
کارگر
El Ezher Şeyhinden Şia Sorusuna Cevap
El-Ezher Üniversitesi Rektörü Şeyh Ahmet El Tayyib, Nil Tv ile gerçekleşen röportajında muhabir'in yönlendirme ve kasıtlı sorularına rağmen doğru ve itidalli cevaplar vererek muhabiri şaşkına çevirdi.
El-Ezher Üniversitesi Rektörü "Nil" kanalı ile röportajında a Şia ve Ehli Sünnet Mezhepleri hakkında görüşlerini dile getirdi:
Muhabir: Sizce Şia mezhebi'nin inançlarında herhangi bir sıkıntı yok mudur?
Şeyh: Hayır, ne sakıncası olabilir, Şeyh Şaltut, 50 yıl önce "Şia'nın İslam'ın beşinci mezhebi ve diğer mezhepler gibidir." demişti.
Muhabir: Evlatlarımız, Şia mezhebine yöneliyorlar, bizim ne yapmamız gerekiyor, nasıl önlemler almalıyız?
Şeyh: Olsunlar, biz bir şahıs, Hanefi mezhebinden Maliki mezhebine geçtiğinde onu eleştiriyor muyuz? İşte onlar da dördüncü mezhepten beşinci bir mezhebe geçmişlerdir?
Muhabir: Şialar bizimle yakınlaşmakta ve akraba olmaktadırlar. Çocuklarımızla evleniyorlar.
Şeyh: Ne sakıncası olabilir ki? Mezhepler arasında evlilik serbesttir.
Muhabir: Şia'ların Kur'an'ının, bizim Kur'anımızdan farklı olduğu söyleniyor?
Şeyh: Bu sözler hurafe ve mesnetsizdir. Şia'ların Kur'an'ı ile bizimki arasında hiçbir fark olmadığı gibi, hat ve yazım farklılığı da yoktur.
Muhabir: (Arabistan'da) 23 din alimi, Şia'nın kafir ve rafizi olduğuna dair fetva vermişlerdir.
Şeyh: Dünya Müslümanları için Mısır El-Ezher Üniversitesi fetva verme yetkisine sahiptir ve onların vermiş olduğu fetvanın bir geçerliliği yoktur.
Muhabir: Peki Şia ve Sünniler arasındaki ihtilaflar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şeyh: Söz konusu ihtilaflar, dış siyasete bağlı ve Şia ve Sünni arasında ihtilaf çıkarmak istediklerinden ötürü kaynaklanmaktadır.
Muhabir: Size çok ciddi bir sorum var. Ebubekir ve Ömer'i kabul etmeyen Şiaların nasıl Müslüman olduğunu söyleyebilirsiniz?
Şeyh: Evet kabul etmiyorlar; ama Ebubekir ve Ömer'in hilafetlerini kabul etmek, İslam dininin şartlarından mıdır? Ebubekir ve Ömer'in hikayesi tarihi bir hikayedir ve inanç esasları tarih hikayeleri ile oluşmaz.
Muhabir: Şialar İmanlarının 1000 yıldan fazla süredir yaşadığına inanıyorlar.
Şeyh: Evet mümkündür, neden olmasın? Ama biz onlar gibi düşünmek zorunda değiliz.
Muhabir: Acaba 8 yaşındaki bir çocuğun imam olması mümkündür? Şialar 8 yaşında bir çocuğun imam olduğuna inanıyorlar.
Şeyh: Beşikteki bir bebeğin Peygamber olması mümkünse; 8 yaşındaki bir çocuğun İmam olması şaşırtıcı değildir. Biz, onların bu inancını kabul etmesek de, böyle bir inanç onların Müslümanlığına herhangi bir halel getirmez, onlar Müslümandırlar.
Mısır El-Ezher Üniversitesi, Ehl-i Sünnet dünyasında önemli bir fetva makamı ve en etkili dini otoritedir.
hurseda
Hadislerde Güzel Ahlâk
Hadislerde Güzel Ahlâk
1- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır
"Gerçekten ben, ahlâkî güzellikleri tamamlamak için gönderildim."
(Müstedrekü'l-Vesail, c.11, s.187)
2- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Size mümini haber vereyim mi? Mümin, müminlerin nefisleri ve malları hususunda kendisinden âmânda oldukları kimsedir. Size Müslümanın kim olduğunu haber vereyim mi? Müslüman, Müslümanların elinden ve dilinden âmânda oldukları kimsedir. Muhacir ise kötülükleri kenara itip Allah'ın haramlarını terk eden kimsedir. Müminin mümine zulüm etmesi, onu yardımsız bırakması, gıybetini etmesi veya onu kendinden uzaklaştırması/kovması haramdır."
(el-Kâfi, c.2, s.235)
3- Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
"Müminin şerefi gece (ibadet için) kıyam etmesidir. Müminin izzeti ise insanlardan müstağni ve ihtiyaçsız olmasıdır."
(Biharu'l-Envar, c.77, s.20)
4- Emirü'l-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
Adamın birisi Resulullah'ın (s.a.a) yanına gelerek şöyle dedi:
"Bana, (yaptığım takdirde) Allah ve kullarının beni seveceği, Allah'ın malımı çoğaltacağı, bedenimi salim / sağlıklı kılacağı, ömrümü uzatacağı ve beni seninle haşr edeceği bir ameli öğret."
Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurdu:
"Bu dediğin amelin altı hasleti vardır ki bu altı haslet de diğer altı haslete muhtaçtır: Allah'ın seni sevmesini istiyorsan ondan kork ve sakın, insanların seni sevmesini istiyorsan, onlara iyilik et ve ellerinde olan şeyleri kendilerine ver (onlardan alma). Allah'ın malını çoğaltmasını istiyorsan zekât ver, Allah'ın bedenini sağlıklı kılmasını istiyorsan çok sadaka ver, Allah'ın ömrünü uzatmasını istiyorsan, sıla-i rahimde bulun. Allah'ın seni benimle haşr etmesini istiyorsan Vahit ve Kahhar olan Allah karşısında uzun secdelerde bulun."
(Sefinetu'l-Bihar, c.1, s.599)
5- Emirü'l-Müminin İmam Ali (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol; onun ne binilecek sırtı, ne de sağılacak memesi vardır."
(Nehcü'l-Belâğa, Hikmetli Sözler, 1)
6- Hz. Hasan (a.s), annesi Fatıma'yı (a.s) sürekli komşuları ve diğerleri hakkında dua ederken gördüğünde, "Anneciğim, neden kendine dua etmiyorsun?" diye sordu.
Bunun üzerine Hz. Fatıma (a.s) şöyle buyurdu:
"Önce komşu, sonra ev"
(Keşfu'l-Gumme, c.2, s.25 ve Biharu'l-Envar, c.77, s.20)
5- İmam Ali b. Hüseyin'e, "Nasıl sabahladın, Ey Resulullah'ın oğlu?" diye sorulunca şöyle buyurdu:
"Benden şu yedi sıfat talep edilir bir hâlde sabahladım: Allah-u Teâlâ benden farzları talep etti, Hz. Peygamber (s.a.a) sünnetini talep etti, ailem rızk ve yiyecek talep etti, nefsim şehveti talep etti, şeytan günahları talep etti, amellerin koruyucusu olan iki melek amelin doğruluğunu talep etti, ölüm meleği ruhu talep etti, kabir bedenimi talep etti ve ben, benden istenilen bu yedi sıfat arasında kalmış bir hâlde sabahladım."
(Biharu'l-Envar, c.76, s.15)
6- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur:
"Şüphesiz ki her şey müminden korkar, zira mümin Allah'ın dininde aziz ve güçlüdür. Aynı zamanda mümin hiç bir şeyden korkmaz. Bu her müminin göstergesidir."
(Biharu'l-Envar, c.67, s.305)
7- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Değiştirmeye gücü yetmediği hâlde Allah'a is-yan edilen bir toplantıya katılması mümine yakışmaz."
(el-Kâfi, c.2, s.374)
8- İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü olunca insanların bir kısmı kalkıp cennetin kapısına gelir ve kapıyı çalmaya başlarlar. Onlara, "Siz kimsiniz” denir. Onlar, "Biz sabır ehliyiz" derler. Kendilerine, "Neye sabrettiniz?" diye sorulur. Onlar, "Biz Allah'a itaat ve isyan hususunda sabrettik." derler.
Allah azze ve celle şöyle der: "Doğru söylüyorlar, onları cennete koyun." Bu da Allah azze ve celle'nin şu sözünün işaret buyurduğu şeydir: "Sabredenlere ecirleri, hesapsız olarak ödenir."
(el-Kâfi, c.2, s.75)
9- Haris b. Dilhas, İmam Rıza'nın (a.s) şöyle buyurduğunu nakletmektedir:
"Mümin şu üç sıfata sahip olmadıkça asla mümin olamaz: Rabbinden bir sünnet, Hz. Peygamber'den bir sünnet ve imamından bir sünnet üze-re... Rabbinden bir sünneti, Allah'ın sırlarını gizlemesidir. Nitekim Allah-u Teâla şöyle buyurmuştur:
"Görülmeyeni bilen Allah, görülmeyene kimseyi muttali kılmaz. Ancak Peygamberlerden, bildirmek istediği bunun dışındadır." [Cin, 26- 27]
Hz. Peygamber'inden bir sünneti insanlarla iyi geçinmektir. Şüphesiz Allah azze ve celle Hz. Peygamberine insanlar ile iyi geçinmeyi emretmiş ve şöyle buyurmuştur: Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, bilgisizlere aldırış etme." [Maide, 199]
İmam ve velisinden bir sünnet ise fakirlik ve hastalık durumlarında sabretmesidir. Nitekim Allah-u Teala şöyle buyurmuştur: "Lakin iyilik...zorda, darda ve savaş alanında sabredenlerdir." [Bakara, 177]
(Uyun-u Ahbari'r-Rıza, c.1, s.256)
10- İmam Cevad (a.s) şöyle buyurmuştur:
"Mümin insan şu üç haslete muhtaçtır: Allah'tan bir başarı, kendinden bir öğütçü ve kendisine nasihat edenlerin nasihatini kabul etmek."
(Munteha'l-Amal, c.2 s.554)
Şehid Kasım Süleymani’nin Filistin’deki Etkin Rolü: Direnişten Özgürlüğe
Tümgeneral Kasım Süleymani Şubat 1998’de Ayetullah Hamaney tarafından, ortak düşmanla savaşan direniş gruplarına destek sunan ve bölge dışı operasyonlarla görevlendirilen Kudüs Gücü’nün komutanı olarak atandı. Bu teşkilat, başta Siyonist rejim ve IŞİD olmak üzere ABD’nin bölgedeki emperyalist araçlarını boşa çıkarmaya odaklandı.
Süleymani, hayatının son yıllarında daha çok tanındı ve Filistin direnişini güçlendirmek için perde arkasında gösterdiği büyük çabalar, ömrünün son yirmi yılının büyük bir bölümünü oluşturdu.
Direniş gruplarını koordine etmek
"Mezhepler ve ideolojiler arasında ayrım yapmadı, sadece işgale karşı savaşmak isteyenlerle teslimiyetçi gruplar arasında fark gözetti." (Ebu Ahmed Fuad - FHKC Genel Sekreter Yardımcısı)
Süleymani, Filistin ve Lübnan direniş dosyalarını hızla açarak Hamas, Filistin İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC)-Genel Komutanlık, FHKC ve Halk Direniş Komiteleri ile Kudüs Gücü arasında koordinasyon sağladı ve tüm bu fraksiyonları ayrı ayrı değil işbirliği içerisinde hareket edecekleri bir stratejiye yöneltti.
“Onun seçkin biri olduğunu hissediyorduk; olayları doğrudan ve sürekli takip ediyor, Direnişin sorunlarını, gündem ve ihtiyaçlarını soruyor ve çeşitli senaryolar ortaya koyuyordu.” (Ziyad Nakhalah – İslami Cihad Lideri)
1999'da Süleymani, Şeyh Ahmed Yasin'in (Hamas'ın kurucusu), bir sonraki aşamanın kilit kilometre taşlarının çizildiği İran ziyaretini ayarladı. Süleymani'nin odak noktası Direniş’in kapasitesinin nasıl güçlendirileceği ve kurtuluş aşamasına nasıl geçileceğiydi.
O yıl, "İsrail'in" Lübnan'dan çekilme niyeti kamuoyuna sızdırıldı. Ana tartışma, “İsrail'in” geri çekilmesinin etkisinin Filistin'e nasıl aktarılabileceğine odaklandı.
İkinci İntifada
'İran intifada sırasında tüm gücüyle ahlaki, parasal, saha ve güvenlik desteği verdi' – (Ebu Yaser Shashnyeh – Halk Direniş Komiteleri lideri)
Eylül 2000'de Ariel Şaron, Mescid-i Aksa'yı bastı ve bu da geniş çaplı protestolara yol açtı. Süleymani ve fraksiyonların beklediği an buydu. İntifadayı geliştirmek ve teoriyi somut eyleme dönüştürmek amacıyla Kudüs Gücü’yle Filistinli ve Lübnanlı gruplar arasında, Süleymani'nin öncülüğünde bir çalışma komitesi kurulmasına karar verildi.
“İlk günden itibaren, bu intifadanın işgale karşı stratejik bir proje olarak nasıl kullanılacağına odaklanan toplantılar yapıldı. Süleymani'nin her zaman katıldığı ve fikirleri dinlediği haftalık toplantılar düzenlendi. Kendisinin geliştirip ileriye taşımadığı hiçbir fikir ortaya atılmadı.” (Üsame Hamdan – Lübnan'daki en üst düzey Hamas temsilcisi)
Süleymani, silahların Gazze'ye taşınması için çok çalıştı ve bunun için birçok yol kullanıldı. Direniş savaşçılarına bomba yapımının yanı sıra bireysel silah ve patlayıcıların nasıl kullanılacağını öğreten sayısız video üretildi.
"Hiçbir Filistinli fraksiyon, Hac Kasım’ın Direniş için sağladığı silah sevkiyatında kusur görmedi." (Üsame Hamdan – Hamas'ın Lübnan temsilcisi)
Oslo Anlaşmaları yüzünden İran ve Yaser Arafat arasında doğan derin anlaşmazlığa rağmen, Arafat’ın isteği üzerine İran yapımı 45 ton silah Karine A adlı bir gemiyle gönderildi ve bunlar daha sonra “İsrail” tarafından ele geçirildi.
“İran, Batı Şeria ve Gazze'ye silah dolu 20 gemi gönderdi. Çoğu insanın bu gemilerden haberi yok.” - (Talal Naci – FHKC-Genel Komutanlık lideri)
2004 yılında Şeyh Ahmed Yasin öldürüldü. Aynı gün Şam'daki Hamas karargâhına taziye ziyaretleri yapıldı. Birkaç saat sonra Süleymani geldi ve Ayetullah Hamaney'den, içinde “Bu şehadet hepimiz için bir kayıp ve hepimiz için bir onurdur” diye yazan bir mektup getirdi. Süleymani, Yasin’in 1998'deki Tahran ziyareti sonrasından 2004’teki suikasta kadar Direnişin rolü, eylemliliği ve etkisindeki büyük gelişimi vurguladı. Aynı yıl, Yaser Arafat da bir İsrail istihbarat operasyonu ile zehirlenecekti.
Siyonist rejim içerisinde intifadayı nasıl bitirecekleri tartışılmayı başlandı. 25 Ağustos 2005'te Gazze özgürleştirildi ve “İsrail” tek taraflı olarak çekildi. O zamana kadar Direnişin kapasitesi güçlendirildiğinden yüzlerce “İsrail” askeri öldürülmüştü. İşgalciler Gazze Şeridi’nden kaçtılar. “İsrail” Gazze yükünden kurtulduğunu düşünüyordu, ancak geri çekilmesinin Direnişin sahadaki koordinasyonunu ve kapasitesini nasıl geliştireceğini öngörememişti
Lübnan Savaşı
Süleymani'nin Lübnan'daki 33 günlük savaş sırasında Filistin dosyası dışında bir önceliği yoktu. Savaşın Gazze'ye de sıçrayacağını tahmin etti. Bu nedenle Lübnan'daki İslami Direniş'ten Filistinli gruplara sahip oldukları her şeyi, hatta Temmuz Savaşı’nda kullanılmayan bazı silahları vermelerini istedi. Savaşçıların çatışmayı yönetirken uyguladıkları taktik planlama sürecinin komutan ve manga seviyelerindeki eğitiminden başlayarak, Lübnan'ın 20 yıllık deneyiminin tamamı Filistin’e aktarıldı.
Aynı şekilde esirler de bir öncelik olarak kabul edildiler; bu nedenle Direniş, Filistinli tutsakları serbest bırakmak için işgal askerlerini yakalamaya başladı. Çoğu operasyon başarılı olmadı; ancak, Gilad Shalit Haziran 2006'da ele geçirildi ve bir mahkûm değişimi anlaşmasının parçası olarak beş yıl boyunca esir tutuldu.
Dökme Kurşun Operasyonu
Aralık 2008'in sonlarında Direniş grupları, Gazze'ye yönelik İsrail saldırganlığıyla Şam’daki garnizonlarında yüzleştiler. Süleymani burada 22 günün tamamını, Gazze'nin ayrıntılı bir haritasıyla stratejiler oluşturarak, sahadaki gerçekleri inceleyerek geçirdi.
“İsrail” saldırısının amacı, Gazze direnişinin kapasitesini yok etmek, devrik Filistin Yönetimini yeniden iktidara getirmek ve hapsedilen “İsrail” askeri Şalit'i kurtararak kuzeydeki yasadışı yerleşimlerini korumaktı. “İsrail” saldırganlığı bu hedeflerin hiçbirine ulaşamadan sona erdi.
Bu savaş, 2000 yılında gelişmeye başlayan, 2005 yılında Gazze'nin özgürleştirilmesiyle güçlenen ve “zayıf” Gazze Şeridi’ni “İsrail'in” en büyük hedeflerinden birine dönüştüren Direnişin yeteneklerini deneme fırsatı sundu.
Süleymani, 2009 yılında prestijli Rus Kornet tanksavar füzelerinin Gazze'ye girmesine izin verdi.
“Siyonist düşman, tankları yok edildiğinde çok şaşırdı. Gurur duydukları bir tankları var, Merkava. Bu tanklar 2009'da imha edildiler ve bu başarı, General Süleymani'nin damgasını taşıyordu.” (FHKC-Genel Komutanlık lideri Talal Naji)
Süleymani sadece silah transfer etmekle kalmadı, onun gözetiminde Gazze'nin roketler de dâhil olmak üzere kendi silahlarını üretme kabiliyetini geliştirmesine karar verildi. Ayrıca Filistin Direnişi ile askeri tecrübesini paylaştı ve örgütlere daha önce başka bir yerden elde edemedikleri taktikleri öğreterek, onlara kendi silahlarını üretmek için gerekli altyapıyı inşa eden yolları açtı.
“Tüm güvenlik uzmanları, işgal altında roket üretme fikrini anlaşılmaz olarak değerlendiriyordu. Haritadaki pek çok ülke mermi bile üretemezken biz roket yapmayı mı düşünüyoruz?” (Üsame Hamdan – Hamas'ın Lübnan temsilcisi)
“Arap Baharı”
Süleymani, “Arap Baharı” sonrasında 2011’de Filistinli gruplarla bir araya geldi ve 2011'de, Amerika ve “İsrail”in Direniş Cephesini hedef almak için kaos yaratmak istediğini açıkladı. Onların söyleyeceklerine karşı da çok açıktı.
Süleymani, “Sadece Filistin'e odaklanın ve Suriye'de yaşananların sizi olumsuz etkilemesine izin vermeyin” dedi. Ve hiçbir zaman Hamas'tan Suriye konusunda bir duruş talep etmedi. (Üsame Hamdan – Hamas Lübnan temsilcisi)
2013'te Mısır'da Mursi darbesi gerçekleştiğinde, iki Filistinliden oluşan bir heyet Süleymani'yi ziyaret etti ve ortaya çıkan olayların Filistin Direnişi için ne anlama geldiğini anlattı.
Süleymani'nin “Biz size zamanında şöyle şöyle dedik ve haklı çıktık” demesini beklerdiniz ama Süleymani'nin sergilediği ahlaki tavır çok yüksekti. Hamas'ın bu konudaki tutumuna dair bir sonuç bile çıkarmadı ve sadece Ayetullah Hamaney'in tutumunu açıklamakla yetindi. (Üsama Hamdan – Hamas'ın Lübnan temsilcisi)
“Koruyucu Hat Operasyonu”
Süleymani, silahları etkili bir şekilde taşıyabilecek tünel ağlarının gelişimini koordine etti ve denetledi. Bu silahların Gazze’ye sokulmasına yardım etmeleri için birkaç ülkeye doğrudan başvurdu. İsrail’in 2012’de bu nedenle bombaladığı Sudan (Hartum’daki askeri kompleks) bunlar arasında yer alıyordu. Bu silahlar yüzlerce kilometre yol kat ettiler ve Süleymani, Gazze Şeridi sınırına ulaşana kadar tüm süreci denetliyordu. Bir füze 20.000 dolara mal olurken böyle yüzlerce füze ihraç edildi.
“İsrail” tünelleri ve Direniş’in silahlarını yok etmek için 2014 yılında Gazze'ye savaş açtı. Süleymani, roketlerin hassasiyetini, menzil ve etkisini artırmaya odaklanmıştı. Bir misilleme olarak direniş, ilk kez "Tel Aviv"in kalbini vurdu. Mısır'da gerçekleşen dolaylı müzakerelerde, "İsrail"in taleplerinden biri Hamas'ın tünelleri kullanmayı bırakmasıydı, ancak bunu yapmadılar. Bu durum işgalci rejime verdikleri zararın büyüklüğünü gösteriyordu.
Savaştan sonra Süleymani, Direnişin altyapısını “en kısa zamanda yeniden inşa etmek için çalıştı ve bir yıldan daha kısa bir sürede, öncekinden daha iyi hale geldi”. (Üsama Hamdan – Hamas'ın Lübnan temsilcisi)
*Almayadeen’den Batool Subeiti’nin ‘Süleymani’nin Filistin’deki etkin rolü: Direnişten özgürlüğe’ başlıklı yazısı
Medya Şafak
“ Zekât ve Humus” ile Sigorta
Allah’ın adıyla...
Sigorta hayatımızın hemen hemen her alanında mevcuttur. Başta Sağlık sigortası olmak üzere araba, ev, ev eşyaları, hatta aldığımız televizyon, çamaşır makinesi, buzdolabı vs. gibi eşyaların garantilerini uzatmak için de ekstra sigorta yaptırmak mümkündür.
Tabi sigortanın çeşitleri vardır. Mesela bir arabayı standart sigorta yaptırabileceğiniz gibi orta dereceli veya full kasko da yaptırabilirsiniz. Tabi bunların hepsinin ayrı ayrı ödemeniz gereken pirimleri vardır.
Madde aleminde çoğu zaman hayatımızı kolaylaştıran, zor durumda bizlere destek olan bu sigorta işlemi elbette gereklidir. Hangi durumlarda ve ölçüsü ne olmalıdır, bunlar kişiye ve yaptıracağınız şeye göre değişir.
Beş-on yıllık ömrü olan arabanın, televizyonun, bilgisayarın vs. bozulduğunda veya çalındığında yerine yenisini alma veya tamir etme için her ay öncesinden sigorta pirimini kuzu kuzu ödüyoruz.
Aksi taktirde kaza anında çalıntı vs. durumlarda sigorta şirketleri geri ödeme yapmıyor. Bunu hepimiz biliyoruz ve ona göre de her ay düzenli olarak ödüyoruz.
Peki sonsuzluk aleminde ahiretimizin sigortasını, hatta yaptığımız ibadetlerin kabul noktasında sigorta yaptırmamız gerekmez mi?
Ahiret sigortasını nasıl ve ne şekilde yapmalıyız?
Tabi hemen aklımıza gelen namaz, oruç, hac ve genel manada ibadetlerdir. Bunlar elbette olması gerekenlerden bazılarıdır.
Hadisi şerifte buyrulur ki; “sadaka ömrü uzatır, belayı defeder,” yani belalardan korur. Bu şekilde bu gibi ameller ile hem hayatımızı, hem de ahiretimizi sigortalı yapmış oluruz. Buna benzer bircok ameller vardır ki, bunlar gönüllü yapılmış sigortalardır. İnfak etmek, fakirin yoksulun elinden tutmak, silayi rahim etmek gibi gönüllü ve daha kapsamlı sigortalara örnek olarak verebiliriz. Bu gönüllü sigortalar insanın imkanları, imani ve takvası ile alakalıdır.
Bir de mecburi sigortalar vardır. Tıpkı sağlık sigortası veya araba sigortası gibi aynı şekilde İslam dininde de mecburi sigortalar mevcuttur. Zekât ve humus gibi, ‘’Zekat ve Humus’’ hattı zatında namaz gibi, oruç gibi “furu-i din” dendir.
Kur’an-ı kerim’de namazdan sonra çoğu kez hemen zekat zikredilmiştir.
Hac suresi 78’de şöyle buyrulur: .... Artık dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Allah'a sarılın, sizin Mevlanız O'dur. ….
Yine Neml suresi 3.ayeti kerimede : Ki onlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve onlar, ahirete kesin bilgiyle iman ederler.
Buna benzer onlarca ayeti kerimeyi örnek verebiliriz.
Yani namazı kılmak bize nasıl farz ise malımızın zekatını veya humusunu vermekte o kadar farzdır. Hatta dosdoğru namaz kılmak zekat vermekle ilintili olacağı vurgulanmaktadır.
Yerine getirmeme gibi bir lüksümüz yoktur. Ama çoğu zaman toplumun büyük çoğunluğu namaz ehli, oruç ehli hatta hac ehli olmasına rağmen zekat ve humus konusunda maalesef gevşek davranabiliyor.
Yani insan namaz kılar, oruç tutar, hacca gider ve birçok farz amelleri yerine getirir ama malının zekâtını veya humusunu vermezse bu ibadetlerini sigortalı yaptırmış sayılmaz.
Örneğin; insan namazı, zekatı veya humusu verilmemiş bir elbise ile kılsa, zekatı verilmemiş para ile aldığı bir halının üstünde kılsa, namaz kabul olmaz. Zira zekat fakirlerin hakkıdır ki verilmediği taktirde fakir fukaranın hakkını gasp etmiş oluruz. Ve humus sigortası yaptırmamış ve pirimlerini ödememiş oluruz. Yani yaptığımız ibadetleri bir de ayrıca sigorta yaptırmak durumundayız.
Yani yukarıdaki ayeti kerimelerde vurgulandığı gibi “dosdoğru namazın sigortası zekat vermektir.” Aynı şekilde Hacca humusu verilmemiş para ile gitse bu Hac sadece sıfat değiştirmek için gidilen hacclardan sayılır.
Bakara suresi, 110. Ayeti kerimede şöyle buyrulur;
Namazı dosdoğru kılın, zekatı verin; önceden kendiniz için hayır olarak neyi takdim ederseniz, onu Allah katında bulacaksınız. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızı görendir.
Yani Allah yolunda neyi verirseniz onun karşılığını bulacaksınız, Allah-u Teala ile yaptığınız sigorta anlaşmasının pirimlerini gereği gibi ödediğiniz taktirde karşılığını kat kat alacaksınız.
Yine Bakara suresi, 277.de İman edip güzel amellerde bulunanlar, namazı dosdoğru kılanlar ve zekatı verenler; şüphesiz onların ecirleri Rablerinin katındadır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır.
Yine tabiri caizse, yapılan sigorta anlaşması üzere hareket edildiğinde zor durumlarda müminlerin korkmalarına gerek yoktur.
Ayrıca humusu ve zekatı vererek toplumun sosyal düzeninin sağlanmasına da bir katıda bulunmuş oluruz ki zekat ve humus gerçekten verildiğinde toplumda fakirlik ve yoksulluğu ortadan kaldırmış oluruz.
Yoksul olmayan bir toplumda malınızda genel manada güvende olur; hırsızlık, gasp vs gibi toplumun asayiş ve düzenini bozucu durumlar ortadan kalkar, zira çoğu zaman hırsızlık, gasp gibi durumlar fakirlikten ileri gelir.
Gerçi toplumda bu işi meslek haline geitirenler de mevcuttur. Bunu bir meslek haline getirenler organizeli bir örgüt kurup yapanlar da yine fakir ve yoksul insanların bu zaafından faydalanmakta ve kötü amelleri için kullanmaktalar. Varlıklı insan bu gibi kriminel olaylarda kendini elbette kullandırmaz.
Zira imam Ali(as) şöyle buyuruyor;
Fakirlik bir kapıdan girince, din öbür kapıdan çıkar.” (!)
Yoksul durumdaki ihtiyaç sahiplerinin iman eksikliği gözönünde bulundurulduğunda kriminal örgütlerin bunları kullanmaları daha kolay olur.
Yine meyve yetiştiriciliğinde kaliteli ve bol ürün alabilmek için toprak işleme, sulama, gübreleme gibi tedbirlerin yanında her yıl budamanın da yapılması zorunludur. Ağacın ömrü boyunca yapılan budama verimi, meyve kalitesini ve ağacın sağlığını doğrudan etkilemektedir. Oysa ağaç budandığında bazı dallarının kesildiğini ağacın zahirde küçüldüğünü görürsünüz. Oysa ki bu budama işleminden sonra işi bilen çiftçi daha bol ve kaliteli ürün elde edeceğini bilir.
İşte zekat ve humus verildiğinde de şeytan, insanı malının azalacağı yönünde kandırır. Oysa ki tıpkı budama işleminden sonraki meyvenin daha bol ve verimli olduğu gibi zekat ve humusda da olay aynıdır.
Zekat ve humusun birçok toplumsal, sosyal, kültürel, faydaları vardır ki bunları burda sıralamak asıl hedefimiz değil, bu yazımızda sadece sigorta ile ilişkisini açıklamaya çalıştık.
Kıldığımız namaza, tuttuğumuz oruca, gittiğimiz hacca güvenipte “Zekat ve Humus” sigortası yapma gafletinden uyanma umudu ile….
Mehmet Yüksek
Şehitlerimizin Mirasçıları Bizler
BismilahiRahmaniRahim
“Bu güzel haslete ancak hakkiyle sabredenler erişebilir; buna ancak insânî kemâl ve faziletten yana nasîbi bol olanlar ulaşabilir!” (Fussilet-35)
İslam dini, Peygamberimiz zamanından bu yana isimlerini saymakla bitiremeyeceğimiz mallarını & canlarını ortaya koyan birçok şehitlerimizin pak kanları üzeri ayakta dimdik durmakta.
Şehit nedir? Herkesin inançlı & inançsızlarında kullandığı bir slogan var “şehitler ölmez”, “şehitlerimizin kani yerde kalmayacak”. Kelime doğrudur, şehitler ölmez ve kanı yerde kalmaz çünkü Allah diyor ki “Allah yolunda öldürülenleri ölü sanma. Onlar diridir ve Rableri katında rızıklanırlar.” (Al-Imran-169) diğer bir ayette ise “Allah yolunda öldürülenler için “ölüler” demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz.” (Bakara-154)
Şehit nedir? şahadet nedir? Etimolojik olarak tanımı nedir? neden şehit kelimesini kullanıyoruz? Şehit kelimesi Türkçemiz de: 1. Tanık (şahit) 2. din uğruna ölen (şehit) kişi anlamına gelir ve bu kelime Arapça şhd (شهيد) kökünden gelen şahīd; 1. tanık, 2. din uğruna ölen kişi sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Aramice/Süryanice aynı anlama gelen “sāhdā סהדא” sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Aramice/Süryanice ’de shd סהד "tanık olma, tanıklık etme" kökünden türetilmiştir. Ayrıca, Aramice sözcük, Eski Yunanca mártys, mártyros (1. tanık, 2. din uğruna ölen kişi) çevirisidir.
Şahadet kelimesi ise; Arapça şhd kökünden gelen şahādat شهادة ."1. şahitlik, 2. “Şehitlik" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça şahida شهد "tanık oldu, tanıklık etti, mahkemede yemin etti, kelime-i şehadet getirdi" fiilinin mastarıdır.
Kuran terminolojisiyle yaptığımız da Şehit, Allah yollunda canını ve malını tanık(şahit) olarak ortaya koyan kişi anlamındadır. Kuran diliyle; “Ey iman edenler! Sizi, elem verici azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi? Allah’a ve resulüne iman edersiniz, Allah yolunda mallarınızla ve canlarınızla cihat edersiniz. Bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır.” (Saff-10,11)
Allah yolunda canın & malını “tanık” olarak ortaya koyan kişi kimdir?
Her şehit, insanlara geride bir miras bırakır. Kimileri bu mirası ideolojileri için bırakır, kimileri idealleri için yapar fakat her yapan bir şehit midir?
Şehit olmak; Allah'ın rızasını arayarak, Allah (cc) ve Resulü Muhammed Mustafa (s.a.a) itaatin & teslimiyetin tanklığı için mallıyla & canıyla verilen insanlık (hürriyet) mücadelesinin adıdır. Belirli bir ideoloji veya sistem (kominizim, kapitalizm, demokrasi vb.) veya maddi kazanç (mevki, unvan) rızasını arayarak yapılan bir mücadele değildir. İnsan, vatanı için mallını & canını ortaya koyar çünkü o vatan, Allah'ın rızasın arayan & yaşayan, koruyan ve insanları hüsrana teşvik edilmediği bir toprak parçasıdır. O toprak parçası “Beledi-l Emin” (huzur ve güven yeri), “Beledi-l mukaddes” (ilahi değerlere sahip olan yer), Küfrün, şirkin, zulmün olmadığı, hakkaniyetin adaletin olduğu yerdir. Genelde İslam ümmetinin yaşadığı tüm topraklardır. (Ama velakin!!!)
Şehitlerin güzel hasletleri nedir?
IMAN; Allah (cc) ve Resul'ünün itaat edenler ki onlar, Allah (cc) ol dediği yerde olanlar ve men ettiği yerde olmayanlardır. “Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, mallarıyla canlarıyla cihat etmekten geri kalmak maksadıyla özür aramazlar, senden asla izin istemezler.” (Tevbe-44). Kısaca TEVHID “A” dan “Z” kadar yaşayan ve yaşatanlardır. Tevhidi “A” dan “Z” kadar yaşamak nedir?
A-) Allah'ını varlığını bilmek (Tanımak)
2-) Bildiğine inanmak & ilan etmek (teslim olmak)
3-) İnandığını yaşamak (İhlasla özür aramadan uygulamak)
Z-) Yaşadığını, inandığını & teslimiyetini ilan ettiği Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak (Ne açık ne gizli hiçbir şirk yapmamak)
“Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah’a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan; malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren; namazı dosdoğru kılıp zekâtı ödeyen, antlaşma yaptığında sözünde duran; sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takva sahipleri de yine bunlardır.” (Bakara-177)
SALIH AMEL; Iman göstergesi ve tecellisi olan TAKVA elbisesini giymek.
Allah'ın sende razı olacağı, hem Farz kıldığı amelleri yerine getirmek hem de her türlü açık & gizli günahtan sakınmak. Bir elinle yaptığını diğer elinle yıkmamak. Egosantrik her türlü amellerinden (gösterişten, bencilikten, zorbalıktan, cahillikten …vb.) kurtulmuş olarak açık & gizli her turlu haramdan uzak durmak. “Allah Takvalı olanların amelini kabul eder” (Maide-27) “sizin Allah katında en değerli olanınız en çok Takvalı olanınızdır” (Hucurat-13)
HAKKI Savunma; Hakkı bilmeyi, Iman etmeyi, bildiklerini hayatında uygulayarak yaşamayı (Salih amel), hayatını ona göre adalet & hakkaniyet üzeri tanzim etmektir.
Bu tanzim etme sadece konuşmak veya hikâye anlatır gibi anlatmakla değil! amel etmeyi şart koşar. Bir yerde, haram/zulüm/sapıklık/adaletsizlik varsa ve hükmediyorsa o mutlak düzeltilir, değiştirilir ve hakikat yerini bulur. İlahi emir, Emri bil maruf nehyi anil münker farzı yerine getirilir. “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir” (Al-Imran104). İmam Hüseyin (as) Kerbalada Yezid ordusuna yaptığı sesleniş “Ben ne taht için ne iktidar için buradayım, gördüm ki helali haram haramı helal kılmışsınız, ben sadece dedemin dinin emirlerini yerine getirmek (emri bil maruf nehyi anim münkir) için size kıyam ediyorum”
SABR Etmek; Allah (cc), dost ve destekçi olarak kendi yanına almaktır. Sabır, her kapıyı açan bir anahtardır. Sabır etmesini bilmeyen ne iman edebilir ne Salih amel işleyebilir nede Hakki savunabilir. Sabır, Allah’a olan teslimiyettin en büyük nişanesidir. Sabır kurtuluşun ve nihai hedefe varmanın şartıdır.
Sabır etmeyenler Allah (cc) gereği gibi sevemezler, Sabır etmeyenler Allah'ın kadirini gereği gibi bilemezler, Sabır etmeyenler Allah’a gereği gibi şükür edemezler, Sabır etmeyenler gereği gibi ibadetlerini yerine getiremezler, Sabır edemeyenler haytalarını gereği gibi yaşayamazlar ve istediklerine de adil olarak sahip olamazlar. Sabır, her işimizde bizlerin ilerlemesi, sahip olması için gereken en önemli ilahi güçtür. Sabır etmek insanın değerini artır ve insanın yüceltir. Çünkü hayat imtihanın en güzle yaşamanın ve kazanmanın tek yol Sabırdır. “Gerçek şu ki, içinizden cihâd edenleri ve sabredenleri ayırt edinceye; söz ve davranışlarınızdaki samimiyetinizin doğruluğunu ortaya çıkarıncaya kadar biz sizi sınamaya devam edeceğiz.” (Muhammed-31), “Mallarınız ve canlarınız husûsunda mutlaka imtihan edileceksiniz; sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve müşriklerden birçok üzücü sözler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve günahlardan sakınırsanız, elbette bu davranış, yapılmasında azimli ve kararlı olunması gereken en mühim ameldir.” (Al-Imran-186), “Allah’ın huzuruna çıkacaklarını kesin olarak bilenler ise: ‹Az sayıdaki nice topluluk, çok sayıdaki nice kalabalığı Allah’ın izniyle yenmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir’ dediler.” (Bakara-249)
(Bir nüans notu düşmek istiyorum; Sabır etmek (Patience) ile boyun eğmek (soumise/submissive) karıştırılmamalı. Sabır etme sonucunda hüsran olmak yoktur. Boyun eğme sonuncunda züllüme ortak olma ya da dünyanın her türlü çekiciliği önünde ruhuyla ve bedeniyle köle olmak, nefsinin arzularına teslim olmak vardır. Iman Ali (as) der ki “Züllüme sesiz kalmak (boğun eğeme) züllüme ortak olmaktır”. “Zorluğa dik durarak onun var ettiği sıkıntıya sabır edersin.” Örnek; Sigara içme arzuna dik durusun, arzuna boyun eğmezsin ciğerlerini (sağlığını) korumuş olursun” ya da “Sıkıntıya katlanırsın ama zorluğuna boyun eğersin” Örnek; “Şeker hastası olmana rağmen tatlı yersin ama şekerin sana verdiği zararlarına da katlanırsın sabır etmiş olmazsın”) İmam Hüseyin (as) Kerbelada 70 kişiyle şehit olması görüntü olarak bir yenilgi olmasına rağmen zulme, adaletsizliğe, zalime ve batıla karşı alınmış en büyük zafer ve Allah'ın emirde yerine getirilmiş olup, bugün Muhammed İslami dimdik ayakta durmaktadır.
Şehitlerimizi anarken kendi halimize bir bakalım, şehitlerimiz Allah'ın o yüce makamın ermişiler ama bizler, şehitlerimizin bıraktığı mirası yüklenecek kapasiteye (yollarını takip edecek güce) sahipmiyiz? Yoksa bizler; “Ey şehit iyi ki varsın yoksa ben ne yapardım?” diyerek şehitlerimizi güzellikleriyle kendimizi tatmin mi ediyoruz? Neden şehitlerimize gerektiği gibi imrenip onlar gibi olma & yaşama arzusu taşımıyoruz? Bunu derken canımızla şehit olmamaktan bahsetmiyorum, mallarımızın şehit olabiliriz; bizler, onların sahip olduğu güzel huylara, hasletlere, takvaya, onların işlediği hayırlı amelleri yapmayı, hakkı her ortamda ve her konumda savunarak ilan edip yaşamayı, açık ve gizli haramlardan riyadan uzak durmayı ve de “Sabrı Cemile” gücene sahip olabiliriz! Neden “Allah'ım mallım & canım, Sana (cc) ve resulün Muhammed Mustafa (saa) itaatimin & teslimiyetimin bir tanığı (şahitti) olarak ortaya koyuyorum” diyemiyoruz. Acaba zorumuza mı gidiyor? Herhalde!
Ey Allah yolunda şehit olan kalpleri pak insanlar! Sizlere hayranım, sizlerin mevkiinde olamadığım için de çok üzgünüm. Dünyanın süsüne ve metasına samimiyetle sizler gibi yüz çeviremediğimden dolayı, sizlerin ve tüm Allah dostlarının yanında kendimden haya ediyorum. Allah’tan niyaz ediyor ve istiyorum, Ya Rabbi beni ve tüm inanları hüsrana uğrayanlardan kılma, canını & mallını tanık (şahit) olarak sana feda edenler kervanında kıl. Allah'ım beni ve rızanı arayan tüm inanları, velilerinle ve masum İmamlarımızla hem bu dünyada hem de Ahirete birlikte kıl. Âmin ya İlahi.
Mustafa Kemal TASPINAR
Aşk Bedel İster
بِسْمِ اللهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
الّلهُمَّ صَلِّ عَلَی مُحَمَّدٍ وَ آلِ مُحَمَّدٍ و عَجّل فَرَجَهم
Şehadet arzusuyla yananların işidir şehitlik! Şehadet arzusuyla yanmak ise tam bir teslimiyetidir canın canana. Ancak nefsin ağırlıklarından sıyrılıp kanat çırpmaktır O Yâre. Ve kısmet olmaz seyri sulukta yol almak, âşık ile maşuk arasındaki bu ince sevdaya baş koymak.
Şehadet mertebesi, bir mü ‘minin bu dünyada ulaşabileceği en son ve en yüce makamdır. Cennetten, köşklerden, hurilerden geçip Maşukun cemalini görme arzusuyla yanıp tutuşmaktır Şehadet! Her yer yâre giden menzildir onun için, çünkü Onu her yerde göremeyeninin gönlünün kıblesi olamaz, Şehadet!
Ebedî bir dirilişin adıdır Şehadet! Hakka yürürken tek başına kalsa dahi, bir orduya karşı koyabilmektir.
Şehadet yani nefsin "fi sebi'lillah" feda edilip canan için yanıp kavrulması ve küllerinden tekrar tekrar dirilip defalarca Maşukuna sunmasıdır kendini.
Şehadet şerbetinin tadını verene, secdede başını sunup, “ Kabenin Rabbine andolsun diyerek.” şükretmenin adıdır Şehadet.
Şehadet, Allah’ın ayeti, Resulün Kevser’i, Ali’nin (s.a) tefsiri,, kapı ile duvar arasında etrini aleme yayan aşk mektebin adıdır Şehadet.
Şehit Âşık, Şehadet Aşk, Menzil İse Maşuk’tur
Kazakistan’a ekilen dinci kanser
Başta Kazakistan ve Türkmenistan olmak üzere Orta Asya “Müslüman” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinde Türk töresi, folklor, milli tarih ve eserlere karşı itinalı olunmuştur. Milli müzik ve geleneklerin korunması için özen gösterildi. O tarihte Rus düşmanlığı üzerinden koparılan “Türkçülük” ve “Müslümanlık” propagandaları bugün Çin düşmanlığı üzerinden Uygur meselesinde devam etmektedir.
Bunu söylemekle beraber egemen Rus ve Çin otoritesinin tarihin her lahzası ve koşullarında melaike örnek davranışlar sergilediğini iddia etmek saflık olur. Baskın otorite, alt topluluklar üzerinde arzu edilmeyen nahoş etkiler bırakır. Ancak Rus ve Çin devrimleri sonrasındaki tecrübede bu devletlerin nüfuz alanına giren çevre toplumların çok farklı kültürlerin kaynaşmasıyla daha çok zenginleştiği gerçeğini es geçmemek gerekir. Orta Asya “Müslüman” ülkelerin Rusya ve Çin için önemini, bu ülkelerin buradan elde ettiği çıkarları konuşurken, bu ülkelerin Rusya ve Çin’den elde ettiği kazanımları da hatırda tutmak gerekir. Kadim tarih ve medeniyetlere ev sahibi yapmış birkaç bölge ve şehir dışında Orta Asya Müslüman toplulukların ezici çoğunluğu 20. yüzyılın başında ortaçağ koşullarında yaşayan Feodal derebeyleri ve savaş lordları rahmeti altında yaşayan kanunsuzluğun hâkim olduğu, ırgat, maraba ve göçebe yaşayan halkların diyarıydı.
FEODAL İLİŞKİLERİ TASFİYE EDEMEDİLER
Sömürge devletlerin işgallerine uzun yıllar maruz kalmış ardından bağımsızlık savaşı vererek milli devletlerini kurmuş olan ülkemiz ve çevre ülkeler ile Orta Asya “Müslüman” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerin en belirgin ortak özelliği ki Sovyet tipi sistemde çok köklü toprak reformu yapılmış olmasına rağmen, feodal aşiret, kabile ilişkilerini tasfiye edememiş olmalarıdır. Biz de Mustafa Kemal’in ölümünden hemen sonra İnönü idaresindeki devrimci Cumhuriyetin reformları hayata geçirmede aksak ve eksik kaldığını görüyoruz. Menderes ile birlikte tasfiye sürecinde olan feodal beylerin hükümdarlığı ile din bezirgânların saltanatı oy ve dışarıdan ekonomik yardım alma uğruna yeniden filizlenme imkânı buldu.
Bu durum “Müslüman” Sovyet Sosyalist Cumhuriyetlerinde merkezi devletin çatırdamaya başladığı 1985 ve çöktüğü 1991’den itibaren oluşan otorite boşluğunu kimin ve nasıl dolduracağı kavgasıyla başlar. Bu yazıda Kazakistan özelinde duracağız. Çöküşten sonra Kazakistan’ı yöneten “eski Kızıl Komünistler” devlet yönetme deneyimi ve becerisi olan tek grup. Bu sebeple ülkeyi yönetmeye devam ettiler. Moskova’nın pençesi, denetimi ve otoritesinden bağımsız ülkeyi bildikleri gibi ve keyfince idare ettiler. Dünya üzerinde mevcut olan tüm maden ve hidrokarbonların devasa miktarda olduğu bir ülkeyi kucaklarında buldular.
FETÖ’NÜN KAZAKİSTANDA MANTAR GİBİ TÜREMESİ
Nazarbayev, kızları, damatları ve yoldaşları kendi siyasi ve ekonomik saltanatını inşa ederken, Rusya o tarihte içinde bulunduğu çalkantı, talan, yağma, otoritesizlik, mafya oligarkların hakimiyeti ve krizler ile boğuşurken, “muzaffer” ABD ve Batı Avrupa, birçok sebepten mütevellit, Orta Asya’nın kalbi olan Kazakistan’a yatırımlarla, derneklerle, anlaşmalarla, kiliselerle, Bahai, FETÖ gibi cemaatlerle yoğun bir çıkartma yaptı. O dönem ABD ve NATO’nun önemli bir karargâhı olan Türkiye’deki başta FETÖ gibi dostları üzerinden “Türk ve Müslüman” söylemleriyle Orta Asya’ya bindirme yaptı. TİKA o dönemde kuruldu. Bu kuruluş esas itibariyle Türkiye’nin Orta Asya Cumhuriyetleri ile “Türk kardeşliği” hedefini gerçekleştirmek üzere tesis edilmiş olmasına rağmen, FETÖ unsurları tarafından da suiistimal ve istismar edildi. Eğitim vakıfları üzerinden FETÖ okulları Kazakistan’da mantar gibi türedi. ABD doktrini ile terbiye edilip teçhiz edilen bu okullardan mezun olan onlarca öğrenci Kazakistan’da nüfuzlu mevkiler ile iş dünyasının omurgası oldular. Devlet erkanı ile uluslararası şirketler arasındaki iş, rüşvet ve paylaşım sarmalının köprüsü oldular.
VAHHABİ ANLAYIŞIN YAYILMASI
ABD ve İsrail teveccühü ile ülkeye nüfuz eden bir diğer ülke Suudi hanedanlığının sermayesi yanında Vahhabi medreselerdir. Esasen Sünni Hanefi mezhebin egemen olduğu Müslüman Kazak toplumunda, rüşvet, yağma, iltimas, devasa zenginliğin adaletsiz paylaşımı sebebiyle baş gösteren yoksulluk, bu ailelerin Suudi sermayesi ile beslenen Vahhabi selefi dinci kanserin hızlıca yayılmasına ortam hazırladı. 1979’dan beri Afganistan’da mevcut olan Sovyet işgaline karşı ABD, Suud ve İsrail’in desteği ve sahada iş birliği yaptığı Cihatçı Selefi silahlı örgütlerin alan kazanması, birçok Orta Asya ülkesinden bu savaşa katılımların olmasından Kazakistan’da etkilenmiştir.
KAZAKİSTAN’IN FETÖ SINAVI
1991’den sonra Kazakistan Nazarbayev yönetiminde “çok yönlü ve dengeli” bir dış politika adı altında ABD, Batı Avrupa ve körfez petro-dolar ülkeleriyle gayet yakın ilişkiler kuran Nazarbayev ülkesine yumuşak sulta ‘soft power’ araçlarıyla girmek daha uygundu. Bu araçların içinde en etkili silah FETÖ okulları ve ticari şirketleriydi. Devlet erkânı ile menfaat bağları inşa etmek, ülke hakkında içerden düzenli raporlar yazmak, mahalli elemanlar yetiştirmek ve devşirmek, rüşvet sarmalı ile fesat tohumları ekmek gibi başlıca görevleri ifa ettiler.
“Arap Baharı” adı altında geniş çaplı bir terör savaşına maruz kalan Batı Asya (Orta-Doğu) coğrafyasına Uygur, Kırgız, Kazak, Özbek, Tacik, Çeçen savaşçılar nakledildi. Bu terör örgütleri Orta-Asya’ya taşındı. 2011’den sonra Kazakistan da intihar bombacılarla, terör eylemleriyle yüzleşmek zorunda kaldı. İlginç olan husus şudur ki Nazarbayev duayen gazeteci Banu Avar ile yaptığı röportajda FETÖ hakkında şikâyet ederken ve ‘Türkiye’nin bunlar dışında başka bir ihracat ürünü yok mu’ diye hayıflanırken, 15 Temmuz 2016’dan sonra Türkiye’yi ilk ziyaret eden Nazarbayev FETÖ okulları ile ilgili sıkıntıların olduğunu itiraf ederken FETÖ okulların ülkede Kasım 2021 itibariyle halen faaliyet içinde olmasıdır. Kazakistan, Türkiye'nin FETÖ okullarının kapatılmasına dair talebini reddetmişti. Kazakistan Eğitim Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, FETÖ'ye bağlı 27 okulun kapatılmayacağı duyurulmuştu. Komşu Kırgızistan da aynı tavrı sergilemeye devam ediyor.
4 Ocak olaylarından sonra sadece Nazarbayev dönemi ve olaylarda aktif rol oynadığı tespit edilen istifa eden hükümetin bakanları, emniyet müdürleri, istihbarat şefleri ve kalıntılarının rafa kaldırılacağı görülmektedir. Bununla birlikte batan gemi ABD’nin dinci kanser yapıları Suudi Vahhabi ve FETÖ’ye de büyük bir darbe vurulacak. Askeri güvenlik önlemlerin önemli bir parçasını teşkil eden bu icraatlar, toplumdaki gelir adaletsizliğini, yoksulluğu, rüşvet sarmalını ve devlet dışındaki otoriteleri kıssadan hisse sinekleri üreten bataklığı kurutmak ta kardeş Kazakistan devleti ve halkının asli görevleri içinde olmasını diliyoruz.
aydınlık
Erdoğan:İsrail Cumhurbaşkanı Herzog'un Türkiye'ye Bir ziyareti Olabilir
Cumhurbaşkanı Erdoğan, "Bosna Hersek'teki krizin aşılması için uluslararası camianın birlikte hareket etmesine ihtiyaç duyulduğu aşikardır" dedi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında, Sırbistan'la ticaret hacmi ile ilgili, "Geçtiğimiz yıl yüzde 34'e yakın bir artışla bu rakamı 2 milyar dolar seviyesine taşıdık. Hedefimiz 5 milyar doları yakalamaktır" dedi.
"Bosna Hersek'teki krizin aşılması için uluslararası camianın birlikte hareket etmesine ihtiyaç duyulduğu aşikardır." diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, "(Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic'le) Boşnaklar, Hırvatlar ve Sırplar olmak üzere üç lideri bir araya getirelim ve bu işi başaralım. Bu karara vardık" ifadesini kullandı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Doğu Akdeniz'de ‘İsrail’le iş birliği ihtimali ile ilgili, "Hedef, olumlu yaklaşımlarla bir yere varmak. Bu, kazan-kazan esasına dayalı olursa elimizden geleni yaparız" diyerek, "Cumhurbaşkanı Herzog'la yapmakta olduğumuz görüşmeler var. Belki Sayın Herzog'un Türkiye'ye ziyareti olabilir. İsrail'le Berat Albayrak'ın bakan olduğu dönemde görüşmelerin yapıldığını ifade etti. Biz siyasetçiler barış için varız. Petrol barışın aracı olursa bunu kullanırız." şeklinde konuştu.
Sırbistan Cumhurbaşkanı Vucic de "(Türkiye'yle) Ticaret hacmimiz tarihin en iyi ivmesini yakaladı" şeklinde konuştu.
Vucic, "Cumhurbaşkanı Erdoğan'a, Bosna Hersek'in toprak bütünlüğüne son derece saygılı olduğumuzu söyledim" ifadesini kullandı.
Sputnik
İşgal Güçleri Batı Şeria'da Bir Okula Baskın Düzenledi
Filistin’de İsrail işgal güçlerinin baskın yaptığı bir okulda bulunan 2 öğrenci gözleri bağlanarak gözaltına alındı. -izlemek için tıklayınız-
Filistin’in Batı Şeria bölgesinde bulunan Ramallah kentindeki Deyr Nidham köyünde bulunan bir okula işgal güçleri tarafından baskın yapıldı.
Ramez el-Tamim ve Ahmad el-Tamimi isimli iki öğrenciyi gözlerini bağlayarak gözaltına alan işgal güçleri kendilerini durdurmak isteyen okul personeline ise saldırdı.
İşgal güçlerinin ve Filistin’de bulunan işgalci yerleşimcilerin eğitim odaklı yaptığı çeşitli saldırıların, çocukların eğitim ve gelişim hakkını engellemeye yönelik olduğu biliniyor.
NEDEN SADECE SÜNNİ ÜLKELER?!Abdurrahman Dilipak: İslam Barış Gücü oluşturalım
42 yıl önce rahmetli İmam Humeyni’nin hiçbir mezhep ayrımı gözetmeden önerdiği projeyi şimdi mezhepçi bir bakışla önerilmesi “düşündürücü” karşılandı.
Abdurrahman Dilipak, Türkiye, Malezya ve Pakistan'ın bir araya gelmesi gerektiğini belirterek "Gelin biz büyük hedefe doğru, küçük bir adımla başlayalım işe ve İslam Barış Gücü oluşturalım" dedi.
Türkiye’nin hemen yanıbaşında ve ileri teknolojilere ulaşmış komşusu İran bulunduğu ve İran bu öneriyi yıllardır dillendirdiği halde Dilipak’ın bu ülkeyi görmezden gelmesi “mezhepçilik” şeklinde yorumlanmaya müsait bulunuyor.
Yeni Akit yazarı Abdurrahman Dilipak, bugünkü köşe yazısında Erbakan Hoca'nın kurduğu D-8 projesini akıllara getirdi. Dilipak, Türkiye, Malezya ve Pakistan'ın bir araya gelmesi gerektiğini belirterek "biz uzaya mekik de göndeririz, savaş uçağı da, füze de yapabiliriz. Gelin biz büyük hedefe doğru, küçük bir adımla başlayalım işe ve İslam Barış Gücü oluşturalım" diye yazdı.
Dilipak, Kazakistan’daki gösterilerin İslam dünyası ile Türk dünyası arasında bir savunma paktının gerekliliği konusunu gündeme getirdiğini belirterek "Ama önce soralım; İslam ülkeleri yöneticileri ne kadar İslam ahlakına ve İslami duyarlılığa sahip? Ya da o ülke halkları ne kadar İslam ahlakına bağlı? Yani bizim önce yeniden Müslüman olmamız gerek” görüşünü dile getirdi.
"Aslında bu konu kulağa hoş geliyor! Batının örgütlediği BM, NATO, AB, UNESCO, FAO, WHO gibi örgütlerin başına İslam yazdınız mı bu iş tamammış gibi geliyor. İslam Birleşmiş Milletleri, İslam NATO’su, İslam Birliği. Tamam da bu sadece bir isimden ibaret değil" diye yazan Dilipak, son yıllarda D-8'in etkisizleştirildiğini belirtti.
İslam Barış Gücü oluşturulmasını öneren Dilipak özetle yazısına şöyle devam etti:
"Malezya, Pakistan, Türkiye bir araya gelse, biz uzaya mekik de göndeririz, savaş uçağı da, füze de yapabiliriz. Yapabiliriz de yapamıyoruz işte. Malezya da Pakistan da Çin grubunda, biz Batı grubundayız. Bir F35 konusunu bile çözemedik, S400 konusunu çözemedik. Herkesin teknolojisi farklı. Gelin biz büyük hedefe doğru, küçük bir adımla başlayalım işe ve İslam Barış Gücü oluşturalım. Tabii afet ve kargaşa bölgelerinde barışı sağlamak üzere bir güçten söz ediyorum. Bu güç sadece İslam coğrafyasında değil, İslami bir kimlikle tüm dünyada tabii afet bölgelerinde, insani yardıma ihtiyaç duyan her yerde görev üstlenebilir. Bu yapı içinde asker, polis, jandarma, özel kuvvet elemanları, zabıtalar yanında gönüllüler de görev üstlenebilir. İslam ülkelerindeki bütün Kızılay ve insani yardım kuruluşları sisteme entegre edilebilir."/ Milli Gazete