
کارگر
İran: İngiliz casus yakaladık
İran, ülkenin güneydoğusundaki Kerman kentinde, İngiliz dış istihbarat servisi MI6 için çalışan bir casusu yakaladıklarını açıkladı.
Kerman Devrim Mahkemesi başkanı, casus olduğu iddia edilen kişinin, dört İngiliz istihbarat görevlisi ile ülke içinde ve dışında 11 kez görüştüğünü kabul ettiğini açıkladı.
Casusun suçlarını itiraf ettiği ve davanın devam ettiği de belirtildi.
İngiltere Dışişleri Bakanlığı henüz bu konuda bir açıklama yapmadı.
İran birçok kez , yabancı güçler için çalışan casusları yakaladığını iddia etmiş, ancak suçlanan kişilerin birçoğu aylar sonra haklarında herhangi bir suçlama getirilmeden serbest bırakılmıştı.
Bu haber, İngiltere ile İran'ın yeniden diplomatik ilişki kurmak için adımlar attığı bir dönemde geldi.
İngiltere, 2011 yılında Tahran'daki İngiliz elçiliği önündeki protestocu grup tarafından elçiliğe düzenlenen saldırının ardından bu ülkedeki elçilik çalışanlarını geri çekmişti.
İran'ın İngiltere elçisi de, Londra'ya ilk ziyaretini bu hafta içinde yaptı ve Dışişleri Bakanlığı ve güvenlik yetkilileri ile görüşmeler gerçekleştirdi.
İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, iki ülke arasındaki ilişkilerin, "mütekabiliyet prensibi" çerçevesinde iyileştirildiğini söylemişti.
İki ülke arasındaki yakınlaşma, İran'ın nükleer programı ile ilgili olarak varılan geçici anlaşmanın sonrasına rastlıyor.
Geçen ay varılan anlaşmaya göre, İran bazı nükleer faaliyetlerini bu ülkeye uygulanan yaptırımlarda azaltmaya gidilmesi karşılığında durdurmayı kabul etmişti.
Tahran ayrıca, uluslararası yetkililerin nükleer tesislerine daha fazla erişim hakkı tanıyacağını da belirtmişti.
Press TV
Rehber’in Sade Yaşantısı
Bismillahirrahmanirrahim
“Ey iman edenler! Size hayat verecek olan şeye çağırdığında Allah’a ve Peygamberine icabet edin...” Enfal/ 24
Allah, insanın bireysel ve toplumsal hayatını şekillendirmek, düzene koymak ve idare etmek için peygamberler göndermiş ve indirmiş olduğu vahiyle de din medeniyetinin oluşması için gerekli kanun ve yasaları beyan etmiştir.
Ayet, insanın maddi ve fiziksel hayatının yanısıra bir de hakiki hayatı olduğunu beyan etmektedir. “Hayat-ı tayyibe” denilen bu hayat, dinin hedefi olan bireysel ve toplumsal hayatın hakikatini oluşturur.
İnsanların sahip olması gereken bu “hayat-ı tayyibenin” canlı örnekleri şüphesiz peygamberlerdir. İnsan-ı kamil, veliyy-i mutlak Resulullah (s.a.a), insanın bireysel ve toplumsal hayatını şekillendirmesi, düzene koyması ve idare etmesi için kamil, canlı ve evrensel son peygamberdir.
Resulullah’ın (s.a.a) hayatı ve öngördüğü yaşayış tarzı “hayat-ı tayyibe” pak ve temiz bir hayattır.
Peygamberin kendi hayatı “hayat-ı tayyibe”, insanlardan istediği de “hayat-ı tayyibedir”. Bu hayata, Resulullah’ı (s.a.a) örnek alarak ulaşmanın birçok yolları vardır. Allah-u teala bizi Kur’an’da bu hayata ulaşmanın yolunu şöyle beyan ediyor: “ Kuşkusuz Peygamber’de sizin için güzel bir örnek vardır....” Ahzab /21.
Resulullah’ın (s.a.a) varisi alimler, peygambere tabi olduklarını ve onun varisi olduklarını yaşayış tarzlarıyla gösterirler. Özellikle İslam ümmetinin önderliğini üstelenmiş rabbani alimler, hidayet önderleri masumları örnek alarak sade bir hayat sürerler; dünyanın sevk o sefasından, tecemmülat ve aldatıcı, geçici zevklerinden uzak dururlar. Kur’an’ın vaad ettiği “hayat-ı tayyibe”ye sahip olurlar.
“Erkek ve kadın, kim mümin olarak iyi iş yaparsa onu temiz ve güzel hayatla yaşatırız...” Nahl/ 97
Ümmetin lideri Ayetullah Uzma İmam Hamenei, inakılab öncesi ve rehberlik makamına seçilmeden önceki dönemde çok sade bir hayat sürerdi, özellikle rehberlik görevini üstlendikten sonra hayat tarzını hidayet önderlerinin hayatını örnek alarak tanzim etmiştir.
İmam Hamenei’nin sade yaşantısı hakkında ulemadan bazıları şöyle buyurmaktadırlar.
Ayetullah Cevadi Amuli :
“Birgün Rehber’in misafiriydim, oğlu Mustafa da bizimle birlikte oturuyordu, sofra hazırlandı yemek yiyecektik, Ayetullah Hamenei oğluna bakarak “siz öteki odaya geçin” dedi. Ben, “biz beraber oturmamızı istedik, müsade ederseniz kalsınlar”, dedim. Rehber buyurdu:” Bu yemek beytulmaldandır, siz de beytulmalın misafirlerisiniz, çocuklarımın bu yemekten yemeleri caiz değildir, onlar kendi evimize gidip orda yemek yesinler.” O zaman anladım ki, Allah neden ona bu kadar yüce makam ve izzet vermiştir.”
Merhum Ahmed Humeyni :
“Şu hususu bütün müslümanlara ve İran halkına söylemeyi kendime bir vazife biliyorum; Ayetullah Hamenei’nin özel yaşantısı oldukça sade ve gösterişsizdir, ben onun evinin durumundan haberdarım, sofrasında bir çeşit yemekten fazla yemek bulunmaz. Ailesi bir halıfleksin üzerinde oturur. Birgün evlerine gittim, evin bir köşesinde eski bir halının üzerine oturdum halı- tahmin edersem hanımının çehiziydi- o kadar eski ve yıpranmışdı ki, üzerinde oturamayıp, oradan kalkarak halıfleksin üzerine oturdum.”
Öğrencilerinden biri şöyle diyor :
“Ayetullah Hamenei, devrimden bir kaç yıl önce kendi evinde toplantılar düzenler ve biz talebeler o toplantıya katılırdık. Evinde uygun bir halı yoktu. Bir defasında hocamızın evine bir halı almaya karar verdik, kendisine bildirmeden pazara giderek iki adet halı alıp getirdik ve kendisi o saatte evde olmadığı halde halıları eve serdik. Eve girip halıları görünce rahatsız olduğunu gizlemeyerek şöyle dedi: “Keşke bu halıları almadan önce bana danışsaydınız. Bu halılar bizim yaşantımıza uymaz. Madem yere sermek için birşey almaya karar vermişdiniz bunun yerine kilim alsaydınız bari.” Bunun üzerine halıları satarak kilim almak zorunda kaldık.”
Ayetullah Hamenei’nin akrabalarından olan bir şehid annesi şöyle anlatıyor .
“Bir gün Ayetullah Hamenei’nin evine misafir oldum. Öğle yemeği vaktiydi, sofraya oturmuş onun gelmesini bekliyorduk. İçeri girip yemeği görünce şöyle dedi, “ Sanki bugünkü pirinç türü başka günlerdeki pirinçten fark etmektedir. Eşi, evet Hacı ağa, bugün bayramdır ve misafirimiz var. Kuponla aldığımız pirinç bittiği için serbest piyasadan pirinç almak zorunda kaldım. Ayetullah Hamenei rahatsızlığını dile getirerek şöyle buyurdu: “Yaşantı biçimimizi değiştireceğimize dair bir karar almamıştık. Misafirimizin de bu konuda anlayışlı davranacağını sanırım, pirinç olmasa pilavsız yemek yeriz”
Muzu benim için mi aldın ?
Yakınlarından biri şöyle nakl ediyor:
“Ayetullah Hamenei, Şahlık rejimi dönemindeki mücadelesi boyunca defalarca cezaevine girmişti. Bir defasında cezaevinden çıkmasına karar verilmişti. Şahın memurları onu cezaevi önünde serbest bırakmak yerine otomobille başka bir yere götürdüler ve ben onları takip ederek indikleri yerde kendi arabama aldım. Hareket ettikten biraz sonra acı çektiğini fark ettim ve mide ülserine yakalandığını ve birşeyler yemesi gerektiğini hatırladım. Kendisine birşey söylemeden arabayı park ederek inip bir kilogram muz alıp geldim. Muzlardan birini soyarak kendisine uzattım ve “buyurun yiyin” dedim. Ayetullah Hamenei, muza bakarak şöyle buyurdu: “ Bu pahalılıkta muzu benim için mi aldı ?“ Muz o sıralar diğer meyvelere oranla pek pahalı da sayılmazdı ama bütün ısrarlarıma rağmen yemedi ve şöyle buyurdu : “ Halk bu pahalılıkta meyva yiyemediği için ben de yemiyorum.”
Devrim Muhafizları(eski) Komutanı Rahim Safevi :
“Birgün Rehber’in evine gitmişdim. Görüşmemiz normalden uzun sürmüş ve akşam namazı olmuştu, namazı beraber kıldıktan sonra bana dönerek „ Rahim bey! Kalın akşam yemeğini beraber yiyelim“dedi. Ben kalben kalmak istiyor ve bunu kendim için bir iftihar vesilesi bilmeme rağmen zahmet vermemek için,“ müsade ederseniz ben gideyim size zahmet vermeyeyim“ dedim. Rehber buyurdu: „Hayır zahmet değil evde ne varsa beraber yeriz.“ Sofra açıldı akşam yemeğini getirdiklerinde gördüm ki, kendisinin ve ailesinin akşam yemeği, omletten ibaretti. Yemekten biraz yeyip ayrıldım.”
İran İslam Cumhuriyeti Meclisi (eski) Başkanı Dr. Haddad Adil :
“ Rehber’in ailesi oğlu için kızıma elçi geldikten bir kaç gün sonra Rehber’in ziyaretine gittim beni karşıladıktan sonra, buyurdular:“ Doktor bey, Allah nasip ederse akraba oluyoruz“. Dedim: „Nasıl?“. Buyurdular: “Bizim Mucteba ile sizin kızınız birbirlerini görmüş, konuşup anlaşmışlar, sizin görüşünüz nedir?“. “Siz nasıl isterseniz öyle olsun”, dedim. Rehber buyurdular: “ Siz ve eşiniz ikiniz de üniversite hocasısınız, sizin yaşantınızla bizimki farklıdır; bizim yaşantımız bu kitaplardan ve küçük bir kamyonetin taşıyabileceği ev eşyasından ibarettir, evimiz içiçe iki oda ve devlet görevlileriyle görüşdüğüm bir odadır, bizim ev almaya paramız yok, iki katlı bir ev kiraladık, bir katında Mustafa ailesiyle kalacak bir katında da Mucteba. Bizim sade bir yaşantımız var sizin yaşantınız bizimkine göre oldukça iyi, siz bizim gibi yaşamadınız, kızınız bizim yaşadığımız şekilde yaşamayı kabul edebilecek mi?” Rehber’in bu kadar ince düşünmesi beni çok etkilemişdi. Konuyu kızıma anlattım, o da kabul ettiğini söyledi.
Hüccet-ül İslam Ehedi ( Kum ilim havzesi Üstadlarından) :
Bir defasında Cemaran Hüseyniyesinde (İmam Humeyni’nin konuşmalarını yaptığı mekan) konuşma yaparken Ayetullah Hamenei ile ilgili bir hatıramı aktardım. Konuşma bittikten sonra kendisini tıb doktoru olarak tanıtan biri bana yaklaşarak izin verilirse, kendisinin de bir hatırası olduğunu ve açıklamak istediğini söyledi. Ve şöyle devam etti: “ Bir gün hastanenin muayene odasında hastaları muayene ederken sıra tesettürlü bir hanım ve erkek çocuğuna geldi. Muayeneden sonra çocuğun dış görünümü beni düşünceye sevketti. Çünkü Ayetullah Hamenei’ye çok benziyordu, dayanamadım annesine dönerek, “ Ayetullah Hamenei ile bir akrabalığınız var mı?” diye sorduğumda duyduğum cevap bütün vücudumu hayrete boğdu. “ Evet, ben onun eşiyim ve bu da oğlu”. “ Sizin özel doktorunuz yok mu?”, diye sorduğumda şu cevabı verdi:” Hayır, Ağa böyle bir şeye asla müsaade etmez ve siz de aynı normal halk gibi hastaneye müracaat etmelisiniz dedi.” Onlar gittikten sonra artık işime devam edemedim başımı masaya koyarak bir süre sadece ağladım.”
Hazırlayan: Sabahaddin Türkyılmaz
Nükleer müzakerelerin durdurulduğu açıklandı
İran’ın resmi haber ajansı IRNA’nın son dakika haberinde İran’ın, Batı’nın olumsuz tutumlarının ısrarla devam etmesi yüzünden İran nükleer müzakerelerini tek taraflı durdurduğunu duyurdu.
Amerika, Fransa, Almanya, Çin, Rusya, İngiltere ile İran arasında Viyana’da devam eden müzakerelerin, Amerikan yönetiminin, İran’ın nükleer programına destek sağladıkları gerekçesiyle 12 tane İranlı şirketi kara listeye aldığını ve mal varlıklarının dondurulduğunu açıklamasının ardından İran hükümeti bu olumsuz tutumlar yüzünden nükleer müzakerelerin durdurulduğunu açıkladı.
Cenevre’de İran ile imzalanan nükleer ittifakın ardından çelişkili ve tutarsız tavırlar içine giren Amerika’nın, son haftada yaptığı İsrail ve Filistin ziyaretlerinin olası bir İsrail-Filistin anlaşması ihtimalinin yüksek olduğu sinyallerinin verilmesinin yanısıra, Bahreyn’de ve Kuveyt’te yapılan Körfez İşbirliği Konseyi’nin toplantılarına da katılarak ve daha sonra dünya basınına verdiği İran aleyhinde sert açıklamalar yapması, 5+1 ülkeleriyle İran’ın imzaladığı nükleer ittifaka sadık kalmadığının bir göstergesi olarak haftalardır basında yer alan konuların başında yer alıyor.
Amerika’nın bu açıklamalarının ve sert tutumunun devam etmesi halinde müzakereleri durduracağını açıklayan İran hükümetinin bu uyarısını dikkate almak istemeyen Amerika’nın 12 İranlı şirketi kara listeye alması İran tarafından nükleer müzakerelerin durdurulmasına neden oldu.
Laricani ABD'ye meydan okudu
İran İslami Şura Meclis Başkanı Ali Laricani, yaptığı konuşmada önemli konulara değindi.
Cenevre'de attıkları imzayı unutarak dün "İran Hizbullah'a yardım ederse yaptırımlar azalmayacak" diyen Kerry'e, Ali Laricani'den tokat gibi cevap geldi. ABD'ye meydan okuyan Laricani bakın ne dedi:
" Hizbullah Arap ülkelerinin 60 yıl boyunca boyun eğdiği Siyonist rejimin belini 33 günde kırdı. Bu başarıdan çok mutluyuz ve bu kadar güçlü bir direniş gücünün varlığıyla gurur duyuyoruz. Biz Hizbullah'a destek vermeye devam edeceğiz.
Cenevre'de bir müzakere yapıldı. ABD eğer cesareti varsa uzlaşıya aykırı bir harekette bulunsun. O zaman baksın biz ne yapıyoruz! "
Laricani sözlerine şöyle devam etti:
"İnkılaptan sonraki 34 yıl içinde büyük çabalarla, nano teknoloji ve nükleer enerji tesisleri kuruldu. Çok sayıda yetenekler yetiştirildi. Yeni hükümetimiz bu yetenek ve tesisleri iyi değerlendirmeli.
İran önemli bir füze gücüne sahip. Filistin 22 günlük savaşta İran'ın füzeleriyle Siyonist rejimi yendi. Bu gücümüzü saklamanın bir sebebi yok. Bu bizim caydırıcı güçlerimizden biri. Biz caydırıcılığı nükleer silahta görmüyoruz.
Ekonomik sıkıntıların giderilmesi konusunda Rehberimizin (mam Hamaney'in) sunduğu ve ülkenin kurtuluşu olan stratejiler doğru uygulanmıyor. Bunların düzeltilmesi gerek."
İran jet motorlu İHA üretecek
İran’da üretilen İHA’ların pistonlu olduğunu ifade eden İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı, İran’ın jet motrlu İHA üreteceğini bildirdi.
Mehr haber ajansı muhabirinin bildirdiğine göre, bugün Tahran’da düzenlenen “İran Komutanlık ve Kontrol” konferansın kulisinde gezetecilere konuşan İran İslam Cumhuriyeti Savunma Bakanı General Hüseyin Dehgan, İran’ın yakın gelecekte uzaya canlı göndereceğini söyledi.
Savunma Bakanı Dehgan, ayrıca Fatih deniz altınsının inşası hakkında bilgi vererek, ağır sınıftan olan Fatih deniz altısının inşası tamamlandığını ve yakın gelecekte deniz kuvvetlerine teslim edileceğini konuşmasına ekledi.
Konuşmasının devamında İran’da üretilen İHA’lara işaret eden İran Savunma Bakanı, İran’da üretilen İHA’ların pistonlu olduğunu ve gelecekte İHA’ların jet motrlu olarak üreteceğini bildirdi.
Rehberden kültürel saldırı ile mücadelede yaratıcı çabalara vurgu
İslam inkılabı rehberi İmam Seyyid Ali Hamanei, kültürel saldırı ile mücadelede yaratıcı çabalara vurgu yaptı.
Kültürel inkılap yüksek konseyi üyelerini kabul eden İmam Hamanei, İran milletinin zihnini ve davranışı etkilemek için yüzlerce medya organı ve internet gibi kitle iletişim aracı faaliyet yürüttüğünü belirterek kültürel saldırı ile mücadele için yaratıcı çabaların temel olduğunu vurguladı.
İmam Hamanei İslami kültür ve irşat bakanlığına ve radyo televizyon kurumuna kültürel saldırı ile mücadele için yaptığı tavsiyede, yararlı kitaplar, cazip sinema filmleri, yararlı bilgisayar oyunları, hareketli ve eğitici oyuncakların üretimini gündemlerine almalarını istedi.
İmam Hamanei kültürel saldırının yeni unsurlarını İran'a girmeden önce titizlikle rasat edilerek tespit edilmesinin zaruri olduğunu belirterek kültürel saldırıda sırf savunma pozisyonuna girmenin en kötü ve en hasar verici bir pozisyon olacağını ifade etti.
Üniversitelerde ve araştırma merkezinde sürekli bilimsel ilerleme zaruretine vurgu yapan İmam Hamanei, Biz yapabiliriz gerçeği İranlı gençlerin ruhunda göze çarptığını ve bunu bilimin zirvelerine ulaşmak ve İran'ı bilim referansı yapmak ve yeni İslam medeniyetini inşa etmek için kullanmak gerektiğini vurguladı.
İmam Hamanei, üniversitelerin asla siyasi akımların arenasına dönüşmemesi gerektiğini, çünkü bu durum bilimsel ilerlemeyi engellediğini kaydetti.
Fars diline yönelik duyarsızlıktan ve bu dile yönelik saldırılardan duyduğu kaygıyı dile getiren İmam Hamanei, kültürel inkılap yüksek konseyi güzel ve derin Fars diline yönelik her türlü saldırı ile mücadele etmenin yanında bu dilin tüm alanlarda gelişmesi için çaba harcaması gerektiğini ifade etti.
İnsani bilimlerin geliştirilmesi ve ilmi ve felsefi temellerini tedvir etmenin kültürel inkılap yüksek konseyinin en temel görevlerinden biri olduğunu kaydeden İmam Hamanei, boşanma, mali fesat ve suçlar için çözüm yolları üretmenin de konseyin üzerinde durması gereken konulardan olduğunu beyan etti.
Muta Nikahı Nedir?
Kamuoyunda Muta nikahı üzerinden Caferilik inancına yapılan saldırılar nedeniyle, konu hakkında kapsamlı bir araştırmayı, Dünya Caferi Alimler Birliği Genel Sekreteri Ş. Musa Ayaztekin'in kaleminden aktarıyoruz:
MUTA NİKAHI HAKKINDA KAPSAMLI BİR ARAŞTIRMA
Söz inançları ve mezhepleri savunmaya gelince taassup ve bağnazlık bir kenara bırakılmalı ve objektif olarak konu ele alınıp hak veya batıl üzere olduğu araştırılmalıdır. Zira insanın yarınını ve maverasını ilgilendiren bir hadisedir inançlar. Yarın mahşer ve hesap endişesi taşıyanlar benim yanlışım da doğrudur deme lüksüne sahip değildir. Bu nedenle ele geçen her fırsatta muta nikahı bahsini açarak zihinleri bulandıran, bilgi kirliliği yaratarak Ehl-i Beyt mektebine saldıranlara ve onlara körü körüne itaat eden mustazaf insanlarımıza muta nikahı hakkında kapsamlı bir araştırma ve inceleme yazısı hazırladık. Objektif olarak, insafla bakıldığında ve okunarak düşünüldüğünde aslında meselenin ne olduğu açıkça ortaya çıkacaktır. Buna rağmen mutlaka birileri çıkıp efendim biz atalarımızdan, büyüklerimizden daha iyi mi anlayacağız diyebilecektir elbet ama sanırım onların cevabını da Allah (c.c) Kuran’da açık olarak vermiştir. Sözü çok fazla uzatmadan araştırma yazısını siz değerli dostlarla paylaşıyoruz.
Sahip olduğunuz cariyeler müstesna evli kadınlar (ile evlenmeniz) da haram kılınmıştır. Allah'ın farz kıldığı hükümlere bağlı kalın. Bunun dışında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız size helâl kılındı. O hâlde, ne zaman onlarla muta nikâhı yaptınızsa, (ona karşılık kesilen) ücretlerini bir farz olarak (kararlaştırılmış şekilde) verin. Mehir kesiminden sonra, (ücret veya süre hususunda) karşılıklı anlaşmanızda size bir günah yoktur. Allah, hiç şüphesiz bilendir, hikmet sahibidir. (Nisa/24)
Ayette sözü edilen "femes-temte'tum=yararlanma, muta yapma" ile muta nikâhının kastedildiği şüphesizdir. Çünkü bu ayet Medenîdir ve Peygamberimizin hicretten sonraki döneminin ilk yarısında inen Nisâ suresinin ayetlerinden biridir. Nisâ suresinin ayetlerinin çoğu bu söylediklerimizin delilidir. Bu nikâh, yani muta nikâhı bu dönemde Müslümanlar arasında yürürlükte ve uygulamada idi. Bunda şüphe yoktur. Rivayetlerin hepsi bunun tartışmasız bir gerçek olduğunu ortaya koyuyor. Bu uygulamayı ortaya koyan İslâm olsun veya olmasın, bunun Peygamberimizin gözü ve kulağı önünde yürütüldüğü şüphesizdir. Uygulamanın adı bu, yani muta idi. Ondan bu adla söz edilirdi. Buna göre "O hâlde, ne zaman onlarla... ücretlerini bir farz olarak verin." ifadesi, kesinlikle bu anlamda kabul edilmesi, ondan bu anlam çıkarılması kaçınılmazdır. Tıpkı Kuran'ın inişi sırasında Müslümanlar arasında geçerli olan diğer gelenekler ve âdetlerde olduğu gibi. Bu gelenekler ve âdetler bilinen, yaygın isimleri ile anılıyorlardı. Bu isimlerle ilgili hüküm içeren bir ayet inince bu ayetlerde geçen isimler yaygın anlamlarında alınırlardı. Gelen hüküm ister onaylama, ister ret, ister emretme, ister yasaklama biçiminde olsun, ilgisi olduğu isimlerin asıl lügat anlamları ile irtibatlandırılmazdı.
Meselâ hac, alış veriş, faiz, kâr, ganimet ve bu türden olan kavramlar gibi. Hiç kimse sözlük anlamını ileri sürerek Beytullah'ı ziyaret etmenin, orayı kastetmek demek olduğunu iddia edemez. Sayılan diğer kavramlarda da durum böyledir. Yine Peygamberimiz (s.a.a) tarafından ortaya konan, arkasından yaygın biçimde kullanılarak sonunda şeriattaki adı ile bilinir hâle gelen namaz, oruç, zekât, hacc-ı temettü gibi şeriat kavramlarında da aynı kural geçerlidir. Bu kavramları ifade eden kelimeler, şeriat tarafından veya şeriat bağlıları tarafından kesinlikle söz konusu anlamlara bağlandıktan sonra onları sözlüklerdeki anlamlarına döndürmenin imkanı yoktur.
Mutanın Caiz Olduğunu Savunanların Görüşünü Bildiren Hadislerden Örnekler
Tefsir’ut Taberi'de, Mucahid'in "O hâlde, ne zaman onlarla..." ayetinde muta nikâhının kastedildiğini söylediği yer alır. (c.5, s.9)
Yine aynı eserde Süddi şöyle diyor: "Bu ayette muta nikâhı kastediliyor. Bu nikâh şöyledir: Erkek, kadını belirli bir süre şartı ile nikâhlar. Bu süre sona erince erkek kadına artık dokunamaz. Kadının o erkekle ilişkisi bitmiş olur. Kadın, rahmini ondan temizlemesi yani iddet beklemesi gerekir. Bunların arasında miras yoktur. Yani bu erkek ve kadın birbirinin mirasçısı olamazlar." (c.5, s.9)
Sahih-i Buhari ile Sahih-i Müslim'de ve ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde Abdurrezzak ve İbn-i Ebu Şeybe İbn-i Mesud'dan şöyle rivayet ederler: "Bizler Resulullah (s.a.a) ile birlikte savaştaydık. Eşlerimiz yanımızda yoktu. Peygamberimize 'Kendimizi kısırlaştıralım mı?' diye sorduk. Peygamber bizi bu işten sakındırdı. Bir kadınla elbise karşılığında belirli bir süre için evlenmemize izin verdi." Daha sonra Abdullah b. Mesud şunu ekledi: "Yüce Allah 'Ey müminler, Allah'ın size helâl kıldığı temiz şeyleri haram ilan etmeyin.' buyuruyor." (ed-Dürr’ül Mensûr, c.2, s.140. Sahih-i Buhari, c.7, s.4-5. Sahih-i Müslim, c.9, s.182)
ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde İbn-i Ebu Şeybe Nafi'den şöyle rivayet eder: "İbn-i Ömer'e muta nikâhı meselesi soruldu. İbn-i Ömer 'haramdır' dedi. Kendisine 'İbn-i Abbas buna fetva veriyor' dediler. İbn-i Ömer; 'Onu Ömer zamanında ağzına alsaydı ya' dedi." (c.2, s.141)
ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde İbn-i Münzir, Taberani ve Beyhaki Said b. Cubeyr kanalıyla şöyle rivayet ederler: "İbn-i Abbas'a dedim ki: 'Ne yaptın. Bütün atlılar senin fetvanı etrafa dağıttı. Hakkında şiirler yazıldı.' Bana 'Şairler ne dediler?' diye sordu. Kendisine 'şöyle dediler' diye cevap verdim:
"Şeyhe meclisi uzayınca derim ki: Dostum, İbn-i Abbas'ın fetvasına ne dersin? Cinsel ilişki serbestliğinde birlikte olabileceğin bir kadına var mısın? İnsanlar gelinceye kadar sana yataklık etsin."
Bunun üzerine İbn-i Abbas şöyle dedi: "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun. Hayır! Vallahi ben buna fetva vermedim. Bunu kastetmedim. Ben muta nikâhını çaresiz durumda olanlar için helâl ilan ettim. Yüce Allah ölü etinin, kanın ve domuz etinin ne kadarını helâl kıldı ise, ben de muta nikâhının o kadarını helâl ilan ettim." (c.2, s.141)
Yine aynı eserde İbn-i Münzir, Şerid'in azat edilmiş kölesi Ammar'dan şöyle rivayet eder: "İbn-i Abbas'a mutanın fuhuş mu, yoksa nikâh mı olduğunu sordum. 'Ne fuhuştur, ne de nikâh' dedi. 'Peki, nedir?' diye sordum. 'Yüce Allah'ın dediği gibi, mutadır' dedi. 'Kadının iddet beklemesi gerekir mi?' dedim. 'Muta yapan kadının iddeti bir aybaşı dönemidir.' dedi. 'Muta yapanlar birbirlerine mirasçı olurlar mı?' dedim. 'Hayır, olmazlar' dedi." (c.2, s.141)
Yine aynı eserde Ata kanalıyla İbn-i Münzir ve Abdurrezzak İbn-i Abbas'tan şöyle rivayet ederler: "Allah Ömer'e rahmet etsin. Muta nikâhı, yüce Allah'ın Muhammed ümmetine rahmeti idi. Eğer onu yasaklamasaydı, kötü kimse dışında hiç kimse zina yapmaya muhtaç olmazdı. O, Nisâ suresindeki 'O hâlde, ne zaman onlarla muta nikâhı yaptınızsa...' ayetine dayanıyor. Yani şu sürenin sonuna kadar şu ücretle kendilerinden yararlandığınız kadınlar demektir. Muta nikâhı yapan çift birbirinin mirasçısı olamaz. Süre dolduktan sonra eğer yeniden süre uzatmayı uygun görürlerse ne âlâ. Eğer ayrılırlarsa ne güzel. Aralarında nikâh bağı yoktur." Bu rivayeti nakleden Ata, 'İbn-i Ab-bas'tan, şimdi de mutayı helâl gördüğünü duymuşum' dedi." (c.2, s.141)
Tefsir’ut Taberi'de Hakem'den ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde ise aynı rivayet Abdurrezzak'tan ve Nasih adlı eserinde Ebu Davud'dan şöyle rivayet edilir: "Hakem'den bu ayetin mensuh olup olmadığı soruldu. 'Hayır, mensuh değil' dedi. Hz. Ali ise, 'Eğer Ömer muta nikâhını yasaklamasaydı, kötü kimseden başka hiç kimse zina yapmazdı' buyurdu." (Taberi, c.5, s.9. ed-Dürr’ül Mensûr, c.2, s.140)
Hz.Ömer'in Mutayı Yasakladığını İfade Eden Rivayetlerden Örnekler
Sahih-i Müslim'de Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Biz gerek Peygamberimizin günlerinde, gerekse Ebu Bekir döneminde bir avuç hurma veya un karşılığında muta nikâhı yapardık. Bu uygulama Amr b. Hurays olayı üzerine Ömer'in bu nikâhı yasaklamasına kadar devam etti." (c.9, s.183)
Ben derim ki: Bu rivayet, İbn-i Esir'in Cami’ul Usûl (c.16, s.135), İbn-i Kayyım'ın Zad’ul Mead (c.2, s.205), İbn-i Hacer'in Feth’ul Bari (c.9, s.166-167) ve Muttaki'nin Kenz’ül Ümmal (c.16, s.523)adlı eserlerinde nakledilmiştir.
ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde Malik ve Abdurrezzak, Urve b. Zubeyr'den şöyle rivayet ederler: "Hule bint-i Hakîm adında bir kadın Ö-mer'in yanına girerek Rabia b. Ümeyye'nin doğurganlık çağında bir kadınla muta yaptığını ve kadının ondan hamile kaldığını haber verdi. Ömer, öfkesinden abası yerlerde sürüklenerek dışarı çıktı ve 'Bu o muta-dır. Eğer daha önce haber verseydin onu recmettirirdim' dedi." (c.2, s.141)
Ben derim ki: Bu rivayeti, Şafiî el-Ümm adlı eserde ve Beyhaki Sunen-i Kübra (c.7, s.206) adlı eserde nakletmişlerdir.
Kenz’ül Ümmal adlı eserde Süleyman b. Yesar'dan o da Hayseme'nin kızı Ümmü Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Bir adam Şam'dan Medine'ye geldi ve bana misafir oldu. Bir gün bana 'Bekârlıktan sıkıldım. Bana bir kadın bul, onunla muta nikâhı yapayım' dedi. Ben de ona bir kadın buldum. Aralarında şartlaştılar ve adil şahitler huzurunda anlaştılar. Adam kadınla Allah'ın istediği bir süre beraber oldu. Sonra Medine'den ayrıldı. Ömer bu olaydan haberdar olunca birini göndererek bana bu olayın aslı olup olmadığını sordu. Ben de 'evet' dedim. 'Bir daha geldiğinde bana haber ver' dedi. Adam tekrar gelince Ömer'e haber verdim. O da birini göndererek adama 'Niçin bu işi yaptın?' diye sordu. Adam Ömer'e şu cevabı verdi: 'Ben bu işi Peygamberimizin (s.a.a) zamanında yaptım. O vefat edinceye kadar bunu bize yasaklamadı. Arkasından Ebu Bekir'in döneminde aynı şeyi yaptım. O da ölünceye kadar bize bunu yasaklamadı. Sonra senin zamanında aynı işi yaptım. Bize bunu yasaklama konusunda bir söz söylemedin.' Bunun üzerine Ömer adama şöyle dedi: Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ediyorum ki, eğer bu işi yasakladığımı bilerek yapmış olsaydın seni recmederdim. Nikâh ile fuhşun birbirinden ayırt edilmesini sağlayacak şekilde açık bir tutum takının." [Yani mutanın fuhuşla açık bir farkı yoktur.] (c.16, s.522)
Sahih-i Müslim'de ve Müsned-i Ahmed'de Ata'dan şöyle rivayet edilir: "Cabir b. Abdullah umreden dönmüştü. Ziyaret için evine gittik. Halk ona çeşitli sorular sordu. Sonra sözü muta nikâhına getirdiler. Cabir 'Biz Peygamberimiz, Ebu Bekir ve Ömer zamanında muta nikâhı yaptık' dedi." Ahmed-i Hanbel'in rivayetinde onun şu sözlerine de yer verilmiştir: "Ömer'in (r.a) halifeliğinin sonlarına kadar bu böyle devam etti." (Müslim, c.9, s.183. Müsned, c.3, s.380)
Sünen-i Beyhaki'den Nafi'in Abdullah b. Ömer'den şöyle rivayet ettiği nakledilir: "Abdullah b. Ömer'e muta nikâhı meselesini sordular. O da şöyle dedi: Bu haramdır. Ömer b. Hattab (r.a) eğer böyle bir nikâh yapmış birini ele geçirmiş olsa onu taşlarla recmederdi." (c.2, s.206)
İbn-i Cevzi'nin Mir'at’uz Zaman adlı eserinden şöyle nakledilir: "Ömer şöyle diyor: Vallahi, eğer mutayı mubah gören biri bana getirilseydi, onu recmederdim."
İbn-i Rüşd'ün Bidayet-ül Müçtehid adlı eserinde Cabir b. Abdullah'tan şöyle rivayet edilir: "Biz Resulullah'ın (s.a.a) zamanında, Ebu Bekir'in döneminde ve Ömer'in halifelik döneminin ilk yarısında muta nikâhını uyguladık. Sonra Ömer bunu halka yasakladı." (c.2, s.63)
el-İsabet adlı eserde İbn-i Kelbi şöyle rivayet eder: "Seleme b. Ümeyye b. Halef Cumahi, Hâkim b. Ümeyye b. Avkas-ı Eslemi'nin azat edilmiş cariyesi Selma ile muta evliliği yaptı. Selma, Seleme'ye çocuk verdi. Fakat Seleme çocuğun babası olduğunu kabul etmedi. Ö-mer bu olaydan haberdar olunca muta nikâhını yasakladı." (c.2, s.63)
Zad’ul Mead adlı eserde Eyyub'tan şöyle rivayet edilir: "Urve, İbn-i Abbas'a 'Allah'tan korkmuyor musun da muta nikâhını mubah ilan ediyorsun?' dedi. İbn-i Abbas: 'Ey Urvecik, anana sor' dedi. Urve, 'Ama Ebu Bekir ve Ömer muta nikâhı yapmadılar.' dedi. İbn-i Abbas şu cevabı verdi: Vallahi, Allah'ın azabına uğramadıkça bu tutumu bırakmayacağınızı görüyorum. Ben size Peygamberden (s.a.a) söz ediyorum. Siz bana Ebu Bekir'den ve Ömer'den bahsediyorsunuz." (c.1, s.257)
Ben derim ki: Bu rivayette sözü edilen Urve'nin anası Ebu Bekir'in kızı Esma'dır. Bu kadın Zubeyr b. Avam ile muta evliliği yaptı ve bu evlilikten Abdullah b. Zubeyr ile Urve adlarında iki çocuğu oldu.
Rağıb'ın Muhadarat adlı eserinde şöyle deniyor: "Abdullah b. Zubeyr, Abdullah b. Abbas'ı mü'ta nikâhını helâl saydığı gerekçesi ile kınayınca Abdullah b. Abbas, kendisine: 'Anana sor bakalım, babanla arasındaki ocak nasıl tüttü?' dedi. Abdullah b. Zübeyr de bu meseleyi anasına sorunca anası 'Seni muta evliliğinde doğurdum' dedi."
Sahih-i Müslim'de Müslim-ul Kura'dan şöyle rivayet edilir: "İbn-i Abbas'a muta nikâhı meselesini sordum. Onun mubah olduğunu söyledi. İbn-i Zubeyr bunun yasak olduğunu söylüyordu. İbn-i Abbas 'İşte İbn-i Zubeyr'in anası. O, Peygamberin buna izin verdiğini söylüyor. Yanına gidip kendisine sorun' dedi." Müslim’ul Kura diyor ki: "İbn-i Zubeyr'in anasının yanına gittik. Kadın iri yarı ve kördü. Bize Resulullah'ın (s.a.a) muta nikâhına izin verdiğini söyledi."
Ben derim ki: Anlatılan olay gösteriyor ki, kadından muta-i hac=hac ile ilgili muta değil, muta-i nisâ=kadınlarla ilgili muta sorulmuştu. Ayrıca başka rivayetler de buna açıklık getiriyor.
Sahih-i Müslim'de Ebu Nadra'dan şöyle rivayet edilir: "Bir defasında Cabir b. Abdullah'ın yanındaydım. Biri geldi ve dedi ki, İbn-i Abbas ile İbn-i Zubeyr hac mutası ile muta nikâhı konusunda ayrılığa düştüler. Bunun üzerine Cabir şöyle dedi: Resulullah'ın (s.a.a) döneminde her ikisini de yaptık. Fakat sonra Ömer ikisini de yasakladı ve bir daha onları yapmadık." (c.8, s.233)
Ben derim ki: Nakledildiğine göre bu rivayeti Beyhaki de Sünen-ül Kübra adlı eserinde rivayet etmiştir. (c.2, s.206) Bu anlam Sahih-i Müslim'in üç yerinde de farklı ifadelerle nakledilmiştir. Bu rivayetlerin birinde de şöyle deniyor: Cabir diyor ki; Ömer ayağa kalkınca şunları söyledi: "Yüce Allah, Peygamberine istediğini, istediği ölçüde helâl kılmıştı. Haccı ve umreyi Allah'ın emrettiği gibi yapın. Kadınlarla muta evliliği yapmaktan vazgeçin. Eğer bir kadınla süreye bağlı evlilik yapan biri bana getirilirse onu recmederim."
Bu içerik Beyhaki'nin Sünen adlı eserinde (c.2, s.206), Cessas'ın Ahkam-ul Kur'an adlı eserinde (c.2, s.147), Kenz’ül Ümmal'de (c.16, s.521), ed-Dürr’ül Mensûr tefsirinde, Razi'nin el-Kebir tefsirinde ve Tayalisi'nin Müsned adlı eserinde yer almıştır.
Tefsir’ul Kurtubi'de Ömer'in bir hutbesinde şöyle dediği yer alır: "İki muta var ki, bunlar Peygamber zamanında serbestti. Fakat ben on-ları yasaklıyor ve yapanları cezalandırırım. Bunlar muta-i hac ve muta-i nisâdır." (c.2, s.392)
Ben derim ki: Ömer'in bu hutbesini bütün nakilciler kabul ediyor. Onu hiçbir şüpheye düşmeksizin nakletmişlerdir. Nitekim el-Kebir tefsirinde, el-Beyan ve’t Tebyin tefsirinde, Zad’ul Mead'da, Ahkam’ul Kur'an'da yer almış ve Taberi, İbn-i Asakir ve başkaları bunu nakletmişlerdir.
Taberi'nin "Müstebin" adlı eserinden Ömer'in şöyle dediği nakledilir: "Üç şey Resulullah'ın (s.a.a) döneminde uygulanıyordu; ancak ben onları haram kılıyor ve yapanları cezalandırırım. Bunlar: Muta-i hac, mut'a-i nisâ ve ezanda 'hayye alâ hayr-il amel' denilmesidir."
Tarih-i Taberi'de İmrân b. Sevade'den şöyle nakledilir: "Sabah namazını Ömer'in arkasında kıldım. Subhane (İsrâ suresi) ile bir sure daha okudu. Sonra namazdan kalktı. Ben de onunla birlikte kalktım. 'Bir isteğin mi var' dedi. 'Evet, bir isteğim var' dedim. 'Peşimden gel' dedi. Peşinden gittim. İçeriye girince beni de içeri aldı. Yüzü olmayan bir tahta ve sedirin üzerine oturdu. 'Sana nasihat etmeye geldim' dedim. 'Sabah gelsin, akşam gelsin, nasihate gelen hoş geldi' dedi. 'Halk seni dört konuda ayıplıyor' dedim. Elindeki sopanın baş tarafını çenesine ve alt ucunu dizlerine dayayarak: 'Haydi söyle' dedi. 'Söylediklerine göre, hac aylarında umre yapmayı yasakladın. Bunu (yasağı) ne Peygamber (s.a.a), ne de Ebu Bekir (r.a) yapmadı. Bu helâldir.' dedim. Bana şu karşılığı verdi: 'Acaba helâl midir? Eğer insanlar hac aylarında umre yaparlarsa, onu haccın yerine geçmiş görürler. O zaman Mekke, civcivi dışarı çıkmış yumurta kabuğu gibi boş kalır. İnsanlar hacdan geri kalırlar. Oysa hac Allah'ın bağışladığı bir değerdir. Benim kararım doğrudur.'
Kendisine 'Söylendiğine göre, muta nikâhını yasakladın. Oysa Allah'ın bağışladığı bir kolaylıktı. Bir avuç karşılığında kadınlardan yararlanıyor, sonra onlardan ayrılıyorduk.' dedim. Bana şöyle dedi: 'Peygamber muta evliliğini zaruret döneminde serbest bıraktı. Sonra insanlar genişliğe kavuştular. Sonra baktım ki, bu evliliği bir kere yapan Müslüman tekrar yapıyor. Şimdi isteyen bir avuç karşılığında evlenir, sonra da boşamak suretiyle ayrılır. Benim kararım doğrudur.'
Kendisine 'Hamile bir cariyenin doğum yapar yapmaz azat olacağına, ayrıca efendisinin azat etmesine gerek kalmayacağına karar verdin.' dedim. Bana 'Doğan çocuğun hürmetine (ki azattır) annesinin hürmetini ekledim. Sadece hayır yapmak istedim. Eğer yanlış karar verdim ise Allah'tan af diliyorum' dedi. Kendisine 'Halk senin sertliğinden şikayetçidir' dedim. Dayandığı sopayı kaldırıp ucuna kadar sıvazladıktan sonra şöyle dedi: "Ben Muhammed'in (s.a.a) arkadaşı idim. –Karkarat’ül Keder seferinde onun yanı başında idi.- Vallahi, ben devesi tam suya kansın diye onu serbest bırakan bir çoban gibiyim. Yoldan sapanları yola döndürürüm. Mütecavizlere hadlerini bildiririm. Onları elimden geldiği kadar terbiye eder, elimden geldiğince yola getiririm. Çok bağırır-çağırırım, ama az vururum. Sopamı kaldırırım, ama elimle vururum. Eğer başka türlü davranırsam ipin ucunu kaçırır, halkı ihmal etmiş olurum."
Muaviye'ye bu konuşmayı aktardıklarında, 'Vallahi, Ömer halkı nasıl idare edeceğini bilir' dedi." (c.4, s.225, Mısır, Dar’ul Maarif baskısı)
Ben derim ki: Bu rivayeti, İbn-i Ebu'l Hadid Şerh-i Nehc-ul Belağa adlı eserinde İbn-i Kuteybe'den aktarmıştır. (c.12, s.121, Dar’ul Kütüb’il İslamiye baskısı)
El-Munteka ve Şeyh’ul Tefrika İbn-i Teymiyye
İbni Teymiye, bu meş’um eserinde hezeyanlarda bulunur ve ehlibeytin faziletini tezyif etmeğe çalışır.
Bismi Rabbil Mustazafiyn...
Bir rivayete göre, Moğol hükümdarlarından Olcayto, sinirlenerek bir celsede hanımını üç talakla boşar. Öfkesi yatıştıktan bir müddet sonra pişman olur. Sünni âlim ve fakihlerini toplayarak verdiği talak hükmünü onlara sorar. Âlimler, talakın sahih olduğunu ve hanımıyla bir daha da evlenemeyeceğini ifade ederler. Vezirlerinden biri hükümdara şöyle der; “Hille fakihlerinden biri, bu talakın batıl ve geçersiz olduğunu iddia ediyor.” Hükümdar Olcayto, hiç zaman kaybetmeden allameyi sarayına davet eder. Allame, İrana geldiğinde hükümdar bir toplantı tertip ederek bütün İslam âlimlerini davet eder. Allame iki adil şahit olmadan padişah eşini boşadığı için; boşanmaya geçersiz fetvası verir. Padişah Olcayto, Allame Hilli’nin delillerini, bilgisini ve açıklamalarını duyunca oldukça etkilenir ve ona karşı özel bir ilgi duymaya başlar.
Bu olaydan sonra Olcayto, farklı mezheplerin alimlerini bir araya getirdi ve bazı ihtilaflı konuları tartışmaya açtı. Allame Hilli, Moğol hükümdarının kurduğu münazara oturumlarında hilafet makamının Hz. Ali'nin (a.s) hakkı olduğunu güçlü ve sağlam delillerle ispatladı. Bu münazaranın bitiminde Moğol hükümdarı, şiiliği hak mezhep olarak kabul ederek şia oldu. Daha sonra da Hükümdar Mahmut Hudabende lakabını takındı. Daha sonra, İran genelinde Cuma hutbelerinde 12 imamın (a.s) adının anılmasını ve onların adına para basılmasını emretti. Bu arada, Allame Hılli, imamet hususunu ele aldığı "Minhacu'l Keramet fi Marifeti’l İmamet” adlı değerli kitabı sultan Olcayto için kaleme aldı.
Bunun üzerine Memlük sarayı, bu kitaba karşı bir reddiye yazması için İbn-i Teymiyeyi görevlendirir ve karşılığında bolca ihsanda bulunur. O da bu eseri çürütmek amacıyla “Minhacüs-Sünnetin-Nebeviyye fi nakdi kelamiş-Şîati vel-Kaderiyye” adlı kitabı kaleme alır.
Şiilere reddiye olarak bu kitabını yazmasının nedenini İbn Teymiyye şöyle açıklıyor: "Eğer bu zalim ve haddini bilmez adam, o Allahın veli kullarının başları olan, yeryüzü insanlarının lideri ve rehberi olan ve Hz. Peygamberden sonra Allah’ın kulları arasında en üstün olan o ilk Müslümanlara, dinde yıkıntı meydana getirecek, kafirler ve münafıklara delil ve tutanak hazırlayacak ve pek çok iman ehlinin kalplerinde şüphe ve zaaf meydana getirecek şekilde dil uzatmasaydı, biz o şahsı tenkid edip reddetme ve onun iç yüzünü açığa çıkarma zorunda kalmazdık."
İbni Teymiye, bu meş’um eserinde hezeyanlarda bulunur ve ehlibeytin faziletini tezyif etmeğe çalışır. Onlardan bazıları şu şekildedir.
1- İmam Ali(as) ve Hz. Fatma(as) hakkındaki hezeyanı;
“Hz.Ebu Bekir ve Hz.Ömer Veliyy-i emr (halife) oldular. Allah ise veliyy-i emre itaat etmeyi emretmektedir. Dolayısıyla Veliyy-i emre itaat Allaha itaattir. Ona isyan Allaha isyandır. Kim onun emrine ve hükmüne karşı gelirse, Allah’ın emrine ve hükmüne karşı gelmiştir. Ali ve Fatıma Allah’ın emrini reddettiler ve onun hükmüne karşı geldiler ve böylece Allah’ın rızasını kerih saydılar. Çünkü Allahı razı eden şey ona itaat etmektir. Veliyi emre itaat ise Allaha itaattir. O Halde kim veliyi emre itaati kerih sayarsa, Allah’ın rızasını kerih saymıştır. Allah kedisine itaatsizlik yapılmasına gazap eder. Veliyi emre itaatsizlik ise Allah’a itaatsizliktir. Böylece veliyy-i emre isyan yolunu tutan, Allah’a isyan yolunu tutmuş ve onun rızasına karşı gelmiştir.” (Minhacü’s-Sünne, c.2, 171-172)
2- İbn-i Teymiyenin, İmam Hüseyin (as) hakkındaki hezeyanı;
“Hüseyin b. Ali'nin kıyamı ne dinin ve ne de dünyanın ıslahı için değildi. Hüseyinin kıyamında ve kıyam ederken öldürülmesinde o kadar fesad vardı ki eğer evinde otursaydı insanlar arasında onun kıyamının fesatları yayılmazdı.” (İbni Teymiyye, Minhacus-sünne, 4/530)
3- İbn-i Teymiyyenin Ümmeyye oğullarına muhabbeti;
Ey rafızi!
“Ehl-i sünnetin “Sonra imameti Ümeyye oğullarına verdiler” dediklerini iddia ediyorsun. Buna da cevabımız şudur :
Ehli sünnet kesin olarak imamet şunun ve bunun olması vacib olup, ona her işte itaat gereklidir, dememiştir. Belki durum böyle tecelli etti. Ama ehl-i sünnet şunu da ilave etmekten geri kalmamıştır. Diyorlar ki:
“Emeviler işbaşına geçtiler, aynı zamanda güçlü idiler. Onların sayesinde işler rayına oturdu. İmametin gayesi olan cihad, hac, cuma, bayram ve yol emniyeti gibi iş ve ibadetleri gerçekleştirdiler. Fakat Allah'a isyan ettikleri hususlarda Onlara itaat yoktur. Buna rağmen kötülüklerde ve düşmanlıklarda değil, iyilik ve takva hususunda onlara yardım edilebilir.”
Bilinen bir gerçektir ki, insanlar ancak idarecilerle İslah edilebilirler. Zalim idarecinin varlığı yokluğundan hayırlıdır.
Hatta Ali'nin (r.a.):
“İnsanlara mutlaka bir idare(ci) gereklidir, bu idare ister iyi ister kötü olsun” buyurması üzerine Ona şu soruyu sordular:
İyi idareye diyeceğimiz yoktur, fakat kötü idareye nasıl evet denilsin? Ali (r.a.) şu cevabı verdi:
“Kötü idare olsa da yollar onunla emniyette olur. Cezalar onunla tatbik edilir, onunla düşmana karşı cihad edilir, onunla haraç ve ganimetler paylaştırılır.”
Ali'nin (r.a.) bu sözünü Ali b. Ma'bed “Et-Taatü ve'l-Ma'siyetü” adlı eserinde zikrediyor. (Bu zat Bağdat Şiîlerindendir. Abbasi halifeleri Memun ve Mu'tasım zamanında yaşamıştır.)
Durum ne olursa olsun, işbaşına gelen emir, senelerden beri beklemekte olduğunuz muntazar imamınızdan daha hayırlıdır. Siz de yalan söyleyip beklemeye devam ediniz. Ali (r.a.) den başka, bütün cedlerinin de bu işi gerçekleştirecek güç ve kuvvetleri yoktu. Onlar imametten de âciz idiler. Ehl-i hâil ve akd da değildiler. Allah (c.c.) cümlesinden razı olsun. Onlarla imametin gayesi de tahakkuk edemezdi.”
4- İbni Teymiyenin fitne oklarından, Muhtar-ı Sakafi de nasibini alıyor. Onunla alakalı olarak bakın nasıl hezeyanlarda bulunuyor.
“Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de:
“Sakıf kabilesinden biri yalancı, biri de kan dökücü olmak üzere iki kişi çıkacaktır.” (Müslim Fedail: 229, Tirmizi Fİten: 44) buyurmuşlardır.
İşte yalancı olan el-Muhtar b. Ebî Ubeyd; kan döken de Yusuf oğlu Haccac'dır.
İkisi de Sakif kabilesindendir. Evet Ömer b. Sa'd Hüseyini (r.a.) öldüren birliğin komutanı idi. Ama zulme ve dinden fazla dünyaya düşkün olmasına rağmen günahta el-Muhtar b. Ebî Ubeydullah'ın günahına yetişmemiştir.
El-Muhtar, fikrince Hüseyin'e (r.a.) taraftar çıkarak katilini öldürmüştür! Bu adam yalan ve masiyette Ömer b. Sa'dı geçmişti. Bu yalancı Şiî, Haccacdan da kötüydü.
Evet, Haccac Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'in isimlendirdiği gibi haksız olarak kan döküyordu. El-Muhtar ise Cibrilin kendisine gelerek vahiy getirdiğini iddia eden bir yalancı idi.
El-Muhtar'ın bu yalan iddiası ise elbette ki insanları öldürmekten de daha büyüktü. Çünkü vahyi iddia etmek küfürdür. Bu iddiasından vazgeçmediyse mürted gitmiştir. Şüphesiz ki küfür kan akıtmaktan daha büyüktür. Bu sonu gelmeyen bir konudur.”
5- İbni Teymiyenin, İmam Ali (as) hakkındaki hezeyanı;
“Ali namaz kılarken sarhoş olduğu için kıraatinde sözleri karıştırdığından Allah Ali hakkında şu ayeti indirdi “Ey iman edenler! Sarhoşken, ne dediğinizi bilene kadar ve cünüpken, yolcu olan müstesna, gusledene kadar namaza yaklaşmayın.” (Nisa suresi 43-cü ayet) (Minhacus-sünne, 7/237)
Ehli sünnet ulemasının, İbni Teymiyeye yaklaşımı;
Ehlisünnetin müdafaası adına hareketLle mezkur eseri kaleme alan bu paranoyak tabiatlı şahıs, ehli sünnetin değil; ehl-i cinnetin müdafaasını yapmıştır dense yeridir. Zira, ehl-i sünnet alimleri onu hiçbir zaman kendi sözcüsü olarak görmemiş tam tersine onun batıl bir akideye mensup olduğunu ifade etmişlerdir.
Camiul-ezherdeki hanefi âlimlerinden Muhammed Bahitin, İbni Teymiye’nin dalalete düştüğünü vesikalarla ispat etmektedir.
İbni Battuta, ibni Hacer-i Mekki, imam-ı Sübki, kendi oğlu Abdulvehhab, İzzeddin bin Cema'a, Ebu Hayyan Zahiri, Zahid-ül Kevseri, Yusuf-i Nebhani, İmam-ı Şarani, Ahmed bin Seyyid Zeyni Dahlan, Şeyh-ül-İslam Mustafa Sabri Efendi gibi nice âlimler İbni Teymiye’ye reddiyeler yazmışlar, dalalet ve küfürlerini açıklamışlardır.
Necip Fazıl “Türkiyenin Manzarası” isimli kitabında; “14. asrın irşad kutbu seyyid Abdülhakim Arvasi, “İbni Teymiye dini içinden zedeleyen mülhiddir buyurdu” diyor.
İbn Batuta “Rihlet İbn Betute” isimli eserinde; “Dimeşk’te (Şam) büyük Hambeli fakihlerinden İbni Teymiye adında birini gördüm. Çeşitli fenlerde konuşuyordu, ancak aklı yerinde değildi.” demektedir.
Şevkani, İbni Teymiye’ye “Şeyhülislam” denilmesinin küfür olduğunu söylemektedir.
Muhammed Buhari Hanefi “Bedrü’t Tali’” de; “Her kim İbni Teymiye’ye “Şeyhülislam” tabirini kullanırsa kafirdir.” İbni Haceri Mekki “El- Fetava’l Hadisiye” isimli eserinde onun için; “Allah onu rezil, sapkın, kör ve sağır karar kılmıştır. Ehli sünnetin büyükleri ve Şafii, Maliki ve Hanefi çağdaşları onun düşünce ve sözlerinin fasit olduğunu tasrih etmişlerdir… İbni Teymiye’nin sözleri değersizdir. Bidat çıkaran, sapkın, sapkın edici ve mutedil olmayan biridir. Allah, ona (rahmetiyle değil) adaletiyle davransın ve bizleri onun kötü inançlarından ve gidişatından korusun.“ diyor.
Kadı Şafii “Ed Dureru’l Kamine”, “El- Bedru’t Tali’” ve “Mir’etu’l Cenan” isimli eserlerinde; “Her kim İbni Teymiye’nin itikadına inanıyorsa kanı ve malı helaldir.” diyor.
Savi tefsirinin 107. sayfasında onun “dal ve mudil” olduğu yazılıdır.
İbni Hacer-i Mekki “Fetava-yı hadisiyye” adlı eserinde onun için; “Allahü teâlânın, sapıtmasına ilmini sebep ettiği kimsedir.” ifadelerini kullanıyor.
Tahir Muhammed Süleyman “Zahiretül-fıkhil-kübra”sında; “İbni Teymiye’nin sözlerinin kıymeti yoktur. O, dalalettedir ve Müslümanları dalalete sürüklemektedir. Müslümanların icmasından ayrılmış, bid’at yolunu tutmuştur. İslam âlimleri, onun dalalette [sapık] olduğunu, sözbirliği ile bildirdi. Kutbüd-Berdiri, Şerhi Muhtasarda, bunu uzun yazmaktadır.”
İmam-ı Sübki “Nebras haşiyesi”nde; “Kitab-ül Arş onun en çirkin kitaplarındandır. Ona Şeyh-ül-İslam diyenin kâfir olacağını söyleyen âlimler vardır.” şeklinde ifadeler kullanıyor.
Yine İmam-ı Sübki “Nebras haşiyesi”nde; “İbni Teymiye’ye uyanın malı ve canı helaldir.”diyor.
Keşfüzzununda; “İbni Teymiye, Kitab-ül Arş isimli eserinde, “Allah Arş'ın üzerinde oturur, kendisi ile beraber oturması için Resulullaha da yer bırakır” diyor. Essırat-ul-müstekim kitabında da, ibni Abbas gibi büyük sahabilere kâfir demiştir.” denilmektedir.
İmam-ı Şarani “Tabakat-ül-kübra”da: “İbni Teymiye, tasavvufu inkâr eder, evliyaya, ariflere dil uzatırdı. Kitaplarını okumaktan, yırtıcı hayvandan kaçar gibi kaçmalıdır.” diyor.
İmam-ı Süyuti “Kam-ul Muarıd” isimli eserinde: “İbni Teymiye kibirliydi. Kendini beğenirdi. Herkesten üstün görünmek, karşısındakini küçümsemek, büyüklerle alay etmek âdeti idi.” ifadelerini kullanıyor.
Muhammed Ali Bey “Hitat-uş-Şam” kitabında diyor ki: “İbni Teymiye’nin hedefi, Luther adındaki papazın hedefine benzer. Fakat, Hıristiyanlığın reformcusu muvaffak oldu. İslamınki olamadı.”
İbni Hacer-i Askalani “Ed-Dürer-ül-Kamine” adlı kitabında: “İbni Teymiye; “Kabri Nebeviyi ziyaret için sefere çıkmak haramdır. Hazret-i Ali iman ettiği zaman çocuk olduğu için Müslümanlığı sahih olmadı. Hazret-i Osman malı çok severdi” diyerek eshab-ı kiramın büyüklerine dil uzattı.” diyor.
İbni Hacer-i Mekki “Fetava-i Hadisiyye” isimli eserinde: “İbni Teymiye, Peygamberlerin masumiyetini (günahtan korunmuş olduklarını) reddetmiştir. Halbuki, masumiyet Peygamberlerin sıfatlarındandır. Başta Peygamber efendimizin kabri şerifleri olmak üzere eshab-ı kiramın, velilerin, âlimlerin ve salih Müslümanların kabirlerinin ziyaret edilmesine karşı çıkmış, bunları şefaate vesile kılmayı da haram saymıştır.” ifadelerine yer veriyor.
İbni Teymiyenin devrimciliği (!)
Selefi ve vehhabi ekoller, İbni Teymiyeyi devrimci olarak lanse ederler. İbni Teymiyenin hayatı irdelendiği taktirde onun Memlük sarayının gayr-ı meşruluğu üzerine tek bir cümle dahi kallanmadığını; bununla birlikte sarayla eşgüdüm halinde hareket ettiğine tanık olacaklardır. İbni Teymiye bu yönüyle Memlük sarayının bel’amlığını yapmıştır. Yavuz için Ebussuud Efendi ve Müftü Hamza ne anlam ifade ediyorsa; Memlük yöneticileri için de İbni Teymiye o anlamı ifade eder. Osmanlıların, Safevi Devleti ile giriştiği nizam-ı alem davasında nasıl Ebussuud efendiye fatva sipariş etmişlerse; Memlüklüler de, İlhanlılara karşı sürdürdükleri nizam-ı alem davasında İbni Teymiyenin fetvalarına sığınmışlardır. Memlük sarayının siparişi üzerine İbn Teymiyye, 1302'de bir fetva yayınlar. O da tarihe "Mardin Fetvası" diye geçen meşhur fetvasını yayınlar. Bu fetvasıyla İbni Teymiyye, kardeş kanı dökülmesine, binlerce müslümanın ölmesine sebep olmuştur. Oysa aynı zat, "El- Münteka" isimli kitabında;
“Allah (c.c.) saldırgana karşı hemen savaşı emretmemiştir. Hem de her sadırganla da değil. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:
“Eğer mü'minlerden iki birlik çarpışırlarsa, hemen aralarını düzelterek barıştırın. Eğer Onlardan biri tecavüz ediyorsa, o vakit tecavüz edenle Allah (c.c.)'ın emrine dönünceye kadar savaşın.” (Hucurat 49/9)
Cenab-ı Allah önce barıştırmayı emretmiştir. Onlardan biri tecavüze devam ederse, Allah (c.c.)'ın emrine dönünceye kadar Onunla savaşılır. Bunun için her iki birliğin de savaşması maslahat değildir. Allah (c.c.)'ın emrettiği ve mütecavize karşı olan savaş da şüphesiz ki mefsedete tercih edilen bir maslahattır. (O da fitneyi ortadan kaldırmaktır.)
ifadelerini kullanmıştır. Ulufe söz konusu olduğunda ise bu görüşünden vazgeçip kardeş kanı akıtılmasına sebebiyet verebiliyordu. Peki, İbn-i Teymiyenin, aleyhine fetva verdiği Gazan Han kimdir?
“Gazan Mahmud Han İlhanlı hükümdarlarının en ünlüsü. Çocukluğunun büyük bölümü büyükbabası Abaka Hanın yanında geçti. Abaka Han ve babası Argun Hanın bağlı olduğu Buda dininin prensiplerine göre yetiştirildi. Babasının 1284’te tahta çıkmasından sonra Horasan, Mazenderan ve Rey vilayetlerinin valiliğine atandı. 1291’de İlhanlı tahtına çıkan Geyhatu’yu 1295’te deviren yeğeni Baydu, iktidarı ele geçirdi. Ancak Gazan, bu duruma karşı çıkarak Baydu ile mücadeleye girişti. Bu sırada kumandanlarından Nevruz’un tebliği üzerine İslamiyeti kabul etti. Onunla birlikte kumandanlarından, vezirlerinden ve askerinden 400 bin kişi de Müslüman oldu. Gazan, şükür olarak o seneyi oruç tutmakla geçirdi.
Müslüman askerlerinin başında olarak yeniden harekete geçen Gazan, İlhanlı başkenti Tebriz’e girdi ve Baydu’yu yakalatarak idam ettirdi. Böylece hükümdarlığını ilan eden Gazan Han, öncelikle ülke içerisinde huzur ve asayişi sağladı. Kendisine karşı isyan eden Moğolları şiddetle bastırdı. İktisadi hayatı düzeltmek için faaliyet gösterdi. Sikke ve ölçü reformları yapmak ve vergi kaynaklarını yeniden tesbit etmek suretiyle devletin bütçesini düzene koydu. Halkı inim inim inleten vergi sistemi değiştirildi. Askerin maaşını yeniden tespit ederken, orduyu yeni silahlarla techiz etti.
Gazan Mahmud Han, İslamiyetin kuvvetlenmesi için elbirliği ederek kardeşçe çalışmasını Nasır’a yazdı. Mısır Memluklü sultanlarının dokuzuncusu olan Nasır bunu dinlemedi. Nasır’ın askeri Mardin taraflarını yağma etti. Gazan Mahmud Han Haleb’e geldi. Humus’ta Nasır bozguna uğradı. Gazan Han burada bir kumandanını bırakıp geri döndü. Bu iki Müslüman sultanının arasını açanlardan biri de İbn-i Teymiyye idi. O, hadiselerde birleştirici değil bozucu rol oynadı. Gazan Mahmud Han, 17 Mayıs 1304’te henüz otuz yaşındayken Rac’da vefat etti.
Gazan Hanın ölümüyle İran’daki Moğol hakimiyeti, iç ve dış politikada en son sınırlarına ulaşmış oldu. Moğollar arasında İslamiyetin yayılmasını sağlayan Gazan Han, ülkeyi pekçok cami, mescid, medrese, han ve hamam gibi dini ve sosyal eserlerle donattı. Tebriz yakınlarında bir rasathane kurdurdu. Fen ilimlerinden astronomi, tarih, tıp ve kimya ile meşgul oldu. Tarih bilgisi fazlaydı. Ana dili olan Moğolcadan başka birkaç lisan bilen Gazan Han, senenin ekseri günlerinde oruç tutar ve çok Kur’an-ı kerim okurdu.” (Rehber Ansiklopedisi)
Tabi ki bu girişimleri karşılıksız kalmamış neticede sarayın ulufelerine ve iltifatlarına mazhar olmuştur.
Bu hususta Donald P. Little, Memlüklerde Din isimli makalesinde bakın şunları yazıyır.
“İlhanlılar, onüçüncü yüzyılın sonlarında İslam’ı kabul ettikten sonra bile Memlükler diplomatik yazışmalarında ve dini propagandalarında kendilerini İslam’ın askerleri ve Moğolları inancın düşmanları olarak göstermeye devam etmişlerdir. Memlükler bazı durumlarda dini itikat ve kişisel dindarlıktan, bazı durumlarda ise kendi refahlarına duydukları vehimden Mısır ve Suriye’deki çeşitli dini güçleri bir dengede tutmaya çalışmıştır.”
Birileri, İbni Teymiye devrimci değilse niçin birkaç kez tutuklanıp hapse atıldı diye bir soru tevcih edebilirler.
O, bir keresinde Peygamber mezarları ve mukaddes beldelerin ziyareti hakkında verdiği fetva ve yazdığı risâlelerden dolayı tutuklandı. Akideye dair yazdığı Fetâve’l-Hameviyyeti’l-Kübrâ ve El-Vâsıta diye de bilinen el-Akîdetü'l-Vâsıtıye adlı eserlerinde teşbih ve tecsime kayan (Allahü teâlânın cisim olduğu ve insana benzediği yolunda) fikirler ileri sürdü. Bunun üzerine vaaz ve fetvâ vermesi yasaklandı. 705 (1306) tarihinde Kâhire’de Kâdiyülkudât Zeynüddin Mâlikî riyasetinde toplanan âlimler huzurunda muhakeme olundu. Kâhire ve İskenderiye’de ikamete tâbi tutuldu. Sonra Şam’a döndü. Selef-i sâlihînin icma’ına uymayan sözleri sebebiyle fitneye sebep olunca sultan fetvâ ve vaaz vermesini yasakladı. Dinlemeyince Şam Kalesi’ne kapatıldı. 728 (1328) tarihinde burada vefat etti.
Zazacada külah için, “kalo” ifadesi kullanılır. İbni Teymiye ömrü boyunca, Sultan Kalavunun kalosunu(külahını) takmış ve de Memlük sarayının borazanını çalmıştır. Bazen sultanın istemediği makamda çalınca tutuklanmak durumunda kalmıştır. Tarihin kaydettiği en meşhur “mistik paranoyak” lardan biridir.
Özetle, Teymiyeci yaklaşım hırçın ve hastalıklı yapısı itibariyle; şia, ehlisünnet ve de tasavvuf akımlarına karşı hasmane bir yaklaşıma sahiptir. Küresel şer güçler bu akımın ümmet içerisinde tefrika ve çatışma ortamı yaratmak için kullanılabilecek yapıya sahip olduğunu müşahade etmişlerdir. Suudi Arabistan ve körfez bloku ülkeleri bu nedenle, İbni Teymiyenin fitne ve tefrika kokan eserlerini yayımlamakta ve İslam dünyasında pazarlamakta böylece İslam dünyasında çatışmanın kültürel altyapısını oluşturmaktadırlar. Bu kaynaklarla beslenen ve zehirlenen selefi ve tekfirci akımların başındaki lider kadrosunu satın alıp, selefi örgütleri İran İslam İnkılabı ve de Hizbullahın karşısına çıkarmakta böylece hedef saptırarak; küfür, şirk ve ilhad cephesine nefes aldırmaktadırlar.
Bu kültürle beslenen, çoğu ruh sağlığı bozuk insanlar, “Allahu ekber” nidaları eşliğinde camilere, türbelere, yas merasimlerine saldırmakta hiçbir beis görmemekte, üstelik bu eylemleriyle, sözüm ona cihat ettiklerini sanmaktadırlar.
Bununla birlikte Amerikancı toplum tasarımcıları, müdahale etmek istedikleri bölgelere, müdahale etmenin zeminini oluşturmak için bu zinde güçlerden fazlasıyla yararlanmaktadır. Selefi örgütlerin, özellikle de Rusya ve Çinin interlandı olan Libya, Afganistan, Irak ve de Suriyede arzı endam etmeleri çok manidardır. Amerika, müttefiki Suudi Arabistan marifetiyle selefi örgütlerin kalbine kadar nüfuz etmiştir. Nereye müdahale edilecekse, selefi örgütler o bölgelere yönlendirilmekte, kaos ve terör yaratılarak müdahale için gerekçe oluşturulmakta ardından da sözüm “insani müdahale” (!) lerde bulunmaktadırlar.
Muhammed Palevi
İran ile yürütülen müzakerelerin saflıkla ilgisi yok
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, İran ile yürütülen müzakerelerde şu anda yaptıklarının “saflıkla” ilgisi bulunmadığını söyledi
Temsilciler Meclisi Dışişleri Komitesi’nde 5+1 ülkeleri ile İran arasında yapılan anlaşmayla ilgili Kongre üyelerinin sorularını yanıtlayan ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, 6 aylık süre içerisinde “kırmızı çizgilerinin” ne olacağının sorulması üzerine, hedeflerinin İran’ın nükleer programında herhangi bir silaha sahip olmasını engellemek olduğunu kaydetti.
Tahran yönetiminin nükleer silah elde etme noktasında zaman kazandığı eleştirilerine katılmadığını vurgulayan Kerry, “Hayır, onlar zaman kazanmadılar, çünkü silah elde etmek için yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyuma sahip olmak zorundasınız. Bizim planımıza göre, onlar ters yönde ilerliyor. Yüksek oranda zenginleştirilmiş uranyumlarını imha ediyor” ifadesini kullandı.
'Gizli yer altı tesislerine ulaşabileceğiz'
Kerry, İran ile varılan anlaşmadaki amaçlardan birinin de, Tahran yönetiminin neler yaptığını bilmek olduğunu söyledi. Karşı tarafın, kendilerine nükleer tesislere sınırsız ulaşma imkanı sağlayacaklarını ifade ettiğini belirten Kerry, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Şimdi gizli yer altı tesislerine ulaşabileceğiz. Buna sahip değildik. Bu büyük bir anlaşma. Şimdi Natanz’a girme imkanı var ve şimdi ne yaptıklarını bilebileceğiz. Ağır su reaktörüne yeteri kadar erişimimiz olacak.”
'Bu geçici bir anlaşma değil, kapsamlı bir anlaşmanın ilk adımı'
İran’ın anlaşmayla ilgili söylemlerini hatırlatan Kerry, belirli bir ilerleme sağlamanın İran’a bağlı olduğunu kaydetti. Tahran yönetimi ile varılan mutabakatın “geçici bir anlaşma” olmadığını belirten Kerry, söz konusu uzlaşının kapsamlı bir anlaşmanın ilk adımı olduğuna vurgu yaptı. Kerry, “Bunu herkes için tekrar dikkatlice dile getirmeme izin verin. Bu geçici bir anlaşma değil. Bu kapsamlı bir anlaşmanın ilk adımı. Bunu niçin yaptık? Basit bir nedenle; dostlarımızı ve kendimizi daha güvenli hale getirmek için” diye konuştu.
Kerry, Kongre üyelerinden yöneltilen bir soru üzerine İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney'in pozisyonunun değişmediğini kaydetti. Kerry, "İran'ın kamuoyu önündeki pozisyonları ve söylemleri değişmedi, çok kışkırtıcı, tehdit edici ve olağanüstü derecede zarar verici" ifadesini kullandı.
İran’ın nükleer silah elde etmesinin bölgede de bazı sıkıntılara yol açacağına vurgu yapan Kerry, “Eğer İran nükleer silah elde ederse kesinlikle bölgede silahlanma yarışı olacaktır. Bu, İran’ın niçin nükleer silaha sahip olmaması gerektiğinin nedenlerinden biri” açıklamasında bulundu.
'Yaptığımızın saflıkla ilgisi yok'
John Kerry, şu andaki anlaşmanın “saflık” olduğu yönündeki eleştirileri ise kabul etmedi. “Şu anda yaptığımızın saflıkla bir ilgisi yok” diyen Kerry, “Çekinceleri anlıyoruz. Riskleri anlıyoruz. Bunun ne kadar kritik olduğunu anlıyoruz. Kafamda hiçbir şüphe olmadan şuna kesinlikle inanıyorum ki sadece müzakere ediyor ve daha da baskı uyguluyor olsaydık onları daha da fazla silah edinmek istemeye itebilecek uzun bir sürece davet çıkarmış olurduk, ve bu durumda kendinizi, müzakere edebildiğiniz ama diğer taraftan da İran’ın (nükleer) silah sahibi olmaya bugünden daha yakın olduğu bir noktada bulabilirdiniz. Bu çok daha tehlikeli” diye konuştu.
T24
Devrim Muhafızları Komutanından sert tepki
İran Dışişleri Bakanı Muhammed Cevad Zarif'in geçtiğimiz günlerde bir üniversitede söylediği “İran’ın askeri gücü Amerika’nın 2 bombasıyla yerle bir olur” sözüne bir tepki de askeri kanattan geldi.
İran’ın askeri gücünü en iyi bilen İran Devrim Muhafızları Ordusu genel komutanı Tümgeneral Muhammed Ali Caferi, İmam Sadık Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada Zarif'in sözlerini isim vermeden şöyle eleştirdi:
“Bu sözü söyleyen kimseler askeri tecrübeye sahip değiller ve bu söz kesinlikle doğru değil.
Düşman bugün bize bütün gücüyle saldırsa dahi, füzelerimizin yalnızca %20’sini yok edebilir. Ayrıca ordumuzun gücü yalnızca füzelerimiz değil. Bunlar yalnızca stratejik gücümüz.
Füzelerimiz şu an İsrail’i ulaşacak güçtedir ve bu gücü arttırabiliriz. Ancak rehberimizin (İmam Hamaney) emriyle bu gücü şimdilik arttırmıyoruz. Ülkemizde yaşayan bazılarının bu gücümüzü bilmemeleri gerçekten şaşılacak şey. Çünkü düşman bizim gücümüzü çok daha iyi biliyor.”
Caferi bazı öğrencilerin :
“Askeri çevrelerin siyasete müdahaleye dair iddialar var. Bu konuda ne diyorsunuz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“İslam Devrimi Muhafızlar Ordusunun savunması gereken “İslam inkılabına” en büyük tehdit siyasi kanattan gelmektedir ve ordumuz bu tehditler karşısında sessiz kalamaz. Ordunun siyasi davranışlarını kendilerine rakip görenler, bizim asker olduğumuzu ve siyasetten uzak durmamız gerektiğini savunuyorlar. Ama bizim onlarla bir işimiz yok ve yalnızca vazifemizi yaparız!”
“Batı İran ordusunun füze gücünü azaltmalarını isterse kabul eder misiniz?” sorusuna Caferi, asla, diye yanıt verdi:
Caferi “Yapılan müzakereler düşmanların İran’a karşı tehditlerini azaltır mı?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Böyle düşünen kimse çok çiğ düşünmüştür. Onlar İslam İnkılabını kendilerine düşman olarak görüyorlar ve bu konu Amerika’nın temel yapısı değişmedikçe hallolmaz.
İran’ın nükleer konusu bir bahanedir. Cenevre’de 5+1 ülkeleri ile yapılan müzakerelerde en yüksek tavizleri verip en düşük karşılığı aldık. Bizim düşmanla olan sorunlarımız aynı şekliyle devam ediyor.
İslam İnkılabı Muhafızları Ordusunun ve Besicin(gönüllü halk güçlerinin) ortak hedefi İslam inkılabını ve getirilerini korumaktır.
Rehberimizin değişiyle İslam inkılabının 5 merhalesi vardır ve biz üçüncü merhalede ya takıldık ya da çok yavaş ilerliyoruz. Üçüncü basamak, ülke düzenindeki bütün kuruluşların devrimcileşmesidir.”