
کارگر
Erdoğan önümüzdeki ay Tahran’a geliyor
İran Türkiye karma ekonomik komisyonunun İranlı Eşbaşkanı Mahmut Vaizi, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Tahran’ı ziyaret edeceğini açıkladı.
İran Türkiye karma ekonomik komisyonunun İranlı Eşbaşkanı Mahmut Vaizi, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ın önümüzdeki günlerde Tahran’ı ziyaret edeceğini açıkladı.
ICT Bakanı Vaizi, Erdoğan’ın Tahran ziyareti sırasında iki yıl ertelenen komisyonun oturumu da gerçekleşeceğini, bu çerçevede Tahran’da hazırlıkların tamamlandığını kaydetti.
Vaizi ayrıca kendisi de komisyonun oturumunun hazırlık çalışmaları çerçevesinde Pazartesi günü Türkiye’yi ziyaret edeceğini belirtti.
Müslüman kasabı Ariel Şaron nihayet öldü
8 yıldır komada olan ve her hafta beyninden su alınan İsrail'in “kasap” lakaplı eski Başbakanı hayatını kaybetti.
Daha önce, İsrail'in önde gelen gazetelerinde, eski başbakan Ariel Şaron'un durumunun daha da kötüye gittiği yönünde haberler yer almıştı.
İsrail'in 11. Başbakanı Ariel Şaron'un 2001-2006 yılları arasında üstlendiği başbakanlık görevi, felç geçirmesinin ardından sona ermişti. 85 yaşındaki Şaron, 4 Ocak 2006'da geçirdiği beyin kanamasının ardından komaya girmişti.
SABRA VE ŞATİLLA KATLİAMLARININ SORUMLUSU
16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı milisleri Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce (700 ile 3500 arasındadır) kişiyi katlettiler. Sabra ve Şatilla katliamı katliamında İsrail'in eski Başbakanlarından olan Ariel Şaron'un rolü olduğu ortaya çıkmıştı.
1948'de kurulduğundan bu yana İsrail'in bütün savaşlarına katılan Şaron siyaset hayatında Filistinlilere karşı ırkçı ve acımasız tavrıyla dikkat çekmişti.
Ariel Şaron, 4 Ocak 2006’da geçirdiği beyin kanamasının ardından komaya girmişti. O tarihten beri bitkisel hayatta bulunuyordu. Bu zaman zarfında zaman zaman parmak ve gözlerini oynatarak uyarılara cevap veriyordu. Bir ara eve çıkarılmış ancak sonrasında yeniden hastaneye kaldırılmıştı. 1928 yılında İngiliz mandası altındaki Filistin’de doğan Ariel Şaron 14 yaşında orduya girdi.
İSRAİL'İN BÜTÜN SAVAŞLARINA KATILDI
1973’te sağcı Likud Partisi’nden milletvekili seçildi, bir yıl sonra danışmanlık için istifa etti. 1977’de yeniden parlamentoya girdi ve 1981’de Menahem Begin hükümetinde savunma bakanı oldu. Yaser Arafat'ın lideri olduğu Filistin Kurtuluş Örgütü’nün İsrail’in kuzeyini havan topuna tutması üzerine, 1982’de Lübnan'’ işgal kararını aldı. Güney Lübnan’a girip güvenlik hattı oluşturdu. İşgal sırasında İsrail saflarında savaşan Lübnanlı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milisler 16 Eylül 1982’de Batı Beyrut’ta Sabra ve Şatilla Filistin mülteci kamplarını basarak katliama girişti.
Ariel Şaron Kimdir?
Ariel Şaron (d. 26 Şubat 1928), İsrail devletinin başbakanlığını yapmış bir siyasetçidir. İktidardaki Kadima Partisi’nin kurucusu ve ilk lideriydi.
Likud Genel Başkanı Ariel Şaron, Rakibi Barak gibi asker kökenli olan Şaron, orduya 14 yaşında girdi. Şaron, ordu bünyesinde özel komando birliği kurarak ülke güvenliğinin korunmasında etkin görev üstlendi. Şaron, askerliğinin yanında Tel Aviv Üniversitesi’nde hukuk öğrenimi gördü. Ehud Barak’ın da katıldığı 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda yer alan Şaron, 1972’de ordudan ayrıldı. Aradan 1 yıl geçmeden 6 Ekim 1973’de, Mısır’ın tüm Sina Yarımadası’nı aldığı büyük zaferiyle sonuçlanan, İsrail’in en büyük dini bayramına denk gelen Yom Kippur Savaşı’nda orduya geri çağrıldı. Knesset’e 1973’te seçilen Şaron, 1 yıl sonra istifa ederek dönemin Başbakanı İzak Rabin’e güvenlik danışmanı oldu.& Şubat 2001 tarihinde yapılan Başbakanlık seçimini rakibi Ehud Barak’a karşı yüzde 60′ı aşkın oyla kazandı.Ancak oranın bu seviyede olmasında katılım oranın düşüklüğü de önemli bir etken.İsral seçimlerine seçmenlerin yüzde 40′ı katılmadı.
Ariel Şaron 1982 yılında Lübnan İç Savaşı sırasında İsrail’in Savunma bakanı olarak görev yapmaktaydı. Gözlemciler İsrail’in gözleri önünde gerçekleşen Sabra ve Şatilla katliamından Ariel Şaron’u sorumlu tutmuşlardır. Ariel Şaron’un 2000 yılında Kudüs’teki El Aksa camii’ne polis koruması altında yaptığı ziyaret ve verdiği demeç Filistin’lilerin 2. İntifada (ayaklanma)’yı başlatmalarına neden oldu ve bir provokasyon olarak görüldü.
“Lübnan Kasabı” lakaplı İsrail Başbakanı Şaron, 12 yıllık hayalini gerçekleştirmek istiyor. Gazze Şeridi’ni işgal edeceğinin ilk sinyallerini 1989′da yazdığı kitapta verdi
PERES: CEVAP VERDİK
Amerikalı gazeteciler de dün bu konuyu Gazze Şeridi’ni işgal eden ordu generaline sordu. General, ülke güvenliği için bölgede “geçici” bir hattın kurulduğunu kabul etti, hattın sürekli olmadığına dikkat çekti. Aynı konu hakkında soru İsrail Dışişleri Bakanı Şimon Peres’e yöneltildi. Peres, İsrail halkına yapılan saldırılara cevap verildiğini belirtti, güvenlik hattı iddialarını yalanladı. Diplomatik çevreler ise Şaron’un Gazze’de güvenlik hattını oluşturmayı kafasına koyduğuna inanıyor. Delil olarak da Şaron’un 1989 yılında kaleme aldığı “Savaşçı” adlı biyografisi gösteriliyor.
Şaron kitapta Sderot (Gazze’deki Yahudi yerleşim merkezi) kentine saldırı olması durumunda bölgede bir güvenlik hattı oluşturulması gerektiğini anlatıyor. Siyasi gözlemciler, “Şaron 12 yıllık hayalini gerçekleştirmek istiyor. Güney Lübnan’da yaptığını bu kez Gazze’de yapmak istiyor” diye yorumladı. Şaron, 1982′de Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarını bombaladığı için “Lübnan Kasabı” olarak isim yaptı.
Ariel Şaron Mart 2001 tarihinden Nisan 2006 tarihine kadar İsrail’in başbakanlığını yaptı. Filistin sorununa gençliğine göre daha ılımlı bir yaklaşım sergiledi. 2004 yılında İsrail’in Filistinlilerle anlaşma masasına oturmadan tek taraflı bir şekilde Gazze’den geri çekilmesine karar verdi. Bu karar Ariel Şaron’un başkanı olduğu Likud Partisi’nde özellikle eski başbakan Benjamin Netanyahu’nun liderliğindeki bir grubun muhalefetine yol açtı. Bunun üzerine Ariel Şaron kendisiyle aynı görüşteki bir grup siyasetçiyle birlikte Likud’dan ayrılarak Kadima Partisi’ni kurdu.
4 Ocak 2006 tarihinde Ariel Şaron beyin kanaması geçirerek hastaneye kaldırıldı. Ehud Olmert başbakanlığa vekaleten atandı. Bu tarihten sonra Ariel Şaron bir daha bilincini kazanamadı.
El Cezire, Avrupa medyasının dilini kullandı.
Arap Tv’ Siyonist olarak bilinen CİA tandanslı El Cezire, binlerce Müslüman’ı gaddarca katleden ve bununla övünen kasap Şaron için “katil” bile diyemedi ve bu katili yere göğe sığdıramayıp “barış havarisi, “kahraman savaşçı” ifadelerini kullanan Batı haçlı medyasının argümanlarını kullandı.
Sözde Arap televizyonu olarak lanse edilen ve CİA tarafından lanse edilip yönetilen El Cezire Şaron'un Katliamlarından Bahsetmedi
El Cezire ölen İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron'un hayatını İsrail ağzıyla verdi ve katliamlarından bahsetmedi.
Beyrut Kasabı olarak bilinen ve 8 yıldır komada olan İsrail eski Başbakanı Ariel Şaron, 85 yaşında hayatını kaybetti. Arap medyasından ünlü bir kuruluşun Şaron'u sahiplenir bir dille haber yapması ise tepki çekti.
Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce kişinin katledilmesine neden olan Şaron'un ölüm haberini servis eden Ortadoğu'nun en ünlü medyası El Cezire, Şaron'un bu katliamlarını görmedi. El Cezire, yazılan biyografiye, İsrailliler'in Şaron için gururla kullandığı "buldozer" lakabını da iliştirdi. İsrail ağızıyla yazılan bu biyografinin El Cezire'nin elinden çıkması şaşırtmadı.
NEDEN “BULDOZER” LAKABI??
Filistin halkının bütün geçim kaynaklarını keserek onları açlıktan ölüme mahkum etmeyi planlayan ilk Yahudi de Şaron’du.. Bu amaçla Filistinlilerin denizde balık avlamasını yasakladı ve bu yasağa uymayan fakir balıkçılar İsrail hücumbotlarından açılan makşnalı tüfeklerle öldürüldüler.
Kasap Şaron’un “Açlıktan öldürme” politikasının diğer iğrenç uygulaması da Filistinli çiftçilerin yegane geçim kaynağı olan “ZEYTİN AĞAÇLARINI BULDOZERLERLE KÖKÜNDEN KAZIMAK” “ tı. Dünyanın hiçbir yerinde görülmeyen bu insanlık dışı uygulamanın mimarı olduğu için dünyadaki Yahudiler ona “BULDOZER” lakabını verdiler.
Peki,Müslüman olduğunu, bırakın Müslüman olmayı, insan olduğunu iddia eden bazılarının bu Siyonist Yahudi Katil’e “katil” değil de “buldozer” demesinin nedeni ne olabilir sizce???
Daily Star: Şaron, Lübnanlılar için “en iğrenç kişi”ydi
“Daily Star” sitesi, işgalci İsrail’in eski Başbakanı Şaron’un ölümüyle ilgili verdiği bir haberinde “Şaron, Lübnanlılar için “en iğrenç kişi”ydi” diye kaydetti.
“Daily Star” sitesi dün, işgalci İsrail’in eski Başbakanı Ariel Şaron’un ölümünün resmen ilan edilmesinden birkaç saat sonra bu konuda verdiği bir haberinde Şaron’un işlediği muhtelif cinayetlerinden dolayı, Lübnanlılar için “en iğrenç kişi”ydi” diye vurguladı.
“Daily Star” ayrıca “Bu Cumartesi günü 85 yaşanda ölen Ariel Şaron, 1982 yılında Lübnan’a yapılan saldırıda oynadığı rolü, bunun yanında Sabra ve Şetilla kamplarında mülteci Filistinlileri katliam etmesinden dolayı Lübnan’da en çok nefret edilen kişi konumundaydı” diye yazdı.
Aynı habere göre, Şaron 1975 ila 1990 yılları arasında Lübnan’da yaşanan savaş sırasında işlenen ciayetlerde oynadığı rolü yüzünden “Beyrut kasabı” olarak da biliniyordu.
Amerika dünyanın en büyük insan hakları ihlalcısı
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, Amerika dünyanın en büyük insan hakları ihlalcisi olduğunu belirtti.
MHA - Kum kenti halkının 19 Dey kıyamının yıldönümü dolaysıyla bu kentten gelen binlerce kişiyi kabulünde bir konuşma yapan İmam Hamanei, Amerikalı yetkililerin ve medya organlarının İran millet ve İslam Cumhuriyeti nizamı hakkında başta insan hakları ile ilgili iddialar olmak üzere düşmanca açıklamalarına temas ederek insan hakları konusunda kim konuşursa konuşsun, Amerikalıların bu konuda söz söylemeye hiç hakkı olmadığını, çünkü Amerika devleti dünyanın en büyük insan hakları ihlalcisi olduğunu belirtti.
Amerika'nın gaspçı rejim İsrail'e ve bu rejimin mazlum Filistin milletine ve özellikle Gazze halkına yönelik cinayetlerine sürekli destek vermesine ve Gazze'ye gıda maddeleri ve ilacın ulaşmasına mani olunmasına işaret eden İmam Hamanei, tüm bunlar bu zümrenin insan hakları ihlalleri ve cinayetlerinin en belirgin mısdakları olduğunu ifade etti.
Amerika Başkanı Obama'nın seçim kampanyalarında Guantanamo hapishanesi kapatma vaadine ve bu vaadini üzerinden beş yıl geçmesine karşın yerine getirmemesine de değinen İmam Hamanei, Amerikan İHA'larının Afganistan ve Pakistan'da düzenlediğ saldırılar ve binlerce cinayetleri ve yine dünyada bir çok bilinmeyen cinayetleri Amerika'nın gerçek mahiyetini ve insan hakları karşıtlığını ortaya koyduğunu vurguladı.
İmam Hamanei aslında İran Amerika'nın ve diğer bir çok Batılı devletin insan hakları ihlalleri konusunda iddia makamında olduğunu, bu ülkelerin dünya kamuoyuna bu bağlamda hesap vermesi gerektiğini kaydetti.
Nükleer müzakerelere de temas eden İmam Hamanei, İran'ın Batı ile müzakere etmesi yaptırımlarla ilgisi olmadığını, İran İslam Cumhuriyeti ne zaman maslahatı icap ederse müzakere edeceğini, son müzakerelerde de bir kez daha Amerika'nın İran ve İslam dünyasına yönelik düşmanları ve ayrıca İran karşısında acziyeti bütün dünya için ispatlandığını vurguladı.
İmam Hamanei bundan önce de İslamî nizamın bazı özel konularda maslahat bildiği takdirde bu şeytanla ve onun şerrini bertaraf etmek ve sorunu çözümlemek için müzakere edeceklerini açıkladıklarını kaydetti.
Geçmişteki deneyimlerin üzerinde düşünmeye ve gerekli dersi çıkarmaya vurgu yapan İmam Hamanei, hiç kimse bugün düşmanlar düşmanlıklarından el çektiği kuruntusuna kapılmaması gerektiğini, çünkü her bir düşman bazen geri adım atmak zorunda kalabileceğini, fakat düşmanın tebessümünü ciddiye alıp aldanmamak gerektiini ifade etti.
İmam Hamanei 19 Dey 1356 tarihinde Kum kentinde yaşanan hadisenin aslında en zor şartlarda kesin imana dayanmak ve basiretle hareket etmenin örneği olduğunu, bu hadisenin en önemli dersinin de sorunların üstesinden kesin iman gücü ve basiretle gelinebileceğinden ve düşmanı asla unutmamaktan ve dıştan bağımsız olarak iç imkanlara dayanmak gerektiğinden ibaret olduğunu vurguladı.
Cemaat'in nefretinin sebebi İmam Humeyni'ye olan kıskançlıktır
Sayın Gülen'in de hayali bir gün muzaffer bir komutan gibi ülkeye geri gelmektir. Tıpkı Humeyni gibi. Bundan dolayı da her daveti sadece elinin tersi ile çevirmez, aynı zamanda kendisine bir meydan okuma olarak da görür. Ancak Sayın Gülen ile Humeyni'yi birbirinden ayıran çok önemli bir fark var. Sayın Gülen bürokratik gücüne güveniyor, Humeyni ise halkına güvenmişti.
Sanıyorum artık Fethullah Gülen'den bahsederken, 'hoca', 'efendi', 'muhterem', gibi ifadeler kullanmak son derece yersiz olacaktır. Çünkü bahsi geçen tüm vasıfları bizzat kendisi üzerinden alıp bedduasının kabul olması için havaya fırlattı. Geri geldiğine dair bir işaret de yok ortada.
Sahip olduğu statüsünün fazlası ile farkında olan ve kendisini 'kıtmir' olarak tanımlayıp aşırı tevazu üzerinden bazen egosunu yüceleştiren birisi olarak toplumda sahip olduğu saygınlığını kendi rızası ve çabası ile bir çırpıda bitirdi. Bunu niçin yaptı ya da yaptığının farkında mı bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki, o da seven sevmeyen herkesin belli bir saygınlık içinde olmayı düşündüğü birisi olarak mizah, ironi ve magazine konu olacak hale gelmesine giden yolun taşlarını bizzat kendisi ve çevresindekiler döşedi. Kendi kendisini zeki ergenlerin diline düşürdü. Hâlbuki o, onlara nasihat etme makamında idi.
GÜLEN HAREKETİ
Ancak burada bahse konu etmek istediğim tabii ki Sayın Gülen'in şahsı ya da retoriği değildir. Onun öncülüğünü ettiği 'Gülen Hareketi', Cemaat'tir. Bu yapının temel sosyolojik yapısına dair bir analiz sunmaktır. Bu analizleri artık çoğaltmak durumundayız. Şimdiye kadar yapılan çalışmaların önemli bir kısmının çok 'özel siparişlerle' hazırlandıklarını biliyorum çünkü bu hareketi analiz eden Amerikalı iki sosyolog meslektaşımla da yolum bir vesileyle kesişti.
Öncelikli olarak belirtmeliyim ki, her sosyoloğun ilgi duyacağı kadar ilginç bir olgu var karşımızda. Gerçekten bu kadar büyük bir kitleyi organize etmek ve kafasının içini bir parmak işareti ile değiştirebilmek büyüleyici bir kabiliyettir. Karpuz yeme şekline dair dahi bir işaret ya da söz bekleyen bir kitle oluşturmak son derece başarılı ve programlı bir operasyondur. Tek başına bir kişinin aklı ile olabileceğine ihtimal vermek sosyolojiye sığmaz, toplumda oturmaz. Tabii uzun soluklu bir kurgu olduğu açıktır. İşin içinde hangi deha varsa onu gerçekten saygıyla selamlamak gerekir. Birbirinden farklı sosyolojik kompartımanlara sahip olan bireylerin hepsinin aynı hizmet içi eğitimden geçirilmişçesine ağız birliği etmesini sağlamak da sanıldığı kadar kolay bir iş değildir. Yapının içinde olan herkesi, hem de uzaktan yürütülen hizmet içi bir eğitimle tek tipleştirmek önemli bir başarıdır.
O halde son derece örgütlü bir yapı var karşımızda. Ancak bu örgütlü olma durumu ise otoriteye karşı sivil bir alan oluşturmak için değil, bizzat kendisi bir otorite olmak içindir. Bu durumun perdelenmesi için de başvurulan iki yol vardır, tevil ve takiyye. Sözgelimi hepimizin beddua olarak duyduğu ve anladığı bir konuşmayı abilerden birisinin mülaaene olduğunu ima etmesi yetiyor. O metin artık yok. Hatta hiç olmamış da bile. Varsa da yeniden anlamlandırılmış bir metindir. İşte toplumsal yapıyı esas tehdit eden de budur. Bu batıni-ruhani yapı son derece eklektik bir mekanizmadır. Hem protestan hem de batıni. İşin ilginç olan tarafı ise cemaat kendisine rakip olarak gördüğü yapıları da doğrudan bu iki alan üzerinden hedef alır.
İkincisi de şudur; cemaatte tarih yoktur. Kin vardır. Tarih her zaman yeniden yazılır. Onun için geçmişte söylenen ya da dile getirilen herhangi bir söz üzerinden ya da davranış üzerinden itham etmek veya bir hatırlatmada bulunmak yersizdir. G. Orwell'ın 1984 adlı romanında altını çizerek vurguladığı bir durum var: Okyanusya Devleti her şeyi yeniden anlık olarak kurar. İnsanların sahip olduğu şahsiyetlerini önce parçalar (dağıtır) ve yeniden kendi sistemine göre kurar ki iktidarını tesis edebilsin. Bunun için de çok özel kurumlar ve bakanlıklar vardır. Söz gelimi Gerçek Bakanlığı, Yenidil Kurulu, Sevgi Bakanlığı, Düşünce Polisi, Bolluk Bakanlığı gibi.
EPİSTEMOLOJİK FAŞİZM
Üçüncü konu ise, bu yapı herhangi bir hedefe kilitlenmişse hasar görmeden durmaz. Çünkü yaptığının doğru olmadığını ancak pratik olarak bir zarar gördüğü zaman fark edebilir. Yolun bittiğini gördüğü anda ise 'yaşanan tarihsel tecrübeyi buharlaştırma' mekanizması işler ve hemen oracıkta yeni bir söylemsel paradigma geliştirilir ki, bu anlık bir iştir. Bu durum ise epistemolojik faşizm diyebileceğimiz bir tutuma işaret eder. Sahip oldukları bilginin mutlak hakikati temsil ettiğine, doğrunun onlara özel olarak ilham edildiğine ve onlardan başka hiç kimsenin 'mutlak gerçeğin' farkında olmadığıne, bu özelliğin de kendilerine bahşedildiğine inanırlar. Bu durum bütün muhataplarını aynı kategoride görmeyi ve herkesin onların hizmetkarı olması gerektiğine inandırdığını görürüz ki yapılan pek çok sınav için soru çalma dedikoduları esas olarak gerçek olmasa bile bu açıdan onları olağan şüpheli hale getirmektedir.
GÜLEN HAREKETİ VE İRAN
Dördüncü ve son olarak aslında bu hareket en çok İran karşıtlığı üzerinden kendini konumlandırır. Bunun da iki temel nedeni var. Birincisi ki bu konu bence çok önemlidir, cemaat derin devletin çelik çekirdeğinin muhafazakar yansımasıdır ve bu refleks İran ile tarihsel bir düşmanlığı barındırır içinde. Cemaatin, bu çelik çekirdeğin filizi olduğuna dair veriler de son günlerde çoğalmaya başladı. Bütün yazarları ve kalemşorları kendisini devletin sahibi ve bekçisi olarak görmektedirler. AK Parti'ye düşmanlık etmeye başlamalarının nedeni de, onların deyimi ile, 'devlet gibi davranmaktır'. Çünkü kendilerini devlet olarak görmektedirler. Keza Sayın Gülen'in bedduasının merkezinde de devlete sahiplik vardır. 'Bize ait olan kamu malını başkasına nasıl peşkeş çekersin' refleksi ile kendinden geçmişti. Bu konuyu en iyi detaylandıran Yıldıray Oğur'un 29.12.2013 tarihli yazısıdır: Cemaatin gizemli yazarı R. Atilla Polat, 'Aslında yazacak çok pislik ve ihanet var da, ne acıdır ki devletin geleceği adına ciğerimizden kalemimize kan çekerek sadece aktif sabır ve dua ile bu işin gerçek sahibi olan 'hu' esmasının sırrına sığınıyoruz. Zira bir noktadan sonra ölüm HAKK'TIR... Menderes öldü, Özal öldü, Türkeş öldü ve Ecevit öldü, Yazıcıoğlu da öldürüldü... Bu isimlerden bazıları bir dava için öldürüldü. Eğer birileri şu anda yaşıyor ve öldürülmediyse insaf edip oturup neden yaşıyorum diye tefekkür etmeli değil midir?'
Buyurun, derin devletin de derininden gelen tehdidi ve sahiplenme duygusunu görünüz.
İMAM HUMEYNİ VE GÜLEN
İran'a karşı var olan nefretin bir diğer nedeni de İmam Humeyni'ye duyulan kıskançlıktır. Onun gibi olamamaktır. Sanıyorum hepimiz biliyoruz ki, Sayın Gülen'in de hayali bir gün muzaffer bir komutan gibi ülkeye geri gelmektir. Tıpkı Humeyni gibi. Bundan dolayı da her daveti sadece elinin tersi ile çevirmez, aynı zamanda kendisine bir meydan okuma olarak da görür. Ancak Sayın Gülen ile Humeyni'yi birbirinden ayıran çok önemli bir fark var. Sayın Gülen bürokratik gücüne güveniyor, Humeyni ise halkına güvenmişti.
Son olarak, daha imam-hatip yıllarında İslami alanlara dair tartışmalarda en çok gündemde olan konulardan birisi de bu coğrafya için parlak ve makul çözümler üreten Bediüzzaman Said-i Nursi'nin bıraktığı mirası dejenere etmeye yönelik çok özel çalışmalar yapıldığına dair iddialardı. Ki buna örnek olarak da eserlerinin kritik kimi ifadelerinin değiştirilmesi gösterilirdi. Keza bu konu, Risale Akademi tarafından bir sempozyumda da bizzat Üstad'ın talebeleri tarafından dile getirildi. Bu değiştirmelerin (yozlaştırmaların) de içeriye sızan birileri tarafından yapıldığı dile getirilirdi. Sistematik bir operasyon olmadığından dolayı da kimse işin üstüne gitmedi. Su-i zandan da kaçınmak gerekiyordu. Ancak son günlerde neo con tetikçiliğini yapmış olması bu iddiaları güçlendirdi. Elbette somut bir bağ yok ama inananların yüreğinde ki o kadim kuşku derinleşti. Bu vakitten sonra hiçbir muhafazakar mütedeyyin derin cemaate güvenmez. Artık birbirimize itimadımız kalmadı. Yolsuzluk susturucusu takılmış silahlarla piyasaya sürülen neo con çetesinin sniperları nokta atış suikastlara başladılar.
Bu yolla hükümetin devrilmeyeceğini tabii ki biliyorlar ama tezgah farklı.
PROF.DR. MAZHAR BAĞLI - YILDIRIM BEYAZIT ÜNİVERSİTESİ- SOSYOLOJİ
Batılı devletler dayattıkları yaptırımları yeniden gözden geçirmeli
Tahran, 08 Ocak 2014 - İngiltere parlamenter heyeti Başkanı eski dışişleri bakanı Jack Straw, batılı devletlerin İran’a dayattıkları yaptırımları yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini belirtti.
MHA - İngiltere parlamentosu İran dostluk grubu üyeleri, İran İslami Şura Meclisi İngiltere-İran Dostluk Grubu üyeleri ile görüşmek amacıyla önceki gün mecliste hazır bulundular.
İran İngiltere parlamentoları dostluk grubu üyelerini ziyaret eden İngiliz heyetin Başkanı Straw, İran’a yönelik yaptırımlar ta baştan yanlış olduğunu ifade etti.
İngiliz parlamenter heyet ayrıca Ortadoğu bölgesinin her türlü nükleer silahtan arındırılması gerektiğini, İran isa NPT’de belirtilen tüm imkanlardan yararlanması gerektiğini vurguladı.
Görüşmede dostluk grubunun İranlı eşbaşkanı Abbas Ali Mansuri de İran ve İngiltere’nin İslam inkılabından önceki ilişkilerine temas ederek bu ilişkilerin tek yanlı olduğunu, o günlerde İngiliz yönetimi sürekli İran’ın içişlerine karıştığını kaydetti.
Mansuri, İslam inkılabından sonra İngiltere ile ilişkilerin bozulduğunu, çünkü İngiltere inkılaptan sonra İran’ı yağmalamayı sürdüremediğini, 8 yıllık dayatılan savaşta da Saddam rejimine büyük yardımlarda bulunduğunu vurguladı.
İngiltere parlamentosunda inkılap karşıtları İran ve İngiltere ilişkilerini engellemeye çalıştığını belirten Mansuri, İran’ın dış politika önceliği tüm ülkelerle ilişki kurmak olduğunu, İngiliz yetkililer bunun için İran milletinin güvenini kazanması gerektiğini kaydetti.
İngiliz heyetinin ziyaretinin 4 gün süreceği açıklanmıştır. Jack Starw ayrıca bugün Mecliste düzenlenecek bir basın toplantısına da katılacak.
Muhtelif alanlarda İran ve İngiltere ilişkilerinin düzeltilmesi bu heyetin başlıca amaçları arasında olduğu bildirilmiştir.
Cenevre-2’ye katılmak için hiç bir ön şart kabul etmeyiz
İran Dışişleri bakanı, İran İslam Cumhuriyeti Cenevre-2 konferansına katılmak için hiç bir önşartı kabul etmeyeceğini vurguladı.
MHA - İran Dışişleri bakanı Muhammed Cevad Zarif, Tahran’ı ziyaret eden Suriye dışişleri bakanı yardımcısı Faysal Mikdad’la görüşmesinde İran İslam Cumhuriyeti Cenevre-2 konferansına katılmak için hiç bir önşartı kabul etmeyeceğini vurguladı.
Zarif Suriye krizi siyasi yollardan ve Suriyeli taraflarca çözümlenmesi gerektiğini, Suriye’de yaşananlar bölgenin istikrar ve güvenliği bağlamında büyük bir sınav olduğunu, terör ve radikalizmle mücadelede tüm bölge ülkeleri işbirliği yapmaları gerektiğini kaydetti.
Zarif ayrıca İran Suriye krizinin çözümü için her türlü yardımda bulunmaya hazır olduğunu ifade etti.
Görüşmede Faysal Mikdad da İran ve Suriye’nin bölgede barış ve istikrarın sağlanması için işbirliğinin hayati önem arz ettiğini vurguladı
Kanada: İran ambargosu en katı şekilde devam edecek
Kanada dışişleri bakanı John Baird, İran’a ambargo uygulamaya devam edeceğini açıkladı. İran ile yapılan nükleer müzakerelerde nihai anlaşmayı görmeden ambargoyu kaldırmak istemediklerini belirten Baird, diğer ülkeler kaldırabilir ama Kanada bu ambargonun en katı şekilde devam etmesini istiyor diyerek İran ile ilişkilerini daha da gergin seviyeye taşımaktan kaçınmadığını gösterdi.
Geçtiğimiz bahar aylarında İran’a karşı uyguladığı ambargonun daha da katılaşmasını isteyen Kanada, İran ile her türlü ticaretin engellenmesi için ciddi önlemler aldı ve Kanada bankalarındaki İran hesaplarını dondurdu. İstatistiklere göre Kanada’da hesapları dondurulan 508 şirket ve 78 şahıs bulunmaktadır. Son olarak ise ülkesindeki İran konsolosluğunun kapanmasını istemiş ve İran’daki konsolosluğunu da kapatarak İran ile ilişkilerini tamamıyla koparmıştı.
AK Partilileri fişlemişler!Türkiye’de devlet içinde devlet
Emniyet içinde oluşan bir birim AK Parti İl Teşkilatı’nda çalışanları mercek altına almış.
İçişleri Bakanı’nın ‘dinleme’ açıklamasının ardından bu kez de Kilis’te ‘fişleme’ skandalı ortaya çıktı.
Akşam'ın haberine göre, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın paralel devletle ilgili yaptığı ‘Güneyde bir ilimizde Vali ve il teşkilatı da dahil tüm şehri dinlemişler” açıklamasının ardından Kilis’te fişleme iddiası patlak verdi.
ADRESLERİ TARİF EDİLMİŞ
İddiaya göre Emniyet Müdürlüğü bünyesindeki bir şubede oluşturulan birimde, kentteki AK Parti İl Teşkilatı ile gazeteciler başta olmak üzere birçok isim fişlenmiş. Son bir yıl içerisinde fişleme ile ilgili emniyet müdürlüğü bünyesinde bazı polislerin zorunlu olarak tayin isteyip il dışına çıktığı, bazı memur ve şube müdürlerinin pasif göreve getirildiği de iddialar arasında.
Fişleme dosyalarındaki kişilerin T.C. kimlik numarası, evlerinin nerede olduğu, ne iş yaptığı gibi istihbari bilgiler yer alıyor. Kişilerin ev ve iş adreslerinin yanı sıra tarifler de bulunuyor. Fişleme dosyası olduğu iddia edilen belgelerde AK Parti İl Teşkilatı başkan ve başkan yardımcılarından en alt kadroya kadar herkesin fotoğrafları ve kişisel bilgileri bulunuyor.
FOTOĞRAFLARI FACEBOOK’TAN
Fişleme dosyalarında kentte görev yapan ulusal ve yerel gazetecilerin de fotoğrafları ile bilgileri yer alıyor. Basın mensuplarının fotoğraflarının bazılarının ise başta facebook olmak üzere sosyal paylaşım sitelerinden elde edildiği görülüyor. Bazı fotoğraflar ise kentteki etkinliklerde çekilmiş.
'BÜTÜN ŞEHRİ 6 AY DİNLEMİŞLER'
İçişleri Bakanı Efkan Âlâ, “Güneyde bir ilimizde 6 ay boyunca devlet içerisinde bir çete dinleme yapıyor. Bunu seçim öncesi kendi ittifaklarıyla siyasete dizayn vermek için kullanıyorlar” demişti.
Şahab-3 füzeleri ABD üslerini ve İsrail’i vurmaya hazır
Sipahiler Ordusu komutanlarından General Golam Ali Ebu Hamza, Şahab-3 füzeleri ABD üslerini ve İsrail’i vurmaya hazır olduğunu belirtti.
FHA- Muhabirimize Rehberin Cenevre müzakereleri ile ilgili sözlerini değerlendiren General Ebu Hamza, Rehber kahramanca esneklik ve kahramanca manevra yeteneğinden söz ettiğini belirtti.
Müzakereci heyetin görevini en iyi şekilde yerine getirmesini umduklarını belirten General Ebu Hamza, Rehberin de buyurduğu üzere Amerikalılara güvenilemeyeceğini vurguladı.
Amerikalı yetkililerin “askeri seçenek masada” sözüne de tepki gösteren General Ebu Hamza, Amerika’nın en ufak akılsızlığına Fars Körfezi’nde cevap verileceğini vurguladı.
General Ebu Hamza ayrıca, Şahab-3 füzeleri Amerikan üslerini ve İsrail’i vurmaya hazır olduğunu belirtti.
İran ve Türkiye Dışişleri Bakanlarının ortak basın toplantısı
İran İslam Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, "Umarım üçüncü ülkeler, İran ve Türkiye halklarının faydasına ve bölgenin istikrarına, barışına katkısı olan iki ülkenin ilişkilerine karışmaktan kaçınırlar ve daha da gelişmesi gereken bu ilişki devam eder" dedi.
MHA - Zarif, Ahmet Davutoğlu ile Çırağan Sarayı'nda yaptığı görüşmenin ardından düzenlenen ortak basın toplantısında konuşan Zarif, Türkiye'yi ziyaret etmekten duyduğu memnuniyeti dile getirerek, gösterilen konukseverlikten dolayı Davutoğlu'na teşekkür etti.
Zarif, ziyaretinde, ikili ilişkilerin yanı sıra bölgesel konuların da ele alındığını kaydetti. Zarif, bölgedeki önemli ve etkili iki ülkenin ilişkilerini geliştirmesi, görüş alışverişinde bulunması ve yetkililer arasındaki görüşmelerin sürekli olmasının, hassas olan bölge için önemli ve gerekli olduğuna inandıklarını söyledi.
Yakın gelecekte dost ve kardeş Türkiye'nin muhterem Başbakanı'na ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyacaklarını ifade eden Zarif, ziyarette, Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği Konseyi anlaşması, tercihli ticaret ve diğer bazı alanlarda işbirliğini öngören anlaşmaların imzalanmasını umduğunu belirtti.
İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani'nin önümüzdeki aylarda Türkiye'ye yapacağı ziyaretin, ikili ilişkilerin daha da geliştirilmesine vesile olması dileğinde bulunan Zarif, "İran ve Türkiye'nin 30 milyar dolarlık ticaret hacmi hedefi, ulaşılabilir ve zorunlu bir hedeftir. Umarım üçüncü ülkeler, İran ve Türkiye halklarının faydasına ve bölgenin istikrarına, barışına katkısı olan iki ülkenin ilişkilerine karışmaktan kaçınırlar ve daha da gelişmesi gereken bu ilişki devam eder" şeklinde konuştu.
Zarif, Türkiye ve İran'ın, enerji, ulaştırma, ticaret, ekonomi ve diğer alanlardaki ilişkileri geliştirmeye hazır ve istekli olduğunu ifade etti.
İki ülke vatandaşlarının karşılıklı ziyaretlerini ve ikametlerini kolaylaştıracak konsolosluk işlemlerinin geliştirilmesi konusunda da görüş birliğine varıldığını anlatan Zarif, bu ziyaretlerin, İran ve Türkiye arasındaki dostane ilişkileri daha da geliştireceğine olan inancını dile getirdi.
İranlı Bakan, iki ülke halkının kültür, ekonomi, ticaret, bilim, teknik ve diğer alanlarda daha da yakınlaşmasını sağlayacak ortamın ve şartların mevcut olduğunu kaydetti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Davutoğlu ile görüşmelerinde bölgesel konularda fikir teatisinde bulunduklarını anlatan Zarif, "İran ve Türkiye, bölgedeki sorunların çözülmesi, çatışma, savaş ve kardeş kavgasının önlenmesi, aşırılıkla mücadele, bölge halklarının iradesine saygı ve bölge halklarının da kabul edebileceği çözüm önerisi konusunda birçok alanda ortak görüşe sahip" ifadelerini kullandı.
İki ülkenin Suriye konusundaki görüş farklılığının her geçen gün daha da azalması için istişarenin sürdüğünü belirten Zarif, tüm Suriye halkının kabul edebileceği, çatışmaları sonlandıracak barışçıl bir çözüme ulaşmak için diğer ülkelerin de yardımcı olması gerektiğini bildirdi.
Zarif, İran ve Türkiye'nin, Suriye'de halkın iradesiyle gerçekleşecek bir çözüme ve bu ülke halkına insani konularda yardım edebileceğine olan inancını dile getirdi. Ele alınan bir başka konunun da Irak'ta yapılacak seçimler olduğunu belirten Zarif, seçimlerin başarılı olması ve halkın iradesini yansıtması dileğinde bulundu.
Zarif, İran ve Türkiye'nin görüşlerini şeffaf ve açık bir şekilde ortaya koymasının, ortak noktalarda işbirliği yapmasının, görüş farklılığı olan konuları da sadakat, dostluk ve kardeşlikle ele almasının bölge barışı ve huzuru için önemli olduğunu vurguladı.
Konuk Bakan, sözlerini şöyle tamamladı:
"İran ve Türkiye ilişkileri, sadece ve sadece bölgenin istikrar, huzur ve barışına katkı sağlar. Hiç kimsenin de zararına değil. Herkes bu ilişkileri bu şekilde görmeli. Bu ilişkinin gelişmesi tüm bölgenin faydasınadır. Umarım bu şekilde devam eder. Ümit ediyorum ki karşılıklı ziyaretler, Müslüman ve kardeş iki ülkenin ikili ilişkilerinin daha da gelişmesine ortam hazırlar."
Toplantıyı takip eden basın mensuplarını selamlayan Zarif, annesinin vefatından dolayı başsağlığı dileyen Davutoğlu'na ayrıca teşekkür etti.
TürkiyeDışişleri Bakanı Ahmet, Davutoğlu işe "İran ile ticaretimizi 30 milyara ulaştırmak istiyoruz" dedi.
Davutoğlu, annesini kaybeden Zarif'e taziye dileklerini sunarak, "Muhterem annelerini kaybeden Sayın İran Dışişleri Bakanımıza bir kez daha taziyelerimi sunuyorum. Bu büyük kayba rağmen programlarını ertelemeyip, rahatsızlığına rağmen ülkemize gelen Zarif'e çok teşekkür ediyorum. Allah rahmet eylesin kendilerine sabır versin" dileklerini sundu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ay sonunda İran'a bir seyahat gerçekleştireceğini belirten Bakan Davutoğlu, "Bu ziyaretin ardından hiç gecikmeden Sayın Ruhani Türkiye'ye bir ziyarette bulunacak. İlişkilerimizde çok tempolu ve süreklilik arz eden süreç işliyor. Bundan çok büyük memnuniyet duyuyoruz" diye konuştu.
İranlı heyetle yapılan görüşmelere ilişkin bilgiler veren Bakan Davutoğlu, "Bugün ki görüşmemizde hem ikili hem de ikili bağlamda önemli kararlar aldık. İkili bazda üst düzeyde iş birliği konseyinin kurulmasının kararını aldık. Bu hazırlıklarını Sayın Başbakanımızın ziyaretlerine kadar tamamlamayı düşünüyoruz. Sayın Ruhanin ziyaretinde ilk toplantıyı yapmayı düşünüyoruz. Birlikte atacağımız adımlarla birlikte bazı konsolosluk işlemleri hakkında istişareler yapıldı ve enerji bakanlarımız arasında yine istişareler planlanıyor" dedi.
"Önümüzde aylarda çok farklı alanlarda temas trafiği olacak" diyen Bakan Davutoğlu, "İnşallah ekonomik anlamda ticari ilişkilerin 30 milyar dolarını bulmasını istiyoruz. Bölgesel konuları ele aldık. Kasım ayında diplomatik bir başarı olarak muhataplarıyla paylaştığım ve 51 İran müzakerelerinde sağlanan anlaşmayıTürkiye büyük bir memnuniyet ile karşılamıştır. Biz her zaman bölgemizde nükleer silahlardan arındırılmış bir bölge anlayışını yerleşmesi ve İran gibi dost gibi bir ülkenin barışçıl nükleer programların uygulayabilmesi ve dünya ekonomik açıdan dünyanın ekonomik sistemine entegre olmasını savunduk. 3 sene önce Tahrananlaşmasını imzalarken de perspektifimiz budur. Bunlardan büyük memnuniyet duyuyoruz" diye konuştu.
Suriye'de yaşanan iç savaş ve gelişmelerin de toplantı da ele alındığını belirten Davutoğlu, "Bölgemizdeki gelişmelerle ilgili istişareler ile ilgili başta Suriye olmak üzere İslam ülkelerindeki gelişmeleri ele aldık. Tahran ziyaretimde kapsamlı bir şekilde Suriye konusunu ele almıştık ve ateşkes çağrısında bulunmuştuk. Ama maalesef o günden bugüne ateşkes çağrımıza rağmen özelikle Halep ve birçok bölgede yaşanan insanlık trajediyi, açlık sebebiyle ölümlerin artması bizleri ciddi şekilde kaygılandırıyor. Özellikle son günlerde artan insanlık trajedisin bir an önce durdurulması için bir an önce ne gerekiyorsa bundan sonra yapmaya hazırız. Bölgede Iraktaki son gelişmeler, umut ederiz ki dost ve kardeş Irak 30 Nisan seçimlerine barış içinde etnik ve mezhebi çatışma yaşanmadan ulaşır ve kalıcı bir barış sağlanır" dedi.
Türkiye ile İran arasında ticaretle ilgili görüşmelerin de olacağına işaret eden Davutoğlu, şöyle devam etti:"İnşallah 2015 yılı içerisinde, bu seneye kadar düşüş gösteren ticaretimizin, kısa sürede 30 milyar doları, daha sonra 50 milyar doları bulmasını hedefliyoruz. Bunun için de hukuki altyapının sağlanması yönünde atılması gereken bütün adımları atacağız. Ayrıca görüşmelerimizde bölgesel konuları da ele aldık. Kasım ayında Sayın Zarif'in de diplomatik bir başarı olarak paylaştığı P5+1 - İran müzakerelerinde sağlanan anlaşmayı Türkiye büyük bir memnuniyetle karşılamıştır."
Her zaman bölgede nükleer silahlardan arınmış bir bölge anlayışının yerleşmesini ve buna paralel olarak İran'ın barışçıl nükleer programları uygulayabilmesini savunageldiklerini ifade eden Davutoğlu, üç sene önce Tahran anlaşmasını imzalarken ve şimdi de perspektiflerinin bu olduğunu vurguladı.