کارگر

کارگر


Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı (UNCTAD)’ın Teknoloji ve Lojistik Başkan Yardımcısı Shamaka Sirinanne, Tahran’da İran Cumhurbaşkanlığı Bilim ve Teknoloji Bölümü’nde yaptığı konuşmada, 10 yıldan bu yana İran’ın bilim, teknoloji ve yenilik alanında ciddi derecede geliştiğini duyurdu.

UNCTAD örgütünün dünyadaki teknoloji politikaları araştırdığını belirten Shamaka Sirinanne, İran’ın petrol ve doğalgaz bakımından geniş kaynaklara sahip olduğunu, ancak İran’ın aynı kaynaklara sahip olan diğer ülkelere göre, doğal kaynaklara daha az bağımlı olduğunu ifade etti.

Sirinanne, İran’ın insan kaynakları ve ekonomik bakımından da kayda değer potansiyellere sahip olduğunu kaydederek, “İran’da bilim ve teknolojinin geliştirilmesi için özel sektörün kapasiteleri değerlendirilmeli. Ayrıca küçük ve orta ölçekli şirketlerine finansal destek sağlanmalıdır” dedi.

İran’ın bilim ve teknolojisinin farklı alanlarında da çalışması gerektiğini vurgulayan BM yetkilisi, E-ticaret ve bilgi tabanlı ekonomisinde İran’ın bir çok mesafe katettiğine dikkat çekti.

Namaz bireysel ve toplumsal birçok derdin dermanıdır. Bu fariza hakkıyla eda edilmemiştir. Hepimiz namazı ayakta tutma sorumluluğunda ortağız.

İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney, 25. Ulusal Namaz Zirvesi için yayımladığı mesajında, herkesin namazı ikame etmede sorumlu olduğunu vurguladı ve şunları söyledi: Hepimiz namazı gerektiği şekilde tanımalıyız ve tanıtmalıyız ve namaza karşı şahsi amelimizi de her geçen gün daha da ilerletmeliyiz.

İran İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamaney’in mesajı, Elborz eyalet temsilcisi ve Kereç Cuma imamı Hüccetü’l-İslam ve’l Müslimin Hüseyni Hamedani tarafından kıraat edildi.

Bismillahirrahmanirrahim

Namaz, İslam ümmetinin yüzüne açılmıştır öyle ki; namaz sayesinde Allah’ın rahmetine ve hidayetine ulaşılabilir ve İnsan yaşantısını bereket ve hayır ile dolu doğru bir yöne yönlendirebilir.

Her şahsın manevi sağlığı namaza bağlıdır ve her toplumun pak bir yaşantıya sahip olması ve doğru yola ulaşması, sadece ve sadece namaz sayesinde muhakkak olur.

Zaten Kur’an ve Nebevi Sünnette namaza bu kadar önem verilmesinin nedeni; Müslüman bireyin ve toplumun yüzüne açılan bu rahmet kapısından faydalanılacak fırsatı elden vermemek içindir.

Yıllardır bu slogan İran İslam Cumhuriyetinde el üstünde tutulmaktadır:

الَّذینَ إِن مَکَّنّاهُم فِی الأَرضِ أَقامُوا الصَّلاة...

Onlar öyle mükemmel insanlardır ki şayet kendilerine dünyada hakimiyet nasib edersek namazlarını hakkıyla ifa eder (Hac Suresi, Ayet 41)

Bu zirve yıllardır yorulmak bilmeyen alim ve mücahit Sayın Hüccetü’l-İslam ve’l-Müslimin Kıraati’nin himmet ve çabaları sayesinde düzenlenmektedir ve namazı yaymak ve namazlarımızın keyfiyet ve içerik açısından gerekli yere ulaşması için tavsiyeler tekrar edilmektedir.

Tüm bunlara rağmen, bireysel ve toplumsal dertlere derman olan bu ilahi farizanın hakkıyla eda edilmediğini itiraf etmeliyiz.

Biz yetkililer, biz konuşmacılar, ülke işlerinde önde gidenler, Biz din alimleri, dini öğreten ve tebliğ edenler ve tüm halk kesimleri, namazı ayakta tutma sorumluluğunda ortağız.

Hepimiz himmet etmeliyiz öyle ki; namazı kendine layık konuma yani; Kur’an ve Hadis’in diliyle tanımalıyız, tanıtmalıyız ve şahsi amelimizi ona mütenasip bir şekilde yüceltmeliyiz.

Hepinizin, özellikle de Sayın Kıraati’nin başarılarının devamını yüce Allah’tan temenni ederim.

Ve’s-Selamu Aleykum ve Rahmetullah

Seyyid Ali Hamaney

8 Aralık 2016 Perşembe 

1968'de Yemen'de dünyaya gelen İsam el-İmad, Suudi Arabistan üniversitelerinde tahsil görmüş ve Bin Baz gibi önde gelen Selefi ulemasından ders almış bir Vahhabi âlimi iken, Şia ile tanışmasının ardından bu mezhebe geçmişti. 1989 yılından beri Kum'da tahsilini sürdüren Dr. İsam el-İmad pek çok kitap kaleme almış önemli bir muhakkiktir.

11. mesele: Abdulvehhab'ın "Tevhid" kitabı yüzünden bir milyondan fazla insan öldürüldü

Suudi Arabistan'da bulunduğumuz günlerde, bizi etkisi altında bulunduran önemli bir mesele vardı. Bütün Müslümanlar tevhid hakkında kitaplar yazıyor? Meşhur âlimlerden tevhid kitabı yazmayan bir tek kişi bile yok. Peki, hakkında kitaplar yazılan tevhid ne demek? Eğer vahdet sağlamak için tevhid kitapları yazılarak Kur'an-ı Kerîm tefsir ediliyorsa, öyleyse niçin diğer tevhid kitapları Abdulvehhab'ın tevhid kitabı kadar İslam dünyasında gürültü ve kargaşa yaratmadı. Söylemek istediğim şu; İmam Gazali et-Tûsi, Kur'an şehidi Seyyid Kutup, Taberî, Ahmed bin Hanbel gibi birçok âlimin kaleme aldığı tevhid kitapları nedeniyle niçin tek bir Müslüman dahi öldürülmedi? 

Hiç düşündünüz mü bunca âlimin tevhid kitapları için tek bir Müslüman'ın dahi kanı akmamışken, niçin Muhammed Abdulvahhab'ın tevhid kitabı için bir milyondan fazla Müslüman öldürüldü? Size soruyorum, binlerce Müslüman'ın öldürülmesine sebep olan bir kitap fitne kitabı değildir de nedir? Nasıl olur da bir tevhid kitabı Müslümanlar arasında fitneyi yaygınlaştırır? Niçin Abdulvahhab'ın kitabı dışında yazılan binlerce tevhid kitabı İslam dünyasında böylesine bir gürültü koparmadı? Ben Selefi kardeşlerimden, Müslümanlar arasındaki fitnenin sebebi olmamaları için bu sorunun cevabını vermelerini rica ediyorum.

 

12. mesele: İbn Teymiyye'nin Hz. Fatıma'yı (a.s) suçlaması

Daha önce kısaca bahsettiğimiz gibi, İbn Teymiyye ve Vehhabiler, açık ve gizli nasıbilik (Ehl-i Beyt düşmanlığı) arasındaki ince ayrımın farkında değiller. Çünkü onlar, Selefi olduğum günlerde benim de düştüğüm bir hataya düşerek, Hz. Muhammed'in Ailesini sevdiklerini düşünüyorlar. İşte gizli nasıbiliğin sorunu, kişinin aslında Ehl-i Beyt'e düşmanlık ettiğini bilmemesidir. Sana'daki İslam Enstitüsü ve Muhammed Suud Üniversitesi'nde eğitim gördüğüm günlerde, Muhammed Zahir Şah'ın kitaplarını ve İbn Teymiyye'nin "Minhac" eserini insanlara dağıtıyorduk. Biz farkında değildik, ancak bu kitaplar dolaylı yollardan gizli Ehl-i Beyt düşmanlığı içeriyordu. Zahir Şah'ın kitabında, Fatıma (s.a.a) ve çocukları İslam'ın "beşinci kolu" olmakla suçlanıyordu. İslam'ın beşinci kolunu münafıklar oluşturur. 

Suudi Arabistan'da iken, aynı itikada sahip olduğumuz (Vehhabilik) bir grup arkadaşım ve Şeyh Hasan Hakimi'nin katılımı ile toplantılar düzenliyorduk. Bu toplantılarda hepimiz Hz. Fatıma'nın İslam'a karşı düşmanca bir cephe oluşturduğunu düşünüyorduk. Niçin? Çünkü biz, İslam'ın Ebubekir ve Ebubekir'in de İslam olduğuna inanıyorduk. Dolayısıyla İslam'a (Ebubekir'e) itiraz eden herkesi münafık sayıyorduk. Öte yandan, Hz. Fatıma'ya dair onlarca sayfalık faziletlerin varlığı bizim Ehl-i Beyt'e düşmanlık ettiğimizi anlamamızı da engelliyordu. Dünya kadınlarının efendisi Hz. Fatıma'nın etrafında birleşmenin ne demek olduğunu bilmiyorduk. Daha da ileri gidip, Fatıma'nın (a.s) münafık bir grup oluşturduğunu söylüyorduk. 

İbn Teymiyye "Fatıma zahiddir, Ehl-i Kisa'dandır..." diyor ancak O'nu münafıklara benzetiyor ve diyor ki "Fatıma (a.s) Ebubekir'e gidip sadaka istedi ve (Allah'a sığınırım) bunu daha önce münafıklar yapıyordu. Resulullah (s.a.a) onları reddediyor ancak münafık olduklarını açıklamıyordu." Buna karşın Fas İmamı Sıddık el-Ğimari, İbn Teymiyye'nin bu ifadesinin Hz. Fatıma'yı küçümsemek için söylenmiş bir yalan ve iftira olduğunu vurgulayarak Fatıma'nın (a.s) münafıklık ile itham edildiğini açıklıyor. Bunu ben değil, İmam Ğimari söylüyor. Vehhabi kardeşlerimiz, Ğimari'nin İbn Teymiyye'ye karşı adaletsizlik ettiğini öne sürüyorlar. 

Ben de buradan diyorum ki, hayır! Ben İbn Teymiyye'nin cemaatinde yer aldım ve o, Hz. Fatıma'nın Ebubekir'den sadaka istediğini söyleyerek (!) O'nu münafıklara benzetiyordu! Burada çok büyük bir problem var. Zahir Şah da aynı şekilde "Resulullah'tan (s.a.a) sonra Hz. Fatıma İslam'ın beşinci kolunu oluşturdu ve İslam'ı (Ebubekir) kalbinden bıçakladı" diyerek, Ebubekir'in yanında konum almadığı için Hz. Fatıma'yı İslam'a ihanetle suçluyor! Tüm bunlar ben ve benimle birlikte Muhammed Suud Üniversitesi'nde eğitim gören kardeşlerimin, Hz. Fatıma'ya (s.a.a) karşı yaptığımız haksızlıklarımızın sebebidir.

 

13. mesele: Cabir'i doğrularken Hz. Fatıma'yı (a.s) niçin yalanlıyorsun?

Bu bölümde, daha önce de bahsettiğim açık ve gizli nasıbiliği (Ehl-i Beyt düşmanlığı) biraz vurgulamak istiyorum. Nasıbilik bir aldatmadır, açıkça düşmanlıktır. İnsanı, Hz. Muhammed'in Ailesi hakkındaki yanlış düşünceleri doğru gibi algılamaya götürüyor. Fatıma'nın (a.s) hata ettiğine inandırıyor. Onlar Fatıma (a.s) için önce "selamullahi aleyha" diyor, ardından O'nu kötülüyor ve münafık olduğu (Allah'a sığınırım) yönünde iftiralar atıyorlar. İbn Teymiyye'nin yolunu takip ettiğim Vehhabilik günlerimde biri gelip bana Ehl-i Beyt düşmanı bir nasıbi olduğumu söyleseydi, onunla savaşırdım. Neden? Çünkü ben Fatıma'nın (a.s) dört faziletini kabul ettiğimde nasıbilikten çıktığımı zannediyordum. Ama ne yazık ki, Peygamber Efendimizin pak kızını yalancılıkla suçladığımın farkında bile değildim. Münafıklık ile suçlayan, yalancılık ile niçin suçlamasın? Bakın bu konu miras meselesi değildir. Bu, Hz. Fatıma'nın yalancılık ile suçlanması meselesidir. 

Fatıma (a.s) Rasulullah'ın (s.a.a) vefatından sonra Ebubekir'den hakkı olan Fedek payını istedi. Ebubekir ise, buna (Fedek'in babası tarafından Fatıma'ya bırakıldığına) şahit getirmesi gerektiğini söyledi. Bu ne demek? Hz. Fatıma, Rasulullah'ın (s.a.a) Fedek arazisini kendisine hibe ettiği ve verdiği yönünde şahit getirdi. Çünkü Fedek, savaş olmadan, at sürmeden ve yolculuk yapılmadan alınan bir araziydi. Bu sebeple arazi sadece Nebi'nin idi. Akraba ayeti nazil olduğu vakit, -“Ben sizden, peygamberlik görevime karşılık bir ücret istemiyorum. İstediğim ancak akrabalık sevgisidir" (Şura, 23)- Fedek Fatıma'ya verilmiştir. Buna önce Fatıma (a.s) şahitlik etti, ardından Hasan (a.s), Hüseyin (a.s) ve İmam Ali (a.s) şahitlik ettiler. Ancak hiç birinin şahitliği kabul edilmedi! 

Çocukluk yıllarımda öğrendiğim bu olay, benim üzerimde büyük etki bırakmıştı. Ben Peygamber kızı Fatıma'yı (a.s) zihnimde haşa yalancı olarak tasvir ediyordum! Çünkü bu olaya bakılırsa O, yalan söylemişti! Dolayısıyla bu konu, bir toprak parçası meselesinden çok öte, Seyyide Fatıma'nın şahitliğinin kabul edilmeyerek yalancılıkla suçlanması meselesidir. 

Çok gariptir ki biz Vehhabi üniversitelerinde başka bir konuyu da tam olarak şöyle öğrenmiştik: Cabir el-Ensari (r.a) aynı dönemde Ebubekir'e gelip, Rasulullah'ın (s.a.a) kendisine vaad ettiği bir takım şeyleri istedi. Ebubekir bunu tek bir şahit bile istemeden kabul etti. Öyleyse niçin Cabir'in sözüne güveniyor da Hz. Muhammed'in kızı Fatıma'yı (a.s) yalancılık ile suçluyorsun? 

 

14. mesele: İbn Teymiyye'nin Âl-i Muhammed'e (s.a.a) düşman bir ailede doğması

Suudi Arabistan'daki İmam Muhammed İbn Suud Üniversitesi'nde eğitim gördüğümüz sırada, İbn Teymiyye'nin "Minhacü's-Sünne" kitabında dikkatimi çeken bir şey vardı. Kitapta Hz. Fatıma hakkında çok garip sözler kullanılıyordu. Örneğin, "kusurlu, ayıplı" kelimesi Hz. Fatıma (a.s) için çok kullanılırdı. Burada çok tehlikeli bir sorun var ki, o da bizim Vehhabi enstitülerinde aldatılmış olmamızdır. Biz Fatıma'nın (a.s) faziletler denizinde "kusurlarını" zikrediyorduk! Bu gizli nasıbiliktir ve bana kalırsa, gizli düşmanlık açık düşmanlıktan çok daha tehlikelidir. Çünkü Ehl-i Beyt'e açık şekilde düşmanlık edeni gördüğünde insana yanlış bilgileri tanımanın kapısı açılır. Ancak bir kişi Muhammed'in (s.a.a) Âl'ini sevdiğini düşünüyorken diğer yandan bu aileye iftiralar atabiliyorsa, gizli nasıbiliğe düşmüştür. Başka bir deyişle, Muhammed (s.a.a) Âl'ine karşı nasıbilik ve düşmanlık ediyordur. 

Vehhabi olduğum günlerde, birçok Selefi kardeşimin Hz. Muhammed'in Ailesine düşmanlık ettiklerinin farkında bile olmadığını gördüm. Niçin bu düşmanlık fark edilemiyordu? Çünkü, İbn Teymiyye, "Minhac" kitabında ve diğer eserlerinde onlarca sayfa boyunca Hz. Fatıma'nın faziletlerinden bahsediyordu. Kitapta "Fatıma (s.a) dünya kadınlarının efendisidir, Kisa Ehli'ndendir (Âbâ Ehli), çok faziletlidir, cennetliktir" diyor, ardından haşa "ancak o çok hastalıklıydı" (kusurlu) diyordu. İşte bu gizli düşmanlıktır. Açık nasıbi olan kişi, Hz. Fatıma için lanet okur, insanlar da onun Ehl-i Beyt düşmanı olduğunu ve hata içinde olduğundu anlar, ondan uzaklaşırdı. Ancak İbn Teymiyye, "Seyyide Fatıma (r.a) cennet ehlidir, Rasulullah'ın (s.a.a) kızıdır, kisa ehlidir, dünya kadınlarının efendisidir, temizdir, faziletlidir, müminedir ancak o kusurludur" diyor ve sonra "kusurlarını" (!) saymaya başlıyor. Bu apaçık bir aldatmadır. 

Biz Vehhabi iken, Fatıma'yı (a.s) sevmekte aşırı giden rafıziler ile Fatıma'ya (a.s) düşmanlık eden nasıbiler arasındaki doğru yerde olduğumuzu düşünüyorduk. Yani biz, bu iki aşırı konumun tam ortasında olduğumuzu zannediyorduk. Bu anlattıklarımı insanların etraflıca düşünmelerini diliyorum. İbn Teymiyye'nin eserlerini incelerken, Hz. Fatıma ile ilgi sadece faziletleri hakkında yazılanları göz önünde bulundurmasınlar. Çünkü bana kalırsa İbn Teymiyye bu konuda hata ettiğini kendisi dahi bilmiyorken okuyucularının bunu anlaması çok zordur. Bu bağlamda İmam Zehebi, İbn Teymiyye için, "O, kendisine Âl-i Muhammed'e (s.a.a) nefreti öğreten bir ailede doğdu" sözlerini kullanıyor. Bu sebeple İbn Teymiyye, Âl-i Muhammed'e (s.a.a) düşman bir atmosferde yaşıyordu. Ancak Ehl-i Beyt'e düşman  olduğunu kendisi bile bilmiyordu.

 

15. mesele: Ehl-i Kisa'nın tanıklığı niçin kabul edilmedi?

Daha önce de vurguladığım gibi, açık ve gizli nasıbilik (Ehl-i Beyt düşmanlığı) sorunu Vehhabi toplumunun yaşadığı en büyük açmazlardan biridir. Selefilerin büyük çoğunluğu, Fatıma Zehra'ya (a.s) haksızlık ettiklerini anlamıyorlar. Ben de aynı şekilde bunun farkında değildim. Buradan tüm dünyadaki Selefi kardeşlerime, Cabir (r.a) ve Fatıma (a.s) hadiselerini iyi mukayese etmeleri çağrısında bulunuyorum. Cabir, Hz. Muhammed (s.a.a) dünyadan göç ettikten sonra geldi ve Ebubekir'e, "Rasulullah bana denizden dönersen sana şunları vaad ediyorum dedi" diyerek hakkını istedi. Cabir'in şahitliği yeterli görüldü ve başka şahit istenmedi. Öyleyse aynı mevzuda Hz. Muhammed'in temiz kızı niçin yalancılıkla suçlandı? 

Biz Fatıma (a.s) kadın sahabelerdendir diyoruz. İmam Askalani'nin "el-İsabe" kitabında zikrettiği gibi, Fatıma Muhammed'in (s.a.a) ashabındandı. Yine Askalani'nin Buhari şerhinde, Cabir el-Ensari'nin şahitliğinin kabul edildiği, çünkü onun sahabe olduğu ve sahabelerin her birinin iki şahit kabul edildiği yazıyor. Bu sebeple ikinci şahide gerek kalmıyor. Ben Ehl-i Sünnet ve Selefi âlimlerine şunu söylemek istiyorum, eğer bir sahabenin şahitliği iki kişinin yerine geçiyorsa, öyleyse Fatıma'nın (a.s) şahitliği niçin kabul edilmedi? Niçin kendisine şahit getirmesi istendi? Ardından cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin şahit oldu, sonra Ümmü Eymen şahit oldu ancak hiçbiri kabul edilmedi. Bu, bizi düşünmeye davet etmiyor mu? Eğer siz Ebubekir'in Cabir el-Ensari'nin şehadetini kabul etmesinin, bir sahabenin iki sahabeye denk olduğunu gösterdiğini ve başka şahide ve yemine ihtiyaç duymadığını söylüyorsanız, öyleyse niçin Kisa Ehlinin şahitliği kabul edilmedi? Muhammed'in (s.a.a) Ehl-i Beyt'inin değeri bu kadar mıydı? 

Çeviri: Merve Soydaş Gök

On birinci İmam Hz. Hasan Akseri’nin (a.s) şehadetinden sonra, beşeriyetin kurtarıcısı Hz. Mehdi’nin (a.f) imamet dönemi başlamış oldu.

Ellahumme kun li veliyyikel-Huccetibnil-Hasen sala atuke aleyhi ve ala abaihi fi hazihissaeti ve fi kulli daeti veliyyen ve hafizen ve qaiden ve delilen ve aynen hatta yuskinehu erzeke tav’an ve tumettiahu fiha tavilen. Bi rahmetike yaerhamerrahimin.

Hicri 260 yılından 329 yılına kadar yani 69 yıllık süre, İmam Mehdi’nin (a.s) “Gaybet-i Suğra” –küçük gizlilik- dönemidir.[1] O tarihten itibaren Hz. Mehdi’nin (a.s) zuhur edeceği zamana kadar geçen süreç “Gaybet-i Kübra” -büyük gizlilik- dönemidir.

Gaybet-i Suğra’da halkın İmam Mehdi (a.s) ile irtibatı tamamen kesilmemekle beraber sınırlıydı. Ehl-i Beyt dostları, Ehl-i Beyt mektebinin büyüklerinden olan “özel naipler” vasıtasıyla sorunlarını İmam’a iletip cevap alabiliyorlardı. Bu dönem, halk ile İmam arasındaki irtibatın tamamen kesildiği ve halkın, İmam’ın genel vekilleri olan Ehl-i Beyt mektebine bağlı müçtehit ve fakihlere başvurmakla görevlendirildiği “Gaybet-i Kübra” dönemine bir hazırlık olarak tanımlanabilir.

Eğer Gaybet-i Kübra ansızın ve birden gerçekleşseydi, düşüncelerin sapmasına ve zihinlerin onu kabullenmemesine sebep olabilirdi; ama Gaybet-i Suğra müddetince zihinler yavaş yavaş hazırlık kazandı ve daha sonra Gaybet-i Kübra başladı. Yine Gaybet-i Suğra zamanında, özel naipler vasıtasıyla İmam (a.s) ile sağlanan irtibat ve bu süreç zarfında Ehl-i Beyt dostlarından bazılarının İmam Mehdi (a.s)’ın huzuruna varmaları, onun doğum ve hayatı meselesini de daha fazla sabitleştirdi. Eğer Gaybet-i Kübra bunlardan önce olmuş olsaydı, belki de bu mesele bu kadar açık olmayacak ve bazıları şüpheye düşecekti. Allah Teala kendi hikmetiyle, (Peygamber (s.a.a) ve İmamlar (a.s)’ın da bildirdikleri gibi) Ehl-i Beyt izleyicilerinin İmamlara olan inançlarının sarsılmaması, Hz. Mehdi (a.s)’ı ve ilahi kurtuluşu beklemeleri, gaybet zamanında Allah’ın dinine sarılıp kendilerini eğitmeleri ve İmam Mehdi (a.s)’ın kıyamı için Allah’ın emri gelinceye kadar dini vazifelerini yerine getirmeleri için, tam gaybete hazırlık gayesiyle kısa müddetli “Gaybet-i Suğra” ve ondan sonra uzun müddetli “Gaybet-i Kübra” olmak üzere, İmam Mehdi için iki çeşit gaybet takdir etti.

Gaybet-i Suğra zamanında Ehl-i Beyt büyüklerinden dört kişi İmam Mehdi (a.s)’ın özel naibi olmuştur. Onlar İmam’ın huzuruna gider, halkın sorularını İmam’a iletir, İmam’ın da mektupların kenarına yazdığı cevapları halka iletirlerdi.

Bu dört naibin dışında İmam (a.s)’ın çeşitli şehirlerde de vekilleri vardı; onlar da bu dört naip vasıtasıyla halkın meselelerini İmam (a.s)’a ulaştırıyorlardı. İmam (a.s) tarafından onlara mektup ve fermanlar çıkarılmıştı.[2] Merhum Seyyid Muhsin Emin’in belirttiği gibi, dört kişi mutlak ve umumi temsilci idiler, diğerleri ise bazı hususi işler için görevlendirilmişlerdi. Bu vekiller arasında Ebu Hüseyin Muhammed bin Cafer bin Esad, Ahmed bin İshak-ı Eş’ari, İbrahim bin Muhammed-i Hamedani ve Ahmed bin Hamza bin Yesee gibi müminler vardır.[3]

[1] – Rahmetli Seyyid Muhsin Emin “A’yan’uş Şia” adlı eserinde Gaybet-i Suğrayı 74 yıl olarak kabul etmiş ve onun başlangıcını İmam Mehdi’nin doğumundan hesaplamıştır. (c.4, 3. kısım, s.15).

[2] – el-Mehdi, s.182.

[3] – A’yan’uş-Şiâ, c.4, üçüncü bölüm, s.21.

İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanı Mahmud Alevi yaptığı açıklamada; IŞİD komutanı Ebu Ayişe Kürdi’nin İran İstihbarat Bakanlığı elemanları ile teröristler arasında çıkan çatışmada öldürüldüğünü ifade etti.

Söz konusu başarının, İran İstihbarat Bakanlığı elemanları ile tüm güvenlik güçleri arasındaki  koordine sağlanarak gerçekleştirildiğini belirten İran İslam Cumhuriyeti İstihbarat Bakanı, İran’da intihar saldırılarında bulunmak isteyen tüm terör elemanlarının belirlendiğini ve düşmanın bu gibi terör girişimleri ile ülkenin güvenlik ve huzurunu bozmasına izin verilmeyeceğini söyledi.

İran güvenlik güçlerinin, ülkenin güvenliğini yok etme fırsatı ve imkanının düşmanlara vermeyeceklerini belirten Alevi, ayrıca toplumda ahlakın yayılması zaruretini hatırlatarak, İslam İnkılabı’nın İran toplumunda nebevi ahlak ve kültürün, sevgi ve muhabbetin yayılması temelleri üzerine kurulduğunu bildirdi.

Irak konuları uzmanlarından Talip El Rumahi Tesnim Haber Ajansı’na verdiği röportajda; Irak Parlamentosu’nda Haşd-i Şaabi yasasının onaylanmasının ardından Irak halkının Haşd-i Şaabi hakkındaki görüşüyle ilgili olarak şunları söyledi:

“Haşd-i Şaabi konusu Irak’ta halk ve siyasi gruplar için çok önemlidir. Çünkü bu kuvvetler Irak merceiyyetlerinden olan Ayetullah Sistani’nin çağrısı üzere kurulmuştur. Bu ordunun evlatları ülkelerini savunmak için IŞİD ile mücadeleye başlamış, tekfirci terör örgütüne ağır darbeler vurmuş ve Irak’ın birçok bölgesini teröristlerden temizlemiştir.
 
Buna rağmen ülkede bazıları Haşd-i Şaabi yasasının onaylanmasına karşı çıkıyorlar ve bu yeni bir konu değildir. Bu muhalefetler bazı Sünni milletvekilleri tarafından yapılmaktadır. Bu kişiler dolaylı olarak IŞİD ve bazı bölge ülkeleriyle irtibat halindedir. Ama onlar Haşd-i Şaabi yasasının uygulanma aşamasına engel olamazlar.”
 
Haşd-i Şaabi yasasının onaylanması Irak milli birliğini güçlendirmiştir
 
El Rumahi, “Acaba Irak Parlamentosu’nda Haşd-i Şaabi yasasının onaylanması, bu ülkede milli birliği güçlendirdi mi?” sorusunu şöyle yanıtladı: “Evet, bu yasasın onaylanması ülkedeki milli birliğin lehineydi. Çünkü Haşd-i Şaabi yasası Sünni ve Kürt milletvekillerinin olumlu oy kullanmasıyla onaylandı.
 
Bu milli birliğin güçlenmesi ve doğrudan ya da dolaylı olarak IŞİD ve bazı bölge ülkeleriyle ilişki halinde olan milletvekillerinin de bu milli birliğe katılması halinde, Irak halkı teröristlerin eylemelerinden kurtulacaktır. Irak’ta Ehl-i Sünnet ’in birçok milletvekili, Kürtler, Hristiyanlar ve Yezidiler gibi mezhebi topluluklarla birlikte Haşd-i Şaabi yasasına olumlu oy kullanmışlardır. Ben Haşd-i Şaabi yasasının ülkedeki milli birliğin güçlenmesi adına atılmış önemli bir adım olduğuna inanıyorum.
 
Haşd-i Şaabi yasasının kabul edilmesi Riyad, Ankara ve Doha’yı mutlu etmedi
 
El-Rumahi, Türkiye ve Arabistan’ın Irak Parlamentosu tarafından Haşd-i Şaabi yasasının onaylanmasına tepkisi hakkında şunları söyledi:

“Bu yasanın onaylanması birçok Iraklının menfaatinedir. Haşd-i Şaabi’ye,  IŞİD’nin kökünü Irak’tan kazıma izini vermektedir. Bu Arabistan, Katar ve Türkiye’yi memnun etmeyen bir konudur. Irak halkı onların hoşnutsuzluğunu önemsememektedir.

Amerika’nın tepkisi hakkında ise şunu söylemek gerekir ki, her ne kadar Beyaz Saray Haşd-i Şaabi’nin Musul’u kurtarma operasyonlarına katılmasına karşı çıksa da Haşd-i Şaabi yasasının onaylanması konusunda bir muhalefet göstermemiştir.

Bu yüzden bu yasanın onaylanması siyasi ve askeri olarak Irak ve Amerika’nın lehine gibi görünüyor. Çünkü Haşd-i Şaabi en güçlü askeri kuvvettir. Ramadi ve Tikrit’i terörist grupların işgalinden kurtardığı gibi, Musul’u kurtaracak güce de sahiptir.

 

Irak Halkı Açısından Haşd-i Şaabi Nasıl Bir Yapılanmaya Sahip? 
 
Iraklı siyasi konular uzmanı ve yazar Ebu Faras El-Hemedani Tesnim Haber Ajansı’na verdiği röportajda Irak Meclisi tarafından Haşd-i Şaabi’nin tüzel bir kuruluş haline gelmesinin onaylanmasına değindi.

Haşd-i Şaabi en zor durumlarda Irak topraklarını ve halkın namusunu savunmuştur

Ebu Faras söz konusu röportajda şunları söyledi: “Irak meclisinin bu eylemi milli bir görevdi. Çünkü Haşd-i Şaabi kuvvetleri çok zor şartlarda Irak topraklarını ve halkın namusunu korumuştur. Haşd-i Şaabi bu kanundan daha fazlasına layıktır. Bu kanunun onaylanması çok gecikmiştir.

Diğer bir husus ise, bu kanunun onaylanmasının cesur milli bir duruş olmasıdır. Bu kanunu onaylayanlar 209 kişiydi ve bunlardan 146 kişi Ulusal Koalisyon’dan, 10 kişi El-Kuve Birliği Koalisyonu’ndan, 25 kişi Kürt Koalisyonu’ndan ve geri kalan 10 kişi de Türkmen, Sünnilerden ve Hristiyan, Yezidi ve Saibi gibi diğer azınlık gruplardandı.

Bazı Arap ülkelerinde yapılan medyada propagandalarının aksine, biz bu kanunun onaylanması konusunda ulusal bir birliğe sahiptik. Mecliste böylesi bir birlik ilk kez yaşanmış ve 209 milletvekili bu kanun onaylanmasına oy vermiştir. Mecliste toplam 238 milletvekili bulunmaktadır. Bu bir zaferdir.

Irak halkının iradesi IŞİD eksenin iradesini bastırmalıdır. IŞİD sadece Musul’da bulunan bir savaşçılar topluluğu değil, kendilerini destekleyen ülkelerin plan ve komplosudur. Amerika Başkan Yardımcısı Joe Biden kısa bir süre önce yaptığı konuşmada, “Bizim bölgedeki müttefiklerimiz Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve Türkiye’dir. Onlar Radikalizmi desteklemektedirler” ifadesinde bulunmuştu.

 

Haşd-i Şaabi Irak halkının vicdanı ve onurudur

Ebu Faras sözlerinin devamında bazı uydu kanallarının Haşd-i Şaabi’ye karşı kapsamlı bir şekilde propaganda başlatması hakkında şunları söyledi:

“Bu konunun nedeni Haşd-i Şaabi’nin büyük komploları etkisiz hale getirmesidir. Haşd-i Şaabi bölgeyi bölmek için yapılan büyük planları yok etmiştir. Bu yüzden bu kuvvetlere saldırılmaktadır. Şu an Irak gücünü yeniden kazanmıştır. Irak hükümeti şimdi Bağdat etrafında bile hakimiyeti olmayan 2014 yılındaki durumundan çok farklıdır.

O yıl Irak hükümetinin sadece Bağdat’a hakimiyeti vardı ve Bağdat dışındaki bölgeler IŞİD’in kontrolü altındaydı. Şimdi Irak hükümetinin Ramadi, Selahaddin ve Musul’da ülke sınırlarına ve bütün Irak topraklarına hakimiyeti bulunmaktadır. Bu durum Irak’ın zayıflamasını isteyen ülkeler tarafından kabul edilememektedir.

Özetle söylemek gerekirse, Haşd-i Şaabi Irak halkının vicdanı ve onuru sayılmaktadır. Irak halkının gönlünü kazanmaya çalışan herkes bunu Haşd-i Şaabi kanalıyla yapmalıdır. Her kim Haşd-i Şaabi’ye düşmanlık gösterirse Irak halkına düşmanlık göstermiştir ve her kim Haşd-i Şaabi’ye ihanet ederse, bu ihanet ilk aşamada merceiyyete yapılmış bir ihanettir. Çünkü bu kuvvetlerin kurulmasını isteyen kişi Ayetullah Sistani’dir.

Haşd-i Şaabi’ye yapılan herhangi bir hakaret şehit ailelerine ve Haşd-i Şaabi’nin cesur savaşçılarına hakarettir. Biz Haşd-i Şaabi’ye yapılacak hiçbir hakareti kabul etmiyoruz. Bu kuvvetlere yapılacak her türlü hakaret, Irak halkının onuruna yapılmış bir hakarettir.”
IŞİD Musul’da çöktü, teröristler kaçmaya başladı

Ebu Faras El-Hemedani Musul cephesindeki son gelişmeler hakkında şunları söyledi: “Musul’daki bütün cephelerde ilerleme kaydedilmiştir. Ordu şimdi Musul Havaalanı’na yaklaşmak üzeredir. Haşd-i Şaabi kuvvetleri de 3 eksenden Telafer şehrini kuşatmıştır. Şu an IŞİD firar etmektedir ve askeri olarak kaybetmiş ve halihazırda komutanlarını idam etmektedir. Bu grup içeriden çökmüştür. Irak Başbakanı Haydar El-İbadi’nin de ifade ettiği gibi Musul’un bu yılın sonuna kadar kurtarılmasını umut ediyorum.”

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri, şimdiye kadar Nükleer Anlaşma’nın çeşitli boyutlarında batı ve Amerika tarafından verilen sözlerin yerine getirilmediğine şahit olunduğunu belirterek, “Verilen sözler yerine getirilmemeye devam ederse, İran planlanmış çözüm yollarını aktif hale getirecektir” dedi.

İran İslam Cumhuriyeti Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri Ali Şemhani, İran Petrol Bakanı’nın OPEC toplantısı için aldığı önemli kararların  Milli Güvenlik Konseyi’nde konuşulup konuşulmayacağına ilişkin şunları söyledi:

“Hayır. Bu konuda konuşulmayacaktır. Gerek de yoktur. Çünkü bu konu Petrol Bakanlığı’nı ilgilendirmektedir. Ama petrol üretiminin ve ihracat payının arttırılması gibi stratejik kararlar tamamen doğru kararlardır ve taktik olarak biraz ekonomik kayıplara neden olsa da stratejik olarak doğrudur.”

Ali Şemhani röportajın devamında, “Size göre İran petrol üretimini ne kadar arttırmalıdır?” sorusuna şöyle yanıt verdi: “Her ne kadar pazar çekişmeleri yaşansa da İran İslam Cumhuriyeti’nin petrol üretimi yaptırımlardan önceki kadar olacaktır.”

Şemhani, Trump’ın petrol politikaları ve bu politikaların İran petrol yatırımına etkisi hakkında şunları söyledi: “Donald Trump’ın Amerika Başkanı olarak seçilmesi ve Nükleer Anlaşma konusundaki seçim konuşmaları, petrol piyasalarını ve İran petrol sanayini etkileyebilir.”

Ali Şemhani Donald Trump ve danışmanının Nükleer Anlaşma’nın yeniden gözden geçirileceği yönündeki açıklamaları hakkında şu ifadelerde bulundu: “Ben Nükleer Anlaşma’dan ziyade, Trump’ın petrol politikalarının etkili olacağını düşünüyorum. Onun politikası petrol alanını genişletecek ve Amerika topraklarından petrol ihracatı ile ilgili sınırlamaları ortadan kaldıracaktır. Bu politika kesinlikle petrol piyasalarında etkili olacak ve petrol piyasalarındaki kırıcı gidişatta bozukluklara neden olacaktır ama tabi bu uzun vadeli olmayacaktır.”

Şemhani, Trump’ın seçilmesinin petrol sanayine yatırım üzerindeki etkisi hakkında da şunları söyledi: “Bu seçimlerin kısa ve uzun vadede etkileri farklıdır. Bazıları bu gibi öngörülerde bulunmuşlardır ama İran’ın özellikle petrol alanında istikrar bölgesi olduğunu unutmayınız. İran geniş bir pazara, jeopolitik olarak uygun bir ortama ve komşularına oranla istikrarlı bir güvenliğe sahiptir.  Bu gibi olumlu noktaların her türlü kötü niyete galebe edeceğine inanıyorum.”

Ali Şemhani Nükleer Anlaşma’nın ihlal edilme ihtimali hakkında şu ifadelerde bulundu: “Bizim manevra gücümüz caydırıcıdır. Nükleer Anlaşma konusunda çeşitli yollarımız var. İran şimdiye kadar Nükleer Anlaşmayı ihlal eden taraf olmamıştır. Uluslararası Atom Enerji Kurumu İran İslam Cumhuriyeti’nin Nükleer Anlaşma’da verdiği sözleri uygulamasıyla ilgili olarak yayınladığı raporda, İran İslam Cumhuriyeti’nin verdiği sözleri çok iyi bir şekilde uyguladığını belirtmiştir.

Şimdiye kadar Nükleer Anlaşma konusunda Amerika ve batı verdiği sözleri yerine getirmemiştir ve verilen bu sözlerin yerine getirilmemeye devam etmesi halinde İran planlanmış olan çözüm yollarını aktif hale getirecektir.”

İran Milli Güvenlik Yüksek Konseyi Sekreteri, “Acaba batı tarafının verdiği sözleri yerine getirmemesi ile ilgili olarak bir B planı oluşturdunuz mu?” sorusu üzerine şu açıklamalarda bulundu: “Bizim birçok seçeneğimiz bulunmaktadır. Ama kesinlikle bu uluslararası anlaşmayı ihlal edecek seçeneği başlatacak olan biz olmayacağız. Çünkü Nükleer Anlaşma uluslararası bir anlaşmadır ve taraflar verdikleri sözleri tutmalıdır. Biz endişelenmiyoruz. Çünkü karşı taraftan yapılacak her türlü olumsuz tepkiye karşı manevra gücüne sahibiz.”

Nükleer Antlaşmanın İhlali Karşısında Planlarımız Hazır
 İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi nükleer bilim adamı Şehit Şehriyari’nin ölüm yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada Amerika Kongresi’nin İran’a yönelik yaptırımları 10 yıl uzatması ile ilgili kararı değerlendirerek “Tasarının Barack Obama ve Senato tarafından imzalanarak kanunlaşması nükleer antlaşmanın ihlali anlamına gelir” dedi.

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani başkanlığında kurulan komitenin, İran’a yönelik yaptırımların uzatılmasına ilişkin tasarı ile alakalı tüm ihtimalleri ve analizleri ciddi bir şekilde takip ettiğini belirten Ali Ekber Salihi, antlaşmanın ihlal edilmesine ilişkin tüm olasılıkları değerlendirdiklerini kaydetti.

“Müzakerelere başladığımız ilk andan itibaren bir gün Nükleer Antlaşma’yı karşı tarafın ihlal edeceğini biliyorduk” diyen Ali Ekber Salihi ilerisi için gerekli öngörülere sahip olduklarını belirterek “Bu konuları alenen konuşamayız” açıklamasını yaptı.

“İmam Hamanei’nin de işaret ettiği gibi 1.5 yıl içerisinde zenginleştirilmiş uranyum kapasitemize ulaşmayı hedeflemekteyiz” diyen Salihi bu süre içerisinde Nükleer Antlaşma’ya ilişkin olası bir sorun ile karşı karşıya gelmek istemediklerini ancak böyle bir durumda en ağır tepkiyi göstermeye hazır olduklarını belirtti.

Nükleer Antlaşmayı uluslararası ilişkilerde yeni bir “paradaym evrimi” olarak nitelendiren Ali Ekber Salihi antlaşmanın İran İslam Cumhuriyeti dışında bölgeye ve tüm dünyaya fayda sağladığını belirterek “Tıpkı İmam Hamanei’nin işaret ettiği gibi karşı taraf sözünde durmadığı takdirde basiretli ve bilinçli bir şekilde yolumuza devam ederek tüm dünyaya Amerika’nın güvenilir olmadığını göstermiş olacağız” dedi.

Son olarak yeni Amerika Başkanı’nın sahadaki gerçekler ile hareket etmesini umut ettiğini belirten Salihi Amerika’nın BM tarafından onaylanmış bir antlaşmayı ihlal etmek istemediğini kaydederek “Nükleer Antlaşma sadece BM değil uluslararası 2231 yasası çerçevesinde de tasdiklenmiş bir antlaşmadır” ifadesinde bulundu.

İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, İran’a karşı uygulanan yaptırımların 10 yıl daha uzatılmasının nükleer anlaşmanın ihlali olduğunu ifade etti.

Çok muhteşem bir şekilde düzenlenen Erbain yürüşünü “tarihi bir olgu” olarak niteleyen İnkılap Rehberi, “Erbain yürüyüşü, Casusluk Yuvası’nın ele geçirilmesi, 30 Aralık 2009 günü ve itikaflar propaganda ürünü değildir. Bu olaylarda Allah’ın (kudret) eli her şeyden daha apaçaık görünüyor” dedi.

Bazılarının Erbain olgusunu yoketmeye veya çarpıtmaya çalıştığını, lakin bunu yapamayacaklarını kaydeden Imam Hamanei, bu büyük nimetin İran ve Irak halkı için kalıcı ve onur verici olduğunu ifade etti.

Seferberlik Kurumu’nun (Besic) basiret konusunu ön plana almaları gerektiğini vurgulayan İnkılap Rehberi, “Seferberlik Kurumu, sırf duygusal bir hareket değil, bilgi ve basiretle özdeşleşmiştir. Bu kurum aynı doğrultuda bir yol izlemelidir. Bazıları İnkılap zaferinin ilk yıllarında çok coşkulu olmalarına rağmen şu an İnkılap’a karşı bir yaklaşım sergiliyor. Bu kişiler derin dindarlık özelliğine sahip olmadıkları, duygulara göre hareket ettikleri ve İnkılap’a mesafeli yaklaşanlarla oturup kalktıkları için İslam İnkılabı ile mesafeleri arttı ve sonunda da İnkılap karşıtları oldular. İşte bu yüzden 2009 olaylarında basiret konusu üzerinde durdum. Basiret konusu hak ile bâtili ayırt etmek için çok önemlidir” beyanında bulundu.

Konuşmasının bir bölümünde İran ve Amerika arasındaki meselelere de değinen İslam İnkılabı Rehberi, “İş başına gelecek yeni ABD yönetimi hakkında şu an yargıda bulunmak için bir sebep yoktur. Fakat ABD’nin halihazırdaki yönetimi nükleer anlaşmaya ilişkin taahhütler ve alınan ortak kararların tam tersine davranıyor” ifadelerini kullandı.

Imam Hamanei sözlerine şöyle devam etti:

İran’a karşı uygulanan yaptırımların 10 yıl daha uzatılması kararı yürürlüğü girerse nükleer anlaşmanın ihlali olabilir. Onlar bilmelidirler ki İran İslam Cumhuriyeti kesinlikle bu karara tepki gösterecektir.  Nükleer anlaşma veya bir başka deyişle Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP) İran’a baskı uygulama aracı olamaz.

ABD yönetimi nükleer anlaşma konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmemiş veya eksik bırakmıştır. Nükeer anlaşmadan sorumlu yetkililer de bu konuya apaçık bir şekilde işaret etmişlerdir.

“Who is Hussain” (Hüseyin kimdir?) küresel bir kampanyanın adıdır ve bu kampanya ile Hz. Hüseyin (as) dünyaya tanıtılmak istenmektedir.

“Who is Hussain” cümlesini tercüme ettiğimizde çok muhteşem bir şiir olan, muharrem ayındaki yazılarda, cadde ve sokaklara asılan pankartlarda yer alan “Kimdir Hüseyin ki, alem ona divane olur?” şiiri akıllara gelmektedir. Hz. Hüseyin (as) Müslümanlar arasında dini bir kişilik olmasıyla birlikte, insanlık tarihinde eşsiz bir şahsiyet sayılmaktadır. Kıyamının üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen, yeryüzünde birçok kişi hala onun anısına siyah giyinmekte ve her yıl Erbain’de dünyanın her bir köşesinden milyonlarca kişi Hz. Hüseyin’in (as) hikayesini tekrar etmekte, özgürlük ve adalet üzerine konuşmaktadır. Ama buna rağmen hala bile dünyada Hz. Hüseyin (as) hakkında bilgi sahibi olmayan onun hikayesini duymayan kişiler bulunmaktadır. Belki de hala İslam denilince bu insanların aklına IŞİD’in işlediği cinayet ve katliamlar geliyor ve İslam’a dair böyle bir varsayımda bulunuyorlar. “Who is Hussain” kampanyası küresel bir kampanyadır ve birkaç yıldır dünyanın çeşitli noktalarında Hz. Hüseyin’i (as) dünya halkına tanıtılmakta ve toplumsal adaletten bahsetmektedir.

Konuyla ilgili olarak yaşanan gelişmeler ve olaylar hakkında ve aynı zamanda işlerine olan inançları üzerine bu kampanyanın üyeleriyle konuşmak için  Canada’nın en büyük şehirlerinden olan Toronto “Who is Hussain” kampanyası üyeleriyle görüştük.

 

“Who is Hussain” kampanyasına katılan Hristiyan ve Hindu gönüllüler

Dünyada bu küresel kampanyanın başlamasının üzerinden 4 yıl geçti. Bu kampanya 2012 yılında Londra’ya yaşayan bazı gençlerin Hz. Hüseyin’i (as) dünyaya tanıtmak için gerçekleştirdikleri çabayla başlatıldı ve bugün bu kampanyanın Amerika, Fransa, Hindistan, Almanya, Norveç ve Avusturalya gibi ülkelerde ayağı bulunmaktadır. Bu hareketin üyeleri sadece Müslümanlardan değil, diğer dinlerin mensuplarından da oluşmaktadır. Bu kampanyanın Toronto’daki üyeleri konuyla ilgili olarak şu ifadelerde bulunuyor: ‘Biz İslam’ın çeşitli mezheplerinden üyelere, Hindu ve Hristiyan gönüllülere sahibiz. Biz Kanada’daki Suriyeli mültecilerle çok yakından çalışıyoruz ve onların arasında da Müslüman, Hristiyan ve Yezidi kişiler bulunuyor. Bu hareket hayırsever ve barışçıl faaliyetleriyle İmam Hüseyin’in (as) şahsiyetini tanıtmaya çalışıyor. Bu yüzden de eğer bu grubun geçmişine bakacak olursanız, fakirlere gıda dağıtımı, kan bağışı ve savaş mağdurlarına yardım gibi yaptığı çeşitli işleri görebilirsiniz ve yapılan bu faaliyetlerin tamamı İmam Hüseyin’i (as) tanıtmak ve onun Aşura kıyamının felsefesini anlatmak için bir vesiledir. 

 

İmam Hüseyin hakkında hiçbir şey duymamış kişiler

“Who is Hussain” kampanyasının yürütüldüğü şehirlerden biri de Toronto’dur. Bu şehirdeki gençler yaklaşık bir yıldan fazla bir süredir İmam Hüseyin’i (as) bölge halkına tanıtmak için faaliyet göstermektedir. Grup üyelerinin ifadesine göre, bu şehirdeki grup üyelerinin büyük bir kısmını farklı milliyetlerden gençler oluşturuyor ve bu gençler şimdiye kadar İmam Hüseyin’i (as) duymamış kişilere İmam Hüseyin’in (as) hikayesini anlatıyorlar. “Who is Hussain” grubunun Toronto’daki liderlerinden olan İmtiyaz Keremali faaliyetleri hakkında şunları söyledi: ‘Biz buradaki halka İmam Hüseyin’i (as) anlattığımızda çok şaşırıyorlar ve çok olumlu tepkiler gösteriyorlar ve her zaman konu hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorlar. Biz genel olarak Müslüman olmayan ve şimdiye kadar İmam Hüseyin (as) hakkında hiçbir şey duymayan kişilerin yanına gidiyoruz.’

 

İmam Hüseyin’in (as) toplumsal bir reformcu olarak tanıtılması

“Who is Hussain” kampanyası üyeleri sadece İmam Hüseyin’in (as) şehadet yıl dönümünde değil, bütün yıl boyunca faaliyet gösteriyorlar. Kendilerinin ifadesine göre etrafındaki kişilerin dinini değiştirmek gibi bir programları yok ve onlar sadece bugün dünyada unutulan bir kavram olan toplumsal adalete doğru hareket etmeye çalışıyor ve bu hareketin lideri olarak ta İmam Hüseyin’i (as) görüyorlar. Bu yüzden de faaliyetlerindeki en önemli nokta, bugüne kadar İmam Hüseyin’i (as), Kerbela ve Aşura olayını duymamış ve Kerbela olayından ve Aşura kıyamından bu hareket vasıtasıyla tanışacak olan kişilerle nasıl ilişki kuracakları ve konuşacaklarıdır. Bu grubun üyelerinden bu gibi kişilerle nasıl ilişki kurdukları sorulduğunda şu açıklamalarda bulundular: ‘Biz konuşmaya İmam Hüseyin’i (as) tanıtmakla başlıyoruz ve ondan toplumsal bir reformcu olarak bahsediyoruz ve sonra yardım, fedakârlık ve İmam Hüseyin’in (as) kıyam etme sebebi olan onur, eşitlik ve adalet gibi konular hakkında konuşuyor ve onun insanlığa verdiği dersin “onurlu (izzetli) bir şekilde ölmek, zillet altında yaşamaktan daha iyidir” ifadesi olduğunu belirtiyoruz.’

 

20 milyon kişinin Erbain yürüyüşüne katıldığını duyunca çok etkileniyor ve büyüleniyorlar

Kerbela kıyamının üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen, hala Aşura olayının çeşitli konuları kapsaması, bu olayı çeşitli boyutlarda ve çeşitli bakış açılarıyla insanlar için çekici kılıyor ve aynı zamanda etkiliyor. “Who is Hussain” kampanyasının Toronto’daki üyeleri, Kerbela olayının çeşitli bölümlerini anlattıklarını ama muhatapları için bazı bölümlerin diğer bölümlerden daha fazla dikkat çekici olduğunu belirtiyorlar. Grup üyeleri konuyla ilgili olarak şunları söylüyor: ‘Kerbela olayının bazı bölümleri muhataplarımıza çok çekici geliyor. Mesela İmam Hüseyin ‘in (as) hem yaşlı hem genç hem Arap hem acem, hem Müslüman hem de gayri Müslimlerden oluşan sadece 72 kişiyle zulüm karşısında gösterdiği direniş ve İmam’ın ordusunda hem kölelerin hem de hür insanların bulunması muhataplarımızın çok ilgisini çekiyor. Bu yüzden muhataplarımız eşitsizlik, ırkçılık ve mezhepçilik gibi adaletsizliklerin yaygın olduğu bugünün dünyasında, 1400 yıl önce Arap toplumunda yaşayan insanların adaletsizlik karşısındaki bu direnişini duyunca çok etkileniyor ve büyüleniyor.’

“Who is Hussain” hareketi lideri İmtiyaz Keremali, İmam Hüseyin’in (as) kıyamıyla birlikte 20 milyon kişinin Aşura günü Erbain yürüyüşüne katılmasının da muhataplarını çok etkilediğini ifade ediyor. İmtiyaz Keremali komuyla ilgili olarak şu ifadelerde bulundu: ‘Muhataplarımızı çok etkileyen diğer bir konu da Erbain’de mucizevi bir şekilde toplanan 20 milyon kişidir. Muhataplarımız üç gün boyunca Necef’ten Kerbela’ya su, gıda ve konaklama endişesi olmadan yürüyen kişileri anlattığımızda büyüleniyor ve Kerbela hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak istiyorlar.’ 

 

Ölenler için yaptığımız eylem bir mumla başladı

İmtiyaz Keremali “Who is Hussain” kampanyasının Toronto’da yaklaşık bir yıldır başladığını ifade etti. Bu grubun Kanada’daki çalışmaları Bağdat’ta Ramazan ayında ölenlerin anısına bir mum yakılarak başladı ve bu olay 3 bin kişinin orada toplanmasına neden oldu ve kanallarda en önemli haber haline geldi ve bu konu da “Who is Hussain” kampanyasının kuzey Amerika’daki diğer eylemlerinin başlamasına neden oldu.

 

Kan bağışı, saç kesimi ve ihtiyaç sahiplerine yemek dağıtımı

Toronto’daki gençler Aşura kıyamını anlatmakla birlikte aynı zamanda hayır işlerinde de bulunuyorlar. Grup üyeleri konuyla ilgili olarak şu açıklamalarda bulunuyor: ‘Biz bu süre boyunca kan bağışı için 9 merkez oluşturduk ve Aşura Bilinçlendirme Haftasında Toronto Üniversitesinin katılımıyla 100 gayri Müslim’i İmam Hüseyin’in (as) mesajına cezp ettik ve aynı zamanda haftada bir gün evsiz kişilere öğle yemeği veriyor, ücretsiz diş muayenesi ve tedavisi yapıyoruz.’

Bu grup aynı zamanda bütün bu faaliyetlerinin yanında Suriyeli sığınmacılar için programlar, Kilise ve sinagoglarda çeşitli dinler için İmam Hüseyin konulu oturumlar düzenliyorlar.

 

Ehl-i Sünnet mensubu bir kişi İmam Hüseyin’e (as) taptığımızı düşünüyordu

Bu gibi kampanyalara çok yoğun katılım gösteriliyor ve bu kampanyalar, buralarda faaliyet gösterenler için unutulmaz hatıralar bırakıyor. Kampanya üyelerinden biri hiç unutamadığı hikayelerinden birini anlattı: ‘Bir hafta, Suriyeli sığınmacılar için, grubumuzdan ve faaliyetlerimizden bahsetmek için polis kamplarına katıldık. Orada insanlardan olumlu tepkiler aldık ve onlar İmam Hüseyin (as) hakkında bize birçok soru sordu ve İmam Hüseyin (as) ve yaşamı hakkında daha çok şey bilmek istiyorlardı ve biz İmam Hüseyin (as) hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak isteyen iki polis iki sohbet ettik.

Bu polis memurlarından biri Sünni, diğeri de Hristiyan bir siyahiydi. Sünni olan polis memuru şimdiye kadar Şiilerin İmam Hüseyin’e (as) taptığını zannettiği söyledi ve biz ona dinimizi ve İmam Hüseyin’in (as) Allah’a inandığını ve Allah’a ibadet ettiğini anlattık ve o kişi bu konu hakkında bizden bunu duyunca, bizimle ilişkisini sürdürdü ve kendisini konuyla ilgili olarak daha fazla bilgilendirmemizi istedi. Siyahi olan ikinci polis memuru da İmam Hüseyin’in (as) hikayesini duyunca sadece etkilenmekle kalmadı, İslam hakkında da daha fazla bilgi sahibi olmak istediğini çünkü İslam ve Hristiyanlığın birbirine benzediğine, İmam Hüseyin ‘in (as) mesajının dünyadaki bütün insanları ilgilendirdiğine ve herkesin onu tanıması gerektiğine inandığını söyledi.’

Siyonist-tekfiri terör örgütü İşid, Hille saldırganının hüviyetini açıklayarak Bağdat, Kerbela ve Necef’in de şiddetli saldırılara maruz bırakmakla tehdit etti.

Siyonist-tekfiri terör örgütü İşid, Perşembe günü Irak’ın güneyinde Hille ve eş-Şumeli’de yapılan ve yüzlerce kişinin şehadetine ve yaralanmasına neden olan intihar saldırısını üstlendi.

Bu Siyonist terör örgütü, Perşembe günü yapılan intihar saldırısının failinin Ebu Fahad el-Iraki olduğunu bildirdi ve onun tarafından bomba yüklü kamyonun yol üzerinde patlatılması sonucu iki yüzden fazla ölü ve yaralının olduğunu haber verdi.

Siyonist terör örgütü İşid, yayınladığı bu bildiride Şiileri Rafizi diye adladırmış ve Neyneva eyaletinde aldığı yenilgilere değinerek, onlar Bağdat, Kerbela ve Necef’te de böyle saldırılara hazırlansınlar, denildi.

Bomba yüklenmiş yakıt tankeri ziyaretçilerin de bulunduğu petrol ofisinde Perşembe günü ikindi vakti patlatıldı. Bu patlama sırasında olay yerinde İranlı, Bahreynli ve Iraklı ziyaretçilere ait en az yedi otobüs vardı.

Sağlık merkezinin verdiği bilgiye göre, şimdiye kadar yaralılar arasında hiçbir İranlı belirlenmiş değil, ama İran oturumlu 11 Afganlı yaralılar arasında.

Yetkililer, yaralı ve şehitleri belirleme çalışmalarının devam ettiğini belirterek şunlara söyledi: Patlama o kadar şiddetli idi ki olay yerinde bulunanların hepsinin şehit olduğu tahmin ediliyor. Büyük ihtimal 71 İranlı olayda şehit olanlar arasında. Şehitlerin kimliğinin belirleme çalışmaları cesetlerin vahametinden dolayı zorlukla ve yavaş bir şekilde devam ediyor.

Hastaneye intikal ettirilen yaralılar arasında 9 İran tabii Afganlı bulunmaktadır ve bir kişi de ICU bölümündedir. On birinci kişinin de yaralılar arasında olduğu düşünülmekte ki henüz bulunamadı.

Şimdiye kadar olayla ilgili net bir bilgiye ulaşılmış değil. İran Dışişleri Bakanlığının Elçilikler Yardımcısının verdiği en son bilgiye göre genel olarak şehit sayısı 80 kişidir ve bunlardan 40 kişi İranlıdır.

Ama Reuters’in verdiği bilgiye göre şehit sayısı şimdiye kadar 100’ü bulmuş durumda ve onların çoğu İranlı.

 

İran’dan Irak’ta İntihar Saldırısına Kınama
 
Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Behram Kasımi, Irak’ta düzenlenen ve bazı İranlı ziyaretçilerin şehadeti ile sonuçlanan hain terör saldırısını şiddetle kınadı.

Sözcü Kasımi, İran bu tür cinayetleri kınadığını ve Irak milleti ve devleti ve hayatını kaybedenlerin aileleri ile acılarını paylaştığını kaydetti.

Kasımi ayrıca, korkunç cinayette bazı İranlı vatandaşların şehadeti ile ilgili haberi alır almaz harekete geçtiklerini, olayla ilgili her türlü gelişmeyi vatandaşlarla paylaşacaklarını belirtti.

Kasımi bu tür cinayetlerin aslında teröristlerin acizliğinden ve art arda uğradıkları hezimetlerden kaynakladığını vurguladı.

 

Türkiye Irak'taki terör saldırısını kınadı

Türkiye Dışişleri Bakanlığı, Irak'ta meydana gelen, çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesi ve yaralanmasına neden olan terör saldırısını kınadı.Türkiye Dışişleri Bakanlığı'ndan yapılan yazılı açıklamada, "Bağdat'ın güneyinde Hille şehri yakınlarında Kerbela'dan dönen Şii ziyaretçileri hedef alan ve çok sayıda kişinin hayatını kaybetmesine ve yaralanmasına neden olan terör saldırısını şiddetle kınıyoruz." ifadesine yer verildi.

Saldırıda yaşamını yitirenlere Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı ve yaralılara acil şifalar dilenen açıklamada, "Türkiye, din, mezhep ve etnik köken gözetmeksizin bölgemizi tehdit eden terör örgütleri ve teröristlerle mücadelede Irak hükümetiyle işbirliği ve dayanışma içinde olmaya devam edecektir." ifadeleri kullanıldı.