کارگر

کارگر

Pazar, 16 Şubat 2014 06:26

Amerika İran’dan Ne İstiyor?

Bismihi Teâlâ

Filistin sorunu, Hizbullah-İsrail mücadelesi, nükleer meselesi, Suriye Vekâlet savaşı, Irak’ın Afganistan’ın geleceği, Latin Amerika’nın Anti-Amerikancı iktidarları meseleleri başta olmak üzere daha onlarca alanda dünya son otuz beş yıldır İran-Amerika mücadelesine şahit oluyor. Batı medyasının yönlendirmesi ile dünya “İran”la yatıp “İran”la kalkıyor!

Devasa ekonomik ve teknolojik gücü, İran’dan en az üç dört kat fazla nüfus fazlalılığı, akla hayale gelmez silah çeşit ve rezervleri (ki bilinen sadece on bin civarında nükleer başlığa sahip), Birleşmiş Milletler ’deki etkinliği, dünyadaki en etkin ve organize müdahale (sömürge) gücü NATO’nun patronluğu ve arkasındaki onlarca yandaş ve yedek ülke gücüne rağmen Amerika’nın, dünya da iki yüzü aşkın ülkeden sadece biri olan seksen milyon nüfuslu, ekonomik ve teknolojik gücü sınırlı, tek bir nükleer silahı bile olmayan, Birleşmiş Milletler ‘de veto hakkı bulunmayan, NATO benzeri bir yapıya bırakın patron olmayı üye bile olmayan İran’la derdi nedir? Bunca tehdit ve şantajlar, Birleşmiş Milletler kararları, ekonomik yaptırım ve ambargolar, medya ve kamuoyu kuşatması, akla hayale gelmez hile ve desiseler niçin? Hakikaten Amerika İran’dan ne istiyor?

Geçen yüzyıla bir göz atarsak görürüz ki, Amerika’nın İran’la olan ilişkilerindeki gerginlik son otuz beş yıllık bir süreyi kapsamaktadır. Ve yine görürüz ki, otuz beş yıl öncesinde Amerika’nın bölgedeki en önemli müttefiki İran’dı. Amerika açısından İran, tüm Ortadoğu ve Asya politikalarının yönetilip yönlendirildiği merkezdi. Demek ki Amerika’nın derdi coğrafi olarak “İran” ülkesi ile değil. Amerika’nın derdi başka!

Amerika’nın derdi ve mücadelesi 1979 yılında gerçekleşen “İslam İnkılabı” ile. Amerika açısından esastan ulusal olarak İran Devleti ve coğrafyasının bir mana ve ehemmiyeti yoktur. Amerika’ya dert olan o coğrafyada gerçekleşmiş ve halen güçlenerek varlığını sürdüren “İslam İnkılabı”dır, onun dünya üzerindeki hedefleri ve etkinliğidir.

Şimdi soruyu yeniden formatlayabiliriz. Son birkaç yüzyılda dünya Fransız Devrimi, Sovyet Devrimi, Cezayir Devrimi, Çin Devrimi, Hint Devrimi, Küba Devrimi başta olmak üzere pek çok devrim gördü. Amerika bunca devrim içerisinde niçin “İslam Devrimi”ni düşman belledi? Niçin bütün varlığı ile “İslam Devrimi” ile mücadele ediyor?

Konunun bir başka çehresi daha var ki, mevzunun aydınlığa kavuşabilmesi ancak o çehrenin de izahı ile mümkündür: Bunca devrim içerisinde “İslam Devrimi”nin ne farkı hangi özelliği var ki, tüm dünya egemen/istikbar güçlerinin düşmanlığını üzerine celbediyor?

Şubat 1979 yılında İmam Humeyni (r.a) önderliğinde gerçekleşen İslam İnkılabı, insanlık tarihinin en eşsiz olaylarındandır. Tarihin kader belirleyici kırılma noktalarından biridir. Dini ve milliyeti fark etmeksizin tüm mazlum ve mahrum kitlelerin istikbar dünya düzenine ve müstekbirlere karşı kazandıkları tarihi zaferdir. Son otuz beş yıl içerisinde özelde Ortadoğu genelde ise dünya üzerindeki değişme ve gelişmeler İslam İnkılabı’nın insanlık için ne denli kader belirleyici vakıalardan olduğunun en büyük şahididir.

Peki, İslam Devrimi’ni özel kılan nedir? Eğer insafla devrimler tarihine yönelirsek şunu müşahade ederiz ki; İslam İnkılabı, meşruiyet kaynağını “din”den makbuliyetini “halk”tan alan yegâne devrimdir.

Ancak meşruiyetini İslam’dan makbuliyetini İran milletinden alan İslam İnkılabı, hiçbir zaman kendisini bir coğrafya, ulus ya da mezhebe ait görmediği gibi taassup ve sınır içeren bir kavramla da kendisini ifadelendirmemiştir. Tüm Müslümanların hatta dünya üzerindeki tüm mahrum ve mazlum halkların devrimi olduğunu ifade etmekle kalmamış bu söylemini pratize etmeyi başarmıştır.

İslam İnkılabı, İslam ümmeti adına, tüm mazlumlar mahrumlar adına dünyada hüküm süren zulümkar sulta düzenine itiraz etmiştir. İran Şah’ının şahsında tüm dünya firavunlarının, tağutlarının mazlumların yakasındaki ellerini kesmiştir. Onların yüreklerinin en derinlerine korku salmıştır.

İslam İnkılabı’nın dünya daki egemen istikbar düzenine itirazı diğer devrim ve yönetimlerin itirazları gibi pragmatik değil, varoluşsaldır. İslam İnkılabı, mevcut sömürü düzeninden pay almak ya da payını artırmak peşinde değildir. Egemen sömürü düzeni ile mücadele etmeyi varlık nedeni olarak görmekte. İslam İnkılabı, dünyada hükümran olan sömürü sulta düzeninin kendisine itiraz ediyor. “Adalet, özgürlük ve eşitlik”i bir coğrafya, ulus ya da mezhep için değil, tüm mazlum ve mahrum halkların varoluşsal hakkı olarak görüyor, talep ediyor.

Dünyada egemen istikbar sulta sisteminin patronu olan Amerika da, İslam İnkılabı’nın varlık nedeninin ve kendi düzenine dönük söyleminin varoluşsal bir temele oturduğunun tam olarak farkındadır. İslam İnkılabı’nın mevcut düzenden pay ve rol verilerek kontrol altına alınamayacağını biliyor.

Büyük Şeytan Amerika biliyor ki, kendi sulta düzeni için gerçek tehdit ve tehlike İslam İnkılabı’dır. Mümkünse onu boğmak ve yok etmek istiyor. Bu mümkün olmazsa onu dönüştürmek ve evrimleştirmek istiyor. Ve bu da mümkün olmazsa onun etki ve söylemlerinin mazlum ve mahrum kitlelere ulaşmaması için izole etmek ve onu kuşatmak istiyor!

İlginç olan ise Büyük Şeytan’ın bu hedefleri için daha ziyade İslam topraklarındaki taşeronlarını kullanıyor olması. Bazen sarıklı sakallı mücahit teröristlerini, bazen de kravatlı badem bıyıklı hizmet erlerini ve bazen de .....

Kemal Ş.SEVİNDİK

Avrupa İslam düşmanlığında sınır tanımıyor. Cami ve mezarlık saldırıları, minare yasakları, fişlemeler derken, şimdi de İsviçrede okullarda başörtüsü yasağı getirildi.

Batı’nın İslam düşmanlığı her geçen gün daha da artarak ve şekil değiştirerek devam ediyor. Yasalarla desteklenen İslam düşmanlığı, Müslümanlara saldırıların da önünü açarken, son olarak İsviçre’de yapılan referandum gelinen noktanın vahametini gözler önüne serdi. Okullarda başörtüsü yasağı uygulanıp uygulanmamasına dair referandum, Batı’nın haçlı genlerine işlemiş İslam düşmanlığını ve yaşattığı kinini de gösterdi.

Hak ve özgürlüklere referandum!

Dünyaya demokrasi ve insan hakları “pazarlayan” Batı, söz konusu Müslümanlar olunca çifte standardın âlâsını sergilediği gibi dinin emirlerini sorgulayabilme cüretini bile gösteriyor. Müslümanların hak ve özgürlüklerine, dini vecibelerine keyfi olarak kısıtlamalar getirmekte sakınca görmeyen haçlı kafası, bunu yaparken de kutsallaştırdığı sözümona demokrasiye atıf yapıyor. İsviçre’de yapılan okullarda başörtüsünün yasaklanmasına dair referandum, haçlı kafasının Allah’ın emrini ve inanç özgürlüğünü de İslam düşmanlığı çerçevesinde algıladıklarının kanıtı olarak görünüyor.

ABD’de İslam Karşıtlığı Yüzde 167 Arttı

ABD’DE İslam karşıtlığı her geçen gün daha da artıyor. Washington Post-ABC News’in anketine göre 2002’de yüzde 24 olan İslam’a olumsuz bakış oranı 2006’da yüzde 46’ya 2010 ise yüzde 64’e yükseldi. 8 yılda İslamofobik algıda yüzde 167 artış görülüyor.

Minareden Sonra Başörtüsü Yasağı

İSLAM’I yasaklayan uygulamalarıyla gündeme gelen İsviçre’de bu kez de okullarda başörtüsü yasağı getirildi. İsviçre’nin St. Gallen kantonun Au-Heerbrug kasabasının okullarında başörtüsünün yasaklanması için yapılan referandum sonuçlarına göre okullara artık başörtülü öğrenci giremeyecek.

Fransa’da İslam Düşmanı Saldırılar Yüzde 11,3 Arttı

Fransa Müslüman İnanç Konseyi (CFCM) içerisinde faaliyet yürüten Milli İslam Düşmanlığı Gözlem Evi, 2013 yılında İslam düşmanı saldırılarda bir önceki yıla göre yüzde 11,3 artış olduğunu açıklamıştı. 2013 yılında 40 saldırı ve 117 tehdit vakası gerçekleştiği kaydedildi.

Avrupa genelinde yükselen İslam karşıtlığı Müslümanların canlarını ve inanç hürriyetlerini tehdit ediyor. İslam karşıtlığının devlet eliyle desteklenerek teşvik edildiği Hıristiyan Batı ülkeleri, başörtü yasağını, Müslümanların fişlenmesini yasalarla kanunlaştırırken bazı grupların camileri yakmasına ve Müslüman mezarlıklarına saldırmasına da göz yumuyor. Cami minarelerinin yasaklandığı İsviçre, bu kez okullarda başörtü yasağı ile gündemde. Geçtiğimiz yıllarda İslam’ı yasaklayan uygulamalarıyla gündeme gelen İsviçre’de bu kez de okullarda başörtüsüne yasak getirildi. İsviçre’nin St. Gallen kantonun Au-Heerbrug kasabasının okullarında başörtüsünün yasaklanması için referanduma gidildi. Referandumdan çıkan sonuca göre okullarda artık başörtüsüyle gidilemeyecek. 500 bin Müslüman’ın yaşadığı İsviçre’de Müslümanlara karşı takınılan bu tavır, Avrupa’da yükselen İslam düşmanlığını tescilliyor.

İngiltere’de Okul Kapattılar

İngiltere’de Derby kentinde İslâmi eğitim veren bir okul, sözde “katı uygulamalar” gerekçe gösterilerek kapatılmıştı. Geçtiğimiz yıl Eylül ayında eğitim vermeye başlayan ve özerk okul statüsündeki Al-Medinah okulunun, Eğitim Standartları Çocuk Servisi ve Becerisi Ofisi’nin (Ofsted) müfettişleri tarafından yapılan inceleme sonrasında “katı uygulamalar” bahanesiyle kapatılmasına karar verilmişti. İsmini vermek istemeyen okulun eski bir çalışanı, kadın öğretmenlerin başörtüsü kullanmaya zorlandığını ileri sürmüştü.

ABD’de İslam Düşmanlığı İçin 119 Milyon Dolar

Amerika İslâm İlişkileri Konseyi (CAIR) tarafından açıklanan raporda, ABD’deki İslâm düşmanı grupların 2008-2011 yıllarında 119 milyon dolar yardım topladığı belirtilmişti. Ayrıca ABD halkının İslâm’dan korkmasını sağlayanlara yüksek maaş verildiği, Müslümanları ‘ötekileştirmek’ için toplam 78 yasa önerisinde bulunulduğu ve ülke genelinde 51 camiye saldırı düzenlendiği ifade edilmişti.

İslam Karşıtlığı 8 Yılda Yüzde 167 Arttı

ABD’de İslam karşıtlığı her geçen daha da artıyor. Washington Post-ABC News’in anketine göre 2002’de yüzde 24 olan İslam’a olumsuz bakış oranının 2006’da yüzde 46’ya çıktığını; Berkeley Üniversitesi’nin İslam düşmanlığı raporu ise 2010 yılında Amerika’daki İslam düşmanlığı algısının %64 seviyelerinde olduğunu gösteriyor. Bu anketlere göre 8 yılda İslam düşmanlığı algısında yüzde 167 artış görülüyor.

Hollanda’da Camilere Saldırdılar

Avrupa genelinde yükselişte olan ve Müslümanlarda kaygı uyandıran İslam düşmanlığının en güçlü hissedildiği ülkelerden biri de Hollanda. Ülkede son 5 yılda 117 caminin farklı şekillerde saldırıya uğradığı, bir o kadarının ise polise şikayette bulunulmadığı için kayıtlara girmediği belirtiliyor.

İspanya Polisi Müslümanları Fişledi

İspanya İçişleri Bakanlığı, geçtiğimiz yıl Ağustos sonunda emniyet teşkilatına ‘Aşırı dinci Müslüman nasıl belli olur’ başlıklı bir el kitapçığı dağıttı. Buna göre, polis bu kitapçığı sürekli yanlarında taşıyarak kitapçıktaki tariflere uyan insanları takibe aldı. Söz konusu kitapçıkta ‘aşırı dinci Müslümanlar’ın robot çizimleri yer alıyor.

Fransa’da İslam Düşmanı Saldırılar Yüzde 11,3 Arttı

Fransa Müslüman İnanç Konseyi (CFCM) içerisinde faaliyet yürüten Milli İslam Düşmanlığı Gözlem Evi, 2013 yılında İslam düşmanı saldırılarda bir önceki yıla göre yüzde 11,3 artış olduğunu açıklamıştı. 2013 yılında 40 saldırı ve 117 tehdit vakası gerçekleştiği kaydedildi.

Milli Gazete

 

Çarşamba, 12 Şubat 2014 10:24

İran’dan yeni nesil iki füze denemesi

İran’ın yeni nesil balistik ve lazer füzeleri başarıyla test edildi

İran Savunma Bakanlığı 35. İslam inkılabı zaferinin yıldönümüyle eş zamanlı olarak tamamen İranlı mühendisler tarafından imal edilen iki yeni nesil balistik ve lazerli füzeleri başarıyla test edildi.

MHA'nın bildirdiğine göre, İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanlığı’nın bünyesinde inşa edilip üretilen ve lazerle kumanda edilebilen havadan yüzeye ve yüzeyden yüzeye “Bina” adlı füzesinin yanısıra uzun menzili yeni nesil balistik füzesi başarıyla test edildi. 

İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı Tuğgeneral Hüseyin Dehgan da tanıtım için düzenlenen törende yaptığı açıklamada söz konusu balistik füzelerin uçak ve füze rampalarından fırlatma kabiliyetine sahip olduğunu ifade edip ve ilave etti: Bu füzeler İslami İran halkına bir hediye olduğu , bu denemenin Amerika'nın askeri seçeneği ve "tüm seçenekler masada" gibi boş laflarına karşılık bir cevap olduğunu belirtti.

Köprüler, tanklar, savaş araçları ve düşmanın komuta merkezlerini dikkatle hedef alabilen Bina füzelerinin hızlıca hedefleri yok edebilme, kolayca kullanma ve bakım kolaylığı gibi önemli özelliklere sahiptir.

 

 

Çarşamba, 12 Şubat 2014 10:11

İslam inkılabı ile 35 yıl

İngiliz araştırmacı ve İran konuları uzmanı Fred Halliday de ‘II. soğuk savaşın şekillenme süreci ‘ adlı eserinde Şah rejimine karşı halkın yüksek katılımı konusunda şöyle yazıyor: Halkın Pehlevi rejimine karşı protesto gösterileri, insanlık tarihinin en büyük gayrı resmi gösterileri sayılıyor.

İslam inkılabının şekillenmesinde ve zaferinde etkili olan ve temel rolü olan İslam dini, imam Humeyni'nin liderliği ve halkın önemine değindik. İslam dininin değerli öğretileri ve İmam Humeyni'nin korkusuz ve müdebbirane rehberliği konusunda bazı noktalara değinmeye çalıştık. Bu bölümde ise halkın rolünü incelemeye çalışacağız. Tabi ki tüm inkılaplar halkın kıyamı ile gerçekleşiyor, fakat hiç bir devrim, inkılap veya ayaklanmada halk bu denli seçkin ve kapsamlı bir şekilde varlık göstermediler.

İran halkının 1978-1979 yıllarındaki hareketi kapsamlı ve geniş bir inkılaptı. Diğer inkılaplarda genelde belli bir kesim sadece kendi isteklerinin gerçekleşmesi için ayaklanır. Fakat İslam inkılabında yaklaşık tüm İran halkı, ülke içindeki zorba hükümete ve yabancıların müdahalelerine karşı ayaklandı. Ünlü Fransız gazeteci ve Ortadoğu uzmanı Eric Rouleau, İran halkının islam inkılabına yüksek katılımı konusunda şöyle yazıyor: İslam inkılabı, tüm dini azınlıkların dahi katıldığı tek dini inkılabtır.

İngiliz araştırmacı ve İran konuları uzmanı Fred Halliday de ‘II. soğuk savaşın şekillenme süreci ‘ adlı eserinde Şah rejimine karşı halkın yüksek katılımı konusunda şöyle yazıyor: Halkın Pehlevi rejimine karşı protesto gösterileri, insanlık tarihinin en büyük gayrı resmi gösterileri sayılıyor.

İran halkının çeşitli kentlerde geniş çapta ve sürekli olarak gerçekleştirdikleri protesto yürüyüşleri tepeden tırnağa silahlanmış şahlık rejimini yormuş ve onun dağılma ve yıkılma ortamını oluşturmuştur. İslam inkılabındaki halkın katılımı, muhaliflerin dahi halkın desteğini itiraf edecek kadar geniş ve kapsamlı idi. Tabi ki İran halkının ayaklanması dayanışma ve birliktelikle beraber olmasaydı, afzla süremezdi. Tarih, halk arasındaki tefrika ve görüş ayrılıklardan dolayı başarısız ve yenilen bir çok devrim ve ayaklanmaya tanık olmuştur. Fakat İran İslam inkılabı, yüce bir hedefe ulaşmak için halkın vahdet ve birlikteliğinden eşsiz bir örnek sergiledi. Bu hedef halk sloganları arasında ‘ Bağımsızlık, Özgürlük, ve İslam Cumhuriyeti' olarak dillendirildi. Tabi ki bu arada halkı bilgilendirmekteki din alimlerin rolünü de unutmamak gerekir. Zira din alimleri ülkenin dört bir yanında hazır bulunarak, halk ile yakın ilişkileri nedeni ile onların güvnenini kazanmışlar.

İran halkının kapsamlı ayaklanması, bazı açılardan diğer halkların hayretini kazanmıştır. Zira milletin milli ve toplu iradesi, kısa bir sürede zorba, yabancı güçlerin tüm desteğine sahip bir rejimi devirecek kadar güçlü sayılırdır. İslam inkılabı konusunda araştırmaları bulunan Fransız düşünür Mişel Fuko bu konuda şöyle yazıyor: Ben şahsen toplu iradenin ruh veya Tanrı gibi asla gözle görülemeyeceğini düşünüyordum. . . fakat biz tahran'da ve tüm İran'da bir milletin toplu iradesine tanık olduk. Tabi ki bu olaydan övgü ile söz etmek, yerinde bir hareket sayılır. Zira bu olay her gün yaşanacak bir şey değildir.

İslam inkılabı süresinde tahran'da bulunan Pier Blanche ‘ İran, Allah adında İnkılap' adlı kitabında şöyle yazıyor: Beni hayretlere salan olan tüm bir halkın ayaklanması idi . . . Şaşırtan olay ise mesela tüm üniversite öğrencilerinin gelip ‘biz hepimiz Kuran'danyanayız, hepimiz müslümanızi aramızda fark yoktur', demeleri idi.

Halk arasında her zaman vahdetin önemini vurgulayan İran İslam Cumhuriyetin kurucusu İmam Humeyni (ra) bu olayın inkılabın zaferindeki etkisi konusunda şöyle buyuruyor: İran halkının kazandığı büyük zaferin anahtarı, tüm ülkede ve tüm kesimler arasındaki vahdettir.İmam Humeyni bu dayanışma ve vahdetin, İlahi bir mucize olduğunu vurguluyor.

İran İslam inkılabının en bariz özelliklerinden biri Allah dinine olan köklü inançları ve İslam'ın hedeflerini gerçekleştirmeye çalışmalarıdır. Aslında İslama olan inanç, şahlık rejimin devrilmesi için İran halkının hareket kaynağı idi. Bu bağlamda Fred Halliday, II. soğuk savaşın şekillenme süreci ‘ adlı eserinde şöyle yazıyor: . . .Silahsız bir halkın tepeden tırnağa silahlanmış bir rejimi devirmesi, alışılmış bir olay değildir. Bunun için alışıla gelmiş bir güç değil, hiç bir inkılabi harekete sığmayan bir irade gerektiriyor. İranlılar ise bu gücü, dinde buldular.

İran halkı yüce İslam dininden direniş ve fedakarlığı öğrendi ve onun etkilerini inkılabi mücadelsinde sergiledi. İslam'ın ilk yıllarında müslümanların sergiledikleri fedakarlıkları duyanlar, İslam inkılabı sırasında söz konusu fedakarlıkları aynen gerçekleştirme fırsatına ulaştılar. Bu yüzden İslam inkılabının son aylarında halk birbirine yardım etmekten asla çekinmedi. İranlılar, İslam'ın yüce Cihat değerleri uyarınca Şah rejimine karşı bir nevi cihat gerçekleştirip, kader belirleyici bu cihata katılmak için hep birlikte ayaklandılar.

İslam'ın bir diğer öğretisi olan Şehadet de, İranlıların zorba Pehlevi rejimi ile mücadele sırasında şehit olmayı değerli ve yüce bir iftihar olarak tanımalarına neden oldu. Bu sebepten dolayı şehit olmayı ebedi saadete ulaşma olarak tanıyan İran halkı özellikle de genç kesim bu yüce konuma ulaşmak amacı ile mücadelenin en zor anlarında ölüme meydan okudular ve şehit olmayı göze aldılar.

İran inkılabındaki halkın rolü ile ilgili özelliklerinden bir diğeri ise onların silahsız olmaları idi. Dünyada yaşanan bir çok devrimde halk, silahlı mücadele sayesinde yollarındaki engelleri kaldırmayı başarmış ve böylece zafere ulaşmıştır. Fakat iran halkı İmam Humeyni'nin (ra) mücadele yöntemlerini benimseyerek, silah kullanmadan, sadece geniş sokak gösterileri ve protesto yürüyüşleri ile mücadele ışığını yaktılar. Fakat söz konusu protesto gösterilerinin kapsamlı ve ülke çapında gerçekleşmesi nedeni ile büyük etkiye sahipti ve şiddet içeren gösterilere ihtiyaç duyulmuyordu. Hatta Muhammed Rıza Pehlevi'nin fazlası ile güvendiği silahlı kuvetleri de İslam inkılabı hedeflerine inanması ve halka katılması nedeni ile dağılarak halkın iradesi karşısında teslim oldu. Bu yüzden silahlı çatışmalar da sadece bir kaç gün sürdü. Mişel Fuko İran İslam inkılabı süresinde ‘ İranlıların Ruyası Nedir?' başlığındaki makalesinde şöyle yazıyor: 10 aydan beri halk, dünyanın en donanımlı rejimlerden en korkunç polis teşkilatlarına sahip sistemle mücadele ediyorlar. Halk boş ellerle ve silahlı mücadeleye yönelmeden, sergiledikleri cesaret ve irade ile ülkenin silahlı kuvvetlerini hayrete düşürmüştür.

İslam inkılabı'nın 1979 yılında zafere ulaşmasının en önemli nedenlerinden bir diğeri de İran halkının İmam Humeyni (ra) gibi değerli ve büyük bir liderin çevresinde birleşmesi idi. Halk bu lideri dikkatlice seçmiş ve onun mücadele alanındaki sadakat ve kabiliyetini en iy biçimde tecrübe etmişti. Bu yüzden can pahasına onun direktiflerini gerçekleştirmeye çalılşıyordu. Sadakat, cesaret, tedbirli olam, İran ve dünya olaylarına vakıf olmak ve halk sevgisine sahip olmak, rahmetli İmam Humeyni'nin en bariz özelliklerindendi. Bu sebepten dolayı millet ve liderleri arasındaki ilişki sadece maddi bir ilişki değildi, İmam Humeyni kalpleri feth etmiş, halk ile arasında derin manevi bir ilişki kurmayı başarmıştı. Bu güçlü ilişki şahlık rejimi ve destekçisi Amerika'nın çeşitli komplolar ve propagandalarına rağmen halkın son ana kadar İmam Humeyni'ye sadık kalmalarına neden oldu. .

 

İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, İran aleyhinde olan ABD tehditlerine işaret eden Cumhurbaşkanı Ruhani, İran milletini tehdit etmenin çocukca bir tutum olduğunu zira son 35 yılda İran bütün tehditlere karşı dik durarak zafer elde ettiğini söyledi.

Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, 22 Behmen(11 Şubat) 35. inkılap yıldönümü dolaysıyla Tahran Azadi meydanında yüzbinlerce halka hitaben konuşan İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, başında olduğu ‘tedbir ve ümit’ devletin inkılap ilkeleri, halk ve İslam İnkılabı Rehberi’nin amaçları ve ülke onuru için dik duracağını ve gerçekleşmesine yönelik diğreneceğini ifade etti.

Konuşmasının bir bölümünde İran aleyhinde olan ABD tehditlerine işaret eden Cumhurbaşkanı Ruhani, İran milletini tehdit etmenin çocukca bir tutum olduğunu zira son 35 yılda İran bütün tehditlere karşı dik durarak zafer elde ettiğini söyledi.

Tehdit dilini yasal olmayan, ahlak ve edebe karşı olan bir davranış olarak niteleyen Cumhurbaşkanı Ruhani, İran’a yönelik tehditlerin masada olduğunu dile getirenlere gözülk takmalarını tavsiye etti.

İran Cumhurbaşkanı, dünya çapındaki hiçbir masada İran milleti aleyhinde askeri tehdit yer almadığını hatırlattı.

5+1 grubu ile yapılan nükleer müzakerelere işaret eden Hasan Ruhani, İran milletinin iyi neyeti temelinde 5+1 grubu ile devam eden müzakerelerin aslında nükleer bombası haram olduğuna dair İslam İnkılabı Rehberi’nin fetvasını yüksek sesle dünyaya duyurmak, düşmanların hayali bahanelerinin önünü keserek bölge ülkelerine İranofobya’nın yalandan başka bir şey olmadığı gibi hiçbir ülkeye saldırmayı düşünmediğini kanıtlamak olduğunu kaydetti.

İran İslam Cumhuriyeti Cumhuabaşkanı, “Açık bildiriyorum, İran’ın nükleer programı devam edecektir”diye konuştu.

5+1 grubu ile müzkerelerin hikmet, onur, milli gayret ve İran milletinin ilkesel istekleri doğrultusunda devam edeceğini dile getiren Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, söz konusu müzakerelerin ABD ve Avrupa için büyük bir test niteliğinde olacağını, İran milleti ile teamülde bulunarak işbirliği yaptıkları takdirde İran’dan olumlu yanıt alacakları, geçmişteki gibi kötü yöntemler tekrarlanacağı takdirde kendi milleti, bölgeye, dünya refahı ve istikrarı zararına olacağını belirtti.

Ruhani, İran aleyhinde reva olmayan ithamlar yöneldiğini konuşmasına ekleyerek, İran’ın adil, yapıcı ve uluslararası yasalar kapsamında müzakerelerde azimli olduğunu ve karşı taraftan da aynı tutumun sergilenmesini beklediğini söyledi.

 

 

İran nükleer başmüzakerecisi Abbas Arakçı , İran ve 5+1 grubu arasında Viyana’da yapılacak nükleer müzakerelere işaret ederek, ABD’nin yeni yaptırımları yanıtsız bırakılmayacağını bildirdi.

MHA'nın bildirdiğie göre, İran Haber kanalının özel programında Cenevre nükleer anlaşmasının son durumunu değerlendiren İran Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Nükleer Başmüzakerecisi Seyyid Abbas Arakçi, nihani anlaşmaya doğru adıma atmak maksadıyla 17 Şubat’ta Viyana’da yeni tur nükleer müzakereler başlayacağını ve Cenevre anlaşmasının gereği müzakereler en fazla bir yıl sürmesi gerektiğini dile getirdi.

Arakçi, karşı taraf iyi niyet ve irade gösterdiği takdirde nükleer sorunu bir kaç ay sürede çözülebileceğini konuşmasına ekledi.

Son iki günde Tahran’da İran ve UAEK arasında yapılan müzakerelerin 5+1 grubu ile yapılacak müzakerelerde etkisi olup olmadığı sorusuna Abbas Irakçi, söz kounusu iki müzakerenin kuşkusuz olumlu veya olumsuz etkileri olacağını, fakat her ikisinin yolları ayrı olduğunu belirtti.

İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Abbas Arakçı, konuşmasının bir bölümünde ABD yetkililerinin ortak eyleme yönelik tutumunu değelendirerek, ABD ile ilişkilerin normalleşmesi yönünde Cenevre nükleer anlaşmasının gerçekleşmediği gibi İran ve batı arasında dostluk anlaşmsı sayılmadığını söyledi.

İran’ın ABD’ye yönelik tutumu değişmediğinin altını çizen İran nükleer başmüzakerecisi, İran’ın Filistin, Suriye, Ortadoğu, insan hakları, ABD zorbalığı ve onlarca konu üzerinde bu ülke ile sorunları olduğuna dikkat çekti.

Abbas Arakçı, İran gözüyle Amerika’nın hala büyük şeytan olduğunu vurgulayarak, sultacılığı kabul etmeyen İran’ın emperyalist Amerika’ya karşı gelme politikasına devam edeceğini söyledi.

Konuşmasının devamında ABD Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Dışişleri Bakan Yardımcısı ve Hazine Bakanı’nın İran’a yönelik en son düşmanca açıklamalarını değerlendirem Abbas Arakçı, onların açıklamaları yaşadıkları zaafiyetten kaynaklandığını zira Kongre’ye ve kamuoyuna cevab verme durumda olduklarını dile getirdi.

Abbas Arakçı , ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Vandy Sherman’ın Erak ve Fordo nükleer tesislerle ilgili açıklamalarına da tepki göstererek, İran’ın ABD’ye baskı yapmasına izin vermeyeceğini kaydetti.

Irakçi ayrıca, ABD’nin yeni yaptırımları yanıtsız bırakılmayacağını bildirdi.

 

Pazartesi, 10 Şubat 2014 06:16

Suriye olayları ve gerçekler

Suriye olayları, Arap Baharı diye takdim edilen, gerçekte Büyük İsrail’in kurulmasına yönelik bir projenin uygulanmaya konulmasının sadece bir halkasıdır. Zincirin son halkası da değildir. Çünkü sırada İran ve Türkiye var. İran halledilene kadar Türkiye ile ciddi bir çatışmaya girmeden projenin yürütülmesini arzu ediyorlar. Bunun için Başbakanın ABD’yi ve AB’yi ağır tenkitlerine rağmen ciddi bir tepki yerine, Türkiye’yi hizaya sokmak için sınırlı bir ölçüde karışıklık çıkararak Türkiye’yi sıkıştırmayı tercih ediyorlar.

Büyük Ortadoğu projesinin gerçekleşmesi için Suriye’nin bir şekilde Irkçı Emperyalizmin istediği şekle sokulması lâzım. Bu da; Suriye’deki idarenin değiştirilerek yerine Büyük İsrail’in kurulmasına hizmet edecek, ABD ve Dünya Siyonizm’ine destek olacak veya en azından engel olmayacak bir idarenin Suriye’de göreve getirilmesini gerektirir. Türkiye Dışişleri Bakanı, olgun bir devlet adamı gibi hareket ederek akan kanın durdurulmasına çalışacağına, devletle silahlı mücadeleye giren gruba tam destek vererek Siyonizm’in ekmeğine yağ sürüyor. Bu üslup savaş teşvikçiliğine yönelik bir üsluptur. Siyonizm’in hedeflerine ulaşmasına yardımcı olmak Türkiye Dışişleri Bakanı’na yakışmaz. Suriye’de bütün dünyayı etkileyecek tehlikeli bir oyun oynanıyor.

Dünya gerçeklerinden ve Siyonizm’in hedefinin ne olduğundan habersiz olan bazı kimseler de Suriye’deki mücadelenin Beşşar Esed’i devirmeye yönelik, haksızlığa karşı bir mücadele, olduğunu sanıyorlar. İsrail Devleti; bayrağında resmen ilan ettiği, Fırat nehrinden Nil nehrine kadar bir bölgeyi ABD’nin desteğiyle alarak Mescidi Aksa’yı yıkıp yerine Süleyman mabedini yaparak, yaklaşık beş bin yedi yüz yıllık hayallerine ulaşma mücadelesini veriyor. Nitekim yıllar önce ABD’nin Dışişleri Bakanlarından biri Fas’tan Endonezya’ya kadar 22 ülkenin sınırlarının değişeceğini ilan ederek bu hedefi açıklamıştı. Filistin’de Mısır’da Suriye’de bu hedefe yönelik uygulamalar Başbakan ve Dışişleri bakanının gözleri önünde yapılıyor. Ama hâlâ gerçekleri görmek istemiyorlar.

Şu anda kendilerini Özgür Suriye Ordusu diye takdim edenlerin içinde, Amerika’nın kontrolüne girmiş bulunan El Kaide’nin ve farklı terörist grupların var olduğu, bunların zaman zaman, Türkiye-Suriye arasındaki gümrük kapılarının kontrolünü ele geçirmek için, menfaat kavgası yaparak birbirleriyle silahlı çatışmaya girdikleri biliniyor. Suriye’deki bu kavgayı haksızlığa karşı Allah rızası için bir mücadele gibi görmek en hafif tabiriyle safdillik olur.

Farkında olmadan Dünya Siyonizm’inin yanında yer almak olur.

Siyonizm Suriye’deki muhalifleri de dünyada birçok kimseyi de bu yanlış fikre, ellerinde bulundurdukları haber ajansları, yazılı ve görsel basının propagandasıyla inandırıyor. Türkiye’deki medyanın neredeyse tamamında Siyonizm’in hazırlayıp servis ettiği, Suriye’deki iç savaşta Suriye ordusu tarafından öldürüldüğü söylenen ve ordunun kendi elemanları tarafından görüntülendiği iddia edilen fotoğraflar yayınlandı. Kim olursa olsun bu cinayetleri işleyenler affedilemez. Mutlaka cezalarını çekmeliler.

Ancak mantıklı olarak değerlendirilirse bir ordu ilerde kendisi aleyhindeki delillerini kendi eliyle toplayıp arşivlemez. Bu akıl ve mantığa aykırıdır. Öyleyse bu görüntüleri kim veya kimler, nerede ve hangi maksatla topladılar?

Suriye’de mevcut idareyi yıkmak için, ABD ve İsrail tarafından dışarıdan getirilmiş El-Kaide ve benzeri adam öldürmeyi vazife edinmiş gruplar var. Bunlar Suriye resmi ordusunun elinde bulunan bir yerleşim yerini ele geçirmek için ağır silahlarla saldırıyorlar. Çocuklar, yaşlılar, kadınlar öldürülüyor. Türkiye’de ve dünyadaki bütün yazılı ve görsel basın, Siyonizm’in kontrolündeki haber ajanslarının, yapılan katliamları saklayarak servis ettikleri haberleri veriyor. Özgür Suriye ordusu bir bölgeyi zâlim Esed’in askerlerinin elinden kurtardı diye takdir ederek aktarıyor. Çocuk, kadın yaşlı, genç masum insanların öldürüldüğü gizleniyor.

Aynı olayın tersi yâni Suriye’nin resmi ordusu Özgür Suriye Ordusu’nun ele geçirdiği bir yeri aynı şekilde ağır silahlarla hücum ederek ele geçirdiğinde bu sefer Siyonizm’in kontrolündeki haber ajansları Beşşar Esed katliam yapıyor, çocukları, yaşlıları, kadınları öldürüyor diye veriyor. CIA ve MOSAD ajanları da her iki tarafın saldırısında ölenleri görüntüleyip dünya kamuoyunu etkilemek için tek taraflı olarak yayınlıyorlar. Şuurlu insanların bu oyuna gelmemesi gerekir. Çıkar yol Saadet Partisi’nin olayın başından beri savunduğu akan kanın durdurulmasına yönelik çalışma yapmaktır. Bunu Siyonizm’in etkisindeki BM hem yapmaz hem istese de yapamaz. Çünkü Batı’nın Hak anlayışı yanlıştır. Bu kanı Müslüman ülkeler dindirebilirler.

Müslümanların yaşadığı bir toplumda iktidar mücadelesi için silah kullanılmasını Peygamberimiz a.s. kesin olarak yasaklamıştır. Suriye’de böyle bir silahlı harekete girişmek, pek çok masum insanın ölümüne, milyonlarca insanın yerinden yurdundan kopup perişan olmasına sebep oldu hâlâ da olmaya devam ediyor. Sebep olanlar ve bu zulmün yapılmasına destek olanlar Allah’a hesap verecekler. Müslümanlar iktidar kavgası uğruna birbirlerini öldüremezler. Bu konuda Kütüb-ü Sitte’de birçok hadis vardır. Akıl ve vicdan sahiplerinin takdirine arz ediyorum.

Oğuzhan Asiltürk

FHA Özel:ŞOK HABER!! Türkiye’ye sığınan Suriyeli kadınların ikinci üçüncü es yapılması Kesinlikle bir suistimalin neticesidir. Bu adaletsizliğe en çok ta Müslüman kadınlar karsı durmalıdır.

Son günlerde Türk medyasında konuşulan Cihad nikahı ve Suriye’de savaştan dolayı Türkiye’ye sığınan kadınların ve genç kızların Türkiye’deki erkeklerle ikinci ve üçüncü eş yapılmasını Türkiye muhabirimiz Cesim İlhan’a değerlendiren Anti- Kapitalist Müslümanların sözcüsü Aktivist Fatma Kurcan Doğan, ayet ve hadislerle tepki gösterdi. Doğan, Suriyeli kadınların ikinci üçüncü eş yapılması bir suiistimalin neticesi ve dinin çarpıtılması olduğunu belirterek, Cihat nikahı için fetva verenlerin de Kuran da gecen ifade ile Bel’amlık olduğunu söyledi.

İŞTE AKTİVİST FATMA KURCAN DOĞAN İLE YAPTIĞIMIZ RÖPORTAJ:

CİHAD NIKAHI ANLAYIŞI SALTANATÇI VE MÜLKİYETÇİ İKTİDARLARIN ANLAYIŞIDIR

S- Son günlerde gündemi sarsan Cihad nikahı hakkında ne düşünüyorsunuz?

C- Cihad nıkahı anlayışı maalesef saltanatçı ve mülkiyetçi iktidarların ürettiği bir anlayışın sonucudur. Peygamberin yaşamında ve vahyin içeriğinde böyle bir gerçeklik bulunmamaktadır. Kölelik ya da cariyelik denen kurumun Kuran anlayışında kesinlikle yeri yoktur. Sadece savaş esirliği vardır ve bu da hala uluslararası hukuk ta da bulunduğu haliyle savaş dönemini kapsamaktadır. Bu donemde İslam esirlere cariye , köle muamelesi yapamaz hatta ona tek bir tokat bile atamaz. Onun yerine asağıdaki hadiste de geçtiği üzere eşit muamelede bulunmak zorundadır : Ma´rur İbnu Süveyd rahimehullah anlatıyor: "Ebu Zerr´i gördüm, üzerinde bir takım (hulle) vardı, kölesi (esir )de aynı şekilde bir takım giyiyordu. Bunun sebebini sordum. Bana şu cevabı verdi: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)´dan şöyle söylediğini işitmiştim: "Onlar sizin kardeşleriniz ve yakın adamlarınızdır. Allah Teâlâ Hazretleri onları ellerinizin altına (emaneten) koymuştur. Kimin kardeşi eli altında ise, yediğinden yedirsin, giydiğinden giydirsin, yapamayacağı iş buyurmayınız, eğer buyurursanız onlara yardım edin.

ESİR KADİNLARIN, PEYGAMBERİN YAPTIĞI GİBİ ÖNCE ESARETİNE SON VERİLİR

S- Bunun İslamla ilişkilendirilmesi ne kadar doğru ve böyle bir fetva karşısında alimlerin sessizliğini nasıl buluyorsunuz?

C- Cihad nikahi diye bir kavram Kuran da bulunmamaktadır. Ayni sekilde cariye kavrami da Kuran da geçmez. Kuran da gecen kavram meleket eymanihum yani sag ellerinizin sahip olduğu anlamina gelir ve Buyuk müfessir Razi’ye gore bu nikah ve mülk sahipliği anlamina gelir. Nikah ile birlikte ise bu sahiplik ortaklastirilir. Cunku Kadına verilen mehir hakki ile birlikte kadin erkeğin mülkiyet hakkına ortak olur ve erkeğin mülkünden dilediği kadarini kendi mülküne alir. Böylelikle kadin ve erkek evlilik akdi üzerinden özel mülkiyetten ortak mülkiyete geçilmiş olunur. bundan öturu asagidaki ayetlerde sartlari da sunulan esirlerle esir olmayan kadinlarla evlenmek kosullari aynen geçerlidir. Esir kadinlar peygamberin yaptigi gibi once esaretine son verilir sonra nikah akdi oluşturulur ve sonrasinda da mehirleri verilerek kadin ozgurlesir… " *Buhârî, İman 22, Itk 15, Edeb 44; Müslim, Eyman 40 (1661); Ebu Dâvud, Edeb 133, (5157, 5158, 5161); Tirmizî, Birr 29, (1946).][9] bu süreçte cok geçici bir doneme tekabül eder. Bu da muhammed suresinde acikca ortaya konulmuştur : Küfre batmışlarla burun buruna geldiğinizde, boyunlar vurulur. Nihayet onları bastırıp sindirdiğinizde, antlaşma bağını sıkı bağlayın. Artık bundan sonrası ya bir bağışlama ya bir fidyedir. Nihayet, harp, ağırlıklarını yere bırakır. İşte böyle! Eğer Allah dileseydi, onlardan öç alırdı. Ama kiminizi kiminizle denemek için böyledir… ( muhammed 4) böylece savaş esirlerinin fidye karşılığında ya da karsılıksız serbest birakilmasi emri verilmektedir. Fidye esir alinmiş müslümanlarla takas anlamına da gelmektedir… bu savaş hukuku surecinde esirlere nasıl davranılacağı da yukarıdaki hadiste açıktır. İslam hiçbir esiri hapsetmez, sahiplenmez, işkence de bulunmaz , tam tersi onlarla birlikte ayni yasam kosullarında bulunur. Esirlere islam toplumunun eşitlikçi , ortak mülkiyetçi, paylasimci yasam tarzında kardeşlik esaslarına göre muamele edilir. Muhammed suresinde gecen küfre batmislar kavrami da Allah'ın mülkunu ve otoritesini kendi cikarlarina alip mulklestiren egemenleri kastetmektedir.

BU TARZ FETVALARI KURAN DA GECEN İFADE İLE BEL’AMLİKTİR.

S- İslam dünyasında tanınmış alimlerin cihad nikahı ve sizden olmayan kadınları nikahınıza alın fetvası oldu. Bu fetva ile birlikte Suriye’deki muhalifler kendilerine destek vermeyenlerin eşlerini nikahlarına geçirerek bir anlamda din kisvesi altında tecavüz söz konusu, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

C- Kuran da Allah'a inanmamanın cihad sebebi olduğuna dair hiçbir ayet yoktur tam aksine aşağıdaki örnekte olduğu sekliyle ayetler oldukça fazladır : Rabbin dileseydi, yeryüzünde kim varsa hepsi birden iman ederdi. Yoksa insanları imana gelinceye kadar zorlayacak mısın? ( yunus 99) Cihad mülku ve otoriteyi elinde bulunduran egemenlere karsı yapılır ve mülk ve otorite yalnızca Allah'a has kılınarak belirli bir sınıfın elinden alınır ve herkesin ortak yönetimine ve ortak mülkiyetine devredilir. Cihad anlayısı da tamamen mülkiyetçi ve zorba dini kullanan iktidarların çarpıtmasından dolayı yanlış anlaşılmaktadır. Mülkiyetçi devlet anlayışının sonucunda esirlerin mülk edinilmesi de maalesef gayet normaldir. O yüzden mülkiyetçi iktidarların din adamlığını yapanların da bu tarz fetvaları Kuran da gecen ifade ile Bel’amliktir.

BU ADALETSİZLİĞE EN ÇOKTA MÜSLÜMAN KADINLAR KARŞI DURMALIDIR.

S- Cihad nikahıyla birlikte bir diğer önemli konu Suriyeli kadınların Türkiye'de evlendirilmesi. son zamanlarda medyaya yansıyan bu olay yuva yıkma derecesine geldi, bu konuda neler söylemek istersiniz?

C- Çıkarlar uğruna dinin çarpıtılmasıdır Suriyeli kadınların ikinci ücüncu es yapılması Kesinlikle bir suistimalin neticesidir. Kuran da tek eşliliğin adaleti tesis konusunda tek geçer değer olduğu apaçık bilinmektedir. Adaletsizlik te en buyuk suçlardandır. Erkeklerin hevalarina uyarak adaletsizliğe yönelmeleri İslamdan değil onların nefislerinden kaynaklanmaktadır. Bu adaletsizliğe en çokta Müslüman kadınlar karsı durmalıdır./Cesim İlhan

İran İslam İnkılabının 35. Yılı programında konuşan Nurettin Şirin, “İmam Humeyni tarihin damarıdır. İmam hakkı temsil ediyor. İnkılabı korumak inkılabı gerçekleştirmekten zordur” dedi.

35.Yılında İran İslam İnkılabı münasebetiyle Kudüs İslami Dayanışma ve Yardımlaşma Derneği bir panel düzenledi. Panele konuşmacı olarak yazar Nurettin Şirin katıldı. Şirin, Konuşmasında 35. Zafer yıl dönümünü Türkiye’nin her tarafında benimsendiğini söyleyerek “bu İnkılabın 35 yıl sonra ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anladığını belirtti. 22 Şubat Allah’ın günü olduğunu bu kavganın hak ile batıl kavgası olduğunu hak ile batıl savaşı ezele kadar devam edeceğine işaret eden Şirin, Yeryüzünün bütün mustazafları önder olana kadar bu davanın devam edeceğini söyledi.

Nurettin Şirin konuşmasına şöyle devam etti:

İmam Humeyni tarihin damarıdır. İmam hakkı temsil ediyor.

Biz ne Şah’a ne de Humeyni’ye yabancı değiliz. Şah’ı tanımak istiyorsak, Firavun’u aramamız lazım, Zalimleri aramamız lazım, Ebu Süfyan’ı aramamız lazım. İmam Humeyni’yi aramak istiyorsak Hazreti Muhammed’e bakmamız lazım, Hazreti Ali’ye bakmamız lazım, Hazreti Zeyneb’e bakmamız lazım. İmam Humeyni tarihin damarıdır. İmam hakkı temsil ediyor.

İnkilabı korumak inkılabı gerçekleştirmekten zordur

İslam inkilabı ilan edildiği zaman saldırılar hiç etsik olmadı. Buna rağmen inkilap halen dimdik ayaktadır. İnkilabı korumak inkılabı gerçekleştirmekten zordur. İran islam inkilabı gerçekleştirildikten sonra, İmam Humeyni’nin uçağı bombalanacak dediler ama imam bunların hiç birisini dinlemedi.

Devrim hak yoluyla gerçekleşti

Hem doğu emperyalizme karşı hem de batı emperyalizme karşı inkılap gerçekleşti.

Diyorlar ki: “devrim gerçekleştiği zaman İmam Humeyni solcuları kullandı sonra da bıraktı” dediler. Öyle bir şey yok. İmam kesinlikle öyle bir şey yapmadı. Devrim gayri meşru yollarla gerçekleşmedi. Devrim hak yoluyla gerçekleşti. Ben bu inkılabın 35 yıl sonra ne kadar önemli olduğunu bir kez daha anlıyorum.

“Kahrolsun Amerika” sloganı

İran’da İslam Devrimi gerçekleştiğinde, bu devrime tanıklığımızda öğrendiğimiz ilk slogan “Kahrolsun Amerika”sloganı olmuştu. İslam Devrimi’nde bu sloganın anlamı, kurulan yeni İslam Cumhuriyeti nizamına karşı Amerika’nın sergilediği düşmanca tavra karşı İran halkının ürettiği bir slogan olmaktan öte, devrimin zafere ulaşmasının öncesinde de Amerikan emperyalizminin İran’daki varlığına yönelik öfke ve tepkiyi yansıtıyordu. Zira, İslam Devrimi, yerelde tağuti şahlık rejimine karşı bir devrim olsa da, bu şahlık rejimini ayakta tutan, bu rejimi kendisine bölgede bir kale olarak gören, bunun için de her açıdan silahlandırıp destekleyen Amerika idi. İran’da İslam Cumhuriyeti’nin nizam ve devrim politikasının belirleyen ve yöneten asıl eksen devrim rehberliği makamıdır. İslam Devrimi lideri Seyyid Ali Hamenei, İslam Cumhuriyeti’nin Amerika ve siyonist rejim karşısındaki duruşunu net bir şekilde ortaya koymuş.

İmam Hamenei’ye göre, Amerika, “baş emperyalist” ülkedir

Zira İmam Hamenei, siyonist rejimin “yıkılmaya mahkum bir rejim” olduğunu belirterek, bu rejimi “mundar bir kuduz köpek”e benzetmiştir. Yine İmam Hameyni’ye göre, Amerika, “baş emperyalist” bir ülkedir ve Amerika’ya hiçbir zaman güvenilmez. Dünyadaki zulümlerin baş sorumlusu da Amerika’dır.

Bundan sonra, İran’ın İslam devrimi çizgisinde devam edip etmediğinin başlıca göstergesi, bir kanser mikrobu olan siyonist rejim karşısındaki tutumudur.

Eğer İslam Cumhuriyeti, yönetim ve halkı ile, siyonist rejim karşısında geri adım atarsa, siyonizme karşı mücadele cephesindeki rolünü terk ederse ve Filistinlilerin bütün Filistin özgürleşinceye kadar olan sürdürdükleri direnişe, bugüne kadar sağladığı desteği geri çekmeye başlarsa, bu durum İran İslam Cumhuriyeti’nin hem İslam devrimi çizgisinden saptığı, hem de İslam Cumhuriyeti’nin kurucu önderi İmam Humeyni’nin yolunu terk ettiği anlamına gelecektir./

 Cesim İlhan

Tunus Ulusal Kurucu Meclisi'nde "Dünya Tunus'un yeni anayasasını kutluyor" adlı bir tören düzenlendi.Törene, Amerika, Fransa, İran, Türkiye, Fas, Katar, İspanya ve daha bir çok ülke temsilcileri katıldı.

İran Meclis Başkanı Ali Laricani, törende yaptığı konuşmasında emperyalizm güçleri hedef aldı.ABD'li heyet, Laricani'nin İsrail'i "bölgenin kanseri" olarak tanımlamasını ve ABD'yi ona destek vermek suçlamasını protesto etmek için salonu terk etti.

Ali Laricani, konuşmasının devamında 2.Dünya Savaşı'ndan sonra sömürgeci devletlerin zayıf devletleri silip, yerine diktatörleri getirdiğini ifade ederken, "bu zorba devletleri kapıdan kovarsanız bacadan girerler" dedi. 

İslami uyanışı korumak için İslam ülkeleri arasında birlik çağrısında bulunan Laricani, tek yolun "direniş" olduğunu vurguladıktan sonra, "Filistinlilerin topraklarını geri kazanmalarının direnişten başka bir yolu yoktur" dedi. 

Bölgede gerçekleşen bazı inkılapların Amerika ve İsrail tarafından saptırmaya çalışıldığının da altını çizen Laricani, İslam ülkelelerinin 2 açıdan baskı altına alındığını açıkladı;

1-Diktatör ülkeler tarafından uygulanan baskılar,

2-Teröristler.