
کارگر
İran ve Endonezya arasında 4 işbirliği anlaşması imzalandı
İki ülkenin cumhurbaşkanları tarafından 4 işbirliği belgesi imzalanarak, özel sektörler de bu yönde 8 anlaşma imzaladi.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo, iki ülke arasında 4 anlaşma imzaladı. Aynı zamanda İran ve Endonezya özel sektörleri arasında da 8 işbirliği belgesi imzalandı.
Cezai konularda iki taraflı hukuk anlaşması, iki ülke arasındaki suçluların iadesi anlaşması, yenilenebilir enerji ve elektrik alanında işbirliği anlaşması ve yatırımı teşvik için işbirliği anlaşması, İran ve Endonezya arasında imzalanan 4 belgenin başlıklarını oluşturmaktadır.
14 Aralık Çarşamba günü gerçekleşen bu görüşmeyle eş zamanlı, ilişkileri geliştirmek üzere iki ülkenin özel sektörleri arasında da 8 işbirliği anlaşması imzalandı.
İran-Endonezya arasındaki ticaret hacmi artacak
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve Endonezyalı mevkidaşı Joko Widodo arasında düzenlenen ortak basın toplantısında fikir alışverişinde bulunuldu.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ve resmi bir ziyaret kapsamında Tahran’da bulunan Endonezyalı mevkidaşı Joko Widodo arasında bugün ortak bir basın toplantısı düzenlendi.
İki ülke arasında 4 anlaşma belgesi imzalandıktan sonra düzenlenen basın toplantısında Ruhani gazetecilere hitap ederek, “Endonazya, Doğu Asya ve İran ise Batı Asya'nın en önemli İslam ülkelerinden olduğu için kanaatimce bu konu iki ülke arasındaki ilişkilerin büyük önem taşıdığını göstermektedir” dedi.
Ruhani, Peygamber Efendimiz (s.a.v)'in veladet gününü tebrik ederek, “Şüphesiz karşılıklı ilişkilerin iki ülke halkına menfaat sağladığı gibi bölge ve İslam dünyasının huzur ve istikrarına da faydalı olacaktır” ifadesini kullandı.
“Nükleer anlaşma sonrası dönemde kapsamlı imkanların sayesinde iki ülke arasındaki ilişkilerin oldukça arttırılması gerekir” diyen Ruhani, ekonomik ve ticari alanlarda işbirliğin artması için banka transferi, tercihi tarife ve yatırımın etkin rol oynadığını dile getirdi.
İran Cumhurbaşkanı, ülkesinin Endonezya ile petrol, doğalgaz ve petrokimya başta olmak üzere kültürel, bilimsel, nano teknoloji, havacılık ve ilaç alanında işbirliğin geliştirilmesi yönünde hazırlıklı olduğunu kaydetti.
İslam dünyasının son gelişmeleriyle ilgili Ruhani, Endonzyalı tarafla Suriye, Yemen ve Arakan müslümanları hakkında fikir alışverişinde bulunulduğunu söyledi.
Endonezya Cumhurbaşkanı da bu basın toplantısında yaptığı konuşmada, İran halkının misafirperver tavrından dolayı şükranlarını sunarak, bu ziyaret sayesinde iki ülke arasındaki işbirliğinde yeni bir sayfanın açılacağını ifade etti.
İnkılap Rehberi: İslam ülkeleri birbirine destek çıkmalıdır
İslam İnkılabı Rehberi Imam Hamanei, Endonezya’nın gelişimini, İslam ümmetinin onuru ve gelişimi olarak değerlendirdi.
Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo’yu kabul eden İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, iki ülkenin sahip olduğu yüksek potansiyellere işaret edip ekonomik, siyasi ve kültürel alanlarda işbirliğinin arttırılmasını isteyerek, “İran, yüksek nüfuslu bir İslam ülkesi olan Endonezya’nın gelişimini, İslam ümmetinin onuru ve gelişimi biliyor” ifadelerinde bulundu.
Ayetullah Hamanei, İran’ın Endonezya’ya bakışının kardeşlik ve işbirliğine dayandığını belirterek, bu ülkenin farklı alanlarda iyi gelişmesine dikkati çekti ve şu beyanatta bulundu: İran İslam Cumhuriyeti, farklı ekonomik, maden ve yer altı kaynakları alanında yüksek kapasiteye sahiptir ve İslam ülkelerinin, düşmanların isteğine karşı her türlü anlaşmazsızlık yerine birbirine destek çıkmalıdır diye düşünüyoruz.
İnkılap Rehberi, iki ülke arasındaki ekonomik ilişkilerin yeterli olmadığını bildirerek, bir program takvimi doğrultusunda bunun 20 milyar dolar gibi yüksek rakamlara çıkartılmasını istedi.
İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamanei, iki ülke arasındaki anlaşmalar ve sözleşmelere dikkati çekerek, “Bunların uygulamaya girilmesi için çalışılmalı, tabi ki bu anlaşmalara karşıt bazı tarafların var olmasına rağmen biz ciddiyet ve güçlü bir azimle onları yenmeliyiz” açıklamalarında bulundu.
İnkılap Rehberi, İran ve Endonezya alimleri arasındaki karşılıklı etkileşimin bereketli olduğunu ve uzun süreli işbirliğinin gerçekleşmesine yol açacağını bildirdi.
Ayetullah Hamanei, Batı Asya bölgesindeki çatışmaların kötü amaçlı yabancı güçler tarafından empoze edildiğini belirtip Endonezya'nın Filistin meselesine ilişkin edindiği tavırları takdir ederek, “Bu krizlerin birçoğu, İslam dünyasının en önemli konusu yani Filistin’i unutturmak için oluşturuldu, ancak bu önemli konunun unutulmasına izin vermemeliyiz” beyanatında bulundu.
İslam İnkılabı Rehberi, Sukarno’nun büyük kişiliği ve onun Bağlantısızlar Hareketinin ortaya çıkışına yol açan Bandung Konferansı’nın oluşumundaki önemli rolünü takdir ederek, şöyle hatırlattı: İran ve Endonezya’nın uluslararası topluluklardaki siyasi duruşu, hala birbirine çok yakındır.
İnkılap Rehberi ayrıca, Endonezya’da gerçekleşen son depreme değinerek bu acı olayda canlarını kaybedenlere rahmetle başsağlığı dileyip yakınlarına Allah'tan sabır ve huzur talep etti.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin de katılımıyla gerçekleşen bu görüşmede, Endonezya Cumhurbaşkanı Juko Vidodo da iranı ziyaret etmesinin asıl amacının ekonomik ilişkilerin geliştirilmesi olduğunu belirterek İslam ülkelerinin birleşmesi suretyle bu ülkelerin büyük ve etkili ekonomik güce dönüşeceğini düşündüklerini açıkladı.
AKP’li Vekilin Akıl Almaz İran Paylaşımına Cevap
AKP Ankara Milletvekili Aydın Ünal 14 Aralık 2016 perşembe günü Twitter adresinden; “Bize İran’ın tarihteki en büyük İslam düşmanı ve Müslüman katili olduğunu tekrar hatırlatan Allah’a hamdolsun. İnşallah aklederiz…” ifadelerini paylaştı.
AKP’li Ünal, İran’ı “tarihin en büyük İslam düşmanı ve Müslüman katili” olarak niteledi. Buna karşın stratejik müttefikleri olarak niteledikleri Amerika, İngiltere, İsrail ve diğer emperyal ülkeler hakkında herhangi bir eleştiride bulunmadı. Tarih boyunca İran’ın Amerika’dan daha fazla cinayet işlediğini hatta Müslümanlar’a yönelik en fazla katliamı gerçekleştiren ülkenin İran olduğunu iddia etti.
AKP’li Ünal’ın “tarihin en büyük Müslüman katili” olarak nitelediği İran’ın tarih boyunca Müslümanlara yönelik işlediği cinayetlere tek bir örnek bile verememesi yahut tek bir kanıt dahi sunamaması ortaya son derece trajikomik bir durum çıkardı.
Amerika’ya tek bir eleştiride bulunmayan, İsrail’in cinayetlerine sessiz kalan, İngiltere’nin teröristlere verdiği sınırsız desteği görmezden gelen, Ortadoğu’nun yıllardır kana bulunmasına zemin hazırlayan Batı’yla anlaşma yapmak için sıraya giren bu zihniyet Emperyalizm ve Siyonizm’in tüm cinayetlerine rağmen İran’ı katil ilan etti.
Söz konusu zihniyete göre; Kızılderilileri soykırımla ortadan kaldıran Amerika, Cezayir’i katleden Fransa, Filistin’e bombalar yağdıran İsrail, tekfirci teröristleri silahlandıran İngiltere ve bütün bunlara çanak tutan Avrupa ülkeleri stratejik müttefikken Suriye devletinin resmi ordusunun Halep şehrini teröristlerin elinden alınmasına askeri danışmanlık yapan İran katildir. Çünkü Suriye’nin seçilmiş meşru cumhurbaşkanına ve resmi ordusuna arka çıkarak ülkenin tekfirci teröristler tarafından yok edilmesine izin vermemiştir. Bu çok büyük bir suçtur ve bu sebepten de İran tarihin en büyük Müslüman katilidir!
Öte yandan; Rasthaber yazarı ve analisti Muntazar Musavi 7 Mart 2016 tarihinde “İran Hiç Küffarla Savaştı Mı?” başlığıyla kaleme aldığı makalesinde İran’a yöneltilen çeşitli suçlamaları tarihi deliller ışığında analiz etmişti.
Muntazar Musavi’nin “İran Hiç Küffarla Savaştı Mı?” yazısını günümüzde İran’a yöneltilen asılsız suçlamalara ışık tutması açısından bir kez daha siz değerli okurlarımızla paylaşıyoruz:
“Allah’ın adıyla
İngiliz emperyalizmi ile Amerikan kapitalizminin gayrimeşru çocuğu olarak dünyaya gelmiş olan gasıp siyonist İsrail rejimi emperyal Batı medeniyetinin operasyon üssü olarak İslam coğrafyasının kalbinde bir ileri karakolu olarak inşa edilmiştir.
Son çeyrek yüzyıldır Amerika öncülüğündeki “küresel istikbar”, gasıp siyonist İsrail rejiminin yaşamını garantiye almak (en azından uzatmak) ve onun üzerinden Ortadoğu’da ki sulta düzenini devam ettirebilmek için korkunç bir çaba ortaya koyuyor. Bunun için BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) adıyla Atlas Okyanusu’ndan Hint Yarımadası’na İslam coğrafyasını sınır ve rejim olarak yeniden dizayn etmek için askeri, siyasi, sosyal, kültürel, ekonomik ve dinsel alanlarda modern zamanların Haçlı seferi olarak adlandırılabilecek topyekûn bir taarruz yürütüyor.
Küresel istikbar, yeni bir Ortadoğu yaratmak istiyor: “Savaş, terörizm, taassup, bağnazlık, etnik ve mezhepsel iç çatışmalarla dolu bir Ortadoğu! Kan ve gözyaşının hükümran olacağı bir Ortadoğu! Direniş, diriliş, vahdet, ümmet, adalet, hürriyet, eşitlik terimlerinin olmadığı bir Ortadoğu!” Zira Batı açısından ebedi sömürü ve tasallutun yegane yolu bu.!
Ortadoğu coğrafyasını mutlak bir sömürge toprağına Müslüman halkları ise modern kölelere dönüştürmenin peşinde olan küresel istikbar, itiraf etmeliyiz ki pek çok açıdan güçlü. Ancak elindeki en önemli güç ne teknik ne teknolojik. Küresel istikbarın en önemli silahı: “Mezhepçilik ve tekfircilik!”
Batı’ya hayran veya onlar karşısında kompleksli, yönlendirilmiş; mezhepçilik, kavmiyetçilik ve tekfircilik virüsü bulaştırılmış, satılmış, yamanmış sözde aydın, entelektüel, siyasi, din ve kanaat önderleri bilerek/bilmeyerek bu projeye hizmet ediyorlar.
Bu güruha son yıllarda İslam İnkılabı’nı yermek, yaftalamak, suçlamak, esas konum ve manasını bozarak etkisizleştirmek ya en önemli görev olarak tevdi edildi ya da kendileri göze girmek için vaziyetten görev edindiler. Akla hayale gelmez iddiaları gündeme taşıyor zihinleri bulandırıyorlar. Hakikatleri tersyüz ediyorlar. Gerçeklerin üzerini örtmekten çekinmiyorlar. Ve maalesef yalan söylerken yüzleri kızarmıyor..
Bu minvalden dillerine pelesenk ettikleri iddialardan biri: “İran hiçbir zaman küfürle savaşmadı. İslam dünyasını ve özellikle Türkleri her zaman arkadan hançerledi. Her zaman İslam ve Müslümanlardan intikam peşinde oldu!” tezi.
Acaba yenilir yutulur cinsten olmayan bu iddialar doğru mu? Eğer doğru ise besbelli ki İran’a yaklaşımımızda bu bilgilerin bir belirleyiciliği olmalı.
Peki, ya tümüyle yanlışsa? İşte o zaman aklıselim sahiplerinin sorması gereken bir soru var: “Acaba küresel ve yerel bazı mihraklar Ortadoğu’ya tasallut edebilmek için bizi kavmiyetçilik, mezhepçilik batağına düşürmek için manipüle mi ediyor?
Konuyu incelemeye şu soru ile başlamalıyız: “Tarihte İran derken kimi kastediyoruz?” Bu soru doğru cevaplanamazsa konunun kalan bölümünü de asla doğru tahlil edemeyiz.
Bilindiği üzere İran, İkinci halife Hz. Ömer zamanında Köprü, Kadisiye ve Nihavend Savaşları ile İslam topraklarına katıldı ve İslamlaşmaya başladı. Ardından Hz. Osman ve Hz. Ali idaresinde kaldı.
Halifeler döneminin ardından Emeviler ve Abbasiler sırasıyla İran’a hükmettiler. Bilindiği üzere bu iki devlette “Arap Devleti”dir.
Ve yaklaşık dokuz yüzlü yıllardan başlayarak bin dokuz yüz yirmi beş yılına kadar bin yıldan fazla İran’a Türkler hükmettiler. Sırasıyla her biri öz be öz Türk olan Gazneliler, Büyük Selçuklular, Harzemşahlar, Timur Devleti, Safeviler, Afşarlar ve Kaçarlar İran yönetimine hakim oldular..
Fars kökenli Pehlevi Hanedanı ancak bin dokuz yüz yirmi beş yılında iktidarı elde edebildi. Bu hanedan da ancak elli küsur yıl hükmedebildi. Zira bin dokuz yüz yetmiş dokuz yılında İmam Humeyni öncülüğünde ağırlıklı olarak Türk, Fars ve Kürtlerden oluşan İran Milleti yönetime el koyarak İslam Devrimi’ni gerçekleştirdi.
Bu bilgiler ışığında şimdi bazı tespit ve çıkarımlar yapabiliriz.
1- Görüldüğü üzere İslam topraklarına katılışından yirminci yüzyılın ilk çeyreği sonuna kadar İran’ı Araplar ve esas olarak Türkler yönetmişlerdir.
Şimdi siz “tarihte İran” derken kimi kastediyorsunuz? Emevileri mi Abbasileri mi? Yoksa Gaznelileri mi Selçukluları mı? Safevi Türklerini mi ya da Afşar Türklerini mi? Kimi kastediyorsunuz?
2- “Tarihte İran” hiç küffarla savaşmadı derken Arap devletlerini i suçluyorsunuz Türk devletlerini mi?
3- “Tarihte İran hiç küffarla savaşmadı” diyenler, bu bilgi size çok ağır gelecek ama o zamanlar “Şamanizm, Maniheizm” gibi inançlara sahip Türklerin İran eliyle İslamlaşmaya başladığını (Talas Savaşı) duymuş muydunuz?
4- “Tarihte İran hiç küffarla savaşmadı” diyenler, Hint Yarımadası’na İslam’ın İran (Gazne Devleti) eliyle gittiğini ve yine Anadolu’nun kapılarının İslam’a ve Türklere İran eliyle (Malazgirt Savaşı – Büyük Selçuklu) açıldığını bilmeyecek kadar cahil misiniz?
5- Timur’un Çin Seferi’ni, Afşarların Fars Körfezi ve Hint Okyanusu’nda Portekizlilerle amansız savaşını ve Kaçarların Rus ve İngiltere ile yaptığı savaşları bilmiyor olmak cehaletin, bilip gizliyor olmak ise taassubun nişanesidir.
Bu tespit ve çıkarımların ardından “İran bizi hep arkadan hançerledi” sözünün de ne kadar boş ve tarihi gerçeklerden uzak bir düşman uydurması olduğu açığa çıkmış oluyor. Zira “biz” diyenler kinaye ile “Türkler”i kastediyorlar. Oysa İran’ı bin yıldan uzun bir süre yönetenler zaten Türklerdi.
Mesela Anadolu’yu işgal eden Timur, öz be öz bir Türk ve mezhebi olarak ta Sünni idi. Görüldüğü üzere Timur’un işgali ne etnik ne de mezhebi bir temele oturmamaktadır. Yine Safevi-Osmanlı çekişmesi bir İran-Türkiye mücadelesi değildir. Zira Safevilerin Türklük noktasında ki saflığı Osmanlıdan çok daha ileridir.
Makalemizin son bölümünde yine kamuoyunun neredeyse her gün maruz kaldığı ilginç bir manipülasyona daha açıklık getirmek istiyorum. Türk medyasında yazan ya da konuşan “İran uzmanı(!)” şahsiyetlerin neredeyse tümü her nedense İran’ı tanımlarken “Persler, Pers Kültürü, ateşperestler, Mecusiler, Sasaniler, Pers yayılmacılığı” gibi ipe sapa gelmez tabir ve tanımlamalarla tarihin evveline doğru atıf yapıyorlar. Ben bu noktada bu yazar ve konuşmacı güruhuna sormak istiyorum.
1- Niçin, mesela Suud için “Cahiliyye Arapları”, Mısır için “güneşperest/firavunperest Kıptiler” ve Türkler için “Şaman Hunlar” tabirlerini kullanmıyorsunuz da sadece İslam İnkılabı söz konusu olduğunda tanımlamak için iki bin beş yüz sene öncesine gidiyorsunuz?
2- Mademki ülkeleri en tarihi geçmişleri ile tanımlamak istiyorsunuz; o zaman niçin İsrail için “lanetlenmiş İsrailoğulları”, Avrupa için “zalim ve zorba Roma” ve Amerika için “katil ve çapulcu ordusu” tabirlerini kullanmıyorsunuz?
Yazımızın ilk bölümünde dile getirmiştik: Küresel istikbarın elindeki en büyük güç “mezhepçilik, kavmiyetçilik ve tekfircilik”tir. İslam dünyasında etnik ve mezhepsel ayrılıkları derinleştirecek her adım düşmanın kılıcını keskinleştirmektir. Her kim öfke ve kin ile diğer İslam ülke, millet ve mezheplerine karşı tavır takınıp “ümmet-vahdet” çizgisini zedeleyecek bir iş yaparsa, o kişi İslam ve Müslümanlara ihanet etmiştir.
İslam ümmeti hangi dinin peşinde?
Tarihin sayfalarını çevirdiğimiz zaman, zalim ve diktatör imparatorların, saray ve saltanat düşkünü olan padişahların baskı ve korkuyla köleleştirdiği insanları kurtarmak için Allah elçisi Muhammed (s.a.a) aracılığıyla yüce islam dinini beşeriyete göndermiştir. Bu dinin temel felsefesinde var olan gerçeği şöyle açıklamıştır.
‘’Muhakkak ki Allah, adaleti iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, hayasızlığı, çirkin işleri, zulmü ve tecavuzu yasaklar. Düşünüp tutasınız diye size öğüt verir’’16/90
Karanlıkları aydılatan, zulüm ve siteme son veren, dünya nizamını sağlayan üç ilkeyi yukarıdaki ayet şöyle açıklar;
Adalet,
İyilik,
Akrabaya Yardım etmeyi emreder;
Üç çirkin olan şeyide şöyle tanıtır,
Fuhuşu,
Münkeri ve
zulmü de yasaklar.
Adalet: Herşeyi tam olarak emredildiği şekilde yerine getirmektir; herkesin hakkını vermek, ölçülü devranmak, insanların insani değerlerini koruyarak eşit davranmak ve sınıf farkı gözetmeksizin herkesin hakkını tam olarak vermek demektir. İnsaniyet mektebinin temel sutunlarını teşkil eden adalet, ölçü ve tartı insanlar arasında güveni ve emniyeti sağladığı gibi nesilleride koruma altına alır ve geleceğe ümitle bakmasını sağlar ve Rabbimiz şöyle beyanda bulunur: ‘’Şu kesindir ki Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik ve insanların adaleti gerçekleştirmeleri için, resullerle birlikte kitap ve adalet terazisi indirdik’’57/25
Enbiyanın gönderilişinin hedefi:
Kur’ani Kerimin insan hayatına verdiği değeri en üst düzeyde bu ayetle izah etmektedir. Enbiyanın gönderilişinde var olan hakikat ve gerçek adaletin tesisi ve insanların hak ve hukukunu korunması, hakkı gözetmesi ve doğruluğu tesis etmesidir. ‘’Biz resullerimizi açık delillerle gönderdik’’ ayetinin ifadesiyle insan hayatını programlayan kitab ve mizanı indirdik ki insanlar adaletle hükm etsinler. ‘’Biz onlarla birlikte semavi kitab ve mizanı gönderdik ki ta insanlar adaleti yerine getirsinler.’’
“Beyyinat” (Açık Deliller) geniş manaya sahip olan “Beyyine” genel yapısı itibariyle “Mucizeler” ve “Akli Deliller” Enbiyayi ilahi ve Resuller bunlarla mücehez kılınmışlardır.”Mizan”nın manası tartma ve ölçme olmasına bina’en ayetteki mizan manevi değerleri ölçen, iyilerle kötüleri, doğru’ile yanlışı, hakla batılı birbirinden ayıran vesiledir; o vesile’ise, ilahi kanunlar ve islam dininin ayınnamesidir. Buna bina’en peygamberler üç vesiyle’ile mücehez idiler; açık ve net deliller, samavi kitap ve hakkı batıldan ayıran ölçü. Bu üçünü bir arada toplayan Kur’ani kerim “Hem Beyyine” (mucize) hem de samavi kitap ve hemde kanun ve ahkamları açıklayan üç boyutlu bir muhtava. Her halukarda bu büyük insanların gönderilmesinde ve bu kamil techizatla birlikte ki hedef adalet ve kısti icra etmektir.
İhsan:
‘’Kim iyi bir işe aracılık ederse onun da o işten bir nasibi olur. Kim kötü bir işe aracılık ederse onun da ondan bir payı olur. Allah herşeyin karşılığını vericidir.’’4/85
Yukarıdaki ayetin metnine baktığımız zaman yüce Allah yaratmış olduğu insanın tabiatını çok iyi bildiği için uyarı yaparak taşkınlık yapmamasını ister ve onun takib edeceği yolu gösterir. İnsanın insani değeri olan iyiliğin yapılmasını ister ve şöyle der: ‘’Kim iyi bir işe araracılık ederse onunda o işten bir nasibi olur.’’Allah iyiliğin dünya düzeninin anahtarı olduğunu bu ayetle beyan eder. Yer zemininin içinde yaşamakta olan canlı ve cansız yaratılmışların yeryüzü halifesi olan insandan iyilik bekler.
İnsanın hakikatında var olan gerçek iyiliktir; iyilik, insanın çatısını oluşturan yapı taşları iyilik üzere bina edilmiştir. İnsanın fıtri özelliği olan iyilik emrolunduğu gibi yerine getirildiği zaman sosyal düzenin emniyetini güvene alır. Bunun içindir ki islam dini sosyal düzenlemeyi yaparken önce aileden başlar. ‘’Allah’a kulluk ediniz ve anne babanıza iyilikte bulunun.’’ Yapılan bu sözleşme ailenin temel sutunlarını oluşturan anne ve baba güvence altına alınarak ailedeki düzeni, güveni ve huzurunu teminat altına alır.
Sözleşmenin ikinci bendinde ‘’Yakınlarınıza iyilikte bulunun’’ insanın maddi ve manevi sorumluluk alanında bulunan akrabaya karşı iyilikte bulunup yardım etmesi sevgiyi, saygıyı, güveni ve akrabalık bağını iyice pekiştirir.
Sözleşmenin üçüncü bendinde ise ’’Yetimlere iyilikte bulunun’’ toplumda yardıma ve sevgiye en çok muhtac olan yetimlere kol kanat germeyi ve onların ihtiyacının giderilmesi islami ve insani bir görev olduğu gibi toplumda ezilen bir sınıfın olmamasını garantileştirmektir.
Sözleşmenin dördüncü bendinde ise ’’Yoksullara iyilik edeceksiniz’’ iş gücünü kayıp etmiş veya çalışma imkanını bulamamış olanların oluşturduğu fakir tabakaya karşı iyilikte bulunmanın insani bir görev olduğunu belirleyen ayet, zenginle fakiri aynı taraziye alarak fakirin hakkının zenginin malında olduğunun haberini verir. Zengin fakirin hakkını gönül rızası ve minnetle fakirin hakkını ödemesiyle insanlar eşit tarazide tartılmış olur. Buda salim ve güvenilir bir toplum meydana getirmiş olur.
Sözleşmenin beşinci bendinde ise ’’İnsanlara güzel söz söyleyin“ tatlı dil ve güzel söz güzel bir ahlakın nişanesidir; güzel ahlak ise medeni bir toplumun nişanesidir. Yüce Allah medeni bir dünyanın inşası için elçisi Muhammedi (s.a.a) güzel bir ahlak abidesi olarak gönderir. ‘’Hiç şüphesiz senin için bitip tükenmeyen bir mükafat vardır. Ve sen elbette yüce bir ahlak üzeresin.’’ 3-4/68
Allah Resulü de şöyle buyurur: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”
Evet! İnsanın yaşam alanı olan dünya, emrolunduğu gibi ilahi kanunlara uygun hareketini gerçekleştirir ve üzerinde yaşamakta olan canlıların ihtiyaçlarını da nasıl emrolunmuşsa öyle karşılar. Buna karşılık insan denilen varlıktan da adaletli, ölçülü ve ahlaklı davranılması istenilir. Buna bina’en yüce islam peygamberi bu ilkeleri tesis etmek için mebus olmuştur, ümmet kavramı bu yüce peygamberin getirdiği değerlere tabi olma ve sahip çıkma’ile ancak tescil edilmiş olur ve ümmet kimliğini alabilmiş olur; zira ilahi mesaj şu haberi verir:
De ki: ’’Bana, din ve ibadetimi yanlız Allah’a has kılarak gönülden O’na kulluk etmem emredildi. Ve yine bana Allah’a teslim olan müslümanların ilki olmam emredildi.’’ 39/ 11-12
Yüce yaratıcı yarattığı beşeriyetin hayatlarını nasıl şekillendireceklerini ve ne ile yönetilip idare edileceklerini peygamberinin diliyle kullarına yol göstericilik yapar ve göndermiş olduğu evrensel din olan islama davet eder. Adem (a.s)’la başlayan Yüce islam peygamberi Hz. Muhammed (s.a.a)’le hitam bulan islam dininden başka dinler arayan ve müslüman oldukarını iddia edenlere şöyle uyarıda bulunur:
‘’Kim islam’dan başka bir din ararsa. Bilsin ki bu din asla ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette ziyan edenlerden olacaktır.’’3/85
‘’O Resulünü, diğer bütün dinlere üstün kılmak için, hidayet ve hak dini’ile göndermiştir. İsterse müşrikler bundan hoşlanmasınlar.’’61/9
‘’Yoksa onlar islam öncesi cahiliye idaresini mi istiyorlar? Fakat kesin olarak iman eden insanlar için, Allah’ tan daha güzel daha doğru bir hakim bulunabilinir mi?
Evet! Müminler için din, Allah tarafından Cebrail (a.s) aracılığıyla hz. Muhammed’e (s.a.a) gönderilen islam dinidir. Bu dinin gönderiliş felsefesi, beşeriyetin yönetim ve idaresin de hükm ederek hayatın ilahi isteğe göre şekillenmesi içindir. Diğer bir tarifle insanlar arasında adaleti tesis etmek içindir.
Evet! Şimdi birbuçuk milyar müslüman ne ile idare ediliyorlar ve hangi dinin peşindeler?
Müslümanları yönetmekte olan idareciler müslüman halklara neyi sunmaktalar?
Seküler ve laik sistemi demokrasi edasıyla halka hangi dille kabul ettiriyorlar?
Rabbimiz Allah, kitabımız Kur’an, Resulümüz Muhammed (s.a.a) derler ama laik bir devlet olduklarıyla da övünürler. Acaba müslümanlar bilerek mi bunların arkasından gidiyorlar yoksa bilmedenmi gidiyorlar?
21. Asırda cehalet kalkmıştır; ama nasıl olurda Mümin olduğu halde seküler ve laik bir dini övgü ile anlatanları alkışlıyarak onların arkasından giderler. Halbuki Allah şöyle uyarmaktadır:
‘’Artık Rabbin hükmüne boyun eğip sabret; onlardan hiç bir günahkara, yahut hiç bir nanköre tabi olma(boyun eğme)’’ 76/24
Ayetin metninde ümmete bir uyarı yaparak İslami olmayan bir yönetimi yönetmekte olan yöneticilere oy vererek onların günahlarına ortak olmamayı beyan eder.
Evet! Şimdi soralım, İslam ümmeti hangi dinin peşinde?
Sayıların Sırları… Secdeler
Kuran'da mevcut olan bir surenin adı: "Secde" suresidir. İlginç olan şu ki, bu surenin Kuran'daki sure numarası: 32 dir. Kuran'da zikredilen secdeleri araştırdığımızda ise, bu secdelerin tam olarak: 32 defa tekrarlandığını görürüz.
Secde ayeti bu surede şöyle zikrolunmuştur: "Bizim ayetlerimize ancak o kimseler inanırlar ki, bunlarla kendilerine öğüt verildiğinde, büyüklük taslamadan secdeye kapanırlar ve Rablerini hamd ile tesbih ederler" (Secde:15). Bu ayetin ayet numarası: 15, Kuran'daki secdelerin sayısı da: 15 dir. O halde bu sayısal uyum ve ahenk acaba tesadüfen mi gelmiştir?
Ruhani, nükleer anlaşmayla ilgili talimatı verdi
İran Cumhurbaşkanı, nükleer anlaşmanın ABD tarafından ihlali doğrultusunda Dışişleri Bakanı ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı’na iki ayrı mektup gönderdi.İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi’ye gönderdiği ayrı ayrı mektuplarda şunlar yer alıyor:
ABD Hükümeti’nin nükleer anlaşmaya ilişkin yükümlülüklerini ihmal etmesi ve son zamanlarda anlaşmanın ihlali olarak sayılan “ISA” yasasının uzatılması doğrultusunda, Yüksek Milli Güvenlik Konseyi ve Nükleer Anlaşma Denetleme Heyeti’nin yönergelerinin uygulanması için Dışişleri Bakanlığı'na bu anlaşmanın ihlaliyle ilgili, gerekli uluslararası ve hukuki takip işlemlerinin sağlanması ciddiyetle emr ediliyor.
Ayrıca İran Atom Enerjisi Kurumu’nun da bu yönde, İran İslam Cumhuriyeti’nin uluslararası yükümlülükleri çerçevesinde barışçıl nükleer programının alttaki görevler kapsamında geliştirilmesine çalışması emr ediliyor:
1. Deniz taşımacılığı alanında kullanmak üzere bilgi ve araştırma merkezlerinin işbirliğiyle ileriye dönük nükleer programının tasarımı ve yapımının planlanması.
2. Bilgi ve araştırma merkezlerinin işbirliğiyle ileriye dönük nükleer programında kullanmak üzere yakıt üretiminin tasarlanıp incelenmesi.
3. Yukarıdaki maddelerin uygulanmasıyla ilgili en fazla üç ay içinde program takviminin Cumhurbaşkanlığı'na iletilmesi.
ABD’ye Ne Zaman Güvendiysek Kaybettik, ABD’ye Asla Güvenmeyin
İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei, Irak Milli Yemin Hareketi Başkanı Ammar Hekim ve beraberindeki heyetini kabulü sırasında Irak’taki tüm dini ve etnik gruplar arasında vahdetin sağlanması gerektiğini vurguladı.
İmam Hamanei, Amerikalıların İslam ülkelerinin iktidarına karşı olduğunu ve onlara asla güvenilemeyeceğini ifade ederek, “Amerika’ya hiçbir zaman güvenmeyin” dedi.
İmam Hamanei söz konusu görüşmede şunları söyledi: “İslam İnkılabı’nın bize kazandırdığı en büyük tecrübe Amerika’ya güvenmemektir. Biz, İran İslam Cumhuriyeti’nde bu tavsiyeye riayet ettiğimiz müddetçe kazanç elde ettik ve ne zaman bu tavsiyeyi unuttuk o zaman kaybettik”
İmam Hamanei sözlerinin devamında, Amerika’nın terörizmle mücadele iddiasının yalan olduğunu belirterek şunları söyledi: “Onlar zahirde olan sözlerine rağmen hakikatte tekfirci terörizmin bitmesini istemiyorlar ve şimdi gelecekteki amaçları için teröristleri korumak peşindeler. Onlar şimdi Musul’da ve Suriye’de tekfirci teröristlerin tamamen yenilmesine razı değiller.”
İslam İnkılabı Rehberi; Irak’ı aydınlık bir geleceğin beklediğini vurgulayarak, Irak’ın kalkınması ve gelişmesinin Irak ve İran halkının ortak menfaatleri açısından çok önemli olduğunu belirtti.
Öte yandan gerçekleştirilen görüşmede; Ammar Hekim de Irak’ta milli ittifakın şekillenmesi ile ilgili bir rapor sundu.
Amerika’ya Göre Ortadoğu’daki En Büyük Füze Gücü
Amerika Düşünce Kuruluşu yayımladığı son raporda; İran’ın Ortadoğu’daki en büyük füze gücüne sahip olduğuna belirterek İran’ın mevcut füze gücüne ilişkin çeşitli değerlendirmelerde bulundu.
Amerika Düşünce Kuruluşu tarafından yayımlanan raporun başında şu ifadeler yer aldı:
“İran Ortadoğu’daki en büyük füze gücüdür. İran’ın tophanesinde kısa, uzun ve orta menzilli binden fazla balistik füze bulunmaktadır ve muhtemelen bu füzeler Kruz saldırı füzeleridir.
Bu füzeler çok bilinen füzeler olmasına rağmen, bunlardan bazıları nükleer teçhizatlar da taşıyabilmektedir. Tabi eğer bu ülke böyle bir imkana ulaşabilirse.
İran ile küresel güçler arasındaki Nükleer Anlaşma esasına göre, İran’ın nükleer başlık taşıyabilen füze ihtimali çok uzak görülse de, bu anlaşma İran’ın füze programına yeni sınırlamalar getirmemiştir.
Bu bağlamda İran füze kuvvetleri komitesi yaptırımların kalkmasıyla birlikte 15 yılda daha da şiddetlenebilir. O zamana kadar İran’ın artan füze ve siber gücü bölgenin füze savunma gücüne ve alt yapısına, askeri kuruluşlarına ve şehir merkezlerine karşı büyük bir sorundur. Bu yüzden İran ile yapılan Nükleer Anlaşma’nın iyileştirilmesi ve İran’ın füze programından kaynaklanan endişelerin giderilmesi gerekmektedir.
Füzeler bir nevi İran’ın reklamı sayılmaktadır. Tüm askeri tatbikatlarda bu füzeler Amerika’ya ölüm! İsrail’e ölüm! sloganlarıyla sergilenmektedir. Hatta İsrail’i yok etmek istedikleri görülmektedir. Bu füzeler İran’ın askeri gücünün geliştiğini ve bu ülke için füze gücünün psikolojik savaş için bir araç olduğunu göstermektedir.”
Raporun başka bir bölümünde İran’ın füze çeşitliliğine değinilerek şu ifadeler yer alıyor: “İran’ın kısa menzilli füzeleri ve 300 kilometre menzilli Fatih-110 füzeleri Körfez ülkelerindeki yakın düşmanları içindir.
İran’ın Şahab-3, Kadir ve İmad gibi orta menzilli füzeleri İsrail’e özeldir. İran aynı zamanda sıvı yakıtlı iki aşamalı füze olan Secil-2 füzesini de denemiştir ve bu füze yaklaşık olarak 2000 kilometre menzillidir ve Avrupa’nın güneydoğusunu hedef alabilir. Ama henüz bu füze faaliyete geçmemiştir.”
Raporun diğer bir bölümünde İran’ın çeşitli füzeleri birçok resimle birlikte detaylı bir şekilde incelenerek şu ifadeler yer aldı: “İran’ın direniş doktrininin belki bir gün Amerika ve İsrail ya da siyasi hedeflere ulaşmak için kısıtlı bir çatışmayla sonlandığına şahit olabiliriz. Bu politika Hizbullah ve Hamas’ın da İsrail ile çatışmasına neden olmuştur.
Washington her ne şekilde olursa olsun İran’ın füze savunma ve saldırı gücünü kırmalı ve kendi gücünü geliştirerek bu ülkeyi uyarmalıdır. Yani Amerika koalisyon kuvvetlerinin füze savunmasını güçlendirmelidir.
Genel anlamda İran’ın füze gücü bir sorundur. Amerika Arap ortaklarını sivil savunmalarını geliştirmeleri konusunda teşvik etmelidir. Bu konuda İsrail uygun bir modeldir. Aynı zamanda İran’ın füze reklamlarına ve psikolojik savaş programına Amerika ve müttefiklerinin füze gücünü açıklayan stratejilerle karşılık verilmeli ve İran’ın füze saldırılarına koalisyonun hava ve füze kuvvetleri tarafından keskin bir şekilde cevap verileceği vurgulanmalıdır.”
Gözyaşı Nimeti
Allah’ın sana verdiği gözyaşı nimetinin faydasını bir gün hiç düşündün mü? Gözyaşının psikolojik sonuçlarını, özellikle de Allah için aktığı zaman insana sağladığı fayda ve sonucu hiç aklından geçirdin mi?….
İnsanoğlunun gözünden yaş akmadığı, yani insan gözyaşı dökmediği takdirde acaba ne olur? Bu gözyaşının acaba faydası nedir? Gözden akan yaş sadece ağlamaya yönelik bir araç ve sebep midir? Bu soru yüce Allah’ın “Kendi nefislerinizde de öyle. Görmüyor musunuz” (Zariyat:21) ayet-i kerimesini okuyan ve onu düşünen kimsenin hatırına gelebilir. Yüce Allah göz kapaklarımızın üzerinde bir de birkaç saniyede bir açılıp kapanan (kırpan), gözün nem ve ıslaklığını dengeleyip onu kurumaktan muhafaza eden ve gözyaşını harekete geçiren kirpikleri yaratmıştır. Gözden çıkan sıvı azaldığı vakit insanın gözünde kuraklık meydana gelir. O vakit insan, tahammül edilmesi güç acılar hisseder. Aynı zamanda gözün çıkardığı bu sıvı, yani gözyaşı gözü yıkama vazifesi görür ve onu mikroplara karşı korur.
Ağlama meselesine gelince, yüce Allah onu kitabında müminlerin güzel bir vasfı ve hasleti olarak zikretmiştir. Allah (c.c.) şöyle buyurur: “Resule indirileni duydukları zaman, tanış çıktıkları gerçekten dolayı gözlerinden yaşlar boşandığını görürsün. Derler ki: Rabbimiz! İman ettik, bizi (hakka) şahit olanlarla beraber yaz.” (Maide: 83). İşte burada Kur’an ayetinin şu ifadesini düşünmeliyiz: “gözlerinden yaşlar boşanır” Bilimsel olarak da ispat edildiğine göre, gözde özel pankreaslar mevcut olup, bu salgı bezleri beyne bağlı ve gözyaşı akıtmakla görevlidirler. Bunların şekli ise; su borularının suyu bolca attıkları zamanki durumu andırırlar.
Yüce Allah, Kuran-ı dinlemeleri esnasında ağlayan kimseleri överek şöyle buyurmuştur: “Ağlayarak yüz üstü yere kapanırlar. (Kur’an okumak) onların saygısını artırır.” (İsra: 109).
Bu sebeple diyorum ki, Ey dostlar! Allah için ağlayan gözler ve bu gözlerden çıkan gözyaşları, sıvıların en güzeli olup, korku, üzüntü ve sıkıntı gibi farklı sebeplerle gözden çıkan gözyaşlarından daha iyidir. Ağlamak gerçek bir nimettir. Gözyaşı ise farkına varmadığımız, ancak gözlerimizde kuruluk veya gözümüzü kaybetme gibi bir durumla karşılaştığımız zaman hissettiğimiz bir nimettir. Bize bütün bu nimetleri veren Allah’a hamd ederiz.
Halep’in Kurtarılması Suriye Düşmanlarını Niçin Tedirgin Etti?
Batı Asya uzamanı Hadi Afkahi bazı medya kuruluşlarının ve Avrupa makamlarının Halep’in kurtarılması ile Suriye’de hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair açıklamaları değerlendi.
Hadi Afkahi bazı medya kuruluşlarının ve Avrupa makamlarının Halep’in kurtarılması ile Suriye’de hiçbir şeyin değişmeyeceğine dair açıklamaları hakkında “ tekfirci terör örgütlerinin bölgesel ve uluslararası destekçileri bugün böyle bir açıklama yapmamış olsalardı, bu şaşırılması gereken bir durum olurdu. Dün Halep kenti teröristler tarafından kuşatma altına alındığında Beşar Esad’ın işi bitti diyen bu insanlar değil miydi? Bugün Halep’teki güç dengelerinin değişmesi ile birlikte kendi işgal ettikleri bölgeleri korumak amacıyla stratejilerini ve siyasetlerini değiştirme gereği hissetmektedirler. Ve bunu kendi medya kuruluşları ile hayata geçirmeye çalışıyorlar” ifadelerini kullandı.
Terör destekçilerinin diplomasi ve medya organları aracılığı ile Halep üzerinden insani kriz söylemlerine değinen Seyyid Afkahi söz konusu kesimin bölgede terör örgütlerini korumak amacıyla sivilleri kullandığını belirterek “ Eğer onlar için gerçekten sivillerin durumu önemli ise neden teröristler Halep’in doğusunu işgal ettiklerinde aynı tepkiyi göstermediler?” açıklamasını yaptı.
Halep Askeri Ve Diplomatik Dengeleri Değiştirecektir
Batı Asya uzamanı Seyyid Afkahi Halep kentinin askeri ve diplomatik dengeleri değiştirebilecek bir konumda olduğunu ve Suriye’de teröristlerin önemli kalelerinden biri olduğunu kaydederek “ Terör örgütlerinin ve destekçilerinin Halep kentine verdikleri önem bölgeyi stratejik anlamda önemli bir konuma getirmiştir. Halep kentini önemli kılan ilk sebeplerden bir tanesi kentin Suriye ekonomisini ve sanayisini elinde tutuyor oluşudur” ifadelerini kullandı.
“Halep’i önemli kılan bir diğer neden ise bölgede 3.5 milyon Suriyelinin yaşıyor olmasıdır. Halep bölgesi Türkiye ile olan sınır yakınlığı ile de Amerika, Katar, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi ülkelerin operasyonlarının merkezi haline gelmiştir” diyen Seyyid Afkahi, Halep kentinin Türkiye üzerinden teröristlere gönderilen silahlarında geçiş güzergâhı olduğunu vurguladı.
Halep’in Suriye’nin diğer eyaletlerine hakim olduğunu ve özellikle sahil kentlerine ulaşımda önemli bir geçiş bölgesi olduğunu kaydeden Seyyid Afkahi teröristlerin Halep’i ele geçirmesi halinde İdlip kentinde olduğu gibi Lazkiye ve Tarsus bölgelerinin terör örgütlerince işgal edilebileceğini kaydetti.
Eğer Batı Halep’te İnsani Duruma Önem Veriyorsa Halep İşgal Edildiğinde Sessiz Kalmayacaktı
Batının terör ile mücadelede samimi olmadığını vurgulayan Seyyid Afkahi Deyr el Zur, Musul gibi Irak’ın bir çok kenti ve Suriye toprakları teröristlerce işgal edildiğinde neden tepkisiz kaldığını sorarak “ Eğer onlar için sivillerin durumu gerçekten önemli ise 2.5 yıldır IŞİD kuşatması altında olan Deyizor bölgesinde teröristler tarafından katledilen onlarca sivili neden görmezden gelmekteler? Neden o bölgedeki siviller için insani kriz çağrısında bulunmuyorlar? Veya henüz teröristlerin işgali altında olan Halep’in batısındaki insani krizler için hiçbir çağrıda bulunmuyorlar?” ifadelerini kullandı.