
کارگر
HAMAS: “İran Filistinliler İçin Gerçek Bir Dayanaktır”
Filistin İslami Direniş Hareketi HAMAS’ın üst düzey üyelerinden Mahmut ez-Zahar, İran’ın Suriye’deki varlığının bölgede dengeyi sağlama adına önemli olduğunu belirtti.
HAMAS’ın üst düzey üyelerinden Mahmut ez-Zahar bugün yaptığı açıklamada, “Halep’te katliam yapıldı” yönünde yayımlanan haberlerin Batı basınının Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın devrilmesi doğrultusunda verilen çabalar çerçevesinde uydurduğu hikayeden ibaret olduğunu belirterek, bu hikayeler ve aldatmacaların herkes için bilinen bir tekrar olduğunu kaydetti.
Suriye ordusu ve müttefiklerinin geçen 6 yıldaki en büyük zaferi sayılan Halep’in kurtarılmasının ardından Suriye muhalefeti ve onlara bağlı medya, gerçekdışı haber ve görüntüler vermek suretiyle kamuoyunda, Halep’te bir insanlık felaketi yaşanıyormuş gibi algısı yaratmaya çalıştılar.
HAMAS’ın üst düzey üyesi Mahmut ez-Zahar ayrıca İran İslam Cumhuriyeti’nin Filistinliler için gerçek bir dayanak olduğunu belirterek, İran’ın Siyonist rejime karşı direniş güçlerini desteklediğini vurguladı
Nasrallah’tan Türk Askerlerinin Yakılmasına Tepki
Lübnan Hizbullah Hareketi Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah; Suriye ordusunun 4 yıl süren mücadelenin ardından Halep’i teröristlerden geri almasının ülkedeki çatışma sürecinde yeni bir etabın başlangıcı olduğunu ifade ederek; “Bugün, Halep’ten sonra, yönetimi değiştirme planlarının başarısız olduğunu söyleyebiliriz” dedi.
“Halep zaferi politik çözüm için yeni ufuklar açacak” ifadelerini kullanan Nasrallah, son gelişmelerin diğer ülkeleri daha gerçekçi bir noktaya taşıyabileceğini ve yeni bakış açıları kazandırabileceğini söyledi.
Halep için bir sonraki görevin ‘güçlendirme ve güvenlik’ olduğunu kaydeden Hizbullah lideri, silahlı grupların kenti ve bölgeyi hedef almaya devam edeceğini de ifade etti.
Arap devletlerini de eleştiren Nasrallah, özellikle Körfez ülkelerinin ve Ürdün’ün Filistin için harcadığı paralarla Suriye’deki “muhalifler” için harcadığı paraları kıyasladı.
Terör örgütü IŞİD tarafından vahşice yakılarak infaz edilen Türk askerleri vakıasını şiddetle kınayan Lübnan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrallah, Türkiye hakkında şu açıklamalarda bulundu:
“Türk ordusu bugün başka bir cephede olmasına rağmen, terör örgütü IŞİD’in Türk askerlerini İslam ve Müslümanlar adına vahşice yakarak infaz etmesini şiddetle kınıyoruz.
Bu olaydan daha önce de terör örgütü IŞİD, Ürdünlü pilotu ve Iraklı askerleri yakarak infaz ermişti. Biz yine bu vahşi ve insanlık dışı olayı şiddetle kınamıştık.”
Nasrallah sözlerinin devamında şunları söyledi: “İslami terörizm diye bir şey yoktur. Var olan sadece tekfirci terörist gruplardır.
İslam dini; Muhammedi İslam ve Kur’an İslam’ıdır. Terörizmi destekleyen ülkeler ne zamana kadar tekfirci teröristleri desteklemeye devam edecek?
Türkiye bugün tekfirci terör örgütü IŞİD’in ateşinde cayır-cayır yanıyor. Fakat buna rağmen, Ankara; Irak’ta IŞİD’e destek veriyor.
Türkiye’den beklentimiz terör örgütü IŞİD karşısında daha tutarlı bir siyaset izlemesidir.”
Kur’an insanı korur(1.Bölüm)
Çünkü bireylerin, halkların ve medeniyetlerin hem ilerleme ve olgunluk etkenlerinin ve hem de yaşadıkları sorunlar ve helaket etkenlerinin tümü Kur’an-ı Kerim’de açıklanmıştır. İşte bunları uygulayan ve Kur’an’a saygıyı gözeten kimse, kendini helak olmaktan korur.
İmam Ali b. Ebutalib (a.s), bu hususta şöyle buyurmaktadır:
“Bilin ki şu Kur’an, öğüdünde aldatmayan, yol göstermede insanı azdırmayan, söyleyişte yalan söylemeyen bir öğütçüdür. Kur’an’la oturup kalkan, doğrulukta, fazla bir şeye ulaşmayan, körlükte noksana erişmeden oturup kalkar.” [1]
Yüce İslam Peygamberi (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:
“Allah, Kur’an’a yer veren kalbe azap etmez.” [2]
Yüce Peygamberimiz (s.a.a) bir diğer hadisinde Ebuzer’e şöyle buyurmuştur:
“Allah, Kur’an’ın yerleştiği bir kalbe azap etmez.” [3]
Yüce Allah’ın, Kur’an’ın yerleştiği kalbe azap etmeyeceğinin nedeni şöyle şerhedilebilir: Öncelikle bilinmelidir ki cehennemin azap ve ateşi, insanın işlemiş olduğu günahların ürünüdür; daha doğrusu, insanın işlediği günahlar ahiret yurdunda ateşe dönüşecektir. Kalbinde ve canında Kur’an’a yer veren ve Kur’an’a uyarak günahlardan sakınan kimse, elbette ki cehennem azap ve ateşinden uzak kalacaktır.
Yedi cehennem nedir? Kötü amellerindir
Sekiz cennet nedir? İyi amellerindir
Yaptıklarının sûretinde haşrolacaksın
Göreceğin her iyi ve kötü, hallerindir
Ey oğul! Bütün ahlak ve vasıfların
Her zaman sûretlerde temsil olur
Lale, güller, reyhan ve semen gülü
Hepsi senin itaatindir ve güzel ahlakın
Sûretler ve genç hizmetçiler tümüyle vasıflarındır
Ruhunun sevgi ve ayıdır ve temiz kalbindir
Mey ırmağı, su ırmağı ve süt ırmağı
Gönül okşayan temiz vasıflarındır ancak
İnsanın rüku, secde, özveri ve zekatı kıyamette insan için somutlaşacak ve insan onları seyretmekten haz duyacaktır ve işte bunlar kıyamet aleminde, insanın yoldaşı olacaktır. İbadetleri terkedenler yoldaşsız kalacak ve günahkârların yoldaşı ise çirkin olacaktır.
İnsan bir secde veya bir rüku ektiğinde
Diğer alemde rüku, cennet oluverir
Elinden özveri ve zekat yeşerdiğinde
Bu el diğer tarafta, hurma ve bitki olur
O vasıf, bu dünyada senin emrindeydi
Akan o ırmaklar da emrinde olacaktır
O ağaçlar senin emrine uyarlar
Çünkü o ağaçlar, senin sıfatlarının ürünüdür
Bu vasıflar burada senin emrinde olduğundan
Orada da o karşılıklar senin emrinde olacaktır
Elin, mazlumda bir yara yeşertse
O, bir ağaç olacak ve ondan zakkum yeşerecek
Öfkenle gönüllere ateş versen
Cehennem ateşinin yakıtı olursun
O yılan ve akrepvar sözlerin
Yılan ve akrep olur ve eteğini tutar
Merhum Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî (ölümü 1209 h.kamerî), aklî ve naklî ilimler sahibi; ilim, amel ve ilahî irfan ehli; fıkıh, fıkıh metodolijisi, felsefe, matematik, gizli ilimler, ahlak ve irfan alanında İslam’ın yetiştirdiği ender alimlerden biridir. Necef’te yaşamış, Necef’te vefat etmiş ve orada da İmam Ali’nin (a.s) kutsal türbesine defnedilmiştir.
Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, bir Ramazan ayında bir gün evine geldiğinde, iftar edecek bir şey olmadığını öğrenir. Hanımı, “Yiyecek hiç bir şey yok; bir bak, ne temin edebilirsin?” der.
Ayetullah Muhammed Mehdi Nerakî, kuruş parası olmaksızın evden ayrılır ve direkt olarak Necef’teki Vadi’s Selam mezarlığına, kabir ehlini ziyarete gider. Kabirlerin arasında oturur ve gün batıncaya kadar kabir ehline Fatiha okur. Git gide hava kararmaktadır. Tam bu sırada, defnedilmek üzere bir cenazenin getirildiğini görür. Cenazeyi getirenler mezarı kazar ve cenazeyi kabre koyarak Ayetullah Mevla Muhammed Mehdi Nerakî’ye, “Bizim bir işimiz var ve hemen geri dönmeliyiz; cenazenin kalan işleriyle de sen ilgilen!” der ve cenazeyi bırakıp giderler.
[1] Nehc’ül Belağa, 176. hutbe
[2] Vesâil’uş Şia, c: 6, s: 167
[3] Müstedreku Vesâil’iş Şia, c: 4, s: 233
Dünya Sevgisine Dair
Nehcü'l Belâğa'nın konularından birisi insanları dünyaperestlikten men etmesi ve alıkoymasıdır.
DÜNYAYI TERK ETMEK
Üzerinde durulması gereken ilk mesele; Hz. Ali'nin (a.s) bu konu üzerinde neden bu kadar çok durmuş olduğudur. Ne Allah Resulü (s.a.a), ne Hz. Ali (a.s) ve ne de diğer Ehl-i Beyt İmamları hiçbir mesele üzerinde bu kadar çok durmamış, hiçbir şey hakkında gurur, dünyanın aldatması, fani oluşu, süreksizliği, vefasızlığı, insanın ayağını kaydırması, mal ve servet biriktirme, nimetlerin bolluğu ve bunlarla meşgul olmasından kaynaklanan tehlike kadar uyarıda bulunmamışlardır.
GANİMETLERİN MEYDANA GETİRDİĞİ TEHLİKE
Bu, rastlantı sonucu ortaya çıkmış bir durum değildir; Hz. Ali (a.s) zamanında, ilk üç halife özellikle de Osman bin Affan'ın hilafeti döneminde mal ve servetlerin aniden yığılması ve İslâm beldelerine aktarılmasıyla birlikte İslâm dünyasına yönelen büyük tehlikelerle ilgilidir. Hz. Ali (a.s) bu tehlikeleri hissedip onlara karşı mücadele veriyordu. İmam Ali (a.s) hem kendi hilafeti döneminde canını feda etmeye kadar varan pratik mücadele; hem de boyutları irat ettiği hutbeler, yazdığı mektuplar ve diğer buyruklarına açıkça yansıyan mantıkî ve tebliğî mücadeleyi başlattı.
Müslümanlar büyük fetihler yaptılar. Bu fetihler İslâm dünyasına büyük oranda mal ve servetin akmasına uygun ortam hazırlamış oldu. Kamu yararına harcanması, adilane bölüştürülmesi gereken bu servetler genelde toplumun önde gelen şahsiyetleri arasında paylaşıldı. Özellikle III. Halife Osman'ın döneminde, bu akım beklenmedik biçimde kuvvetlendi. Daha birkaç yıl öncesine kadar hiçbir malı mülkü olmayan insanlar sınırsız servetlere sahip odular. İşte bu sırada dünya düşkünlüğü yapacağını yaptı ve ümmet arasında ahlâkî çöküntü kendini gösterdi.
İmam Ali'nin (a.s) İslâm ümmetine hitaben feryatları bu büyük toplumsal tehlikenin ortaya çıktığı döneme rastlar.
Hicri 345'de (957) vefat etmiş olan tarihçi Mes'udi "Ahval-i Osman" başlığı altında şunları kaydeder:
"Osman fevkalade kerim ve bağışlayıcıydı. Devlet memurları ve halktan bir çoğu onun yolunu izlediler. Halifeler arasında taş ve alçıyla kendisine ev yapan ve kapılarını sac ağacı ve ardıç ağacıyla yaptıran, Medine'de mal-servet biriktiren, bağ ve çeşmelere sahip olan ilk kişi odur. Öldüğünde veznedarının yanında yüz elli bin dinar ve bir milyon dirhem nakit parası vardı. Vadi'l Kura, Hüneyn ve diğer yerlerdeki gayrimenkulünün değeri yüz bin dinarı geçiyordu. Ondan geriye birçok at ve deve kalmıştır."
Mes'udi şöyle devam ediyor:
"Osman'ın döneminde, dost ve yardımcılarından bir grup da kendisi gibi servetler biriktirmişlerdi: Zübeyr bin Avam'ın Basra'da yaptırdığı ev hâlâ yani 332 yılında durmaktadır. (Bu tarih, Mesudi'nin kendi dönemidir.) Yine Mısır, Kufe ve İskenderiye'de de yaptığı evler meşhurdur; Zübeyr'in serveti ölümünden sonra elli bin dinar nakit para, bin at ve binlerce başka şeylerdi."
"Talha bin Abdullahı'n Kufe'de alçı, tuğla ve sac ağacıyla yaptırdığı ev günümüze kadar (Mes'udi'nin kendi dönemine kadar) kalmış olup "Daru't-Talhateyn" diye meşhurdur. Talha'nın Iraktaki mal varlığından günlük olarak geliri, bin dinardı; tavlasında bin at bağlanmıştı, ölümünden sonra servetinin otuz ikide biri seksen dört bin dinar olarak saptanmıştır."
Mes'udi, Zeyd bin Sabit, Ya'la bin Ümeyye ve başka tanınmış kişilerin de benzeri servetlere sahip olduklarını kaydetmiştir. Açıktır ki bu kadar büyük servetler yerden çıkmıyor ve gökten de yağmıyordu. Yanı başında acı verici, korkunç boyutta fakirlikler olmazdan böyle servetlerin birikmesi imkânsızdı. İşte bu nedenledir ki Hz. Ali 127. hutbede insanları dünyaperestlikten sakındırdıktan sonra şöyle buyuruyor:
"Öyle bir zamandasınız ki hayır geri kalmada, şer çoğalıp durmada; Şeytan ise insanları helâk etmeyi ummada; bu öyle bir zaman ki Şeytan'ın teçhizatı (aldatma araçları) kuvvetlenmiş, düzeni her yanı tutmuş, kolaylaşıp gitmiş."
"Dilediğin tarafa bak; yoksulluğa düşmüş fakirden, Allah'ın nimetini küfre değişmiş zenginden, Allah'a ait hakları, malını çoğaltmak için vermeyen cimriden, kulağı öğütlere sağır olmuş inatçıdan başka bir kimseyi görebilir misin? Nerede hürleriniz? Nerede temiz kişileriniz? Nerede cömertleriniz? Nerede kazançlarında sakınanlarınız; yolunda yordamında temizliği güdenleriniz?..."
NİMET SARHOŞLUĞU
Hz. Ali (a.s) buyruklarında peşi sıra "İntikam Belası"nı getiren "Nimetin Sarhoşluğu", yani refahtan kaynaklanan sarhoşluk ismini verdiği bir noktayı hatırlatmaktadır.
149. hutbede buyuruyor ki:
"Sonra ey Arap toplumu! Size yaklaşmakta olan fitne oklarına hedefsiniz; o hâlde nimetlerin aklınızı alıp sizi sarhoş etmesinden sakının; intikam belâsından kaçının."
Hz. Ali (a.s) daha sonra sürekli bu yolsuzlukları, bozulmaları izleyecek olan kötü sonuçları açıklamaktadır. 185. hutbede Müslümanları kötü bir geleceğin beklediği uyarısında bulunuyor: "Bunlar, o zaman olur ki şarap içmeden sarhoş olursunuz nimet yüzünden."
Evet, İslâm dünyasına o büyük nimetlerin akışı, servetlerin adilane bölüştürülmemesi ve yersiz ayrımcılık İslâm toplumunu dünya nimetleri ve refaha düşkünlük hastalığına müptela etti.
Hz. Ali (a.s) İslâm dünyası için büyük bir tehlike oluşturan ve sürüp giden bu akımla mücadele ediyor ve bu müzmin hastalığın meydana gelmesine sebep olanları kınıyordu. Kendisi kişisel hayatında, onların yaşantısına tam aykırı yönde hareket ediyordu; hilafete geçtiğinde ise bu durumla mücadeleye programlarında öncelik tanıdı.
Ehlader
Büyük Bir Yalan, Mezhep Savaşı
Allah’ın adıyla
Bütün İslam alemi, Endenozyadan tutun Atlas okyanusu sahilinde bulunan Fasa (mağribe) kadar, tekfiri terör ve tahrib tehdidinin altında bulunmakta ve maddi-manevi kayıp ve kıyımdan inlemektedir. Bu yazıda bazı sorular sorarak ve bilgiler vererek mezhep savaşı çığırtkanlığı yapanların yalanları ve iftiralarının ne kadar asılsız ve mesnetsiz olduğunu izah etmeye çalışacağım.
Şu soruyla başlamak istiyorum. Daeş’in (Işıd’ın), Nusra’nın, Boko Haram’ın, Ensaruş Şeria’nın mezhebi nedir? Taliban’ın, Elqaide’nin mezhebi nedir? Ahraruş Şam, Fethu’l İslam. Fethu’ş Şam Nureddin Zengi v.s bir sürü ruh hastası unsurlardan müteşekkil bunca uluslar arası cinayet şebekelerinin mezhebi nedir? Eğer bunlar belli bir mezhebe mensup iseler, neden bu grupların bir çoğu hem Ezher hem Türk diyaneti ve hatta Amerikanın baskısıyla Arabıstan tarafından İslamla uzaktan yakından irtibati olmayan sapık terör teşkilatları olarak nitelenmekteler. Eğer bunların mezhebi var ise niye kendi mezhbine mensup olanları öldürüyorlar.?
Bunlar Suriyde, Irakta, Libyada, Niceryada, Afganistanda, Yemende,Irakta, Suriyede, Pakistanda Somalide ve Türkiyede her gün cinayet işliyorlar, Kiliselerde, çarşı pazarda, okullarda, turistik yerlerde ve tren istasyonlarında patlamalar gerçekleştirerek yüzlerce suçsuz insanın ölümüne veya yaralanmasına sebebiyet veriyorlar. Bu ülkelerin halkları hangi mezhebe mensupturlar. Irakın çoğunluğu ve Suriyenin azınlıkları hariç çoğunluk Ehl-i Sünnnet.
Libyanın mezhebi nedir? Tabiki çoğunluk Maliki. Daeş ve diğer terör grupları kiminle savaşıyorlar. Şiilerle mi? Onbinlerce insan orada farklı grupların çatışamalarında canlarını kaybetti, bunlar Şiimi di?. Nato ile birlikte hareket edip hava saldırılarıyla bu memleketi elli sene geriye götüren ve teröre amelen en büyük desteği sağlayan kimlerdir? Şiiler mi? Libyanın aslt yapısı, kültürel ve dini mirasının büyük bir kısmı ve zenginliğinin yok olmasına ve halkından binlercesinin Akdenizde boğulmasına kim yardım etti. Bu uluslar arası komploya hangi mezhebin mensupları yardım etti. Orada bir Şii varmı? Somalide öldürülen yüz binlerce fakir ve sefilin mezhebi nedir? Şii mi . Hayır Şafii. Katiller ve terörüstlerin mezhebi nedir? Şiilik mi ? Varmı orada bir şii? Hayır. Peki hangi mezhep hangi mezheple Somalide, Libyada, Yemende ve Pakistanda savaşıyor?
Boko Haramın cinayetlerine kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Maliki müslümanlar veya ülkenin hiristiyanlarıdır. Mısırın başkenti Kahirde, Sina yarım adasında ve Saidi Mısır veya İskenderiye de öldürülenler kilıselerde katledilenler kimlerdir? Sisi hangi mezhebin dolarlarıyla bir günde binlerce insanı katletti. Şiiler mi ona destek oldu.? Oradaki müslimanların öldürülmesine en büyük desteği veren ve katkıa sağlayan Kral Abdullahın mezhebi neydi? Ölümünde kim matem tuttu?
Pakistan okullarında ve polis akademilerinde veya Aşura merasimlerinde, Queta, Karaçi, Revalpindi ve diğer şehirlerin çarşi ve pazarında vahşice saldırlara kurban gidenler kimlerdir? Çoğunluğu Pakistanın hanefileri, bir kısmı da bu ülkenin şiileri. Katiller kimlerdir? Hangi mezhebin mensubu. Mezhebi olan böylesi vahşice cinayetlerde bulunabilir mi.? Ankara, Ceylanpınar, Suruç ve İstanbuldaki cinayetleri hangi mezhebin mensupları, hangi mezhebe karşı yaptılar.? Her gün gerçekleşen bu terör olaylarında Ehl-i Beyt mektebine mensup bir kimseyi gördünüz mü? Bir patlamayı şiiler veya Aleviler yapmış olsaydı, yalaka sözde islamcı kalemler mangalda kül bırakmıyacaklar ve bu mezhep mansuplarının evlerini işaretlemekten tuıtun bir çok fitne ve fesada sebebiyet vereceklerdi. Yapan sözde sunni oldu mu, mezhepten söz edilmez. Sözde sunni diyorum, çünkü Sünnet ehli olan böylece vahşi ve gaddar olamaz. İmam Şafii, İmam Maliki ve İmam Ebu Hanife (r.a) hazretlerinin mezhebine mensup olan veya İmam Caferi Sadik (a.s) ve İmam Zeyd’in mezhebine kendisni müntesip bilenler bu tür cinayetleri yapmazlar. Ancak ibn-i Teymiyye ile Abdul Vehhab’ın mensupları bu tür cinayetleri işleyebilirler. İslamcılarımız çıkıp açıkca bunlardan, bunların hattında olan petro dolar müftülerinden ve bunların mensuplarının iğrenç amellerinden beraet etsinler. Bunların cinayetlerine dünya çapında Kurban gidenlerin yüzde yetmişi Ehl-i Sünnettir. Bu gerçeği görmemek için kör olmak lazım. Şairin ifadesiyle:
Göz açık, kulak açık ama bu ne körlük.
Böylesi körlüğe şaşmamak ta bir körlük.
Sözde İslamcı yazarlar bu canilerin mezhebi kimliğini ve beslendikleri kaynakları, fetva mercilerini neden kurcalamıyorlar? Çünkü bunların başta İslama ve ikinci etapta ise Ehl-i Sünnete vurdukları darbe ve açtıkları yaranın acısı onlarca yıl devam edecektir. Açık bir dille ifade ediyorum. Ehl-i Sünnet tamamen bunlardan uzaklaşmadıkça kan kaybetmeye devam edecektir. Bunlar İran ve Avrupanın ortak projesinin neticesdir şeklindeki yalanlar da işe yaramıyacaktır. Bilgi çağında yaşıyoruz. Bu tür yalanlarla işlenen cinayetler yorumlanamaz. Kimse kendisini aldatmasın.
İşid Musula girdiği zaman bunu bir sunni devrimi olarak yansıtmaya ve kutlamaya çalışanlar şimdi ise terörün dini olmaz, Bunların İslam ile uzaktan ve yakından irtibatı yoktur demeye başladılar. Ne oldu? Değişen nedir? Türkiyede bunlar bombaları patlattıklarında dinle, sunnilikle irtibatları kopmaya başladı. Başbakanaın bir zamanlar basın danışmanlığını yapan Akif Beki, Işıd Musula girdiğinde Hurriyet gazetesinde Musulda olup bitenleri bir “ Sunni Devrimi” olarak yorumlamıştı. Ancak Emri-vaki şudur ki bunların Iraktaki cinayetlerinin de kahir ekseriyet Ehl-i Sünnet kardeşlerimizdir. Haşdi Şa’bi denilen gönüllü halk birlikleri sunni kardeşlerimizi Tıkrit, Salaheddin, Amirli, Remadi, Felluce ve diğer bir çok şehirde bunların şerrinden kurtardılar. Nerede bu halk güçleri tarafından bir cinayet işlendi? Yine bu çevreler, kendi memlektini bu terör ve cinnet şebekelerinden kurtarmaya çalışan gönüllü halk ordularını yani haşdu Şabiyi yalan ve iftiralarla bir canavar gibi göstermeye çalıştılar. Elhemdulillah destan tutmadı, fazla kimse inanmadığı için çabuk destanı yarıda kestiler.
Suriyede altı senedir bunlar 100 binin üzerinde Suriye askerini öldürdüler, eminimki bunun doksan bini Suriyenin Ehli sünnet evlatları olmuştur. Bir o kadar da sivil öldürüp kesmişler. Bunların da çoğunluğu Ehl-i Sünnet, Buna ilaveten envai türlü cinayetle işlediler. Alt yapıyı tahrib ettiler.Hırsızlıktan tutun, adam kaçırmaya, fidye almaya cinsel istismara ve cihadun nikaha kadar akla ve hayale gelmez cinayetleri ve rezillikleri islam adına yaptılar.. Bunları başlı başına bir makalede ele alacağım. Ordunun cinayet yapmadığını söylemek istemiyorum. Ama Ordunun bu paralı canilere karşı memleketi savunma görevini üstlendiğini de unutmamak gerekir. Bunlar ise İslam adına ve bazılarına görede mezheb adına bu cinayetleri yapıyorlardı. Yaptıklarının hepsi yarın İslam adına filim olarak, tiyatro olarak ve hatta selefilik dizileri olarak karşımıza çıkacaktır.
Türkiyedeki bazı çevreler ve kalemlerde bin bir çeşit yalan, iftira asparagaz haberler, sahte raporlar ile Türkiyedeki kamuoyunu siyasetin istediği şekilde yanlış yönlendirip bulanık sudan balık avlamaya çalıştılar. Hatta mezhep savaşından da öteye Küfür İslam savaşı görünümü vererek yüzlerce gencimizin bu bataklığa saplanmasına sebebiyet verdiler. Selefi hocaların Doğu anadoludaki camilerde bilhassa dini duyarlılığı yüksek amma kullanılmaya da bir o kadar musaıt olan zazaların yaşadığı Bingöl, Adıyaman ve Diyarbakır gibi şehirlerin camilerinde yaptıkları tekfiri ateşli, konuşamaları unutmadık. Bu malum çevrelerin, halkı kin ve nefrete teşvik edip teröristlere yardım ve destek sağlamaktan dolayı yargılanmaları gerek. Gelsin “Hak Söz” çevreleri İsrailin güvenliği için en büyük hizmeti yapan, ve bölgenin sağlam kalan son arap ordusunu yıpratan, yeni Syces-Picot planının icrasına büyük katkı sağlayan, memleketlerin birlik ve bütünlüklerini ciddi tehdit altında bırakan bu emperyalıstlerin kuklası cinayet şebekelerini mucahid ve mazlumlar için savaş veren kimseler olarak halka yutturmaya çalışsınlar.
Suriye müftüsü Şeyh Hasunun bir beyanıyla yazıma son vereceğim. “ Pişman olmuş bir kaç çeçen genciyle görüştüm. Niye buraya geldiniz dedim?. Bize Suriyede kafirler müslümanları kesiyor denildi. Bunun için komşu bir devlete geldik, orada eğitim gördükten sonra Suriyeye geldik. Gördük ki bu söylenenler yalan, Suriyenin her tarafından islam var müslümanlar var camiler var medreseler var. Arkadaşlarımızdan bazıları pişman oldular ve geri dönmek istediler. Geri dönecek olanların gerçeği dış dünyaya yansıtacağından korkan terör ve cinayet şebekleri bunları Türkiye sınırı yakınlarında idam ettiler. Biz de idam olunmamak için Suriye ordusuna ve sizlere teslim olduk.”
Yalan ve iftirayla gerçekleri örtbas etme geleneğine memleketimizde aşinayız. Yalan üzerine bir ergenekon destanı yazıldı. Öylesine ki nerdeyse inanmayan kalmadı. Hepimiz gördük ve halk ta buna inandı. Destana kurban gidenler bir avuç memleketini seven ulusalcı subaydı. Irak Tezkeresine oy vermediler. Böylesi bir destan oluştu. Suriye de Hizbullaha İsrail ile savaşında yardım ve tezkere vermeseydi, Hamasa kapılarını kapatsaydı filistini farklı gruplara ev sahipliği yapmış olmasaydı bu destan şekillenmezdi. Bir süre sonra malumunuz memleketimizde sahnelenen bu destanın baştan aşağıya yalan ve uydurma olduğu gün yüzüne çıktı. Suriye ve Irak hakkında söylenenler veya mezhepçilik edebiyatını da eregenekon destanının bir başka versiyonu olarak görmek lazım. Yarın bir bir bu yalanlar ortaya çıkacaktır. O zaman bizim islamcılar ne söyliyeceklerdir. Zaten söyliyecek sözleri de kalmamış ve fikren iflas etmiş, dini ve Allah’ın ismini kötüye kullanan şövenist milliyetçiler kesilmişler. Bu yaklaşımlarıyla ülkenin de barış ve güveni için de ciddi bir tehdit olmuş durumdalar.
Şunu da bilmek te fayda vardır: Bu canilerin en büyük zararı, kendilerine yardım ve yataklık yapanlara olacaktır. Bunlar kendi memleketlerine döndüklerinde viruslarıyla her tarafa hastalık her tarafa sirayet edecektir. Devletler bu konuda şimdiden ciddi tedbirler almaya başlamış durumdalar.
Mezhep kavgası diye bir şey yoktur. Bu tür yalanlara kimse kanmasın ve bu çığırtkanlığı yapanların da ağzının payını hep birlikte yaşasın İslam ve İslam kardeşliği ve kahrolsun mezhepçilik çığırtkanlığı yapıp kin ve nefret ateşi tutuşturanlar diyerek verelim.
Burhaneddin Dağ
Kendi Çalıp Kendi Oynamak
Bismillah
Bazıları vardır kendi uydurduğu kavram üzerinden teoriler geliştirir, aklınca bununla başka teorileri iptal ettiğini sanır ve buna dayanarak saçma sapan görüşler yaymaya başlar. Bu saçmalıklara, yalanlara kendi inandığı gibi kitleleri de bu yönde etkilemeye, sürüklemeye çalışır.
Türkiyeli İslamcı kalem erbabını tanımlamak için bundan daha uygun bir tanımlama bulamadım.
Siyasileri anlamak zor değil. Hatalarının üzerine örtmek için her yolu dener, suçu başkaları üzerine atmak için her türlü yalan ve iftiraya başvururlar. Suriye’de izlenen yanlış stratejinin yenilgisi karşısında politikacıların her gün bir yana savrulmaları, ona buna saldırmaları normal karşılanabilir. Çünkü iktidar düşkünleri bu ülkede iktidarı ele geçirmek ve kaybetmemek için hiç bir Âli Cengiz Oyunundan çekinmezler.
Ama kalem erbabı –sözde- İslamcılara gelince; hemen hemen iktidarla iç içe olmayan, iktidarın nimetlerinden yararlanmayan veya en azından gönüllü olarak iktidarın sözcülüğünü yapmayan yok gibi.
Çoğu İslamcı geçinen yazar-çizer takımı mevcut hükümeti özledikleri İslam Devleti olarak görüyorlar. Bunda haksız da sayılmazlar. Çünkü Osmanlı Devleti de dahil İslam adına ortaya çıkan önceki hükümranlar ve hükümetler birçok açıdan mevcut hükümetten daha farklı değillerdi. Laiklik karşıtı söylemlere bakmayın, öncekiler laiklik kriterlerine şimdikilerden daha uzak değildi. Yani şimdikilerden daha az laik değillerdi. Meşruiyet –veya meşruiyetsizlik- açısından birbirlerinden pek farkları olmadığı gibi makbuliyet açısından mevcut hükümet öncekilerden daha makbuldür, denilebilir. En azından halkın oyuyla-oylamaların sağlığı görmezden gelinirse- işbaşındadır ve öncekiler ise kılıç zoruyla iktidarı ele geçirmişlerdi, kılıç zoruyla ayakta duruyorlardı.
Böyle bir geçmişe sahip iktidarcı İslamcıların AKP hükümetine sarılmalarını, her yaptığını gözü kapalı onaylamalarını, halkı hükümetin siyasetleri doğrultusunda dolduruşa getirmelerini garipsememek gerekir. Çünkü bu anlayış açısından AKP hükümetinin ülke içi ve dış ilişkilerde her yaptığı karşı çıkılamaz uygulama ve hükümlerdir.
Gel gelelim AKP hükümetini meşru, yasal ve de İslami gören bu zevat Suriye’deki rejimi devrilmesi gereken görüyorlar(!). Niçin? Hangi kritere göre? Yapısal olarak ne farkı var bu iki rejimin birbirinden ? Seçimse ikisi de seçilmiş hükümetler. Laiklikse ikisi de laik. İslami değerlere yakınlıksa Suriye’deki dini özgürlükler Türkiye’dekinden kat kat daha fazladır. Suriye’de en azından dini kurumlar devletin hizmetinde olmayıp özerk bir durumdadır. Din eğitimi ve din adamlarının durumu hakeza.
Nusayriler/Aleviler hükümeti olarak nitelediğiniz Baas Rejiminin hakim olduğu Suriye’de Sünnilerin sahip oldukları özgürlüklerin onda biri bile Türkiyedeki Alevilere tanınmamaktadır. Suriye’de milletvekilleri, ordu komutanları, bakanlıklar, üst düzey devlet makamlarından tutun devlet memurlarının kahir ekseriyeti Sünnilerden oluşmakta iken Türkiye’de tek bir Alevi bakan, vali, genel müdür ve ordu komutanı gösterilebilir mi? Komşuda olunca hak, bizde bunlar gündeme getirilince kışkırtıcılık, mezhepçilik mi oluyor?
Baskı sadece Suriye’de mi var? Baas Rejimini yıkmak için ele ele verdiğiniz, kurduğu İslam ordusuna katıldığınız Suudi Hanedanlığı ve Katar gibi mahalle devletlerinde halk daha mı özgür? Peki nasıl oluyor da bu ilkel/mürteci rejimlerle dayanışma içerisindeyken Suriye’de göstermelik de olsa seçimle işbaşında bulunan bir rejimi devirmek istiyorsunuz? Demek ki konu özgürlük değilmiş. Yalan söylüyorsunuz.
Diyorlar ki; Suriye’de Baas rejimi baskıcıdır, iktidarı paylaşmamaktadır. Bu rejimi seçimlerle devirmek mümkün olmadığına göre halkın kışkırtılması, eğitilip-silahlandırılıp bu ülkeye salıverilmesi ve ülkede iç savaş çıkartılması meşrudur. Buna karşı çıkan Baas Rejimi ve onu destekleyenler zalimdir, İslam düşmanıdır. Bunlara göre Suriye hükümeti şehirlerini savunmamalı, dost ve müttefik ülkelerden ve halklardan yardım istememelidir. Terör çetelerine karşı vatanını savunmak zalimliktir.
Dost bir ülke bu rejime yardım ediyorsa mutlaka mezhepçidir(!), Sünnilik düşmanıdır(!). Niçin mi? Çünkü bizim desteklediğimiz silahlı muhalifler Sünni olduğuna göre bunlara karşı çıkan olsa olsa Şii olur, Alevi olur! Yoksa niçin teröristlerin temizlenmesine yardım etsin ki? Hem tarihte bunun örnekleri de var. Kendi hata ve yenilgilerimizin üzerini örtmek, iktidar mücadelesi aracı olarak kullanmak ve halkı İran konslosluğu önünde toplamak için “Osmanlı-Safevi” genlerini tahrik etmek fazlasıyla yeterlidir.
Bu anlayışa göre; ABD, İsrail, İngiltere, Fransa ve Almanya gibi müstekbir/emperyalist güçler sünni dostudur. Çünkü bu çetelere her türlü askeri, mali ve lojistik desteği sağlamakta, uluslararası siyonist medyayı bunların hizmetine sunmuş bulunmaktalar. Başka konularda anlaşamasak bile İran ve Şii milisler konusunda nasıl olsa hem fikiriz.
Rusya mı? Rusya konusunda biraz dur. Çünkü her akşam Putin ile görüşüyoruz. Aslında İran ve şii milisleri olmazsa Suriye meselesini Putin ile çözüme kavuşturacağız(!). Baksana Rusya teröristlerin Halep’ten çıkması için yeşil otobüsleri göndermekte, ama Şii milisler Suriye ordusunu bile hiçe sayarak(!) Sünnilere olan düşmanlıklarından dolayı engel çıkarmaktalar(!)
Hatta o kadar savaşa ve katliama susamışlar ki çocuk, kadın ve yaralıların tahliye edilmesi için Şii kasabaları Fua ve Keferya’ya gönderilen yeşil otobüsleri bile yine bu Şii milisler yakmakta(!)
Bu kadar yalan, iftira, karalama, akıl tutulması karşısında ne denilebilir?
Gel gör ki, yandaş medyanın kalemşörleri – neredeyse- tek merkezden verilen direktif doğrultusunda sabahtan akşama İran’a ve Şiilere acımasızca veryansın edip durmaktalar. Bunlar içerisinde öyleleri var ki kendilerini İran uzmanı görmekte, öyleleri var ki kendini fetva makamında görmekte ve…
Bu vicdan yoksunlarının çoğunu kaale almak bile vakit kaybıdır. Sırf örnek olsun diye AKP hükümetinin fetva makamında oturan Prof. Dr. Hayrettin Karaman’ın “İran! Yapma, yazık oluyor…” başlıklı son yazısından bazı bölümleri aktaralım:
“İran’a gelince:
Daha öncekileri bir yana bırakalım, yakın zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptıkları içimizi acıtıyor, muhabbet ve ümitlerin gittikçe azalmasına, hatta Allah korusun düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor. Hele şu Suriye’de yaptıklarını aklın, vicdanın, imanın kabul etmesi mümkün değil. Israrla mezhep saikından söz ediliyor, ben de diyorum ki, Nusayrî Esed yönetiminin Şîîlik ile ne alakası var ki, onun yanında yer alıyor ve Sünnîlleri öldürüyorlar. Sünnîler, mezhep olarak Şî’aya, Nusayrîlerden daha mı uzaktalar !?
Şu halde İran’ın davranış saikleri arasında mezhepçilikten (evet bu da var ama) daha başka unsurların bulunduğu anlaşılıyor.”
Sayın Hayrettin Karaman, İran’ın son zamanlarda Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Bahreyn’de yaptığı hangi eylemler içinizi acıtmakta ve düşmanca duyguların oluşmasına sebep oluyor?
Irak’ta Şiisiyle Sünnisiyle bütün kesimleri vahdete çağırması, referandum ve seçimler yapılmasını teşvik ederek Irak’ın bir Amerikan velayeti olmasını önlemesi mi? Amerikan işgalini sona erdirmek için çaba göstermesi mi? Yoksa tarihin en vahşi terör çeteleri IŞİD’e karşı Irak halkı arasından gönüllü gençleri eğitip donatması mı canınızı acıtmaktadır?
Ehli Sünnetin genel görüşüne ve sanırım sizin de fetvanıza göre İslam beldelerinde egemen bir hükümrana karşı ayaklanmak haram iken, dış güçlerin kışkırtması ve desteğiyle Suriye’yi iç savaşa sürükleyen silahlı muhaliflere karşı duran Suriye hükümetine yardım etmek niçin canınızı acıtıyor? Kaldı ki Suriye hükümeti ile İran arasındaki ittifak yeni de değil. 1979 yılından beri iki ülke arasında başta savunma ve İsrail karşıtı hareketleri desteklemek olmak üzere işbirliği devam etmektedir. Müstekbir güçlerin Saddam Hüseyin Irak’ını desteklediği sekiz yıllık savaşta İran’ı destekleyen nadir ve denilebilir ki tek ülke Suriye’yi zor anında terör çetelerine mi teslim etseydi?
Sayın Karaman, NATO ülkesi olan ülkemizin PKK terörü başta olmak üzere zor şartlarda bu askeri paktan yardım istemesi ve NATO’nun yardıma icabet etmesi sizce yanlış mıdır? NATO acaba Türkiye Sünni olduğu için mi yardım edecektir?
Peki kendimize uygun gördüğümüzü komşumuz için niçin yanlış görüyorsunuz?
İsrail karşısında direnen Lübnan’ı desteklemesi İran’ın takdir edilmesi gereken eylemlerinden olup bunun sizing gibi bir alim müslümanı rahatsız etmesini düşünmek bile istemiyoruz.
Bahreyn konusuna gelince; İran’ın hangi eylemi olmuştur Bahreyn’de? Tek bir örnek verebilir misiniz? En ilkel medeni haklardan olan oy hakkının bile çok görüldüğü bir ülkede haklarını almak için barışçı yürüyüşler düzenleyen bir halkı sözle desteklemek niçin canınızı acıtıyor? Çoğunluğunu Şiilerin oluşturduğu Bahreyn’de İngilizler tarafından işbaşına getirilen ve hala İngilizlerin desteği ile ayakta duran bir hanedanlığa karşı çoğunluğun taleplerine destek vermek size niçin rahatsız ediyor? Bu hanedan Sünni olduğu için mi?
Yemen’in iç işlerine karışan, bu ülkeyi bir dalanı olarak gören İran mı? İki yıla yakın bir süreden beri savunmasız halka karşı tarihin belki de en acımasız hava bombardımanlarından birini sürdüren, bu fakir ülkenin zaten zayıf olan alt yapısını tahrip, yüzbinlerce insanı evinden barkından eden, onbinlerce masum insanı katleden İran mı? Şiiler mi?
Evet savunmasız Yemen halkına müstekbir güçlerce karadan ve denizden abluka altına alınmasına rağmen yardım ulaştırabilmişse İran’a teşekkür etmek gerekirken niçin canınız acıyor Sayın Karaman?
Sizin canınızı acıtan bu hususların tamamında İran’ın karşısında başta ABD ve İsrail olmak üzere müstekbir güçler vardır, Sünniler değil. İran hiç bir yerde mezhebi saikleri öne çıkarmamıştır. İran’ın yanında olanların önemli bir kısmının Şiiler olduğu inkar edilemez ama Suriye’de kahir ekseriyetini Sünnilerin oluşturduğu Suriye ordusuyla birlikte, müstekbir güçlerle onların uzantılarına karşı omuz omuza savaşmaktadır.
Bütün bu açıklamalar ışığında İslamcı kalemşörler için denilebilecek tek söz varsa o da “ kendi çalıp kendi oynamak” atasözüdür. Kendi uydurduklarına kendileri inanmakta ve bu yüzden de hakkı görmekte zorlanmaktadırlar.
Sayın Karaman, Sn.Cumhurbaşkanı Erdoğan 2012 Nisan’ında Meşhed şehrinde İmam Hamanei ile yaptığı görüşmede bugünkü acı durumla karşılaşılmaması için iki ülkenin başka güçleri işin içine karıştırmadan Suriye meselesini çözebilecekleri anlatılmış, işbirliği teklif edilmiş ve bu mantıklı çözüm yolu karşısında İran’dan süre bile istenmişti. Ama heyet ülkeye döndükten bir hafta sonra verilen söz unutulmuş ve Suriye meselesinin ABD, Fransa ve Körfezdeki petro dolar şımarığı diktatörlerle çözülmesi tercih edilmiştir. Cüretiniz varsa bu hususun doğru olup olmadığını sıkça görüştüğünüz söylenen Sn Cumhurbaşkanına sorabilirsiniz.
Umut edilir, bu ümmetin vicdanı kararmamış alimleri ve kalem erbabı gerçekleri idrakte ve muhakemede gerekli duyarlılığı gösterir ve kadıya tek taraflı gitmezler.
Ziya Türkyılmaz
Suriye Zirvesi Türkiye’nin Suriye Politikasını Gözden Geçirmesine Yardımcı Olabilir
İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, ‘Güvenlik Konseyi’nin dünkü kararı, terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir’ dedi.
İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani gazetecilere verdiği röportajda, Halep’in kurtarılmasından sonra Suriye’deki son güvenlik, askeri ve siyasi gelişmeler hakkında açıklamalarda bulundu ve habercilerin sorularını yanıtladı.
Ali Şemhani, ‘biz bazı bölge ülkeleriyle terörizmle mücadele konusunda ortak ve kapsamlı bir çalışma içerisindeyiz’ diyerek şu açıklamalarda bulundu: ‘Yapılacak iş birlikleri konusundaki bazı problemleri aşma doğrultusunda istişarelere ve görüşmelere ihtiyaç olan diplomatik bir çalışma gerçekleştiriyoruz.
Putin’in Tahran’a yaptığı son ziyarette bu çerçevede gerçekleşti. Bizim Rusya ile Suriye’de ortak bir karargahımız bulunmaktadır ve İran orada Rusya’ya yardım etmekte ve Suriye Ordusu ve Direniş kuvvetlerine danışmanlık yapmaktadır. Irak, Suriye, İran ve Rusya eksenleri olmak üzere, terörizmle askeri olarak mücadele planı doğrultusunda ortak bir çalışma içerisindeyiz ve İran’ın hava sahasının kullanılması ve uçakların İran’dan uçması gibi olaylar da bu anlaşma doğrultusunda gerçekleşmektedir.’
Halep’in terörist grupların elinden kurtarılmasını Suriye Ordusu ve Direniş Cephesi için büyük bir başarı olarak değerlendiren Şemhani, terörizmi destekleyenlerin geçtiğimiz aylarda Suriye Ordusunu yenilgiye uğratmak için yoğun çaba gösterdiğine değinerek şunları söyledi: ‘Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 2328 kararının dün gece onaylanması, önceki yıkıcı faaliyetlerin devamı ve terörizmi destekleyen ülkelerin askeri ve istihbarat mensuplarını gözlemci kuvvetler adı altında Halep’e sokmak içindir.
Bu kararda Suriye’nin yasal hükümeti için hiçbir rol göze çarpmıyor ve Suriye’de teröristlerin kuşatması altındaki halka yardım ulaştırılması konusuna öncelik verilmesi gerekirken, sadece silahlı kişilerin Halep’ten nasıl çıkarılacağı konusuna önem verilmiştir.
İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri, batının ve müttefiklerinin, tüm dünya kamuoyunun gözleri önünde insanlık dışı cinayetler işleyen ve herkes tarafından bilinen bu teröristlere şaşırtıcı bir şekilde destek verdiğine değinerek şu ifadelerde bulundu: ‘Batının ve bazı bölge ülkelerinin bu kabul edilemez davranışı, terörizmi bir araç olarak kullanma yaklaşımının stratejik boyutta siyasi hedefler için olduğunu ve bölge halkının gelecek yıllarda da bu politikanın insani ve ekonomik bedellerini ödeyeceğini gösteriyor.’
Ali Şemhani, Rusya ve İran’ın terörizmle mücadele ve Suriye’nin yasal hükümetini destekleme konusunda iş birliğinin devam edeceğini belirtti ve şunları söyledi: ‘Rusya terörizmle savaşta bizim müttefikimizdir ve bu arenada siyasi ve askeri alanlarda önemli bir rol oynamıştır.
Düşmanların bu iş birliğini yok etmek için yoğun bir şekilde çaba sarf etmesine rağmen, iki ülke liderlerinin ilişkileriyle, iki ülke arasındaki ilişkiler en üst seviyededir ve yapılan harcamaların yanı sıra iki ülke için de fırsatlar ve şartlar oluşmuştur.’
Ali Şemhani, Halep’in kurtarılmasından sonra Türkiye’de yapılan protestolara ve aynı zamanda Rusya’nın Ankara’daki Büyükelçisinin bir polis memuru tarafından suikasta uğraması hakkında sorulan bir soru üzerine şu açıklamalarda bulundu: ‘Mevcut krizleri yönetebilmek için bölge ülkeleriyle ortak bir çalışma ve iş birliği içerisinde olmak İran İslam Cumhuriyeti’nin sabit politikasıdır ama bazı ülkelerin açık ve gizli politikalarında iyi niyet ortamını ve iş birliğini fazlasıyla kısıtlayacak bir şekilde ciddi belirsizlikler bulunmakta ve davranışlarında ve sözlerinde çelişkiler yaşanmaktadır.
Tabi biz defalarca nerede olursa olsun her türlü şiddet ve terör eylemlerini kınadığımızı ve kınayacağımızı söyledik ve bölge ülkelerine ve hükümetlerine bu eylemlerle mücadele noktasında kararlı olmalarını tavsiye ediyoruz.’
Ali Şemhani İran’ın, Rusya’nın ve Türkiye’nin siyasi ve savunma yetkilerinin bugün Moskova’da gerçekleştireceği oturumun amaçları ile ilgili olarak şunları söyledi: ‘Suriye Hükümetini terörle mücadelede destekleyen İran ve Rusya arasında sürekli olarak gerçekleşen bağlantı ve istişareler yeni bir konu değildir.’
Türkiye’nin bu oturuma katılması, Türkiye tarafından Suriye topraklarının işgal edilmesini sonlandırabilir ve Türkiye’nin Suriye’deki silahlı muhalifleri destekleme konusunu yeniden gözden geçirmesinde etkili olabilir. Biz bazı bölge ülkelerine Halep’te şu an elde edilen sonucun daha ilk gün de elde edilebileceğini söyledik ve bugün ortaya çıkan şey, Suriye’de askeri bir çözüm yolunun başarılı olamayacağı ve sorunların siyasi olarak halledilmesi gerektiğidir.
Suriye Ordusu, halkı ve Direniş Kuvvetleriyle birlikte teröristler karşında toprak bütünlüklerini savunmuşlardır. Her ne kadar Suriye’deki krizin asıl aktörleri ile görüş alışverişinde ve istişarelerde bulunmak çatışmaların azalması konusunda etkili olsa da bu tip oturumlar bazı ülkeler tarafından operasyonları geciktirmek ve geçmiş politikalarını devam ettirmek adına kaybettikleri güçleri yeniden kazanmak için bir araç olmamalıdır.’
İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Ali Şemhani, Suriye’nin ulusal egemenliğini ihlal etmek ve bu ülkeyi bölmek için ortam hazırlamak için yapılan bazı çabalardan endişe duyduğunu belirterek şu ifadelerde bulundu: ‘Dünya, Suriye’de 6 yıl süren savaşın ardından siyasi çözümün askeri çözüme üstünlüğünü ve etkisini anladığı gibi, siyasi bir çözüme ulaşmak için asıl anlaşma ve müzakere tarafının Suriye’nin yasal hükümeti olduğunu ve hiçbir tarafın Suriye Hükümeti ve halkı adına bu ülkenin geleceği hakkında karar alamayacağını da anlayacaktır.’
Ali Şemhani konuşmasının sonunda şunları söyledi: ‘Biz teröristlerin ve destekçilerinin Halep yenilgisinden ders aldıklarını ve Şam ile müzakerede bulunma yolunu seçeceklerini umut ediyoruz. Çünkü siyasi komploların devam etmesi ve savaşa devam etmek için askeri güçlerin yenilenmesinin, insani kayıpların devam etmesiden ve Suriye’nin alt yapısının daha fazla yok olmasından başka bir sonucu olmayacaktır.
İran, Türkiye ve Rusya ortak bildiri üzerinde anlaştı
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Rusya, İran ve Türkiye'nin Suriye'deki krizin sona erdirilmesi amacıyla siyasal sürecin canlandırılması için ortak bir bildiri üzerinde anlaştığını açıkladı.İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov ve Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ortak basın toplantısı düzenledi.
Sputnik’te yer alan habere göre, ortak basın toplantısında ilk sözü alan Lavrov, "Rusya, İran ve Türkiye Suriye'deki krizin sona erdirilmesi için siyasal sürecin canlandırılması konusunda ortak bir bildiri üzerinde anlaştı. Rusya, İran ve Türkiye olarak bugün onayladığımız ortak bildiriye dayanarak işbirliğimize devam etmek konusunda anlaştık" dedi.
Söz konusu bildirde aşağıdaki önemli konular yer aldı:
İran, Rusya ve Türkiye Suriye hükümeti ve muhalifler arasında bir anlaşma yapılması için çalışmaya ve bu anlaşmanın garantörleri olmaya hazır.
İran, Rusya ve Türkiye IŞİD ve El Nusra ile ortak mücadelede kararlı olduklarını doğruluyor.
İran, Rusya ve Türkiye'nin eylemleri Suriye'deki krizin siyasal çözümünün girdiği çıkmazın aşılmasına, şiddet olaylarının sona ermesine ve insani yardımların ulaştırılmasına yardımcı olabilir.
İran, Rusya ve Türkiye Suriye'deki krizin askeri çözümünün olamayacağı konusunda hemfikir.
İran, Rusya ve Türkiye olarak Suriye'de ateşkesi genişletmenin önemi konusunda aynı fikirdeyiz.
Kazakistan Devlet Başkanı Nursultan Nazarbayev, yeni Suriye barış görüşmelerine ev sahipliği yapmayı teklif etti.
Rusya Büyükelçisi'ne yönelik saldırının perde arkası
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, gayet planlı şekilde gerçekleşti.
Muhammed Kadıri - Cinai dosyalarla karşılaştığımızda yapmamız gereken ilk şey, doğal olarak bulgular ve kanıtların yanyana yerleştirilmesidir. Bu işlemi gerçekleştirmenin ardından ilk resmin tamamına üsten bir bakış atıp devamında ortaya çıkan sıradaki resimleri oluşturabiliriz.
Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’un terörü, bölgesel ve uluslararası yorumcuların zihnini meşgul ederek, basit bir olay gibi görünmemesinin yanında, gayet planlı şekilde gerçekleşti.
Diğer taraftan ise şahit olduğumuz olay özellikle teröristin maktulün yanı başında slogan atması, Batı ve tekfirci terörün destekleyicilerine ait medya cephesinin, bölgedeki krizi ters gösterilmesinde görevlerini en iyi şekilde yerine getirdiğinin göstergesidir, zira ki 22 yaşındaki bir genç tüm azmiyle yaptığı terör eylemini, Hz. Peygamber (s.a.v) ümmetine karşı olanlarla mücadele yönünde gerçekleştirdiğini iddia etmektedir.
Bu konuda yanından kolaylıkla geçemeyeceğimiz bazı bulgulara değinmemiz yerinde olacaktır:
1_Terörist eylemi gerçekleştirmesinin ardından güvenlik güçleri tarafından öldürülmeden önce amacının “Halep intikamı” olduğunu haykırdı. Böylece bu fert, Halep’te tekfirci teröristler ve Nusra Cephesi’nin hazimete uğramsından dolayı öfkelenerek, Rusya Büyükelçisi’ni öldürmeye karar vermiştir.
2_Net olan diğer bir nokta ise, ABD, Fransa, İngiltere, Siyonist Rejim ve irticai Arap ülkelerinin de son günlerde Halep yenilgisinden son derece öfkeli olmalarıdır. Böylece genç teröristle terörü destekleyen bu ülkeler arasında göz ardı edemeyeceğimiz en az benzerlik bu konuda oluşmaktadır.
3_ Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu olaya ilişkin akılcı bir tavır ortaya koyarak, şöyle dedi: Bu terör, tahrik edici bir eylem olarak, açık bir şekilde Rusya ve Türkiye arasındaki ilişkileri karalamak ve bölgedeki barışı engellemeyi amaçlıyor. Bizim buna vereceğimiz tek yanıt, terörle mücadeleyi şiddetlendirmektir ki katiller bunu iyi şekilde tadacaktır.
Ortadaki gerçeğe bakıldığında, Halep’in tekfirci teröristlerden daha yeni kurtarılmasıyla birlikte bu olayın ortaya çıkışı, Rusya’yı hedefleyen Washington ve müttefiklerinin bu kez şiddet teması içeren açık bir masajıdır ancak, Putin’in sergilediği mantıklı tepki bunu engellemiş oldu.
4_ Vladimir Putin’in Recep Tayyip Erdoğan’dan terör emrini verenlerin ortaya çıkarılmasını istemesi, Rusya Devlet Başkanı Putin’in de bu eylemin tek kişilik bir saldırı olduğunu öne süren varsayımları kabul etmediğini gösteriyor.
Böylece Rus güvenlik uzmanlarından oluşan bir heyetin yakın zamanda “Andrey Karlov”un terörüyle ilgili inceleme yapmak amacıyla Ankara’ya gönderileceği kararlaştırıldı. Hiç şüphesiz yakın bir zamanda bu olayla ilgili yeni ip uçlarına ulaşılacaktır.
5_ Bugün Moskova’da İran, Rusya ve Türkiye arasında Suriye odaklı üçlü bir toplantı gerçekleşeceği iki gün önce bildirildi.
Suriye’de daha fazla koordinasyon sağlanılması için gerçekleşen bu toplantıya Suriyeli savaşçıların destekleyicilerinden olan Türkiye’nin de katılması Batı’nın bu ülkede düzenlediği tüm planlarını bozacaktı, bu yüzden her şekilde karşı cephe tarafından engellenmesi gerekiyordu. Rusya Büyükelçisi’ni öldürüp başı üzerinde slogan atarak, tekbir getiren gencin görüntülerinin tüm dünyada izlendiği için bunun, üç ülkenin gerçekleştireceği toplantıyı engellemeyi planlayan bir senaryo olduğu görünüyor.
Bunlara dayanarak bu plan, bir taraftan Halep’ten kaçan teröristlerin moralini düzeltmeyi amaçlarken diğer taraftan da İran, Rusya ve Türkiye arasında az da olsa yeni oluşan eşgüdümlülüğün ortadan kaldırılmasını hedeflemektedir.
6_ Yaklaşık bir ay sonra, BM Temsilcisi “Steffan Di Mistura”nın daveti üzere, Suriye konferansının gerçekleşmesi bekleniyor.
Böylece bu terör saldırısı, Rusya’nın bu konferansta daha muhafazakar davranmasını sağlayarak, müzakerelerde karşı tarafa daha çok puan vermeye mecbur bırakmasını planlamaktadır.
7_ Bu olaya ilişkin son nokta ise, özellikle son aylarda dikkatleri üzerine toplayan Türkiye’nin güvenlik ve istihbarat sistemindeki aşırı yetersizliğidir, ki terör operasyonlarının bu ülkenin tamamına yayıldığına yol açtı.
Sonuç olarak olayların gelecek günlerde doğal olmayacağının belirtileri apaçık ortadadır ve bu yönde, kötü niyetli terör destekleyici ülkelerin görünüşte insan hakları tavırlarının yanında yalan kaygılarını göstererek Halep’te kaybettiklerini telafi etmek amacıyla daha fazla eylem gerçekleştirecekleri olası bir konudur
İmam Hamaney: Amerikan Sünniliği ve İngiliz Şiiliği Fitne Ateşini Körüklüyor
İnkılap Rehberi, İslam dünyasının acı ve zorluklara duçar olduğunu beyan ederek, şunları söylediler: İngiltere, her daim Batı Asya için sefalet, fesat ve tehdit kaynağı olmuştur.
Bugün bölgede iki farklı irade birbiriyle çatışma halindedir; ‘‘Vahdet İradesi ve tefrika iradesi’’ bu hassas vaziyette birleştirici bir unsur unvanıyla Peygamber Efendimizin (s.a.a) ilahi öğretilerine ve Kur’an’a sarılarak, İslam âlemi ve Müslümanları içinde bulundukları sıkıntıdan kurtarabiliriz.
Peygamber efendimiz (s.a.a) ve İmam Sadık’ın (a.s) mübarek kutlu doğumlarını tebrik eden İmam Hamaney, sözlerini şöyle sürdürdü: İslam peygamberinin varlığının önemi öyle bir haddedir ki Yüce Allah, Kur’an’ı Kerim de vermiş olduğu bu benzersiz nimetten dolayı insanlığa lütufta bulunduğunu zikretmiştir.
İnkılap Rehberi, Kur’an’ın tabiriyle «رحمةً لِلعالمین» Peygamber efendimizin (s.a.a) âlemlere rahmet olarak gönderildiğini ve öğretilerinin tüm insanlığın kurtarıcısı olduğunu belirterek, sözlerine şöyle devam etti: İnsanlık düşmanları ve zorba güçler, saadete ulaştıran bu öğretilerle muhalefet etmekteler, işte bu sebepten dolayı Yüce Allah peygamberine (s.a.a) münafıklar ve kâfirlerle anlaşmaya varma konusunda uyararak, onlara karşı set davranmasını ve cihat etmesini emrediyor.
İnsanlık ve İslam düşmanlarına karşı cihat etmek; bazen askeri olarak, bazen siyasi olarak, bazen kültürel olarak veya hatta bilimsel olarak gerçekleşebilir, Müslüman halklar özellikle de gençler ve dini tebliğ edenler, son peygamberin ilahi öğretilerini okuyarak tanımalı ve hayat bahşeden bu mecmuadan faydalanmalıdır.
Müslüman devletler ve milletler birlik ve beraberlik sağlayabilirlerse, Amerikalılar ve Siyonistler kendi isteklerini Müslümanlara yaptıramazlar ve Filistin meselesini unutturma komploları da boşa çıkar.
İçinde bulunduğumuz durum hasebiyle, İngiliz Şiiliği ve Amerikan Sünniliği aynı bir makasın iki kenarı gibi fitne ateşini körükleyerek, ihtilaf çıkarmaya çalışmaktadır.
İngilizlerin izlemiş olduğu eski ve kadim siyaset yani; ‘‘Tefrika çıkar hükümet et’’ İslam düşmanları tarafından ciddi olarak uygulanmaya çalışılmaktadır.
Şii ve Sünni tüm İslami fırkalar, ihtilafları bir kenara bırakarak, Kâbe, Kur’an ve İslam peygamberini vahdet eksenli dayanışma unsuru olarak ele almalıdır.
Zahiren İslami olan ülkeler, neden düşmanların sözlerini söyleyerek ve İslam dünyası içerisinde düşmanlık ve tehdit oluşturarak onların siyasetlerini takip etmekte?
İnkılap Rehberinin konuşmasından önce İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Dr. Hasan Ruhani’de günün önem ve anlamını belirten kısa bir konuşma yaptı.
Programın sonunda İslami Vahdet Konferansı’na katılan bazı davetliler, İmam Hamaney ile yakından görüşme fırsatı buldu.