کارگر

کارگر

İran İslam Cumhuriyeti ve Fransa Cumhurbaşkanları, yaptıkları telefon görüşmesinde Nükleer Anlaşma ve P4+1 grubu ile Avrupa Birliği toplantısı hakkında fikir alışerişinde bulundu.

Bir buçuk saatlik telefon görüşmesinde İran İslam Cumhuriyeti ve Fransa'nın ikili meselelerinin yanı sıra, İran ile Batı arasında Viyana'da devam eden nükleer müzakereleri ele alındı.

Cumhurbaşkanı Reisi bu telefon görüşmesinde yaptığı açıklamada, 'İran nükleer konusundaki taahhütlerine her zaman bağlı kaldı ve Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu defalarca İran'ın bağlılığını teyit etti.

Yaptırımların kaldırılması için müzakerelerin başlamasına da değinen Cumhurbaşkanı Reisi, 'Müzakerelere kapsamlı bir ekip gönderilmesi, İran'ın bu müzakerelerdeki ciddi iradesini gösteriyor dedi.

Reisi, Fransa Cumhurbaşkanı'nı, müzakereleri sonuçlandırmak ve İran'a yönelik yaptırımları kaldırmak için Viyana'daki diğer ülkelerle birlikte çalışmaya çağırdı.

Cumhurbaşkanı Reisi, 'Yaptırımlar İran'ı ilerleme yolunda durduramadı ve bugün tüm dünya Nükleer Anlaşma'yı ihlal edenlerin kim olduğunu biliyor ve yükümlülüklerine geri dönmeliler' diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Reisi, ayrıca Fransa Cumhurbaşkanı'na baskıcı yaptırımların kaldırılması, Amerikalılar ve Avrupalılar tarafından verilen taahhütlerin yerine getirilmesi için çalışma çağrısında bulundu.

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ise ABD'nin Nükleer Anlaşma'dan çekilmesini kınayarak, 'Nükleer Anlaşma'yı ortak sorumluluğumuz olarak görüyoruz ve her zaman tüm tarafları bu anlaşma çerçevesine geri döndürmeye çalışıyoruz. Bu konuda ABD Başkanı Biden ile görüştüm ve bir sonuca varmak için görüşmeleri sürdürmeye kararlıyız. Fransa olarak, sorunların çözümünde ilerleme kaydetmek için İran ile görüşmeleri sürdürmek istiyoruz' dedi.

İran ve Türkiye cumhurbaşkanları Aşkabat’ta düzenlenen EKO liderler zirvesinin kulisinde bir görüşme gerçekleştirdi.


 Görüşmede Reisi ve Erdoğan, iki ülke arasında ikili ve bölgesel meselelerde işbirliği ve koordinasyonu geliştirmek, iki milletin ve bölgede barış ve istikrarın yararına olacağını vurguladı.
Görüşmede Reisi, Tahran ve Ankara arasındaki ticari ve iktisadi ilişkileri geliştirme kapasiteleri şimdiki seviyenin çok ötesinde olduğunu belirterek, iktisadi ilişkileri geliştirme yolunu kolaylaştırmaları gerektiğini, bunun için tercihli tarifelerin yeniden gözden geçirilebileceğini ifade etti.
Cumhurbaşkanı Reisi ayrıca İran, Azerbaycan ve Türkiye arasında yakın ilişki ve işbirliği önemli olduğunu vurgulayarak, her üç ülkenin arasında büyük kültürel, dini ve inanç bağları bulunduğunu, bu ilişkilerin bozulmasına müsaade etmemeleri, bilakis daha da güçlendirerek ortak düşmanları hüsrana uğratmaları gerektiğini vurguladı.
Görüşmede Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da, Ankara yönetimi İran İslam Cumhuriyeti ile ikili ve bölgesel işbirliğini geliştirmeyi ve güçlendirmeyi zaruri gördüğünü belirterek, başta iktisadi alanlar olmak üzere ikili ilişkilerde büyük bir sıçrama gerçekleştirebileceklerini kaydetti.

Emir Abdullahian:İran ve Türkiye bölge gelişmelerinde önemli rol ifa ediyor
 Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahian, İran ve Türkiye iki bölgesel büyük güç olarak bölge gelişmelerinde inkar edilemeyecek rolleri söz konusu olduğunu vurguladı.
Dışişleri Bakanı Emir Abdullahian instagram hesabında Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu ile görüşmesi hakkında yaptığı açıklamada, kardeşi Çavuşoğlu’nu Tahran’da ağırlamaktan mutluluk duyduğunu ve önemli istişarelerde bulunduklarını belirtti.
Emir Abdullahian, görüşmede iki ülke arasındaki ilişkileri daha da geliştirmek üzere uzun vadeli bir yol haritası tedvin edilmesi konusunda mutabakata vardıklarını, bu yol haritası iki Cumhurbaşkanı tarafından imzalanmasını amaçladıklarını kaydetti.
Emir Abdullahian ayrıca Çavuşoğlu ile sınır meseleleri, göçmenler, terör, su kaynakları ve diğer bazı önemli bölgesel ve küresel konuları ele aldıklarını ifade etti.

 

 29 Kasım 2021 Viyana’da altı aylık bir aradan sonra İran ile 4+1 grubu (4 BMGK üyesi ve Almanya) arasında nükleer görüşmeler yeniden başladı.


ABD 2015 yılında imzalanan KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasından çıktığı için görüşmelere doğrudan katılamayacak ve ABD böylece müttefiklerinin görüşmelerle ilgili vereceği raporlarla yetinecek.  ABD’nin İran Özel Temsilcisi Robert Malley’in ifadesiyle İranlılar bu süreçte Amerikalılarla ayrıca görüşmeyi reddettiler. Robert Malley sözlerinin devamında “Daha önce de İranlılara ilettiğimiz üzere iki ülke temsilcilerinin yüz yüze görüşememesi durumunda bu görüşmelerden bir sonuç beklemeleri boşunadır” tehdidinde (veya aczinde) bulundu.
 

İran’ın takındığı dik duruş ve ABD İran Özel Temsilcisinin açık ifadeleri de gösteriyor ki, İran görüşmelerde Hasan Ruhani dönemindeki gibi aceleci davranmayacak ve öyle hemen sonuç alma gibi bir niyeti de yoktur. Zaten İran ile ABD arasındaki görüşmelerden kesin ve somut bir sonuç beklemek bunca tecrübeden sonra hayalcilik olur. Görünen o ki, İran bu süreçte belli ve kalıcı garantiler alana kadar herhangi yeni bir taahhüt altına girmeyecektir. İran’ın eli bu görüşmelerde ABD’den daha güçlüdür. Çünkü KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasından çıkan ABD, anlaşmadaki taahhütlerini yerine getirmesine rağmen bu anlaşmadan herhangi bir fayda görmeyen İran’dır.

Taraflar görüşme masasına oturur ve birbirine geçici tavizler verirse bile bu nihai sonuca varmak, anlaşmak olarak algılanmamladır ve gerçekte böyle bir irade ve beklentileri de yoktur. Bu iyimser sonuç sadece taraflardan birinin yenilgiyi kabul etmesi ve teslim olmasıyla mümkün olabilir ve ufukta böyle bir şey görünmediğine göre kimsenin boş beklentiler içine girmesine gerek yoktur.

Yirmi yıla yakın süreden beri devam edegelen nükleer görüşmeler deneyimi gösterdi ki, iki ülke arasındaki anlaşmazlıkta yaptırımlar ABD’nin elindeki en etkili silahtır.  Sabırlı duruşu ve baskılara, kuşatmalara karşı direnişi ise İran’ın elindeki en etkili silahtır.

ABD’in Görüşmelerden Beklentisi

Amerikan tarafı baskıyı artırmak, İran'ın nükleer teknoloji dalında ilerleme sürecini sekteye uğratmak, İran’ın füze-savunma teknolojisi ile bölgesel nüfuzunu sınırlamayı görüşmeler gündemine eklemeyi planlıyor. Nitekim geçmişte (2015) önce KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasını imzalayıp sonra (2018) geri çekilmesiyle on yıl süreyle bu amacına ulaştı denilebilir. Çünkü İran bu anlaşma çerçevesinde karşı tarafın dürüstlüğünü denemeden taahhütlerini yerine getirip nükleer teknolojisini büyük çapta durdurmuşken ABD, İran aleyhindeki yaptırımları kaldırma taahhütlerini yerine getirmediği gibi onlarca yeni yaptırım uygulamaktan da çekinmemiştir.

Donald Trump zamanında  anlaşmadan tek taraflı çekilen ve İran aleyhindeki yaptırımları daha da şiddetlendiren ABD’de 2020 yılında yapılan seçimlerde  işbaşına gelen  Joe Biden hükümetinin anlaşmaya dönmeye dair istekli görünmesi ve hatta Avrupalı dostlarını da yanına alarak İran’a görüşmelere dönme baskısı uygulaması pişmanlık duyduğu için değil, zirvesine  varmış  yaptırımların etkisinin zamanla azaldığını gördüğü ve yeni  görüşmeler bahanesiyle İran’ı yeniden bir on yıl daha oyalamak istediği içindir. Yoksa İran’ın nükleer silah peşinde olmadığını, böyle bir niyeti olsaydı bunu pekala başarabileceğini ABD herkesten çok daha iyi biliyor.

ABD uyguladığı yaptırımların başarılı olacağına, İran’ın nükleer teknolojisini ve genel olarak gelişmesini durdurabileceğine güvense asla ve kat’a yeniden görüşmeler yapılmasına istekli olmazdı. İnişli çıkışlı sinus eğrisine benzeyen yaptırımların etkisi daima aynı düzeyde kalmadığı için belli bir süre sonra şatafatlı sözcükler altında yeni taktiklere başvurulması gerekir. İşte ABD İran üzerindeki baskıları sürdürme stratejisinde yeni bir taktik olarak görüşme masasına oturmakta ısrar etmektedir ve başka çaresi de yoktur. Masa üzerinde başka seçeneklerimiz (askeri!) de var sloganları da eskimiş manevralardan ibaret olup İran tarafından artık ciddiye alınmamaktadır. Bu propagandalar 15-20 yıl öncelerde etkili olabilirdi belki, ama günümüz şartlarında ABD’nin böyle bir güç ve cesareti olduğuna artık kimse inanmıyor. Afganistan kaçan, Irak’tan çıkmaya hazırlanan, Suriye’den nasıl çıkacağının hesaplarını yapan ve en yakın müttefikleri yanında bile eski heybeti kalmamış bir ABD’nin İran’a askeri saldırıda bulunmanın ne gibi korkunç sonuçlar doğuracağını hesaplamaması mümkün değildir.

Çin ve Rusya’nın Görüşmelerden Beklentisi

Rusya ve Çin’in görüşmelerin başlamasına bu kadar istekli görünmenin ötesinde teşvik edici olmaları ve Batı’dan daha çok KOEP (Kapsamlı Ortak Eylem Planı) anlaşmasını ihya etmeye çalışmaları bu iki ülkenin kendi çıkarları çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Çin ve Rusya’nın KOEP’i yeniden hayata geçirmekle güttükleri asıl hedef, ABD ile yakın bir gelecekte uzlaşması mümkün görünmeyen İran’ı bir yandan kontrol edilebilir bir ülke durumuna sevk etmek öte yandan İran üzerindeki yaptırımlar baskısını kaldırarak veya en azından azaltarak bu ülkeye ihtiyaç duyduğu silahları satmak (Rusya), İran’ın enerji kaynaklarından rahatça yararlanmak (Çin) ve ikili ilişkileri artırarak İran’ı kendi yanlarına çekmektir.

Yoksa bu iki ülkenin İran’ı ABD ve onun çizgisinde hareket eden ülkelerin çengelinden kurtarmak veya uluslararası hukuk ve kuralları ayakta tutmak peşinde olduklarını düşünmek safdilliktir. İsrail’in Filistin halkına yönelik cinayetleri, İran’ın nükleer bilim adamları ve nükleer tesislerine yönelik doğrudan ve Suriye’de İran’ın etkili olduğu üslere dolaylı saldırıları ve Suudilerin mazlum Yemen halkına karşı sürdürdüğü cinayetleri karşısında sessiz kalmaları, görmezden gelmeleri, cani ve katil rejimlerle ilişkilerini her gün daha çok geliştirmeleri bu görüşümüzün en açık kanıtıdır.

İran’ın Görüşmelerde Beklentisi ve Üstün Konumu

ABD’nin hangi niyet ve planlar peşinde koştuğunun farkında olan İran tarafı ise görüşmelerden elle tutulur bir sonuç alamayacağını artık anlamış bulunuyor. İran’ın amacı artık gaddar düşmandan insaf beklemek yerine yaptırımlarla birlikte yaşamak, ekonomisini ayakta tutmak, gelişmesini bu şartlarda sürdürmek ve uluslararası kurallara uymakta kayıtsız kaldığına (buna sulta sistemine katılmamak da denilebilir) dair içte ve dışta sürdürülen kamuoyu baskısını azaltmak için görüşmelere eğilim göstermektedir. Çünkü İran bunca deneyimden sonra rahat bırakılmayacağı bilinciyle nükleer teknolojisinin bir bahane olarak kullanıldığının farkındadır. 

Masa başında güçlü olmanın önemine binaen İran Viyana’da başlayan görüşmelere bu defa elinde güçlü kozlarla gitmiş bulunuyor. ABD’nin KOEP’ten çıkmasından sonra Avrupalı anlaşma taraflarının iki yıllık oyalama taktiklerini ve anlaşmayı uygulamak için herhangi bir girişimde bulunmadıklarını unutmayan İran taahhütlerini yerine getirmiş taraf olarak alacaklı durumdadır. Her şeyden önce uğradığı zararların telafi edilmesini isteyecektir, en azından öne çıkan durumun bir daha tekrarlanmaması için birtakım garantiler isteyecektir.

Hepsinden önemlisi İran son bir yılda uranyum zenginleştirme faaliyetlerine hız vererek %60 düzeyinde 25 Kg kadar uranyum zenginleştirmeyi başarmış ve nükleer silah veya başlık için gerekli olan %90’lık zenginleştirme düzeyine ulaşmak için en fazla bir ay gibi bir süreye ihtiyacı bulunmaktadır. Başını ABD ve İsrail’in çektiği müstekbir güçleri en fazla da bu gelişme kaygılandırmaktadır.  İran görüşmelerde bu kozunu da masaya yatıracak, zenginleştirmeyi durdurma karşılığında yaptırımların kaldırılmasını talep edecektir. ABD ve müttefikleri İran’ın taleplerine kısmen de olsa olumlu yanıt vermek zorundadırlar. Mevcut durumun sürmesi durumunda bundan zarar görecek taraf uluslararası sulta sistemidir. Çünkü sıkıntıları göğüslemeye alışmış ve istiklali için şimdikinden daha zor şartlara hazırlanan İran’a daha fazla ne yapabilirler ki?

ABD’nin başını çektiği Batı ve hatta dost görünüp kendi çıkarları peşinde olan öteki görüşme tarafı ülkelerin nükleer teknoloji de dahil İran’ın bilimsel ve teknolojik ilerlemesine tahammülü yoktur. İran’ın yeni bir uygarlık tesis etmek, bölge dışı güçlerin -İsrail de buna dahil- sultasına son vermek, İslam dünyasının dirilişine katkıda bulunmak ve benzeri niyet ve planlarından habersiz değiller ve bunun gerçekleşmesini geciktirmek için İran’a geçici de olsa birtakım ödünler vermek zorunda görmekteler kendilerini.

Bu durum daha ne kadar böyle devam eder? Nisbî bir denge kurulana kadar, İran’ın güçlenmesi, önemli alanlarda kendine yeterli duruma gelmesi ve ABD’nin tek başına bir halt edemeyeceği zamana kadar...

Ziya Türkyılmaz

 Avusturya’nın başkenti Viyana’da İran nükleer anlaşması görüşmeleri, Avrupa Birliği (AB) Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi adına AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreter Yardımcısı ve Siyasi Direktörü Enrique Mora başkanlığında yaklaşık 5 aylık bir aranın ardından taraf ülkelerin diplomatlarının katılımıyla yeniden yapılıyor.
 

'Kapsamlı Ortak Eylem Planı (KOEP)' olarak adlandırılan nükleer anlaşmanın tam olarak uygulanması ve Mayıs 2018’de tek taraflı olarak anlaşmadan ayrılan ABD’nin dönüşünün görüşüleceği toplantıya Almanya, İngiltere, Fransa, Çin, Rusya ve İran’dan üst düzey yetkililer katıldı.

AB Dış İlişkiler Servisi Genel Sekreter Yardımcısı ve Siyasi Direktörü Mora, toplantı öncesinde sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, "KOEP’i tekrar rayına oturtabilmek için müzakerelerin 7. turu için Viyana’ya döndük" ifadesini kullandı.

Mora, çalışmaların sürdüğünü aktararak, dün İran Dışişleri Bakan Yardımcısı Ali Bageri Keni, Çin'in Birleşmiş Milletler (BM) Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Wang Qun ve Rusya’nın BM Viyana Ofisi Nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Mikhail Ulyanov ile bir araya geldiğini, toplantının sonrasında da Avrupalı ve ABD’li temsilcilerle görüşeceğini kaydetti.

Bu arada AB Dış İlişkiler Servisi Viyana Delegasyonundan yapılan açıklamada, Mora'nın toplantı sonrasında basın açıklaması yapacağı bildirildi.

İran nükleer anlaşmasının yeniden tam anlamıyla uygulanmasını sağlamak ve ABD’nin anlaşmaya dönüşünün ele alındığı 'Viyana müzakereleri' olarak bilinen görüşmelerin 6’ncı turu 20 Haziran’da yapılmıştı.

İran’da iktidarın değişmesi nedeniyle görüşmelere ara verilmişti.

 

Bakıri: Viyana görüşmelerine yasa dışı yaptırımların kaldırılması için ciddi bir iradeyle girdik
 İran'ın baş müzakerecisi Ali Bakıri Keni, Viyana'daki yeni müzakere turunun arifesinde, yasa dışı ve baskıcı yaptırımları kaldırmak için güçlü bir irade ve hazırlıklarla müzakerelere başlaklarını söyledi.

Pazar gecesi Çin ve Rus delegasyon başkanları ve Ortak Komisyon'a başkanlık eden Avrupa Birliği Dış Eylem Servisi genel sekreter yardımcısı Enrique Mora ile görüştükten sonra İRNA ve İran Radyo Televizyon Kurulu muhabirlerine açıklamalarda bulunan Bakıri, 'Yeni müzakere turu başlamadan önce, müzakerelere katılan bazı taraflarla istişarelerde bulunduk. Dün ve bugün İranlı uzman heyetler, Rus ve Çinli uzman heyetlerle faydalı görüşmeler gerçekleştirdi' dedi.

Rus ve Çin delegasyonlarının başında bulunan Rusya ve Çin büyükelçilerinin Viyana merkezli uluslararası kuruluşlarla İran İslam Cumhuriyeti temsilciliğinde kendisi ile görüştüğünü kaydeden Bakıri, bu görüşmelerde hem Rusya hem de Çin ile İran-P4+1 müzakerelerinin başlamasına hazırlanmak ve 29 Kasım'da Viyana'da başlayacak olan dördüncü tur müzakerelerin yanı sıra çeşitli ve faydalı görüşmeler yaptıklarını ifade etti.

İran İslam Cumhuriyeti'nin yasa dışı ve baskıcı yaptırımları kaldırmak için ciddi bir irade ve güçlü hazırlıklarla müzakerelere geldiğini söyleyen Bakıri, 'İran İslam Cumhuriyeti heyetinin bileşimi, İran İslam Cumhuriyeti'nin, Amerikalıların İran halkına karşı yasa dışı ve baskıcı yaptırımlarını kaldırmak için ciddi adımlar atma kararlılığını ve ciddiyetini göstermektedir' diye konuştu.

Dışişleri Bakan Yardımcısı, bu görüşmelerin İran İslam Cumhuriyeti'nin bu yaptırımları kaldırma hedefine ulaşmada etkili bir rol oynamasını umduğunu dile getirerek, Viyana'daki yeni tur müzakerelerin süresi hakkında, 'Bu tur müzakerelerde ana odak ve öncelik, yaptırımların kaldırılması konusu olacak ve kural olarak, bu tur müzakerelerin süresi tahmin edilemez' diye ekledi.

 

İran Tüm Yaptırımların Kaldırılmasını İstiyor
  Reuters'e konuşan bir İranlı yetkili, İran ile 4+1 Grubu arasında bugün başlayan görüşmelere işaretle, ABD'nin tüm yaptırımları kaldırması gerektiğini belirtti.
 

Reuters haber ajansına konuşan İranlı bir yetkili, Tahran'ın nükleer anlaşmanın yeniden canlandırılmasına ilişkin şartlarını açıkladı.

Viyana görüşmelerine yakın İranlı kaynak, İran'ın nükleer anlaşmanın yeniden canlanması için şartının ABD'nin yaptırımlarının kaldırılması olduğunu ifade etti.

Reuters İran ile küresel güçler arasında bugün Viyana'da 2015 tarihli nükleer anlaşmayı kurtarmak için görüşmelerin yeniden başlayacağına işaretle, İran'ın taleplerinin ABD'li ve Avrupalı diplomatlarca gerçekçi olmadığını ileri sürdü.

Reuters'e konuşan İranlı yetkili, Tahran'ın taleplerinin net olduğuna işaretle, Amerikalılar başta olmak üzere diğer tarafların nükleer anlaşmanın yeniden canlanmasını isteyip, istemedikleri için karar vermeleri gerektiğini, bu anlaşmadan çekildiği için onların dönmesi ve tüm yaptırımları kaldırmaları gerektiğini vurguladı.

 

Dışişleri Bakan Yardımcısı ve nükleer müzakerelerdeki başmüzakereci Ali Bakıri Keni, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu'nun teknik yapısını koruması ve herhangi bir siyasi baskıya boyun eğmemesi gerektiğini söyledi.

Al Jazeera'ya verdiği demeçte açıklamalarda bulunan Bakıri Keni, 'Diğer taraf anlaşmaya uymazsa nükleer politikamızdan geri çekilmemiz için hiçbir neden yok. ABD'nin nükleer anlaşmanın yeni gerçekliğini kabul etmekten başka seçeneği yok' dedi.

Odak noktasının Viyana görüşmelerinin ciddiyeti olması gerektiğini vurgulayan Bakıri Keni, 'Odak noktamız acımaız yaptırımları kaldırmaktır. Nükleer faaliyetlerimizi nükleer anlaşma hükümlerine göre sürdürecek ve geliştireceğiz' ifadesini kullandı.

Yaptırımların kaldırılması konusunda garanti istediklerini kaydeden Bakıri Keni, 'Washington bunu Viyana görüşmelerinde sağlamalıdır. Eğer nükleer anlaşma İran'ın bundan yararlanacağını garanti etmezse, nükleer anlaşmanın penceresi sonsuza kadar açık kalmayacak' diye belirtti.

Bakıri Keni, Amerikalıların tutumuna ilişkin olarak ise, 'ABD hükümetinin mesajları çelişkili ve gündeminde hala Trump'ın politikası var. Öte yandan bölgesel meseleler sadece bölge ülkeleri arasında tartışılmalıdır' diye ekledi.

 

 

Çeşme-i Nur veya Ulusal Hızlandırıcı Projesi, ülkenin bölgede ve dünyadaki bilimsel ve teknolojik sıçramasına giden bir kısayoldur ve tıp bilimleri, nano, fizik, elektronik, malzeme mühendisliği, gıda endüstrisi, tarım, nükleer teknoloji ve diğer alanlarda önemli gelişme etkilerine sahiptir.

Çeşme-i Nur veya Ulusal Hızlandırıcı Projesi, Kazvin'de Temel Bilimler Araştırma Enstitüsü tarafından, bu projenin kavramsal tasarımı ve temel tasarımından sonra fon enjekte edilerek son bir veya iki yıldır uygulanmakta olan bilimsel bir süper projedir. Bu büyük bilimsel projenin hayata geçirilmesini hızlandırma sözü vermeye başlamıştır.

Geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı Bilim ve Teknoloji Başkan Yardımcısı ve Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Ali Ekber Salihi'nin katıldığı törenle, İran Çeşme-i Nur Projesi Laboratuvar Kompleksi binası ve ilgili hizmet-konut birimlerinin hayata geçirilmesi için ilk adım atıldı.

Bu büyük bilimsel projenin uygulanması, şüphesiz İran'ın bilim ve teknoloji alanındaki konumunu iyileştirecek ve binlerce yerel bilim insanı ve araştırmacıyı çekerek ve istihdam ederek beyin göçünü önleyecektir. Ayrıca bilim adamları ve bilim topluluğu, yetkililerin bu proje için gerekli finansı sağlamasını beklemektedir.

İRNA muhabiri, Kazvin ilindeki yetkililer ve bu projede yer alan kişilerle yaptığı röportajda, bu bilimsel süper projenin belirlenmesine yardımcı olabilecek, inşaatının işlevi, önemi ve detayları ve kredileri hakkında bilgi aldı.

Çeşme-i Nur ve tıp, nano, endüstri ve tarımdaki işlevleri

Çeşme-i Nur İnovasyon Merkezi başkanı Mehdi Mevlayi, İRNA ile yaptığı röportajda Çeşme-i Nur projesi ve uygulamaları hakkında şunları söyledi:

'Şu anda dünyada, Avrupa ülkelerinde, Amerika Birleşik Devletleri'nde, Çin'de ve Japonya'da kendilerini bilimsel otorite olarak gören 50'ye yakın ışık kaynağı var. Işık kaynağı veya senkrotron hızlandırıcı aslında ülkelerde teknoloji alanında büyük bir altyapıdır'.

Işıkın yeni keşifler için en iyi araçlardan biri olduğunu kaydeden Mevlayi, 'Işık olmadığında veya ışıklar kapalı olduğunda şeyleri göremeyiz' diye belirtti.

Mevlayi röportajın devamında şu ifadelere yer veri:

'İnsanlar önce büyüteci icat ettiler ve onu mikropları tanımlamak için kullandılar, daha sonra daha küçük nesneleri ve canlıları tespit edip gözlemleyebilen mikroskoplar yapıldı ve ışık kaynağı aslında daha güçlü bir araçtı.

Işık, yansıması ve analizi yoluyla insanların dünyada ne olduğunu daha iyi görmelerine ve tanımalarına yardımcı olabilecek mikroskoplardır. Aslında bu bilimsel süreçte ışık ne kadar iyi ve parlaksa tanıma gücü de o kadar fazladır.

Korona virüsünün büyüteç ve mikroskopla tespit edilemediğini bilmek ilginç ve aslında virüse ilişkin ilk insan gözlemleri Çin'in Şanghay kentinde gerçekleşti. Koronanın şekli, görüntüsü ve detayları bu laboratuvarda belirlendi ve bilim adamları daha sonra onunla mücadele için bir aşı geliştirdiler.

Dünyadaki ışık kaynağı, çalışma modeli elektronları ışık hızında hareket ettirecek ve milyonları uyaracak şekilde elektronları hızlandırmak olan 300 milyon Euro'dan fazla mali krediye sahip projeler olarak tanımlanıyor. Evrendeki birçok nesneyi ve bilinmeyeni tanımlamak için kullanılabilen güneşten daha parlak bir şekilde yayılır.

Kazvin'de ulusal hızlandırıcı veya Çeşme-i Nur Projesini başlatarak, aslında ülkedeki hızlandırıcıların bilgisini yerelleştirebiliriz'.

Pazar, 28 Kasım 2021 04:18

Spor Dünyasından

 İran Milli Plaj Voleybol Takımı, Asya Şampiyonası'nda ikinci oldu.

Asya Plaj Voleybolu Şampiyonası'nın finalinde Behmen Salemi ve Ebülhasan Hakizade'den oluşan milliletimiz, Avustralya karşısında 2-0'lık skorlarm mağolup olarak ikinci oldu.

Bu oyunun 2 seti 21-16 ve 21-13 skorları ile Avustralya lehine düzenlendi. Katar da Kazakistan'a karşı kazandığı zaferle bronz madalya kazandı.

Salemi ve Hakizade takımı ilk kez bir turnuvaya katıldı ve ilk deneyimlerinde Asya Şampiyonası finaline yükseldiler. Hakizade, bu yıl hem 19 yaş altı hem de 21 yaş altı kategorilerinde Asya Şampiyonası'nı kazandı.

İlk kez yetişkin kategori müsabakalarına katılma deneyimine sahip olan bu genç oyuncu, 6-10 Aralık tarihleri ​​arasında 19 Yaş Altı Dünya Şampiyonasında Ali Kurbanpesendi ile, World Under'da ise 14-18 Aralık tarihleri ​​arasında Sina Şevketi ile birlikte mücadele etmek zorunda kalacak.

 

Dünya Parahalter Şampiyonası'nda İskenderzade'den altın madalya

İran milli halter takımı oyuncusu İskenderzade, Dünya Parahalter Şampiyonasında 80 kg gençler kategorisinde altın madalya kazandı.

Gürcistan'ın gençler kategorisinde ev sahipliği yaptığı 2021 Dünya Parahalter Şampiyonası'nda 80 kg kategorisinde ikinci temsilcimiz Said İskenderzade sahaya çıktı.

İlk hamlede 140 kg'lık ağırlığı kontrol etmeyi başaran İskenderzade, ikinci hamlede 150 kg'lık ağırlığı kaldırabildi.

Ülkemiz temsilcisi, üçüncü hamlesinde 150 kilo rekoru ile şampiyonluk unvanını ve yarışmanın altın madalyasını kazanmayı başardı.

İran, Gürcistan'da gençler ve yetişkinler olmak üzere iki kategoride düzenlenen dünya parahalter şampiyonasına 14 sporcuyla katıldı.

Bu yarışmalar, 2024 Paris Paralimpik Oyunları'nın elemelerinden sayılıyor.

 

Dünya Tekdvndo Yarışmalarında Zehra Şeydayi altın madalya kazandı

 İran Taekwondo konvoyu Suudi Arabistan'da düzenlenen dünya serbest stil yarışmalarında Zehra Şeydayi'nin altın madalyasıyla çalışmalarını sonlandırdı.

Suudi Arabistan'da düzenlenen Dünya Kadınlar Serbest Tekvando Yarışması'na bugün İran konvoyu altın madalya elde etti.

-57 kg ağırlıkta yarışan Şeydayi, final maçında Margarita Bliznyakova ile karşı karşıya geldi ve üçüncü tur sonunda 11-11 berabere kaldıktan sonra altın puanla altın madalyanın sahibi oldu.

Şeydayi Hırvatistan'dan "Elena Mironyuk" ile "Nikita Glasnovich", Rusya'dan "Elena Krivichenko" ve İngiltere'den "Alia Powell"ı yenerek finale yükselmişti.

Böylece İran konvoyu bu yarışmadaki çalışmalarını bir altın ve Melika Mirhüseyni ve Kevser Esaseh'nin birer bronzu olmak üzere 3 madalya ile tamamladı.

Pazar, 28 Kasım 2021 04:12

Cumhurbaşkanı Reisi Aşkabat'ta

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Türkmenistan'da EİT Ekonomik İşbirliği Teşkilatı'nın 15. Zirvesi'ne katılmak üzere Türkmen meslektaşının resmi karşılamasıyla Aşkabat'a geldi.

Cumhurbaşkanı Raisi ve üst düzey bir heyet, Cumartesi gecesi Türkmen Devlet Başkanı Kurbankulu Berdimuhamedov'un resmi karşılamasıyla Aşkabat Havalimanı'na geldi ve varışta üst düzey Türkmen hükümet yetkilileri tarafından karşılandı.

15. EİT Zirvesi 28 Kasım Pazar günü Türkmenistan'ın ev sahipliğinde yapılacak ve başkanlığını bu zirvede Türkmenistan üstlenecek.

Ziyaret sırasında Cumhurbaşkanı'nın yarın (Pazar) 15. Ekonomik İşbirliği Örgütü (EİT) Zirvesi'nde, İran İslam Cumhuriyeti'nin bölgesel ve uluslararası ilişkilerin güçlendirilmesi ve işbirliği ve ekonomik düzeyinin artırılması konusundaki tutum ve önerilerini ele alması planlanıyor.

Ziyaret sırasında Reisi, ikili ilişkileri geliştirmenin ve derinleştirmenin yollarını görüşmek üzere zirveye katılan mevkidaşlarıyla da bir araya gelecek.

Türkmenistan'da yaşayan İranlılar, İranlı işadamları ve EİT zirvesine katılanlarla bir araya gelmek, Cumhurbaşkanı'nın ziyaretinin bir diğer programı.

İran İslam Cumhuriyeti, Türkiye, Pakistan, Afganistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Özbekistan, Kazakistan, Tacikistan ve Azerbaycan Cumhuriyeti EİT'nin 10 üyesidir. ‌

Cumhurbaşkanı Reisi: Önceliğimiz bölge ülkeleriyle işbirliğidir

Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, 'Komşu ve bölge ülkeleri ile işbirliğine öncelik veriyor ve bu işbirliğinin ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde çok etkili olabileceğine inanıyoruz' dedi.

Tahran Mehrabad Havalimanı'nda EİT Zirvesi'ne katılmak için Aşkabat'a gitmeden önce açıklamalarda bulunan Cumhurbaşkanı Reisi, 'Bu gezi Türkmenistan Cumhurbaşkanı'nın daveti üzerine gerçekleşiyor. EİT Zirvesi'ne Türkmenistan Devlet Başkanı başkanlık ediyor ve ziyaretin amacı EİT Zirvesi'ne katılmaktır. Bu, daha iyi bir gelecek ve ilerici bir gelecek için birlikte olalım" sloganı ve bir zirve olarak gerçekleştirilecek olan 15. zirvedir' dedi.

Bu toplantının amacının EİT'de alınan önlemleri ve ayrıca bu örgütün gelecekteki kararlarını gözden geçirmek olduğunu dile getiren Reisi, bu gezinin diğer hedeflerinden biri olarak bölge liderleriyle ikili görüşmelere değinerek, 'Bu gezimizde bölge ülkelerinin liderleriyle ikili görüşmelerimiz olacak. Defalarca ifade ettiğimiz gibi, komşu ve bölge ülkeleri ile işbirliğine öncelik veriyoruz ve bu işbirliğinin bölgedeki ekonomik ilişkilerin geliştirilmesinde çok etkili olabileceğine inanıyoruz' ifadesini kullandı.

İran İslam Cumhuriyeti ve bölge ülkeleri için özellikle bu tip ekonomik ilişkilerin çok etkili olacağını belirten Reisi, 'Bir planımız var. Aşkabat ziyaretimiz sırasında Türkmenistan Cumhurbaşkanı'nın saygıdeğer ev sahibi ve bu ülkenin üst düzey yetkilileriyle doğal olarak bir görüşmemiz olacak. Türkmen yetkililerle yapacağımız görüşmelerin odak noktası olarak iki ülke arasındaki komşuluk ilişkileri, gaz, transit ve diğer konular masaya yatırılacak. ziyaretin hem bölgesel işbirliği hem de bölge ülkeleriyle ikili ilişkiler için ivme kazanmasını umuyoruz' diye ekledi.

İran- EİT ticaret hacmi 9.2 milyar dolar

Nüfusu 400 milyonu aşan 10 ülkeden (Afganistan, Azerbaycan, Türkmenistan, Tacikistan, Özbekistan, Kırgızistan, Türkiye, Pakistan, İran ve Kazakistan) oluşan EİT, dünyada enerji arzı ve iletimi açısından önemlidir.

İran'ın geçen yıl 9 EİT üyesi ülke ile ticaret hacmi 11 milyar 565 milyon dolar oldu. Bu miktarın 4 milyar 816 milyon doları İran'ın EİT üyesi ülkelerden yaptığı ithalat, kalan 6 milyar 749 milyon doları ise İran'ın EİT üyesi ülkelere yaptığı ihracattn oluştu.

İran'ın en düşük ticaret hacmi Tacikistan (24 milyon dolar), en yüksek ticaret hacmi ise Türkiye (6 milyar 923 milyon dolar) ile oldu.

İran İslam Cumhuriyeti Gümrükleri de bu yılın ilk yedi ayında İran ile 9 EİT üyesi ülke arasında yüzde 48 artışla 9 milyar 233 milyon dolar ticaret hacmi yaşandığını söyledi.

Buna göre 17 milyon 440 bin 617 ton ağırlığında 6 milyar 30 milyon 544 bin 7 dolar ihracatın payı, 2 milyon 887 bin 222 ton ağırlığında 3 milyar 302 milyon 992 bin 785 dolar ise ithalatın payı olarak kayıtlara geçti.

Pazar, 28 Kasım 2021 04:10

İran'dan Erdoğan'ın Teklifine Destek

İran'ın Ankara Büyükelçisi Muhammed Ferazmend, ülkesinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Kafkasya'da barış ve iş birliği için gündeme getirdiği 3+3 inisiyatifine destek verdiğini açıkladı.

Ferazmend, AA için kaleme aldığı makalede, Erdoğan'ın Kasım 2020'de gündeme getirdiği Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan ile Türkiye, Rusya, İran'dan oluşan 3+3 fikrinin memnuniyetle karşılandığını ve bu kapsamda bölge ülkelerinde temaslarda bulunulduğunu hatırlattı.

İnisiyatifin İran'ın dış politikada izlediği temel ilkelere de uygun olduğunu kaydeden Ferazmend, "3+3 formatındaki inisiyatif, tam da İran İslam Cumhuriyeti'nin dış politikada izlediği temel ilkelerle, yani bölgesel sorunların bölgenin paydaş ülkeleri tarafından çözülmesi, gerginlik alanlarının en aza indirgenmesi, iş birliğinin geliştirilmesi ve bölge ülkelerinin yetenek ve kabiliyetlerinin sinerjisi yoluyla güçlü bir bölge oluşturma hedefiyle aynı doğrultudadır." değerlendirmesinde bulundu.

İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi hükümetinin de 3+3 girişimini desteklediğini belirten Ferazmend, 2020 yılında Karabağ'da çatışmalar sürerken dönemin İran Dışişleri Bakanlığı Siyasi İşlerden Sorumlu Bakan Yardımcısı'nın Bakü, Erivan, Ankara ve Moskova'yı ziyaret ettiğini anımsattı.

Ferazmend, bu ziyaretlerde Bakan Yardımcısı'nın bölgedeki gerginliği kontrol edecek, anlaşmazlıkları barışçıl yollarla adil şekilde çözecek bir mekanizma kurulması önerisinde bulunduğunu söyledi.

Gürcistan dışındaki ülkelerin bu inisiyatifi prensipte kabul ettiğini belirten Ferazmend, şunları kaydetti:

"Diplomasi alanında inisiyatiflerin, fikirlerin ve kolektif mekanizmaların ortaya atıldıkları andan gerçekleştikleri zamana dek görüşlerin birbirine yakınlaştırılmasına ve inisiyatifin farklı paydaşları arasında sübjektif ve objektif koşulların oluşmasına gereksinim duyduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ancak önemli olan kolektif iradenin korunması, konuların sürekli takibi ve yapıcı fikirleri hayata geçirmede azim ve kararlılığa sahip olmaktır. Neyse ki 3+3 veya 3+2 inisiyatifinin gerçekleşmesi için paydaş ülkeler arasında kolektif bir irade, ortak çıkarlar ve karşılıklı yüksek bir anlayış mevcuttur. Kuşkusuz, stratejik Güney Kafkasya bölgesinde 30 yıllık bir gerginliğe son verilerek barış ve istikrarın tesisi, kalkınma, ticaret, yatırım ve sorunsuz ulaşım fırsatlarının doğması, bu bölgenin tüm uluslarının yararınadır."

Ferazmend, 3+3 mekanizmasının hayata geçeceğinden umutlu olduğunu vurgulayarak, "(İran) Bölge uluslarına siyasi, güvenlik, ticari, ekonomik ve transit iş birliği için aydınlık ufukların açılacağı inancını taşımaktadır. Bu inisiyatifin en büyük avantajı, paydaşlardan hiçbirinin dışlanmamış olmasıdır. Kafkasya’nın üç komşu ülkesi İran, Türkiye ve Rusya’nın Suriye'de gerginliği azaltma ve akan kanın durdurulması konusunda daha önce başarılı bir deneyim sergilediklerini bu vesileyle hatırlatmış olalım." ifadelerini kullandı.

 İnsan adı, bir anlamıyla “ünsiyet”‌ten gelir: İnsan başkalarıyla ünsiyet eder; anlaşır; uzlaşır; hayatı paylaşır.

İnsan için ünsiyet bu anlamda bir yatkınlık ifade etmesi kadar insanın ünsiyete ihtiyacını da anlatır: İnsan yalnız yaşayamaz; yalnızlık Allah’a mahsustur.

Nitekim insanın tanımı yapılırken onun hakkında: “Medeniyyun bi’t-Tab‘/doğuştan medenidir”‌ denir. Yani insan toplu yaşama tabiatına sahiptir; insan sosyal bir varlıktır. “Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa.”‌ özdeyişi bunu anlatır.

Tabii bu arada insan adının “nisyan”‌dan geldiği de varsayımlar arasındadır: İnsan unutur.

İnsan bazen ödevini unutur: İlk insanın Cennetteki yasak ağacın meyvesinden yemesi durumunda karşılaşacağı riski unuttuğu gibi:

“Bunun üzerine Adem’e: Adem! Dedik, bu, hem senin için hem eşin için bir düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın; sonra yorulur, sıkıntı çekersin. Senin için acıkmamak burada, çıplak kalmamak da. Susuzluk çekmemek de burada, açıkta kalmamak da.”‌ (Kur’an, Taha, 117, 118)

“Andolsun ki biz, daha önce de Adem’le ahitleşmiştik. Ne var ki o unuttu. Onu azimli bulmadık.”‌ (Kur’an, Taha, 20/115)Bu anlamıyla unutmak insan için bir “eksi”‌ durumdur.

Ama hayatta karşılaştığı olumsuzlukları unutması ise onun için bir sığınaktır.

Nitekim insan, kaybettiğinin acısını hep ilk günki gibi hiç unutmadan yaşayacak olsa, insan için hayat çekilmez olurdu: Unutmak insan için bu yönüyle büyük bir nimet!

İşte, doğuştan “sosyal”‌ olan; “yalnız”‌ yaşayamayan; “ünsiyet”‌ etmek, kucağına sığınmak ve güven içinde, huzur içinde yarenlik etmek; için kendi “cinsinden”‌ birileriyle yaşama ihtiyacında ona insanın ilk “sosyal sığınağı”‌ onun doğuşuna sebep olan “ana ve baba”‌sı ile “kendi”‌sinden oluşan “aile”‌dir.

Aile, “insan”‌ın yuvasıdır.

Aslında her canlı bir “yuva”‌ya muhtaçtır ve her canlının bir yuvası vardır.

İnsan’ın yuvasına “aile”‌ diyoruz.

Bu sebepledir ki “aile”‌ çok önemlidir.

Çünkü, “aile”‌ olmadan çocuk yaşayamaz.

– Sadece “yaşayamaz”‌ mı?

– İnsan olmanın özelliklerini de sorumluluklarını da kazanamaz.

1- İnsan yaratılırken karı-koca olarak “çift”‌ yaratılmıştır ve insanın yavrusu olan çocuk, hayatta kalabilmek için “anne”‌ ve “baba”‌dan oluşan “sıcak bir yuva”‌ya muhtaçtır. Hem de uzun yıllar boyunca.(Kur’an, Lokman, 31/14)

Hikmete bakın ki insanı bu gibi özelliklerle Yaratan, onu, özelliklerine uygun şartlarda yaratmıştır: İnsan, yaratılırken “karı-koca”‌ olarak “çift”‌ yaratılmıştır.

“Ey insanlar! Sizi bir tek nefs’ten yaratan ve aynı özden eşini de yaratan ve o ikisinden bir çok erkekler ve dişiler üretip yayan Rabbinizin bilincinde olun..”‌ (Kur’an, Nisa, 4/1) Çift yaratılarak önce birbirlerinde ve birbirleriyle “huzur ve sükün”‌ bulan eşler, kendilerinden türeyen çocuklara sahip olmakla “mutluluk”‌larını taçlandırmışlardır:

“Sizi bir tek nefs’ten yaratan ayni özden yanında huzur bulsun diye eşini de yaratan O’dur. Eşi ile birleşince eşi hafif bir yük yüklendi. Onu bir müddet taşıdı. Ağırlaştığında: ‘Ey Rabbimiz! Bize iyi/kusursuz bir çocuk verirsen şükredenlerden oluruz’ diye Allah’a yalvardırlar..”‌ (Kur’an, A’raf, 7/189)

Böylece bebek, onu seven, sevgileriyle koruyup büyütecek olan “ana”‌ ve “baba”‌dan oluşan “yuva’da/aile’de”‌ dünyaya gelmektedir.Nitekim “aile”‌ ortamında dünyaya gelmiş olmayan çocukların yaşama şansları yok gibidir.

İnsanların “kadın”‌ ve “erkek”‌ olarak “çift”‌ yaratılması ve birbirlerine “eş”‌ kılınması, böylece insanoğlunun “Dünya Hayatı”‌ yolculuğuna “aile”‌ oluşturarak başlaması; onlardan doğacak çocuklar için hayata tutunmalarına yarayacak “ortam”‌ı hazırlamıştır.İnsan, bu ortama, sadece biyolojik hayatını sürdürebilmesi için değil; insan olmanın özelliklerini ve sorumluluklarını kazanmak için de muhtaçtır. Başka canlılar için hayata tutunmak için gerekli süreler türüne göre birkaç saniye, nihayet birkaç yıl iken bu süre insanoğlu için yılları alan uzun bir süredir.

Hele insan olmanın özelliklerini ve sorumluluklarını kazanmak öyle birkaç saniye, birkaç dakika, birkaç saat, birkaç gün, birkaç hafta, birkaç ay, birkaç yıl gibi kısa sürelere değil; on yılları alan uzunca bir süreye ihtiyaç vardır. Onun için de insanoğlu, on yılları bulan süreyle “aile”‌ye muhtaç ve bağımlı bir tabiata sahiptir.Sırf bu tahlil göz önüne alındığında bile görülür ki “aile”‌ insanoğlu için “olmazsa olmaz”‌ mertebede gerekli ve önemlidir.

2. İnsana kendi “cins”‌inden “eş”‌ verilmesi, Kur’an’da, kişisel anlamda “eşi ile sükun bulma”‌; sosyal anlamda “çoğalma/türeme”‌ gerekçeleriyle açıklanmıştır. İnsan, hayatta huzur ve sükun bulması için kendi cinsinden bir “eş”‌e muhtaçtır. Bu ihtiyaç, kadın için de erkek için de aynı derecede gerekli ve önemli bir ihtiyaçtır.

Nitekim insana kendi “cins”‌inden “eş”‌ verilmesi, Kur’an’da, kişisel anlamda “eşi ile huzur ve sükun bulma”‌; sosyal anlamda “çoğalma/türeme”‌ gerekçeleriyle açıklanmıştır. (Nisa, 4/1; A‘raf, 7/189) İnsan sadece kişisel anlamda bir huzur ve sükuna değil; sosyal anlamda güvene, bunun için de toplumsal dayanışmaya da ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, bütün gelişmiş canlı türleri için söz konusu olan bir ihtiyaçtır.İnsanoğlu sosyal anlamda, sadece “güven”‌ sebebiyle bir dayanışmaya değil; “iş bölümü”‌ sebebiyle de toplum hayatına/medeniyete ihtiyaç duyar.

Dolayısıyla insan, eşiyle, kişisel anlamda huzur ve sükuna ererken, başkalarıyla “iş bölümü”‌ ile de sosyal anlamda “güven”‌ ve “konfor”‌ elde eder.Öyleyse insan, eşi dahil, başkalarına karşı sevgi ve saygı gösterirken sonuçta kendi huzur ve sükununu ve kendi güven ve kendi konforunu elde etmeye hizmet ediyor demektir.

Hemen hatırlatalım ki “selamlaşma”‌; karşılaştığımız insan hakkında gönülden “iyi

dilekte”‌ bulunmak ve bunu ona duyuracak şekilde açığa vurmaktır.

Gönülden yapılan bu iyi dilek, karşı tarafa duyurulunca onun gönlünde olumlu duyguya, o da sevgi ve saygıya, o da dünya ve ahirette cennete.. yol açacaktır.

Yine hatırlatalım ki, süreye adını veren “ma‘un”‌; komşudan komşuya, arkadaştan arkadaşa “ödünç ekmek”‌, “ödünç tuz”‌, “ödünç kap”‌, “ödünç kağıt ve kalem”‌ gibi, “küçük”‌ ama “gönül”‌ yapan “yardım”‌lardır.

İnsan yüreği o kadar alçak gönüllü ki o gönülden duyulan “iyi dileği”‌ duymakla da kazanılır; “ödünç”‌ verilen “bir miktar tuz”‌la da!

O yürek ayni zamanda o kadar kırılgan ki, karşılaştığı kimsenin “asık suratı”‌ da onu incitir; sakınılan “bir silgi”‌ de!

Görülüyor ki; “sevgi”‌ ve “saygı”‌ya dayalı “huzurlu”‌ ve “konforlu”‌ ortamı oluşturarak yaşadığımız dünyayı “cennet”‌e çevirmek de elimizde; aksine davranışla yaşadığımız dünyayı “cehennem”‌e çevirmek de.

Bu arada, bu ve benzeri öğretilerin kazanımı olarak kültürümüze mal olmuş bir değeri hatırlayalım:

Her geçeni Hızır bil; her geceni Kadir bil!

Açıktır ki “her geçeni Hızır bilme”‌ anlayışı, ayırım yapmadan her insana verilen değeri; “her geceyi Kadir bilme”‌ anlayışı, zamana verilen değeri anlatır.İnsana, “Tanrı’ya en yakın kul”‌u sembolize eden “Hızır”‌ gözüyle bakmak, her halde, başka kültürlerde karşılığı kolay kolay bulunamayacak anlam ve değerde bir anlayış olsa gerektir.

Burada hemen Mevlana’yı hatırlayabiliriz. O, “söz”‌lerin birer “tohum”‌ olduklarını; tohum ekilsin de bitmesin, bunun genelde görülmüş bir şey olmadığını; ekilen tohumun yerden bittiği gibi sözlerin de toplumda yeşereceğini; toplumun iyiliklerle dolması isteniyorsa, kötü sözlerden sakınılması ve konuşurken iyi sözler seçilmesi gerektiğini.. anlatıyor.

Bu anlamda, Hz. Peygamberin şu sözü ne kadar anlamlı:

“Allah’a ve Ahiret gününe inanan ya hayır söylesin ya sussun!”‌ (Buhari, Sahih, Edeb, 31; Müslim, Sahih, İman, 74) Rhanda Byrne’nin yazdığı The Secret (Sır) adlı küçük kitabında, yaşadığı tecrübeyle ulaştığı bir “sırr”‌ı şöyle açıklıyor:

İnsanın hayatına yön veren onun, duygu ve düşünceleridir. “İyi”‌ şeyler düşünenler hayatta “iyi”‌ şeylerle karşılaşırlar; “kötü”‌ şeyler düşünenler, “kötü”‌ şeylerle!

Karşılaştığı insana “Hızır”‌ gözüyle bakan, dünyanın “Hızır”‌larla dolmasını istiyor demektir; Karşılaştığı insana “Hınzır”‌ gözüyle bakan da farkında olmadan dünyanın “Hınzır”‌larda dolmasını istiyor demektir.

Gazali, İhya’sının, “Arkadaşlık Adabı”‌ bahsinde, “Hadis”‌ diye bir söz nakleder: “Halkın dili; Hakkın kalemidir!”‌

Bu söz, belki bir Hadis değil, ama, anlamı muhteşem!

Allah, çok değer vererek yarattığı insanın sadece davranışlarını değil; her sözünü bile ciddiye alıyor ve onu hayata geçiriyor. Tabii faydası da zararı da sözün sahibine dönmek üzere!

İnsan bütün bu “iyi”‌ şeyleri de “kötü”‌ şeyleri de, onlarca yıl bağımlı olarak yaşamak durumunda olduğu “aile”‌ ortamında elde eder.

İşte, ailenin önemini haykıran başka bir gerekçe daha!

Dolayısıyla, eşi dahil başkalarına karşı sevgide ve saygıda kusur eden insan, kendi huzur ve sükununa, kendi güven ve konforuna kendi eliyle zarar veriyor demektir.

Selamlaşmayla ilgili bir Peygamber öğretisi bu noktayı güzel açıklar:

“Cennete giremezsiniz; iman etmedikçe. İman etmiş olamazsınız; birbirinizi sevmedikçe.

– Size bir şey öğreteyim mi ki onu yaparsanız birbirinizi seversiniz?

– Aranızda selamlaşmayı yaygınlaştırınız!”‌ Müslim, Sahih, İman, 93)

Bu noktada bir Kur’an öğretisini hatırlayabiliriz:

“O kimselerin vay haline! Ki onlar, kıldıkları namazları ciddiye almazlar; her şeyi gösteriş ve övülmek için yaparlar; başkalarına yapılacak en küçük yardımı bile engellerler.”‌ (Ma‘un, 107/4-7)

3. Eşler ve çocuklar, Kur’an’da, “göz aydınlığı nimetler”‌ olarak anılır

İnsan için eş, adeta kendi kişiliğini tamamlayan “bütünün öbür yarısı”‌ gibidir.

İnsan için ana-baba başta olmak üzere yakınları çok önemlidir. Onları sevmek, saymak, aramak, sormak, onlarla ilgilenmek; onların, varsa ihtiyaçlarını karşılamak.. insanlık borcudur; iman borcudur.

İnsanın eşinin yeri ise daha farklıdır. İnsan eşiyle sadece ilgilenmez; onunla varını-yoğunu paylaşır; hayatı paylaşır.

İnsan için, kendisinden bir parça olan çocuğunun da yeri ayrıdır: Yemez yedirir; giymez giydirir; onun için uykusunu bile feda eder.

İnsan için, onların bir parçası olduğu ana ve babasının da yeri ayrıdır: Onlar muhtaç ve mecbur olmadıkça çocuklarından ilgi ve sevgiden başka “maddi”‌ hiçbir şey beklemezler. Evlat ise onların ihtiyaçları olup olmadığını gözetler; varsa ihtiyaçlarını, hatta onlara sezdirmeden karşılar.

Bütün bunlar tamam. Ama, insan, eşi, çocuğu, ana ve babası hakkında ilişkisini sadece bu çerçevede görmez. Ana-baba olarak çocuğa; evlat olarak ana-babaya; eş olarak eşine neler borçlu olduğunu hiç gözünün önünden ayırmaz ve onlara olan “minnet”‌ borcunu, hatta, onlara sezdirmeden ödemeye çalışır.

“Ödeme”‌ kelimesi burada çok “kaba”‌ duruyor. Ödemek ne kelime, gerçek evlat, gerçek ana-baba, gerçek eş.. eşine, ana-babasına, çocuğuna.. nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranmayı, yaşantısının “nefes”‌ alma-verme mertebesinde bir parçası olarak algılar ve öyle yaşar.

Bu ve benzeri algılama ve yaşantı ile insan sadece karşısındakinin ihtiyacını karşılamakla kalmaz; kendi temel ihtiyaçlarını da karşılamış; onun “hazz”‌ına ermiş olur. Bu da onun doğuştan getirdiği özelliklerinin ve sorumluluğunun gelişmesini sağlamaya katkıda bulunur.

Ayette ne güzel buyurulmuş:

“Onlar, ‘Ey Rabbimiz! Eşlerimizin ve çocuklarımızın bizler için gözümüzün nüru, gönlümüzün neşe kaynağı olmalarını sağla! Bizleri Senin bilincinde olanların en başında kıl!’ diye dua edenlerdir.”‌ (Kur’an, Furkan, 25/74) İnsan çevresi ile uyumlu olmayı “aile”‌sinden öğrenir. Ailesi içinde uyumlu olan kendi içinde uyumlu olur. Kendisiyle ve ailesiyle barışık olan, çevresiyle barışık olur. Bütün bu barışıklıklar, insanı, Tanrısıyla barışık hale getirir.

Peygamberimiz ne güzel buyurmuş:

“En hayırlınız başkalarıyla iyi ilişkiler içinde olan ve kendisiyle iyi ilişkiler kurulabilendir. Çevresiyle uyumsuz-geçimsiz kimselerde hayır yoktur.”‌ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/400) 4- Canlılar dünyasında yeni dünyaya gelenler arasında hayatta tutunması en zor olanı “insan yavrusu”‌ yani “çocuk”‌tur.

Buraya kadarki sunuşumuzda gördük ki, canlılar dünyasında yeni doğanlar arasında hayata tutunması en zor olanı “insan yavrusu”‌ yani “çocuk”‌tur. Özelde çocuğun, genelde insanın, hayata tutunabilmesi için “uzun yılları”‌ alan bir “barınma”‌, “beslenme”‌ ve “korunma”‌.. “desteği”‌ne ihtiyaç vardır. Bebeği sarıp sarmalayacak, bağrına basacak, emzirecek, barındıracak ve koruyacak bir anne ve babası veya anne-babanın bu desteklerini ona sağlayacak özellikte birisi mesela bir “sütanne”‌si olmadan bir çocuğun yaşama şansı yoktur.

Çocuğun ihtiyacı olan bu desteğin ona sunulabileceği ortam ise “aile”‌ ortamıdır. Aile ortamında sevgi dolu anne, şefkat dolu baba vardır. Bazı ailelerde, anne ve babadan başka muhtemelen büyük anne ve büyük baba da vardır. Çocuk ilk değilse, kardeş de vardır. Bu ortam, çocuğun hayata tutunmak, sonra da doğuştan sahip olduğu özelliklerini geliştirmek için en uygun bir ortamdır.

Kur’an bu gerçeğe veciz bir şekilde işaret eder:

“Ve Allah sizi analarınızın karınlarından öyle bir halde çıkardı ki hiç bir şey bilmiyordunuz. Sizin işitme, görme ve duyma yeteneklerinizi geliştirdi. Şükredesiniz diye.

“Görmediler mi baksalar a kuşlara: Onlar gökte uçarlarken onları Allah’tan başka tutan kim?Elbette bunda iman edecekler için çok ayetler var.

“Allah size evlerinizden bir barınak yaptı ve hayvanların derilerinden size gerek göç günlerinizde gerek yerleşik günlerinizde taşıyabileceğiniz hafif evler ve yünlerinden, yapağılarından, kıllarından belli bir süre (giyinecek, kuşanacak, serilecek, döşenecek) ev ve ticaret eşyası yaptı.

“Allah yarattığı şeylerden sizin için gölgeler yaptı ve sizin içi dağlardan siperler yaptı. Sizi sıcaktan – soğuktan ve savaşta koruyacak giysiler yaptı. Böylece üzerinizde olan nimetini tamamlayacak ki siz halis Müslümanlar olup barış yayasınız, diye. (Nahl, 16/78-81) Dikkat edilirse, bu ayetlerde, araya kuşların hayatı da bir örnek olarak verilerek insanoğlunun hayata tutunmak için muhtaç olduğu, başta aile yuvası, şartlara ve ihtiyaçlara işaret edilmektedir.

Basit bir gözlem bize şunu gösteriyor ki canlılar içinde tüysüz teleksiz/çıplak olarak doğan yalnız “insan yavrusu”‌ yani “çocuk”‌tur.

Basit canlılar hayata çok kolay tutunur; yaşar giderler.

Canlılarda gelişmişlik arttıkça hayata tutunma şartları da ağırlaşarak değişir.

İnsan, canlı türlerinin en gelişmişi olduğu için, onun hayata tutunma şartları da o ölçüde ağır ve çeşitlidir:Her şeyden önce, bebek, hiçbir canlı türü için söz konusu olmayan şekilde sarılıp sarmalanacaktır. Kundak, beşik, karyola, yatak odası.. gibi kendisine uygun barınma-yaşama yeri ona kendisinden başkası tarafından sunulacaktır.

Başlangıç yıllarında emzirilerek beslenecek; her yaşta birileriyle dayanışmaya ve/veya işbölümüne ihtiyaç duyacaktır. “Yalnızlık”‌ ise hiçbir yaşta insan için değildir.İnsan, başta ana-baba ve kendisinden ibaret küçük bir topluluk/aile içine doğacak; sonra akraba çevresiyle, mahallesi sakinleriyle, kentinde yaşayanlarla ve ülkesi vatandaşlarıyla hatta dünya insanlarıyla hayatı paylaşacaktır: “Dayanışma”‌ içine girerek; “işbölümü”‌ yaparak!

Doğan çocuk bebek haliyle tabiat şartlarına karşı korunmasızdır. Doğan çocuk korunmaya muhtaçtır. Kendisini koruyamaz. Onu ana ve/veya babası yahut onların fonksiyonunu yüklenen “sütanne”‌ benzeri birileri koruyacaktır.

Daha önce birkaç kere ifade ettiğimiz gibi bu durum çocuk için bir olumsuzluktur. Çünkü kendi kendine hayata tutunma şansı yoktur. Ama, başka açıdan bakınca görüyoruz ki bu durum çocuk için artı bir özelliktir: O, kendisi için önceden hazırlanan ortamda sevenleri tarafından beklenmekte ve karşılanmaktadır.

İnsan için geneli ve normali budur.Afet şartlarında veya insanların uyması gereken kurallar gözetilmeden dünyaya getirilen şanssız çocuk, genel durumun istisnasıdır. O durumda bile “masum/günahsız”‌ bilinen bebek, onun varlığından haberdar olan diğer insanlar tarafından, her şartta korunmaya alınarak barındırılmakta; yetiştirilmektedir.

Bu durumda, bir kere daha fark ediyoruz ki çocuk için/insan için, aile yuvası, sırf maddi anlamda bile, “olmazsa olmaz”‌ mertebede “gerekli”‌ ve o ölçüde “önemli”‌ bir kurumdur.

5- Çocuğun bu hayati ihtiyacını karşılayacak “sıcak aile yuvası”‌nın sıcaklığı “meveddet/derin saygı ve sevgi”‌den gelir

İnsan, “sevgi”‌nin ürünüdür: Allah insanı sevdi de yarattı.Çocuk da “sevgi”‌ ürünüdür.Sadece “insan”‌ ve sadece “çocuk”‌ değil; bütün varlıklar “sevgi”‌nin ürünüdür: Allah,Evreni, sevdi de yarattı.Evrendeki düzen sevgiyle korunur; düşmanlıkla bozulur.Onun içindir ki “sevgi”‌ dolu kalpte “iman”‌ rahat eder. “kin”‌ dolu kalpte ise “iman”‌ huzursuz olur.

Yunus’un:

“Ben gelmedim davi için; ben gelmişem sevi için”‌dediği gibi insan bu dünyaya “barış”‌ için gelir; “dostluk”‌ için gelir; düşmanlık için, kavga için değil!Allah katında “Hak Din”‌in “İslam”‌ olmasının anlamı budur.Yüce Allah’ın, ilk insana öğrettiği din de anlam olarak “İslam”‌ adını taşır; Son Peygamber vasıtasıyla öğrettiği din de.

“İslam”‌ adı “silm”‌ kökünden gelir ve bu sözcük, “barış”‌ anlamına gelmektedir ve “İslam”‌, “Barış”‌; “İslam Dini”‌, “Barış Dini”‌ demektir. Ayrı ırklarla, ayrı inançlarla, “barış”‌ içinde yaşamak Allah katında tek “Hak”‌ dinin insanlardan istediğidir. Ama, zorla değil; sınav konusu olarak. Barışa hizmet ederek sınav’ı kazanan, Dünyada da Ahirette de yaşadı, demektir.Bu uzunca tahlil, İnanan aileler için “sevgi”‌nin temelini anlatır.

Yaratana inanan kişi; her şeyden önce Yüce Tanrı ile barışıktır. Çünkü o başına gelenin de eline geçenin de Allah’tan gelen birer “sınav”‌ konusu olduğunu aklından çıkarmaz ve başına gelene sabretmesini; eline geçene şükretmesini bilir. İnanan kişi, başta ana ve babası, çevresiyle ve bütün Evren’le barışıktır. Çünkü her şeyi Yaratanın “Bir”‌ olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Bu kimse kendisi ile de barışıktır.Kendisiyle, Evrenle ve en önemlisi Tanrıyla barışık olan kimse, Yunus’un deyişiyle “herşey”‌i “Yaratan”‌dan ötürü sevecektir:“Yaratılmışı sevdik; Yaradandan ötürü”‌

İnsan gönlü “sevgi”‌ bakımından çok zengindir. O kadar O kadar engindir ki insanın sevmek istediği her şeyi sevmeye yeter.Sevgi dolu kalpte “iman”‌ huzur ve sükun bulur. Ailenin temelini oluşturan eşler (sonra ana baba) arasına, Kur’an’ın ifadesiyle “meveddet ve rahmet”‌ yerleştirilmiştir: Eşler, birbirlerine karşı “meveddet ve rahmet”‌ duyguları ile doludur.

Bilindiği gibi “meveddet”‌, “derin dostluk ve sevgi”‌ demektir. Rahmet de “sevgi ve şefkat”‌ demektir.Karı-Koca birbirlerine karşı “derin dostlukla, sevgiyle ve şefkatle doludur. Eşler birbirlerini gerçek dostlar olarak severler, sayarlar, birbirlerine şefkat hisleri beslerler. Her biri diğerini mutlu etmenin yollarını arar. Ve her biri, eşinin mutlu olması ile mutlu olur. Eşinin mutsuzluğu eşini mutsuz eder; üzer.

Çocuklar; birbirlerinin karı ve kocası olan ana ve babanın bu “dostluk”‌, “sevgi”‌ ve “şefkat”‌ duygularını göre göre, yaşaya yaşaya büyüyeceğinden onlar da bu güzel duygularla dolu hale gelecek ve başta zamanı gelinde evlenmekle kendilerinin olacak eşleri, herkese karşı “dostluk”‌, “sevgi”‌ ve şefkat”‌ duyguları besleyeceklerdir.

Eşler arasına “derin dostluk”‌ demek olan “mevedet”‌in yerleştirilmesi, Kur’an’da “Allah’ın ayetlerinden”‌ olarak bildirilir: Karı koca arasında bulunan “derin dostluk”‌ Yüce Allah’ın kudretini gösteren ayetlerden yani kanıtlardandır.Gerçekten genel olarak eşler arasında “derin dostluk, sevgi ve şefkat”‌ vardır. Bundan mahrum olan eşler ise, istisna oluşturur.

Düşünürsek, eşler arasında dostluk ve sevginin bulunması gerçekten Allah’ın Ayetlerindendir yani ilahi mucizedir. Mucizedir, çünkü, eşler genelde kıskanç olurlar ve bu kıskançlık onların gönlünden dostluğu da sevgiyi de saygıyı da söker atar.Bu arada eş eşinden ideal ölçüde davranış, ilgi ve armağan bekler. Beklediğini bulamayınca da dünyası adeta kararır.

Ama, Allah’ın eşlerin gönlüne; “kıskançlık”‌ duygusunu dengeleyerek zararsız hale getirecek, “ideal”‌ beklentilerini yumuşatarak anlayışa dönüştürecek “derin dostluk/ meveddet”‌ duygusunu yerleştirmiş olması, eşler arasında sarsılmaz sevgi ve güven duygularının yeşermesine ve pekişmesine yol açar. Artık eşler eşinden “beklenti”‌ içinde olmaktan çok kendisi eşine “neyi nasıl versin ki onu daha çok mutlu etsin”‌ özeni ve çabası içine girer.

Bu öyle bir psikolojidir ki, paylaşılacak şey belki değişmeyecek ama bu duygu sayesinde “tükenmez”‌ hatta “hep artar”‌ hale gelecektir.Bunu bir örnekle açmakta yarar var:Çok susamış iki kişi, hiç beklemedikleri zamanda ve yerde bir içim su bulmuştur.Bu iki kişi iki ayrı psikolojik yaklaşım içinde bu suyu paylaşabilirler:

a) “Arkadaşım bu suyu bana bıraksa da hepsini ben içsem? Zaten su ancak bir içimlik! İkimiz bölüşsek hiç birimizi kandırmaz. Hepsini ona bıraksam ben susuzluktan ölürüm”‌, yaklaşımı.

b) “Ben bu suyu arkadaşıma vereyim, hepsini o içsin. Çünkü su ancak bir içimlik. İkimiz bölüşsek hiç birimiz kandırmaz.. Hepsini ben içmeye kalkışsam aramızda kavga çıkar. En iyisi hepsini o içsin.”‌ yaklaşımı.

Sonuçta su iki kişi arasında yarı yarıya bölüşülecektir, ama:Birinci yaklaşıma göre bölüşüldüğünde, açıktır ki, eldeki su, hiç birini kandırmamakbir yana, aralarında, hiç su içmemiş kadar gergin ve ateşi yükselten duygu içindebölüşülmüş olacak ve su hiç birini hiçbir ölçüde tatmin etmeyecektir.İkinci psikolojik yaklaşım içinde bölüşüldüğü takdirde ise, her biri suyun tamamınıarkadaşına bırakacak fedakarlık duygu taşıdığından, bir içim suyun yarısını bu duyguyla içmek, ona, suya kandıracak duygu ve tatmini verecektir.

Daha basit söylersek, “hepsi arkadaşımın olsun”‌ duygusuyla bölüşmek ile “hepsi benim olsun”‌ duygusu ile bölüşmek, bölüşülecek şeyin pratikte yarı yarıya eşit bölüşümü ile sonuçlanacak ama “hepsi arkadaşımın olsun”‌ duygusuyla yapılan bölüşüm, bölüşülen şeye tükenmez “bereket”‌ ve bölüşen taraflara da doyumsuz “tatmin”‌ verecektir. İşte, Yüce Yaratanın eşler arasına koyduğu o “meveddet”‌ o “derin dostluk”‌ öyle bir duygudur ki, eşler “hep eşinden bir şeyler bekleme”‌ duygusu içinde bocalamak yerine; “hep eşine bir şeyler verme fırsatını kollama”‌ duygusu içinde “sevgi”‌ dolu, “saygı”‌ dolu”‌ “fedakarlık”‌ dolu “doyumlu”‌ bir psikoloji içinde “huzurlu”‌ ve “mutlu”‌ olarak yaşayacaktır.

Sonuçta, eşlerin birbirinden bekledikleri ve alabildikleri; birbirine vermek istedikleri ve verebildikleri pratikte pek değişmeyecek ama bölüşülen şeyler psikolojik olarak her ikisini de “tatmin”‌ edeceğinden her ikisi de “huzurlu”‌ ve “mutlu”‌ olacaklardır.Uygulaması, eşler arasında hayata geçecek “paylaşma”‌ ile ilgili bu “psikolojik yaklaşım”‌ onlardan meydana gelen ve onları örnek alan çocukları vasıtasıyla bütün topluma, giderek insanlığa mal olabilecektir.

İşte, “aile”‌nin, insanlık için önemini ortaya koyan başka bir sebep daha!

Hatırlayalım ki ilk insanın iki çocuğu “Habil”‌ ve “Kabil”‌ kardeşler arasında, birinin diğerini öldürmesiyle sonuçlanan “anlaşmazlık”‌ az önce sözünü ettiğimiz olumsuz “psikolojik yaklaşım”‌ sonucu ortaya çıkmıştır:

“Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini doğru olarak anlat: Onlar birer kurban sunmuşlardı da birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş ötekine kıskançlık yüzünden) ‘Ne olursa olsun ben seni öldüreceğim’ dedi. Öbürü de ‘Allah ancak sakınanlarınkini kabul eder’ dedi ve (ve ekledi):

“’And olsun ki eğer sen, beni öldürmek için elini kaldıracak olursan, ben seni öldürmek için sana elimi kaldıracak değilim. Çünkü ben bütün varlıkların Rabbı olan Allah’tan korkarım.’

“Çünkü ben dilerim ki sen benim günahımı da kendi günahını da yüklenesin de öylece cehennemlik olasın. İşte, zalimlerin cezası budur.

“Bunun üzerine o, benliğine uyarak kardeşini öldürdü. Böylece kendisine yazık etti.

“Bunun üzerine Allah bir karga gönderdi. Karga, kardeşinin ölüsünü nasıl gömeceğini ona göstermek için yeri eşiyordu. Dedi: ‘Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar da mı olamadım? Kardeşimin ölüsünü gömmek de mi elimden gelmezdi.’ Artık o ettiğine yanıyordu.

“İşte bunun için İsrailoğullarına şunu yasadık: ‘Her kim bir kimseyi haksız yere öldürecek olursa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir kimsenin canını kurtaracak olursa bütün insanların canını kurtarmış gibi olur..”‌ (Kur’an, Maide, 5/27-32)
Dikkat edilirse bu çok önemli olayda bir insan psikolojisi açığa vurulmaktadır: “Ben haklıyım”‌ psikolojisi. “Haksız olduğunu görse bile haklı olanı ortadan kaldırma”‌ psikolojisi.

İki kişi tepede bir canlı görür. Biri:

– Kocaman kartal, der. Öbürü:

– Hayır, keçi! Der. Derken, birazdan o canlı havalanır ve uçar. Saha önce “Keçi!”‌ diyen diretir:

– Uçsa da keçi, kaçsa da!

İşin özü, “haklı”‌ olmanın peşinden koşmak değil; “hakkın”‌ peşinden koşmaktır!İşte, “eş”‌ler arasındaki “sevgi”‌nin kaynağı o “meveddet”‌, o “derin dostluk”‌, her iki tarafa, “kendi”‌nden önce “eşi”‌ni düşünme duygusu veren “yüksek duygu”‌dur.O “yüksek duygu”‌nun bittiği yerde, “sen-ben”‌ kavgasına girmek yerine “iki olgun insan”‌ olarak ortaklığı bitirmek, yani “boşanmak”‌tır.Ancak, boşanmanın; Allah’ın hiç hoşlanmadığı bir fiil olduğunu akıldan çıkarmadan, boşanmayı “son çare”‌ olarak görmek; mümkünse “”‌eşler”‌ arasında bulunması gereken o “meveddet”‌i, o “derin dostluğu”‌ yeniden yeşertme gayretini gösterdikten sonra “olmuyorsa”‌o zaman “boşanma”‌ yoluna gitmek.

Unutmamak gerek ki, Medeni dünyadaki “Aile Mahkemeleri”‌nin fonksiyonu da buna yardımcı olabildiği ölçüde başarılı olabilir. Mahkemelerin normal fonksiyonu “haklı”‌yı “haksız”‌ı ayırmakken Aile Mahkemelerinin fonksiyonu, eski dostluğu yeniden kurmanın yollarını aramaktır.Bu yollardan biri de elbette ki taraflara “haksız”‌ oldukları durumu göstermek olacaktır ama bu, sadece “eski dostluğu”‌ yeniden kurmanın yollarından biridir; temel fonksiyon değil. Çünkü “haklı”‌yı “haksız”‌ı ortaya koymakla iş bitmiyor; taraflar yeniden “dost”‌ olarak yaşamaya götürülebiliyor mu? Aile Mahkemeleri için önemli olan hedef o.

SONUÇ

İnsan, Kâinat ağacının meyvesidir.

Kâinat, insanla anlam bulur.

Tanrı Buyruğunu okumak-anlamak da insanın işi; Kâinat Kitabını okumak-anlamak da!

İnsan, Tanrı Buyruğunu okumakla,

– Nereden geldiğini,

– Nereye gitmekte olduğunuöğrenir;

– Ben kimim?

– Beni Kim Yarattı?

– Niçin Yarattı?

– İşim-Ödevim nedir?

– Sonum ne olacak?sorularına cevap bulur.

Kâinat Kitabını okumakla, Kâinatı meydana getiren varlıkları ve eşyayı tanır; – Cansızlar alemini oluşturan maddelerin “atom”‌ yapısını,

– Canlılar dünyasının “hücre”‌ yapısını,

– Eşyanın “fizik”‌ ve ”‌kimya”‌ özelliklerini öğrenir.Bu bilgiler insana, onları Yaratanın “İlmi”‌ni, “Sanatı”‌nı, “Kudreti”‌ni daha yakından

tanımasını sağlar. Tanrı’ya olan saygı, sevgi ve bağlılığı artar; O’na saygısı, hayranlığa dönüşür.Eşyadan alaşımlar, bileşikler elde eder; onlardan tekerlekten motora, aletler, arabadanuzay gemisine, araçlar yaparak onları, Kâinatı keşfetme ve hayatını kolaylaştırma yolunda kullanır; “insan”‌ olarak yaratılmanın keyfini sürerken Tanrısına şükreder.

Bu şartlarda yaşayan eşler, bu dünyaya davet ettikleri insanlara/çocuklarına, bir yandan yaşayacakları fizik ortamı hazırlarken öbür yandan onlarla bu kazanımlarını paylaşır; kazanımları, onlar aracılığıyla gelecek kuşaklara aktarır.

İnsan için “aile”‌ olmasaydı, her halde, bunlardan hiçbiri olamazdı.

Her şeyi en güzel tasarlayan ve en güzel yaratan Yüce Tanrı’ya, Allah Teala’ya hamd olsun.