
کارگر
İmam Hamanei:Müstekbirlerle hem mücadele hem de uzlaşma imkansızdır
İslami İran Hava Kuvvetleri Komutanları ve Personeli İslam İnkılabı Rehberi ile görüştü.
İmam Hamanei bu görüşme sırasında, bağımsızlık ilkesinin ülkenin ilerlemesine aykırı olduğuna dair son sıralarda dile getirilen sözlerin anlamsız olduğunu vurguluyarak müstekbirlerle bir yanda mücadele derken aynı zamanda uzlaşmacı tavırlar içine girmenin imkansız olduğunu söyledi.
Rahmetli İmam Humeyni ile tarihi biat ile eş zamanlı olarak İran İslam Cumhuriyeti Hava Kuvvetleri komutanları ve Personeli bu sabah İslam İnkılabı Rehberi İmam Hamanei ile görüştü.
Ülke içinde bazı çevrelerin düşmanın telkinlerine kandığına işaret eden İmam Hamanei , İslam cumhuriyetinin halk iradesi, sevgi ve imamına dayalı olduğunu, İran milleti 11 Şubat’ta milli iktidar ve dik duruşunu sergileyeceğini vurguladı.
İslam düzeninin kalıcı olmasını yüce İmam’da da olduğu gibi değerlere ve ilkelere şeffaf ve açık bir şekilde dayanılmasına bağlayan İslam İnkılabı Rehberi, “Hiçbir zaman açık kalmaktan vazgeçmemeli. Taktikler değişebilir, fakat ilkeler sıkı kalmalı” diye hatırlattı.
İmam Hamanei, 19 Behmen’in (08 Şubat) şekillenmesinde etkisi olan kimseler bile bu hadisenin çeşitli boyutlar kazabileceğini tahmin edemediklerini dile getirdi.
Milletlerin bağımsızlıkları ile ilerlemeleri aykırı olduğunu empoze etmeye çalışan müdahaleci güçlere işaret eden İmam Hamanei, ülke içinde de bazı çevreler söz konusu müdahaleci ülkelerin sözlerini tekrarladıklarını belirtti.
İmam Hamanei, düşmanların dile getirdikleri sözlerin İran milletine ibret olduğunu, millet ABD’nin dile getirdiği edepsizce sözleri ve görüşlerini dikkatle takip etmeleri gerektiğini, bazı çevreler düşmanla düşmanlık yapan halkın bu tutumunu değiştirmek niyetinde olduklarını konuşmasına ekledi.
Salihi: İslamofobia ile mücadele edilmeli
İslami İran atom enerjisi kurumu başkanı Ali Ekber Salihi, aşırılık yanlısı gruplar ile yine bu tür çevrelerin sahte ve yanlış rivayetler üzerine İslam adına yaptıkları girişimlerinin dünyada İslamfobia'ya neden olduğunu belirterek, bu duruma karşı mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.
Salihi Filistin'in Tahran büyükelçisi ile akşam yaptığı görüşmede, İslam dünyasının halihazırda kadın hakları konusu, aşırıcılık ve daha birçok konularda ciddi sorunlarının olduğunu ve bunların başında da en önemlisinin kendilerini İslam adına gösteren aşırılık yanlısı grupların İslam'la örtüşmeyen ve tezad işleri İslam adına yaptıkları ve bunun da İslam'ın ve Müslümanların dünya düzeyinde zararına olduğunu dile getirdi.
Şii ve Sünni mezhepleri arasında farklı görüş açıları ve değerlendirmelerin tabii olduğunu ama İslam düşmanlarının bunu Müslümanlara çok büyük bir fitne olarak dayattıklarını belirten Salihi, Müslümanlar arasında birlik ve beraberliğe engel olan her türlü girişim ve düşünceyle mücadele edilmesi gerektiğini söyledi.
İran'ın bölge ve İslam ülkeleriyle ilişkilerini geliştirmeye dayalı siyasetlerine de temas eden Salihi, bu doğrultuda İran ve Arabistan arasında ilişkilerin gelişmesi doğrultusunda çabaların olduğunu kaydetti ve 'umarım, iki ülke ilişkileri istenilen düzeye gelir' dedi.
İran atom enerjisi kurumu başkanı Salihi, İran, Türkiye ve Arabistan'ın bölgede çok önemli konuma sahip olduklarını belirterek, bu üç ülkenin işbirliklerini geliştirmelerinin kuşkusuz bölgenin yararına olacağına inandığını söyledi.
Üç ülke arasında bazı konularda görüş ayrılıklarının olabileceğini ve bunun da normal olduğunu belirten Salihi, "ama bu görüş ayrılıkları ilişkilerin gelişmesini önlememeli ve ihtilafların artmasına da sebep olmamalıdır. Zira üç ülke buna rağmen birçok bölge sorununun giderilmesinde ortak noktada anlaşabilir' dedi.
Ayete'l Kürsi'nin Önemi, Fazileti ve Faydaları
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben, derecelerin yukarı çıkması için Ayete’l Kürsi’den istifade ediyorum.”
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Fatiha, Tevhit, Kadir ve Ayete’l Kürsi’yi okur ve ondan sonra kalkar ve kıble karşısında hacetlerini Allah’tan dilerse, hacetleri kabul olur. Çünkü onlar İsmi azamdır.
Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer sizler Ayete’l Kürsi’nin manevi eserlerinden haberdar olsaydınız hiçbir anınızda onu okumaktan uzak kalmazdınız.”
AYETEL KÜRSİ
اللَّهُ لَا إِلَٰهَ إِلَّا هُوَ الْحَیُّ الْقَیُّومُ ۚ
Allahu la ilahe illa huvel hayyul kayyum,
“Allah, O'ndan başka tanrı yoktur; O, hayydir, kayyûmdur.
لَا تَأْخُذُهُ سِنَةٌ وَلَا نَوْمٌ ۚ
la te'huzuhu sinetuv vela nevm,
Kendisine ne uyku gelir ne de uyuklama.
لَّهُ مَا فِی السَّمَاوَاتِ وَمَا فِی الْأَرْضِ ۗ
lehu ma fis semavati ve ma fil ard,
Göklerde ve yerdekilerin hepsi O'nundur.
مَن ذَا الَّذِی یَشْفَعُ عِندَهُ إِلَّا بِإِذْنِهِ ۚ
men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih,
İzni olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir?
َ یعْلَمُ مَا بَیْنَ أَیْدِیهِمْ وَمَا خَلْفَهُمْ ۖ
ya'lemu ma beyne eydihim ve ma halfehum,
O, kullarının yaptıklarını ve yapacaklarını bilir. (O'na hiçbir şey gizli kalmaz.)
وَلَا یُحِیطُونَ بِشَیْءٍ مِّنْ عِلْمِهِ إِلَّا بِمَا شَاءَ ۚ
Vela yohitüne bişein min ilmihi illa bima şaa
O'nun bildirdiklerinin dışında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler.
وَسِعَ کُرْسِیُّهُ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ ۖ
vesia kursiyyuhus semavati vel arz,
O'nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır,
وَلَا یَئُودُهُ حِفْظُهُمَا ۚ وَهُوَ الْعَلِیُّ الْعَظِیمُ *
ve la yeuduhu hifzuhuma, ve huvel aliyyul azîm.
onları koruyup gözetmek kendisine zor gelmez. O, yücedir, büyüktür.
لَا إِکْرَاهَ فِی الدِّینِ ۖ
La ikrahe fid dini
Dinde zorlama yoktur.
قَد تَّبَیَّنَ الرُّشْدُ مِنَ الْغَیِّ ۚ
kad tebeyyener ruşdu minel ğayy,
Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır.
فَمَن یَکْفُرْ بِالطَّاغُوتِ وَیُؤْمِن بِاللَّهِ
fe mey yekfur bid tağuti ve yu'mim billahi
O halde kim tâğutu reddedip Allah'a inanırsa,
فَقَدِ اسْتَمْسَکَ بِالْعُرْوَةِ الْوُثْقَیٰ لَا انفِصَامَ لَهَا ۗ
fe kadistemseke bil urvetil vuska lenfisame leha,
kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır.
وَاللَّهُ سَمِیعٌ عَلِیمٌ *
vallahu semiun alîm.
Allah işitir ve bilir.
اللَّهُ وَلِیُّ الَّذِینَ آمَنُوا یُخْرِجُهُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَی النُّورِ ۖ
Allahu veliyyullezine amenu yuhricuhum minez zulumati ilen nur,
Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır.
وَالَّذِینَ کَفَرُوا أَوْلِیَاؤُهُمُ الطَّاغُوتُ یُخْرِجُونَهُم مِّنَ النُّورِ إِلَی الظُّلُمَاتِ ۗ
vellezine keferu evliyauhumut tağutu yuhricunehum minen nuri ilez zulumat,
İnkâr edenlere gelince, onların dostları da tâğuttur, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürürler.
أُولَٰئِکَ أَصْحَابُ النَّارِ ۖ هُمْ فِیهَا خَالِدُونَ
ulaike ashabun nar, hum fiha halidûn.
İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar.”
Ehlibeyt İmamlarından İmam Muhammed Bakır (a.s), Müminlerin Emiri Hz. Ali’den (a.s) şöyle rivayet etmiştir: “Ayete’l Kürsi nazil olduğunda Allah Resulü (s.a.a) buyurdular ki “Ayete’l Kürsi” Arşın hazinelerinden nazil oldu ve bu ayet nazil olduğunda dünyadaki tüm putlar yüz üstü yere çakıldı. Bunun üzerine İblis korkarak kavmine şöyle dedi: “Bu gece büyük bir hadise oldu. Sizler yerinizde kalın, ben dünyayı dolaşıp ne olduğunu öğreneceğim.”
İblis dünyayı gezerek Medine’ye gitti. Orada bir adama: “Dün gece nasıl bir hadise oldu?” diye sordu.
Adam dedi ki: Allah Resulü (s.a.a) buyurdular ki: “Arş hazinelerinden bir ayet nazil oldu ve bununun üzerine dünyadaki tüm putlar yüz üstü yere çakıldılar.”
Bunu duyan İblis kavminin yanına geri dönerek yaşananları onlara anlattı.”
***
Kur’an Ayetlerinin Seyyid ve Efendisi Ayete’l Kürsi’dir
Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) Hz. Ali’ye (a.s) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Ben Arapların seyyidi / efendisi, Mekke şehirlerin seyyidi ve efendisi, Sina dağı tüm dağların seyyidi ve efendisi, Cebrail tüm meleklerin seyyidi ve efendisi, çocukların cennet gençlerini seyyidi ve efendisi, Kur’an tüm kitapların seyyidi ve efendisi, Bakara tüm Kur’an surelerinin seyyidi ve efendisi ve Bakara suresinde her biri 50 bereketi olan 50 kelimeden oluşan bir ayet vardır. O ayet “Ayete’l Kürsi”dir.
***
Ayete’l Kürsi’yi Çok Okuyanların Mükafat ve Sevabı
Abdullah b. Afv diyor ki: “Gece rüyamda kıyametin koptuğunu ve beni götürüp rahat bir şekilde hesaba çektiklerini gördüm. Beni cennete götürdüler ve bana çok sayıda saraylar gösterdiler ve bana şöyle dediler: ‘Bu sarayın kapılarını say” kapıları saydığımda 50 kapsının olduğunu gördüm.”
Sonra benden evleri saymamı istediler. Baktım ki 175 tane ev var. Bana dediler ki bu evler senindir. O kadar çok sevindim ki uykudan uyandım ve Allah’a şükrettim.
Sabah olduğunda İbn Sirin’in yanına giderek rüyamın tarifini sordum.
O dedi ki: “Öyle anlaşılıyor ki sen Ayete’l Kürsi çok okuyorsun. Dedim ki: Evet, öyledir, ancak sen nereden anladın?
Dedi ki: Çünkü bu ayet 50 kelime ve 175 harften oluşmaktadır.” Ben onun hafıza ve dikkatine hayran kaldım. O sırada bana şöyle söyledi: “Her kim Ayete’l Kürsi’yi çok okursa ölüm zorlukları ona kolay gelecektir.”
***
Ayete’l Kürsi’nin Nazil Olma Öyküsü
Hz. Peygamber Efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: Allah Teâla, Fatiha Suresini, Şehidellahi (Al-i İmran Suresi’nin 18 ve 19. Ayetleri)[1] ve Kul Allahumme (Al-i İmran Suresi’nin 26 ve 27. ayetleri) Ayetlerini[2], İhlas Suresi ve Ayete’l Kürsi’yi yeryüzüne indirmek istediğinde Allah ile aralarında bir hicap olmadığı halde ilahi arşa tutunmuşlardı.
Daha sonra şöyle dediler: Rabbimiz! Bizi günah dolu evlere ve günah ve isyan eden kimselere gönder, çünkü bizler temiz ve pak edicileriz.
Bunun üzerine Allah Teala, şöyle buyurdu: İzzet ve celalime andolsun ki her kim namazlardan sonra sizi okursa ona ancak Kudüs’ün üstünde yer ver verecek ve oranın nimetlerinden istifade etmesini sağlayacağım. Her gün 70 defa ona rahmet gözüyle bakacak ve her gün 70 hacetini yerine getireceğim. Her ne kadar günah işlemiş olsa ve onların en düşüğü dua, hacet ve günahların bağışlanması olacaktır. Ona her düşmanlıktan sığınak verecek ve her düşmana galip gelmesi için ona yardım edecek ve cennete gitmekten başka bir manisi olmayacaktır. (yani ölümden sonra cennete gidecektir.)
***
Gözlerin Korunması İçin Ayete’l Kürsi
Her namazdan sonra elleri gözlerin üzerine konulur ve Ayete’l Kürsi okunduktan sonra şöyle denir:
(أَللهُمَّ احفَظ حَدَقَتَیَّ بِحَقِّ حَدَقَتی عَلِیِّ بنِ أَبیطالِبٍ أَمیرِالمُؤمِنینَ (علیه السلام)
Allahumme’h fez hedeketney bi hakki hedeketne Aliyyibn’i Ebi Talib Emiri’l Müminine (aleyhi selam)
***
İlahi Amanname
Ehlibeyt İmamlarından İmam Musa Kazım (aleyhi selam) şöyle buyurmuştur: Bazı büyük babalarımdan duydum ki birisi Fatiha suresini okuyordu, sonra hazret şöyle buyurdu: “Hem ilahi şükrü yerine getirdi, hem de sevap kazandı.” Sonra hazret İhlas suresini okuduğunu duydu ve şöyle dedi: “İman etti ve güvenliği kazandı.” Sonra Kadir suresini okuduğunu duydu ve şöyle dedi: “Doğru söyledi ve bağışlandı.” Sonra Ayete’l Kürsi’yi okuduğunu duydu ve şöyle söyledi: “Yaratan Allah, onun için amanname gönderdi.”
***
Kur’an mı üstdündür Yoksa Tevrat mı?
Rivayet edildiğine göre Peygamber efendimizden: “Kur’an mı üstündür, yoksa Tevrat mı üstündür?” diye bir soru soruldu. Peygamberimiz şöyle buyurdu: “Kur’an’da bir ayet vardır ki Allah’ın tüm peygamberlerine gönderdiği kitapların tamamından daha üstün ve seçkindir. İşte o ayet, Ayete’l Kürsi’dir.”
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Bana nazil olan en faziletli ayet, Ayete’l Kürsi’dir.”
Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Ayete’l Kürsi ve İhlas suresi, Allah’tan daha aşağı olan her şeyden daha büyük ve azimdir.”
Hz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “… Muhammed’in canı elinde olan and olsun ki bu ayetin (Ayete’l Kürsi) ilahi arşta, Allah’ı tesbih ve takdis eden iki dil ve dudağı vardır.”
Hz. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur: “Miraç gecesi iki levha gördüm. Bir levhada Fatiha suresi, ötekisinde Kur’an’ın tamamı vardı. Ondan üç tane nur parlıyordu. Cebrail’e dedim ki bu nur nedir? Cebrail (a.s) cevap olarak şöyle dedi: “O üç nurdan birisi İhlas Suresi, birisi Yasin Suresi ve ötekisi ise Ayete’l Kürsi’dir.”
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Şüphesiz ben, derecelerin yukarı çıkması için Ayete’l Kürsi’den istifade ediyorum.”
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Fatiha, Tevhit, Kadir ve Ayete’l Kürsi’yi okur ve ondan sonra kalkar ve kıble karşısında hacetlerini Allah’tan dilerse, hacetleri kabul olur. Çünkü onlar İsmi azamdır.
Hz. İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Eğer sizler Ayete’l Kürsi’nin manevi eserlerinden haberdar olsaydınız hiçbir anınızda onu okumaktan uzak kalmazdınız.”
İmam Muhammed Bakır (a.s) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ayete’l Kürsi’yi bir defa okursa, Allah dünya sıkıntılarından bin tanesini ve Ahiret sıkıntılarından bin tanesini ondan uzaklaştırır. Dünyanın en küçük sıkıntısı yoksulluk ve ahiretin en küçük sıkıntısı ise kabir sıkmasıdır.”
Kâinatın efendisi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) rüyasında kızına şöyle buyurmuştur: “Amel terazini Ayete’l Kürsi ile ağırlaştır. Zira her kim onu kıraat ederse, gökler ve yerler meleklerle birlikte harekete gelir ve Allah’ı yüksek ses ve paklıkla zikrederler, O’nu yüceltir ve tesbih ederler. Daha sonra tüm melekler, Allah Teâlâ’dan Ayete’l Kürsi’yi okuyanın günahını bağışlamasını ve onun hata ve sürçmelerinden geçmesini isterler.
Resulü Kibriya Hz. Muhammed Mustafa (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ayete’l Kürsi’yi bir kez okursa, ismi kötü ve şaki insanların divanından silinir.”
İmam Rıza (a.s) Peygamber efendimizden (s.a.a) şöyle nakletmiştir: “Her kim 100 kere Ayete’l Kürsi’yi okursa, sanki tüm ömrünü ibadetle geçirmiş gibi olur.”
***
Namazlardan Sonra Ayete’l Kürsi
Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim Ayete’l Kürsi’yi namazlardan sonra okursa, yedi gök yarılır ve Allah Teala, Ayete’l Kürsi’yi okuyana rahmet gözüyle bakmayana kadar onlar kapanmaz ve bir melek görevlendirerek o andan bir gün sonraya kadar onun işlerini yazmasını ve kötü işlerini silmesini ister.”
Hz. Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Ey Ali! Farz namazlardan sonra Ayete’l Kürsi okumak senin üzerine olsun (onu oku). Zira Peygamberler, Sıddıklar ve şehitler dışında kimse namazlardan sonra onu okumak için ihtimam göstermez. Her kim namazlardan sonra Ayete’l Kürsi’yi okursa, Allah’tan başkası onun ruhunu kabzetmez ve Allah’ın peygamberleri ile birlikte cihat ederek şehit olanlar gibi olur.” Ayrıca şöyle buyurmuştur: “(Böyle birisi) öldükten hemen sonra cennete girecektir. Sıddık ve abidlerden başkası Ayete’l Kürsi’yi okumak için ihtimam göstermez.”
Başka bir rivayette İmam Muhammed Bakır (a.s) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her kim Ayete’l Kürsi’yi her namazdan sonra okursa, yoksulluk ve çaresizlikten güvende olur ve rızkı genişler. Allah Teala ona kendi fazl ve lütfundan fazla mal verir.”
Resulü Kibriya Muhammed Mustafa (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her kim, farz namazlardan sonra Ayete’l Kürsi’yi okursa, namazı Hakk Teala’nın dergahında kabul olur ve Allah’ın amanında olur. Allah, onu bela ve günahlardan hıfzeder.”
***
Gözlerin ışıklanması için her namazdan sonra ellerinizi gözlerinizin üzerine koyun ve Ayete’l Kürsi’yi okuyun ve şöyle söyleyin:
اُعیذُ نورَ بَصَری بِنورِ الله الّذی لا یطفی
Uiyzu nure beseri bi nurillahi’l lezi la yutfa.
Hafıza ve İlmin Artması İçin Ayete’l Kürsi
Sevgili Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuşlardır: “5 şey hafızayı güçlendirir: Tatlı yemek, boyna yakın et yemek, mercimek, soğuk ekmek yemek ve Ayete’l Kürsi okumak.”
Alimlerden birisi şöyle demektedir: “Her kim ilim istiyorsa beş şeye dikkat etsin: 1. Gizli ve açıkta takvalı olmak. 2. Ayete’l Kürsi okumak. 3. Her an abdestli olmak. 4. İki rekat olsa bile gece namazı kılmak. 5. Mideyi doldurmak için değil, güç kazanmak için yemek yemek.”
***
Sefer ve Seyahate Çıkmak
Ehlibeyt imamlarından İmam Cafer Sadık (aleyhi selam) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Yolculuğunuza sadaka vererek yahut Ayete’l Kürsi okuyarak başlayın. Her kim yolculuk boyunca her gece Ayete’l Kürsi okursa hem kendisi hem de onunla birlikte olanlar selamette kalır.”
***
Hacetler İçin
Eğer birisi önemli bir işle karşılaşır ve bir an önce amacına ulaşmak isterse, kimsenin olmadığı bir çöl veya sahraya (kimsenin olmadığı dağlık veya kuraklık bir yerde olabilir) gitmeli. Etrafını bir çizgiyle çizmeli ve kıbleye doğru oturarak 70 kere Ayete’l Kürsi okumalı. Hiç şüphesiz o kişi o gün hacetine kavuşacaktır. Bu amel tecrübe edilmiş ve sonuç alınmıştır.
Resulü Ekrem Hz. Muhammed (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Her ne zaman herhangi bir hacetin için dışarı çıkarsan Ayete’l Kürsi oku ki hacetini Allah yerine getirsin.”
Müminlerin Emiri Hz. Ali b. Ebu Talip (a.s) efendimiz şöyle buyurmuştur: “Her ne zaman sizlerden birisinin bir haceti olursa Perşembe günü sabah onu talep etmek için evden dışarı çıksın ve dışarı çıktığı an Al-i İmran Suresinin son ayetlerini (190. Ayet ve sonrasını), Ayete’l Kürsi’yi, Kadir Suresini ve Fatiha suresini okusun. Zira bunları okuyan dünya ve ahiret hacetlerini elde eder.”
Başka bir rivayette ise her kim Ayete’l Kürsi’yi güneş battığı vakit okursa hacetine ereceği söylenmiştir.
Şeytanı Uzaklaştırmak İçin
Peygamber efendimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Evlerinizde Ayete’l Kürsi okuyunuz ki şeytan size yaklaşamasın.”
***
Uyku Vakti
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurmuştur: “Peygamber beni çağırdı ve şöyle buyurdu: ‘Uyumak için yatağına gittiğinde çokça istiğfar et, salavat getir ve Kul huvallahu ahed (ihlas suresini) oku. Çünkü bunlar Kur’an’ın nurudur. Ve Ayete’l Kürsi oku. Zira onun her harfinde bin bereket ve bin rahmet vardır.”
Ayete’l Kürsi’nin Fazilet ve Önemi
1. Ayete’l Kürsi, gökten bir nurdur.
2. Ayete’l Kürsi, arşın hazinelerindendir.
3. Ayete’l Kürsi, yolculukta güvende kalmayı sağlar.
4. Ayete’l Kürsi, Kur’an’ın en yüce noktasındadır.
5. Hz. Resulü Ekrem, uyuduğunda okuduğu zikir Ayete’l Kürsi idi.
6. Ayete’l Kürsi ile insan tüm afetlerden masun kalır.
7. Ayete’l Kürsi, fakirliğin defedilmesi için etkili ve gaipten ilahi yardıma neden olur.
8. Yalnızken Ayete’l Kürsi okursan korkudan emanda kalır ve Allah’tan yardım alırsın.
9. Ayete’l Kürsi’yi tarla, mezra ve dükkana gizlemek işin bereketli ve kazancın artmasına neden olur.
10. Ayete’l Kürsi ile ölüm rahat olur.
11. Can ve malını korumak için Ayete’l Kürsi oku.
Rivayet edildiğine göre her kim Ayete’l Kürsi’yi yazım dükkanına veya evine asarsa malı çoğalır ve asla başkasına muhtaç olmaz.
***
--------------------------------------------------------------------------------
[1] - شَهِدَ اللّهُ أَنَّهُ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ وَالْمَلاَئِكَةُ وَأُوْلُواْ الْعِلْمِ قَآئِمَا بِالْقِسْطِ لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ إِنَّ الدِّينَ عِندَ اللّهِ الإِسْلاَمُ وَمَا اخْتَلَفَ الَّذِينَ أُوْتُواْ الْكِتَابَ إِلاَّ مِن بَعْدِ مَا جَاءهُمُ الْعِلْمُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ وَمَن يَكْفُرْ بِآيَاتِ اللّهِ فَإِنَّ اللّهِ سَرِيعُ الْحِسَابِ
[2] - قُلِ اللَّهُمَّ مَالِكَ الْمُلْكِ تُؤْتِي الْمُلْكَ مَن تَشَاء وَتَنزِعُ الْمُلْكَ مِمَّن تَشَاء وَتُعِزُّ مَن تَشَاء وَتُذِلُّ مَن تَشَاء بِيَدِكَ الْخَيْرُ إِنَّكَ عَلَىَ كُلِّ شَيْءٍ قَدِيرٌ
تُولِجُ اللَّيْلَ فِي الْنَّهَارِ وَتُولِجُ النَّهَارَ فِي اللَّيْلِ وَتُخْرِجُ الْحَيَّ مِنَ الْمَيِّتِ وَتُخْرِجُ الَمَيَّتَ مِنَ الْحَيِّ وَتَرْزُقُ مَن تَشَاء بِغَيْرِ حِسَابٍ
Tekfirci teröristler Hz. Sakine'nin (sa) türbesi'ne saldırdı.
Güvenlik güçleri bir süre önce düzenledikleri ani ve nitelikli bir operasyonla Hz.Sakine'nin türbesini teröristlerin kuşatmasından kurtarmıştı.
Ancak Tekfirci teröristler yine de İslami değerlere saldırmaktan vaz geçmedi.
Teröristler, Şam kırsalındaki Darya Bölgesinde bulunan Hz. Hüseyin'in (as) kızı Hz. Sakine'nin türbesine füzelerle saldırdı.
İran yapımı denizaltılar ilk kez askeri medyaya sızdı
İran yapımı denizaltılar ilk kez bu şekilde askeri medyaya sızdı
Görüntüler bir tv yayınından alındı ve Jane's Defenc Weekly tarafından yayınlandı.
İran'ın 3 türlü büyük denizaltısı var 48 m boyunda 29m eninde olanları Körfez'de 40 m boyunda olanı da Hazar denizinde kullanılmak üzere dizayn edilmiş. Hazar denizi için olanlar Hazar kıyısındaki Bandar Anzali'de yapılıyor. Bir de çok daha ufak sadece körfezde sığ sularda kullanılmak üzere yapılanları var.
Denizaltıların yapımın Çin Ve Kuzey Kore yardımı alındığı da düşünülüyor.
Tamamen İranlı mühendislerin katkılarıyla yapılan modern denizaltılar silah olarak torpidoların yanında cruise füzeleri taşıyıp taşımadıkları henüz bilinmiyor.
Modern denizaltılar hem torpido hem de denizden denize veya kara hedeflerine karşı kullanılan Cruise füzeleri kullanabiliyor.
35 yıl sonra İslam Cumhuriyeti her zamankinden daha güçlü
Batılı araştırmacıların çoğu, aksiyom olarak, bütün toplumlarda Batılı demokratik sekülarizme doğru kaçınılmaz bir ilerleme olduğunu ileri sürdüler ve dinin önemli bir sosyal ve siyasi faktör olduğunu ya küçümseyip görmezden geldiler ya da reddettiler.
İslam Devrimi'nin zaferinin 35. yıldönümünün kutlu vesilesiyle, İslam Devrimi lideri İmam Seyid Ali Hameney'e, Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'ye, hükümet yetkililerine ve İran İslam Cumhuriyeti'nin bütün yürekli insanlarına tebriklerimi sunmak istiyorum.
ABD liderlerine ve Batılı uzmanlara: Aksi yöndeki uğursuz öngörülerinize rağmen İslam Cumhuriyeti ayakta kaldı; “rejim değişikliği” yönündeki ateşli düşlerinizi bırakmanızın tam zamanı.
Ünlü Amerikalı yazar Mark Twain'i yorumlamak üzere, İslam Cumhuriyeti'nin ölümüne ilişkin raporlar aşırı derecede abartıldı ve Batılı uzmanlar, daha başlamadan İslam Cumhuriyeti'nin ömrünün tamamlandığını öngörmeye başladı.
Ervand Abrahamian şöyle yazar: “1979'un hareketli aylarında – İslam Cumhuriyeti resmen ilan edilmeden önce – pek çok İranlı ve yabancı, akademisyenler ve gazeteciler, katılımcılar ve gözlemciler, muhafazakârlar ve devrimciler, kendilerinden emin bir şekilde onun yıkılışının eli kulağında olduğunu öngörüyordu.”
İran'ın eski Maliye Bakanı Cihangir Amuzigar 1993 yılında, “İran İslam Cumhuriyeti'nin Şubat 1979'daki kuruluşundan bu yana, muhalefetin içinden birilerinin yeni rejimin yakın bir çöküşe doğru ilerlediğini öngörmedikleri tek bir yıl bile olmadı” diye yazmıştı. Ancak 35 yıl boyunca İslam Cumhuriyeti sabırla direndi, İran'ın eli kulağındaki patlamasına ilişkin tüm hayal mahsulü öngörülere, bazıları aşağıda listelenen gülünç iddialara meydan okudu.
1980 – Christian Science Monitor'ün deniz aşırı haber editörü Geoffrey Godsell, “İran, devrimin harcandığı noktaya mı yaklaşıyor?” başlıklı makalesinde, Fransız Devrimi'nin ivmesini kaybedip Napoleon Bonaparte'ın yükselişini gördüğü Temmuz 1794'e gönderme yaparak “İran devriminin ‘Termidor'una mı geliyoruz?” diye sordu.
1981 – New York Times muhabiri John Kifner, “İran'daki şiddetli siyasi iç çatışma, Amerikan Büyükelçiliği rehinelerinin serbest bırakılmasıyla daha da alevlendi ve bu hafta iki yaşını dolduran devrimin gelecekteki seyrine şüphe düşürdü” diye yazdı.
1982 – İranlı sürgündeki araştırmacı Sepehr Zabih, “Rejim, giderilmesi çok zor olan ciddi bir tehlike içinde. Humeyni rejimi uzun süredir, gerçek anlamda üç cepheli bir savaşla karşı karşıya… Rejim, hiçbir cephede sonuç alıcı bir şekilde eyleme girişemedi” iddiasında bulundu.
1984 – Gazeteci Terence Smith, “Öngörülen şey, uzayan ve muhtemelen şiddet içerecek olan bir güç mücadelesidir. Bu öngörüyle, merkezleri Paris'te bulunan İranlı sürgün grupları, günlerdir Tahran'da siyasi bir rol oynama şansına hazırlanıyorlar” diye yazdı.
1993 – Sol eğilimli, ödüllü liberal gazeteci Chris Hedges, “Şah Muhammed Rıza Pehlevi'nin devrilmesinden on dört yıl sonra İran devrimi, ne refaha ulaşabildi ne de kalıcı bir umuda… Rahatsızlık o kadar yaygın ki, Hükümet yetkilileri bile sesli olarak, bu kadar destek kaybını nasıl başardıklarını düşünüyorlar” ifadelerini kullandı.
1995 – “İran'da ikinci devrimin eli kulağında” başlıklı bir makalede serbest çalışan gazeteci Lamis Andoni, “Tahran'ın bir işçi banliyösünde gerçekleşen 4 Nisan eylemi bütünüyle, ABD destekli şahın devrildiği 1979 devrimi sırasındaki protestoları hatırlatıyor” gözleminde bulundu.
1997 – Deniz Akademisi kıdemli öğretim üyesi Michael Rubin, Middle East Quarterly'ye, İran'a yeniden girmesine izin verilmesi için Fred S. Eldin takma adıyla yazdığı yazısında, “Değişim geldiği zaman Amerikalılar, rejime karşı durmuş kişiler olarak minnetle anılacaktır; Almanlar, Fransızlar ve diğerleri de, diktatörleri bastırmış kişiler olacak görülecektir” öngörüsünde bulundu.
1998 – Washington Post dış haberler editörü Douglas Jehl, “İran ekonomisi her geçen gün daha da hasta hale geliyor… İranlı liderler ise daha fazla ilaç ararken, ülkenin sorunlarının gölgesinde kalmış görünüyor” diye yazdı.
1999 – “Zaman tükeniyor” başlıklı bir makalede Ortadoğu araştırmacısı Sandra Mackey, “İran halkı Tahran sokaklarında, İslam Cumhuriyeti'nin geleceğini planlama hakkı için çatışıyor” diye yazdı.
2001 – “Yıkılan İran'a can simidi atmayın” başlıklı makalesinde Michael Rubin, “Amerika Birleşik Devletleri'ni yapması gereken en son şey, en azından sendeleyen ve gerçekten de çökmeye başlamış olabilecek bir hükümetle görüşmektir” tavsiyesinde bulundu.
2003 – Muhalefet aktivisti Ali Cavidi, “İslami rejim hiçbir bakımdan istikrarlı bir sistem değildir. Ekonomik bakımdan, yenilmiş bir projedir… Bütün bu durumların sonucu olarak rejimin çöküşü kaçınılmazdır” dedi.
2007– Dış politika analisti Michael Ledeen açıkça rejim değişikliği çağrısında bulundu. “İran'da rejim değişikliği için açık çağrıları savunuyorum” diye ilan eden Ledeen, “İran bize karşı savaşta olmasa bile, nükleer programı olmasa bile ahlaki ve siyasi olarak doğru olan budur” vurgusu yaptı.
2009 – Askeri stratejist Edward Luttwak, “Bu noktada, İran'ın dini rejiminin sadece kısa vadeli geleceği şüphelidir. … Bu şeylerin her biri kendi dinamiğine ve zaman çizelgesine sahiptir, fakat söz konusu olan, uzun yıllar daha süremeyecek olan bir rejimdir” dedi.
2010 – İran doğumlu yazar ve akademisyen Macid Muhammedi, “İran İslam rejimi şimdi çöküş yolundadır ve onun hayatta kalabileceğinin lehindeki ve aleyhindeki argümanları tartışma zamanıdır” diye yazdı.
2012 – Wall Street Journal editörü Sohrab Ahmari, “Dış müdahale olmasa bile, sakatlayıcı yaptırımlardan gelen ekonomik bozulma ile içerideki huzursuzluğun birleşmesi, önümüzdeki aylarda ve yıllarda Tahran'da rejimin çöküşünü hızlandırabilir” kehanetinde bulundu.
Batı'daki İran araştırmacılarının çoğu, İran İslam Cumhuriyeti'nin çöküşüne ilişkin öngörülerini üç faktöre dayandırdılar: birinci olarak, sözde 2500 yıllık monarşik geleneğin varsayılan kurumsal ağırlığı; ikinci olarak, Irak tarafından empoze edilen ve İran'da Kutsal Savunma olarak bilinen 8 yıllık savaşın yıkıcı sosyo-ekonomik etkileri; üçüncü olarak da sözde uluslararası toplumun – yani ABD ve müttefiklerinin – İslam Cumhuriyeti'nin doğuşundan beri ülke üzerine dayattıkları tecrit.
Benzeri bir şekilde, Batılı araştırmacıların çoğu, aksiyom olarak, bütün toplumlarda Batılı demokratik sekülarizme doğru kaçınılmaz bir ilerleme olduğunu ileri sürdüler ve dinin önemli bir sosyal ve siyasi faktör olduğunu ya küçümseyip görmezden geldiler ya da reddettiler.
Aynı araştırmacılar ayrıca Flynt Leverett ve Hillary Mann Leverett'in işaret ettiği, Şah'ın devrilmesinin nedeninin esasen İslam'a karşı saygısızlığı olduğu gerçeğini de görmezden gelme konusunda ısrarcı oldular.
Mark Whittington, içlerinden bazıları kariyerini İslam Cumhuriyeti'nin eli kulağındaki çöküşünü öngörmekle geçiren ABD'li siyaset uzmanlarının tipik perspektifini ortada kouyor. Whittington, şunları yazıyor: “İran'daki teokratik rejimin, muhtemelen yerini demokrasiye benzer bir şeye bırakacak şekilde çöküşü, dünyayı sarsacak bir olay olacaktır. Bir dizi dolaysız sonucu olacak, bunların hemen hemen hepsi Amerika Birleşik Devletleri'nin çıkarına olacaktır.”
Ancak Washington, İran'ın en kötü düşmanlarından ikisini, Afganistan'da Taliban'ın ve Irak'ta Saddam'ı ortadan kaldırmak suretiyle, gerçekte Tahran'a yardım etmiş oldu.
“ABD politikalarının aynı zamanda İran'ın bir bölgesel güce dönüşmesine yardım etmiş olması ironiktir” diye yazan Muhsin Milani, şöyle devam ediyor: “Amerika Birleşik Devletleri sayesinde, İran'ın karşısındaki en büyük tehdit ortadan kalktı ve İran'ın Fars Körfezi'ndeki en kuvvetli yerli güç rolü pekişti.”
İslami hareketten gazeteci ve yorumcu Zafer Bengeş, Batılı (veya Batılılaşmış) “otoritelerin” İran hakkındaki düşüncelerindeki bir başka kusuru ortaya koyuyor. Batılı “uzmanlar”, İran'la ilgili değerlendirmelerini, iktidar düğmelerinin sadece sınırlı sayıda elitin elinde olduğu Batı tipi “demokrasi”lere dayandırıyor. Oysa İran'da bulunan ve İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni tarafından tasarlanan hükümet sistemi için bu geçerli değil; orada iktidar, seçilmiş yasama üyeleri, yürütme ve yargı arasında dağıtılıyor ve hepsi dini merciin denetimi altında. Bengeş, “ABD ve Siyonist İsrail tarafından teşvik edilen suikastler ve bombalamalar kampanyası, Batı'nın modeline göre işleyen herhangi bir hükümetin çöküşüne yol açardı. İslami İran ise bu model üzerine kurulu değildi ve hayatta kalması Batı'nın hüsnüniyetine bağlı değildi.”
Pek çok Batılı araştırmacı, İran İslam Cumhuriyeti'nin kaydadeğer direncini izah etmek için, İran hükümetinin yıllar içinde kriz yönetiminde çok maharetli hale geldiği, ABD'li rehineler krizinden itibaren her krizi yurttaşlarını kendisine daha fazla bağlı hale getirmek için kullandığı şeklinde mantıksız bir bakış açısına sarıldı.
Oysa bu argüman sadece İran için geçerli olamaz, zira bütün istikrarlı hükümetler, belli bir kriz yönetimi becerisine ulaşmış olmalıdır. En açık olan nokta, Şii İslam'da ve İslam öncesindeki tektanrıcılık arayışında derin kökleri bulunan İran'ın, yurttaşlarının çoğunluğunun arzularına uygun olduğu görülen eşsiz bir İslami temsili hükümet biçimi yaratmış olduğudur. Ne yazık ki bu apaçık izahat, dinin etkili bir siyasi ve askeri güç olduğunu görmezden gelen, bunu sadece mevcut İran hükümetinin ileri sürdüğü bir argüman olarak görüp yadsıyan – ki bu reddetmek için yeterli bir zemin değildir – Batılı araştırmacılar tarafından devamlı olarak reddedilmektedir.
İlave olarak, İslam Cumhuriyeti'nin hayatta kalmasına ilişkin olarak ileri sürülen öteki teoriler de bir dizi tarihsel noktayla tutarsızdır. Söz konusu olan Şiiliğin merkezi rolüdür.
Bu nedenle, araştırmacılar İran'ın “ekonomik basınca karşı zemininin tanımlanamayan bir güç kaynağı aracılığıyla koruma” yeteneğinden bahsebilirken, bu güç kaynağının İran halkının Şii İslam'a sadakatinden geldiği açıktır.
İran'ın İslam Devrimi'nin zaferi öncesinde Şah yönetimi altındaki hali, Arapların, İslam onlara özgürlük getirmeden önce içinde oldukları berbat koşullara çarpıcı bir şekilde benziyor.
Nehcü'l-Belağa'nın ikinci vaazında bu koşulları tarif eden İmam Ali, “O dönemde insanlar fitne içine düşmüş, din ipi kopmuş, inancın temelleri sarsılmış haldeydi… yol gösterecek şey bilinmiyordu ve karanlık hâkimdi” der.
İmam Hameney, fitne kelimesinin anlamını “Bu, insanın hiçbir şeyi göremediği tozlu bir iklimdir. Bu iklimde kişi, yolu göremez ve ne yapacağını bilmez” şeklinde açıklar. İran halkı, Şah yönetimi altında kendilerini tam olarak böyle bir çevrede buluyorlardı, ancak Şii İslam'la olan tarhsel bağlantılarından ötürü, İmam Humeyni'nin sunduğu rehberlik ipini coşkuyla tuttular.
İşte bu yüzden bir kez daha İran halkını, İran İslam Devrimi'nin 35. yıldönümünün sevinçli vesilesiyle tebrik ediyorum. “Rejim değişikliği” taraftarı olan ABD liderleri, 1980 yılında İran'ı işgal ettiği zaman zayıf bir direniş bekleyen, fakat İran halkının kendisine karşı birleştiğini gören Saddam'dan ders almalıdır.
ABD'nin, kaydadeğer direncini şüphesiz gelecekte de gösterecek olan İslam Cumhuriyeti'ni tanımasının zamanı gelmiştir.
ABD'li yetkililere: İran İslam Cumhuriyeti, temelli olarak burada. Bunu unutmayın!
Yuram Abdullah Weiler / Press TV
Çev: Selim Sezer
İİT İslam ümmetinin sesi olmalı
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri ile görüşen İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, İİT’nin İslam ümmetinin vahdetinin sesi olması gerektiğini ifade etti.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İyad Medeni’yi Tahran’da Kabul eden İran İslam Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, devrim yıldönümü olan Şafakta On Gün günlerine işaret ederek, İran’da İslam devrimi zaferi fikir ve düşüncenin zaferi olduğunu dile getirdi.
Ruhani, İslam dünyasının zaferi olan İslami devrimin zaferi İran milletinin vahdeti ile elde edildiğini konuşmasına ekledi.
İran’ın dış politikasında müslüman ülkelerle ilişkiler öncelikli olduğunu söyleyen İran Cumhurbaşkanı Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı’na üye ülkeler karar alma meknizmasında etkin rol ifa etmeleri gerektiğini belirtti.
İslam’ın dünya çapında şiddet yanlısı olan bir din olarark gösterilmek istendiğini açıklayan Ruhani, “İİT yanlış olan bu düşüncenin bertaraf edilmesi yönünde çaba göstermeli”diye konuştu.
İslam ümmetinin vahdetinin en önemli zarureti İslami inançlara sayı duymak olduğunu dile getiren Ruhani, İİT’nin İslam ümmetinin vahdetinin sesi olması gerektiğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı Ruhani, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın diğer önemli amacı kutsal Kudüsü ve Filistin topraklarını kurtarmak ve Filistin halkını ana toraklarına geri dönmelerini sağlamak olduğunu vurguladı.
İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreteri İyad Medeni de bu görüşmede İran İslam Cumhuriyeti’nin görüşlerinden yararlanacaklarını dile getirdi.
İyad Medeni, İslam dünyasında vahdeti sağlamak yönünde somut adım atmanın zaruretini anlatı.
İran'dan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısına Tepki
ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Vendi Sherman'a tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, Amerikan yetkililerinin hayali açıklamaları müzakerelerde etkisi olmadığını ifade etti.
Mehr haber ajansının bildirdiğine göre, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı, Senato Dış İlişkiler Komitesinde yaptığı konuşmasında, İran ile nükleer müzakerelerin bu ülkedeki insan hakları, terörizme verdiği desteği ve bölge ülkelere yaptığı müdaheleri görmezlikten gelmeye yol açmayacağını söylemesine tepki gösteren İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Merziye Efhem, Amerikan yetkililerinin hayali çıklamaları nükleer müzakerelerde etkisi olmayacağını ifade etti.
Merziye Efhem, Amerikan başkanının da son birkaç yıldaki başarısızlığı itiraf ettiğini hatırlatarak; İran heyetinin müzakerelerde İran'ın ilmi alanda elde ettiği kazanımlarının zarar görmesine izin vermeyeceğini ve aşırılıklara karşı direneceğini ve nükleer konunun dışına çıkılmasına da izin vermeyeceğini söyledi.
İran Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran'ın, nükleer konusu haricinde başka konuların müzakerelerde yer almasına izin vermeyeceğini kaydetti.
''İslami İran uzay teknolojisinde öncü ülke''
İran'da Uzay Teknolojisi Milli Günüyle birlikte İranlı uzmanlar ve bilim adamlarınca geliştirilen Tedbir ve Fars Körfezi adı verilen iki yeni uydu görücüye çıktı. Dün (3 Şubat), İran İslam Cumhuriyeti takviminde Uzay Teknolojisi Milli günü olarak adlandırılmıştır.
Bilim ve Sanayi üniversitesi Uzay Araştırma Merkezine geliştirilen Tedbir aldı uydu, bu üniversitenin hocaları ile genç öğrencilerinin çabaları sonucu 5 aylık bir sürede yüzde yüz yerli teknoloji ve bilime dayalı olarak yapımı tamamlandı.
Tedbir uydusu, standart testleri başarıyla geride bıraktıktan sonra şimdiye fırlatılmaya hazırdır. Fars Körfezi adlı başka uyduda, Malik Eşter üniversitesi tarafından tasarlanarak, geliştirildi. Telsiz haberleşme sistemine uygun olarak geliştirilen Fars Körfezi uydusu, milli veya bölgesel kapsama alanıyla telsiz uydu iletişim hizmetlerini güvenli bir şekilde sunuyor.
Uydu, küçük ve hafif terminallerle donatıldı için doğal afetler gibi krizlerde yardım ekiplerince kullanılabilir. İran Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan, bugün, Tedbir ve Fars Körfezi uyduları için düzenlenen törende yaptığı konuşmada, İran'ın yer istasyonu, fırlatma üssü, yüksek irtifadaki yörüngelere uydu gönderme teknolojisi dahil hava ve uzay bilimleriyle ilgili tüm bölümleri, yerli olarak ürettiğini ifade etti.
Dehgan, ayrıca, uzay teknolojisinde yeni gelişen güçler arasında bu teknolojiyi geliştirme noktasında faaliyet gösteren tek ülke olduğunu vurguladı. İran İslam Cumhuriyeti tüm yaptırımlara rağmen hava-uzay alanında göz alıcı başarı ve ilerlemelere imza atarak, halihazırda dünya uzay kulübüne üye olmakta. İran, kapsamlı hava uzay alanında gelişme belgesi uyarınca, uzayı zapt etmeye çalışıyor.
İran, geçtiğimiz yıllarda maymun taşıyan roketleri uzaya göndererek, ismini dünya genelinde duyurmuştu. Uzaya insan göndermeyi uzay belgesinde öngören İran, astronot eğitimine sadece birkaç adım kalmakta. İran Uzay Kurumu Uzay Araçları Araştırma Merkezi Başkanı Muhammed İbrahimi, Uzay Teknolojisi Günü dolaysıyla yaptığı açıklamada, uzaya astronot gönderme düşüncesinin İran İslam Cumhuriyetinde oluştuğunu, milli programların başlıklarında yer aldığını ifade etti.
Uluslar arası mercilerin 2012 yılında yayınladığı raporda, İran, uzay teknolojisi alanında yeni gelişen 5 ülke arasında yer aldı, raporda ayrıca, İran'ın bu ülkeler arasında en hızlı gelişen ülke olduğu belirtildi. Bilim, kalkınma ve üretimde irade ve kararlılığını ortaya koyan İran İslam Cumhuriyeti, kendi uzmanları ve bilim adamlarıyla bilimde özellikle hava-uzay alanında çeşitli teknolojileri elde etmiştir.
Velayeti Fakih Sistemine Yöneltilen Eleştirilere Cevaplar
Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu? / Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır? / Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir? / Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir? / Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir…
Her konu ve meselede yakin (kesinlik) ve şüphe, iki türlüdür; bazen mantıksal ve bazen de psikolojik ve ruhsaldır. Mantıksal kesinlik ve şüphe, eşyanın vazıh ya gayri vazıh olmasından ve onların konu ve hükümlerinden, tasavvur ve tasdikin zuhurundan neşet bulmaktadır. Eğer insan nefsi için bir şey açık ve aşikâr olur veya kanıtlanmış ve açıklayıcı olursa yakin ve kesinlik hâsıl olur ve eğer mevzu ve hükümde, belirsizlik veya tasavvur/düşünce ve tasdiki ilkelerinde icmal olursa insan nefsi için şek ve şüphe hâleti oluşur.
Ama psikolojik şüphe ve yakin (kesinlik), eşya ve dışsal konulardan ziyade, insanların içsel sebepleri ve nefsani haletleriyle ilgilidir. Dolayısıyla başkalarının yakin ettiği vazıh ve açık konularda şüpheye düşülebilir veya başkaları için belirsiz şüpheli mevzuları yakini ve kati olarak algılayabilir. Fıkıh usulü ilminde “kat-i kutta” unvanı ile bahsedilen şey, mantıksal katiyet değil, genellikle ruhsal (psikolojik) katiyet kategorisindendir. Fıkıh ilminde “kesir-u şek” unvanı ile bahsi geçen şey de, yine aynı ruhsal şek kategorisindendir. Bu da şekkak (çok şüpheci) insan nefsinin özelliklerindendir.
Açıktır ki bilimsel bahis ve söyleşiler ve ezcümle bu bölümde bahsedilecek şeyler, mantıksal kesinlik ve şüphe alanında etkilidir ve psikolojik şüphe ve kesinlik zemininde ise o kadar etkili değildir. Zira her ikisi de, ister olmak ve isterse olmamak konusunda olsun kendisine has bir nedene bağlıdır.
Burada, velayet-i fakih ve dini hükümet konusunda gündeme getirilen veya getirilmesi mümkün olan soru, eleştiri ve şüphelere cevap verilerek, konu hakkında kapsamlı ve net bir görüntü ortaya konulup, tefrit ve ifrat içerikli bakış açılarının yanlışlığının ispatlanması amaçlanmıştır. Velayet-i Fakih konusundaki yanlış yorumlara örnek olarak, velayeti fakih sisteminin insanların kısıtlanması veya anayasanın izafi bir şey olduğunu gerektirdiği, ayrıca Velayet-i Fakih’in cumhuriyet sistemiyle bütünleştirilemeyerek vekalet-i fakih diye tercüme edilmesi yahut İslam hükümeti ile diğer batı ve doğu hükümetleri arasında fazla bir farkın olmadığını inanmak…
Dini Hükümet, İslam Hükümeti
1.Soru: Acaba siyasi liderlik, “nübüvvet” vazifelerinin bir bölümünü teşkil etmekte midir? Eğer yanıt olumlu ise, neden öyleyse bazı peygamberlerin hükümeti yoktu?
Cevap: Genel ve umumi nübüvvetin gerekliliği, akli deliller ikame edilip ve o delil mihverinin, ruhların terbiye edilmesi, nefislerin arındırılması ve bireyin kendisi, Allah’ı ve kendisi dışındaki dünya ile olan ilişkilerinin dışında, ilahî yasalar esası üzerine toplumsal bir hükümet sisteminin tesis edilmesidir. Dolayısıyla toplumun siyasi yönetim ve liderliği, nübüvvetten kaynaklanmıştır. Çünkü talim ve irşat tek başına ve cihat, savunma, hadlerin ikame edilmesi, uluslararası ilişkilerin düzenlenmesi... olmadan toplum asla kendi dini hayatını sürdüremez. Dolayısıyla nübüvvet, yüce insani hayatın tekmili içindir ve eğer yalnızca bir kişi bile yeryüzünde yaşayacak olsa vahye muhtaçtır. –isterse o vahiyde hükümet yasaları olmasın- ve eğer bir kişiden çok insan yeryüzünde yaşayacak olursa kesinlikle onların sosyal ilişkilerini düzenleyen tedvin edilmiş yasa ve hükümete ihtiyaçları vardır.
Elbette bazı peygamberler için yöneticiliğin fiiliyata dökülmesi, kendisine has koşullarından dolayı mümkün olmayabilir, örneğin Hz. Resulü Ekrem (s.a.a) peygamberliğinin ilk yıllarında, hükümet makamının icra edilmesinden mazurdu. Aynı şekilde yalnızca dini hükümleri tebliğ sorumluluğu olan ve ayrı ve bağımsız bir hükümet kurma hakkı olmayan bazı ilahî peygamberlerin, toplumun yöneticiliğini üstlenmiş büyük bir peygamberin asrında yaşaması ve onun risaleti altında olması imkan dâhilindedir. Örneğin Hz. İbrahim Halil Peygamberin (a.s), nübüvvet mecmuası altında bulunan فَاٰمَنَ لَهُ لُوطٌ (Bunun üzerine Lût ona iman etti)[1] Hz. Lut’un (a.s) ayrı bir hükümeti yoktu ve bu hiçbir sorunu beraberinde getirmemektedir. Zira böyle şahısların nübüvveti, tüm bölgenin yöneticiliğini üstlenmiş o büyük peygamberin geniş nübüvvetinin şua ve ışığındandır. Dolayısıyla, hükümetsiz hiçbir nübüvvet yoktur, ister bağımsız bir şekilde olsun ve isterse birisine bağlı olsun. Zira verilen örnekte olduğu gibi, Hz. Luta (a.s) Hz. İbrahim’in (a.s) hükümeti altında, siyasi ve sosyal yaşantısını sürdürmekte ve başkalarını kendine mahsus yerlerde idare etmekteydi.
Bu nedenle, peygamberlerin siyaset, içtima ve onların yöneticilik sahnesinde hazır olmaları, açıklanabilir bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de zikredilmiştir. وَكَاَيِّنْ مِنْ نَبِىٍّ قَاتَلَ مَعَهُ رِبِّيُّونَ كَثيرٌ (Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar)[2] ve eğer Hz. Nuh, Hz. İsa (aleyhimaselam) ve diğer bazı ilahi peygamberlerin siyaset ve hükümeti hakkında sarih bir şekilde Kur’an-ı Kerim’de bir açıklama gelmemişse, bu hükümetlerin olmamasına delil teşkil etmez, bilakis bu: وَرُسُلًا لَمْ نَقْصُصْهُمْ عَلَيْكَ (Anlatmadığımız (nice) peygamberler de gönderdik)[3] kabilindendir. Yani beşer tarihinde yaşamış olan bazı ilahi peygamberlerin, Kur’an’ın tasrihi ile adları Kur’an’da gelmediği gibi, Kur’an’da adları geçen her bir peygamberin tüm özellikleri de zikredilmemiştir.
Hatırlatma: Akli telazüm[4] ve gereklilik, bu konu için münasip bir çözümdür. Şöyle ki her bir peygamberin, dini bir programla gönderildiği kesindir, her ne kadar bazen müstekbirlerin tuğyanı neticesinde halk kitlesinin, belirli bir peygamberin hükümet feyzinden mahrum kalmış olması mümkündür.
***
2. Soru: Acaba siyaset sözcüğü ve hükümetin teşkil edilmesi, dinin imzaladığı akli bir şey midir yoksa dinin bir getiri ve armağanı mıdır?
Cevap: Hükümetin kendisi, aklın güzel bir şekilde idrak ettiği zorunlu bir şeydir ve akıl sahipleri de akli zorunluluğa istinaden, onu kabul etmektedir. Muteber akli bir delille ikame edilen bir şey ise, şeri hüküm olacaktır. Öte yandan, nakli delil de onu imzalamış ve detaylı bir şekilde gerekli şart ve vasıfları açıklamıştır. Hakim ve yöneticinin tayin edilmesi ise akli ve nakli şahitler esasına göre Allah’ın takdirindedir.
***
3. Soru: Acaba din, bağımsız bir hedef unvanı ile mi siyasete el atmıştır yoksa uhrevi saadet zeminesinde zaruret haddinde midir?
Cevap: Dinin mutlak ve nihai hedefi, insanların nurani olması ve onların Şuhut[5], Likaullah[6] ve Darulkarar’a ulaşmalarıdır. Bundan dolayı, insanların adaleti icra etmeleri: لِيَقُومَ النَّاسُ بِالْقِسْطِ (insanların adaleti yerine getirmeleri için)[7] ve hatta herkesin ibadeti bile dinin nispi ve orta hedefidir. İbadi ve siyasi meseleler, birey ve toplumun o nihai hedefe ulaşması için vesilelerdir ve hepsi sırat ve yoldurlar ve yolun, hiçbir zaman nihai hedef olması düşünülemez, ancak buna rağmen, siyaset zorunlu bir şeydir ve insanın tüm yaşam aşamalarında ve İslam’ın tüm ahkam ve emirlerinde mülahaza edilmektedir. Öyle ki dini kurallar, siyasetten ayrı değildir ve doğru siyaset de İslami kuralların dışında olmayacaktır.
***
4. Soru: Acaba İslam, toplum ve siyaset alanında, ana hatları mı belirlemiş yoksa ayrıntı ve detayları da açıklamış mıdır? İslam’ın siyaset hakkındaki ana hat ve taslağı nelerdir?
Cevap: İslam, teabudi[8] imaj ve bindirmesi çok olan ve geleneksel aklın hususiyetinin idrakinden aciz olduğu ibadet ve hükümlerde, hem külliyat ve ana hatları buyurmuş ve hem de detay ve ayrıntıları. Ancak ekonomi, siyaset, çiftçilik, hayvancılık, askeri işler ve benzerleri gibi konularda, yalnızca genel hatları açıklamış, detay ve ayrıntılarda içtihadı ise kavrama ve akletmeye bırakmıştır. Elbette aklın kendisi dinin iki kaynağından birisidir.
Hz. Emirilmüminin Ali’nin (a.s) Malik Eşter’e (r.a) yazdığı ahitnamesinde, İslam’ın genel siyaset hatları yer almıştır. Örneğin: İslam hâkim ve yöneticisinin vasıfları, farklı sınıflardakilerin hakları, hakim, hükümet ve halkın görevleri, umumun rızayetinin, hassın rızayetine önceliği, Müminlerin İslam, Ehli kitap muvahhitleri ve laik insanlarla olan üç çeşit ilişkisi, tevhit, izzet, istiklal, boşlukların doldurulması alanlarında haraç, düşmana boyun eğilmemesi, onlarla ilişkilerin içsel olmaması, malın kişisel, ulusal ve hükümet için taksim edilmesi… Vb. gibi.
***
5. Soru: Hükümet ve siyaset, anlaşmalı ve cüzi işlerle ilgilidir ve Enbiya ve İmamların (a.s) şanından değildir.
Cevap: Dinin kavram ve sözcükleri, lafzi ve anlamsal olarak bir değere sahip olup, sosyal bağlamda hükümlerin belirlenip tahakkuk bulması için mukaddime hükmündedir. İslam hükümeti ise, dinin toplum ve insanların canlarında tahakkuk bulması için bir faaliyet ve çalışmadır. Dolayısıyla nasıl olurda o kavram ve anlaşmalı terimlerin beyan edilmesi peygamberler ve İmamların (a.s) şanından sayılmakta, ama dinin hükümlerinin tahakkuk bulması için zorunlu ve lazım olan hükümet ve siyaset onların şanına aykırı oluyor?
Devam edecek…
AYETULLAH CEVADİ AMULİ
--------------------------------------------------------------------------------
[1] — Ankebut, 26.
[2] — Al-i İmran, 146.
[3] — Nisa, 164.
[4] — İki şeyin karşılıklı olarak birbirini gerektirmesi anlamında mantık terimi.
[5] — Arapça, görmek, müşahede etmek demektir. Kaşani, şuhudu; Hakk’ı Hakk vasıtasıyla görmektir, diye tanımlar. Zıddı gaybettir. Ve bu gaybet nefsin hazlarından uzaklaşıp onları görmemek anlamındadır.
[6] — Lika: Karşılaşma, buluşma, görüşme, bir araya gelme anlamlarına gelir. Burada Allah’la mülakat etme ve görüşme kast edilmektedir.
[7] — Hadid, 25.
[8] —Delile gerek kalmadan kabul edilen ibadetler. Dinde bazı hükümler bu şekildedir. Örneğin neden sabah namazı iki rekâttır denildiğinde bu teabbudidir denilir. Yani delilsiz kabul etmek zorundasın demek istenmektedir.