کارگر

کارگر

Cumartesi, 28 Temmuz 2012 05:15

Ramazan'da Takva

 Bismillahirrahmanirrahim

Melakut alemine yükseliş

Mubarek Ramazan ayında asıl mesele, Allah’tan gaflet etmiş, çeşitli arzularından dolayı sırat-ı mustakim yolunda ilerlemekten engellenmiş ve aşağıya doğru çöküşe inen insanın yücelmesi için büyük bir fırsat bulmasıdır. İnsanın ruhu ve batıni melekut alemine uruc/ yükselmeye meyillidir. Bu ay, insanın Allah’a yaklaşmasına ilahi ahlakla ahlaklanmasına vesile olmaktadır.

Elbette bu ayın dışında, beş vakit namaz gibi Allah’a yaklaşma fırsatları da vardır; kendimizi ıslah etmek, manevi hastalıklarımızı tedavi etmek, gafletten kurtulmak için namaz çok güzel bir fırsattır. Şimdiye kadar denemediyseniz mutlaka deneyin, namazdayken kendinize ve yaptıklarınıza dikkat ederseniz, namazdan sonra göreceksiniz ki namazdan önceki halinizle namazdan sonraki haliniz fark etmiştir. Namazda neyle meşgul olduğunuzun farkında olmanız şartıyla bunu göreceksiniz.

Namazdaki zikirlerin anlayarak söylenmesi işi kolaylaştırır. “Ben Arapça bilmiyorum zikirlerin manasını anlamıyorum”, demeyin; namazda devamlı okunan zikirlerin manasını normal bir insan dahi bir saat içinde öğrenebilir, çok kolaydır. Bunları tercüme eden kitaplar da mevcuttur. Eğer manalarına teveccüh eder birazda tedebbür ederseniz çok daha iyi olur, eğer bu kadarı da mümkün olmazsa en azından secdede bilinki Allah ile konuşuyorsunuz, rukuda Allah’a tazimde bulunuyorsunuz, kıraatta ( sure ve zikirleri okurken) kiminle konuştuğunuzu düşünün, bunun kendisi bile çok önemlidir.

Eğer namazda bu dikkat gerçekleşirse, Allah’ı anmak yani “vele zikrullahi ekber” gerçekleşmiş olur ki o zaman namazınız “müminin miracı” olur, sizi melekut alemine yüceltir. Melekut alemine uruc nişanesi, namazdan sonra ruhunuzda/batınınızda safa, nuraniyet ve letafeti hissetmenizdir.

Bütün ibdetler bizler için birer fırsattır ama mübarek Ramazan ayı bir yıl içinde istisnai bir fırsattır. Bu yirmidokuz veya otuz gün devamlı beş vakit namaz ve sünnetlerin yanısıra insana ekstra nuraniyet kazandıran dualar vardır, bu duaları bizim yararlanmamız için sunmuşlar; bu dualarda Allah ile nasıl konuşacağımızı, ona nasıl münacaat edeceğimizi bize öğretmişler, Allah’a hangi sözleri söylememizi beyan etmişler. Masum imamlardan nakl edilen duaların bazıları olmasaydı insan, Allah ile ne şekilde konuşacağını, Allah’tan nasıl bir dille isteyeceğini ve ona nasıl yalvaracağını bilemezdi.

Bunların yanısıra Ramazan ayında oruç tutmanın kendisi oruçlu insan için, maneviyat ve nuraniyet kazanma ortamını oluşturur, insanı ilahi feyzleri almaya hazırlar. Ramazan ayındaki amellerin tamamı; namazılarıyla, dualarıyla birlikte bir de Ramazan ayının baharı olan Kuran okuma buna eklenirse insanın kendisini yenilemesine, eğitmesine, yeniden yapılandırlmasına ve fesatlardan kurtulmasına vesile olacaktır. Ganimet bilinmesi gereken bir fırsattır. Asıl mesele şudur ki biz Ramazan ayında “seyr-i ilellah”ı gerçekleştirelim. Bazen Ramazan ayından sonra İmam’ın (r.a) huzuruna çıkardım, ondaki nuraniyetti hissederdim; konuşması, hareketleri, işaretleri, bir konuda görüş belirtmeleri Ramazan ayı öncesinden fark ederdi. Ramazan ayı yüce ve mümin insan için böyledir; kalbinde ruhunda öyle etki bırakır ve nuraniyet kazandırır ki insan onun huzuruna çıkınca muşahade edebilir. Konuşmasından nuraniyeti anlar. Biz de bu fırsattan istifade etmeliyiz.

Günahtan Uzaklaşma

Allah’a yaklaşmakta en önemli nokta günahları terk etmektir; sünnetleri, nafileleri ve diğer amelleri yapmak feri’dir, asıl mesele insanın günah işlemesine engel olmasıdır, bu da takvayla gerçekleşir. Takva, insanın sahip olması gereken en önemli, en yüce bir sıfattır. İnsanın günah işlemesini engelleyen takvadır. Günah insanın ilahi meğfiret denizinin kenarına ulaşıp ondan yararlanmasını engeller. Günah, dualarda hazırlıklı olmamızı ve muhtevasına teveccüh etmemizi engeller. Günah bırakmıyor biz kendimizi eğitip, manevi yapılanmamızı sağlayalım. “Seyr-i ilellah”ta ilk şart günahtan uzak durmaktır.

Elbette günahlar çeşitlidir; bireysel günah, toplumsal günah, dille, gözle, kulakla işlenen günahlar ve çeşitli yollarla işlenen günahlar. Günahın ne olduğu gizli değildir, herkes bilebilir günahın ne olduğunu.Ama bilmek yetmez dua eden, şeri vazifelerini yerine getiren kimse bu ibadetleri yapmanın yanısıra günahtan da kaçınmamış olabilir. Bu kimse, hastalıktan kurtulmak için ilaç kullanmasıyla birlikte hastalığına zarar veren yemekler de yiyen kimseye benzer, bu şahıs bilmelidir ki, o ilacın bir faydası olmayacaktır. Aşikardır ki, insan ruhuna zarar veren bir ameli işlerse ibadet ve dualarının faydası olmaz.

İlahi rahmet, mağfiret ve manevi feyzlerden yararlanmanın ortamını hazırlamak gerekir, bu da günahı terk etmekle mümkündür. Kumeyl duasında Emir-el Muminin buyuruyor: “ İlahi! dualarımı haps eden günahlarımı bağışla”. Günah duaların kabul olmasını engeller. Ebu Hamzay-i Sumali duasında buyuruyor: “İlahi! Sana itaat etmeme mani olan günahlarımdan beni uzaklaştır.” Vazifemi yerine getirmeme engel olan, sana yaklaşmama engel olan günahlarımdan beni uzak eyle. Asıl mesele günahı terk etmektir.

Ramazan ayında bütün çaba günahı terk etmek olmalıdır; Allah’ın yardımıyla riyazet ve alıştırma ile günahı kendimizden uzaklaştıralım. Eğer günah bizden uzaklaşırsa o zaman melakut alemine yükselmek mümkün olacak ve insan ilahi ve manevi seyrini tamamlayacaktır. Ama bu günah yüküyle mümkün değildir. Ramazan ayı günahlardan uzak durmak için büyük bir fırsattır.

İMAM HAMANEİ

Tercüme / Rasthaber

 

Cumartesi, 28 Temmuz 2012 05:09

Vahidi:"İran'ın Suriye'de askeri gücü yok"

 Vahidi: İran tam isabet sağlayan füzeler üretiyor

İran Savunma Bakanı General Vahidi, pek yakında tam isabet sağlayan yeni füzelerin seri imalatına başlayacaklarını da müjdeledi.

İran Savunma Bakanı General Vahidi, Bakanlar kurulu oturumundan sonra gazetecilerin sorularını cevapladı.

İran'ın avladığı Amerika'nın insansız uçağının şifrelerinin çözümü hakkında Vahidi, bu konuda başarılı olduklarını, ancak detaylarının açıklanmayacağını kaydetti.

Rusya ile S-300 füze savunma sistemi üzerindeki anlaşmazlıkla ilgili olarak Vahidi, İran her zaman Ruslarla bu konuda müzakere etmeye hazır olduğunu belirttiğini ifade etti.

General Vahidi ayrıca pek yakında tam isabet sağlayan yeni kuşak füzelerin seri imalatına başlayacaklarını, yine yeni nesil Hovercraftları da deniz kuvvetlerine teslim edeceklerini vurguladı.

İran'ın Suriye'de askeri gücü yok

İran Savunma Bakanı General Ahmet Vahidi Suriye ile ilgili soruları da cevapladı.

General Vahidi, İran'ın Suriye'de askeri gücü bulunduğu yaftaları, Suriye krizine taraf olan bazı devletlerin kendi kirli eylemlerini örtbas etmeye yönelik olduğunu vurguladı.

FHA Muhabirinin neden bazı medya organları İran'ı Suriye'ye askeri müdahalede bulunmakla suçladığı sorusuna cevap veren Vahidi, sulta düzeni bizzat dünyanın dört bir yanından teröristleri Suriye'ye sevk ettiğini belirtti.

General Vahidi, işte bu yüzden küresel istikbar bu hareketini örtbas etmek için sürekli İran'ı Suriye'de askeri güç bulundurmakla suçladığını kaydetti.

Suriye ordusunun teröristlerle tek başına müdadele edebilecek güçte olduğunu ve şimdiye kadar da başarılı olduğunu kaydeden General Vahidi, İran Suriye'de sadece büyükelçilik bulundurduğunu ve diğer ülkelerde olduğu gibi burada da yasal bir şekilde faaliyet yürüttüğünü vurguladı.

FHA

 

Türkiye’nin, Sudi Arabistan ve Katar ile birlikte Suriyeli muhaliflere yardım için Adana’da bir üs kurduğu iddia edildi. Ahmet Davutoğlu ise, PKK ve PYD'yi kastederek, "Sınırlarımızda terörist gruplara izin vermeyiz" dedi.

soL haberin Reuters Haber Ajansı’ndan aktardığı habere göre Dohalı bir kaynağa göre Türkiye, Katar ve Sudi Arabistan ile birlikte Esad’ı devirmeye çalışan Suriyeli muhaliflere, askeri yardım ve haberleşme desteğinde bulunmak için Adana’da gizli bir üs kurmuş. Bu üçlü içinde ana koordinatörlüğü ve kolaylaştırıcılığı ise Türkiye yapıyor.

Türkiye memnun

Sudi Arabistan Dışişleri Bakan Yardımcısı Prens Abdülaziz bin Abdullah el Suud Türkiye ziyareti sırasında Adana’da bir üs kurulması için istekte bulunuyor. Haberde, Türkiye’nin faaliyetlerini denetleyebileceği için üssün Adana’da olmasından memnun olduğu ifade ediliyor.

ABD ise bu olayda doğrudan rol almıyor, aracılar üzerinden çalışıyor. Aracılar silahlara ve güzergâhlara erişimi kontrol ediyor.

Haberde, Suriye karşıtı “komuta merkezinin” İncirlik Üssü’nde mi yoksa Adana’da başka bir yerde mi olduğunun bilinmediği belirtiliyor.

“Katar önemli görevler üstleniyor”

Haberde üç hükümetin muhaliflere silah sağladığı, bunların Türkiye, Katar ve Sudi Arabistan olduğu belirtiliyor. Katarlı kaynağın ifade ettiğine göre, Libyalı isyancılara silah temininde önemli bir rol oynamış olan Katar, Adana üssündeki operasyonların yönetilmesinde de anahtar bir rol üstleniyor. Kaynak ayrıca, bu operasyonlara Katar askeri istihbarat ve güvenlik yetkililerinin katıldığını belirtiyor.

“Üs, muhaliflerin nasıl büyük saldırılar gerçekleştirebildiğini açıklıyor”

Haberde, Adana’daki “komuta merkezinin”, organizasyon yeteneğinden yoksun, kötü silahlara sahip bir grup olan muhaliflerin, 18 Temmuz’da Ulusal Güvenlik binasına düzenledikleri saldırılara benzer büyük saldırıları nasıl gerçekleştirdiğini açıklayabileceği belirtiliyor.

Davutoğlu güldürdü: 'Sınırımızda terörist oluşumlara izin vermeyiz'

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Kanal 24'e verdiğği röportajda, "Sınırlarımızda, PKK ya da El Kaide, herhangi bir terörist grubun yerleşmesine izin vermeyiz. Bunun etnisite ile bir ilgisi yok." dedi.

Kimsenin Türkiye'den gerekli olmayan riskler almasını beklememesini söyleyen Davutoğlu, "Ancak sınır güvenliğimizi hedef alan terörist bir yapı varsa, buna müdahale etmek bizim hakkımız ve görevimizdir" dedi.

Erdoğan Suriye’nin içişlerine karışmıyoruz diyor ama…

Erdoğan ve AKP’li yetkililer muhaliflere yardım ettiklerini inkâr etselerde, Türkiye’nin ‘müttefiki’ olan ülkelerden Suriyeli muhaliflere yardım edildiğine dair güçlü iddialar ortaya atılmaya devam ediyor.

Guardian, muhaliflerle silah alış-verişini koordine eden bir komuta merkezinin İstanbul’da kurulduğunu iddia etmişti.

New York Times, "üst düzey ABD'li yetkililer ve Arap istihbarat subaylarına" dayandırdığı haberinde, CIA'nin Türkiye'nin güney illerinde muhaliflere silah temininde bulunduğunu iddia etmişti.

Yine, İngiliz yazar Michael Weiss, Daily Telegraph'da yayınlanan yazısında, muhaliflerin Türkiye istihbaratıyla çok yakın ilişkiler içinde olduğunu, Türkiye’nin muhaliflere İstanbul’da eğitim verdiğini ve TSK’nın Suriye sınırına yakın yerlerde tutulan muhaliflere çok sayıda Kalaşnikov silah verdiğini iddia etmişti.

 

 

New York Times gazetesinden aktaran Antiwar isimli ünlü sitede “Kanıtlar Suriye’nin El Kaide bayrağı altında savaşanlar da dahil olmak üzere Sünni aşırılıkçılar için bir mıknatıs halini aldığını gösteriyor” deniliyor.

Öte yandan ABD İstihbarat Komitesi başkanı Mike Rogers Suriye’deki isyancı grupların dörtte birinin kendilerini El Kaide çatısı altında gördüklerini söylüyor.

El Kaide’nin Suriye’de giderek artan varlığı, teröristlere iletişim araçları, askeri istihbarat ve silah gönderen Washington’u rahatsız etmemişe benziyor.

Washington’un 18 Temmuz’da Şam’da gerçekleşen bombalı eylem karşısındaki sessizliği Moskova’nın şiddetli eleştirisi ile karşılaşmış, Rusya Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov ABD’yi “doğrudan terörizmi meşrulaştırmakla” suçlamıştı.

Amerikalı istihbarat yetkilileri daha önce CIA’nin Suriyeli isyancılara gönderilen yardımın aşırılıkçı unsurların eline geçmesini güvence altına alacak “sözde teftiş sürecini” ifşa etmişlerdi.

Bu süreç, güvenilmez üçüncü taraf kaynakların kullanımına dayanıyor. Söz konusu yetkililer ABD’nin, silah ve para yardımını alan grupların kimlik ve niyetlerinden en azından haberdar olduğunu doğruluyorlar.

medyaşafak

 

İran'ın BM daimi temsilcisi Muhammed Hazai, Bulgaristan'da gerçekleşen terör saldırısı ancak korsan İsrail gibi bir rejim tarafından yapılmış olabileceğini vurguladı.

BM güvenlik konseyinin Ortadoğu oturumunda konuşan Hazai, korsan İsrail'in İran'ı Bulgaristan'da siyonistleri taşıyan otobüse düzenlenen bombalı saldırı konusunda suçlamasını reddetti.

Hazai, tarih, korsan İsrail'in kendi vatandaşlarına yönelik terör eylemleri düzenlediği örnekleri ile dolu olduğunu, İran ise bizzat terör kurbanı olan bir devlet olduğunu vurguladı.

Hazai, bu tür terör eylemleri ancak şom mazisi, siyasi amaçlarına ulaşmak için kendi vatandaşlarına bile terör saldırısı düzenlemekten çekinmeyen korsan İsrail gibi bir rejim tarafından gerçekleşebileceğini ifade etti.

Çarşamba, 25 Temmuz 2012 10:05

Ramazana özel

Cennette Reyyan denilen bir kapi vardir. Oradan sadece oruclular girer. Oruclular girdiler mi artik kapanir kimse oradan giremez.

Oruç tutan namaz kılan kimse mükafatını kıyamette aklı kadar alır

Kim Ramazan orucunu tutar ve ona Şevval ayından altı gün ilave ederse sanki yıl orucu tutmuş olur.

Oruç perdedir. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf söyleyecek veya onunla kavga edecek olursa Ben oruçluyum desin (ona bulaşmasın).

Beş vakit namaz bir cuma namazı diğer cuma namazına bir Ramazan diğer Ramazana hep kefarettirler. Büyük günah irtikab edilmedikçe aralarındaki günahları affettirirler.

Oruçlunun uykusu ibadettir. Susması tesbihtir amelleri misliyle kabul edilir duası makbuldür günahı affedilir.

Ramazan girip çıktığı halde günahları affedilmemiş olan insanın burnu sürtülsün. Anne ve babasına veya bunlardan birine yetişip de onlar sayesinde cennete girmeyen kimsenin de burnu sürtülsün. Ben yanında zikredildigim zaman bana salat okumayan kimsesinin de burnu sürtülsün!

Oruç tutunuz ki sıhhat bulasınız.

islam beş esas üzerine bina edilmiştir: Allah"tan başka ilah olmadığına ve Muhammed"in O"nun kulu ve elçisi olduguna şehadet etmek namaz kılmak oruç tutmak Kabe"ye haccetmek Ramazan orucu tutmak.

Nice oruçlu insan vardır ki orucundan nasibi sadece aç ve susuz kalmasıdır. Ve nice geceleri ibadetle geçiren vardır ki bundan nasibi sadece uykusuz kalmasıdır.

Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa "ben oruçluyum!" desin (ve ona bulaşmasın)

Her iftar vaktinde Allah tarafindan (cehennemden) azad edilen kimseler bulunur. Bu (Ramazanin) her gecesinde olur.

Kim Allah Teala yolunda bir gün oruç tutsa Allah onunla ateş arasına genişliği sema ile arz arasını tutan bir hendek kılar.

Salı, 24 Temmuz 2012 07:31

Oruç ve Sıhhat

İnsanı kemale doğru götüren orucun tıbbî ve sıhhî yararları, sayılmayacak kadar çoktur. Hemen hemen herkes tarafından az veya çok bilinen bu yararları tekrarlamaya ve hepsini açıklamaya gerek olmadığından, biz burada bunların bazılarına özetle değinmekle yetineceğiz.

Mide ve sindirim sistemi, insanın en çok çalışan organlarındandır. Günde normal olarak üç defa yemek yenilerek alınan gıdaların sindirimi, ayrımı, gerekli olanların emilmesi ve gereksiz olanların atılması için sindirim sistemi bütün gün boyunca durmadan çalışır. Oruç, bir yandan bu organların çabuk yıpranmasını engelleyerek onların dinlenip yeni güç kazanmalarını sağlarken, diğer yandan sağlık açısından önemli tehlikelere yol açan birikmiş yağların dışarıya atılmasını ve azalmasını sağlar.

Bazı tembel ve gevşek kimselerin tam imanla olmasa da bari sıhhî yararlarını göz önünde bulundurarak oruç farizasını yerine getirmeleri ve onun çeşitli yararlarından faydalanabilmeleri için nakledilen hadislerde apaçık bir şekilde orucun cismî yararlarına da değinilmiştir.

Bu hususla ilgili olarak Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:

"Oruç tutun ki sağlam ve sıhhatli olasınız."[1]

Yine diğer bir hadiste şöyle buyurmuştur:

"Mide bütün hastalıkların kaynağıdır. Açlık ise, bütün ilaçların başıdır."[2]

Oruçlu kişinin gün boyunca tuttuğu orucu iftardan sonra aşırı yiyerek telafi etmeye çalışmaması durumunda o sıhhî faydaların daha iyi elde edilebileceği açıktır.

Tıp biliminin gelişmesi sonucu bazı uzman doktorlar yemek ve içmekten perhiz edip oruç tutmanın, tedavi için en iyi metot olduğunu tespit etmişlerdir. Bu konuda bir uzman şöyle demektedir: "Oruç aracılığıyla tedavi metodu öylesine mucizeler yaratmaktadır ki bu metodun uygulanması hâlinde pratik ve cerrahi tıp alanında birçok metot değişikliği meydana geleceği kesindir. Çünkü oruç tıp bilimine yepyeni ufuklar açmakta ve hastalıklarla mücadele alanında bu bilime çok etkili bir silah kazandırmaktadır. Bu, çok değişik şekillerde kullanılabilen ve çeşitli hastalıkların tedavisini mümkün kılabilecek bir silah olup çeşitli hastalıklara neden olan birçok şeyle mücadele ve birçok hastalığı iyileştirme alanında olumlu sonuçlar vermiş, istenen amaca ulaştırmıştır."[3]

Orucun tıbbî ve sıhhî yararları üzerine yapılan araştırmalar bu kadarla bitmiyor. Bu konuda daha pek çok ilginç araştırmalar vardır. Bu konuda daha çok bilgi sahibi olmak isteyenler, bu dalda yazılan kitaplara başvurabilirler.

Dar görüşlülerin sanılarının tam tersine sağlıklı kimseler için orucun hiçbir zararı yoktur. Oruç tutamayacak durumdaki hastalar ise, bu emirden muaftırlar. Ayrıca bir hastanın oruç tutması hâlinde hastalığı artacak veya uzun sürecekse, oruç tutmakla günah işlemiş olacağı gibi tuttuğu oruç da Allah katında kabul olmaz. Orucun kendisine zararlı olduğunu bilen birisi oruç tutmamalı, tamamen iyileştikten sonra yediği günler sayısınca kaza etmelidir.

Oruç, sağlığa zararlı olmadığı gibi vücut sağlığı için son derece yararlı bir ibadettir. Kendileri oruç tutmamakla yetinmeyip başkalarının da oruç tutmasını engelleyen ve orucun ülsere yol açtığını sanan bazı mideperestlerin bu iddiaları tamamen geçersiz ve asılsızdır. Bu tür saçma yalanlar, tembel ve midelerinin esiri olan zavallıların tek bahaneleridir. Böyleleri insanoğlunun özelliği olan azim ve iradeden yoksundurlar.

Daha önce de belirttiğimiz gibi, orucun cismî ve sıhhî faydaları inkâr edilemeyecek kadar açıktır. Ancak orucun en önemli yararları onun sadece sağlık üzerindeki etkileri değildir. Ne yazık ki orucun faydaları üzerinde araştırma yapanlardan bazıları sadece onun bu yönüne dikkat çekmişlerdir. Oysa orucun en önemli yararları onun manevî boyutuyla ilgilidir. İnsanın kendisini hata ve kötülüklerden arındırması ve eğitip yetiştirmesi konusunda orucun manevî etkileri, cismî etkileriyle kıyaslanamayacak kadar değerli ve önemlidir.

Kaldı ki, söz konusu tıbbî yararları bile, İslâm dininin asaletini göstermektedir. Çünkü bu fıtrata dayalı semavî kurallar, bundan on dört asır önce yüce Allah'tan başkası tarafından gerçekleşmesi mümkün olmayan bir kapsam ve derin görüşlülükle zamanın cahil Arap ortamında öylesine tesis edilmiştir ki çağımızın medenî tıp bilginleri kendi dallarında bunca ilerlemiş olmalarına rağmen her geçen gün onun bilim ve hikmetinin ancak küçük bir kısmını anlayabilmekte ve keşfetmektedirler.

--------------------------------------------------------------------------------

[1]- Bihar'ul-Envar, c.96, s.255

[2]- Sefinet'ul-Bihar, Tıbb mad.

[3]- Yeni Metot, Oruç. Alexis Sofori

Salı, 24 Temmuz 2012 07:24

Kuran'da Oruç

Mübarek ramazan ayında tutulan oruç hükümleri Bakara suresinde bazı ayetlerde işaret edilirken, diğer bazı surelerin ayetlerinde de orucun çeşitleri belirtilmiştir. Mübarek ramazan ayında tutulan oruçla ilgili hükümler Bakara suresinde bir birine yakın ayetlerde yer almaştır.

Örneğin Bakara suresinin 183. ayetinde şöyle okumaktayız:

Ey iman edenler! Oruç sizden önce gelip geçmiş ümmetlere farz kılındığı gibi size de farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.

Kuran'ı Kerim alimleri ve müfessirlere göre "ey iman edenler" ibaresi ile başlayan ayetler Medine'de nazil olan ve medeni ayetler olarak bilinen ayetlerdir.

Oruç hükmü de cihad ve zekat ödeme hükümleri gibi hicretin ikinci yılında nazil oldu. Bakara suresinin 183. ayetinde en önemli ibaretlerden biri sayılan oruç ibadetinden söz ediliyor.

Yüce Allah müminleri bu hükme teşvik etmek ve onları hükmü benimsemeye hazırlamak için en başta mümin kullarını "ey iman edenler" ibaresi ile onurlandırıyor ve imam Sadık'ın (sa) tabiri ile bu hitapla oruç tutmanın zorluğunu hafifletiyor.

Ayet daha sonra orucun hükmünü beyan ediyor ve yine zorluğunu hafifletmek için oruç tutmanın daha önceki ümmetlere de Fars kılındığını hatırlatıyor. Araştırmalar orucun tüm geçmiş ümmetlerde bir nevi var olduğunu ve hatta putperestler bile taptıkları putlara yakınlaşma düşüncesi ile kendilerince oruç tuttuğunu gösteriyor. Nitekim şimdi de Hindistan'da putperestler özel günlerde oruç tutuyor.

Yahudiler, Hristiyanlar ve dinlerin de kendilerine göre oruçları vardı. Nitekim Tevrat ve İncil'de oruç tutmak takdirle karşılanıyor ve Hz. Musa ve Hz. İsa'nın oruç tuttuğu ifade ediliyor. Kuran'ı Kerim'de de Hz. Meryem'in oruç tutma adağı anlatılıyor ve bu orucun susma orucu olduğu beyan ediliyor. Gerçi Hz. Meryem'in orucu, susma orucuydu ve halkla konuşmaktan imsak etti, lakin bu da bir nevi oruçtur.

Tevrat ve İncil'de ise oruç, yemekten ve içmekten sakınma şeklinde tanımlanıyor. Ayetin sonunda kısa bir ibare ile orucun önemli felsefesi beyan edilirken, bu ibadetin insanda takvayı geliştirdiği ifade ediliyor.

Oruç tutan insan kendini maddi zevklerden mahrum bırakarak aslında bir nevi nefsine musallat olmayı öğreniyor ve bu işi bir ay boyunca yaptığı için takva duygusu büyük ölçüde gelişiyor ve böyle bir insan artık kolay kolay günah işlemeye veya başkalarının hakkına tecavüz etmeye yanaşıyor ve nefsine gem vurabiliyor.

Bakara suresinin 184. ayetinde ise şöyle okumaktayız: Sayılı günlerde olmak üzere (oruç size farz kılındı). Sizden her kim hasta yahut yolcu olursa (tutamadığı günler kadar) diğer günlerde kaza eder. (İhtiyarlık veya şifa umudu kalmamış hastalık gibi devamlı mazereti olup da) oruç tutmaya güçleri yetmeyenlere bir fakir doyumu kadar fidye gerekir.

Bununla beraber kim gönüllü olarak hayır yaparsa, bu kendisi için daha iyidir. Eğer bilirseniz (güçlüğüne rağmen) oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.

Salı, 24 Temmuz 2012 06:45

Oruç Hükümleri

Soru 1: Kızım mükellef olmuştur. Fakat; bünyesi zayıf olduğundan Ramazan ayının orucunu tutamıyor. Gelecek Ramazan ayına kadar da orucunun kazasını yerine getiremeyecektir; bu durumda ne yapması gerekir?

Cevap: Sırf zaaf ve güçsüzlükten dolayı oruç ve kazasından aciz olması orucun kazasının ondan kalkmasına sebep olmaz; tutmadığı Ramazan oruçlarının kazasını yerine getirmesi farzdır.

Soru 2: Yeni bulûğ çağına erdikleri için oruç tutmaları zor olan kızların hükmü nedir? Acaba kızların bulûğ yaşı, dokuz yaşını doldurmaları mıdır?

Cevap: Kızlar için şer'î erginlik yaşı, meşhur kavle göre kameri yıl hesabıyla dokuz yaşını doldurmalarıdır. Dokuz yaşını doldurduktan sonra onlara oruç farz olur; sırf bazı mazeretlerden dolayı oruç tutmayı terk etmeleri caiz değildir. Fakat; gün esnasında oruç zararlı olursa veya oruç tutmaları ağır bir meşakkat ve güçlüğe sebep olursa, bu durumda oruçlarını yemeleri caiz olur.

Soru 3: Ben kesin olarak ne zaman mükellefiyet çağına erdiğimi bilmiyorum. Sizden ricam, oruç ve namazımın kazasının ne zamandan itibaren bana farz olduğunu açıklamanızdır. O dönemde meselenin hükmünü bilmediğim dikkate alınarak; acaba, yediğim oruçların kaffareti de farz olur mu, yoksa sadece kazalarını yerine getirmem yeterli midir?

Cevap: Size farz olan, sadece kesin mükellefiyet çağına erdikten sonra, kaza olduğunu kesin bildiğiniz oruç ve namazlarınızın kazasıdır. Elbette mükellefiyet çağına erdiğinizi kesin olarak bildikten sonra, bilerek yediğiniz oruçların kazası dışında üzerinize keffaret de farz olur.

Soru 4: Kızım dokuz yaşında olduğu için oruç üzerine farzdır. Ancak; oruç tutması çok meşakkatli olduğu için yemiştir. Bu durumda orucun kazası ona farz mıdır?

Cevap: Ramazan ayında yediği orucu kaza etmesi farzdır.

Soru 5: İnsan önemli bir mazereti göz önünde bulundurup orucun kendisine farz olmadığına dair yüzde ellinin üzerinde bir ihtimale dayanarak oruç tutmaz da daha sonra orucun kendisine farz olduğunun farkına varırsa, kaza ve keffaret hususunda vazifesi nedir?

Cevap: Sırf orucun kendisine farz olmadığı ihtimaliyle Ramazan ayının orucunu yemiş olursa, bu durumda; kaza dışında keffaret de farz olur. Eğer kendisine bir zarar ulaşmasından korkarak orucunu yemişse ve korkusu insanların nezdinde makbul olan geçerli bir sebebe dayanırsa, keffaret farz olmaz, ama kazasını tutması farzdır.

Soru 6: Görev bölgesinde seferî olmasından dolayı geçen Ramazan ayının orucunu tutmayan bir asker bu yıl yine görev bölgesinde olduğu için büyük bir ihtimalle orucunu tutamayacaktır. Askerliğini tamamladıktan sonra, bu iki yılın orucunu kaza etmek istediğinde üzerine keffaret de farz olur mu?

Cevap: Ramazan ayının orucu, seferde olması mazeretiyle kaza olur ve bu mazeret sonraki Ramazan ayına kadar devam ederse, bu durumda sadece oruçları kaza etmesi farzdır; keffaret vermesi farz değildir.

Soru 7: Oruçlu kimse cünüp olur ve öğleden önce de bunun farkına varmaz; farkına varınca irtimasî gusül ederse,* orucu batıl olur mu? Guslettikten sonra bunu fark ederse orucun kazası farz olur mu?

Cevap: İrtimasî gusül alması unutkanlık ve gaflet yüzünden olursa gusül ve orucu sahihtir; orucun kazası farz değildir.

Soru 8: Öğleden önce ikamet edeceği yere ulaşmak niyetiyle hareket eden seferî bir şahıs yolda karşılaştığı bir olay yüzünden o vakitte ikamet edeceği yere ulaşamazsa, orucu sakıncalı mıdır? Acaba böyle birisine o günün orucunun keffareti de farz mıdır, yoksa sadece kaza etmesi yeterli midir?

Cevap: Seferde tuttuğu oruç sahih değildir, ikamet edeceği yere ulaşamadığı için o günün orucunu kaza etmesi farzdır. Bu durumda keffaret farz olmaz.

Soru 9: Ramazan ayında uçak iki buçuk-üç saat sürecek uzak bir noktaya gitmek için yüksek bir noktadan uçuş yapmak ister, hostes ve pilot kendi dengelerini iyi korumak için, her yirmi dakikada bir su içmeye ihtiyaç duyarlarsa, bu durumda kaza dışında keffaret de farz olur mu?

Cevap: Oruç zararlı olursa, yemeleri caizdir. O günün orucunu da kaza etmelidirler. Bu durumda keffaret farz olmaz.

Soru 10: Ramazan ayında akşam ezanına iki saat veya daha az bir süre kala, hayız olan kadının orucu batıl olur mu?

Cevap: Evet, orucu batıl olur.

Soru 11: Bedeni ıslanmayacak şekilde özel dalgıç elbisesi ve benzeriyle suya dalan kimsenin orucunun hükmü nedir?

Cevap: Elbise başına yapışmış olursa, orucunun sahih olması sakıncalıdır; ihtiyaten farz olarak orucunu kaza etmelidir.

Soru 12: Ramazan ayında orucunu yiyerek, aç kalma zahmetinden kurtulmak için kasıtlı olarak yolculuk yapmak caiz midir? (Çünkü yolculuk yapınca seferî olur ve dolayısıyla orucunu yemesi farz olur.)

Cevap: Bu yolculuğun sakıncası yoktur. Yolculuğu, orucun zorluğundan kurtulmak için olsa bile orucu yemesi farzdır.

Soru 13: Üzerinde farz oruç olan kimse bu oruçlarını tutmak ister, ancak; bir olay nedeniyle farz oruç tutamazsa, sünnet oruca niyet etmesi sahih midir? Mesela; sünnet oruç tutulması uygun olan bir günde güneş doğduktan sonra yolculuğa çıkıp öğleden sonra hiçbir şey yemeden ve içmeden dönerse, niyet vaktinin geçmesi yüzünden farz oruca niyet edemeyen böyle bir kimse, sünnet oruca niyet edebilir mi?

Cevap: Üzerine Ramazan ayının orucunun kazası farz olursa, farz oruca niyet etmenin zamanı geçse bile, müstehap oruca niyet etmesi sahih değildir.

Soru 14: Ben sigara içmeğe alışkınım. Mübarek Ramazan ayında elimde olmadan (sigara içmediğim için) sinirleniyorum. Bu hâlim ailemi huzursuz ediyor, ben de şahsen bu durumdan rahatsız oluyorum; bu durumda vazifem nedir?

Cevap: Ramazan ayının orucu üzerinize farzdır; oruçluyken sigara içmeniz veya hiçbir haklı sebep yokken diğerlerine sert davranmanız caiz değildir. Sigarayı bırakmanın sinirlenmeyle de bir alakası yoktur.

--------------------------------------------------------------------------------

* - İrtimasî gusül, vücudu temizledikten sonra gusül niyetiyle suya dalmakla yapılan gusle denir.

Bu yazi tebyan sitesinnen alinmıştir

Ramazan Ayı’nda sık sık duyduğumuz ve her zaman anlamını merak ettiğimiz bazı sözcükler vardır. Örneğin Ramazan, Oruç, Yevmi Şek, Kefaret, Fitre… gibi sözcüklerin anlamlarını çoğunlukla bilmemekteyiz. Biz ABNA.İR olarak Ramazan Ayı’nda sık sık duyacağımız bu sözcüklerden dokuz tanesini siz okuyucularımız için seçerek anlamlarını ve kullanıldıkları yerleri ile birlikte sizlere sunuyoruz.

 1. Ramazan

Ramazan, lügat açısından şiddetli sıcaklık ve güneşin taş ve kumlara ışığını yansıtan remeze (رمض) kökünden gelmektedir. Ramazan Ayı, zorluk, susuzluk ve açılığa tahammül ayı olduğundan bu isimle adlandırılmıştır. Bu ay Hicri Kameri aylardan dokuzuncusu ve Kur’an’da adı geçen tek suredir. Ayrıca Ramazan Allah’ın adlarından bir addır. Bundan dolayı İslami rivayetlerde Ramazan adının yalnızca kullanılmaması ve Ay kelimesine tamlanması istenmiştir. Ramazan Ayı, tüm aylardan üstün bir aydır. Zira Tevrat, Zebur, İncil, Suhuf ve Kur’an gibi semavi kitapların tümü bu ayda nazil olmuştur. Kadir Gecesi ve İmam Ali’nin (aleyhi selam) şehadeti bu aydadır. Şayet tüm bu sebeplerden dolayı bu ay oruç tutulması için seçilmiştir.

2. Savm (Oruç)

Savm (Oruç) lügat açısından imsak ve her şeyden kaçınmak anlamındadır. Fıkıh ıstılahı açısından ise “Sabah Ezanından akşam ezanına kadar Allah’ın emrini yerine getirmek kastıyla sekiz şeyden kaçınmak ve terk etmek” anlamına gelmektedir.

Oruç, Yahudi, Hıristiyan ve öteki toplum ve milletlerde de vardı. Onlar her ne zaman üzüntü ve acıyla karşılaştıklarında Allah’ın rıza ve tövbesi için oruç tutar, bununla Allah’ın katında kendi acizliklerini ve tevazularını belirterek günahlarını itiraf ederlerdi. İncil’den anlaşıldığı kadarıyla Hz. İsa (a.s) kırk gün boyunca oruç tutmuş ve sonunda acıkmıştır. Kur’an-ı Kerim, açık bir ifadeyle önceki ümmetlerde orucun ilahi bir farz olduğunu belirtmektedir.

Türkçe’de Arapçadaki savm sözcüğü kullanılmamaktadır. Türkçe’de savm kelimesi yerine Farsçadaki karşılığı olan ruze ((روزه kelimesi kullanılmaktadır. Ruze kelimesi zamanla oruç kelimesine dönüşmüştür…

3. Yevmi Şek Gününün Orucu

İnsan eğer Şaban Ayının son günü mü, yoksa Ramazan Ayı’nın ilk günü mü? diye şüpheye düşerse o güne “yevmi şek” (şek günü) derler. O gün oruç tutmak farz olmadığı gibi, eğer birisi Ramazan Ayı orucu niyeti ile oruç tutarsa haram bir işi yapmış olur. ve eğer birisi o günü oruç tutarak geçirmek istiyorsa ya Şaban Ayı niyeti ile, veya kaza orucu (eğer önceden boynunda kalmışsa) niyeti ile tutmalıdır.

4. Sessizlik (Susma) Orucu

Samt veya susma orucu denilen bu oruçta sekiz şeyden sakınmanın yanı sıra insanın susması da gerekmektedir. Bu oruç Hz. Musa’nın şeriatında İsrail Oğulları arasında uygulanmaktaydı. Hz. Meryem (s.a) bazı maslahatlardan dolayı Allah tarafından bir süreliğine konuşmaktan uzak durması için görevlendirilmişti. Ancak bu emir İslam şeriatında haramlardan sayılmaktadır.

5. Kasr (Seferi) Namazı

Kasr, lügat açısından tamamın karşısında kısa ve eksik anlamında kullanılmaktadır. Fıkıh ıstılahında ise namazı kırık, yani eksik olarak kılmak anlamındadır. Nisa Suresi, 101. Ayette buna işaret edilmiş, İslami rivayetlerde ise bundan yolcuların kaçınmalarının caiz olmadığı semavi bir armağan ve ilahi bir indirim olarak bahsedilmiştir. Yolculuk, bedensel açıdan genellikle yorgunluk ve halsizliğe sebep olmaktadır. Bundan dolayı Allah, yolcuların durumlarını gözetmek ve onlara olan lütfünden dört rekâtlık namazları iki rekâta dönüştürmüştür. Bu kasr (seferi) namazının hikmetlerinden sadece biridir. Seferi namazının kendisine has bazı şartları vardır, bunun için risalelere başvurulmalıdır.

6. Cahil-i Kasr ve Mukassir

“Cahil-i Kasr” ve “Cahil-i Mukassir” iki fıkıh ıstılahıdırlar. Cahil-i Kasır, ilim öğrenmekte bir şeyden kaçınmamış, ancak gerekli ilimi elde edememiştir, yani Allah’ın hükümlerini öğrenebilecek koşulların olmadığı bir durumda yaşamaktadır. Veya kendisini cahil olarak görmemekte ve amellerinin batıl olduğuna dair bir ihtimal vermemektedir. Cahil-i Mukassir: yani ilim öğrenmekte kusur işlemiş ve öğrenmemiştir, yani İslami ilimleri ve hükümleri öğrenme ve anlama imkanı olmasına rağmen, onları öğrenmemiştir. Cahil-i Kasır, bazı yerlerde ilahi ceza ve azaba çarptırılmayacaktır, ancak Cahil-i Mukassir ilahi ceza ve azaba çarptırılmaya müstahaktır.

7. Keffare (Kefaret)

Kaffare, Küfür maddesinden örtmek ve saklamak anlamına gelmektedir. Dini ıstılah açsından ise işlediği günah ve hatadan dolayı sadaka vermek, kurban kesmek, şer’i bir ameli yerine getirmek gibi şeyleri yerine getirmeye denir. Bu işi yapmak günahın eserini ortadan kaldırdığı için onu insandan örtmektedir. Bundan dolayı ona keffare (kefaret) denmektedir. Kafir insana da Allah, Kıyamet, Nübüvvet… gibi hakikatleri inkar ettiği ve onu saklayıp örttüğünden dolayı kafir demektedirler. Kefaret, tüm şeriat ve dinlerde şer’i amellerin cezalarının yansımalaırndan korunmak, gayri ahlaki, sosyal ilkelerden sakınmak için yapılmaktadır. Bu ceza ve eserlerin en önemlisi ilahi gazabı sakinleştirmek ve Onun rızalığını kazanmaktır. Kefaret birkaç çeşittir: “muayyen, muhayyer, mürettep, mürettep ve muhayyer ve toplu kefarettir” bunların her birinin açıklaması kendi yerinde beyan edilmiştir.

8. Toplu Kefaret

Toplu Kefaret, kefaret çeşitlerinden biri sayılmaktadır. Anlamına gelince; bir köle azat etmek, iki ay oruç tutmak ve altmış fakire yemek vermektir. Boynuna toplu, kefaret gelen kişi bunların hepsini tek tek yerine getirmek zorundadır. Toplu kefaret iki yerde insanın boynuna gelebilir; birincisi insan orucunu haram bir şeyle batıl ederse (örneğin; zina eder, şarap içer, istimna ederse…) ikincisi ise günahsız yere ve bilerek Müslüman birisini öldürürse. (böyle birinin öteki cezaları yerindedir.)

9. Fitre

Fitre, sözlükte birkaç anlama gelmektedir. Bunlardan en önemlileri yaratılış ve İslam’dır. Istılah açısından ise her Müslüman'ın kendisi ve yemek verdiği kişinin zekatını müstahak olan kişilere vermesidir. Fitre Zekatı’nın verilme zamanı ise Ramazan Ayı’nın son günü güneşin batışından, Fıtır Bayram’ının öğlen saatine kadardır. Bu tür mali hakların verilmesi cisim (yaratılış) ve ruhun salim ve sıhhatine sebep olduğundan ona bedenin zekatı veya fitre demektedirler. Neden İslam anlamında da kullandıklarına gelince fitre zekatı, İslam’ın gereklerindendir; bundan dolayı eğer kafir birisi fıtır bayramı akşamı güneş batımından önce Müslüman olursa ondan bu teklif düşmez, onu yerine getirmek zorundadır. Zekat iki kısımdır: Malın zekatı ve fitre zekatı. Malın zekatı dokuz yerdedir bunlar: Buğday, arpa, hurma, kişmiş, altın, gümüş, deve, inek ve koyundur. Fitre Zekatı, her bir kişi için halkın genelinin yiyeceğinden üç kilo kadarıdır. Yani halkın çoğunluğu genel olarak ne yiyorsa o yenilen şeyden üç kilo kadar bir kişinin fitre zekatı olarak sayılmaktadır. Bunlar da genellikle buğday, arpa, hurma, ekmek, kişmiş, pirinç, mısır ve bunun gibi şeylerdir.

Fitre Zekatı, Sünni ve Şia’nın ittifakıyla farzdır ve dini literatürde onun için bir çok hikmet ve faydadan bahsedilmiştir. Bunlardan bazıları; orucun tekmil ve kabul olması, cisim ve bedenin sıhhat ve selametini garantiye almak, ruhu kötü ve çirkin ahlaktan temizlemek, insanın ölümden korunması ve malın zekatının tekmil edilmesidir.