağır silahların ulaştırıldığı yolları kesmeye çalıştılar.  Savaş düzensiz ve dağınık bir savaştı. Bu nedenle biz silahlı kişileri uzaklaştırarak onları kuşattık böylece onlardan birer birer kurtulduk. Sonuç olarak onlar başka bölgeye kaçmak zorunda kaldılar.”

Söz konusu asker kendisine yöneltilen “Teröristler Halep’e yaptıkları saldırılarda neye güveniyorlardı, tünellere mi yoksa nüfuzlarına mı?” sorusunu şöyle yanıtladı:

“Onlar hep bize yakalanmaktan ve bizimle birebir savaşmaktan korkuyorlardı. Bu nedenle 3-4 siperin arkasına saklanıyorlardı. Bazen bir tank mermisinin bile onlara zararı olmuyordu. Biz pencerelerden onlara ateş ediyorduk ancak biri bize ateş etmek istediğinde 4 siperin arkasından ateş ediyordu. Onlar yer atında kalıyorlardı ve biz onları dışarıda görmüyorduk.

Sizin bulunduğunuz bu bölge Halep’in en eski ve en sağlam bölgesidir. Suriye Ordusu burada bulunmaktadır ve teröristler bu bölgenin hiçbir noktasını ele geçiremediler. Bundan dolayı Allah’a şükrediyorum.

Teröristler için kendi tünellerini patlatmaktan başka yol kalmamıştı. Öte yandan biz enkazların altında 80 şehit verdik. Allah onların şehitliğini kabul etsin ve ruhları şad olsun. Biz aslında şehadet için buradayız.

Söz konusu asker kendisine yöneltilen “Burada hangi gruplarla savaşıyorsunuz?” sorusuna şu cevabı verdi: “Çeşitli gruplar vardı. Suriye’deki tüm silahlı gruplar bu bölgeyi kullanmak için buraya gelmişlerdi. Çünkü bunların hepsi birer hırsız ve hayduttur. Onlar bu iş için kadın pazarlarını, mücevher pazarlarını seçiyorlardı ve doğu mahallelerinden çıkan terörist kafilelerinin yanında bulunan altın ve paralar bunun ispatıdır.

Teröristler eski pazarı yağmaladılar ve geri çekilmeden önce, orayı patlattılar, onlar büyük camiyi de patlattılar. Nitekim orada bu saldırının etkileri açıkça görülmektedir. Onlar tünel kazmak ve onu patlatmak yöntemini kullandılar. Her ne kadar bunun bize zararı dokunduysa da ancak bizim irademizi ve azmimizi zedeleyemedi. Onlar bölgedeki bir karış toprağı bile ele geçiremediler. Bizimle birebir savaşamadılar.

Emevi Camisi’ne girdiğimizde, tedbiri elden bırakmadık çünkü terörist gruplar caminin büyük bir bölümünü tuzaklamışlardı. Bizim için camiye girmek ve onu kurtarmış olmak büyük bir gurur kaynağıdır. Allah’a şükürler olsun, teröristlerin tüneller kazmış olmalarına ve kaleye ulaşmak için tüm çabalarına rağmen bu kale tek parça olarak istikrarlı bir şekilde kaldı ve dağılmadı. Onlar bu tünellerin içinde helak oldular ve cesetleri toprak altında kaldı. Ve toplayıp yanlarında götürmek istedikleri şeyler de tünellerde kaldı.”

Öte yandan başka bir asker de şu açıklamalarda bulundu: “Silahlı kişilere ait tünellere girdiğimizde yüklü miktarda gıda ve gıda maddesi bulduk. Teröristler bölgede yaşayan halkını bu gıda maddelerinden mahrum bırakıyorlardı. Halk bölgeden çıkmak istediğinde teröristlerin onlara cevabı şu oluyordu: ‘Eğer bizimle birlikte silahlanıp orduyla savaşmazsanız size yiyecek yok.’

Doğu bölgesindeki mahallelerde bulunan halkın çoğunluğu değerli insanlardır. Onlara selam olsun ve şapkalarımızı onlara saygımızı göstermek amacıyla çıkarıyoruz. Teröristler ölüm yolunu seçmişlerdi. Biz direniş gösterebilmek için çok sayıda kurban verdik. Teröristlerle çok kirli bir yol savaşına girdik ancak sorumluluğumuzu bilmemiz sebebiyle onları bölgeden çıkardık. Tüm bu sözlerin en büyük ve en iyi ispatı ise Halep’in kurtarılmış olmasıdır. Allah’a şükürler olsun.”

 

  Son zamanlarda televizyonlarda program yapan ve mezhepçi bir üslup ile konuşan sözde bazı ilahiyatçılar Şia mektebindeki dini terimleri ve unvanları çarpıtarak farklı bir şekilde anlatmaya başlamış ve böylelikle unvanlar ve sıfatlar üzerinden Şialar hakkında yanlış kanıların oluşmasına yeltenmişlerdir.
   Müslümanlardan her toplum içerisinde din adamlarına verilen unvanlar vardır ve bu unvanlar ne olursa olsun kişiyi İlahlaştırma anlamında kullanılmaz. Örneğin Ehlisünnet’de “Büyük İmam” veya “imamların imamı”, (الإمامالأكبر) El-Ezher Üniversitesi ve El-Ezher Camii'nde önemli bir unvan olarak bilhassa Mısır'daki Sünni Müslümanlar arasında önemli yeri olan resmi unvandır. Veya “Büyük Müftü” (مفتيعام) bazı Sünni cemaatlerde üstün konumdaki din adamlarını ifade etmektedir. Yahut “Müceddid”, “Şeyhülislam”, “Gavs” “Kutub ve kutbu'l-aktâb” (kutublar kutbu) gibi unvanlar.Gavs; Tasavvuf ehlinin kullandığı bir terimdir. Halk arasında en çok bilinen anlamına göre kendisinden yardım talep edilen ve manevi değeri büyük olan kimse demektir. Tasavvufta ise manevi makamı çok yüksek olan, kendisinden yardım istendiğinde yardım eden ve birçok sırlara müttali olan zat anlamında kullanılmaktadır. Kutub ve kutbu'l-aktâb (kutublar kutbu) tasavvufta kâinatın yönetiminden sorumlu olduğuna inanılan velîler örgütünün başına denir. Manevî makamı esas alındığında daha çok kutup ya da kutbu'l-aktâb denildiği halde, özellikle kendisinden yardım istenilmesi durumunda "yardım eden" anlamında gavs ya da gavsu'l-âzam (en büyük gavs) olarak anılır.
   Ehlisünnet kültüründe ve tasavvuf ehlinde din adamlarına bu unvanlar verildiği gibi Şia camiasında ve kültüründe de din adamlarına verilen     Hüccet-ül İslam, Ayetullah, Sıkat-ül İslam, Ayetullah uzma” gibi unvanlar vardır. Ehlisünnet kültüründe olan unvanları Şialar hakaret malzemesi ve yanlış söylemlere malzeme yapmadıkları gibi Ehlisünnetin de Şia kültüründe olan din adamlarına söylenen unvanları yanlış göstermeye malzeme yapmamalıdırlar.
Ancak 21/12/2016 Çarşamba gecesi TRT de Pelin Çift hanımefendinin sunumunu yapmış olduğu “Gündem Ötesi” programda Şialar arasında bazı din adamlarına verilen “Ayetullah” kelimesi üzerinden (anlamı, içeriği, söylenme amacı) bilinmeden bu kelime üzerinden Şialar farklı bir şekilde tanıtılmaya çalışılmıştır. Bundan dolayı Şia camiası içerisinde din adamlarına söylenen ve yaygın olan unvanların anlamlarını ve unvan sahiplerinin konumlarını yazma gereği duyduk. Gerek duyduk ki bir daha bu unvanlar üzerinde konuşanlar halkı kirli bilgilerle zehirlemesinler. 


   Unvan ve sıfatların anlamlarına geçmeden önce iki noktanın altının çizilmesinde fayda vardır;
1-Tarih süreci içerisinde bu unvanlar değişikliğe uğramıştır. Örneğin bugün “Sıkat-ül İslam”makaddime ilimlerini tahsil eden bir talebe için kullanılır ama çok eski tarihlerde büyük alimler için kullanılan bir unvandı. Mesela “Sıkat-ül İslam Kuleyni” gibi. Veya “Hüccetül İslam velMüslimin”taklit mercii olan müçtehitler için kullanılırdı. Nitekim merhum Ayetullah Burucerdi’nin ilmihal risalesinin üzerine “Hüccet-ül İslam velMüslimin” yazılırdı. Ancak bu unvan bugün başka bir anlam kazanmıştır. Hatta bazı unvanlar yeni ortaya çıkmış ve son yüz yıla ait olan unvanlardır. Ayetulllah el Uzma lakabı merhum Ayetullah Burucerdi’den sonra yaygınlık kazanmıştır.
2-Din adamları için söylenen bu unvanlar ve lakaplar havza muhitinde tamamen örfidir ve bu lakapların bazılarına verilmesi için özel bir kurum bulunmamaktadır. İşte bundan dolayı bu lakaplar ve unvanlar üzerinde toplumları kirli bilgilerle zehirlemek ya cahilliktir yahut bağnazlıktır. Bu lakaplar ve unvanlar bir takım etkenlerden dolayı bazı din adamları için kullanılmaktadır.

   Şia camiasında din adamları için kullanılan unvan ve lakapların en meşhur olanları ve anlamları şöyledir;
   1-Sıkat-ül İslam: İlim tahsiline yeni başlayan ve mukaddimat ilmi okuyan talebeler için kullanılan bir lakaptır. Mukaddimat ilimleri havzada okutulan “Şerh-i Lume” kitabının bitimine kadar olan dönemdir ve yaklaşık altı yılda tamamlanmaktadır. Bu dönemde talebe geniş bir şekilde Arap dili edebiyatı, istidlali olarak fıkıh ve usul eğitimi alır. Sıkat-ül İslam lakabı çok az kullanılan ve genelde yaygın olmayan bir unvandır.
   2-Hüccet-ül İslam: Hüccet-ül İslam “Satıh” ilimlerini okuyan din talebeleri için kullanılan bir unvandır. Bu dönemde talebeler     “Resail, Kifaye ve Mekasib” kitaplarının dersini alırlar. Bu üç eser kapsamlı olarak fıkıh ve usul ilmini istidlali olarak öğretmektedir. Bu dönemin eğitimi ise yaklaşık dört yılda tamamlanmaktadır.
   3-Hüccet-ül İslam velMüslimin: Bir sonraki aşamanın eğitim döneminde din talebeleri havzada harici ders diye nitelendirilen uzmanlık eğitimine başlarlar ve böylelikle din talebelerinin unvanı daha da ağırlık kazanmış olur ve onlara Hüccet-ül İslam velmüslimin” lakabı verilir. Uzmanlık eğitim dönemi bir önceki “satıh” döneminin devamıdır. Bu dönemde usul ve fıkıh ilmi daha geniş ve kapsamlı bir şekilde istidlali olarak öğretilir.
   4-Ayetullah: Ayetullah unvanı uzmanlık eğitim dönemini geride bırakıp içtihat derecesine ulaşan din adamları için kullanılan bir unvandır. İçtihattan maksat, içtihat derecesine ulaşan ilim adamının fıkıh ve usul delillerine dayanarak hükümleri kaynaklarından çıkarma kapasitesine sahip olduğu anlamındadır. Ayetullah, bu eğitim dönemini geride bırakmanın yanı sıra yıllarca usul ve fıkıh ilminin de üstatlığını yapması gerekir ve böylelikle böyle bir ilim adamına Ayetullah unvanı verilir. Usul ve fıkıh eğitimini bu düzeyde almayan ve üstatlık yapmayan ancak felsefe ve kelam ilminde uzman olanlara Ayetullah unvanı kullanılmaz.
   4-Ayetullah Uzma: (Büyük Ayetullah) Taklit mercii müçtehitler Ayetullah Uzma unvanı ile tanınırlar. Taklit mercii şartlara haiz olan en bilgin müçtehittir. Her müçtehit taklit mercii makamına ulaşmaz. Merhum Seyid Muhammed Feşareki gibi bazı müçtehitler bu unvandan ve makamdan sakınmışlardır. Şeyh Muhammed Ali Kazimi gibi bazı müçtehitler üstatlarına olan saygıdan dolayı taklit merciliği unvanını kabul etmemişlerdir. Bazı müçtehitler ise kendilerinden başkasının taklit merciliğini kabul ettikleri için bu unvandan sakınmışlardır.
Dolayısıyla Müslümanların toplumlarında kendi kültürlerine göre din adamları için kullanılan unvanlar vardır ve bu unvanlar unvan sahiplerini ilahlaştırmak veya masumlaştırmak anlamında kullanılmamaktadır. Bundan dolayı bu unvanlar üzerinden Müslümanlardan bir kitleyi yanlış bilgilerle zehirlemek ya cehalettir yahut bağnazlıktır.
Selam ve dua ile…
Mehdi AKSU

Bismillah

Ülkede bir grup medya kuruluşları vardır ki “yandaş medya” olarak tanımlanır ve tanınırlar. AKP hükümetinin doğru-yanlış her siyasetini gözü kapalı kabullenen ve propagandasını yapan bu medya kuruluşlarının ortak özelliği iktidarın maddi ve manevi desteğini arkalarına almış olmaları ve kendilerini hükümeti desteklemekle muvazzaf görmeleridir.

Bu medya organlarına çöreklenmiş veya görevlendirilmiş muhabir ve yazar takımının bir özelliği de iradelerini ve vicdanlarını kiraya vermiş olmalarıdır. Öyle ki dün mücahit dediklerine bugün terörist(IŞİD) demekten haya etmezler. Dost ve düşman konusunda ilkeleri yoktur. Muktedirlere paralel olarak dün dost dediklerine bugün düşman(ABD), dün düşman dediklerine bugün dost(Rusya) demekten çekinmeyecek kadar pişkindirler. Ölçüleri hak ve adalet değil efendilerinin izlediği siyasetlerdir.

Hatta bazen hükümetten de ileri giderek alışageldikleri tavırlarını sürdürmekten geri kalmazlar. Misal olarak; hükümetin Suriye siyasetindeki hatalarını görerek geri adım atıp dün aynı ittifak içinde bulunduğu güçlerle yolunu ayırmasına ve yine düşman olarak nitelediği ülke ve çevrelerle masaya oturmasına rağmen yandaşlar hala hızlarını alamamış görünüyorlar.

Suriye iç savaşında izlenen mezhepçilik temeline dayalı hatalı çizginin farkına varmış olan hükümet başta Suriye devletinin varlığı ve toprak bütünlüğünü kabullenmek olmak üzere komşu ülkelerle ilişkileri onarmaya, hataları telafi etmeye hızlı bir biçimde çaba sarfederken yandaş medya hala mezhepçi propagandalardan vazgeçmiyor.

Devletin din işleriyle sorumlu kurumu DİB başkanı bile bu kurumun eski hatalarını telafi edercesine “Akan kanın Sünnisi Şiisi olmaz, akan kan kardeş kanıdır (…)Birbirimizi suçlamakla bölgemizdeki ateşi söndüremeyiz…” demesine rağmen yandaş medya mezhepçilik taassubunu körükleyip durmaktadır.

Bu çevreler ya beş yıldan beri Suriye’de izlenen siyasetin yanlışlığına hala inanmıyorlar, ya basiretleri bağlandığı için doğruyu göremiyorlar, ya da hükümetten de öte başka güçlerden yeni görevler almış bulunuyorlar.

Suriye’nin Halep şehrinde yıllardan beri körü körüne destekledikleri silahlı çetelerin yenilgiye uğratılmasını bir türlü içine sindiremeyen yandaş medyacılar maalesef son günlerde Şia aleyhtarı propagandalarını daha da artırmış bulunuyor.

Niçin mi?

Yalanları ortaya çıktığı için.

Çünkü yıllardan beri yüzde 70-80’i Sünnilerden oluşan Suriye ordusunun dağıldığını söyleyip durmuşken Halep’in bu ordu, Suriye Halk Güçleri ve müttefikleri tarafından kurtarıldığını söylemeye dilleri varmıyor. Bunu itiraf etmek 2011 yılından beri halka söyledikleri yalanları kabullenmek, aleme rezil rüsva olmak demektir.

Çünkü, Halep’in kurtarılmasında önemli bir rolü olan hava gücünün –bugün bir numaralı dost olan- Rusya’ya ait olduğunu söyleyemedikleri için.

Peki yenilginin suçunu kimin üzerine atsınlar zavallılar?

Öyle bir suçlu bulunmalı ki, hem yalanları ortaya çıkmasın, hem hükümetin yeni siyasal çizgisine halel gelmesin, hem de mezhebi duygularını kışkırttıkları Sünni halka yeni hedefler gösterilsin. Bunun için –tarihi düşman!- Şii İran tam da biçilmiş kaftandır.

İran’ın hem Şii yayılmacılığı gündemde tutulmalı, hem de Pers imparatorluğu hayalleri(!). Öte yandan 37 yıldır amansız bir mücadele içinde olduğu, her türlü baskısına maruz kaldığı ABD ile gizli işbirliği(!) palavrası sallanmalı. Nasıl olsa kendileri yalan ve iftira yaymaya alışmış ve zavallı halk kitlelerini de yalanlarını yutmaya alıştırmışlar. Salla salayabildiğin kadar.

Utanmasalar NATO ile, Koalisyon Güçleriyle Şii İran’ın işbirliği içinde olduğunu söyleyecekler. Yandaşların daha aşırıları ise Şii İran’ın on binlerce Şii’nin katili IŞİD ile Nusra ile gizli işbirliği içinde olduğunu söyleyebilecek kadar alçaklaşmaktadır. Niyeymiş efendim? Baksanıza IŞİD’in İran’da hiç eylem yaptığını duydunuz mu? Öyleyse gizli işbirliği içindeler(!) Peki sormazlar mı adama, madem IŞİD bu kadar Şii dostu da Irak’ta niçin her gün onlarca sivil Şiiyi katliama uğratmaktadır?!

İran’ın Irak ve Suriye’deki iç savaşlarda rolü olduğu inkar edilemez. Ancak İran bu ülkelerin yasal hükümetlerince yardıma çağrılmıştır. Yasal mı dediniz?! Suriye’deki Esed(Esad değil) rejimine nasıl yasal diyebilirsin, efendi? Evet, Türkiye Devleti’nin Aralık ayında Moskova üçlü(Türkiye-Rusya-İran) anlaşmasında yasallığını açıkladığı Suriye hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye askeri müsteşarlar göndermiş, Suriye halk güçlerini eğitmiş, başka ülkelerden Suriye halkının yardımına koşan gönüllü grupları koordine etmiştir. Bunu gizlemediği gibi 35 yıllık müttefiki Suriye’yi bundan sonra da destekleyeceğini ilan etmiştir.

Türkiye’nin üyesi olduğu NATO’ya ülke sathında çok sayıda üs vermesini, zor anlarında bu askeri pakta üye ülkelerden yardım istemesini yadırgamayanlar her nedense komşu Suriye’nin müttefiklerini yardıma çağırmasına tahammül edememektedirler. Ey Müslümanlıkta kendini herkesten üstün gören zavallılar Hz. Peygamberin “Kendin İçin İstediğini Komşun İçin de İste” veya “Kendin için istemediğini başkası için de isteme “ hadisini duymadınız mı?

Bu ve benzeri hadisleri bilmedikleri için değil kibir ve hırsa kapıldıkları, istikbar ruhuna sahip oldukları için gözlerini taassup bürümüştür. Taassup gözlerini, basiretlerini kör ettiği için de hiçbir iftira ve yalandan çekinmezler. Dün iftiharla destekledikleri ve “Sünni Öfke” dedikleri IŞİD çetelerinin cinayetlerini Şiilere nisbet vermekteler. Hiçbir senet göstermeksizin Şii milislerin Halep’te çocukları katlettikleri yalanını dillerine pelesenk etmekteler.

Bunun için de son günlerde kendileri gibi iktidar düşkünü Suphi Tufeyli diye birini bulmuşlar. “Bozacının şahidi şıracı “ misali mücadeleden sadece başta olmayı anlayan ve bu yüzden de Hizbullah’ın takva erleri tarafından bu hareketten uzaklaştırılan Suphi Tufeyli’ye bir de “Ayetullah” ünvanı vererek beyanlarını görev taksimi yapmışcasına sırasıyla her gün pişirip pişirip sunmaktalar.

Daha on yıl önce Siyonist rejime karşı şanlı zaferinde en büyük desteği aldığı Suriye hükümetinin yardımına koşan Hizbullah, bu adına uygun herife( tufeyli) göre Suriye’ye girmemeliymiş. Tufeyli’nin yandaş medyada temcit pilavı gibi gündemde tutulan görüşlerine kalırsa Hizbullah İsrail’e karşı da aslında mücadele etmemeliymiş.Çünkü bunların hepsi İran’ın yeni bir Pers imparatorluğu(!) planlarına hizmet ediyormuş.

Başbakanın yakın bir tarihte Haşdi Şaabi’nin vatanı Irak’a gidip bu ülkeyle yeni bir sayfa açmaya çaba sarfederken yandaşlar hala Şiisiyle Sünnisiyle Irak halkının bağrından çıkmış ve bu ülkeyi terör çetelerinden temizlemeye kararlı bu gönüllü ve yasal güçleri terör çeteleriyle aynı kefeye koymakla aslında –dünkü dostları- teröristleri temize çıkarmaya çalışmaktalar.

Dileğimiz kimsenin basireti bağlanmasın ve basireti körelenlerin de basireti açılsın. Çünkü bu ümmet ve bütün bir insanlık alimlerinin, aydınlarının basiretsizliği yüzünden müşkülatlardan, meşakkatlerden kurtulamamakta ve adalet düzenine kavuşamamaktadır.

Ziya Türkyılmaz

Bismillah

Öyle yoğun ki iftira gündemi, bir gün İran ve Şia hakkında aleyhte bir iftira üretilmese şaşarız. Ancak bu kadar iftirayı olmadan yerden yoktan var etmek için bir çöplükte yaşamak gerek. Temiz bir yerden bu kadar iftira çıkmaz. İnsanın aklına gelmez.
Ancak şeytan ve dostları bıkmadıkları sürece biz de iftiralarını cevaplamaya, nereden saptırdıklarını göstermeye arasız devam edeceğiz inşallah.
Şimdi bakalım sahtekarlıklar neler gerçekler neler. Aşağıdaki yazıda alıntı iftiralar koyu siyah, doğrular normal siyah renkte yazılmış olacak.


“İran, dün olduğu gibi, bugün de gerek Batı Asya gerekse İslâm âlemi için potansiyel bir tehlike ve tehdit olmaya devam etmektedir.”

Bu açık bir iftiradır. Hem de tarih, bilim, din akıl buradaki iftiranın imkansızlığını söyler. Şöyle ki;
Tarihi olarak İran dün şii bile değildi. İran sünni idi. Ebu Hanife başta olmak üzere çok sayıda sünni büyüğü dünkü İran’ının sünni kültüründe yetişti. İran’ın Şii oluşu çok eski değildir. Özellikle Şah İsmail’den sonra bu Şii oluş hızlanmıştır.

İkincisi İran yakın zamana kadar İran diye karşı çıkılan Farslar tarafından değil Türklerce yönetilmiştir.

Üçüncüsü İran düşmanlığı eskiden bu kadar değildi, hele ki ABD kuklası olan İran Şahlık rejiminde İran ve Türkiye kanka idiler. Tıpkı şimdiki Azerbaycan ve Türkiye gibi. Azerbaycan sünni mi şu an! Hayır! Şii! Bunu çok kimse bilmez bile, ama hiçbir düşmanlık Azerbaycan’a yöneltilmez, varsa da yoksa da İran! Demek ki İran’a düşmanlık 1979’da kurulmuş olan İran İslam Cumhuriyeti sebebiyle! Yani bu sözde İslamcılar İran’da şeriat değil laiklik olsa böyle eleştirmeyecekler. Belki de Türk diye kardeşimiz soydaşımız dedikleri Azerbaycan gibi dost göreceklerdi. Azerbaycan da Şii, İran da Şii, Azerbaycan da Türk, eski İran da Türklerce yönetiliyordu.

Demek ki hiç de potansiyel bir tehlike değil! Tarihte hiç savaşmadı İran Türkiye demek istemiyoruz. Tabi ki savaştılar. Ama ne zaman ve kaç kere? Haklı haksız kimdi bir kenara, Türkiye’nin tarihine bakarsak en az savaştığı ve en eskiden savaşıp yüz yıllar boyu hiç savaşmadığı komşusu İran’dır. En eski sınırı Türk İran sınırıdır.

“İçimizi mi karıştırmışlar? Biz batıya gidip İslam’ı yaymaya çalışırken onlar hainlik yapıp İslam’ın yayılmasını engellemek için Osmanlıyı hep arkadan mı vurmuşlar!”

Bu da doğru olmayan bir propagandadır. Dediğim gibi bu yüzyılda savaştığımız ve Osmanlıyı dağıtan İran mıydı Vahhabi Suudiler miydi? Tarih yoksunu bu yazara cevap ver desek ne der acaba! İngilizlerle işbirliği yapıp Osmanlıyı yenilgiye uğratıp Arap dünyasından kovan Vahhabi Araplardı! Onlar Osmanlıyı Arap ülkelerinden söküp atarken, Osmanlı için canını veren beğenmediğiniz Şiilerdi. Irak’ta Kut şehrinde Osmanlının, Emperyalist işgalci İngilizlerle savaş fetvasını Şii Ayetullahlar vermiş, fetva vermekle kalmamış kendileri de cepheye koşup şehadete ulaşmışlardır. Şii- Sünni vahdeti sayesinde kazanılan Kut savaşı belki de Türkçemize KUT’lu olsun kelimesini kazandıran olaydır.

İran’da İslam’ın zafere ulaşmasıyla köprüleri atılan ABD İran ilişkilerine endeksli olarak Türkiye İran ilişkileri de bu sözde İslam iddiası olanlarca da atıldı. Öyle atıldı ki İran tarihi düşman ilan edildi. Eğer İran laik, bir ABD köpeği olduğunda bunlara dost oluyor ama bağımsız ve hiçbir yabancı üssün topraklarında kurulmasına müsaade etmeyecek kadar bağımsız olduğunda düşman oluyorsa bunun anlamı nedir! Sadece Türkiye’de bu tip İslamcıların ipi ABD büyük şeytanının elinde!

“İran, Rusya’yı da yanına alarak bugün Suriye’de, bu fiili durumun oluşmasına neden olmuştur.”

Hatırlayalım! Suriye olayları nasıl başladı! İlk cümle Başbakan Tayyip Erdoğan’dan: “Esed’e verdiğimiz süre tamamlandı!” Ne süresi dedim, ben uyudum da yıllar mı geçti aradan, yoksa yaşamdan mı koptum? Daha bir iki ay öncesinde Erdoğan ve Esad Ailesi beraber ortak tatile çıkmışlardı. Ortak bakanlar kurulu toplantısı yapılmıştı, iki ülke sınırında ve sınırların kalkması kararlaştırılacak kadar dostluk ilan edilmişti.

Esad o zaman zalim değil miydi, on yıl hiç kimseye başta olduğu halde kıymamıştı! Sonra birden bire Esed oluverdi birilerinin gözünde ve zalimleşti, gösteriler, sonra silahla devleti yıkmaya teşebbüsler!

Daha çatışma olmadan konteynır kent kuruldu güneyimizde. Nerden biliyordu Esadın katliam(!) yapacağını da Suriyelilerin kaçacakları biliniyor ve çaresine bakılıyordu! Demek birileri katliamı yapacak kimseleri ayarlamıştı ki sığınmacılara konteyner kent kurdu! Sonra dünyanın her yerinden sözde cihatçı adı altında dolu dolu terörist aktı! Baktı ki Esad başa çıkamayacak, ülkeyi onlara mı teslim edecekti! Çağırdı Rusya ve İran’ı.

İran napsındı! Şimdi kurulu Suriye düzenini korumasın mıyıd! Kim yanına kimi alarak savaşı başlattı Suriye’de? Sınırlarını teröristlere açan ve Türkiye’de Suriyenin dostları adı altında Suriye başbakanını seçmek üzere İstanbul’da resmi olarak ağırlayanlar mı? İran mı?

İran, Türkiye’nin dostları toplantısında Türkiye’ye başbakan seçtirse tüm sınırlarından dünyanın her yerinden gelen teröristleri eli kanlı ABD silahları ve dolarlarıyla ülkemize salsa sonra yaralananları tedavi ettirip ettirip yeniden yollasa, ikide bir de Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a hakaret etse ne olurdu?

Türkiye’ye kaç kez dedi Suriyeyi kimin yöneteceğine Suriye halkı karar versin, Türkiye, ABD ve Suuda güvenen, zafer kazanacağını sanan muhalifler seçime katıldı mı? Bu durumda kan gölüne çeviren kim Suriye’yi? E şimdi Türkiye kimle beraber Suriye’de? Rusyayla değil mi! Rusyayla İran bir olunca Suriyeyi kan gölüne çevirmiş oluyorlar ama Türkiye Rusyayla bir olunca olmuyor öyle mi! Vay sizin aklınıza!..

“Güttüğü mezhebi politikalarla Irak’ı parçaladı, şimdi de Suriye’yi parçalamak üzere. Bunda da başarılı olamadı denilemez. Bu durum,Şiî nüfusunun belli oranlarda olduğu, Suudi Arabistan ( % 20), Yemen (%30), Bahreyn (%70), Kuveyt ve Pakistan için alarm zillerinin çaldığı, sıranın onlara da geldiği anlamına gelmektedir.”

Irak’ı İran parçaladı öyle mi? ABD değil yani! ABD büyük şeytanının Irak’a girip 1 milyon kişiyi şii-sunni ayırmadan katledip, 3 milyon kişinin namusunu kirlettiğini, ordusunu yok ettiğini, kurumlarını dağıttığını, anayasasını bozup Irak’ta üç etnik bölge esasına dayalı Anayasa yaptığını ve ona göre kurumları oluşturduğunu bilmiyorsunuz öyle mi? Biliyor da yoksa ABD’nin yaptığını İran’ın üzerine atan görevliler misiniz? Çocukken bir oyun oynardık, biri öndekinin arkasından ensesine patlatırdı, sonra suç genelde arkadaki garibanın başına kalırdı! Aynen o hesap!

Doğru, ABD ile işbirliği yaptığınız için onların bir sonraki adımlarını biliyorsunuz. ABD piyonu Suud’un Yemen’e saldırdığını, Bahreyn’de neredeyse çoğunluğu Şii olan halkın Arap Baharı dediğiniz günden beri ayaklanmasına rağmen yine Suudi Amerika’nın işgali sebebiyle hiçbir haklarının sağlanmadığını da! Ama ne zaman ki halk ayaklansa diktatör gerici Arap krallarını savunmak size düşer!

Ne kadar çırpınsanız da çatlasanız da patlasanız da Seyyid Nasrallah açıkladığı üzere artık İslam Ümmeti için yenilgi dönemi kapanmıştır. Zuhura doğru gittiğimiz şu yıllarda Direniş Ekseni küfürde imamınız olan ABD ve Siyonist Korsan İsraile karşı daha büyük zaferler kazanacak, hayallerinizin de ötesinde. Eğer zalimlere yakın durursanız ateş size de dokunacak!

İran İslam Cumhuriyeti’nin güttüğü mezhepçi politikalar değil, tersine siz olaylara hep mezhepçi açıdan baktığınız için sizin kontrolünüzde olmayan her harekete mezhepçi diye bakıyorsunuz. İran’ın mezhepçi politika yapmadığı adının Şii devleti değil İslam Cumhuriyeti oluşundan, İran’daki sünni halkın sorunsuz ve hürce memnun yaşamından, İran’ın suünni Bosna, Filistin, Afganistan ve daha çok yerlerdeki zayıf ve mustaz’af halklara kayıtsız şartsız yardımından, Irak’ta terörden kurtulan yerlerdeki sunnilerin emin şekilde yaşamlarından görebilirsiniz. Tabi göz ve vicdan varsa..

“ Başta ABD olmak üzere, AB, İran’a uygulanan ambargoyu boşuna kaldırmadı. Bu günleri görerek ve bilerek bunu yaptılar.”

ABD ambargoları kaldırdı ha! Vay yalanınız boynunuza dolansın! Hiç mi Allahtan korkmaz kuldan utanmazsınız. ABD ambargoları güya İran’ın anlaşmaya uymasını gözleyip öyle kaldıracağını ilan etti. Anlaşmaya zıt şekilde davranarak aşama aşama kaldıracağını söyledi. Ancak göstermelik birkaç yüzeysel etkisiz kalemlerde kaldırdı. Ancak İran’ın hala Şah döneminden kalma milyarlarca alacağını alabileceği banka ipoteklerini bırakmadı. İran da uyanık davranınca ambargoları daha geçtiğimiz aylarda 10 yıllığına daha uzattı!

Hiç düşünmüyor musunuz? ABD’nin ambargoyu neden koyduğunu? Eğer sizin dediğiniz gibi onlar dost olsalar, 37 yıldır ambargo sürdürürler miydi? Ambargoları kaldırmak dostluk göstergesi ise, hiç ambargo koymamak nedir? Düşündünüz mü? Neden düşünmediniz? ABD Türkiye’ye Suud’a ya da başka İslam ülkelerine neden hiç ambargo uygulamıyor? O zaman sizin deyiminize göre onlar bile bile bu günleri düşünerek uygulamıyorlar diyebilir miyiz? İran’a ambargo uygulamaları, kaldırdıklarında dostluk dediğinize göre varken düşmanlık değil midir? Siz hiçbir dönemde ABD’nin İran’a düşman olduğunu kabul ettiniz mi! Neden?
Hiç akletmiyor musunuz?

“ABD,Irak’tan çıkarken İran’a kapıları boşuna açmadı.”

Kusura bakmayın ama sizin medyanız sizin gibi körse hakikatleri görmenizi bekleyemeyiz. Bizden duyun o zaman! ABD, büyük şeytandır, menfaati olmadığı yeri işgal etmez, işgal ettiği yerden de çıkmaz. Örneğin uyuşturucu için Afganistan’ı işgal etti, ve çıkmadı, para basıyor oradan! Sizin deyiminizle Şii İran’ı durduracağınıza Sunni Afganistan ve ülkemizden ABD üstlerini ve işgalini kesin! İsraille ilişkileri kesin! ABD Irak’tan neden çıktı, o kadar işgal çabalarından sonra?

ABD, İran’ın desteklediği güçlerin direnişi karşısında korkunç kayıp yaşadı ve mecburen çıkmak zorunda kaldı Irak’tan. ABD’yi komşudan kovdu. Bunu yapmak zorundaydılar çünkü bir sonraki işgal edeceği yer büyük şeytanın, İran ve Türkiye idi! Siz tutup İran’a teşekkür edeceğinize sövüyorsunuz. Tabi bilerek veya bilmeyerek ABD lehine olduğunuz için olaylara ABD menfaatleri açısından bakıyorsunuz!

“İran’ın, artık yıllardan beri, teröre bizzat destek veren ve mezhep temelli fitne, fesat ateşini yaktığı inkâr edilemez. Ne yazık ki her zaman sureti haktan göründü, fakat bütün güç ve varlığını mezhep temelli çatışmalara vererek mezhebi çatışmaları körükledi ve içerisinde yer aldı. İran, şu anda Orta Doğu’da,Batı’nın Truva Atı’dır.“

İran’ın destek verdiği Hizbullah ya da Şiilerden bir tanesinin canlı bomba olup sivil hedefleri vurduğunu gösterebilir misiniz? Cami patlatan Vahhabi Selefileri kollayıp onları ülkesinde besleyip toplantılar yapmalarına, başka teröristler toplamalarına İran mı izin verdi Türkiye mi? Sadece Konyadan binlerce kişinin Işid’e katıldığını, İstanbul Sultanbeyli’de bayram namazını açık alanda şovla yaparcasına kıldıklarını, her yerde vakıf dernek adı altında çatır çatır çalıştıklarını inkar mı ediyorsunuz?

İmam Hamenei, “bu Işid ve diğer tekfirci teröre destek veren ülkeler gün gelecek kendileri çok büyük bedel ödeyerek ancak bu beladan kurtulabilecekler” buyurduğunda siz teröristlerinizin yaptığı katliamları bile İran’ın üzerine atmakla meşguldünüz. Oysa İmam Hamenei demişti: “Ne Esad Şiidir, ne Esad’la savaşanlar Sünni!”

Görüyor musunuz dahice planı görüp çözüşü! Bu savaşı çıkaranların Müslüman bile olmadıklarını ancak şii-sünni çatıştırmaya hevesli olduklarını her vesileyle vurgulayan Rehberin ülkesi mi mezhep çatışması çıkaracak? Eğer öyle bir yolu caiz görüp ona heves etseydi İran komşuya ne hacet içindeki yüzde 10 kadar olan sünni halkı katlederdi! Başka ülkede sünni katletmekten daha kolay olsa gerek! Irak’ın yüzde 65’i şii Yüzde 30 kadarı sünni, Eğer dediğiniz gibi olsaydı Irakta sünniliği silerlerdi! Eğer dediğiniz gibi katil ve mezhep çatışmacı olsalardı! Suriye’de Şii mi var! Toplasanız yüzde 30u bile bulmaz. Yüzde 30 ile yüzde 60lık bir kesimi katletmek mi daha kolay tersi mi!

Hiç mi düşünmezsiniz?!

Irak’ta Vahhabi Selefi Işid’ci tekfirci harici teröristlerin cahil sünnileri kandırıp şii sünni çatışması görüntüsü oluşmasın diye, sünnilik adına hareket eden vahhabilerin şii camilerini bombalamalarını sünnilerden bilmedi hiçbir zaman şiiler! Yine Mukteda Sadr, şii Askerleri, sünni camilere bekçi dikti ki şii kılığına girmiş Vahhabi intihar bombacıları sünni camilerini bombalayıp şiiler cami bombaladı görüntüsü oluşmasın diye!
Ama aklınız olsa bile gönüllü ajanlık vazifeniz gereği bunları mı görürsünüz?

“Ne İran ne Kum ne de Tahran, artık o eski İran değil. Hani bir zamanlar bu İran’la biz Müslümanlardandık, Müslüman kardeştik. İran hem İslâm’a hem de Humeyni’ye ihanet etti. İran Şia’sı, Sünni’ye düşman oldu.”

Güya eskiden İran ve Humeyniyi seviyordunuz ha! İran’ın Hama’ya yardım ettiğini iddia edip de baba Hafız Esad’la dost oldu diye İran’ı Humeyni’yi eleştirmediniz yani?!

İran’ın siyasetinde hiçbir değişme bulamazsınız. Ama sizin bunu anlayacak kadar objektif davranmadığınız ortada! İran Şiileri hiçbir zaman sizin kadar sığ ve dar görüşlü değildir. Toptan bir camiaya düşman olmazlar. Onlar zalimle mazlumu ayırmasını iyi bilirler hiç merak etmeyin. İran sizin gibi sözde sünni , gerçekte ABD işbirlikçisi cahilleri kale aldığı bile yok.i Onlar düşman olarak sizin gibi piyonları değil müstekbirleri bellemişlerdir! Düşman olarak ABD büyük şeytanına konuşlandıklarından ufak hesaplar peşinde değillerdir, şüpheniz olmasın.


“Irak, Suriye ve Yemen’de dişini gösterdi. Ümmetin içinde fitne çıkardı. Kadın, çocuk, yaşlı demeden insanları katletti, kadın ve genç kızların ırzına geçti, akıl almaz cinayetler işledi ve tam bir zalimler topluluğu bir devlet oldu.”

Böyle delilsiz mesnetsiz sloganik kelimelerle bir şeyler yapabileceğinizi sanıyorsanız bizden duyun yaptığınız iftira atmaktan cehenneme bilet almaktır! Bilmediğin şeyin ardına düşme çünkü göz kulak ve kalp bundan mesuldür der ayette. İran bunları yapan ABD’ye engel olmak için binlerce evladını şehit vermiştir ve hala da vermektedir. Sırf kendi coğrafyasında değil elinin uzanabileceği her yerde!
Rahatsız mı oldunuz!

“İran, terörist ABD, AB devletleriyle, Daeş, Pkk, Pyd gibi terör örgütleriyle ve katil Esed’le kol kola girerek bu coğrafyada büyük katliamlar ve zulümler yaptı. Vahşi bir kan dökücü haline geldi. Çok kanlı çatışmalardan,uçaklarla, füzelerle,varil bombaları ile çevreyi tahrip etmeye, 1 milyon insanın ölümüne, milyonlarca insanın yaralanmasına neden oldu.”

İran hem Esad’a destek veriyor diyorsunuz, hem de Esad’la savaşan örgütleri koruyan finanse eden ABD ile kol kola diyorsunuz; bu iddiaya “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” demezler, bu ne akılsızlık derler. ÖSO, PYD, IŞİD, Nusra, vd. örgütler Suudi Amerikanın yemlediği organize ettiği koruduğunu hatta kurduğu örgütler değil mi? Bunlar Esad’ı yıkmak için Suriye’de değiller mi? İran Esad’ı ve kurulu Suriye düzenini korumak için kimlerle savaşıyor? Bunlarla değil mi? Nasıl bunlarla kol kola giriyor! Sizi okuyanların aklına şaşarım! Gerçekten bu zırvalık ve çelişkileri okuyup da sizi beğenen var mı , ciddi olarak merak ediyorum!

Varil bombalarını kimyasal silahları kullanan hiçbir savaş kuralı olmayan Işid ve diğer vahşi teröristlerdi. Ancak yalancı medyanızla ABD büyük şeytanı bunları Esad’ın üzerine atmayı iyi başardı! Ancak başaramadığı şey halkını Esad’a düşman etmekti! Yalancının mumu yatsıya kadar yandı, ve halk hiçbir zaman Esad’ı yalnız bırakmadı, Elhamdulillah o yüzden Suriye direnişi zaferin eşiğinde. Aksi halde Libya, Mısır ve Tunus gibi halklarının sahip çıkmadığı diktatör krallar gibi Esad da çoktan devrilmişti!
Hiç düşünmez misiniz?

“Suriye’de sivil halka yönelik işkence ve tecavüzlerde, Suriye’nin toprak ve toplumsal bütünlüğünde en büyük tehditin İran tarafından yapıldığı görülmektedir. İran, bu stratejisini sürdürerek Nijerya’dan, Balkanlar’a kadar, İslâm coğrafyasının her yanında tahripkâr faaliyetlerini sürdürmektedir. İslam coğrafyasının hemen hemen her yerini, silahlı evreye dönüştürmüş durumdadır.”

Suriye ordusu ve hükümeti terörden temizlediği yerlerdeki halkın zafer çığlıklarıyla bayram ettiği halkıyla birlikte sizi her gün yalanlamaktadır. Ama siz göremezsiniz çünkü kanla yaşamaya alışmış vahşi efendiniz büyük şeytan ABD’nin yenilgisini görmek istememenizdendir. Yediği tokattan sersemlemiş, ardından Türkiye’de darbeyi başaramamış bir ABD efendiniz daha çok sille yiyecektir Ali evlatları Şii ve onlarla vahdet halindeki sünni kıyam erlerinden. Bugün yalınayaklıların/mustazafların zaferlerini görmezseniz gün gelecek onlar birer birer ABD ajanlarının maskelerini de düşüreceklerdir. Çok değil o zaman, yakında göreceksiniz.

Nijerya’da mazlum Şii halk onca katliamlara uğramasına rağmen zalimlere tek kurşun atmış değildir. Nijerya ordusu Şii Alimi Zakzaki’yi evinden hiçbir suçu yokken tutuklamak için geldiğinde, onu korumaya çalışan bin kadar mücahid Nijerya diktatörlüğünce canice kanlara bulandı! Lider İbrahim Zakzaki’nin evinin çevresi ve sokakları kan gölüne döndü. Bin kadar ceset her yeri doldurdu. Görmediniz mi görüntüleri? Yoksa kanla yaşayan büyük şeytan ABD gibi bunlar vicdansız kaldığınızdan normal görüntüler halinde mi göründü size?
Yuh da Yuh
Sızlayan vicdandan hiç mi kalmadı?!

“Irak’ta görünürde bir Irak devleti var, fakat Irak, fiilen İran’ın kontrolündedir. Suriye’de de bir Suriye devleti var, fakat Suriye de fiilen İran’ın kontrolündedir. Irak’ta, İran’ın üstünde ABD, Suriye’de ise İran’ın üstünde Rusya var.”

İftiracı burada da sanki siyasetten anlıyor imajı verip, güya birilerine bir şeyler öğretme görünümünde! Irak da Suriye de tüm dünyada ABD cephesinin ülkelerine çullanmasından dolayı güç yetiremedikleri teröre karşı İran’dan yardım istemişlerdir. Olan bundan başka bir şey değildir! Komşularına karşı dünyanın öteki tarafındaki mütecavizle birlikte komşunun devlet otoritesini yıkma peşinde değillerdir. Bir devleti yıkıp terörü beslemek mi suçtur yoksa kurulu devleti teröre yedirmemek mi? Büyük devletlerin amacı ne olursa olsun İran onurlu bir mücadele vermektedir ve şimdiye kadar da bölge halklarının gönlünde taht kurmuştur. Çünkü Allah, kendisine dayananı asla yalnız bırakmaz!

Ama siz büyük şeytana biatlı ve ona tapıcılar olarak illa da işlerin Allah’tan değil de ABD ve Rusya’dan döndüğüne iman etmişseniz daha çok yanılmaya, yıkılmaya mahkumsunuz!

Hiç mi düşünmezsiniz?!

“İran, son zamanlarda hem Pkk hem de Pyd ile yakın işbirliği içerisinde bulunmakta dır. İranlı generaller sık sık Kandil’e gidip gelmektedirler. Hatta İran, Pkk’ya, Kandil’in güneyinde kamp kurma fırsatı dahi verdi.
Suriye’de de Pyd ile ilişkiler içerisinde bulunmaktadır. Son Halep katliamında Pyd ile birlikte hareket etti. Halep’in bir kısmını Pyd’ye verdi. Bunun karşılığında da ortak bir katliam yaptılar. Bu utanç İran’ın alnında kapkara bir leke olarak kalacaktır. Tarih İran’ı kesinlikle affetmeyecektir.”

İran’ın da içinde yaşayan ve ABD tarafından devamlı kışkırtılıp terör eylemleri düzenleyen PJAK gibi bir Kürt sorunu var. İran o kadar aptal mı ki komşularında Kürt hareketini büyütsün, onları güçlendirsin? Maalesef ki Kürtlerin bir bölümü Siyonistlerin arzı mev’ud planına bilerek ya da bilmeyerek alet olmaktalar. Bu durumda onları desteklemek İran’ın asla yapmayacağı bir şeydir! İran PKK’nın kendi içindeki uzantısı olan PJAK’ıa karşı hala mücadele vermektedir. Bunu yapan bir güç olarak PKK İran’la çalışır mı? Halep’te Kürtleri mercek kullanarak ancak görebilirsiniz. Ama Türkiye medyası onları öyle büyüttü ki sanki Halep’i alan ordu değil de PYD’ymiş gibi. Sonra da bunun üzerine bu aldatmaca! İran onlarla çalışıyor! İran’ın Hizbullah’ı varken onlara ne hacet?! Ancak galip gelecek olan Hizbullah ile omuz omuza verip ülkesini, büyük şeytanın azı dişleri olan tekfirci teröristlerden kurtarmak için savaşmak isteyenlere de İran mı dur diyecekti?! Sizin yalanlarınız Suriye’de bu gün tescillenmişken kimse size aldanmaz merak etmeyin.

Görmüyor musunuz!

“İran, şu anda kendisine en son hedef olarak Şiî Hilali’ni seçmiştir. İslâm coğrafyasında, Şiî hegemonyası kurmak istemektedir. Bu konuda tek engel ise Türkiye’dir. Bunun için Türkiye’ye var gücüyle yükleniyor. Bunu yaparken de doğrudan saldırmıyor, tarih boyunca yaptığı gibi hep arkadan vuruyor veya fitne çıkarıyor veyahut da hainler gönderiyor. Ülkemizi karıştırmak için her yolu deniyor. Terör örgütlerini taşeron olarak kullanıyor.“

İran, sünni Filistin’e giden yolun asla kesilmesini istemiyor. Çünkü orada ezeli düşmanı olan Siyonist İsrail var! İsrail’e karşı direnen tek Arap ülkesi beğenmediğiniz Esad’ın ülkesi Suriye devletidir. Beğenip birlikte çalıştığınız tüm gerici diktatör Arap krallıkları İsraili açık vea gizlice tanımış durumda ve onlarla iyi ilişkiler içindeler! Samimiyseniz onlarla uğraşın! Şayet ABD ajanı ve Siyonist İsrail’i rahatlatmak için çalışmıyorsanız!

İran Türkiye ile dostça ilişkiler içindedir! Her zaman nasihat etmektedir. Türkiye’yi ABD’nin kanlı pençesinden ve ona bağımlılıktan kurtarmak NATO’dan kurtarmak için uğraşıp duruyor, devamlı teklifler sunuyor. Daha önce bunda başarılı olamıyordu ama 15 Temmuz ABD -Siyonist İsrail darbe girişiminden sonra bunda oldukça yol aldı.

Bu yakınlaşmayı gören patronunuz büyük şeytan ABD Türkiye’nin söz dinlemez bir aşamaya geldiğini görünce zorla kendine mahkum etmek istemektedir bu günlerde! Rus büyük elçisi süikasti, Kayseri, Ankara, İzmir, İstanbul ve diğer tüm terör saldırılarının CIA uzmanlığında IŞİD tarafından yapıldığından hiç kimsenin kuşkusu kalmamışken siz hangi dünyada yaşıyorsunuz. Hala efendiniz büyük şeytanı bu cinayetlerin sorumluluğundan gizleyebileceğinizin kuruntularını mı yaşıyorsunuz?

Öndeki gariban artık ensesini kimin patlattığını görmüştür. Siz hala görmüyor musunuz?

“Bu durumda Türkiye mutlaka müdahale etmelidir. Mollaların hilelerine karşı tedbirler almalıdır. Eğer o bizim içerimizi karıştırıyorsa biz de onun içini karıştırmalıyız.”

Çocukça şeyler bunlar! Bunu atanız Muaviye de yapmaya çalıştı, ama Ali, Hasan ve Hüseyn’in Şiileri onun oyununa gelmedi! Siz de başaramayacaksınız!

“Önce diplomasi lisanıyla “haddini bil, bizimle uğraşma, aklını başına al,ayağını da denk al ” demeliyiz. İran ancak bu dilden anlar. Ona anlayacağı dilden konuşmamız lazımdır. Eğer devam ederse o zaman, içerisindeki Türkleri harekete geçirmemiz gerekir. Şu anda İran’ın nüfusunun % 40’ı Türk’tür. Bu da büyük bir güçtür. Yani İran yine, karşımıza, savaş meydanından kaçan, korkak Şah İsmail’i çıkarırsa biz de yine, karşısına cennet mekan, kahraman ecdadımız, büyük cengaver, Yavuz Sultan Selim Han’ı çıkarır ve o Şia’yı ezeriz.”

Çok geç kaldınız, Türkiye ABD büyük şeytanından yediği darbeden sonra aklı başına geldi ve İran’la masaya oturdu bile! Sizin gibi çocukça teklifleri görmez bile! İran’daki Türkler o kadar güvenli bir ülkeyi bırakıp Suriye’ye mi dönmeyi tercih edecekler?

Bu çocukça teklif sizin aynı zamanda büyüme konusundaki düşüncenizin ne kadar sorunlu olduğunu da ele vermektedir! Büyük insan kendi kaliteli işler yaparak zirve yapar, rakibinin ayağını kaydırarak değil! Koşu yarışını düşünün! Rakip atlet iyi koşuyor ben ona yetişemem bir kaçarsa diye, ona çelme takacaksınız!

Eğer Şah İsmail ve Yavuz zamanında da bu günkü gibi bir tablo vardıysa, hiç konuşmaya gerek yok, hiç araştırmaya gerek yok! Şah İsmail’in ne kadar derin ve büyük insan olduğu ortaya çıkmış olur! Şia’yı değil siyonizmi ezin! Şia sizi rakip görmüyor, sizinle uğraşmıyor! ABD ve Siyonist korsan İsraille mücadeleye girişiyor!

Müslümanlar iyisiyle kötüsüyle kardeştir, zalimse bizim zalimimiz adilse bizim adaletlimiz, ABD bölgeden tüm üslerini kapatıp çekilmelidir! Siyonist korsan İsrail yok edilmelidir. Fitne eli İngilizlerin kolları bölgemizden kesilip atılmalıdır. O zaman Müslümanlar rahat edecektir!
Siz de enerjinizi projelerinizi bu emperyalistlere harcayın.

Ülkemizi işgal eden İran değil İngiliz ve ABD’dir.

Hiç mi aklınız yok?!

“İran bu güçten çok çekinmektedir. Öyleki, Rus diplomatın öldürülmesinden sonra, ülkedeki tüm futbol maçlarını iptal etti. Çünkü bu maçlarda Türkler, Türkiye lehine çok sesli bir tezahürat yapmaktadırlar. Bu imkanı kullanabilmeliyiz. Artık sulhun ve yumuşak davranmanın zamanı çoktan geçmiştir.”

Çocukça eleştirileri cevaplama konusunda yukarıdakiler yeterlidir. Ekleyecek bir şey yok buraya!

“Ey Şia İran !.. Zulm ile âbâd olan olmamıştır. Unutmayınız ki ateş,zalimlere yardım edenlere de dokunur ve onları paramparça eder. Ey İran !…Zalim ABD ve zalim AB’nin Truva Atı olmayı bırak. Onların peşine takılıp taraf olma. Şu” Şiî Kini”ni bırak.Oluk oluk, Müslüman kanı döküyorsun. Halep’te katliam yaptın. Hiç Allah’tan korkmuyor musun? Unutma cennet mekan Âkif’imizin dediği ” Boğuyor âlem-i İslâm’ı bir azgın fitne” grubuna, çoktan girdin bile. Akibetin hiç hayır olmayacaktır. “

Şia tarih boyunca hep mazlum olmuştur, hep katledilmiş hapsedilmiş, yok sayılmıştır! Böyle bir yanık medeniyetin mektebi asla zulmetmez zulmü düşünmez! Ancak sizin paronayaklığınızla da kimse Şia’ya düşman olmaz! İran’ın zalimlerle hiçbir ilişkisi yoktur. Bir kere masa altından gizli perdeler arkasından ilişkiler yürümez! Gizli gizli ne kadar alışveriş yapılabilir. Açıktan yapmaya kıyasla! İran’da ABD büyük elçiliği, konsolosluğu yoktur! İsrail’in de. Bu organik ilişki için şart olan kurumlar olmayınca nasıl işbirliği yapıyorlar? Oysa Türkiye’de ABD büyük şeytan Elçiliği sanki Türkiye eyalet valisi gibi bir konumda hissedip kendini, densiz müdahale ve açıklamalar yapıyor, hiç görmediniz mi?! ABD darbeyi İncirlik üssünden yönetti! Türkiye’de çok sayıda üssü var. ABD ile hala stratejik müttefikiz diyen siyasiler var! Bu durumda kim kimle beraber, kim kimin Truva atı olabilir?! Bu gerçeklere rağmen İran, Türkiye’ye ABD piyonu olarak değil ABD’den ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi mantığıyla yaklaşılması gerekli bir kardeş komşu Müslüman ülke diye bakıyor.

Şii kini sadece lanetli Yahudi ve Büyük şeytan ABD’ye karşıdır. Onlarla aynı saftaysanız doğal olarak siz de bunu üzerinize alabilirsiniz. Çünkü siz hem Türkiye’ye, hem komşularına ve hem de ümmete ihanet içindesiniz. Ateşin size de dokunması yakındır. Çünkü zalimlere yakın duranlar İran’ın zalimi hedef almasından sıçrayan kıvılcımlardan nasibini alacaklardır!

Hiç mi Allah’tan korkmaz utanmazsınız?!

Selam hidayete tabi olanlara olsun.

Mehdi Muntazır

Perşembe, 12 Ocak 2017 16:51

IŞİD’i Obama Kurdu

ABD’nin 45. Başkanı Donald Trump, Kasımdaki seçimlerden zaferle çıkmasının ardından ilk kez canlı basın toplantısı düzenledi ve Obama’yı, ”IŞİD’i oluşturmakla” suçladı.
 
 
Amerika’nın yeni seçilen başkanı Donald Trump başkan seçildikten sonra ilk defa basın mensuplarının karşısına çıktı. Trump, Rusya ile ilişkiler, siber saldırı, istihdam konusuna kadar çok sayıda soruya cevap verdi. Trump, ayrıca “IŞİD’i Obama hükümeti oluşturdu” dedi. 

Donald Trump Rusya’nın kendisi ile ilgili bazı video görüntüleri olduğuna dair haberler için, “Bunlar son derece utanç verici ve hepsi yalan. Bana sunulan raporu okudum biliyorum. Orada böyle şeyler yok” dedi. 

Trump basın toplantısı sırasında sık sık birçok basın kurumunun yalan ve yanlış haberler yaptığını iddia etti. CNN televizyonu muhabirinin soru sormak istemesi üzerine Trump, “Siz yalan haber yapıyorsunuz. Sana soru hakkı vermeyeceğim” diyerek muhabiri azarladı. Trump, Ayrıca Rusya’nın kendisi ile ilgili bazı videolar içeren bilgileri elinde tuttuğunu iddia eden internet sitesi ile ilgili olarak da “Bu yalan haberlerinin karşılığını ödeyecekler” ifadesini kullandı. 

Trump, önceki yıllarda ABD’nin diğer ülkelerle yaptığı ticaret anlaşmalarının iyi olmadığının altını çizerek, “Çin, Japonya ve Meksika’ya milyarlarca dolar kaybettik. Daha iyi ticaret anlaşmaları yapabilmek için akıllı ve başarılı insanlara ihtiyacımız var” dedi.

“IŞİD’İ ŞİMDİKİ YÖNETİM YARATTI”

Rusya ile hiçbir anlaşmasının ya da bağının olmadığını, iyi geçinip geçinemeyeceğini bilmediğini ancak iyi ilişkiler kurmayı deneyeceği belirten Trump, Rusya Devlet Vladimir Başkanı Putin’in kendisini sevmesini bir değer olarak nitelendirdi.

“Hillary’nin Putin’e karşı benden daha çetin olacağına inanıyor musun? Kimse gerçekten buna inanıyor mu?” diyen Trump, IŞİD’i şimdiki ABD yönetiminin yarattığını ve Rusya’nın IŞİD ile mücadelede ABD’ye yardımcı olacağını söyledi.

(Bilindiği gibi Obama yönetiminde bir dönem dışişleri bakanlığı yapan Hillary Clinton’da yazdığı bir kitapta açık bir şekilde terör örgütü IŞİD’in Amerikan istihbarat kuruluşları tarafından oluşturulduğunu itiraf etmişti.)

İran İslam Cumhuriyeti İnkılap Rehberi İmam Hamaney, 9 Ocak 1978 Kum halkının kıyamı yıldönümü münasebetiyle üst düzey yetkililer, aydınlar, üniversite kesimi, ilim havzası üstatları ve aktivistleri kabul etti.

İmam Hamaney, Kum halkını kabulü sırasında yaptığı konuşmada şunlara değindi: 9 Ocak 1978 Kum halkının kıyamının en bariz özelliği; düşmanı ve taktikini tanımak, zamanında dikkatle müdahale etmek ve karşısına dikilmektir.

İşte sırf bu yüzden dolayı, Kum halkının kıyamı diğer hareketler üzerinde etkisini gösterdi ve neticede ‘‘İslam Devrimi’’ zafere ulaştı.

Zamanında müdahale etmemek veyahut vakti geçtikten sonra müdahale etmek, aynı Aşura vakıasından sonra Tevvabin’in kıyamı gibi gecikmiş, etkisiz bir kıyam ve hareket olmaya mahkûmdur

İran milleti hiçbir zaman düşman edinme peşinde değil, aksine İran’ı gasp eden zorba güçler, İran’dan sürüldüler ve onların menfaati İran’ın geri kalması ve dışa bağımlı olmasına dayanmaktaydı, işte bunlar bugün İran milletinin uzlaşılmaz ve kanlı düşmanlarıdır.

İslam nizamı ve İran milletiyle olan düşmanlıklar devam etmekte ve tüm bunlara karşın en önemli vazife; düşmanı ve hedefini tanıyıp karşısına dikilerek, mücadele etmektir.

İran’ın asıl düşmanı; Amerika, İngiltere, Siyonistler ve Uluslararası Plütokrasidir.

Elbette harici düşmanların yanında dahili düşmanlarımızda var örneğin; motivasyonsuzluk, ümitsizlik, halsizlik, neşesizlik, tembellik, yanlış siyasetler, kötü davranışlar, farklı ihtilaflar ve dar görüşlü olmak.

Eğer biz tembellik ederek zamanında harekete geçmezsek, düşmanı yanlış tutarsak ve ‘‘Gerçek Büyük Şeytan’’ yerine kötü bir kardeşimizi hedef alırsak, hiç şüphesiz darbe alırız.

ABD dışişleri bakanı görevden ayrılmadan önce bir sonraki devlete yazdığı mektupta; elinizden geldiği kadar İran’a yaptırım ve ambargo uygulayın zira zor kullanarak İran’dan imtiyaz alabilirsiniz diyebiliyorsa, bunun kendisi düşmanlık değil midir?

Evet, düşmanlıktır ama güler yüzlü bir düşman. Güler yüzlü düşmanın, İran’ı şer adağı olarak gören düşmanlardan hiçbir farkı yoktur.

Yaşlı sömürgeci İngiltere, yine Fars körfezine gelerek, bölgede ki bazı ülkelerdeki menfaatlerini elde etmeye çalışıyor, işte bu yüzden dolayı İran’ı gerçek bir tehdit olarak görüyor ve İran’ın tehdit olduğunu iddia ediyor.

İngilizler, İran ve bölge ülkeleri için planlar yapıyor, kararlar alıyor, bu planlardan bazıları Irak, Suriye, Yemen ve Libya’nın bölünmesidir, aynı senaryoyu İran için de uygulamaya çalışıyorlar, fakat İran kamuoyundan korktukları için dile getirmeye cesaret edemiyorlar.

İngilizler, nükleer mutabakat sonrası İran’a yeni yaptırımlar uygulamaya çalışıyor ve yerel halkı silahlandırarak, İran devleti ve milletinin üzerine salmayı düşünüyor.

Acaba bu düşman değil mi? Bundan daha aşağılık bir düşman olabilir mi? Öyleyse düşmanı ve taktiklerini tanımalıyız.

Düşmanın asıl hedefi; İran milleti ve İslam düzenidir, eğer bazı zamanlar bazı şahıslar ve kurumlar aleyhine düşmanlık güdüyorlarsa, bu şahıs ve kurumlar onların karşısında bir engel teşkil ettikleri içindir, işte düşman önünde ki bu engelleri kaldırmak istiyor.

Ülkenin kalkınmasında ve ilerlemesinde en önemli unsur; özellikle gençlerin ve halkın dini inanca sahip olmasıdır, zira geçtiğimiz 140 yıl içerisinde ülke üzerinde etki bırakan tüm hareketler de, asıl unsur ve faktör; dini inançtı.

Tüm geçmiş zamanlarda örneğin; tütünün haram ilan edilmesi, petrolün ulusallaştırılması ve… tüm bu hareketler, dini inanç, alimlerin önderliği ve halkın dindarlığı sayesinde gerçekleşti. Bu olaylarda her türlü sapma ve yenilgi, dini inanç ve alimlerden uzaklaştıktan sonra meydana geldi.

Bugün halkın dini inançlarını, özelliklede gençlerin zayıflatmak için büyük çaba harcıyorlar, ama bu güç faktörünü koruyarak güçlendirmeliyiz.

Din marifeti yani; dinin toplumda huzur bulmasıdır siyaset, ekonomi ve ülke yönetimi, Rahmetli Ayetullah Müderrisin meşhur cümlesinde olduğu gibi ‘‘Dinimiz Siyasetimizdir’’ olmalıdır.

Düşman, dinin camide, evde ve şahısta münzevi olmasını istemekte, hâlbuki din düşmana boyun eğmeden siyasette ve ekonomide ortak hareket etmektir.

Düşman, ordu, ekonomi, siyaset, mali ve idari sistemleri olan bir devletten korkar, öyleyse din hayattan ve siyasetten ayrılmaz bir bütündür.

Bazı satılmış unsurlar gençlerimizi ümitsizliğe iterek, ülkeden göç ettirmek için çaba harcıyorlar, ama mümin ve devrimci gençlerimiz dimdik ayakta ve bilimsel çalışmalarına devam etmekteler, bunun en bariz örneği de; bundan birkaç gün önce ‘‘Şerif Endüstriyel Üniversitesi’’ öğrencilerinin uluslararası teknoloji olimpiyatlarında madalya kazanmalarıdır.

Ülkenin güçlenmesinin yollarından biri; bilimsel hareketin devam ettirilmesidir. Öyleyse bilimsel hareket durdurulmamalı ve yavaşlatılmamalıdır.

Halkımız işsizlik vs. gibi ekonomik problemlerle karşı karşıya bırakılmamalı ve yetkililerde sadece konuşmaya iktifa etmemeli zira yaptırımların asıl hedefi ekonomik kriz yaratarak, halka baskı uygulamak ve halkı yönetimden ayırmaktır. Hatta problemler baki kalsın diye, yaptırımları kaldırırken dahi bilinçli hareket ediyorlar.

Düşmanın tüm bu planlarının panzehri direniş ekonomisidir, bunu birçok kez tekrarlamışımdır.

Eğer bir ülkenin ekonomisi güçlü olursa o ülkenin para birimi de değerli olur, ülke halkı ve yetkililerinde itibarı artar.

Ekonomiyi güçlendirmenin yollarından bir diğeriyse; petrolden elde edilen gelire olan bağımlılıktan kurtulmaktır zira petrol fiyatları ülkelere baskı uygulamada kullanılan bir araçtır.

Ulusal onur, ülkenin ve milletin onuru, uluslararası müzakerelere diplomatik olarak katılarak, boyunduruk altına girmemektir.

Eğer ulusal güç faktörünü tanıyabilirsek, düşmanın hedeflerine ve taktiklerine vakıf olabilirsek, onların planları ve desiseleri karşısında direnebiliriz. Ama ulusal güç faktörünü tanıyamazsak, basiretli olamazsak, düşmana yardımcı dahi olabiliriz ve düşman yerine dostumuzu dahi hedef alabiliriz.

Düşman, iman, hayâ, iffet, dini ilkelere bağlılık, dinin hâkimiyeti, bilimsel hareketi durdurmak ve ulusal onuru yok etmek için ülkenin güç faktörü olan kurum ve kuruluşları zayıflatmak için planlar yapıyor, bunların karşısında dimdik durarak mücadele etmeliyiz.

Benim iki erk başkanları arasında gerçekleşen ileri geri konuşmalarla işim olmaz zira Allah’ın izniyle bu tartışmalar bitip gidecek ama düşman bu tartışmaları büyütmek istiyor ama bizler tamamen bağımsız bir yargı erkine sahip olmanın kadrini bilmeliyiz.  

Ben sürekli olarak yasama, yargı ve yürütme erklerini destekledim ve desteklemeye de davam edeceğim ama düşmanın neyin peşinde olduğunu anlamalı ve hedefine ulaşmasını engellemeliyiz.

Bugün ülkenin en önemli hedeflerinden biri; güvenlik, halka dayalı güç faktörü, gönüllü halk birlikleri, zamanında meydanda hazır olan din alimleri, güçlü yargı erki ve cesur ve planlı ve programlı bir devlettir. Zira bu hedeflerin temin edilmesiyle İran milleti başarıya ulaşacaktır. Bu saydığım unsurlardan herhangi biri eksikse, temin edilmeli ve korunmalıdır.

Bugün dünya olimpiyatlarında dereceye girerek madalya kazananlar genelde gönüllü ‘‘Besici’’ gençlerimizdir veya düşünce sahibi üstatlarımız, devrimci azim ve iradeyle bilimsel, kültürel, siyasal ve sanat dallarında faaliyet gösterenlerdir. Bizler bu azimli ve iradeli gençlerimize elimizden geldiği kadar yardımcı olmalıyız.

Düşman, İran milletini yanlış tanıdığından dolayı 1388 h.ş yılında ki planladığı fitne sayesinde, kendi görüşüne göre işi çok hassas bir dönemece getirdi fakat 9 Ocak 1978 yılında Kum halkının kıyamına benzer bir kıyam türüyle İran halkı 29 Aralık 2009 günü sokaklara dökülerek, düşmanın tüm hayallerini suya düşürmeyi başardı.

İran’ı seven ama dine bağlı olmayan ve hain olmayan ve dost görünümlü düşman olmayanlar şunu çok iyi bilsinler ki; gençlerin İslami inançlarına saldırı, İran’a ve ülkeye ihanettir.

Eğer bu derse amel edecek olursak, küresel ve inatçı düşmanlarımız, İran milleti karşısında hiçbir halt edemez.

Pazartesi, 09 Ocak 2017 03:30

İnkılap Rehberi’nden taziye mesajı

İran İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Düzeninin Yararını Teşhis Konseyi Başkanı Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin vefatı nedeniyle bir taziye mesajı yayınladı.İran İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, Düzeninin Yararını Teşhi Konseyi  Başkanı Ayetullah Haşimi Rafsancani’nin vefatı nedeniyle bir taziye mesajı yayınladı.

İnkılap Rehberi'nin yayınladığı mesajda şunlar yer aldı:

"Bismillâhirrahmanirrahim

Inna Lillahi ve İnna İleyhi Raci’un

Büyük bir taasüfle, eski dost ve İslam İnkılabı ile İslam Cumhuriyeti boyu yol arkadaşı, Hüccetul İsalm Şeyh Ekber Haşemi Rafsancani’nin ani vefat haberini aldım. İşbirliği ve arkadaşlığımızın 59 yıla kadar dayanan bir yol arkadaşının yokluğu gayet zor ve yıkıcıdır.
Tüm bu yıllarda nice zorluklarla karşılaşıp yaptığımız fikir birliğiyle nice çabalara ve risk almalara katlandık. Onun akıllılığı ve eşsiz samimiyeti ben dahil yanında çalışan birçok insana destek kaynağıydı. Tüm bu yıllarda aramızdaki fikir farklılığı, Kerbela’da oluşan dostluğu tamamen yitiremedi ve ciddiyetle bunları kötüye kullanmayı planlayan komplocuların tüm çabalarına rağmen onun bana karşı derin samimiyeti hiçbir zaman kaybolmadı.
Haşemi, İslam İnkılabı’nın tehlikeli ve onurlu yolunda acılar içinde mücadele eden birinci neslinin eşsiz örneğidir. Yıllarca işkencelerin karşısında daynmak, Kutsal Savunma Dönemi’ndeki önemli görevler, İslam Şurası Meclisi ve Seçkinler Meclisi Başkanlığı gibi görevlerde bulunması, bu kadim mücahidin hayatındaki parlak sayfalardır.
Haşemi’nin boşluğunda ben tüm bu tarihi dönemlerde kimseyle bu kadar yakından ortak bir deneyime sahip olduğumu hatırlamıyorum.
Çeşitli çabaları ve faaliyetleriyle artık hesap vermek için yüce Allah’ın yanında bulunan bu eski Mücahidin kaderi bizleri de bekliyor. Tüm içtenlikle ona Allah’ın rahmeti ve affını dileyerek, aziz ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.
Seyyed Ali Hamanei"